huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7721 Rep Gücü : 18110 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Efendimizin ŞAKALARI,LATİFELERİ C.tesi Şub. 20, 2010 1:29 am | |
| Hadis kitaplarımızın hepsinde (Kitab veya bab, yani müstakil bir bölüm veya alt başlık şeklinde) şaka ve mizaha yer verilir Çünkü Resûlullah’ın hayatında şakaya sıkça rastlanır Enes (ra): “Resûlullah, çocuklarla şakalaşmada insanların en önde olanıydı” der Kadın, erkek, çocuk, ihtiyar, kendisiyle temasta olanlara yaptığı şakalardan pek çok örneğe hadis kitaplarında rastlarız Önderimiz, tüm şemail kitaplarının nakline göre devamlı mütebessim idiTebessümle sırıtma ve kahkaha çok farklı şeylerdir O’nun suratı asık değildi; onca zulüm, onca işkence, onca açlık, Yahudilerin hainlikleri, münafıkların nifakları, dağların taşıyamayacağı onca yüke rağmen, tebessümü yüzünden hiç eksik olmazdı Bitkiler içinde Resûlullah’ı gül simgeler Ve dilimizde “gül” sadece bitki adı değil; aynı zamanda bir eylemin emridir Ne güzel tevafuk değil mi, o hep mütebessim Resûl için Gülden önce dikeni gören asık suratlı, karamsar ve şikâyetçi insanımız, Resûl aynasında kendine çeki düzen vermeye belki buradan başlamalı Anamızı ağlatmaya çalışanlara inat, düşmana “gülle” atmadan önce dosta “gülle” ve güler yüzle yaklaşabilmeliyiz
Hz Peygamber (sas) ve ashabının arkadaşlarıyla şakalaştıkları çokça görülmüştür Ashâb, Resûlullah’a; “Yâ Resûlallah, Sen bizimle şaka yapıyorsun!” demişlerdi Resûlullah (sas): “Ben (şaka bile olsa) sadece doğruyu konuşurum; haktan başka bir şey söylemem” (Tirmizî, Birr 57, hadis no: 1991) buyurdu O, çok şen, neşeli ve latif bir insandı Ciddi ve zor bir işle görevli olmasına rağmen, alışılmış liderlerin aksine; arkadaşlığı ne sıkıcı, ne kasvetli, ne de monotondu Bilakis tatlı, sevinçli ve neşe doluydu Ashabının, aralarında yaptıkları şakalara uzun süre güldüğü olur, kendisi de onlarla şakalaşırdı Abdullah bin Hâris (ra), Resûlullah (sas)’tan daha hoş ve tebessüm dolu kimse görmediğini söylemiştir Câbir bin Semûre’nin anlattığına göre, Resûlullah, kendisini Müslüman olduğu andan itibaren daima iyi ve hoş bir şekilde karşılamıştı, hatta Onun tebessüm etmediğini hiç görmediğini söylemiştir O’nun en yakınında bulunan, çocukluğundan itibaren Efendimiz’e hizmet eden Enes (ra): “Resûlullah, hanımlarıyla beraber olduğu zaman insanların en hoşu ve en şakacısıydı” demiştir Âişe validemizin anlattığına göre, onunla Peygamberimiz koşarak yarıştı ve birinde Âişe annemiz geçmişti, diğerinde Peygamberimiz Kocanın eşi ile şakalaşması ve oynaşması, aralarındaki sevgiyi arttıracağı için O'nun diliyle tasvip, hatta teşvik edilmiştir (Ebû Dâvud, Edeb 84, 85, 149; İbn Mâce, Cihad 40; Ahmed bin Hanbel, II/352, 364, III/67, V/32)
Yine bir gün Âişe validemizle Hz Sevde annemiz Peygamberimizle birlikte hane-i saadetlerinde yemekte bulamaç aşını yerken Sevde (ra): “Bu yemeği sevmiyorum” dedi Âişe (ra): “Yemezsen yemeği yüzüne sürerim” diyerek Hz Sevde’nin yüzüne, sonra da Hz Sevde, Hz Âişe’nin yüzüne birer parmak bulamaç sürerek şakalaşmışlar, HzPeygamber de bunları devamlı bir gülümsemeyle izlemişti Resûlullah çokça tebessüm etmeyi ve nezaketle şaka yapmayı severdi Ebû Hureyre (ra)’nin rivayetine göre Peygamberimiz, şakalaşmak derecesine varan samimi söz ve davranışlarla ashabının içine, onlardan biri gibi karışırdı Latif latifeler yapar, şakalarında yanlış ve yalan söz bulunmazdı
Enes (ra) anlatıyor: “Bir adam Peygamber (sas)’e gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü! Beni bir deveye bindir!” dediResûlullah da: “Ben seni devenin yavrusuna bindireceğim!” buyurdu Adam: “Ya Resûlallah, ben deve yavrusunu ne yapayım (ona binilmez ki)!” deyince Hz Peygamber: “Acaba deveyi deveden başka bir mahlûk mu doğurur? (Her deve, bir devenin yavrusu değil midir?)” buyurdular” (Tirmizî, Birr 57; Ebû Dâvud, Edeb 84, 92) Peygamberimiz, bu sözüyle hem şaka yapmakta, hem de insana bir söz işitince iyice düşünüp derinliğini, muhtevasını kavramadan reddetmemesi, itirazda acele etmemesi gerektiğini göstermektedir
