KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 MUHTELİFU'L-HADÎS

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: MUHTELİFU'L-HADÎS   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 2:15 am

MUHTELİFU'L-HADÎS İLMİ



"Rasûlullah'tan sahih isnadla birbirine zıd iki hadis rivayet edildiğini bilmiyorum. Kim böyle iki hadis biliyorsa, getirsin aralarinı te'lifedeyim." İmam İbnu Huzeyme (el-Kifâye fî hmi'r-Rivâye, 606)

Makbul haberler, amel olunan ve olunmayan haberler olmak üzere kısımlara aynlırlar. Eğer bir haber muârazadan salim bulunursa, yani ona zıd bir haber gelmezse bu habere muhkem denir. Bunların misali çoktur.

Fakat bir haberin muarızı veya zıddı bulunursa, bu muânzı da ya kendisi gibi makbul olur yâhutta merdûd olur. İkincisinin hiçbir tesiri yoktur. Zira zayıf hadisin muhalefeti, kuvvetli haber üzerine tesir etmez. Eğer muâraza sıhhat yönünden kendisi gibi bir hadisle olursa, ya iki hadisin mânâları arasında uzak bir tevile gitmeksizin cem ve te'lif mümkün olur; yahut ta bu mümkün olmaz. Eğer cem' mümkün olursa bu, muhtelifu'l-hadis denilen kısmı teşkil eder. (Nuhbetu'I-Fiker şerhi, İbnu Hacer el-Askalânî, 47)

Muhtelifu'l-hadîs, ".Zahiren birbirine zıd hükümleri ihtiva eden, fakat hakikatte tezad halinde bulunmayan, diğer tabirle; aralan telfik ve cem' edilebilen (conciliation, harmonisation) iki hadis'e "Muh-telifu'l-hadis" denir." diye de tarif edilmiştir. Fakat bu çetin işe ancak, fikıh ve hadis ilimleri ne vâkıf, ince mânâları bilebilen âlimler girişebilirler. (Ulûmu'l-hadîs, İbnu's-Salâh, 257)

Bu telfik arneliyyesinde birkaç rnetod takibedil-miştir. Meselâ bunlardan biri, umûmî olan bir keyfiyeti tahsis, mutlak'ı ise takyid etmek veya bir hadisi müteaddid hâdiselere hamletmek yollarına başvurma metodudur.

İki hadis arasını cem' etmek mümkün olduğu takdirde, her iki hadisle de amel edilir. Fakat bu iki hadisin arasını cem1 etmek mümkün olmazsa, bu takdirde iki şık vardır:

1) Hadislerden birinin nâsih, diğerinin mensûh olması. Bu bilindiği takdirde nâsih ile amel edilir, mensûh terkedilir.

2) Hangisinin nâsih, hangisinin mensûh olduğuna dâir herhangi bir delil bulunmazsa o takdirde iki hadisten birini tercih etme cihetine gidilir ve ercah olanla (tercih edilenle) amel edilir. (Ulûmu'l-hadîs. İbnu's-Salâh. 257, 258)

Bu mühim mevzua ilk defa ehemmiyet veren ve bu hususta söz söyleyen İmâm eş-Şâfîî ( 204) olmuştur. Kendisi el-Umm ve er-Risâle adlı eserlerinde muhteliru'l-hadîs'e müteaddid defalar temas ettiği gibi, bu meseleye dâir bir defalar temas ettiği gibi, bu meseleye dâir bir eser de yazmıştır. Ancak eş-Şafiî bütün muhtelif hadisleri bu kitapta toplamayı gaye edinmemiştir. (Nuhbctu'l-Fiker şerhi, Ibnu Hacer el-Askalânî, 49; el-Umm, 7 8/473-568)

İkinci olarak İmam eş-Şâfîî'nin vefatından on sene sonra dünyaya gelen İbnu Kuteybe'nin hadisteki tezadlan ileri süren muhtelif fırka ve mezheb (bilhassa Mu'tezile ve ehlu'r-re'y) mümessillerinin iddialarını çürütmek maksadıyla kaleme aldığı mühim eserini zikredebiliriz. Kitabın ismi 'Te'vîlu muhtelifli-hadîs'tir. (Elinizdeki eser). Müellif, itiraza uğrayan ve mutezâd olarak ileri sürülen hadisleri telif edip aralarında ihtilâfın mevcud olmadığını isbata büyük gayret sarfetmiştir. Eserin büyük meziyyetlerini belirten İbnu's-Salâh bilhassa? daha kuvvetli, daha mühim misalleri terketmekle müellifin hata ettiğini ileri sürmüştür. (Ulûmu'l-hadîs, İbnu's-Salâh, 257)

Bu iki mühim eserden başka, aynı mevzua temas eden diğer eserler şunlardır:

İbnu Cerir et-Taberi'nin ( -301) bu mevzudaki bir eseri (Nuhbetul-Fiker şerhi, 49)

Zekeriyyâ b.Yahya es Sâci'nin ( -307) eseri,

Ebû Ca'fer Ahmed b. Muhammed et-Tahavî'nln (320) Muşkilu'l-Âsâr"i

İbn Hıbbân'm ( - 354) "Kitâbul-Cem'i beyne'l-Ahbâri'I-Mutezâdde "si. (İbn Hıbbân, Kitâbul-Mecrûhîn)

Ebu'l-Ferac Îbnu'l-Cevzi'nin ( -597) "et-Tahkik fi ehâdîsi'l-hılâfı. İbn Hıbbân, Kitâbul-Mecrûhîn

Mahmûd b. Tâhir'in "el-Muğis min muhtelifi'l-Hadîs"i. (Zeyl-İ Keşfu'z-Zunûn: 11/520)

Ali b. Abdillah b. Ca'fer el-Medînî'nin "İhtiiâfu'l-Hadîs"i (Ma'rifetu Ulûmi'I-Hadis, en-Neysâbûrî, 71)

Osman b. Saîd ed-Dârimî'nin bu mevzudaki bir eseri şöhret kazanmıştır. (Nuhbetu'l-Fiker şerhi, 49)


* Hadislerin kaynaklarını gösterirken kullanılan kısaltmalar:

ABDURRAZZAK el-Musannef,Abdurrazzak

BUH: Sahihul-Buhâri (Verilen rakamlar ki-tab/bab numaralandır.)

DÂRİMİ: Sunenu'd-Dârimî [Verilen rakamlar kltab/bab numaralarıdır.)

EBÛ DÂVÛD: Sunenu Ebû Dâvud [Verilen rakamlar kitab/bab numaralandır.)

GS: Gesammelte Schriften, Ignaz Goldziher.

HAN: Musnedu Ahmed b. Hanbel (Verilen rakamlar cild/sahife numaralandır.)

İBNU SA'D: Kitâbu't-Tabakâti'l-Kebir (Tabaka-tu İbn Sa'd) (Verilen rakamlar cild/sahife numaralarıdır.)

İBNU MÂCE: Sunenu İbnu Mâce (Verilen rakamlar kitâb/bab numaralandır.)

İSL. MEZ. TAR: İslâm Mezhebleri Târihi (I- ) Neşet Çağatay-îbrahim Agah Çubukçu.

LİSÂN: Lisânu'1-Arab, İbnu Manzûr.

el-MECRÛHÎN: Kitâbu'l-Mecrûhîn, İbnu Hıbbân.

el-MUĞNÎ: el-Muğnî fi'd-Duafâ, ez-Zehebî.

MUS: Sahihu Müslim (Verilen rakamlar ki-tab/bab numaralandır.)

MUVATTA: Muvatta, İmam Mâlik (Verilen rakamlar kitab/bab numaralandır.)

(M): Mütercim..

NESÂÎ: Sunenu'n-Nesâî (Verilen rakamlar kitab/bab numaralandır)

en-NİHAYE: en-Nihaye fî Garibi'l-Hadîs.

TAC: Tâcu'1-Arûs

TECRİD: Tecrid-i Sarih Tercümesi

TEHZİB: Tenzibu't-Tehzib, İbnu Hacer.

TIR: Sunenu't-Tirmizî (Verilen rakamlar kitab/bab numaralarıdır.)





google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Adem'in (as) Zurriyetine Dair   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 2:15 am

Adem'in (as) Zurriyetine Dair


İDDİA:Siz Allahu taâlânin Âdem'in (A.S) sırtını sıvazladığını,ve sırtından Kıyamete kadar meydana gelecek olan ve günes ışığının huzmesinde görülen toz zerreleri gibi sayısız zürriyetini çıkardığını,"Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?" diyerek onları kendi nefisleri üzerine şahid kıldığını ve onların da "Evet (sen bizim Rabbimizsin..) dediğim rivayet ettiniz. (HAN: 1/272; 6/441; 5/239, krş. HAN: 3/127; 5/135) Bu ise Cenâb-ı Hakkın "Hatırla ki. Rabbin Âdem oğullarinın sulblerinden zürriyyetlerini çıkarıp da onları nefislerine karşı Şahit tutarak:" - Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye buyuduğu vakit onlar da:"-Evet, Rabbimizsin, şâhid oiduk." demişlerdi." (el-A'râf 7/172) kavl-i şerifine muhâliftir. Çünkü hadis, Cenâb-ı Hakkın, Âdemin zürriyetini onun (Âdemin) sırtından (sulbünden) çıkardığını, Kur'an ise Âdem oğullarının sırtlarından aldığını haber veriyor.

CEVAB:Biz deriz ki bu iş onların sandığı gibi değildir. Bilakis her iki mana Allahın lütfü sayesinde müttefıktir ve her ikisi de doğrudur. Çünkü Kur'anın mücmel ve özet olarak gelen cümlelerini hadis ve sünnet açıklar.