Enes (ra), Resûlullah’ın, kendisine: “Ey iki kulaklı!” diye hitab ettiğini, bu sözüyle şaka yapmayı kastettiğini rivayet etmiştir (Tirmizî, Birr 57; Ebû Dâvud, Edeb 92) Yine Enes (ra) diyor ki: “Allah’ın elçisi, biz çocukken yanımıza gelir, bize karışırdı (bizimle beraber otururdu); benim Ebû Umeyr adında bir kardeşim vardı, çok sevdiği ve sık sık oynadığı bir kuşu vardı Ona: “Ey Ebû Umeyr, Ne yaptı nuğayr (serçe yavrusu)?” derdi” (Buhârî, Edeb 81, 112; Müslim, Edeb 30; Tirmizî, Birr 57; Ebû Dâvud, Edeb 69; İbn Mâce, Edeb 24) Enes’in anlattığına göre, yaşlı bir kadın Resûlullah’a gelmiş ve Cennet’e gidebilmesi için Ona dua etmesini rica etmiştir Allah Resulü’nün ona: “Hiçbir ihtiyar kadın Cennet’e girmeyecektir!” demesi üzerine, kadın üzülerek ağlamaya başlamıştı Bunun üzerine, buyurdu ki: "O gün sen ihtiyar olmayacaksın ki Yüce Allah: 'Biz onları yeniden inşâ etmişiz, onları bâkireler yapmışızdır' (56/Vâkıa, 35-36) buyurmuştur" (Tirmizî, Şemâil)
Hz Süheyb anlatıyor: Gözüm ağrıdığı halde hurma yiyordum Bunu gören Hz Peygamber: “Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?” diye şaka ile takıldı Ben de: “Ey Allah’ın Resulü, ben ancak ağrımayan tarafla yiyorum” cevabını verince, Resûlullah azı dişleri görünecek derecede tebessüm etti Ümmü Eymen adlı bir kadın, HzPeygamber'e gelerek, "kocam seni eve davet ediyor" dedi Peygamberimiz: "Kocan kim? Şu gözünde ak olan adam, değil mi?" dedi (Kadın "Vallahi gözünde ak yok" dedi "Hayır, var!" buyurdu Kadın, yine: "Hayır, vallahi yok!" deyince Hz Peygamber: "Herkesin gözünde ak vardır" dedi Güzel sözlü Güzel Peygamber, "ak" kelimesi ile gözün koyu renkli halkasını çevreleyen beyaz tabakayı kastediyordu Fakat bu söz, gözdeki kısmî körlüğü de ifade ettiğinden kadın, bu şekilde anlamıştı Hz Peygamber, bu sözüyle aynı zamanda cinas yapmıştı
Sahabeler arasında şakalarıyla meşhur olanlar vardır Nuayman, Ebû Hureyre, Abdullah İbn Huzâfe, Zeyd İbn Sâbit, Büreydetu’l-Eslemî gibi Hatta sert mizaçlı Hz Ömer’in bile şakalarına rastlanır Bunları, büyük ölçüde Resûlullah’ın müsamahasıyla, bu yoldaki örnekliğiyle izah edebiliriz Esasen fıtrattan gelen bir meyil olan şakacılığa Resûlullah müdahale etmemiş, sadece bazı sınırları beyan etmiştir Şakacılığı en çok meşhur olan Nuayman (ra), Resûlullah’a bile birçok kez şaka yapmıştır Anlattığına göre, Medine pazarına turfanda veya güzel bir yiyecek gelince onu veresiye alır, Resûlullah’a “hediye” olarak getirir, ödeme zamanı gelince, Hz Peygamber’e gelerek, “hediye”sinin borcunu isterdi Resûlullah: “Sen onu bana hediye etmiştin, ne oldu?” deyince, “Bu güzel şeyi Sana lâyık gördüm, param olmadığı için böyle yaptım” derdi Resûlullah da Nuayman’ı hep gülerek karşılar ve ona hiç kızmazdı Hatta onunla karşılaşınca kendini gülmekten alamadığı olurdu Nuayman’ın bir sefer sırasında, arkadaşı Süveybit’i “köle” diye satması da onun meşhur şakalarından biridir Bu olay üzerine Resûlullah ve ashabı bir yıl güldüler
Ensardan mizahçı/şakacı bir zat vardı (Bir gün yine) Konuşup yanındakileri güldürürken Resûlullah (sas) elindeki çubuğu (şaka yollu) adamın böğrüne dürttü Bunun üzerine adam: “Ey Allah’ın Resulü, (canımı yaktınız) Müsaade edin kısas yapayım!” dedi Allah Resulü de: “Haydi yap!” buyurdu Adam: “Ama üzerinizde gömlek var, benim üzerimde yoktu (kısasın tam olması için çıkarmalısınız!” dedi Adamın talebi üzerine, Peygamberimiz gömleğini kaldırıp böğrünü açtı Adam, Resûlullah’ı kucaklayıp böğrünü saygıyla öpmeye başladı ve: “Ben bunu arzu etmiştim ey Allah’ın Resulü!” dedi (Ebû Dâvud, Edeb 160, hadis no: 5224)