Görmüyor musun ki Allah, hadiste vârid olduğu üzre Âdem'in (A.S) sırtını sıvazlayıp,ondan, Kıyamete kadar olacak ve toz zerreleri gibi sayısız olan zürriyetini çıkarmıştır ki.bu zürriyetin içersinde tâ Kıyamete kadar meydana gelecek olan çocukları ve çocuklarının çocukları vardır.Bunların hepsinden ahid (söz) aldığı,ve nefislerine karşı onları şahid kıldığı za-man,bütün Âdem oğullarmdan.onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve nefislerini şâhid tutmuş olur..

Cenâb-ı Hakkm "Gerçekten ilk defa sizi (ruhlarınızı] yarattık, sonra size şekil verdik ve sonra da meleklere: "-Âdeme secde edin...!"dedik"(7.el-A'râf: 11) âyeti de buna benzer.Burada Allah,melekle-re söylemiş olduğu "Âdeme secde edin"sÖzünü,"..sizi yarattık" ve "..size şekil verdik"sözlerinden sonra söylemiş tir. Şüphe yok ki Allah "..sizi yarattık" ve "..size şekil verdik" kavl-i celîli ile, Âdemi yarattığını ve ona şekil verdiğini, sonra da meleklere "Ademe secde edin" dediğini kasdetmiştir,ve bu da caizdİr.Çünkü Âdemi yarattığı zaman,bizi de onun sulbünde yaratmış ve bizi dilediği şekilde hazırlamış ve bu şekilde Âdemi yaratmakla, bizi yaratmış oldu.Çünkü biz hepimiz Âdemdeniz.

Bunun misali şuna benzenBen bir adama bir dişi,bir de erkek iki koyun veririm ve ona:"-Sana pek-çok davar bağışladım. "derim.Burada benim maksadım, "Ben sana bu iki koyunu bağışlamakla,bunların yavrulamasından hâsıl olacak pekçok davan bağışlamış oldum, "demektir.

Ömer b.Abdilaziz, recezci şâir Du-keyn'e bin dirhem bağışlamış, o da bu parayla bir kaç deve satın almıştı. Allahu Taâla da ona bereket ihsan etti, develer artıp çoğaldı. Dukeyn,"-Bunlar Ömer b.Abdilaziz'in bağışlandır" derdi. Halbuki o hayvanların hepsini ona. Ömer b.Abdilaziz vermemişti. O, sadece hayvanların ana ve babalarını vermişti. Dukeyn de çoğalan bu hayvanları Ömer b.Abdilaziz'e nisbet etmiştir. Çünkü onların hepsi de, bağışladığı hayvanların yavrularıydı.

Buna benzeyen diğer bir söz de el-Abbas b Abdil-muttalib'in Rasûlulah hakkındaki şu sözüdür. (ŞiirMUHTELİFU'L-HADÎS Smile

"..ondan önce sen, gölgeler altında ve yapraklar la örtünülen emanet yerinde de pâk idin."

Demek istiyor ki: Sen, Cennetin gölgelerinde pâk idin."...emânet yerinde" yani "Âdeme Cennette emanet (geçici) olarak verilen yerde"... "...yaprakla örtünülen yer." yani,Âdem ve Havva (A. M. S) nın, Cennet yapraklan ile örtündükleri yerde.." demektir ve bundan Peygamberimizin o zaman Âdem'in (A.S) sulbünde pâk olduğunu kasdetmektedir.

Sonra devam ederek şöyle demiştir.

"Sonra insan olmayan yerlere indin. Halbuki daha henüz, ne rahimde asılı bir et parçası ne de bir çiğnem et parçası değildin."

Demek istiyor ki: Âdem (A.S) yeryüzüne indi, sen de onun sulbünde yeryüzüne indin ve sen o zaman ne bir insan idin, ne bir çiğnem et parçası ne de rahimde asılı bir et parçası.."

Sonra şöyle dedi:

"Bilâkis bir nufte idin ve Nesr (Nûh'un kavminin putlarından biri) ve ona tapanlar sulara garkolurken sen gemiye binmiştin.'

Yani: Sen, Nûh (A.S) gemiye bindiğinde, onun sulbünde nutfe idin."

Devam ederek şöyle dedi:

"Sulblerden rahimlere naklonursun; Bir âlem (nesil) kaybolup gittiği zaman.yeni bir nesil ortaya çıkar."

Yani:"Rasûlullah sulblerde ve rahimlerde intikal ediyordu, "demek istiyor.

(el-Abbas),Rasûlullahı daha yaratılmamış iken, pâk olarak nitelemiş, yeryüzüne indirmiş ve gemiye bindirmiştir. Bundan maksadı ise Rasûlullahın kendilerinin sulblerinden geldiği babalan ve ecdadıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Hacet Giderirken Kıbleye Dönmek   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 2:16 am

Hacet Giderirken Kıbleye Dönmek


İDDİA: Rasûlullahın (S.A.V) "Gerek küçük gerek büyük hacetinizi giderirken kıbleye dönmeviniz. (BUH:4/12,14; HAN: 3/12; 5/300) dediğini rivayet ettiniz. Bir de Isâ b.Yûnus'dan, o da Ebû Avâne'den o da Hâlid el-Hazzâ'dan o da Arrâk b.Mâlik'den, o da Âişe'den (R.A) onun "Rasulullaha (S.A.V) bir kısım insanların, küçük ve büyük hacet için kıbleye dönülmesini hoş karşılamadıkları söylenince, Rasulullah (S.A.V) kendi helâ'sınin kıbleye döndürülmesin! emretti (BUH: 4/11) dediğini rivayet ettiniz. Bu ise önceki rivayetinizin tersinedir.

CEVAB: Biz deriz ki: ikinci hadîsin nesholunmuş olması mümkündür. Çünkü emir ve nehiyle ilgilidir. O halde niçin onlar bu iki hadisin mânâsını kavrayamadıkları zaman bunlardan birinin nâsih diğerinin mensuh olabileceğini düşünmediler? Bize göre bunlar ne nâsih ne de mensûhturlar. Fakat herbir hadîsin kullanılacağı yer vardır.

Büyük ve küçük hâcet'in defi esnasında kıbleye dönülmesi caiz olmayan yerler sahralar ve açık arazilerdir. (Birinci hadiste zikri geçenler)yolculuklan esnasında namaz için bineklerinden indikleri zaman bir kısmı namaz için kıbleye dönmüş, diğer bir kısmı ise hacetini gidermek için kıbleye dönmüşlerdi. Rasulullah da namazı tenzihen ve kıbleye ikrâmen ne küçük ve ne de büyük hacet esnasında kıbleye dönmemelerini onlara emretti. Bazıları kıbleye dönmenin evlerde ve çukur helalarda da mekruh olduğunu zannettiler. Rasulullah da helasının kıbleye döndürülmesini emretti ve böylece evlerde, pisliklerin örtüldüğü çukur yerlerde ve namaz caiz olmayan, boş yerlerde kıbleye dönmenin mekruh olmadığını onlara öğretmek istedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Tek Ayakkabi ile Yürümek   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 2:17 am

Tek Ayakkabi ile Yürümek



IDDIA: Vekiden o el-A'meş'den,o da Ebu Sâ-lih'den, o da Ebû Hurayra'dan o da Rasulullah1 tan (S.A.V) onun Birinîzln ayakkabısının tasması koptuğu zaman, tek ayakkabı ile yürümesin (BUH: 77/40; HAN: 1/321; TIR: 4/242) dediğini ve sonra da: Mindel'den, o Leys'den,o da Abdurrahman b.el-Kâsım'dano da babasından, o da Âişe'den (RA) onun "Bazan Rasululahın ayakkabısının tasması kopardı da onu tamir ettirene kadar tek ayakkabı ile yürürdü. (TIR: 25 /36 4/244) dediğini rivayet ettiniz.Bu hadis bir öncekinin tersidir.

CEVAB; Biz deriz ki: Elhamdülillah burada herhangi bir terslik yoktur. Çünkü bir kimsenin ayakkabısının tasması koparsa,ya o ayakkabıyı atar veya eline alır ve onu tamir edinceye kadar tek ayakkabı ile yürür. İki ayakkabı, iki mest ve diğer ikili olarak kullanılan elbiselerde bunlardan birinin kullanılıp diğerinin kullanılmaması çirkin ve hoş karşılanmayan bir harekettir.

Keza ridâ (abâ, cübbe gibi üste giyilen elbisenın sadece bir omuza atılıp, diğer omuzun açık bırakılması da çirkindir. Fakat bir kimsenin tasması kopabilir ve onu tamir ettirene kadar bu halde bir iki veya üç adım atabilir. Elbette bu, ne çirkindir ve ne de kötü görülen bir harekettir.

Az'ın hükmü, pekçok yerde, çok'un hükmüne muhalif olabilir. GÖrmüyor musun namaz kılan bir kimsenin rükû halinde iken önündeki boş saffa doğru bir-iki veya daha çok adım atması caizdir de yine rükû halinde olduğu halde, yüz veya iki yüz zira' arşın yürümesi caiz değildir...

Keza ridâ'sı düşünce onu omuzlarına atıvermesi (namazda) câizdir de namazda elbisesini toplaması veya uzunca bir iş yapması caiz değildir. Yine bir kimse namazda tebessüm ederse namazı bozulmaz. Fakat kahkaha ile gülerse namazı bozulur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Ayakta bevletmek   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 2:18 am

Ayakta bevletmek


İDDİÂ: Hz. Âişe (R.A) "Rasulullah (S.A.V) asla ayakta bevletmedi" (HAN: 4/196; 6/136, 192, 213) dediğini, sonra da Huzeyfe'den (R.A) "Rasuîullah'm (S.A.V) ayakta bevlettigini" (BUH:4/60, 62; HAN: 4/246; 5/382, 394) rivayet ettiniz. Bu ise evvelki hadisin tersidir

CEVAB: Biz deriz ki burada -Elhamdülillâh- herhangi bir aykırılık yoktur.

Rasulullah, evinde ve Hz.Âişe'nin de bulunduğu yerde asla ayakta bevletmemiştir. Fakat balçık sulu çamur veya pislik sebebiyle oturmak mümkün olmayan yerlerde ayakta bevletmiştir. Nitekim Huzeyfe'nin Rasûlullahı ayakta bevlederken gördüğü yer birilerinin çöplüğü (mezbeleliği) idi.Orada ne oturmak,ve ne de düzgün bir şekilde durmak mümkün değildi. Üstelik zaruretin hükmü, iradeye bağlı olanın hükmünün hilâfına (aksine) dır.

Ebu Muhammed: Bana Muhammed b. Ziyad ez-Ziyâdî tahdis etti, (ve) dedi: bize İsâ b. Yunus haber verdi (ve) dedi: bize el-A'meş, Ebû Vâil'den, o da Huzeyfe'den (R.A) haber verdi. (Huzeyfe şöyle) dedi: "Rasûlullahı gördüm. Bir kavmin çöplüğüne (subâta) geldi ve ayakta bevletti. Ben uzaklaşmak için geri gittim bana:"-Yaklaş" dedi. Ben de ona yaklaştım ve arkasında durdum. Rasulullah (S.A.V) abdest aldı ve mestleri üzerine meshetti."...

es-Subâta, mezbele, yani çöplük demektir. el-Kusâha ve el-Kumâme de çöplük demektir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Recm ve Sürgün Cezaları Allah'ın Kitabındadır   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 2:18 am

Recm ve Sürgün Cezaları Allah'ın Kitabındadır


İDDİÂ: Suryân b. Uyeyne'den, o ez-Zuhrî'den, o da Ubeydullah b. Abdillah b.Utbe'den o da Ebû Hurayra Zeyd b.Hâlid (R.A) ve Şibl'den rivayet ettiniz ki "Bir adam kalktı ve Rasulullaha (S.A.V) dedi ki: "- Yâ Rasûlallah! Allah İçin aramızda Allahın kitabı ile hükmetmeni istiyorum." Sonra hasmı kalktı -Bu diğerinden daha zeki idi- ve: "-Doğru söyledi, aramızda Allah'ın kitabi ile hükmet yalnız bana müsaade et' dedi. Rasûlullah:"-Söyle" dedi. Adam; Benim oğlum, bu adamın yanında işçi idi. Onun karısı ile zina etti. Ben de ondan, yüz koyun ve bir köle mukabilinde oğlumu serbest bırakmasını istedim. Sonra İlim ehlinden olanlara sordum, bana, "oğluna yüz değnek ve bir sene sürgün cezası, bu adamın karısına ise recm cezası gerekeceğini" söylediler, dedi. Rasûlullah: Nefsimi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki, ikinizin arasında Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim: Yüz koyun ve köle sana iade edilmiştir. Senin oğluna yüz değnek ve bir sene sürgün cezası, bu adamın karısına ise recm cezası! Yâ Uneys bu adamın karısına git, eğer suçunu itiraf ederse onu recmet dedi. Uneys gitti, kadın suçunu itiraf etti, o da onu recmetti" (BUH: 53/5; 54/9; 83/3)

EBÛ MUHAMMED: Bunu bana Muhammed b. Ubeyd bunu Uyeyne'den bu şekilde tahdis etti. Bu hadis Allah azze ve ceîle'nin Kitabına muhaliftir. Çünkü adam, ondan aralarında Allah Taâlâ'nin Kitab'ı ile hükmetmesini istedi. O da adama: Nefsimi elinde bulunduran Allah'a andolsun ki ikinizin arasında Allah'ın kitab'ı ile hükmedeceğim, dedi. Sonra da recm ve sürgün cezalan ile hükmetti. Halbuki Kur'an'da ne recm, ne de sürgün cezalarının ismi geçmemektedir. Ya bu hadis asılsızdır, ya da, şayet doğru ise o zaman Allah'ın kitabından recim ve sürgün eksilmiş demektir.

CEVAB: Biz deriz ki; Rasûlullah (S.A.V) buradaki "...ikinizin arasında Allanın Kitabı ile hükmedeceğim" sözü ile Kur'an'ı kasdetmemiştir. O sadece "ikinizin arasında Allahu taâlânın hükmü ile hükmedeceğim"demek istemiştir.

Kitap (yazı) kelimesi çeşitli manalarda kullanılır.

Bu manalardan birisi Allah azze ve celle'nin"...bunlar, üzerinize Allah yazısı olarak haramdır. Haram kılınanların dışında kalanlar size helal kılındı." (en-Nisâ 4/24) ayetinde de olduğu gibi hüküm ve farz demektir. "... Allah'ın yazısı olarak " demek, Allah'ın sizin üzerinize farzı olarak demektir.

Yine Allah "... size kısas yazıldı " (el-Bakara 2/178) buyurmuştur. Yani size farz kılındı, demektir.

"-Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye yazdın ..." dediler. (en-Nisa 4/77} ayeti,"...niye farz kıldın' demektir.

Keza "Tevratta İsrail oğulları üzerine şunu yazdık: Cana can." (el-Mâide 5/45) buyurmuştur.Yani "...şunu hükmettik ve farz kıldık" demektir.

en-Nâbiğatul-Ca'dî'de şöyle demiştir:

"Velâ bağları, bizim (şerefli) soyumuzu lekeledi.
Siz de (zâten) lekeliydiniz.
Fakat yazdığı zaman Allah böyle dememişti."

Yani: Akrabalık bağları, bizim soylu şerefimizi lekeledi. Hükümde bulunuyorken Allah bunu vâcib kılmış değildir, demektir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Geri: MUHTELİFU'L-HADÎS   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 2:19 am

Devamı gelecek inşaALLAH.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Emaneti İnkar Edenin Elinin Kesilmesi   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 11:50 pm

Emaneti İnkar Edenin Elinin Kesilmesi


İDDİÂ: ez-Zuhriden, o Urve'den, o da Âişe'den (R.A): "Kadinin biri insanlardan emanet olarak mücevher ve süs eşyası alır sonra da onları satardı. Bu husus Rasulullaha haber verildi. O da kadının elinin kesilmesini emretti" (HÂN:2/151; 5/4O9; 6/162) diye rivayet ettiniz. Halbuki insanlar* kendisine emanet edilen kimse olduğu için emanet alanın elinin kesilmiyeceği üzerinde icma etmişlerdir.

CEVAB:Biz deriz ki bu hadis şüphesiz sahihtir. Şu kadar var ki bir hükmü gerektirmez. Çünkü hadiste "Rasulullah kadınn elini kes(tir)di" denmemiş, sadece "...kadının elinin kesilmesini emretti" denilmiştir. Rasûlullahın emredip de, emrettiği şeyi yapmaması bazan câizdir. İmamlar (devlet başkanları) da bazan cezânm tatbik edilmesini istediğinden değil de tahzir ve korkutma için böyle emirler verebilir.

Bunun benzeri, el-Hasen'in, Semura b. Cundub'dan (R.A) rivayet ettiği hadistir ki, Rasûlullah (S.A.V) şöyle demiştir: "Kim kölesini öldürürse biz de onu öldürürüz. Kim kölesinin bir uzvunu keserse biz de onunkini keseriz. (HAN: 5/11,12,18,19)

Ulemânın hepsi de, bir kişinin kölesine karşılık öldürülmeyeceği (EBÛ DÂVUD: 38/7, MUVATTA: 43/3; krş. HAN: 5/19) ve kölesini öldürdüğü için ona kısas tatbik edilmeyeceği görüşündedirler. Onlar ancak başkasının kölesini öldürenin durumu hakında ihtilaf etmişlerdir. (TIR: 14/18; 4/26)

Rasulullah (S.A.V) köle sahiplerini, kölelerini öldürmekten veya uzuvlarını kesip onlara işkence etmekten sakındırıp korkutmak istemiştir. Yoksa o cezayı gerçekten tatbik etmeyi kasdetmemiştir.

Bir hüküm ifade edilebilmesi için hadiste; "..kölesine karşılık adamı öldürdü veya kölesine karşılık ona kısas tatbik etti" denilmesi gerekir. Fakat Rasûlullahın (S.A.V)."...kim şunu yaparsa biz de ona şunu yaparız"demesi, şüphesiz bu, bir tahzîr ve korkutmadır.

Kezâ 'Kim içki içerse ona sopa vurun. Tekrar içerse yine sopa vurun. Tekrar içerse yine sopa vurun. Eğer tekrar içerse onu öldürün" (HAN: 2/136,166,191,211,214; 4/93,95) hadisi de böyledir ve sadece içki içeni, tekrar o işi işlemesin diye korkutmaktan ibarettir. Nitekim, dördüncü defa içki içtiğinde adam kendisine getirilince Rasûlullahın onu öldürmeyerek, sadece sopa vurdurması (BUH: 86/4, krş. HAN: 1/125,130) da bunu gösterir.


Ebû Hurayra'nın Rasûlulahtan rivayet ettiği "Allah kime sevap vermeyi vâdetmişse Allah o kimseye muamelesinde muhayyerdir (dilerse affeder dilerse azab eder) (HAN: 5/325) hadisine binaen, biz (Hadislerde geçen) bütün tehdîd ifadeleri hakkında deriz ki: Bu tehdidlerin yerine getirilmesi de caizdir getirilmemesi de!...