Zahir bin Harun adlı bir zat, çölden hediyelerle birlikte Resûlullah’a gelirdi Resûlullah da ayrılacağı zaman Zahir’in ihtiyaçlarını tedarik ederdi Resûlullah: “Zahir, bizim çölde yaşayanımızı temsil eder, Biz de onun şehirde yaşayanını temsil ederiz” buyururdu Sert yapılı ve biraz da yakışıklı olmayan bir adam olmasına rağmen onu severdi Bir gün Resûlullah, ürünlerini sattığı sırada Zahir’e yaklaşmış ve arkadan ona sarılmıştı; Zahir arkasına dönemiyor, kim olduğunu göremiyordu “Bırak gideyim, Kimsin sen?” dedi Fakat arkasına döndüğünde Resûlullah’ı görünce sırtını Resûlullah’ın göğsüne yasladı Resûlullah: “Kim bir köle satın alacak?” dedi Zahir; “Ey Allah’ın Resulü! Allah için, işe yaramaz bu mal!” deyince, Resûlullah şöyle cevap vermişti: “Hayır; Allah indinde, senin değerin yüksektir”
Hz Peygamber ve ashabının yaptığı bu tür şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır Böylesi şakalar, insanlar arasında muhabbeti arttırır Resûlullah (sas) şaka adabıyla ilgili uyarılarda da bulunmuştur Meselâ şakada yalana yer verilmemelidir "Cemaati/toplumu güldürmek için yalan konuşanların vay haline, vay haline, vay haline!" (Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Zühd " Şaka da olsa yalanı terk edene Cennetin ortasında bir makam (köşk) söz veriyorum" (Ebû Dâvud, Edeb Şaka yoluyla başkası küçük duruma düşürülmemelidir (Tirmizî, Birr 58) Ateşle, silahla korkutarak şaka yapılmamalıdır Şaka, caiz sınırlarda bile olsa ifrata gidilmemeli, özellikle insanları güldürmek meslek haline getirilmemelidir Bir kısım mubahlar vardır ki, onlar çok sık yapıldığı zaman günaha dönüşebilir Şakanın eziyet, sıkıntı verici ve rahatsız edici olanı da yasaktır El şakaları ve öldürücü, yaralayıcı âletlerle yapılan şakalar tehlikeli olabileceğinden yasaklanmıştır
Bütün bunlarla birlikte, Yüce Resul, çok gülmeyi, özellikle kahkaha atmayı hoş görmez, hiçbir konuda aşırılığı sevmezdi Geceleri teheccüd için ayırdığı saatlerde, secde yerini ıslatacak kadar gözlerinden inci gibi yaşlar döküldüğü olurdu Sebebi sorulduğunda, verdiği cevap şuydu: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" (Buhârî, Teheccüd 6, Rikak 19; Müslim, Sıfatu'l-Münâfıkîn 18) O, şükrettiğini, geceleri nafile ibadetlerle Allah'a gösterirken; gündüzleri tebessümü, hoşgörüsü, iyimserliği ve sevecenliğiyle insanlara ispat ediyordu Çünkü surat asılarak, şikâyetler edilerek şükreden bir kul olunamazdı Efendimiz'in gözünden akan yaşlar, insanlarla değil; sadece Rabbiyle baş başa olduğu, secdelerle süslü gecelerin incileriydi "Benim bildiğimi bilseniz, az güler, çok ağlardınız!" buyuran o büyük zatın insanların içinde, çevresine huzur ve saadet dağıtan tebessümü, şükrünün dışa yansımasıydı O'nu örnek alması gereken mümin, içinden duâ, haşyet, takvâ, İslâm'ın derdi, Müslümanların durumları ve bunları düşünmenin, tefekkürün gereği mahzun bir gönül taşımalı Ama insanlara gülümseyen, şükrettiği yüzünden belli olan bir çehre aydınlatmalı zâlimlerin kararttığı çevreyi İçi ağlasa bile dışı gülmeli Müslüman’ın Bir Müslüman’a surat asmanın karşısındakine hakaret ve kul hakkına tecavüz olduğunu bilmeli, kardeşlerine merhametinin izleri yüzünden okunabilmeli
İnsan, diliyle olduğu gibi haliyle, tavrıyla, yüzüyle de devamlı şükretmeli, hamdetmeli Seviyesizce cıvıklık, şuh kahkahalar, boş vermiş tavır, vur patlasın çal oynasın anlayışı müminden ne kadar uzak olmalıysa; karamsarlık ve ümitsizlik taşıyan bunalımlı bir yüz de o derece çirkin kabul edilmeli İslam, insana huzur verir Câhiliyye düzenini muazzam bir inkılâpla deviren peygamber nizamının ve o çağın adı "asr-ı saadet", yani mutluluk çağıdır Müslüman dünyada da haseneler içindedir Etrafındaki güzelliklere karşı gözü kör değildir Yaratılanı sever, Yaratan'dan ötürüİçinde yarım bardak su olan kabın dolu tarafını görür Ama gücü ve imkânı el veriyorsa, boş kısmını önce kendisi doldurmaya çalışır
Unutmayalım; O, bizden çok daha fazla eziyet ve sıkıntılara muhataptı O, hepimizden daha fazla açlıkla (geçim sıkıntısıyla) karşı karşıyaydı O, en sorumlumuzdan daha çok mesûliyet ve yük taşıyordu Bizim hiç birimizle kıyaslanmayacak kadar kuşatıcı ve ezici problemin çözümüyle uğraşıyordu Ama bizden çok farklı olarak hiç şikâyetçi değildi, suratı asık, stres yüklü, bezgin, sıkıntılı, karamsar değildi Her konuda olduğu gibi, O bize bu konuda da örnek (33/Ahzâb, 21) olmalı, O’nun bu sünnetini ihya ederek ihya olmalı, O’nun saadet asrını her şeyiyle zamanımıza taşımalıyız İnsanlar içinde tebessümlü bir yüzle, huzurlu, mutmain bir duruşla bulunamayan; gece teheccüd seccadesine de gözlerinden inciler saçamaz
Ümmetin fesâdının zirvede olduğu şu yerde ve şu zamanda, unutulan bir sünneti ihyâ ederek olsun, şehit sevâbına ulaşalım: Çevremizdeki tüm Müslümanlara karşı neşeli, şakacı olalım Tebessümümüz, gülen yüzümüz, huzur kaynağını bulduğumuzun ilânı, saadeti bu asra taşımanın yansıması olsun Dilin şikâyeti, suratın asıklığı, daha çok küfrün/nankörlüğün göstergesi, stres ve ruhî bunalımlar da kalpteki nifak hastalığının belirtisi olabilir; gülen yüzün çoğunlukla şükrün ifadesi olduğu gibi Dilimizle sunamadığımız mesajı, hiç değilse yüzümüzle verelim Yüzümüz davet etsin huzura ve cennete öncelikle Yüzümüze bakan bize hayran olsun, bize benzemeye, bizim gibi olmaya çalışsın Önce yüzümüz, sonra sözümüz nefret ettirici değil, müjdeleyici olsun!
Haydi, ne duruyorsunuz, siz de değiştirin şu şikâyetçi/nankör kimliğinizi İçiniz ağlasa bile gülsün yüzünüz, sevindirin/güldürün birbirinizi Haydi, ne duruyorsunuz, çocuğunuzun veya kardeşinizin başını okşasanıza Eşinize latif latifeler yapsanıza, kalbini incittiğiniz dava kardeşinize kefaret olarak, kalp tâmiri cinsinden 61 kez sevginizi göstersenize Bir Müslüman yüzüne bakmanın cennete bakmakla eş olduğunu yüzünüzle haykırsanıza Yanınızdaki kardeşinizle, arkadaşlarınızla kucaklaşsanıza Tanıdığınız ve tanımadığınız tüm Müslümanlara selâmı bayraklaştırsanız, tebessümle hediyeleşseniz ya Hâlâ ne duruyorsunuz? Kıyamet gelmeden namazdakine benzer kıyam için gerekli donanım olarak, öncelikle içimizdeki devrimin dışımıza yansıması kabilinden tebessümü Gül Devrinin mirası ve simgesi olarak insanlara sunsanız ya “El-hamdü lillâh!” ve “Ya Rab, Sana şükürler olsun!” ifadelerini, Kitabınızın başından kendi başınıza kopyalayıp yüzünüze de yazsanıza Gül Peygamber gibi etrafınıza güller, gülücükler dağıtsanıza! Gül Peygamber gibi Gönlümüzü güldüren Peygamber gibi Özünde, sözünde ve yüzünde güller açan Peygamber gibi (Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 6/326-328)
Fedâkâr Kızmaz
************************ PEYGAMBERİMİZİN ŞAKALARI
Yaşam tarzımızda sünnetini kullanmakla yükümlü olduğumuz Alemlerin Peygamberi Hz.Muhammed Mustafa(sav)' in şaka ahlakı ; İnsanları incitmeden ve AsLa yalan söylemeden...
*Hz.Ali ve Peygamber Efendimiz(sav) bir gün hurma yerler..Hz.Ali yediği hurmaların çekirdeklerini Peygamber Efendimiz(sav)'ın önüne koyar...Ve hurmalar bittiğinde şöyle der ; -Ya Resulallah ne kadar çok hurma yediniz.. Peygamber Efendimiz(sav) cevap veriri; -Eğer çekirdekle bakacak olursak sende hurmaları çekirdekleriyle beraber yemişsin.Çünkü önün bomboş...
*Üstü başı pasaklı, kir içinde yaşlı bir kadın Peygamber Efendimizin yanına gelir..Ve şöyle der;
-Ey ın Peygamberi! Ben cennete mi gideceğim yoksa cehenneme mi? Peygamber Efendimiz cevaplar;
-Bu halinle cennete giremezsin!
Kadın çok üzülür ve kendi evine kapatıp bütün gün ağlar...Bunu duyan Peygamber Efendimiz kadının yanına gider ve şöyle der;
-ben cennete bu halinle giremezsin dedim çünkü cennete 33 yaşında ve güzel elbisler içinde gireceksin, yaşlı ve pasaklı halinle değil!!!
İşte Peygamber Efendimizin Şaka ahlakı...İnsanları kırmadan ve yalan söylemeden...