*Halbuki İnsanlar emanet alanın elinin kesilmeyeceğinde icma ettiler" sözündeki "insanlar" dan kasdedilenin" cumhûr (çoğunluk) ulemâ" olduğu açıktır. Aksi takdirde İmâm Ahmed, Ishâk, Zufer ve Zahiriler emaneti inkâr edenin elinin kesileceğine kail olmuşlardir. İbn-i Hazm da onları desteklemiştir. Cumhur'un (çoğunluk) delili, emaneti inkâr edene hırsız denilmesinin doğru olmadığıdır. Mamafih inkarın, hırsızlık kelimesinin şümulüne dahil olduğu varid olmuştur. Çünkü o (emanet alan) ve hırsız her ikisinden de korunmak mümkün değildir. Zorla alan veya kapıp kaçan ise böyle değildir. îbnu'l-Kayyım da böyle söylemektedir. Cumhur ise sahîhayn ve gayrısında kadinın hırsızlığının sarahatle zikredildiği ve Hâkim ve diğerlerinin rivayetinde de kadının mücevher çaldiğı bu sebeple elinin kesildiği varid olmuştur diyerek buna cevab vermişlerdir. İnkârın zikredilmesi, sadece kadının halini tarifetmek ve bu vasıf ile meşhur olduğunu bildirmek içindir. Ve elinin kesilmesi de hırsızlıktan dolayıdır. Buna,"Rasûlullah (S.A.V) bu inkâri, hırsızlık menzilesine indirdi (ve bu yüzden kadının elini kestirdi) diye cevab vermek mümkündür. O zaman bu, "Emaneti inkâr edene hırsız denilmesi doğrudur" diyenlere delil teşkil eder. Aşikârdır ki, hadisin zahiri kadının elinin emaneti inkâr sebebiyle kesilmesidir. Bu kadının bazı rivayetlerde hırsızlıkla nitelendirilmesine münafi değildir. Çünkü emaneti inkâr edene hırsız denmesi doğrudur. Doğru olan da emaneti inkâr edenin elinin kesilmesidir. Ve bu durum elin kesilebilmesi için çalınan şeyin koruma altında olmasını şart koşan delilleri tahsis edip sınırlamaktadır. Bunun gerekçesi de şudur: Emanet almak, insanlar arasmda zarurî bir ihtiyaçtır. Eğer emanet veren emanet alanın emaneti inkâr edince elinin kesilmeyeceğini bilirse bu, emanet verme kapısının kapanmasına varır. Bu ise meşru olanın tersidir. (Neylu'l-evtâr 7/44-45)





google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Rasûlullahin Tevazuu   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 11:51 pm

Rasûlullahin Tevazuu


İDDİÂ: Siz ez-Zuhrî'den, o Ebû Seleme'den o da Ebû Hurayra'dan, o da Rasûlullahtan onun (S.A.V) "Ben şüphe etmeğe babam (dedem)İbrahim'den (A.S) daha Iayığım. (BUH: 60/11) Allah Lût'a (A.S) rahmet etsin, bulabilseydi "rükn-ü şedîd" e (kuvvetli bir dayanağa) sığınacaktı. (BUH: 60/11,19; HAN: 2/326,332,350) Eğer Yusuf un (A.S) çağırıldığı şeye davet edilseydim kabul ederdim. (BUH: 60/11) dediğini rivayet ettiniz. Bu ise İbrahim'e (A.S), Lût'a (A.S) ve kendi şahsına hakaret etmek demektir.

CEVAB: Biz deriz ki -Allahın lütfü sayesinde- bu hadiste onların dediği şeylerin hiçbiri mevcud değildir.

Rasûlullahın "Ben şüphe etmeğe babam İbrahim'den (A.S) daha layığım" demesine gelince bu "Bir vakit İbrahim şöyle demişti:"-Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin? bana göster." Allah " Ölüyü dirilttiğime inanmadın mı?" buyurdu. İbrahim: "Evet inandım, fakat kalbim tam yatışsın diye sordum" dedi" (el-Bakara 2/260) âyeti nazil olunca bu âyeti duyan bazı kimselerin, "İbrahim (A.S) şüpheye düştü, fakat bizim Peygamberimiz şüpheye düşmedi" demeleri üzerine söylemiştir. Rasûlullah da tevazuundan ve İbrahim'i (A.S) kendinden üstün tutarak "Ben şüphe etmeğe,babam İbrahim'den daha layığım" demiştir. Yani bu sözüyle "Biz ondan daha aşağı derecede olduğumuz halde şüpheye düşmedik, o nasıl şüphe eder?" demek istemiştir. İbrahim'in (A.S)"...fakat kalbim tam yatışsın diye.." demesinin manası ise, yani "..(ölünün diriltilmesini yakînen görüp mutmain olmam için.." demektir. Yakin de iki türlüdür. Bunlardan biri işitme sûretiyle, diğeri de görmek suretiyle elde edilen yakindir. Görme yoluyla olan yakîn, bu iki yakînin en kuvvetli olanidır. Bu sebepten Rasûlullah, Musa'nın (A.S) kavminin buzağıya tapmalarından bahsedilince "Haber verilen şey gözle görülen gibi olmaz. (HAN: 1/215.271) demiştir.

EBÛ MUHAMMED: (Rasûlullahın bu sözünün manası şudurMUHTELİFU'L-HADÎS Smile Allah (C.C) Musa'ya (A.S) kavminin buzağıya taptığını haber verdiği zaman, Mûsâ elindeki levhaları atmadı. Fakat bİzzat gözüyle onların buzağıya taptıklarını görünce, kızıp öfkelendi, levhaları attı ve levhalar parçalanıp dağıldı. Keza mü'minler Kıyamet Ba's (dirilme), Cennet, Cehennem, bütün bunların hepsinin hak olduğuna yakinen inanırlar. Kıyamet günü ise -Kıyameti görüp müşahade ettiklerinde- onların yakînleri daha kuvvetli olacaktır. îşte İbrahim (A.S) de iki çeşit yakînin en kuvvetlisi olan görme suretiyle, kalbinin itminana kavuşmasini arzu etmiştir.

Rasûlullahın (S.A.V) "Allah Lût'a (A.S) rahmet etsin,bulabilseydi bir rükn-ü şedîd'e (kuvvetli bir dayanağa) sığınacaktı" sözüne gelince: Burada Rasûlullah, Lût'un (A.S) kavmine söylediği "Keşke size karşı bir kuvvetim olsa, yahut kuvvetli bir dayanağa (sağlam bir topluluğa) dayansam (sığınsam) " (Hûd 11/80) sözünü kasdetmekte, göğsünün daraldığı,kavminin yaptığı kötülüğe karşı sabrinin taştığı o zamanda, Lût'un (A.S) yanlışlık yaptığını kastetmektedir. Halbuki Lût (A.S) bu sözü söylediği anda en kuvvetli rükn (=dayanak) olan Allaha sığınmakta ona dayanmaktaydı. (Hadis imamları), "Allah, Lût'tan sonra gönderdiği bütün Peygamberleri, kendi kavmi içersinden kendisine yardımcı olan ve koruyan bir gurupla birlikte göndermiştir." demişlerdir.

Rasûlullahin ( S.A.V) 'Yusuf un çağrıldığı şeye çağnlsaydım, elbette (hemen) icabet ederdim" sözüne gelince: Yâni Yusuf (A.S), uzun bir sıkıntı çektikten sonra hapisten çıkması istendiğinde, gelen elçiye "Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali nedir? diye sor" demiş ve o anda (hemen) hapisten çıkmamıştır. Allah (bu ayette) Yûsuf un sabır ve temennisini göstermektedir. Rasûlullah, "Onun yerinde ben olsam ve hapisten çıkmam istenseydi, hiç durmaz hemen çıkardım." demiştir. Bu sözü de, onun tevâzuundandır. Rasûlullah Yusuf'un yerinde olsaydı ve hemen hapisten çıksaydı, veya Yusuf (A.S) elçi ile beraber hapisten çıksaydı, bu hareket onlar için bir noksanlık veya günah teşkil etmezdi. Yusuf (A.S) hemen hapisten aceleyle çıkmamakla Allahtan gelen meşakkatlan ağır kabul etmediğini, fakat kendisinin sabır sahibi ve meşakkatlerin sevabını Allahtan bekleyen biri olduğunu ve bunun için hemen aceleyle hapisten çıkmadığını ifade etmek istemiştir.





google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: 100 Sene Sonra Sizden Hayatta Kimse Kalmayacak   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 11:55 pm

100 Sene Sonra Sizden Hayatta Kimse Kalmayacak


İDDİÂ: Ebû Saîd e'l-Hudri, Câbir b. Abdillah ve Enes b.Mâlik 'ten (RA) Rasûlullahın (SAV) yüzüncü seneden bahsederek "Muhakkak ki o gün yeryüzünde nefes alan hiçbir insan kalmayacak" (HAN: 3/322,34S,384) dediğini rivayet ettiniz. Bu ise bâtıldır. Gören gözlere aşikardır ki biz üçyüzüncü seneye girdiğimiz halde insanlar (ölmek şöyle dursun) eskisinden daha çokturlar.

CEVAB: Biz deriz ki, bu ya unuttukları veya Rasûlullah bunu alçak sesle söylediği ve onlar da bunu duymadığı için râvilerin bir kelimeyi düşürdüğü bir hadistir.

Bize kalırsa -hattâ böyle olduğundan şüphemiz de yok- Rasûlullah 'Yeryüzünde o gün (o zaman) sizden hayatta kimse kalmayacak" demiştir. Yani burada, bu sözün söylendiği yerde hazır bulunanları veya Ashabın hepsini kasdetmiştir. Râvi de "..sizden" kelimesini düşürmüştür.

Bu ibnu Mes'ud'un (R.A) "Cin gecesi" hakkında söylediği "O gece ben hariç, bizden kimse bulunmadı" sözüne benzer. Râvi, burada da "ben hariç" sözünü düşürmüştür.