************* Cenab-ı peygamber (as)’ın hayatında şakaya bolca yer vardır. Bu düşünceyi teyit babından Hz. Enes (ra) şöyle buyurur: “Resulullah, çocuklarla şakalaşmada insanların en önde olanı idi.” Hz. Peygamber (as) şaka/latife yaparken belli ölçülere riayet ederdi.
a– Şaka bile olsa sadece doğruyu söylerdi.
b– Şaka da olsa, gereksiz yerde münakaşa etmezdi.
c– İnsanları korkutmazdı.
d– Alay ederek şakalaşmazdı.
Hz. Peygamber gibi, O’nun engin müsamahasından bir örneği olsa gerek, sahabe de şaka/latife yapardı.
İnsan şahsiyetini, onurunu rencide eden bütün söz ve hareketler, kul hakkını çiğnemektir. Toplum düzeni, bütün fertlerin haklarına riayet ve onlarla ünsiyet etmekle, görüşüp anlaşabilmekle sağlanır. Kendi hakkının çiğnenmesini arzu etmeyen insanın, bir başkasının hakkını gözetmesi kaçınılmazdır. Hukuka riayeti temin için Yüce Allah, insanların mallarına tecavüzü haram kıldığı gibi, insan şahsiyetini kırıcı olan her türlü alayı, gıybet, yalan, iftira, dedikodu ve benzeri sözlü tecavüzleri de haram kılmıştır. Bu cümleden olmak üzere çoğu kere muhatabı küçük düşürecek şekilde yapılan fiilî ve sözlü şakalar da Hz. Peygamber'in hadîsi ile yasaklanmıştır: "Kardeşinle mücadele ve şaka etme" (Tirmizî, Birr, 58). Mizahı çok yapan bazı sahabe hakkında Kur'anî hüküm de (el-Hadîd, 57/16) nazil olmuştur. Yalanla eş anlamlı şakalar, bizzat yalan olduğu için haramdır. Ancak şaka, yalan, alay, hakaret gibi aşağılayıcı manada olmamak ve aşırı gitmemek kaydıyla yapılırsa buna müsaade edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabının arkadaşlarıyla şakalaştığı görülmüştür. Ebû Hureyre'den: Ashab, Rasûlullah'a, "Ya Rasûlullah, sen de bizimle şaka yapıyorsun" dediler. Rasûlullah, "Ben sadece doğruyu konuşurum, haktan başka bir şey söylemem" (Tirmizî, Birr, 57) buyurdu.
İbn Abbas'tan: Bir adam, "Allah Rasûlü şaka yapar mıydı?" diye sordu. "Evet" diye cevap verdim. "Peki Rasûlüllah nasıl şaka yapardı?" deyince "Hz. Peygamber (s.a.s) hanımlarından birisine geniş bir elbise giydirdi . "Bu elbiseyi giy, Allah'a şükret, eteğini de gelin eteği gibi sürü" buyurdu, dedim."
Hz. Enes'ten: Allah'ın Rasûlü, insanların en güzel ahlâka sahip olanı idi. Ebu Umeyr adında bir kardeşim vardı. Rasûlüllah gelip kardeşimi görünce "Ebû Umeyr, kuş ne yapıyor?" diye sorardı. Kardeşim kuşla oynardı. Bazı namaz vakitlerinde Rasûlüllah bizim evde olur, bir seccade serilmesini emreder, seccadeyi süpürür ve sular, sonra üzerinde namaza dururdu. Biz de arkasında namaz kılardık. Seccade, hurma lifinden yapılmıştı.
Enes b. Mâlik'ten: Bir adam, Rasûlüllah'ın yanına geldi, onu devesine bindirmek istedi, Rasûlüllah da, "Biz de seni dişi devenin yavrusuna bindirelim" dedi. Adam, "Ya Rasûlüllah, devenin yavrusuna nasıl bineyim?" diye sorunca, Rasûlüllah, "Bütün develeri dişi deve doğurmaz mı?" buyurdu .
Hz. Enes'den: Zahir adında bir bedevî, çölden Rasûlüllah'a hediyeler getirmişti. Dönüp gitmek isterken, Rasûlüllah da ona hediyeler verdi ve; "Zahir, bizim çölde yaşayanımızı temsil eder, biz de onun şehirde yaşayanını temsil ederiz" buyurdu. O, çirkin biri olduğu halde, Rasûlüllah onu çok severdi. O, alışveriş ederken Rasûlüllah arkasından gelir, onu kucaklar, kendisini adama göstermez ve "Ben kimim?" diye sorardı. Adam döndüğü zaman Rasûlüllahı tanır, sırtını Rasûlüllah'ın göğsünden ayırmazdı. Rasûlüllah "Bu köleyi kim satın alacak" diye sorar, adam da "Ya Rasûlüllah, o halde beni değersiz buluyorsun" derdi. Rasûlüllah (s.a.s) "Allah katında değersiz değilsin, onun katında değerin yüksektir" buyururdu.
Enes (r.a) "Rasûlüllah hanımlarıyla beraber olduğu zaman insanların en hoşu ve en şakacısıydı" demiştir. Peygamberimiz (s.a.s) fazla tebessüm etmeyi ve nezaketle şaka yapmayı severdi.