Benim söylediklerimi doğrulayan diğer bir husus şudur Ebû Kudeyne, Mutarriften, o da el-Minhâl b. Amr'dan rivayet etti ki: Hz.Ali (R.A) İbnu Mes'ud'a: "Sen insanlara fetva mı veriyorsun?" dedi. O da "Evet , ve onlara, sonradan gelenlerin (âkibetlerinin tehlikeli olduğunu bildiriyorum. "dedi. Ali: "Bana söyler misin, sen bunu Rasûlullahtan işittin mi? dedi. İbnu Mes'ud: "Rasûlullahı "Yüzüncü sene geldiğinde, yeryüzünde göz açıp kapayan birtek kimse kalmaz" derken işittim" dedi. Ali (R.A) "Çukura isabet edemedin (hata ettin)! Rasûlullah bunu sadece o gün orada bulunanlar için söyledi. Recâ* da yüz senesinden sonra olmayacak mıdır? (Krş.HAN: 1/93; er-Rahâ için: HAN: 1/140 krş: HAN: 2/88,121,131) dedi.

Buna benzeyen ve içinde hatâ vuku bulan diğer bir hadis de Muhammed b. Hâlid b. Hidaş'ın bana tahdis ettiği hadistir. (Muhammed b. Halid şöyle) dedi: Bana, babam, Hammâd b. Zeyd'den, o Eyyûb'dan, o da el-Hasen'den, o da Sahr b. Kudâmetu'l-Ukaylî'den (RA) haber verdi. (Sahr): "RasûluIIah, "Yüz senesinden sonra doğanların Allah nazarında bir kıymeti (ehemmiyeti) yoktur" buyurdu demiştir. Eyyûb dedi ki; Sahr b. Kudâme (RA) ile karşılaştım ve ona bu hadisi sordum. "Bu hadisi bilmiyorum," dedi. EBU MUHAMMED: İşte içinde hata bulunan ve rivayetlerin birbirini tutmadığı hadis budur.

* Vâsıtiyye nüshasında bu kelime "er-Recâ" şeklindedir. Mânası da "İslâmın yayılması ve İslâmî fetihlerin tamamlanması yüz senesinden sonra değil midir?" seklinde olsa gerektir. Hidiviyye kütüphanesinde mevcud nüshada İse "Deccal veya bolluk (=er-Rahâ) yüz senesinden sonra değil mi?" şeklindedir. Bu nüshaya göre şek râvidendir. Bu takdirde mânâ: "Deccal'ın çıkması veya refah ve bolluğun vuku bulması -ki bu ikisini Rasûlullah (S.A.V) haber vermiştir- yüz senesinden sonra değil mi?" şeklinde olur. Yani,sen nasıl olur da bütün insanların inkırazını (yok olmasını) icabettiren bu hadisi duyduğunu iddia edersin? demek olur. Vallâhu a'lem.




google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Güneş ve Ay Kıyamet Günü Dürülüp Sarılarak Ateşe Atılmış İki Öküzdürler   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeSalı Eyl. 15, 2009 11:59 pm

Güneş ve Ay Kıyamet Günü Dürülüp Sarılarak Ateşe Atılmış İki Öküzdürler


İDDİÂ: Abdulaziz b. el-Muhtâr el-Ansârî'den, o da Abdullah ed-Dânâc'dan* rivayet ettiniz ki (ed-Dânac şöyle) dedi: Ebû Seleme b. Abdirrahman'ı (22-94)** Basra mescidinde gördüm. el-Hasen (ul-Basrî) (22-110) geldi, onun yanına oturdu ve ona Ebû Hurayra'dan Rasülullah'in (S.A.V) "Güneş ve Ay kıyamet günü dürülüp sarılarak ateşe atılmış iki Öküzdürler" (BUH: 59/4)*** dediğini rivayet etti.**** el-Hasen: Güneş ve ay'ın günahı ne?" dedi. Ebû Seleme: "Ben sana Rasûlûllahtan hadis rivayet ediyorum...! dedi ve sustu.

(Dediler kiMUHTELİFU'L-HADÎS Smile el-Hasen "Güneş ve ay'ın günahı nedir?" demekte haklı ve doğrudur. Ve el-Hasen'in bu sözü, Ebû Seleme'yi veya Ebû Hurayra'yı reddetmektedir.

EBÛ MUHAMMED: Biz deriz ki: Güneş ve ay ateşe sokulduklannda onunla azâb edilmiş olmazki "bu ikisinin günahı nedir?" denilsin. Bilakis ikisi de ateşte yaratılmışlardır ve böylece yine ateşe döndürülmüş olmaktadırlar.

Rasulullah Allahın kızgın ateşi (olan güneş) battığı zaman: "Eğer Allahın emrinden, onu (güneşi) meneden birşey olmasaydı, yeryüzünde ne varsa hepsini helak ederdi" (HAN: 2/207) buyurmuştur.

Yine, "Güneş gökte bir kasme (=derece) yükselince, mutlaka ona Cehennem kapılarından bir kapı açılır. Tepeye dikildiği vakitte ise kapıların hepsi açılır." buyurmuştur.

Bu hadis de sana gösterir ki, güneşin sıcaklığı Cehennemin galeyana gelmesindendir. Bu sebeple Raslûllah (S.A.V) "(öğle) namazını serinlikte kılinız. Çünkü sıcaklığın şiddeti Cehennemin galeyana gelmesindendir." (BUH: 9/9; HAN: 2/229,266; 3/52) buyurmuştur.

Ateşten olan birşey tekrar ateşe döndürüldüğü zaman "Ona azab olunmuştur." denemez...

Ateş, devamlı dönen itaatkâr yörünge (ve gezegen)ler, dopdolu deniz ve benzerleri gibi belli bir iş gören varlıkların meydana getirdikleri etkilerden dolayı ne azab vaki olur ne de sevab. Bunun misali tıpkı Cenâb-ı Hakkın " ...artık o ateşten sakının ki, onun yakıtı insanlarla taşlardır." (el-Bakara 2/24) ayetini duyan bir adamın 'Taşların günahı ne?" demesine benzer.

* Abdullah b.Feyrûz ed-Dânâc Tehzîbu't-Tehzîb: 5/359
** Ebû Seleme b.Abdirrahman b. Avf ez-Zuhrî, el-Medenî. Fakîh cok hadis rivayet ederdi. (Bkz.:Tehzibu't-Tehzîb; Tabakâtu'l-Huffaz; Tabakâtu'I-fukahâ: 61)
*** Yani, sanki güneş ve ay mesholunup iki öküz haline getirilmiş gibidir. (iki öküz(=sevrân) kelime si, (nevrân) olarak da rivayet edilmiştir. Bu "sevrân" kelimesinin yanlış yazılmasından meydana gelmiş bir hatadır. (en-Nihaye)
**** et-Taberî'nin Ikrime'den naklen rivayetine göre Ibn Abbas güneş ve ay'ın kıyamet günü adetâ iki iğdiş öküz şeklinde getirilip Cehenneme atılacağını ileri süren Ubeyy b. Kab'a çok kızmış ve onu yalancılıkla suçlayarak şöyle demiştir: "Bu dediği Yahudiliğe ait birşeydir onu İslam'a da sokmak istiyor. Allah kendine itaat edenlere azab etmeyecek kadar yüce ve ihsan sahibidir. Allahu Taâlâ'nin şu âyetini duymadın mı? "Sürekli görevlerini yapan güneş ve ay'ı emrinize verdi" (İbrahim, 14/33) Burada onların sürekli olarak itaat halinde olduklarını kasdetmektedir. O halde, O'na itaat eden iki kuluna, onları methettiği halde nasıl azab eder? Halbuki onlar devamlı itaat halindedirler! Bu yahudi âlimini Allah kahretsin âlimliği de yere batsın!" (et-Tâberi, Tarîhu'r-Rusul ve'l-Mulûk 1/65)





google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Geri: MUHTELİFU'L-HADÎS   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeÇarş. Eyl. 16, 2009 12:01 am

Devamı Gelecek İnşaALLAH.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6727
Rep Gücü : 10015177
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Geri: MUHTELİFU'L-HADÎS   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimeÇarş. Eyl. 16, 2009 6:40 am

Allah razı olsun

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

MUHTELİFU'L-HADÎS Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Geri: MUHTELİFU'L-HADÎS   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimePerş. Eyl. 17, 2009 12:02 am

Sirayet ve Uğursuzluk





İDDİÂ:Rasûlullahm "Ne sirayet vardır ne de uğursuzluk" (BUH: 76/19,43 54; HAN: 1/174.180; 2 /152) dediğini, bunun üzerine kendisine "Nukbe (uyuzun ilk açığan çıkan belirtileri) devenin dudağında belirir, bu yüzden de bütün sürü uyuza yakalanır." denildiğini, onun da (S.A.V): "Peki İlk deveye hastalığı sirayet ettiren nedir?" (BUH: 76/23,53; HAN: 1/269, 2/24) dediğini veya bu manada birşey söylediğini rivayet ettiniz.

Sonra da bunun aksine olarak "Hastalıklı olan sakın sıhhatlilerin yanına sokulmasın." (BUH: 76/53,54; HAN: 2/406,434) Cüzzamlıdan arslandan kaçar gibi kaçın.." (BUH: 76/19; HAN: 2/443) ve Cüzzamlı bir adam müslüman olmak için biat etmeğe Rasulullaha geldi. Bunun üzerine Rasûlullah ona kendisinin biatini kabul ettiğini bildirdi ve geri dönmesini emretti kendisiyle görüşmesine izin vermedi." ve "Uğursuzluk; kadında,evde ve (binek) hayvanında olur" (BUH: 56/47, 76/43; HAN: 1/174,180; 2/8,36,85, 5/335,338) hadislerini rivayet ettiniz.

Bunların hepsi de birbirine aykırı olup, birbirine benzememektedir.

CEVAB: Biz deriz ki: Bu hadislerde herhangi bir ihtilaf (aykırılık) yoktur. O hadislerin herbirinin kendisine has yeri ve zamanı vardır. Herbirisi kendi yerine konulduğu zaman ihtilaf ortadan kalkar.

Sirayet iki çeşittir:

Birincisi: Cüzzamın sirayeti (bulaşması)dır. Zira cüzzamlı kimsenin kötü kokusu fazlalaşır öyle ki onunla uzun bir müdet oturan veya birlikte yemek yiyen kimse de hastalığa yakalanır...Cüzzamlı kimsenin karısı da böyledir kocası ile birlikte tek örtü altında yatar ve böylece pislik ona da bulaşır ve muhtemelen o da cüzzama yakalanır. Bunun gibi çccuklan da çoğu zaman babalarına çekerler.

Kendisinde akciğer veremi, verem ve uyuz hastalığı bulunan kimse de böyledir. Doktorlar verem ve cüzzam hastaları ile beraber oturulmamasını emrederler. Fakat bununla sirayeti kasdetmezler. Onlar bununla sadece kötü kokuyu kasdederler. Zira bu koku, uzun müddet koklayan kimseyi hasta edebilir. Halbuki uğur veya uğursuzluk inancından en uzak olan kimseler doktorlardır.

Devede olan nukbe yani yaş (irinli) uyuz da böyledir. Deve, hemcinsleriyle ihtilât eder ve yarasını diğer develere sürter, onların ağılına vanr ve yarasından akan irin ile uyuzu oraya bulaştırır. Hayvanın palan'ın sürtmesinden meydana gelen yara da buna benzer bir şekilde bulaşır.

İşte Rasûlullahın "Hastalıklı olan sağlam olanın yanına sokulmasın" derken kasdetmiş olduğu mana da budur. Hasta olanın sağlam ile karışmasını ve ona uyuzdaki gibi pislik ve kaşıntısını bulaştırmasını hoş karşılamamıştir. Bazıları bununla Rasûlullahın, deveye musallat olan şeyin, (Allah'tan değil) hastalıklı birinden olduğuna inanıp da günaha girmemesini kasdettiğini zannetmişlerdir. Bana kalırsa hadisi bu şekilde açıklamak mümkün değildir. Çünkü biz, benim anlattiklarimın doğru olduğunu gözlerimizle görmekteyiz.

Sirayetin diğer çeşidine gelince: O da vebanın sirayetidir. Veba bir yerde ortaya çıkar ve insan vebanın bulaşmasından korkarak oradan kaçar gider.

EBÛ MUHAMMED: Bana Sehl b. Muhammed tahdis etti (ve) dedi: Bize el-Asmaî, Basralı birinden haber verdi ki: O adam vebadan korkup kaçarken, bir eşeğe binerek ailesini Safevân'a doğru götürdüğü sırada, kendisinin arkasından gelen bir deve sürücüsünün şunları söylediğini duymuş: "Allah'tan ne bir eşeğe binilip kaçılabilir, ne de koşucu ve rüzgar gibi bir at üzerinde... Ölüm takdir edilen zamanda gelir de, Allah, gece yol alanın sabah karşısında oluverir."

Rasûlullah: "Bulunduğunuz beldede veba olursa, oradan çıkmayın..! ve "Bir beldede veba olursa oraya girmeyin." (BUH: 76/30; HAN: 4/177; 5/200) buyurmuştur.

"Veba bulunan bir beldeden çıkmayın" sözü ile sanki siz, Allahın kaderi (olan veba) dan kaçmakla, Allahtan kaçabileceğinizi sanıyorsunuz!..." demek istemiştir. "Bir beldede veba olursa, oraya girmeyin" sözü ile de, vebâ olmayan beldedeki yeriniz sizin için daha huzurlu ve yaşayışınıza daha elverişlidir.. demek istemiştir.

Bu cümleden olarak, kadın ve ev de, uğursuzlukla bilinir. Adamın başına, onun hoşuna gitmeyen birşey veya bir musibet gelince adam "(Ev veya kadın) uğursuzluğunu bana sirayet ettirdi (bulaştırdı)" der. Rasûlullahın, "sirayet yoktur" dediği sirayet (bulaşma) da işte budur.

Ebû Hurayranin Rasûlullahtan rivayet ettiği "Uğursuzluk; kadında, evde ve (binek) hayvanında olur" (BUH: 76/53) hadisine gelince; Bu, Ebû Hurayranın hata etmiş olabileceğini onun Rasûlullahtan birşey işittiğini fakat onu iyi anlayamadığını insanın aklına getiren bir hadistir.

EBÛ MUHAMMED: Bana Muhammed b.Yahyâ el-Kat'î tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdu'l-A'lâ, Saîd'den, o da Katâde'den o da Ebû Hassan el-A'rac'dan haber verdi ki: iki adam Âişe (R.A) nin huzuruna girdiler ve ona, Ebû Hurayranın Rasûlullahtan "Uğursuzluk ancak kadında,evde ve hayvanda olur dediğini" rivayet ettiğini söylediler. Hz.Âişe (R.A) dehşetle (ve esefle): "Kur'anı indirene yemin ederim ki, bu hadisi rivayet eden Ebûl-Kâsım'a (Muhammed'e) (S.A.V) iftira etmiştir. "Rasûlullah sadece "Cahiliyye insanları, uğursuzluk hayvanda kadinda ve evde olur derlerdi." demiştir." dedi ve "Ne yeryüzünde ne de sizlere bir musibet gelmez ki biz onu yaratmazdan önce (o), bir kitapta yazılmış olmasın." (el-Hadîd 57/22) ayetini okudu."

Bana Ahmed b. el-Halîl tahdis etti (ve ) dedi: Bize Mûsâ b. Mes'ûd en-Nehdî, îkrime (b. Ammâr) dan Ishak'dan ibnu Abdullah b. ebî Talha'dan o da Enes b.Mâlik'den (r.a) haber verdi. (Enes) şöyle dedi: Biz den bir adam Peygamber'e (S.A.V) geldi ve "Yâ Rasûlallah biz, bir eve taşındık, orada sayımız çoğaldı, mallarımız da arttı. Sonra başka bir eve taşındık, orada ise hem sayımız, hem de malımız azaldı' dedi. Bunun üzerine Rasûlullah: "Orayı terkedin ve bırakın. O ev kötü (bir ev)dir." (EBU DAVUD: 27/18; MUVATTA: 54/23) buyurdu.

EBÛ MUHAMMED: Ne bu hadis, birinci hadisi nakzeder, ne de birinci hadis, bu hadisi...

Rasûlullah onlara sadece o evden ayrılmalarını emretmiştir. Çünkü onlar, o evin havasını ağır bulmalarına ve başlarına gelen şeylere rağmen tedirgin ve sıkıntılı bir halde orada oturuyorlardi. Bu yüzden Rasûlullah onlara evi terketmelerini emretmiştir. Şüphesiz insanların, kendilerine bir kötülüğü dokunan yerin bu hususta her hangi bir sebep mevcud olmasa bile ağırhğını hissetmeleri, Allahın onların tabiat ve mizaçlarında yaratmış olduğu bir şeydir. Keza, kendisine iyiliği dokunan kimsenin -o kimsenin maksadı iyilik etmek olmasa bile- insana sevimli gelmesi; kötülüğü dokunan kimsenin -maksadı kötülük etmek olmasa bile- sevimsiz ve kötü gelmesi de Allahın insanlarda yaratmış olduğu bir şeydir. Rasûlullah, nasil olur da cibt (kehânet) kabilinden olan uğursuzluğa inanabilir...? Cahiliyye ehlinin bile pekçoğıu uğursuzluğun mevcud olmadığı kanaatında idiler ve onlar uğursuzluğa inanmayan kimseyi medhederlerdi.

Şâir (er-Rakkas el-Kelbi) bir adamı medhederek şöyle demiştir: "Korkak değildir. Yükünü sardığı zaman, "Bugün bana vâk ve hatim düşman oldu" der, fakat uğursuzluğuna inanan bu adam, bu"şey lerden (vâk ve hâtim'den) yüzçevirdiği zaman, (uğursuzluğuna inandığı şeye rağmen) yoluna devam eder..."

EBÛ MUHAMMED: el-Husarîm, uğursuzluğa inanan kimsedir. Vâk, göç eğen kuşu, hatim de karga demektir.

el-Murakkış'da (vâk ve hatim hakkında) şöyle demiştir: 'Vâk ve hâtim'den dolayı hiç yolculuğa çıkmazken yola çıkmış bulundum... Baktım ki uğursuz ile uğurlu, uğurlu ile uğursuz aynı imiş. Onun gibi, bir kimse için ne devamlı uğur ne de uğursuzluk sözkonusudur."

Bize İshâk b. Râhûye tahdis etti (ve) dedi: Bize Abdurrazzak, Ma'mer'den, o da İsmail b. Umeyye'den haber verdi ki, Rasûlullah: "Üç şey vardır ki, hiçbir kimse onlardan kurtulamaz: UgursuzIuk, (sû-i) zan ve hasedlik..! buyurmuş, "Bunlardan kurtulmanın çaresi nedir?" diye sorulunca," Bir şeyi uğursuz saydın mı o yüzden birşeyden geri dönme, sû-i zan'da bulunduğun zaman onu araştırma, hased ettiğin zaman (o şeyi) arzu etme!" -bu veya buna benzer birşey söyledi-demiştir.