Aişe vâlidemiz anlatır: "Bir gün Allah'ın resûlu benimle koşarak yarıştı ve ben kendisini geçtim. Zamanla şişmanladığımda benimle tekrar koştu ve bu sefer beni o geçti." Yine bir gün Âişe vâlidemizle Hz. Sevde annemiz Peygamberimizle bir yemekte bulamaç aşını yerken Sevde (r.a) "Bu yemeği sevmiyorum" dedi. Âişe (r.a): "Yemezsen yemeği yüzüne sürerim." dedi Bu konuşma esnasında önce Hz. Âişe, Hz. Sevde'nin yüzüne, sonra Hz. Sevde, Hz. Âişe'nin yüzüne birer parmak bulamaç sürerek şakalaşmışlar, Hz. Peygamber de bunları devamlı bir gülümsemeyle izlemiştir.
Hz. Süheyb anlatıyor: Gözüm ağrıdığı halde hurma yiyordum. Bunu gören Hz. Peygamber: "Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?" dediler. Ben de: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben ancak ağrımayan tarafla yiyorum" cevabını verince Rasûlüllah azı dişleri görünecek derecede tebessüm ettiğini gördüm.
Sahâbe'den Nüeyman el-Ensarî (r.a) şakacı bir kimseydi. Medine'ye tâze meyve ve süt gelince hemen onlardan alıp Rasûlüllah'a getirerek "Ey Allahın Rasûlü, bunu senin için satın aldım ve sana hediye ettim" derdi. Birkaç gün sonra malın sahibi Nüeyman'dan malının bedelini istediği zaman, o kişiyi Resûlüllah'a getirip: "Ey Allah'ın Resûlü, şu adamcağızın mallarının bedelini versene" derdi. Rasûlüllah da "Ey Nüeyman, sen onu bize hediye etmedin mi?" diye sorduklarında, Nüeyman: "Ya Rasûlüllah, alırken onun parası yanımda yoktu. Senin de ondan yemeni istiyordum, onun için alıp getirdim" deyince, Rasûlüllah güler ve parasını verirdi .
İşte bunlar sevimli şakalardır. Sınırları taşmamak, başkasını incitmemek şartıyla arada sırada bu tür şaka yapmak müstehaptır. Az ve yerinde olan şakayı Peygamber Efendimiz de tasvip etmişlerdir. Ancak, şakaların devamlı yapılmasından sakınmak gerekir. Bir kısım mübahlar vardır ki onlara devam edildiği takdirde günaha dönebilirler. Şakanın eziyet, sıkıntı verici ve rahatsız edici olanı yasaktır.
Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabının yaptığı bu tür şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır. Böylesi şakalar ise insanlar arasında muhabbeti arttırır. Ancak her işte olduğu gibi şakada da aşırı gitmemelidir.
El şakaları ve öldürtücü, yaralayıcı aletlerle yapılan şakalar tehlikeli olabileceğinden yasaklanmıştır. "Her kim kardeşine -isterse ana baba bir kardeşi de olsa- (korkutmak üzere) demirle işaret ederse, onu bırakmaya kadar melekler o kimseye lanet ederler. " "Sakın sizden biriniz (din) kardeşine silah ile işaret etmesin. Çünkü işaret eden kimse bilmez ki belki Şeytan o silahı elinden kaydırır, işaret edilen adamı vurur da bu yüzden cehennemden bir çukura yuvarlanır” (Riyâzu's-Salihîn, III, 293).
Kocanın eşi ile şakalaşması ve cilveleşmesi, aralarındaki sevgiyi arttıracağı için tasvip, hatta teşvik edilmiştir (Ebû Davud, Edeb, 84,85,149,7; İbn Mâce, Cihad, 40; Ahmed b. Hanbel, II, 352, 364, 3/67, 5/32).
Ayrıca kinayeli bile olsa alayımsı konuşmak dinen uygun değildir. Hem kul hakkına hem de Alah hakkına girer. Kötü olduğunu bile bile alaycı bir tavırla "ne güzel olmuş" demek gibi. Alaycı tavır ve konuşmalardan sakınmak gerekir.
------------------- Hz. Süheyb anlatıyor: Gözüm ağrıdığı halde hurma yiyordum. Bunu gören Hz. Peygamber: "Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?" dediler. Ben de: "Ey 'ın Rasûlü, ben ancak ağrımayan tarafla yiyorum" cevabını verince Rasûlüllah azı dişleri görünecek derecede tebessüm ettiğini gördüm.
*******************0o0******************************** Peygamber Efendimiz, Allah'ın elçisi olması dolayısıyla ciddi, vakarlı, ağırbaşlı, heybetli bir insandı. Bu hali zaten normaldi. Çünkü taşıdığı görev, üstlendiği vazife bunun gereğiydi. Ancak her haliyle o da bir insandı. Hem de çok cana yakın...
Herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimize yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı.
Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir.
Herkes gibi Peygamberimiz de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır.
Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile olsa lüzumsuz tartışmayı bırakmadıkça tam inanmış bir mü'min olamaz."
Peygamber Efendimiz bir yandan yeri geldikçe şaka yaparken, diğer yandan da Sahabîlerin yersiz şaka yapmamaları konusunda uyarıda bulunurlardı.
"Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, bir söz verip de tutmamazlık etme."
Etrafındakiler sordular:
"Yâ Resulallah, siz de şaka yapıyorsunuz."
Çelişkili gibi görünen bu durumu Peygamberimiz şöyle cevapladı:
"Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim."
Bunun yanında, Peygamberimiz insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.
Peygamberimizin yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.
Peygamberimiz çocukları çok severdi. Onlarla ilgilenir, sevindirirdi. Çocuklar Peygamberimizden hiç kaçmazlar, nerede görseler hemen yanına gelirler, çevresini sararlardı.
Enes bin Mâlik anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim Ebû Umeyr adında küçük bir kardeşim vardı. Peygamber Efendimiz bizim eve gelerek onu gördüğünde,
"Ebû Umeyr'i üzgün görüyorum, sebebi nedir?" "Babam, 'Yâ Resulallah, oynadığı nugayr kuşu öldü' dedi.
(Nugayr, serçeye benzeyen kırmızı gagalı bir kuştur.)
"Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Ebû Umeyr'i ne zaman görse;
"Ebû Umeyr ne oldu senin nugayr?' diye takılırdı."
Hazret-i Enes'in kendisi de Peygamberimizin hizmetine on yaşlarında iken girmişti. Bir defasında Efendimiz kendisine:
"Ey iki kulaklı adam" diye takılmıştı.
Peygamberimiz aile içinde mükemmel bir eş, şefkatli ve sevimli bir babaydı. Zaman zaman eşleriyle de şaka yapar, onlarla olan samimiyetini geliştirirdi.
Hazret-i Âişe genç ve zeki bir hanım olduğu için Peygamberimiz ona ayrı bir ilgi gösterirdi.
Hazret-i Âişe anlatıyor:
"Ben zayıf, ince belli genç bir hanımdım. Bir seferde Peygamberimizle birlikte bir yolculuğa çıktım. Peygamberimiz bir yerde Sahabîlere:
"Siz ilerleyin" dedi. Onlar gidince ikimiz arkada yalnız başına kaldık. Bana:
"Gel seninle yarışalım" dedi ve koşmaya başladık. Ben kendisini geçtim.
"Aradan birkaç yıl geçmişti. Yine onunla birlikte bir yolculukta iken bir yerde Sahabîlere:
"Siz ilerleyin" dedi ve ikimiz yalnız kaldık.
"Gel yarışalım" dedi. O zamanlar ben kilo almıştım. Önceki yarışmayı da unutmuştum. Koşmaya başladık. Fakat bu sefer de o beni geçti. Gülümseyerek:
"Bu defaki benim seni geçişim, o gün beni geçişine bedel olsun' buyurdu."
Peygamber Efendimizin kendi aile içindeki bir latifesini de Numan bin Beşir rivayet ediyor:
"Bir gün Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber Efendimizin huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı Âişe'nin Efendimize bağırdığını işitti.
"Resulullaha nasıl bağırırsın?' diye elini kaldırarak bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz bırakmadı. Ebû Bekir kızgın olarak ayrıldı, çıktı.
"Ebû Bekir çıktıktan sonra Peygamber Efendimiz Âişe' ye:
"Gördün mü, seni nasıl kurtardım adamın elinden...' dedi.
"Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebû Bekir tekrar müsaade isteyerek Peygamberimizin huzuruna girdi. Bu sefer Efendimizle Âişe'yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimize dönerek şöyle dedi:
"Beni nasıl kavganıza kattıysanız, barışınıza da katar mısınız?"
"Peygamberimiz:
"Kattık, kattık' buyurdu."
Peygamberimizin aile içinde şöyle bir latifesi de olmuştu:
Adamın biri Peygamberimizin amcasıoğlu Abdullah bin Abbas'a sordu:
"Peygamber Efendimiz şaka yapar mıydı?"
"Evet, yapardı."
"Şakalarından bir örnek verir misiniz?"
"Bir gün hanımına bol bir elbise giydirdikten sonra;
"Güle güle giy, Allah'a şükret ve gelinler gibi yerde sürü' diye takıldı."
Peygamberimiz kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, kalplerini kazanırdı.
Enes bin Mâlik anlatıyor:
"Bir gün adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi.
"Peygamberimiz ona, 'Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?' diye takıldı.
"Adamcağız, 'Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?"
"Peygamber Efendimiz gülerek:
"Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?' buyurdu."
Peygamberimizin dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelir ve onu evine davet eder:
"Yâ Resulallah, beyim sizi davet ediyor."
"O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?"
"Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulallah!"
"Evet, gözlerinde beyazlık var."
"Vallahi yok yâ Resulallah."
"Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın."
Peygamberimizin buna benzer bir latifesini Hasan-ı Basrî Hazretleri rivayet ediyor:
Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek:
"Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.
Peygamber Efendimiz:
"Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı.
Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.
Peygamber Efendimiz, Sahabîlere:
"Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.)
Peygamberimizin bir başka latifesini de Enes bin Mâlik'ten dinleyelim:
"Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:
"Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz."
"Peygamberimiz Zahir'i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı.
"Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.
"Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın' diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı.
"Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle:
"Bu köleyi satıyorum, var mı alan?' diye seslenmeye başladı.
"Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:
"Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi
kuruş veren olmaz' deyince Peygamber Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz
değilsin' buyurdu."
• • •
Avf bin Mâlik anlatıyor:
"Tebuk savaşında Peygamberimizin huzuruna gittim. Deriden yapılmış bir çadırın yanındaydı. Kapıdan selâm verdim. Selâmımı aldı ve bana:
"Buyur, gir' dedi.
"Bütün vücudumla mı gireyim?' dedim.
"Bütününle gir' dedi ve girdim.
"Çadır küçük olduğu için Avf şakayla, 'Bütün vücudumla mı gireyim?' demişti."
Böylece Peygamberimiz şakaya şakayla karşılık vermişti.
Bütün Sahabîlerin şahit olduğu bir latifeye de yer verelim:
Sahabîlerin içinde Nuayman adında çok şakacı birisi vardı. Yaptığı şakalar bazen aşırıya kaçardı. Fakat yine de Peygamberimiz onu anlayışla karşılardı.
Bir gün çölde yaşayan bedevi Araplardan birisi Peygamberimizi ziyarete gelmişti. Devesini Mescidin avlusuna bağlayıp içeri girmişti.
Sahabîlerden birisi deveyi görünce Nuayman'a:
"Şu deveyi kessen de etini yesek, eti çok özledik. Nasıl olsa Peygamberimiz devenin parasını ödeyecektir."
Nuayman da itiraz etmedi ve deveyi yere yatırdı, kesti ve başladı yüzmeye.
Devenin sahibi Peygamberimizin huzurundan çıkınca bir de ne görsün, devesinin derisi yüzülüyor.
"Eyvah! Devemi kesmişler" diye feryada başladı.
Peygamber Efendimiz dışarı çıktı:
"Bunu kim yaptı?" diye sordu.
"Nuayman yaptı" dediler.
Nuayman kaçmıştı. Peygamber Efendimiz Nuayman'ın peşine düştü, aramaya koyuldu.
Sonunda Duabaa adında bir kadının evinin bahçesinde buldu. Nuayman evin avlusundaki çukura girmiş, üzerini de hurma ağacı yaprağı ile örtmüştü.
Peygamberimiz eve girince birisi bir taraftan yüksek sesle:
"Biz onu görmedik" diyor, bir taraftan da parmağıyla Nuayman'ın saklandığı çukura işaret ediyordu.
Peygamberimiz gitti, onu çukurdan çıkardı. Nuayman'ın yüzü gözü toz toprak içinde kalmıştı. Peygamberimiz sordu:
"Niçin böyle yaptın?"
Nuayman:
"Yâ Resulallah, size burada olduğumu söyleyenler yaptırdılar bana..."
Peygamber Efendimiz bir yandan Nuayman'ın yüzünü gözünü siliyor, diğer yandan da gülüyordu.
Peygamberimiz daha sonra deve sahibine devesinin parasını ödedi ve işi tatlıya bağladı.
******************************* Peygamberimizin bilmece ve şakaları...
Hz. Peygamberin öğretimde kullandığı en önemli metotlardan biri de soru sormaktı. Bunu bazen eğlence ve şaka yollu bazen de karşılaştırarak yapardı.
Soru sormak, kişiyi muhakeme yapmaya, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurmaya ve araştırmaya yönlendirir. Diğer bir deyişle mantıksal düşünmeye zorlar. Hz. Muhammed´in öğretimde bu yönteme çok önem verdiğini görmekteyiz.
Bilmece sorması
Hz. Muhammed (s.a.v.) çevresindekilere şöyle bir soru sorar: Ağaçlardan bir ağaç vardır ki, bunun bereketi Müslüman´ın bereketi gibidir. Yaprakları düşmez, dökülüp yayılmaz. Rabbinin izniyle her mevsim meyve verir. Müslüman gibidir. Şimdi bana söyleyin bu ağaç nedir? Hz. Peygamber´in Müslümanların çok iyi tanıdıkları ve özelliklerini iyi bildikleri hurma ağacını Müslümanlara benzetmesi, karşılaştırma yapması insanları mantıksal düşünmeye ve muhakeme yapmaya zorlamaktadır. (Buhari)
Karşılaştırma Yapması
Hz. Muhammed (s.a.v.) bir gün ashabına sorar: Ne dersiniz, birisinin kapısının önünde bir ırmak bulunsa ve burada her gün beş kere yıkansa, üzerinde kir ve pislik kalır mı? Ashab: Kirden ve pislikten hiçbir şey kalmaz. Hz. Muhammed (s.a.v.): İşte suyun kiri temizlemesi gibi günde beş kez kılınan namaz da sizin günahlarınızı temizler.`
Buraya kadar verdiğimiz tüm örneklerde Hz. Peygamber´in (s.a.v.) kitabi ifade kullanmaktan kaçındığını görmekteyiz. Mesela; Hz. Muhammed, namazın Allah´ın emri olduğunu mutlaka kılınması gerektiğini söylemek yerine muhatabının anlayacağı dilden konuşmuş onlara yaşadığı çevreden örnekler vermeyi tercih etmiştir. Bu yaklaşımı O´nun toplumda daha etkili olmasını sağlamıştır. (Kütüb-i Site)
| |
|