Bana Ebû Hatim tahdis etti (ve) dedi: Bize el-Asmaî Saîd b.Müslîm'den o da babasından onun (babasının) uğursuzluğa inanan bir kimseye şaştığını onu şiddetle ayıpladığını ve şöyle dediğini haber verdi: "Ben bir tepede dururken devenin birisi kaçtı. Ben onun izini takib ederken, Vâil oğullan kabilesinden Hâni' b. Ubeyd'le karşılaştım. O hızla gidiyor ve şunları söylüyordu: "ve şer, tepelerin üzerine sanlıp, sarmalanır (atilir)." Sonra kabileden başka bir adamla karşılaştım, o ise: "Eğer sen bizim üzerimize şakileri salarsan, onlar bizi (asla) bulamayacaktır." diyordu. Sonra küçükken ateşe düşmüş ve ateşte yandığı için yüzü çirkinleşmiş ve şekli bozulmuş bir çocuğun yanına vardık. Ben çocuğa: "Sürüden kaçan bir deve (gördüğünü) hatırhyormusun?" dedim... Bana: Burada bedevilerden buralı olanlar var onlara bir bak (sor) dedi. Ben de baktım, bir de ne göreyim deve onlarda ve yavrulamış. Ben de onu ve yavrusunu aldım.

EBÛ MUHAMMED: el-Fârık, hâmile olan ve arkadaşlarından ayrılan deveye denir.

Ikrimede (-150) şöyle demiştir: İbnu Abbâs'm (R.A) yanında oturuyorduk. Öterek bir kuş geçti. Oradakilerden bir adam: "Hayır olsun, hayır olsun..!" dedi. İbnu Abbas da: "Ne hayır ne de şer...! Rasûlullah güzel isimleri (Krş.BUH: 78 /107,108) ve hayır ummayı (el-fe'lû's-sâlih) severdi." (krş. BUH: 76/43,44; HAN: 1/257, 3/118) dedi.

Bana er-Rakâşî tahdis etti (ve) dedi: Bize el-Asmaî haber verdi (ve) dedi: İbnu Avn'a (66-151) Fe'l (hayır umma, uğur) nedir? diye sordum, bana:" Bir kimsenin hasta olduğu zaman kendisine 'Yâ Salim (insana selâmet.sihhat afiyet bahşeden)" dendiğini işitmesi; birşey aradığında da "Tâ Vâcid (bulan) dendiğini duymasıdır." dedi.

EBÛ MUHAMMED: Bu (anlatılan) da insanların yaratılış icabı hoşlandığı ve ünsiyyet duyduğu şeylerdir. Bu tıpkı onların âdetleri olan, selâmlaşırken birbirlerine selâmet dilemeleri, dilek ve temenni hususunda mübalâğa etmeleri, hayırla müjdelemeleri gibidir. Keza "...afiyette olasın, selâmette olasın' ve " hayırlı, bereketli sabahlar olsun" denilmesine benzer. İranlılar da: "Bin nevruz (boyunca) yaşayasın!" derler. Bu sözü işiten kimse o kimsenin ömrünün uzayıp kısalmayacağını artıp eksilmeyeceğini bilir. Lâkin hayn (iyiliği) sevmek, müjdeli haberden, güzel manzaradan, hoşa giden isimden dolayı ferahlık duymak insanın tabiatında mevcuddur...

Bazan insan çiçekli bir bahçeye uğrar ve -kendisine herhangi bir faydası olmadığı halde- bundan dolayı sevinir, veya berrak bir su görür, suyu içmediği veya içirmediği halde o su kendisinin hoşuna gider.

Bazı hadislerde Rasûlullahın turunç (Krş, BUH: 70 30; HAN: 4/397; el-Câmiu's-Sağir: 2/119) kırmızı güvercin (el-Câmiu's-Sağir: 2/ 119) ve el-fâğıye yani (kına çiçeğin)den hoşlandığı* rivayet edilmiştir. (el-Câmiu's-Sağir: 2/118) Bu, Rasûlullahın güzel isimden ve hayra yormaktan hoşlanmasına benzer.

Onun, "ateşin oğullari (=benu'n-nâr", "yangının oğullari (=benu hırâk), "Zina oğullan (=benû zinye) ve "hüzün oğulları (=benû huzn) (Krş, BUH: 78/107,108) ve buna benzer isimlerden hoşlanmaması da buna benzer bir sebepten dolayıdır.

* Aliyyul-Qârî "turunç ve kırmızı güvercin" hadislerini Mevzuâtında zikretmiş ve Sahih olmadığını söylemiştir, (el-Esrâru'l-Marfu'a, 468)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Öğle Sıcağında Namaz   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimePerş. Eyl. 17, 2009 12:04 am

Öğle Sıcağında Namaz



İDDİÂ: Siz, Habbâb b. el-Eretten rivayet ettiniz ki (Habbâb şöyle) demiştir: RasûIuIIaha (S.A.V) sıcağın şiddetinden şikâyette bulunduk, bizim şikâyetimizi dinlemedi."

Yani: Onlar sıcağın fazlalığından ve kendilerinin bundan mutazarrır olduğundan yakındılar ve Rasûlullahtan namazı sıcağın şiddeti geçince kıldırmasını istediler. Rasûlullah onların şikâyetlerin kabul etmedi (yani namazın tehir edilmesine evet demedi).

Sonra Rasûlullahtan (S.A.V) bir de :"Namazı hava serinleyince kılınız. Çünkü sıcağın şiddeti, Cehennemin galeyana gelmesîndendir.” (BUH: 9/9; HAN: 2/ 229,266, 3/52) hadisini rivayet ettiniz.

İşte bu, apaçık bir ihtilâf ve tenakuzdur.


CEVAB: Biz deriz ki -hamdolsun- burada ne ihtilâf vardir ne de tenakuz...Çünkü vakitlerin evvelinde Allanın rızası, sonunda da afvı vardır. Affetmek ise ancak bir kusurdan dolayı mevzuubahs olabilir. Vakitlerin evvelinde (namazların kılınması) te'kidli bir emirdir. Vakitlerin sonlarında kılınması ise bir ruhsattır. Rasûlullahın kendi şahsı için ise işlerin en âlî (yüce) si ve Allaha yakını ile amel etmekten başkası caiz olmaz. O, herhangi bir şeyin caiz olduğunu insanlara göstermek için bir veya iki kere ruhsatla amel edebilir. Fakat Rasûlullahın, düşük ve ehemmiyetsiz olana devam edib de, müekked ve efdal (daha üstün ve kıymetli) olanı terketmesi caiz olmayacak birşeydir.

Sıcağın şiddetli olduğu bir zamanda, kendisi ile beraber namazı kılan ashabı, sıcağın şiddetinden şikâyet edip sıcak azalıncaya kadar namazın tehir edilmesini istediklerinde onların bu isteklerini kabul etmedi. Çünkü ashâb o anda kendisiyle beraber bulunuyordu. Sonra, orada hazır bulunmayanlara, sünnetinde genişlik ve kolaylık olsun diye namazın hava serinleyince kılınmasını emretti. Sabah namazının alaca karanlıkta kılınmasını emrettiği halde (BUH: 9/21) "Sabah namazını ortalık aydınlanınca kılın!” (el-Câmiu's-Sağir 1/41) buyurması da böyledir.

Rasûlullahın öğle namazını zeval vakti kıldığına namazı (hava serinleyinceye kadar) tehir etmediğine delâlet eden şeylerden birisi de İsmail b.Uleyye'nin Avf dan, onun da el-Minhâl'den, onun da Ebû Ber-ze'den (R.A) rivayet ettiği şu hadistir:

Rasûlullah ûlâ dedikleri öğle namazını, güneş batıya meylettiği vakit, yani zeval vakti kılardı. (BUH: 9/11,21)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Rasûlullah Kırk Sene Kavminin Dini Üzre İdi   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimePerş. Eyl. 17, 2009 12:07 am

Rasûlullah Kırk Sene Kavminin Dini Üzre İdi



İDDİÂ: Rasûluilahin: “Aslâ hiçbir Peygamber Allahı İnkâr etmemiştir." buyurduğunu ve bir de "Küçük yaşta iken kendisine iki melek geldiğini, kalbinden bir kan pıhtısı çıkardıklarını, sonra kalbini yıkadıklarını ve yerine koyduklarıni (BUH: 8/1; HAN: 3/121,149,288, 4 /207, 6/122,139) rivayet ettiniz.

Sonra da Rasûlullahın kırk sene kavminin dini üzre olduğunu, iki kızını, ikisi de kâfir olan Utbe b.ebî Leheb ve Ebu'l-As b. er-Rabî'e nikahladığını rivayet ettiniz.

Bunda ise ihtilâf ve tenakuz vardır. Ve bu Rasûlullah için bir nakısa (eksiklik) dir.

CEVAB: Biz deriz ki, manası anlaşıinca, bunda hiç kimsenin - Allaha hamd olsun- bunu tenkid etmesi veya buna dil uzatması meavzû bahis değildir. Çünkü Yemenliler hariç bütün araplar İbrahim (A.S) oğlu İsmail'in (A.S) neslidir ve dâima İbrahim (A.S) dininden kalma bazı esasları muhafaza edegelmişlerdir.

Ka'be'yi haccetmek ve ziyaret etmek, hıtan (sünnet olmak), nikâhlanmak, üç kere boşayınca (kat'î) ayriligin vuku bulması, bir veya iki boşamada erkeğin tekrar hanımına dönme hakkının bulunması, öldürülenin diyeti olarak yüz deve verilmesi ('Ve hayız (âdet görme) zamanı yatağının ayrılması) cünüb olunca boy abdesti alınması, hunsâ'nın kadın mı erkek mi sayılacağı hususunda bevletme uzvuna bakılması, akrabalık sıhriyet ve soy cihetinden mahrem olanların nikahlarının haram kılınması bu kabil esaslardandır ve araplann bunlara uydukları herkes tarafından bilinen bir husustur. Üstelik onlar (günah ve sevabları) yazan iki meleğin varlığına da inanıyorlardı.

Cahiliyye şairlerinden el-A'şâ: "Senin nimetini inkar ettiğimi sanma, şahidim üzre ey Allahın şahidi şahid ol.." demiştir.

Yani: Dilim üzre ey Allahın meleği, dediklerime şahid ol.." demektir.

Arapların bir kısmı ba's (diriliş)ye hesâb'a da inanırdı. Zuheyr b. ebî Sulmâ Cahilidir, İslama erişmemiştir- Muallakât-ı Seb'a'dan addedilen meşhur kasidesinde şöyle demektedir:

"...ya geri bırakılir bir kitaba (yazılıp) konulur ve hesap gününe saklanır veya geri bırakılmaz, hemen cezalandırılır."

Sahibinin kabri başında ayakları bağlananan ve ölesiye kadar ne yem ne su verilen deve hakkında da "Kıyamet günü sahibi o deveye binerek gelir. Eğer yakınları, kendisi öldükten sonra bunu yapmazlarsa, çıplak ayakla, yaya olarak gelir."derler.

Ebû Zubeyd de bunu anlatarak şöyle demiştir:
"Başları velâyâ içersinde olan develer gibi,
Yanaklarının pembeliğini sam yeline veren (sevgili)ler"

el-velâyâ, devenin hamutunun (semerinin) altına konulan örtüye denir. Araplar bunun ortasını oyarlar ve devenin boynuna geçirirlerdi. en-Nâbiğa da şöyle demiştir:

"Mahalleleri İlâh' in canibidir, dinleri de tamdır. Mükafattan başka birşey de beklemezler,"

en-Nâbiğâ'nm mükâfattan kasdı, amellerin karşılığıdır. Mahalleleri de Şam (Suriye) dir*

Rasûlullah kavminin dini üzre idi, dendiği zaman kasdedilen, RasûlulIahın, kavmi gibi Allaha iman etmesi; sünnet olmak, boy abdesti almak, haccetmek, tekrar dirilişe, kıyamet ve amellerin karşılığının görüleceğine inanmak gibi hususlarda onların şeriat-lanyla amel etmesidir. Bununla beraber Rasûlullah, putlara yaklaşmaz, onlan ayıplamaz ve "Bana sevdirilmedi" derdi.

Şu kadar ki Rasûlullah, kendisine vahyolunana kadar, Allahm farz (olan emir)lerini ve kullari için (daha sonra} kendisi vasıtasıyla koymuş olduğu hükümleri bilmiyordu.

Allahu taâlâ da:"O (Rabbin) sen bir yetim iken (seni) barındırmadı mı? Seni (şeriat hükümlerini) bilmezken (nübüvvet nimeti ile şer'ı) yola koymadımi?" (ed-Duhâ 93/6-7) buyurmuştur. Cenâb-ı Hakkın âyetteki "dâl" lafzından muradı, îman, İslâm ve onun esaslarının tafsilatını bümiyordun, Allah da sana yol gösterdi, demektir.

Yine Cenâb-ı Hakkın:" Sen kitap nedir iman nedir bilmiyordun." (eş-Şûrâ 42/52) ayeti de böyledir. Yani: Sen Kur'an nedir, imanin esasları nelerdir bilmezdin, demektir.

Allah bu ayette ikrar manasına olan imanı kasdetmemiştir. Çünkü Rasûlullahın küfür ve şirk üzre ölen ecdadı Allahı bilirler O'na inanırlar O'nun (rızası) için haccederler, (fakat) Allaha yaklaşmak için O'ndan başka ilahlar edinirler ve söylediklerine göre bu ilahlar onları Allaha yaklastirirdı. Kezâ zulümden sakınırlar zulmün neticelerinden kaçınırlar ve "Hiç kimseye karşı haddi aşmayalım ve zulmetmeyelim" diye anlaşma yaparlardı.

Habeş meliki (Ebrehe) Abdulmuttalib'e ne istediğini sorduğu zaman, onun "Kaçan develerimi..." demesine, Ebrehe, "Nasıl olur da Ka'beyi yıkmamamı istemiyorsun da (kalkmış develerini istiyorsun)" deyince, Abdulmuttalîb: "Bu evin (Kabe) yıkılmasına mani olacak bir (sa-hib)i var" demiş veya buna benzer birşey söylemiştir.

Onlar Allanın varlığını kabul ederler, O'na inanirlardı. Böyle olunca, tertemiz ve pâk olan Rasûlullah -vahiyden önce - nasıl olur da Allaha iman etmez?

Bu (bizim anlattığımız) husus, herkese aşikârdır. Hiç kimse Allanın "Sen kitap nedir iman nedir bilmiyordun" ayetindeki îmân'dan kasdedilenin, imanın esasları olduğunu hatırdan uzak tutamaz.

EBÛ MUHAMMED: Bu hadisin mânâsı şudur Rasûîullah İbrahim ve İsmâil (A.S) dinleri üzre idi. Rasûlullahın kavmi bunlardır yoksa Ebû Cehil ve diğer kâfirler değildir. Çünkü Allah İbrahim'in (A.S) "Kim bana tâbi olur, izimden giderse, işte o bendendir. Kim de bana isyan ederse, tevbe ettiği takdirde muhakkak ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin" (İbrâhim 14/36) dediğini Kur'an'da hikaye etmiştir.

Cenab-ı. Hak Nûh 'a (A.S) "O senin ailenden değildir." (Hûd 11/46) demiş tir. Yani Nuh'un oğlu, babasının dininden ayn olduğu için (onun ailesinden değildir).

Rasûlullahın iki kızını iki kâfire nikahlamasına gelince: Bu da Rasûlullahın bilmediği dini hükümlerden idi. Birşey, haram kılınmakla kabih ve çirkin olur, mübah ve helal kılınmakla da güzel olur. Rasûlullahın, Allahın kafirlerle nikahlanmayı haram kılmasından ve bu hususta âyet inzal etmesinden önce kızlarını iki kâfire nikahlamasında, onu Allaha küfretmeğe götürecek herhangi birşey yoktur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
ebuhasanelmakdisi

ebuhasanelmakdisi


Mesaj Sayısı : 50
Rep Gücü : 76
Rep Puanı : 7
Kayıt tarihi : 17/08/09
Yaş : 37
Nerden : konya

MUHTELİFU'L-HADÎS Empty
MesajKonu: Bu Ümmetin Hayırlıları   MUHTELİFU'L-HADÎS Icon_minitimePerş. Eyl. 17, 2009 12:09 am

Bu Ümmetin Hayırlıları




İDDİA: Rasûlullahin "Ümmetim yağmura benzer başı mı hayırlidır yoksa sonu mu bilinmez" (TIR: 41/91) buyurduğunu, sonra da "İslâm başlangıçta garip idi. Sonra tekrar garip olacaktır." (HAN: 1/398.4/73) ve "Ümmetimin hayırlısı benim peygamber gönderildiğim asırdır." (HAN:5/357; krş BUH: 62/1) hadislerini rivayet ettiniz. Bu bir ihtilaf ve tenakuzdur.

CEVAB: Biz deriz ki, bunda ne tenakuz vardır, ne de ihtilaf. Çünkü Rasûlullah "İslâm başlangıçta garip idi. Sonra tekrar garip olacaktır." sözü ile İslâmın zuhuru esnasında müslümanlann az olduğunu, âhir zamanda da az olacağinı, şu kadar ki, bu az olanların hayırlı olanlar olduğunu kasdetmiştir.

Bu dediğimizin şahidi de Muâviye b.Amr'ın Ebû İshak'dan, onun el-Evzâî'den, onun Yahya'dan veya Urve b.Ruvevm'den rivayet ettiği şu hadistir: "Rasûlullah (S.A.V) "Ümmetimin hayırlıları başı ve sonudur. Bu ikisinin arası ise çoğunluğu teşkil edip eğri büğrüdürler. Onlar senden değildir sen de onlardan degilsin." buyurmuştur.

Bu hususta daha birçok hadis varid olmuştur. Bunlardan bazılan:

Rasûlullah (S.A.V) âhir zamandan bahsederek şöyle dedi: "O zaman dinine sarilan kor ateşi avuçlayan kimse gibi olacaktır." (Krş. HAN: 2/390)

Başka bir hadiste, o zamanın şehidlerinin Bedir şehidleri gibi olacağını İfade buyurmuştur. (Krş. EBÛ DÂVUD: 36/10)

Bir başka hadiste de, garipler"in kim olduğu sorulmuş, "insanların (terketmek suretiyle) öldür dükleri sünnetimi, ihya eden (dirilten)lerdir." (Krş.TIR: 39/16) buyurmuştur.

"Ümmetimin en hayırlısı, benim Peygamber gönderildiğim asırdır." hadisine gelince: Onun ashâbının âhir zamandaki müslümanlardan daha hayırlı olduğundan ve insanların hiçbirisine, onlara verilen üstünlüğün verilmediğinden şüphe ediyor değiliz.

"Ümmetim yağmura benzer başı mı hayırlıdır yoksa sonu mu, bilinmez" hadisini, onlarin derecesinin Ashabına yakın olduğunu ifade etmek için söylemiştir. Nitekim, "Bu elbisenin önü mü daha güzel arkası mı?" denilir. Önü daha güzeldir, ancak sen bununla (güzellik bakımından) elbisenin önü ile arkasını birbirine yaklaştırmayı kasdetmiş olursun. Keza, "Bu kadının yüzü mü güzel, yoksa ensesi mi?" demen de buna benzer. Yüzü daha güzeldir, fakat sen güzellikte yüz ile enseyi birbirine yaklaştırmak istiyorsun.

Rasûlullahın Tihâme hakkında "[Tihâme) bal tulumuna benzer, başı mı daha iyidir yoksa sonu mu bilinmez." (Lisân: 9/ 353) buyurması da bunun gibidir.

Bal, tulumda; sütün kapta kesilip bozulduğu gibi bozulmaz ki başı sonundan iyi olsun. Başı da sonu da hemen hemen birdir. Başının sonundan pek fazla bir üstünlüğü
yoktur...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.guraba.com
 
MUHTELİFU'L-HADÎS
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Hadis -Sünnet-
Buraya geçin: