KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 7:58 am

SÜNNET MÜDAFAASI

BİBLİYOGRAFYA

AbtluIgaaİ Abthtliıâlik.: lIuct-îyyetuN-SuiMtc, Dâıa'İ Kiır'ani'f Kerim.
Iteyrut, im.
Abdııtazİ/. b. Aluneıt clltulıiirİ: GuyeluVİ'nMiUı {yazına)
el-Aclûnİ, İsmail b. Mıılıanuncd: Koılul-Kafa vr Muzüul-İHuıs. Mucsscsciu'r-K.isâU\ Itcynıt, 1^85. Ahıncd Bmin: l*'ecrut-İKUm ve l)utuı'l-İ*ItiHt.
Duvmlü^ıt: SahHı-i Mü<diın t'crc«ıuc ve fjethi. Sönme/ Neşri-y:tl İM. Ali Hasa» Ahciıılkudir: Na/ralıra Âmme Ki Târihi'l-Fıkhi'l-Irfâmi.
Aliyyıri-Kâri: «rI-Mev«kıâtH*l-Kobfa. Hcyrul. ı.y.
ÂltiNİ, Ehu's-Sona .*>İliabu(I(ltn Malumu!:. Kııhul-Mâuai Fi i'efsirit Kar' UAİI Azim...
Aynî Ilcdru'U-Uiıı Malmuul: el-tlıudelvl-K^i 11 Şerhi Safailıtl-Htıfaâri.
Bcynıl... Aziıııabûüı, Eluı't-Tib MuJıamıiK'd .yniMi'l Malik: Avnul-Ma'ltod *İ*rhu
Suttw«*i Kbî Uavod. McdiiK- ViM.
lltthari 1-btı Abdi Hah MulıamıiK'ü h. İsmail: cM'âmîu's Sahih, Itcvrul... i^hu'l-Hailâb: et-Tenvir Kİ Mcvfldi's-Siracil Mu«ir.
cl-Hâkînı, Ebu Abtliltah cn-Nıryvtbûri: el-Mu*4edrek AleN -Satıttıayıt.
licynıt. Ilamitlullah, Muhatııtımf: tt-Vt^âiktrsSîjaM.vye. Oûruit-Nefâis Hcynıt.
ci-Hâzimi, Ebu ückr Muhanımcd b. Mtıs;i: Kitaba'! İtibar H'n-Nâwfai
İbıı Alnli'l-Ucrr, Ehıı Ömer Yusuf: Camin Heyâaİl-İIm ve l-mllil». licynıt. «l-İs<İâb Fi MirİfHH Ashab.
İbnu'l-Arabi, Kadi F.bu llekr: el-Avâsım Mine'l-Kavasım Dâru'l - Ceyl.
Beyrut, 1987. Ibnu'l-Cevziyye, İbnu'l-Kayyım Muhammed b. Ebu Bckr: Zâdu'l-Meâd
M. er-Risâle, Beyrut... tbn Dakik el-ld : AUkaınu'l-Ahkam Serim Umdeti'l-Ahkam, Dâru'l Ku-
tubi'l İlmiyye. Beyrut.
Ibnu'1-Esir: en-Nihaye Fİ Garibi'I-Hadis, Beyrut. Ibn Hacer, el-Askalani Şihâbııddin ; FethıTİ-Bâri Serhıı Sahihi'l-Buhari,
Mısır 1959.
Nü/hctu'11-Na/ıır Şcrhu Nııhbcti'I Fiker, Mısır 1934.
el-İsûbe Fi Mârifetî's-Sahabe, Ucyrut. İbn Haznı Alî: cl-İhkam Fİ Usiili'l Ahkam, Mısır, tbn Haldim: Mukaddime, Mısır t.y. İbn Kesir, İmaduddin Ebu'l Fida: el-Baisu'l Hasis Fi İlıni'l Hadis,
Beyrut, 1962.
Tefsİniİ Kur'ani'l Azim, Dâru'l-Halebi, Mısır, îbn Kudame : el-Muğuti ve eş-$erhu'l-Kebİr...
İbn Kmeybc, Abdullah b. Müslim; Te'vilu Muhtelefi'l-Hadis, Beyrut 1952,
Ibnu'l-Muflih: cl-Adâbıı'ş-Ser'fyyc--.
Ibn Mâce Ebu Abdİllah eİ-Kazvini Sünen Kahire.
İbnu's-Salah, Ebu Amr Osman: UlumtTI-Hadis...
İbn-Teymiyye, Takiyyuddin Ebu'l-Abbas : Mukaddime Fi Usulİ't-Tefsİr...
İbn Teymiyye Ebu'l-Berekut Mecduddin: Muııleku'I-Ahbar...
Kevser!, Mııhammed Zâhid : el-Makalat...
Kurtûbi, Ebu Abdillah Muhamıned: el-Câmİıı'l Ahkami'l - Ktır'an, Ka hire 1387. Kurtııbi, Ebu'l-Abbiis b. Ömer : el-Mufhim Fi Şerhi Sahih-i Müslim.
Leknevi, Abdulhayy : el • Kevaidıı'l Itchİyye Fi 'İ'erûıimi'l - Hanefiyye,
Dâru'l Mârifc, Bcyrın.
Mubârekfûri, Mııhammed Abdurrahman: Tuhfctu'l Ktıvıuİ, Medine 1965. Muhammed Ebu Şchbe: cl-Vaz'u Fi'l-Hadis; A'laınu'l Muhaddisin; el-İsrailiyvah] ve'l-Mevdııât Fİ Kululii't-Tefsir, Mektt-bem's-Siinne 1393. Muhammed Vasfi : el-İsimıııı Vc't-'l'ıbb...
Müslim b. Haccac el-Kurcşi : CâtııiuVSuhih... 1955.
Nevevî, Mııhyiddin Yahya b. Şeref: .'jerhtı Müslim (Sahih-i Müslim ile birlikle) Mısır 1349.
Ömer Rıza Kehhâle: Mu'ceınu'l Müellifin, Beyrut. A'laıtıuıı Nisa,
Müessesedir Risale, Beyrut. Râzi Fahruddin : el-Tefsiru'l-Kcbir, Bolak... Sadi Ebu Ceyb : el-Kâmusu'l-Fıkhî, Dâru'l Fikr^Şam.
Sehâvi Şemsııddin Muhammed b. Abdurrahman: Fettıu'l-Mıığîs Şcrhu Klfiyeli'l Hadis Kahire 1389.
Suyuti Celaluddin : el-İlkan Fi UIumi'l-Kur'an, Mısır 1318. cl-Leali'l Masnu'jı Fİ AhadİM*) Mcvdua, Beyrut...
Şevkâni, Mulıanımed b. Ali: İrç&du'l-Puhııl İla Tahkiki') Hak Min İlmi'l-Usûl, Mısır 1937.
et-levhid Fİ Tevaturi mâ câe Fi'l MehdiyyPl-Muntazar ve'd-Dec-tali ve'l Mesih.
Tahavi Ebu Cafer: Müskilu1! Asar, Haydarabad 1333. Zemah^eri Cârutlah : el-Keşşsf...
Zerken Bedruddİn Muhammed: cl-İcâbe li-iradi mâ İstcdrekutjıu Aisetu uleVSahabe el-Mektebu'l Islami Beyrut... [1]

Mütercimlerim Önsözü

İnsanları en güzel bir şekilde yaratan yüce Allah on ları başıboş bırakmamış dünyada güzel bir hayat yaşa yarak âhiretlerini de garantiye almaları için onlara kitap-lar göndermiştir.
Bu kitapların muallakta, bir faraziye olarak kalma maları için insanlığa yine bir insan vasıtasıyla tatbikatım göstermiştir. Bunun için kitapların insanlığa sunduğu dosdoğru yolu «Kendilerine in'am edilen yolu» ifadesiy le muşahhaslaştirmiştir. Nitekim yine kendi ifadesiyle «nimetini kemâle erdirdiği gün» kendisine en son İn'am edilenin de bu görevi sona ermişti. Ancak geriye vahyin gözetiminde yaşadıkları bu örnek hayatı miras olarak bırakmıştı.
Bu Örnek yaşamın tamamına sünnet adını veriyoruz. Bu örnek yaşantıyı bütünüyle kabul eden her mü'min de sünnî ya da ehl-i sünnet adını almıştır.
Nübüvvet ile sünnet içice olan şeylerdir. Nübüvveti kabul etmeyen, ya da nübüvveti anlamayan birisinin sün neti anlaması mümkün değildir. Nebi şüphesiz bir insan dır; ancak kendisine vahyedilen ve bütün insanlığa imam, önder ve örnek olan bir insan. Resul bir elçidir, fakat görevi sâdece mesajı getirmekle kalmayan bir elçi. Risâlet (hâşa) vahiy postacılığından ibaret değildir.
Kendisinde bir iyilik bulunan her insanı örnek edin. memizi tavsiye eden Kur'an'ın, yeryüzünde bütün iyilikleri şahsında toplayan, Hz. Aişe'nin İfadesiyle âdeta can lı bir Kur'an olan Peygamber'i örnek göstermemesi düşünülemez.
Bu manada Nübüvveti kabul eden herkes sünneti de kabul etmiştir veya nübüvveti anladığı oranda sünneti anlamıştır. îlk günden bugüne nübüvveti anlayan ve ka bul eden mü'minler arasında bu mânada sünnet üzerine herhangi bir tartışma olmamıştır. Ancak hadislere be şerî unsurlar fakat nebevi olmayan beşerî unsurlar karıştıktan sonra hüccet olma bakımından sünnet üzerine tartışmalar çıkmıştır. Aslında bu tartışmalar sünnete yö nelik değildir; sünneti tesbit etmeye yöneliktir. Sünneti tesbİt için yapılan tartışmaların kökü sünneti tatbik için seçilen nesle kadar uzanır. Ne zaman ki nübüvveti anla mayanlar da bu tartışmanın içinde yer aldı, o zaman du rum tamamen karışmaya başladı.
Sahih hadislere baktığımız zaman bu son durumu bizzat Hz. Peygamber haber vermiştir. Bu haberlere görü Hz. Peygamber, Hayber'in fethi günü «ehlî merkeb» gibi bâzı şeyleri haram kılmış ve sonra şöyle demiştir: «Dik kat edin yakımla bir adam çıkacak ve ikoltuğuna yaslana rak benini hadislerimi {nakledecek, sonra da : «Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda gördüğümüz haramları haram, helalleri ide helal sayarız» diyecekler. Dikkat edin : Resulün'haram kıldıkları Allah'ın haram kıl dıkları gibidir. [Hadisin bütün varyantları için bkz. Ebu Davud Had no : 4580, Tlrmîzi 5/38 Had no : 2664, ibn JVIâce 1/6 Had no : 12 imam Ahmed, Müsned 4/132, Ha kim Müstedrek 1/109. Dârımi Sünen İ/453 Had no : 586]
Kaynaklarımızda Hariciler bu hadislerin ilk doğrula yıcıları olarak geçerler. Zımnen öyle sayılsalar da, Haricîlerin sünneti toptan reddettiklerini söylemek müm kün değildir. Onlar sünnetin hâmilleri ve nâkilleri olan sahabilcri reddetmişlerdir. Siyâsî tavırları doğrultu sunda hareket etmiş ve tekfir ettikleri insanlardan din lerinin ikinci kaynağım almayı reddetmişlerdir. Kaynak lar iyice tetkik edildiği zaman genel olarak tatbik edi-legelen sünneti kabul ettikleri gömlecektir. Hatta bunlar dan ibadilerin günümüze kadar gelen hadis kitaplarına rastlıyoruz. Bi'set asrının sonlarında yaşayan Rebi b. Ha-bib'in el-canüu's-sahih adlı eseri buna en güzel Örnektir.
Şiânın da sünnete karşı tavrı siyâsî anlayışı doğrul tusunda olmuştur. Onlar da sâdece chl-i beyt kanalıyla gelen hadisleri kabul etmiş, diğerlerine karşı lakayt kal mışlardır.
Mutezile mezhebi de akılcılığından hareketle herne-kadar birtakım hadisleri reddetmişlerse de, sünneti lop yektin reddetme gibi bir anlayışa sahip olmamıştır.
Kısaca ilk asırlarda sünnet üzerine yapılan tartış malar O'nun teşrii değeri, ya da dinde hüccet olmak yönü üzerinde durmaktan ziyade o'nun tesbiti ve anlaşılması üzerinde olmuştur.
Bu tartışmalar milâdi 1800 yıllarına kadar müslü-manlar arasında konuşulmuştur ve tartışılmıştır. Ancak 1800 yıllarından sonra sünnet ile ilgili bu tartışmalara gayr-i müsümlerin de katıldığını görüyoruz. İlk defa müsteşriklerden A. Sprenger, sünnet ve hadisler üzerinde araştırmalar yapmış ve hadislerden büyük bir kısmının uydurma olduğu kanaatine varmıştır. Daha sonra G. Weil. W. Muvİr ve R.P.A. Dozy en azından Buhârideki hadislerin yarısının sahih olduğu kanaatine varmışlardır.
Bunlardan sonra müsteşriklerin şeyhi olarak bilinen Goldzier, Muhammedanische Studien adlı eserinin II. cildinde hadis literatürünün büyük bir kısmını tenkide tâbi tuttu. Goldzier hadisleri Hz. Peygamberden sâdır olan şey ler olarak değil, islâm'ın oluş döneminde ilk iki asır bo yunca sosyal, tarihî ve dini durumun neticesi olarak değerlendirdi.
t. Schacht, «Origins of Muhammedian Zurisprudence» adlı eserinde fıkhı hadisleri Goldzier'in bakış açısıyla değerlendirerek aynı neticelere varmıştır.
Batıda yapılan bu çalışmalar müsteşriklerin hadis il mine merakından kaynaklanmıyordu şüphesiz. Bir yer lerde sünnet üzerindeki bir takım şüphelerin gündeme gelmesi gerekiyordu. Bu görüş ve düşünceler Mısır'da sesli olarak gündeme geliyor. Mısır, bu tartışmalar anında ingilizlerin istilası altındadır.
İlk önce bu görüşlerin yaygınlaşmasını müslüman iken Hristivan olan sonra tekrar müslüman olan Mirza Bakır yapar. Mir/a Bakır Mısır'ı terkederek ingiltere'ye yerleşir. Arkasından Dr. Tevfİk Sıdkî, Reşit Rıza'nın çı kardığı el-Menar dergisinde «el-İslâmu Huve'l Kur'anu Vahdeh» «İslâm Kur'andan ibarettir» başlığını taşıyan bir makale yazar ve burada sünneti külliyen reddeder. Arka sından Tevfik Sıdkî tenkid yağmuruna tutulur. Bu ten-kidler sâdece Mısır'dan değil Hindistan'dan da gelmeye başlar ve konu çok ciddi boyutlarıyla islam âleminde tar tışılır.
Bir önsöz için bu tartışmaların muhtevasını anlat mak mümkün değildir. Ancak sünnet üzerindeki aykırı düşünceler günümüze kadar devam etmiş ve tartışmalar günümüzde de en hararetli dönemini yaşamıştır. İslâm Ansiklopedlsl'nde hadis maddesini yazan Zuynbol'un ifadesiyle, Batı ve Doğu arasında bu konuda köprü vazifesi gören şahsiyetler çıkmış ve Batıda yapılan tenk'id normları ile sünneti yeniden sorgulanmışlardır. Zuynbol'a göre bun lar Pakistan'dan Fazlur'rahman, Mısır'dan Ahmet Emin ve benzerleridir.
Bütün bu tartışmalardan sünnet etrafında meydana gelen şüpheleri biraraya getirip derleyerek bir kitap yaz makda Mahmut Ebu Reyye'ye nasib olmuştur. O'nun «Şeyhu'l Madîra Ebu Hurayra» adlı eseri büyük bir şîa âlimi olan Hbu'l Haseyıı Şerefud'din el-Âmîlî'nin «Ebu Hureyre» adlı eserinin bir kopyası iken, dilimize «Mu hammedi Sünnetin Aydınlatılması» ismi ile çevrilen «Advaun ales'sünneti'I MuHammedİye» adlı eseri baştan beri anlatmaya çalıştığımız tartışmalardan ortaya çıkan şüphelerin bir derlemesidir. Ebu Reyye'ye cevap ver mek sünnet üzerine günümüze kadar devam eden bütün şüphelere karşı koymaktı. Bunun için birçok reddiye ya zıldı. Bu reddiyeleri şöylece sıralamak mümkündür:
1-Mustafa es-Srbâî, Süleyman cn-Nedvî, Muhib bud-Din el-Hatib : «Difâun anî'I Hadisi'n-Nebevî ve Tef-nidu Şubuhâti Husûmihİ» Uç şahsın ortaklaşa kaleme al dıkları bu eser 1958 yılında Kâhirede basılmıştır.
2-Abdurrahman b. Yahya el-Muallimi el~Yemâni, «El Envâru'l Kâşife Ii mâ fi Kitabi Advâ ales'sünnetl'İ Muhammediyye mine/zeleli vet'tâdlili ve'I mucâzete.» 1959'de basılmıştır.
3- Muhammed Abdurrezzak Hamza: «Zulumatü Ebî Reyye emâmc Advâi's-Sünneli'1 Muhammediyye» 1959'da basılmıştır.
4 -Dr. Mustafa es-Sıbâî «es-Sürmetü ve mekâne-tuha fit'teşrfil İslâmî» 1961'de Kâhirede basılmıştır. Kıs men Ebu Reyyeye reddiyedir.
5 -Dr. Muhammed Accac el-Hatib : «Ebu Hureyre Râviyetui İslam» 1962Fde Kâhire'de basılmıştır.
6- Abdu'l Mun'im Salih el-Aylî el Iz/.î «Difâun An Ebî Hureyre» 1969 Beyrut.
7 - Prof. Muhammed es-Samâhî : «Ebu Hureyre fi'I Mizan» 1958'de basılmıştır.
8- Prof. Muhammed Muhammed Ebu Şehbe: «Dıfaun Anis' Sürme»
Aslında bu eser bütün bu reddiyelerden önce kaleme alınmıştır. Ancak 1989'da Mısır'da bastırılabilmiştir.
Yukarıdanberi izahına çalıştığımız, hadis ve sünnet tartışmalarında Türkiyenin konumu ne olmuştur? Bu alanda Türkiyede neler yapılmıştır? Bu, aslında üzerin de etraflıca durulması ve incelenmesi gereken bir ko nudur. Bu kısa girişimizde biz ancak şu kadarını söy leyebiliri/; Cumhuriyet dönemi Türkiyesinde, islâm i ilim lerin her sahasında olduğu gibi, hadis ve hadis ilimleri konusunda da uzunca bir zaman ilmi hiçbir girişim ola mamıştır. Bunun sebepleri herkesçe malumdur. 1950'lere kadar Türkiyede, hadis alanında efkârı umumîyeye arz-edilen kapsamlı yalnızca İki eser görebiliyoruz. Bunlardan birisi ancak, 1928-48 yılları arasında tamamlanma imkanı bulabilen «Sahihi Buharı Muhtasarı Tecridi Sarih Ter-cemcsUdir. İmam Zebîdî'nin (816-993/1413-1487) bu eseri D.Î.B. tarafından hazırlatılmıştır. Babanzâde Ahrncd Naîın beyin ilk üç cildini hazırladığı eserin geri kalan kısmını Kâmil Miras (1874-1957) tamamlamıştır. 12 cilt halindeki eserin birinci cildi Hadis usûlüne dâir türkçede yazılmış en mükemmel Hadis Usulü eseridir. Ah-med Nâiın kaleme almıştır, Bu dönemde yayımlanan bir diğer eser ise : îmanı Nevevî'nin (631-676/1233-1277) «Ri-yazu's-Sâlihin min Kelâmı Seyyidi'I-Mitrselin» adlı eseri dir. Eserin birinci ve ikinci ciltleri Hasan Hüsnü Erdem ile Kıvâmûddin Burslan tarafından, üçüncü cilt ise yal nızca H. Hüsnü Erdem taralından terceme edilmiştir. Daha sonradan Eserin başına A. Hamdi Akseki tarafın dan Hadis ve Sünnet konusunu işleyen güzel bir mu kaddime ilâve edilmiştir. Ayrıca, bu donemde Darü'İ-Fû-nun İ.F. Mecmuasında 1926 yılında [Yıl 1, s. IV, s. 132-210] da yayımlanan Zâkir Kadiri Ugan'ın «Dini ve Gayrı Dinî Rivayetler» adlı çalışması da bu alanda gerçekleş! i-riletı çalışmalar arasında sayılabilir. Bu zaman sürecinde yapılan ba.şka çalışmalar da vardır, ancak biz yalnızca en önemlilerine işaretle yetiniyoruz.
Cumhuriyet donemi Türkiyesinde, 1950'den, bilhassa İlahiyat Fakültesinin, sonra da Yüksek İslâm Enstitüleri'nin teşekkül ettirilmesi ile hadis ve sünnet ilimlerinin muhtelif dallarında kıymetli çalışmalar yapılmıştır. Akâdemik düzeyde gerçekleştirilen bu çalışma ların bir kısmı basılma imkanı bulmuş, ne var ki, bazıları henüz Türk okuruna sunulamamıştır. Bu dönemde ya pılan çalışmaların bazısı te'lif, bir kısmı terceme ki bunların, bir kısmı Arapça'dan, bir diğer kısmı da balı dillerinden, müsteşriklerin çalışmalarından yapılan tercemelerdir. bir kısmı da tahkik ve neşr şeklinde ol muştur. Bu arada, muhtelif konularda yazılan makaleler de mevcuttur. Şu incelemeleri bu dönemin çalışmalarına örnek olarak verebiliriz : Hz. Peygamber zamanında Ha dis Tedvini» Muhammed Hamidullah'm kaleme aldığı bu makaleyi Nazif Danışman dilimize çevirmiştir. [A.Ü.İ.F.D. 1952].
Fuat Sezgİn'in, 1956 yılında hazırladığı «Buhârî'nin Kaynaklan Hakkında. Araştırmalar» adlı çalışması kay da değer bir çalışmadır. Yine; 1959 yılında, Muhammcd Tayyib ökiç'in kaleme aldığı «Bazı Hadis Meseleleri üzerine Tetkikler» isimli çalışmasının büyük bir kıymeti il miyesi vardır. Bu arada, Ahmcd Hamdi Akseki'nin 1959'da. yayımlanan «Hadis ve Sünct» isimli makalesi de [Hakka Doğru, İst. 1959 sh. 14-17] zikretmeden geçilemiyecek bir makaledir.
196O'lı yıllar, daha önceki yıllara nisbetle hadis ve sünnet alanında yapılan çalışmalarda bir açılım dönemi olarak sayılabilir. İ961 yılında, seri hâlinde, İslâm Mec-muası'nda neşredilen «îslâmda Hadis» isimli makaleler dizisi, hadisin cumhuriyet devri Türk insanına tanıtımın da şüphesiz önemli rol oynamıştır. Makaleler Talat Koçyiğit tarafından kaleme alınmıştır. Aynı yazarın [A.Ü. İ.F.D. Yıl, 1961, c. IX], de Yalnızca müslümanlara has bir metod olması bakımından hadiste isnadı inceleme mev zuu yapan «İslâm Hadisinde İsnad ve Hadis Hâvilerinin Cerhi» isimli makalesiyİe, 1962 yılında, James ROBSON'-dan yaptığı [A.Ü.Î.F.D. s. X] «İbn İshak'ın İsnad Kulla nışı» 1963 [A.Ü.Î.F.D. e. XI] «Kitap ve Sünnette Ncsh Me selesi» adlı makaleleri şüphesiz büyük değeri olan çalış malardır. Talat Koçyiğit ve İsmail Cerrahoğlu tarafından tahkikli neşri yapılan Ahmed b. Hanbelin, «KHabu'1-İlel ve Marifelü'r Rîcâl» adlı eseri bu yılların, söz konusu neviden Türkiye'de gerçekleştirilen yegâne eseridir. 1963 te AH Özek'in, «Hadis Rîcâli» isimli çalışması şüphesiz o yıllarda büyük bir önemi hâiz olan eserdir. 1967 de M. Esat Kıhçer'in çevirdiği [A.Ü.İ.F.D. 1964 c. XII] M. Zübeyr Sıddîkınin «İsiânı Hukukunda Hadisin Yeri» adlı maka-ijpsi önemlidir. Öte yandan Talat Koçyiğiıin [A.Ü.Î.F.D.
3.967] «Mcvzze Hadislerin Suhuru» isimli makalesi kıymetli bir incelemedir. Bu yıllarda, Hayreddin Karaman'in İmam Hatip okullarında hadis ders kitabı olması için yazmış olduğu «Hadîs Usulü» değerli bir çalışmadır. (1965) Talat Koçyiğit'in 1969'da yayımlanan «Hadisçilerle Kelâmcılar Arasında Münâkaşalar» isimli eseri sahasında ilk eserdir. Yine aynı yazarın (A.Ü.Î.F.D. XVII, 1967] «T. Goldziher'in Hadisle İlgili Ban Görüşlerinin Talil ve Tenkitli» isimli makalesi zik retmeden geçemiyeceğimiz bir makaledir. Son olarak tek nik bakımdan hadis alanında yapılan çalışmalar arasın da «Muhammed Zübeyr Sıddik'in» Hadith Literatür» ad lı eserinin, Yusuf Ziya Kavakçı tarafından «Hadis Edebi yatı Tarihi» ismiyle 1966'da dilimize kazandırılması da kayda değer bir çalışmadır.
Hiç şüphesiz, 196O'lı yıllarda, teknik bakımdan zi-yâcle, hadîs metinlerine yönelik çalışmalar da yapılmıştır. Şunları örnek olarak verebiliriz.: Ö. Nasûhi Bilmen «500 Hadîs» 1961; H.B. Çantay «Hadisler, Onkere Kırk Hadis» 1962; Ahmed Davudoğlu'nun, İbn Hacer'e ait «Bûluğu'l-Meram min Edİlleli'I Ahkâm» adlı eserini bazı şerhle rinden de istifade ederek «Selâmet Yolları» ismiyle terce-me ve şerhi. (1967)
Mehmet Sofuoğlu'nun dilimize kazandırdığı «Sahihi Müslim ve Tercemesi» 1967-70; Son olarak Mansur Ali Nasıf'ın «Et-Tacu'l-Câml'U'l-Usûl fî Ahâdisû'r-Rasûl» İsimli eserinin Bekir Sadak tarafından «Tac Tercemesi» ismiyle çevirisi. (1966-68)
1970'li yıllar, hadis ilimleri sahasında biraz daha ve rimli bir dönem olarak önümüze çıkmaktadır. Bu yıllar da Hadis Usulü, Hadis Tarihi vb. konularda te'lif eserler görebilmekteyiz. Ayrıca, hadisin İslâm'daki değerini ve yerini ele alan özgün çalışmalar da bu yıllarda şöiTilebilmektedir.
7O'!i yılların hemen başında, Diyanet Dergisi'nin c. IX, sy. 98-99, da neşredilen, Talat Koçyiğİt imzalı «Hadisler Arasındaki Tenakuz Meselesi» isimli makalesi bildiğimiz kadarıyla, o güne kadar. Muhtelifû'l-Hadis mevzuunda ele alınan Türkçe ilk denemedir. M. Sait Hatiboğlu'nun J. Schacht'tan yaptığı «Peygamberin Sünneti Tabiri hakkında» isimli [A.Ü.İ.F.D. c. XVIII, 1970] makale si, Sünnet kavramına dikkatleri çekmeye yönelik ilk çalışmadır. Ignaz Goldziher'den tercemesini Cihad Tunç'-un gerçekleştirdiği [A.Ü.İ.F.D. c. XIX] «İslâmda Hadisin Yeri Etrafındaki Mücâdeleler» isimli makale, de kayda değerdir. Hadis ilminde ve tarihinde en eski yazılı vesika lardan birisi olması bakımından, önemli bir yeri bu lunan, Muhammed Hamidullah tarafından neşri gerçek leştirilen «Hemmam b. Münebbih'in Sahifesi»nin, Talat Koçyiğit tarafından 197İ'de teıcemesi, kaynak eserleri di limize kazandırma noktai nazarından kıymetli bir çalış madır. Yine, aynı zâtın Hadis usulünün en önemli kay naklarından birisi olan, İbn Hacer'in «Nüzhetû'n-Nazar» isimli eserini, hadis tarihi hakkında bir girişle, «Hadis Istılahları Hakkında Nuhbetû'I-Fiker Şerhi» ismiyle dili mize kazandırması, çok önemli bir çabadır. (1971) Yine, aynı yıl, M. Sâid Hatiboğlu'nun, Hatip el-Bağdâdi [392-463/1002-1071] nin «Şerefû Ashabi'I-Hadis»inin tenkidli bir neşrini gerçekleştirmesi bu neviden ülkemizde ger çekleştirilen çok mühim bir eserdir. Ayrıca, onun saha benin hadis ilmindeki yerini ve kıymetini göstermesi ba kımından son derece kıymetli bir incelemesi olan «Hz. Âişe'nin Hadis Tenkidçiliği» isimli makalesi [A.Ü.t.F.D.
CXÎX, 1973] Türkiyedeki hadis çalışmaları arasında mümtaz yeri olan bir incelemedir.
Son dönemde kaleme alınmış olmasına rağmen, ha dis ilimleri ve ıstılahları alanında son derece mükemmel olan ve bu ilimlere dâir, oryantalistlerin görüşlerini ve ilgili kurumlan da, değerlendiren kıymetli bir eseri, Prof. Dr. Subhi Salih'in «Ulûmû'l-Hadis ve Mustalahuhü» adlı eserini, M. Yaşar Kandemir'in «Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları» âdiyle I973'de dilimize kazandırması, bu yılların kayda değer çalışmalarındandır. Telif eser olma sı yönüyle, Talat KoçyiğU'in «Hadis Usûlü» adlı eseri (1974) bu zatın, Türkiye'deki hadis çalışmalarına katkı sının bir başka tezahürüdür. Mevzu Hadisler sahasında, ilk defa müstakil telif çalışmasını da İ975'te M, Yasar Kandemir'in «Mevzu Hadisler» ismiyle yaptığını müşa hede ediyonjz. 1976'da Hadis ilminin ana temellerinden biri olan, îbn Şihâb ez-Zührî'nin hayatı ve ilmî şahsiyeti hakkında, Talat Koçyiğit'in [A.Ü.t.F.D. c. XXI] «îbn Şihâb ez-Zührî» adlı makalesi de değerli bir incelemedir. Bundan bir yıl sonra, 1977'de, hadis ilimleri alanında bir diğer kıymetli telif eserle karşılaşıyoruz. «Hadis Ta-rUıi» adlı bu özgün çalışma, ülkemizde yapılan, hadis tarihi alanında hem ilk ve hem de en kapsamlı eserdir. (Ta lat Koçyiğit) Hadis ilminin en önemli mevzularından birisi olan, hadislerin Kur'anla mukayesesi mevzuunun, Suat Yıldı rım tarafından «Hadislerin Kur'anla Karşılaştırma Me selesinin Kaynakları» ismiyle 1978'de [Prof. M. Tayyib Okiç armağanı s 105-114], bir makale halinde yayınlan mış olması, geç te olsa, bu konuda yapılmış ilk özgün çalışmadır. Yine, bu yıllarda, Ali Osman Koçkuzu'nun «Pey gamberin Sünnetinin Dinimizdeki Değeri ve Yeri» isimli, Makaleler Serisi [Nesil Dergisi, sy. 2, 3, 4; sh. 12-17, 30-34, 32-36 (1978-79)] Sünnetin konumu üzerinde ülkemizde kaleme alman, büyük kıymeti hâiz çalışmalardan birisi dir. M. Said Hatiboğlu'nun [A.Ü.İ.F.D. c. XXIII, 1978] «Hilâfetin Kureyşliliği» adlı makalesi, hadislerin değer lendirilmesindeki metodu göstermesi bakımından ilginç bir denemedir. Hayrı Kırbaşoğlunun, tbn Kuteybe'-nin «Tevili Muhtelifi'l-Hadis»in «Hadis Müdafaası» is miyle I979'da icrcemesi de işaret edilmesi gereken bir ça badır.
70'H yıllarda. Usûle yönelik, çalışmalardan başka, ha dis metinleri ile ilgili çalışmalar da yapılmıştır. Bunlar dan; 1971-80 arasında tamamlanan, Ahmed Davudoğlu'-nun «Sahihi Müslim Tercemesi ve Şerhi» M. Zeki Molla-ahmedoglu'nun «Süneni Tirmizi Tercemesi» 1972; Talat Koçyİğit'in «Hadislerin Işığında İman, İbâdet, Ahlâk», (1974) gibi eserler sayılabilir.
1980'Ii yıllara gelindiğinde, Hadis ve Sünnet alanın daki, akâdemik düzeydeki çalışmalar hızlı bir tempo ile sürdürülürken, bunun yanında, bu yıllarda sözkonusu alandaki çalışmaların tabana doğru yayıldığını da mü şahede ediyoruz. Bu yıllar, müslüman Türk okurunun ilgisini yavaş yavaş sünnet ve hadise çeken yıllar olarak gözümüze çarpmaktadır. Akâdemik düzeydeki çalışmala ra şunları misâl olarak verebiliriz;
Talat Koçyİğit'in «Hadis Istılahları» (1980) adlı eseri, Türkçemizde kaleme alınan, bu neviden ilk telif eserdir. Bu eserin, bir benzeri İslâm âleminde de yoktur denilse mübalağa edilmiş olmaz. Zâl'er Ahmed el-Osmânî'nin «Kavâîd fi Ulûmil-Hadis» adlı muazzam eserinin İbrahim Canan taralından 1981'de dilimize çevrilmesi de kaydedilmesi gereken bir uğraşıdır. î. Lütfi Çakan'ın «Hadîslerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları» isimli doktora ça lışması (1982) bu alanda, Cumhuriyet dönemi Türk iyesi hadis çalışmalarında ilk Türkçe eser olmakla birlikte, büyük kıymeti ilmiyesi olan bir çalışmadır. Yine, aynı is min «Ana Hatlarıyle Hadis» (1983) ve «Hadis Edebiyatı» (1985) adlı çalışmaları da kayda değer eserlerdir. Bu yıl larda, hadis ilimleri içerisinde çok Önemli bir yeri olan, Nâsih Mensüh konusunu mevzu edinen çok kıymetli bir inceleme ise Ali Osman Koçkuzu'nun «Habiste Nâsih Men-sûh» isimli kıymetli eseridir. (1985) Mürsel hadisler ala nında, Selâhaddin Polat'ın «Mürsel Hadisler ve Delil Ol ma Bakımından Değeri» isimli doktora çalışması (1985) bu alanda herhalde ilk ve tek eserdir. Ali Osman Koç kuzu'nun, Hindistanlı büyük hadisçi, Abdülaziz b. Şah Veliyyullah Dihlevî'nin «Büstânü'l-Muhaddisîn»ini di limize kazandırması (1986) hadis ricali ile ilgili önemli bir İhtiyacın karşılanmasına katkıda bulunmuştur. Bu yıllar da, daha pekçok çalışma yapılmış olmakla beraber, biz bu kadarına işaretle yetiniyoruz. Bu arada şunu da belirt meden geçemiyeceğiz, 50'li yıllardan bu yana, İlahiyat Fa kültelerinde çok kıymetli, Doktora, Doçentlik ve Profesör lük taktim tezleri hazırlanmış, ancak bunlardan pekçoğu henüz basılmamıştır. Örneğin : Talat Koçyİğit'in «Hadis'-Jerİn Toplanması ve Yazı ile Tesbitİ» (1957) M. Said Hatiboğlu'nun «İslâmi Teıüdd Zihniyetinin Doğuşu ve Ha dis Tenkidçiliği» (1963) A. Osman Koçkuzu'nun «İslâm Dininde Haberi Vahid'in İtikatli ve Teşriî Yönlerinden Yeri ve Değeri» (1968) vb.
Hadis metinleri ile ilgili çalışmalarda, bu yıllarda devam etmiştir. Şunları örnek verebiliriz; Hicri 2. asra âit, günümüze kadar ulaman hadis ilminde çok önemli bir yeri olan, İmanı Mâlik'İn «El-Muvatta», aralarında A. Muhtar Büyükçınar'm bulunduğu dört mütercim tarafın dan 1982'de dilimize çevrilmiştir. Yine aynı yıl, «Süneni ibrı Mace» isimli hadis kitabı, Haydar Hatiboğlu tarafın dan «Süneni ibn Mâca Tercümesi ve Şerhi» İsmiyle çok güzel bir Türkçe ile dilimize kazandırılmıştır.
80'li yıllar, yukarıda da belirttiğimiz gibi, hadis ve sünnet konusundaki münakaşaların tabana yayıldığı yıl lar olmuştur. Bu yolda en önemli pay hiç şüphesiz. 1981 yılında, Edip Gönenç tarafından dilimize çevrilen «Mustafa es-Sıbâî'nin 1961 yılında yazdığı «Es-Sünnetıi ve Mekânetûhâ fi't-Teşri'ü-îslâm» adlı esere aittir. Eser Türkçeye «İslâm Hukukunda Sünnet» ismiyle çevrilmiş ve o yıllarda Türk okuru tarafından beğeni ile karşılanmıştır. Hiç kuşkusuz, bu yıllarda, sünnet tartışmalarının, akâdemik düzeyden çıkıp, Türk okurları arasında da tar tışılıp, bu tartışmaların yaygınlık kazanmasında önemli bir rol oynayan, bir başka unsur da, onbeş günde bir ya yınlanan «İktibas» süreli yayınlar tarama dergisinin söz konusu alanla ilgili yapmış olduğu iktibaslardır. Örneğin : 26'dan 30'ncu sayısına kadar, M. Yaşar Kandemir'in, Mev zu hadislerle ilgili çalışmasından, uydurma hadislerin or taya çıkış sebepleri üzerine bir dizi alıntı yapmıştır. Ay rıca 39-40. sayılarında M. Said Hatiboğlu'nun [A.Ü.Î.F. Dergisinde] yayımlanan «Hz. Âişe'nin Hadis Tenkidçi-liği» isimli makalesini iktibas etmiştir. Bundan başka, sünnet ve Hadis'in anlamlarının tesbiti konusunda Talat Koçyiğit'İn «Hadis Usulü» adlı eserinden 55 ve 56'ncı sa yılarında alınlılarda bulunmuştur. Bu arada, 66 ilâ 68'nci sayılarında, «Riyâzu's-Sâlihin'in» Mukaddimesinden A. Haindi Akseki'ye ait kısımdan, Hadis-Sünnet ve anlamlarına dair bir alıntı yapmıştır. Kuşkusuz, bu iktibaslar, söz konusu tartışmaların tabana yayılmasında çok büyük rol oynamıştır. Bu arada, 1983'te Yaşar Kaptan «Aylık Dergide» (Mayıs-Haziran) «Sünnete Dâirdir» başlığı ile bir makale kaleme almış, makalesinde mevzu ile ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu makaleyi 61-62 ve 63. sayılarında İktibas dergisi de yayınlamıştır. Yine, Ni san İ983'te Hilâl Dergisinde İbrahim Değirmenei'nin «Sünnete Karşı Hayır'm Şoku» başlıklı bir makalesi yayınlanmış, Yazar, sünnet karşıtı tutumları eleştirmiştir. Makale, İktibas'ın 66. sayısında da yayınlanmıştır. Tabiiki, bu yıllarda yukarıdaki nevîden konuyla ilgili daha başka incelemelerde yapılmıştır. Ancak biz yalnızca dik kat çekmek için bu kadarıyla yetiniyoruz.
Efkan Umûmiye'nin Sünnet konusundaki münaka şalara dikkatlerini çevirmesinde rol oynayan bir diğer eserde. Pınar Yayınları tarafından 1985'te Hüseyin Aslan' ın çevirisiyle Türkçeye kazandırılan «Sünnetin Etrafın daki Şüpheler» isimli eserdir. Kitabın yazarı Muhammed Tâlıir Hekim'dir. Bu arada, İlim ve Sanat, Dergisinde [sy. 7, s. 36-41, 1986] îsmail Hakkı Ünal imzalı «Sade ce Kur'anla Yetinilebilir mi? Hadislerden Müstağni Kal mak Mümkün mü?» başlıklı makale de, bu yıllarda süz konusu münakaşaların, Türkiye'de hangi boyutlara ulaş-iığım göstermesi bakımından dikkâte değer bir makaledir.
Son olarak, bu tartışmaları had safhaya çıkaran eser, hiç şüphesiz, mısırlı gazeteci Mahmud Ebû Reyye'-nin Yöneliş Yayınları arasında. Muharrem Tan tarafın dan çevirisi yapılarak «Muhammedi Sünnetin Aydınlatıl ması» başlığı ile Türkçeye çevrilen eseridir. Bu eser, Türkiyedeki Sünnet tartışmalarının yoğunlaşmasında müsbet i'ol oynamasına karşın. Hadis ve Sünnet konusunda -terîi formasyonu bulunmayan Türk okuyucusu açısından çok menfi tesirleri olmuştur. Kitabın muhtevası bundan yaklaşık 40 yıl önce Mısır toplumunda konuyla ilgili ola rak yapılan tartışmaların bir göstergesidir.
Maalesef, Yazarın Sünnet ve hadis konusunda, or-. yantalistlerle müslüıvıan ilim adamları arasında köprü olanlardan biri addedilmesi sıfatiyle, sünnet konusunda tamamen oryantalist bir zihniyet taşıyor olması bi/.im okurumuzun bir kaos içine düşmesine neden olmuştur. îşte, İ9901ı yılların başında, hadis ve sünnet alanında Türkiyede yapılan çalışmaların bir yenisi olarak, yukarı da zikrettiğimiz esere bir reddiye olarak kaleme alınmış bulunan «Sünnet Müdafaası» adlı elinizdeki bu eser yer almaktadır. «Sünnet Müdafaası» Ebu Reyyenin, maksatlı ve sübjektif değerlendirmelerini bertaraf edecek, ilmi mu-kakayese neticesinde okuyucuyu doğru ve sağlıklı bilgiye ulaştırabilecek nitelikte bir eserdir. Eserin orjinal adı «Difaun anî's-Sünne» dir. Yazarı, Mısırlı âlim, Muhammed b. Muhammed Ebu Şehbe'dir. Eser üç ayrı bölümden oluşmaktadır.
I.BÖLÜM ;Ebû Reyye'nin kitabının bir tenkidi olup, müellif ileri sürülen bütün şüpheleri, tek tek ele alarak, önce özet, daha sonra da tafsilatlı olarak eleştirmektedir. Ebu Reyyenin tutarsızlığını ve yetersizliğini ortaya koymaya çalışmaktadır.
II.BÖLÜM :Yine, Ebû Şehbe'ye ait olup, Mısırlı Ya zarlardan, Ahmed Emin, Ali Hasen Abdulkadir gibi yazarların, oryantalistlerin tesiriyle ileri sürdükleri, hadis ve sünnet konusundaki yanlış görüşleri tenkid etmektedir.
III.BÖLÜM :Yazarı, Abdülğâni Muhammed Abdül-hâlık'tır. Aynı zamanda, «Hucciyyetû's-Sünne» adlı muazzam eserin de yazarıdır. Müellif sünnetin hüccet oluşunu inkâr edenlerin, tâ ilk devirlerden beri ileri sürdükleri, sünnet ve hadisler konusundaki temel dört şüpheyi ele almakta ve bunları ilmi bir şekilde cevaplandırmaktadır.
«Sünnet Müdafaası» adlı eserin, Cumhuriyet devri Türkiyesi Hadis ve Sünnet çalışmalarına müsbet yönde katkıda bulunması, 199O'lı yıllarda, Hadis ve Sünnet ala nında müsbet fikirler taşıyan eserlerin te'lif ve nesrine bir başlangıç olması, ayrıca; bu sahadaki menfi fikirleri izâle etmek suretiyle, okuyucuları doğru neticelere sevketmesi en büyük temennimizdir.
Gayret bizden, Tevfik ve inayet Allah'tandır.
M.G. - M.E.Ö.
9/8/1990 Ankara [2]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 7:59 am

Muhammed B. Muhammed Eb'u Şehbe

1914 yılında Mısırda Desuk kentine bağlı Minyetu Cenah köyünde dünyaya geldi. Henüz küçük yaş larda köydeki medreseye devam eden Ebu Şehbe bir taraftan okuma yazma öğrenirken, 9 yaşında Kur'-an'ı ezberler. Daha sonra (Batılılaşma hareketi için de) açılan ilkokula kaydolur ve 12 yaşında mezun olur.
1925 yılında Desuk kentindeki ilmi ve dini ensti tüye kaydolur ve buradan 1930 yılında mezun olur.
1930 yılında Tanta kentinde yine Islâmi ilimlerin öğretildiği bir ba'şka enstitüye kaydolarak 1935 yılın da bu enstitüden mezun olur.
1935 yılında el-Ezher Üniversitesi'nin Usulu'd-Din Fakültesi'ne girer ve 1939 yılında «Usulu'd-Din»i biti rerek aynı yıl yüksek lisans öğrencisi olarak Ezher'e kabul edilir.
Beş yıl sonra yani 1944 yılında yüksek lisansını bitirir ve J946 yıhncja üstün başarı ile doktorasını ta mamlar. Aynı yıl aynı fakülteye öğretim üyesi ola rak tayin olunur. Daha sonra sırasıyla Doçent ve Pro fesör ünvanlannı ahf. Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe 1963 yılında Bağdad Üniversitesi'nde bir yıl, 1966 yılında Sudan Ummu Derman Üniversitesi'nde üç yıl öğretim üyesi olarak bulunur.
1969 yılında Asyut'ta Ezher'e bağlı olarak açılan Usulu'd-Din Fakültesi'ne Dekan olur ve 1973 yılma ka dar bu görevde kalır.
Din eğitimi ve öğrenimini İslah çalışmalarına ka tılmak için gittiği Suudi Arabistan'da da dört yıl mi safir öğretim üyeliği yapar.
Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe'nin ondan fazla telif eseri ve yüzlerce ilmi makaleleri yayınlanmıştır. Telif eserlerinden başlıcaları şunlardır:
1-el-Medhal li Dinaseti'l Kur'ani'l-Kerim
2 - es-Siretü'n-Nebeviyye fi Davi'l Kitabi ves'Sünne (2 cilt)
3 -Âlamu'l-Muhaddisin
4 - Şerhu'l-Muhtar min Sahih-i Müslim (3 cilt)
5 -Ulumu'l-Hadis
6- fi-Usuli'1-Hadis
7- Risâletu'n-fi'1-îsrai ve'1-mirac
8- el-Kutubu's Sihah Fi's-Sünne
9- Hazretu'l tslam ile'r-Riba
10- el-tsrailiyatu ve'l Mevzuat fi Kutubi't Tefsir
11-el-Hududu fil İslâm
12- Şerh-u Sahih'ü Buhari
13-Difaun ani's Sünne (elinizdeki «Sünnet Mü dafaası» adıyla terceme ettiğimiz eser)
Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe eserlerinde de görüldüğü gibi hayatını sünnet ve hadis araştırmaları üzerine geçirmiş bir alimdir ve en önemli özelliği de günümüzde bir elin parmaklan kadar az olan «hadis isnad icazeti"ne sahip olan çok önemli bir alim olu şudur.
«Hadis isnad icazeti» konusunda muhaddis Zahid'-ül Kevseri (rh.a) de Türklerden en son hadis isnad icazetine sahip olan bir alimdi. [3]

ÖNSÖZ

Hamd insanı şereflendiren; onu akıl ve konuşma ni'metiyle pok çok yaratığına üstün kılan Allah'a, sa-lat ve selam, Allah'ın kendisine hikmet ve hak ile ba tılı ayırmaya kâfi hitabet gücü verdiği Peygamberi miz Hz. Muhammed'e, Onun ehl-i beytine, ashabına ve en güzel şekilde onlara tabi olanlara olsun.
İslâm şeriatı iki yüce esasa dayanır •. Kur'an-i Kerim ve Hz. Peygamber'in Sünneti.
Kur'an, dinin aslıdır, doğru yolun kaynağıdır; Hz. Peygamber'in en büyük mucizesi ve çağlar boyu O'nun peygamberliğine delalet eden bir alamettir.
Sünnet ise; Kur'an'm açıklaması, hükümlerinin izahı, prensiplerinin tafsili ve getirdiği yasaların tamamlayıcısıdır. Kuşkusuz sünnet, masum olan Pey­gamber Allah'ın salat ve selamı üzerine olsun den sâdır olduğu tesbit edildiği zaman kendisine uyulma sı vacip olan bir kanun ve hidayettir.
Sünnetin bir kısmı Vahy meleği Cebraill tarafın-dan gelen açık bir vahy iledir. Bir kısmı da ilham ve kalbe ilka yoluyladır.[4] Diğer bir kısmı ise; Peygam-ber'in içtihadına dayanır. O'nun bir içtihadı Kur'an'-dan edindiği bilgiye, şeriat kaidelerine ve kalbini dol duran vahy nurları ile ilâhi öğretime dayanır ki, bun lar da okuma, yazma, araştırma ve inceleme ile elde. edilmezler.
Nitekim Allah Teala da şöyle buyuruyor: «Oku, yaratan Rabb'inin adılla O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabb'in sonsuz kerem sahibidir. O rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediğini de öğ-retti» [5] Burada kalemle öğretmek kesbi ilme işarettir. İkinci öğretmek ise Allah'ın dilediği kimseye verdiği vehbî ilmi ifade etmektedir.
Hz. Peygamber, her ne zaman bir ictihadda bulu nur vahy de bu içtihadı sukut ile karşılarsa, bu, Al lah'ın bir takriri (onaylaması) olarak kabul edilir. Bu tür ictihadlar da kendisine indirilen vahy niteliğini kazanır. Bu manada Hz. Peygamber'den sâdır olan her şey Vahy olarak kabul edilebilir. Nitekim Allah da şöyle buyurmaktadır : «Battığı zaman yıldıza yemin ol sun ki arkadaşınız Muhammed yoldan sapmamış ve azmamıştır. O, kendiliğinden konuşmamaktadır. O'nun konuşması ancak bildirilen bir vahy iledir.» [6]
İslâm ümmeti bu iki esasın tebliğine son derece büyük bir önem vermişlerdir. Öyle ki bu, hiç bir üm metin, peygamberlerinden, krallarından ve büyükle­rinden geriye kalana gösterdikleri itinaya benzemez. Sahabe Kur'an'ı ezberlemiş (korumuş), âyetleri üze rinde düşünmüş ve fıkhetmişler, onu Allah'ın indir diği şekliyle kendilerinden sonra gelen Tâbiun'a ulaş tırmışlardır. Tâbiunda aynı şekilde kendilerinden son ra gelen nesle iletmişlerdir. Böylece sayılması müm kün olmayan bir kitle her asırda kendilerinden son raki nesle nakletmiştir. Ezberleme ve şifahen alma yollarına bir de hem Peygamber asrında, hem de on dan sonraki devirde yapılan yazı ile kaydedilmesi yo lu eklendi
Nihayet Yüce Allah'ın «Kur*an'ı biz indirdik ve O'nu muhakkak biz koruyacağiz»[7] sözünü doğrular-casına hiçbir değişiklik, tahrif ve fazlalığa uğrama­dan Kuran bize kadar ulaşmıştır.
Aynı şekilde Sahabe, Hz. Peygamberin sünnetini de ezberleyerek, anlayarak ve fıkhederek lafzı ile ki asıl olan ve çoğunluğu böyledir veya ma'nasıyla kendilerinden sonra gelen tâbiuna teslim etmişlerdir. Tâbiunda etbaut-Tâbiine nakletmiş ve bu şekilde de vam etmiştir.
Sünnet, Hicri birinci asırda genel olarak tedvine tâbi tutulmamıştır. Bu da Kur'an'la karışması ya da sahabenin Kur'an'ı bırakıp O'nunla uğraşması endi­şesini taşıyan bu konudaki yasaklamadan kaynak lanmıştır. Birinci asırda, sünneti ezberleyenler çok olmasına karşın, onun yazımıyla uğraşanlar az olmuş ve bir asır bu şekilde kapanmıştır.
îkinci asnn hemen başlarında genel bir tedvin ha reketi başlamış bu övgüye değer iş için âlimler zinde bir tavır sergilemişlerdir. Tedvin hareketi, tenkid, cerh ve tâdil, hakkı ve doğruyu araştırma çalışmalarıyla beraber olmuştur. Hadis imamları ve uzmanları bu iş için gerek metin tenkidi gerekse senet tenkidine dair, hassas köklü ve âdil kaideler koymuşlardır. Bu tedvin hareketi, kıymetli eserler ve delil olmaya uy gun ve delil olabilecek hadisleri içine alan geniş an siklopedileri meydana getirmiştir. Hu kitapların bir kısmı sahih hadislere hasredilmiş bir kısmı da sahih, hasen ve zayıf hadislere ayrılmıştır. Ayrıca bir kısmı Hz. Peygamber'in hadislerini ihtiva ederken diğer bir kısmı da sahabe ve tâbiunun sözlerini de içine almıştır.
İslâm, çok eski asırlardan beri uyumayan düşman lara mûbtelâ olmuştur. Bunlar, İslâm'ın gücünü ve devletini batırmak için hile ve desiselere baş vurmuş, ağlar örmüş, tuzaklar hazırlamışlardır.
İşte bu düşmanlar, düşmanlıklarını açığa vura mayınca hile ve desiselere sığınarak çeşitli yollara başvurdular. Bu, bazen Sebeüer'in[8] yaptıkları gibi Resulullah'ın ehl-i beytine muhabbet ve sevgi besli yor görünmek, bazen de dini naslarda, Arap dili ve İslâm şeriatıyla bağdaşmayan teviller yapmak sure-Liyle K&rrnatiler, Bâtinİler vb.nin yaptıkları gibi dini emirleri ortadan kaldırmaya çalışmak şeklinde ortaya çıkmıştır
Bu düşmanlar, müslümanları dinlerinin esası olan Kur'an-ı Kerim'in mütevatir oluşu, icazı, çelişkilerden uzak oluşu ve hükümlerinin her asır ve her topluma uygun oluşu hususunda şüpheye düşürmeye yelten mişlerdir. Bu gayelerini gerçekleştirmek için birçok rivayetler uydurmuş ve âyetlerin mânalarım tahrif etmişlerdir.
Aynı şekilde Müslümanları dinlerinin: ikinci esası olan Hz. Peygamber'in sünnetinden de şüpheye yönelt mişler ve bu kötü emellerine erişebilmek için çeşitli üsluplar edinmişlerdir. Ba'zen bu şüpheyi sünnetin tesbiti, (yani) mütevatir olmayıp âhâd oluşunu Heri sürmek, ba'zen de rivayet uydurmak suretiyle mey dana getirmişlerdir ki; bu rivayetler, hadisleri, düşün cede sathilik, vaki ve müşahedeye, sarih akla ve sa hih nakle ya da salim tecrübeye ters bir pozisyona sokmuştur. Ayrıca bunlardan başka uslublar da kul lanmışlardır.
Sünnete hücum sancağını ilk olarak en-Nazzam ve onun izinde yürüyen sünnet düşmanları taşımış tır. Bunların hadisle ilgili makalelerinin çoğuna Alla-me îbn-i Kuteybe «Te'vilu Muhtelefi'l Hadis» adlı ki tabında cevaplar vermiştir.
Son asırlarda bir takım müsteşrik ve papazlar tü remiş sünnete yöneltilen bu şüphe ve saldırılan almış ve onları abartarak gönüllerinin istediği kadar çoğalt mış, taşımadığı manalara hamletmiş ve insanlara öy lece sunmuşlardır.
Son derece üzüntü veren durumlardan birisi; ba tılıların her türlü görüş ve düşüncelerine güvenen bazı kimselerin bu şüphe ve saldırıları kapıp bir kısmini kendilerine yalandan isnad ederek hata üstüne hataya düşmeleridir.
Diğer bir kısım kimselerin ise bunu kendisine ftis-bet etmeyip, ancak bunlara rıza göstererek bunların borazanlığım yapmalarıdır. Bu kimseler kitaplarında söz konusu şüphelere yer vermişler, dahası bununla da kalmayıp bu şüpheleri kuvvetlendirmeye çalışmış lardır. Merhum Üstad Ahmet Emin'in «Fecru'I İslâm» ve Duha'l İslâm adlı eserlerinde yaptığı gibi. Ancak Ahmed Emin, müsteşriklerin iddialarının pek çoğuna katılmakla birlikte bazı görüşlerine de muhalefet et miş ve tenkidlerinde yumuşak davranmıştır.
Bunların bir kısmı heva ve arzularına uyarak sün net ve hadis ehline açıktan düşmanlık hususundu mis yoner ve müsteşrikleri geride bırakmışlardır. Bunlar daha şeni ibareler kullanarak başta büyük şahabı Ebu Hureyre olmak üzere her türlü edep ve erkandan uzak, çirkin lafızlarla sahabeyi -dillerine dolamışlar dır. Tıpkı Mahmud Ebu Reyye'nin «Advâun ales-Sün-neti'l Muhammediyye» adlı eserinde yaptığı gibi.
Ahmed Emin ile Ebu Reyye'nin kitapları arasın da oldukça çok fark vardır. İkisinin arasındaki fark âlim ve âlîm olduğunu iddia eden, asıl araştırıcı ile araştırıcıların eteklerine yapışan kimse arasındaki fark gibidir.
Sünnet ve ilimlerinde araştırma yapmak basit ve kolay bir iş değildir. Sabır ve metanet, derin bir dü şünce ve tefekkür gerektiren bir iştir. Yüzeysel dü­şünce ve gelişigüzel inceleme insanı ancak kötü gö rüşlere ve kötü sonuçlara götürür. Müsteşrik ve izlerinde yürüyenlerin içine düştük leri hataların bir kısmının hadisleri dikkatlice ince-lemeyip köklerine ve derinliklerine ulaşamamaların dan kaynaklandığını açıkça söyleyebilirim. Bunlar zahirin ötesini görememiş ve hadislerin derlendiği asrı ve toplumu ve bu asırda meydana gelen kargaşaları tasavvur edememişlerdir. (Bunun yanında) hadis imamlarının din, ilm, titizlik, uyanıklık, güvenirlik, gizli ve açık hallerde Allah'ın murakebesini gözetme lerinden ileri gelen ayrılmaz niteliklerini de kavraya mamışlardır.
Yüce Allah, sünnet ve hadisleri savunacak, hile bazların hilelerinden onları koruyacak kimseler var-etmiştir. Bundan sonra da hiçbir asır, sünneti câhil­lerin tevillerinden, bozguncuların yalan isnadlarından ve aşırı gidenlerin tahriflerinden muhafaza edecek ilim ehlinden hâli kalmayacaktır.
Allah, İbn-i Kuteybe'ye rahmet etsin. O, hadis düş manlarının ortaya attığı pek çok şüphelere cevap ver miştir. O'nun bu reddiyesi, ta'zimle anılacak övgüye değer bir cihaddır.
Halâ îslâm âleminin her tarafında sünnet ve ha dislerle büyük bir dikkatle ilgilenen ve çalışmalarında derinleşen, ona yönelen şüpheleri reddetmeye azami gayret sarfedenler bulunmaktadır. Mağrib, Hindistan, Şam, Hicaz ve Ezher âlimleri tarafından bu meyanda kıymetli eserler meydana getirilmiştir.
Hamdolsun ki Allahu Teala benim de sünnet araş tırmalarıyla şereflenenierden olmamı; onun temiz sa hasını asabiyet ve duygusallıktan beri olarak ilim, is-bat, araştırma ve ikna ile müdafa edenlerden olmamı
dilemiştir. Ben «Hadiste uydurma, çağdaş yazar ve müsteşriklerin şüphelerine cevaplar» adındaki Dok tora tezimde bu şüphelerin bir kısmına ilmi cevaplar verdim.[9]
(Ebu Reyye'nin) «Advâun ale's-Sünneti'l Muham-mediyye» adh eseri ortaya çıkınca yazarın hadislere ve hadis ricaline eski ve yenilerin bütün hücumlarını, müsteşrik, misyoner ve piyonlarının söylediklerinin tümünü araştırmaya tabi tutmadan benimsediğini gör düm. Yazarın bu kitabında sünnetin çelişki arzettiği-ni, tahrif ve tebdile uğradığını göstermek için son de rece gayret sarfettiğini ve bu uğurda sahih rivayet leri karaladığım yalan ve uydurma haberleri de tas hih ettiğini gördüm. Anladım ki bu kitaba reddiye yazmak sünnet etrafında dolaşan bütün gürültülere cevap olarak sayılabilir. Bu itibarla kitabıma «Sünnet Müdafaası, Müsteşrik ve Çağdaş Yazarların Şüphele rine Reddiyeler» adını verdim.
îlk önce bu düşünceleri «el-Ezher» dergisinde ten-kid etmeye başladım. Peşpeşe orada 7 makale, kaleme aldım[10]Sonra ortaya çıkan bazı nahoş durumlardan dolayı bu dergideki reddiyelerime son verdim. Daha sonra bu reddiyeleri tamamlamaya giriştim ve bütün.vaktimi buna ayırdım. Allah'a hamdolsun O'nun yar dımıyla bu kitap meydana geldi.
Burada bu konu ile ilgilenen iki değerli âlimTkar-deşimize işaret etmeden geçemeyeceğim. Bunlar; üs-tâd Abdurrahman b. Yahya el-Muallimi el-Yemânî ile, üstad Abdurrezzak Hamza'dır, Her biri bu konuda ge niş kapsamlı birer eser hazırlamışlardır. Böylece Al lah'tan mükafata, insanlardan da sena ve övgüye mazhar olmuşlardır.İşte ben de İslâm âleminin her tarafındaki ma'ri-fet âşığı, hakikat arayıcıları, sünnete gönül veren gay retli okuyucularıma bu kitabımı takdim ediyorum.
Ayrıca bu reddiyelere bir giriş olarak sünnetin din deki yeri, onun delil olma bakımından durumu, kı saca geçirdiği safhalar ile İslâm'da hadis tenkidi âlim­lerinin ortaya koydukları usul ve kaidelere değinmek istiyorum.
Söylediğim her doğru Allah'tandır. Eğer bir ku sur olursa (bilinsin ki) gayem hakkı ve doğruyu ara maktır. Başarım ancak Ali alı1 tandır. Ona güvendim ve ona yöneldim.
Ebu Muhammed
Muhammed b. Muhammed
Ebu Şehbe. [11]

Sünnetin İslâm'daki Yeri

İslâm dininin birinci temeli Kur'an-ı Kerim'dir. Sünnet ise ikinci esası teşkil eder. Kur'an'a göre sün netin konumuna gelince; Sünnet, Kur'an'ın açıklayı-cısıdır. Mücmel ifadelerini tafsil, müşkilini izah eder, mutlakım takyid, umumunu > tahsis eder. Kısaca de ğinilen hususları açar. (Nitekim) Allah Teala şöyle buyurmuştur:
«Biz sana da Kur'an-ı indirdik, tâ ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça an latasın ve taki onlar da düşünüp anlasınlar»[12]başka bir âyette ise «Şüphesiz ki sen dosdoğru yola iletmektesin. (O) yol göklerin ye yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin İşler sonunda Allah'a döner.» [13]
Hz. Peygamber, Kur'an'ın âyetlerini bazen sözle riyle bazen davranışlarıyla bazen de her ikisiyle bir likte açıklardı. Nitekim şu âyette geçen zulüm keli­mesini şirk olarak tefsir ettiği kaydedilmiştir. «İman edenler, ve imanlarına zulm karıştırmayanlar, işte güven onlarındır ve hidayet üzere olanlar da onlar-dır.»[14] Yine «Kimin kitabı sağ tarafından verilirse kolay bir hesap ile hesaba çekilecektir ve sevinçli olarak ehline dönecektir [15]âyetinde de «Kolay hesabı» Kul'un hesab için Allah'ın huzuruna çıkarılıp fakat amelleri sorgulanmadan bırakılması olarak tefsir etmiştii.
Buhari'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygam ber: «Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılın» buyurmuştur, Müslim, Ebu Davud ve Neseî'nin riva yet ettikleri diğer bir hadisin de ise Veda Haccı sıra sında şöyle buyurmuştur: «Hac menasikini alınız. Zira bu haccımdan sonra bir daha hac yapabilece ğimi sanmıyorum» hadisin diğer bir varyantında ise : «Hac menasikini benden alınız.» buyurmuştur.
Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve îbn-i Mace; Ubade tbn-i Samit'den Hz. Peygamber" İn «Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı dört şahid ge tirin, eğer şâhidlik ederlerse, o kadınları Ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir (çıkar) yol gös-terinceye kadar evlerde hapsedin.»[16] ayeti hakkında şöyle dediğini naklederler. «Benden alınız, benden alı nız (benden öğreniniz) Allah onlara bir çıkar yol gös terdi» Bekar'm bekarla zina etmesinin cezası yüz dey-nek ve bir yıl toplumdan tecrid edilmektir. Evli kim selerin zina cezası ise yüz değnek ve recmedilmektir. [17]

Sünnetin Kur'an-I Açıkladığına Örnekler

Allah Tealâ bir âyet-i kerimede «Namazı kılın ze katı verin» buyurmuştur. Ancak Namazın ne rek'at sayılarını, ne nasıl kılınacağını, ne de vakitlerini açık­lamadığı gibi, farzlarını, sünnet ve vaciplerinden ayrı olarak" da zikretmemiştir. Bütün bunları Hz. Peygam-ber'in sünneti izah etmiştir. Aynı şekilde Kur'an, ze katın ne zaman vacip olacağını da belirtmemiştir. Ay rıca nisap miktarını, zekat olarak verilecek birimi ve nelere zekat düşeceğini de belirtmemiştir. Bütün bun ları yine sünnet belirgin olarak ortaya koymuştur.
Allah Teâlâ, başka bir âyette «erkek hırsız ve ka dın hırsızın yaptıklarından ötürü Allah tarafından ib ret verici bir ceza olarak ellerini kesin, Allah azizdir, hakîmdir»[18]buyurmuş ancak ceza gerektirecek hır sızlığın ne olduğunu, ellerin nereden nereye kesile ceğini müphem bırakmış yine bütün bunları sünnet açıklığa kavuşturmuştur.
Yine Allah bir âyette «Ey insanlar" İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan isi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.»[19] buyurmuş, fakat içki içene verilecek cezayı tâyin etmemiştir, bu haddi tayin edende yine sünnet olmuştur.
Başka bir âyette «zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız Allah'ın dinini tatbik hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın...[20] buyurmuş, bu
hükmün kimlere uygulanacağını belirtmemiştir. Sün net bu hükmün bekarlar için olduğunu söylemiş, ev lilerin cezasını ise recm olarak tesbit etmiştir.
Başka bir âyette «(savaştan) geri kalan üç kişi nin de Allah tevbelerini kabul etti, yer yüzü genişli ğine rağmen, onlara dar gelmiş ve vicdanları kendi­lerini sıktıkça sıkmıştı.» [21]buyurmuş, bunların kıssa ları ve işledikleri suçu açıkça ortaya koymamıştır. Sünnet, bunları en güzel bir şekilde açıklamıştır. Bun lara benzer sayısız örnekler verilebilir. Öyle ki eğer sünnet, Kur'an'ı açıklamasaydı bir çok husus bize ka palı kahr, onu anlamamız güçleşirdi. Sahabe ve Tâ bi un bu gerçeğin farkındaydılar.
İbnu'l Mübarek, İmran b. Husayn'in «siz bazı ha disler rivayet ediyorsunuz ki aslını Kur'anda göremi yorum» diyen bir adama şöyle dediğini rivayet eder : «Sen ahmak bir adamsın, sen Allah'ın kitabında, öğle namazının dört rekat olup kıraatin onda açıktan ol mayacağını bulabiliyor musun?- Sonra İmran b. Hu-sayn adama sıra ile namaz, zekat ve benzeri husus larda aynı tarzda sorular yönelterek sonunda, sen bütün bunları Allah'ın kitabında açık bir şekilde gö rebiliyor musun? diye sorduütan sonra şöyle der: «Al lah'ın kitabı bütün bunları kapalı bırakmış, sünnet ise bunları açıklığa kavuşturmuştur.»
İmam Evzai, Hassan b. Atiyye'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Hz. Peygamber'e vahy geliyor, Hz. Ceb rail de bir vahyi tefsir eden sünneti beraberinde ge tiriyordu.»
Rivayete göre Mekhulda şöyle demiştir: «Kur'an-ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kuran'a olan ihtiya cından fazladır.» tmam Ahmed'de şöyle demiştir: «Sün net Kur'anı açıklar ve izah eder.» [22]

Sünnetin Teşri'de (Yasama) Müstakil Olması

Sünnet Teşride bazen müstakil olur.[23] Bir kadınla halası veya teyzesini birlikte nikahlamanın haram olu şu, süt kardeşliği sebebiyle getirilen evlenme yasak ları, azı dişli vahşi hayvanlarla yırtıcı pençeli kuş7 ların etlerinin haram oluşu, deniz ölüsünün helal olu şu bir şahid ve yominle yetinerek hüküm vermek gibi sünnetin Kur'an'a ziyade olarak getirdiği hükümler buna örnek olarak verilebilir. [24]

Sünnetin Delil Oluşu

Kendilerine itibar edilen bütün âlimler sünnetin (dinde) delil oluşunda ittifak etmişlerdir. İster beyan sadedinde olsun isterse müstakil hüküm getirsin bu böyledir. İmam Şevkâni bu konuda şöyle der : «Sün netin delil oluşu, ve hüküm koymada müstakil oluşu dini bir zorunluluktur. Buna ancak İslâm'dan nasibi ni almayan kimseler muhalefet ederler.[25] İmam Şev kâni bu hususta haklıdır. Çünkü sünnetin delil oldu ğuna sadece Hariciler ve Râfizîler itiraz etmişlerdir. Bunlar Kur'anın zahirine sarılıp sünnetleri ihmal ederek sapıtmış ve saptırmışlar, doğru yoldan ayrılmış lardır.[26]
Kur'an ve sabit olan sahih sünnet Hz. Peygam berden sadır olduğu tesbit edilen herşeyin delil oldu ğuna dair pek çok hüküm ihtiva etmektedir. Allah Tealâ şöyle buyuruyor: «De ki Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin...»[27] başka bir ayette «Ey iman edenler Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve âhiret gününe inanmış-sanız onu Allah'a ve Resulüne götürün.» [28]Meymun b. Mihran ayetteki Allah'a götürmekten maksadın onun kitabına başvurmak, peygambere gö türmek ise sağlığında bizzat kendisine, ölümünden sonra da sünnetine baş vurmak olduğunu söylemiştir.
Başka bir âyette ise şöyle buyuruyor: «Hayir; Rab-binc andolsun ki aralannda çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra senin verdiğin hükmü içlerin de bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe îman etmiş olmazlar.» [29] Ayet Hz. Peygambor'in hem Kur'an'la hem de sünnetle vardığı hükümleri içine almaktadır. Hatta âyete göre Kur'an ve sünnetin getirdiklerini zahiren kabul etmek yetmez bilakis onla ra kalben rıza gösterip benimsemek gerekir.
Bir başka âyette ise «Her kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur» [30] Burada Allah Teala, Peygamber'e itaati kendisine itaat olarak saymış ve ona muhalefet etmekten de sakındırarak şöyle demiş tir : «Onun buyruğuna aykırı hareket edenler başla rına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir aza ba uğramaktan sakınsınlar [31] Eğer Resul'ün emri de li) ve bağlayıcı olmasaydı ona muhalefetten dolayı ateşle tehditte bulunulmazdı.
Allah Teâla buyuruyor : «Gerçek şu ki Resulullah'-da sizden Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı uman lar için en güzel bir Örnek vardır. ..»[32] Bir başka ayet te «...Resul size neyi verirse alınız neden yasakladıy-sa kaçınınız...» Allah Teâla, Resul'ün emrini tabi olun ması gereken bir vecibe, yasak kıldığı şeylerin de ka çınılması gereken bir husus olduğunu belirtmiştir.
Bu konuda pek çok ta hadis vardır. Bunlardan birisi: Ebu Davud'un Sünen'inde Mikdad bin Madi-keribten rivayet ettiği Hz. Peygamber'in şu hadisidir: «Biliniz ki bana Kur'an ve beraberinde bir misli ve rilmiştir. Haberiniz olsun ki; yakın bir gelecekte (mal ve mevki ile mağrur olan) bir takım ahmak kimseler çıkıp koltuklarına yaslanarak şöyle diyecekler: «Size düşen Kur'ana sarılmaktır. Onun helal dediğini helal, haram dediğini de haram sayınız.» bilin ki; ehli merkeblerin etleri, aza dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızasıyla bıraktığı dışında zımminin kaybettiği mah da helal değildir. Her kime bir misafir gelirse ona düşen onu ağırlamaktır. Şayet ağırlamazlarsa bunun bedoiini ondan alabilir.» [33]
îmanı el-Hattâbî «Bana kitab ve beraberinde bir misli verildi» ifadesinin iki manaya geldiğini söyler.
Birincisi yâni zahir, metluv vahy ile birlikte ken disine gayri mettuv oian bfttıni bir vahy verilmiştir.
İkincisi; Kur'an kendisine, okunan bir vahy ola rak verilmiş, onun açıklaması olarak da bir misli da ha verilmiştir. Yâni Hz. Peygamber'e kitabı açıklama yetkisi verilmiştir. (Bu yetkiye dayanarak) has ifa deleri ta'mim, âm. olanları da ,tahsis ediyor. Kitaptaki kapalı ifadeleri açıklayarak zâid hükümler getirebi liyor. Böylece sünnetin kabulü ve kendisiyle amel et menin mecburiyeti aynen tilavet olunan Kur'an gibi oluyor.
Buradaki «...mal ve mevkii ile mağrur ahmak kim seler...» ifadesi ile Hz. Peygamber Kur'an'da zikredil meyen sünnete muhalefet etmekten sakındırıyor. Ki hârici ve râfizîler bu kanaate sahip olmuşlardır. Bunlar Kur'an'ın zahirine sarılıp onun açıklamasını içeren sünnetleri terketmişler, böylece şaşkına dönüp sapıtmışlardır.lü
«Koltuğuna yaslanarak» ifadesiyle de «Bunların lüks vo konfou*içerisinde evlerine yapışıp kalan kim seler olduklarını, ilmi asıl kaynaklarından almadık larını kastediyor. [34]
Bu hadis aynı zamanda Hz. Peygamber'in bir mu cizesine delalet etmektedir. Nitekim ilk devirlerde ol duğu gibi son asırlarda da hadisleri bırakıp Kur'anla yetinmek gibi kötü bir davayı savunan gruplar orta ya çıkmıştır. Bunların maksadı dinin yansını yıkmak tır. Sen dinin tamamını yıkmak da diyebilirsin. Çün­kü sünnet safdışı bırakıldığı zaman şüphesiz bu üm metin Kur'an'ınm pek çok âyetini anlayamamasına Allah'ın muradının ne.olduğunu idrak edememesine yol açacaktır. Sünnet reddedilip Kur'an da anlaşıl madığı zaman vay İslâm'ın haline...
Irbâd b. Sâriye'den merfu olarak gelen bir riva yete göre (Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur) «Be nim sünnetime ve hidayet üzere olan râşid hâlifeleri­min sünnetine de yapışın. Ve onlara sımsıkı sarılınız.»
Bu hadisi Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmiş, (Tir-nıizi'ye göre) sahih ve hasen bir hadistir.*
el-Hâkim ibn-i Abbas (ra)'dan Hz. Peygamberi mizin veda hutbesinde şöyle dediğini nakleder: «Şey tan sizin yurdunuzda tapılmaktan ümidini kesmiştir. Ancak bu perestiş'in ötesinde sizin önemsemediğiniz bazı konularda kendisine itaat edilmesinden memnun kalır. İşte bundan sakınınız. Size (iki) şey bıraktım, onlara yapıştığınız müddetçe dalalete düşmezsiniz. Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti.» Bunun ben zerini İmam Malik, el-Muvatta'ında rivayet etmiştir.
Bu hadisten açıkça anlaşıldığına göre hüküm çı karmada sünnete baş vurmak, Kur'an'a başvurmak gibi, zorunludur. Sahabe Allah onlardan razı olsun sünnet ve hadisin (dinde) delil olduğunda özellikle Kur'anda bir aslı olmasa bile ve onunla amel husu sunda icma etmişlerdir. Ri/. onlardan hiç birisinin bu icmaa muhalefet ettiğini de bilmiyoruz. Onlardan bi risi yeni bîr durumla karşılaştığı zaman önce hükmü nü Allah'ın kitabında arardı. Bulamazsa sünnete baş vururdu. Orada da bulamadığı takdirde Kur'an, sün net ve usul çerçevesinde ictihad ederdi.
Onlara bu sağlam esası koyan Hz. Peygamber ol muştur. Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönde rirken ona «Sana bir dava geldiği zaman ne île hüküm verirsin» diye sorar, Muaz (r.a) -Allah'ın kitabıyla» diye karşılık verir. Eesulullah ya orda da bulamaz-san» deyince Muaz; «ResuLullah'ın sünnetiyle hüküm veririm» der. Hz. Peygamberin «Orada da bulamaz isen» demesi üzerine Hz. Muaz «bütün gücümü sar-feder ictihad ederim»der.[35]
Bunun üzerine Hz. Peygamber Muaz'ın göğsüne vurarak şöyle dedi: «Resulünün elçisini Allah ve re-sulunun rızasına götüren şeylerde muvaffak kılan Al­lah'a hamdolsun.»
Sahabe; Allah'ın «...Resul sîze neyi vermişse alı nız neden yasakladiysa kaçınınız» âyetinden sünnetin getirdiği her şeyin Kur'an'a dayandığını anlamışlardır.Buhari SahüYinde Abdullah b. Mesud'dan gelen şu rivayete yer vermiştir. «Dövme yapan ve yaptıra na, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini seyre İtti ren[36] Allah'ın yarattığını değiştiren kadınlara Allah lanet etsin.» Bunu duyan Sahabeden Ummu Yâ-kub[37] (isminde bir kadın) bu da ne demek? deyince Abdullah b. Fvtesud; «Rasulullahın lanet ettiğine ben neden lanet etmeyeyim ki «bu da Allah'ın kitabında vardır.* der. Kadın «Allah'a andolsun ki Kur'an'ı ba şından sonuna kadar okudum. Fakat böyle birşeye rastlamadım.» der. İbn Mesud «Allaha andolsun ki dikkatlice okumuş olsaydın bulmuş olman gerekirdi.» Zira Allah Tealâ şöyle buyuruyor «...Resul size ne ver mişse onu alın neden yasakladıysa ondan kaçmm ...»[38]
İşte bu âyet Kur'an'da zikri geçmeyen her konu da sünnetin getirdiği hükme bir asıl teşkil eder. Sa habeden sonra gelen ulema da bu apaçık yolda yürü­müşlerdir. Rivayet edilir ki İmam Şafii (raî bir gün Mescid-i Haram'da oturmuş insanlara konuşurken şöy le demiştir : «Bana sorduğunuz herşeyin cevabını Kur1-an'dan verebilirim» Bir adam «ihramda iken eşşek arısı öldürenin hükmü nedir?» diye sorar. İmam «bir şey gerekmez» diye cevap verince adam «bu Allah'ın Kitabının neresinde var?» der. İmam ise yukarıdaki âyetle karşılık verir.
Arkasından da Hz. Ömer'in «Ihramlı kimse eşşek arısını öldürebilir» dediğine dair isnadı ile birlikte bir rivayet zikreder.
İbn'i Abdi'l Berr «Kitabu'I îlm»[39] adlı eserinde «Ab-durrahman b. Yezid'den şöyle bir rivayette bulunur. Bir gün o «ihramlı iken elbise giyen birisine rastlar (onu bundan menedinceî adam; «buna dair bir ayet. getirirsen» çıkarırım der. Bunun üzerine O söz konu su âyeti okumaya başlar. [40]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:00 am

Sünneti Kur'an'a Arz Hadisi

Sünnetin teşride müstakil olmadığını savunanla rın ileri sürdükleri şöyle bir hadis vardır: «Size ben den bir hadis gelirse Allah'ın kitabı ile karşılaştırın. Ona uygun düşerse alın, muhalif olursa terkedin». Hadis imamları ve uzmanları bu hadisin hadisleri sai1-dışı bırakmak gibi kötü emellerine erişebilmek için zındıklar tarafından Peygamber'e iftira edilerek uydu rulmuş bir haber olduğunu açıklamışlardır. Bazı imam lar bu hadisi Kur'an'a arzetnıiş ve şöyle demişlerdir: «Biz bu hadisin kendisini Allah'ın kitabına arzetük, bizzat onun Kur'an ayetlerine ters düştüğünü gördük : «...Resul size ne verdiyse alınız, neden yasakladıysa kaçınınız...» «...de ki eğer Allah'ı seviyorsanız bana. uyun ki'Allah da sizi sevsin...» «...kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur...»[41]
Görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim bu hadisi yalan lamış ve reddetmiştir.
Bazı müştekrikler ve sömürgelerine alet olan ba zı yaverleri sönüp gitmiş olan bu çirkin iddiayı yeni den hortlatmaya teşebbüs etmişlerdir. Ancak Allah Teala eskiden bu düşünceyi savunanlara karşı hakkı savunacak ve hilelerini kursaklarında bırakacak kim seler var ettiği gibi şimdi de bunu yapacak kimseler hazırlamıştır. «...Kafirler hoşlanmasalar da Allah nu runu tamamlamaktan asla vazgeçmez...» [42]

Sahabenin Hadis Ve Sünnete Verdikleri Önem

Sünnetin dindeki yeri ve Kur'an-ı Kerim'deki ko numu dolayısıyle Sahabiler Hz. Peygamber'in hadis lerine son derece büyük önem vermişlerdir. Kur'an'a gösterdikleri Özeni ona da göstermiş, onu lafzı ya da manasıyla ezberlemiş ve anlamışlardır, sünnetin mak sat ve gayelerim kendilerine has Arap selikasıyla Hz. Peygamber'den duydukları sözler ve müşahade ettik leri davranışlar ve hadislerin vücud sebebleriyle id rak etmişlerdir. Bu konuda anlayamadıkları bir müş külle karşılaştıklarında Resulullah (as)'a sormuşlardır.
Sahabiler Allah'ın vahyi ve Hz. Peygamber'in sün-, netini işitmeye o kadar büyük ehemmiyet vermişler ki, bunu münavebeli olarak ta'kib etmişlerdir. Buhari Sahih'inde Hz. Ömer (ra)'den söyle bir rivayette bu lunur. «Medine'nin yüksek bir semti olan Umayye b. Zeyd oğullan[43] mahallesinde (otururken) ensardan bir komşum vardı. Resulullah'ın meclisine sırayla bir1 gün O, bir gün de ben giderdik. Ben gittiğim vakit ogün gelen vahy ve diğer şeyleri O'na bildirirdim, O gittiği zaman aynı şeyi o bana yapardı.[44]
Sahabe böylece dünya ve ahiret menfaatlerini bir leştirmişlerdir. Ne dinleri onları dünyalarından ne de dünyaları dînlerinden alakoymuştur.
Biz biliyoruz ki Kur'an ve sünnet ilim ve âlimle rin fazileti ile doludur. Yine biliyoruz ki Sahabe sün netin dinin ikinci aslı olduğunu biliyor, Resulullah'ı kendi nefislerinden çok seviyor, onu dinlemekten bü yük bir manevi haz duyuyorlardı. Konuştuklarının vahy ürünü olduğuna inanıyorlar, ondan işittikleri şeylerini iman ve takva için bir gıda[45] ve bunun cen nete giden bir yol olduğuna kanaat ediyorlardı.
Bütün bunlardan biz sahabenin sünnet ve hadis leri dinlemeye ne kadar düşkün olduklarım tasavvur edebiliyoruz. Onların bu durumu apaçık bir gerçektir.
Sahabe sünnetin bütün insanlara tebliğ edilmesi gereken bir din olduğunu bildikleri için buna azami derecede itina göstermişlerdir. Hz. Peygamber de çok defa şu sözünde olduğu gibi onları buna teşvik ederdi; «Benim sözlerimi işitip, belleyen ve onları işittiği gibi başkalarına aktaranın A Hah yüzünü ağartsın. Çünkü nite, söz kendisine sonradan ulaşan kimseler vardır ki: Onu bizzat işitenden daha iyi kavrarlar.» Başka bir rivayet şöyledir: «Nice fıkıh taşıyanlar var İti fa-kîh değildir. Nice taşıyanlar da kendilerinden daha fakîh olanlara fıkıh iletirler.» Bunu İmam Şafii ve Beyhaki el-Medhâl'inde rivayet etmiştir.
Resulullah Meşhur Vecla Haccı hutbesinde şöyle buyuruyor; «Burada hazır bulunanlar bulunmayanla ra tebliğ etsin, çünkü burada bulunan kendisinden daha iyi kavrayan birisine ulaştırabilir.» (Bunu da) Buhari Salıih'inde rivayet etmiştir.[46]
Hz. Peygambere bir heyet geldiği zaman onlara Kur'an ve sünneti ve onlara bunları iyi öğrenip baş kalarına ulaştırmalarını tavsiye ederdi. Buhari'de geç­tiğine göre Abdu'l Kays kabilesi temsilcilerine şöyle tavsiye etmiştir: «Bunları iyi belleyin ve buraya gel meyenlere bildiriniz.» Başka bir rivayette «hemşeri-lerinize dönün ve bunları öğretin»[47] buyurmuştur.
Hz. Peygamber onlara sürekli şu hadisi telkin edi yordu. *Her kim ilmi gizlerse kıyamet gününde ağ zına ateşten, bir gem vurulur.» Bunun için sahabe sün netleri muhafaza etmeye lafzı veya manasıyla ezber leyip tebliğ etmeye oldukça önem vermişlerdir. [48]

Hz. Peygamber Döneminde Hadis Yazımının Yasaklanması

İki sebepten dolayı hadisler Hz. Peygamberin dö neminde tedvin edilmemiştir:
Birincisi: Yazım âletlerinin fazla miktarda bulun mayışı ve sahabenin kıvrak zekalarına ve ezberleme gücüne olan güven.
İkincisi: Hz. Peygamber'in yalnız Kur'an'ın yazı lıp, hadislerine yazılmasını yasaklayan bir emrinin mevcudiyetidir.
Müslim, Sahih'inde Ebu Said el-Hudri (ra) 'den Re-sulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «Kur' an'ın dışında benden işittiğiniz hiç bir şeyi yazmayın, her kim böyle bir şey yazdıysa onu imha etsin.» Bu nun için selef ulemasından bazıları hadislerin yazıl masını hoş karşılamamışlardır.
Hz. Peygamber'in yazılmasını yasaklamasının ba zılarının onları Kur'an'la karıştırmaları endişesinden kaynaklandığı açıktır. Ya da özellikle ümmî olan in­sanların Kur'an'ı bırakıp hadislerle meşgul olmala rını önlemek içindir. Veya bu yasak sadece hafıza sına güvenenler içindir. Ancak okuma-yazma bilme­diğinden dolayı Kur'an ve sünneti birbirine karıştır masından emin olunan kimse veyahut duyduğunu unutmaktan ya da iyi muhafaza etmekten korkan kimsenin yazmasında bir mahzur yoktur. Hz. Peygam ber'in bazı sahabilerden Hadis yazmasına müsade et tiğine delalet eden haberler bu şekilde yorumlanabilir.
Ebu Davud, el Hakim ve başkaları Abdullah b. Amr b. As'dan şöyle rivayette bulunmuşlardır. «Re-sulullah'a dedim kij Ey Allah'ın Rasulu senden duy­duğum herşeyi yazabilir miyim, Resulullah «evet» de di. Ben «sakin halinizde iken de kızgın halinizde iken de mi» diye sordum. Resulullah «evet», benim her ha limde de benden haktan başka bir şey sâdır olmaz.» buyurur.
Buharı de, Ebu Hureyre (ra)'den şöyle bir riva yette bulunmuştur. «Resulullahın ashabı içerisinde Abdullah b. Amr b. As hariç benden daha fazla hadis bilen hiç kimse yoktu. Çünkü O duyduğu hadisleri ya zardı ben ise yazmazdım.» Abdullah gibi olanlar Kur' an ve hadisi karıştırmaktan emin olunan kimselerdir.
Tirmizi de, Ebu Hureyre (ra)'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Ensardan bir kişiHz. Peygamber'in mec lisinde oturup onun sözlerini dinlerdi. Bu sözler çok hoşuna gider ancak ezberleyemezdi. Bunun üzerine bu durumu Hz. Peygambere şikayet edince Resulullah eliyle yazıya işaret ederek ona yazmasını salık verdi.
Buharı ve Müslim Sahih'lerinde «Yemenli Ebu Şah'ın Hz. Peygamberden Mekkenin fethi sırasında irad ettiği hutbenin kendisine yazı verilmesin i istemiş o da «Ebu Şah'a (hutbeyi) yazıverin» dediğini rivayet etmişlerdir.
Yine Buhari Sahih'inde şu rivayete yer verir: «Hz. Ali'ye Kur'andan başka kendilerine Hz. Peygam-ber'den kalan bir şeyin olup olmadığı soruldu. O; «Ha­yır, canlıyı yaratan, tohumu yaran Allah'a yemin ol sun ki, (Bizim'yanımızda) Kur'an'dan başka sadece kendi kitabını anlayışı hususunda Allah'ın bir kulu­na verdiği anlayış ve bir de şu sayfadakiler var» dedi. IRavi) Hz. Ali'ye «o sayfada neler var» deyince O, «di yet, esirlerin salıverilmesi ve bir kafire karşılık Müs-lümanın öldürülmemesi (ile ilgili hükümler) vardır, diye karşılık vermiştir.
Ayrıca Hz. Peygamber'in zekat, diyet ve miras ile bazı uygulamaları Amr b. Hazm ve diğer bazı (Vali lerine) yazdığı tesbit edilmiştir.Bazı alimler hadislerin yazılmasına izin veren ha berlerin yasak getiren hadisleri nesh ettiği görüşünde dirler. Çünkü yasaklama İslâm'ın ilk dönemlerine te sadüf eder ki bu zamanda ashabın Kur'an'ı bırakıp hadislerle uğraşmaları veya Kur'an dışındaki bazı şey leri ona karıştırmaları endişesi sözkonusuydu. Daha sonraları bundan emin olununca yasaklama kaldırıl dı. Nesh görüşünü destekleyen hususlardan birisi de izne dair bazı hadislerin sonraki tarihlere rastlama-sıdır. Nitekim yazmaya dair hadisin ravisi olan Ebu Hureyre hicretin 7. yılında müslüman olmuş, Ebu Şah olayı ise Mekke'nin fethedildiği tarih olan hicri 8. senesinde vuku bul muştur.
Her hal-u karda Resulullah'ın dönemi bittiğinde sahabe arasında hadis yazanların sayısı pek fazla de ğildi. [49]

Hz. Peygamberin Vefatından Sonra Hadis Yazımı

Hz. Peygamber, Hakk'ın rahmetine kavuşur ka vuşmaz sahabeden hadis yazanların sayısı artmaya başladı. Daha sonra Tâbiun'dan da yazanlar olmuş ve hadis yazımını sahabeden de ileriye götürmüşlerdir. Said b. Cubeyr'den rivayet edildiğine göre; O, ibn-i Abbas'tan duyduğu hadisleri bineğin üstünde yazmış, binekten inince de onları silmiştir.
Abdurrahman b. Ebiz'zenâd babasından şu riva yette bulunmuştur: «Biz helal ve haram (bildiren ha disleri) yazardık İbn-i Şihab (ez-zuhr-i) ise her duy­duğunu yazardı. Ona ihtiyaç duyulduğu zaman O'nun ne kadar âlim biri olduğunu anladım» Hişam b. Urve'den rivayet edildiğine göre Yezid b. Muaviye zama nında bütün kitapları yanmış ve bunun için o şöyle demiştir: «Keşke malım ve ehlim telef olsaydı da ki taplarım yanmasaydı.»
Hz. Ömer (ra) hadisleri biraraya toplayarak ya zıya dökmek istemiş ve bunun için sahabe ile istişare etmiştir. Sahabe yazması yönünde görüş beyan edin ce bir müddet bu konuda istihareye yatmış ancak Allah ona bir şey göstermemiştir.
Beyhaki Medhal'inde Urve b. Zübeyr'den şu riva yette bulunur. Hattab oğlu Ömer (ra) sünnetleri yaz mak istedi ve bunun için sahabe ile istişare etti. Ancak sahabe görüş belirttikten sonra bir ay bu ko nuda istihareye yattı. Bir sabah Allah ona bir yol gösterdi ve şöyle dedi; «Ben sünnetleri yazmak iste dim ancak sizden önce bazı kavimleri hatırladım, on lar birtakım kitaplar yazdılar ve onlara yönelerek Allah'ın kitabını terkettiler. Allah'a andulsunki ben kesinlikle Allah'ın kitabına bir şey karıştırmayacağını [50]

Genel Olarak Hadis Tedvini

Râşid Halife Ömer b. Abdula/.i/ dönemine kadar du rum böylece sürüp giltİ. Yani kimisi hadisleri yazıyor, kimisi yazmıyordu. Ömer b. Abdula/.i/. Hak ile batılın bir birine karışmasından veya sünnetlerin kaybolmasından korkarak hadislerin toplanıp tedvin edilmesini istedi. Za man birinci yüzyılın başıydı. Diğer şehirlerde ilimleriyle tebarüz etmiş kişilere mektup göndererek hadislerin top lanmasını emretti. Ayrıca valilerine de bu emri bildiren birer mektup yazdı.
İmam Mâlik, Muhammed b. Hasan eş-Şeybftni ta rikiyle gelen şu rivayete Muvatla'da yer verir. : «Ömer b. Abdulazİz Hbû Bekr b. Muhammet! h. Amr ile Hazm'a yazdığı mektupla şöyle dedi : «11/.. IVygunıher'in hadi.\-Jeti, sünnetleri veya Hz. Ömer'in sözleri vb. gibi şeyleri bul ve yaz. Zira ilmin ve alimlerin kaybolmasından korkuyorum.» (Ayrıca ona) Ensar'dan Aınrc binli Abdiı'rah-man ve Kasını b. Muhammed b. l-'bu ttckr'in yanında ne varsa yazmasını tavsiye elli.
Buharı bir Ta'lik[51]'iıulc şöyle der; Ömer b. Abdül-aziz Ebu -Bekr b. Mazm[52]a ya/.dgı bir mektupla şu\lc dedi : «Kendi beldende Hz. Peygamberin hadislerinden ne bulursan yaz. Zira ilmin ve âlimlerin yokolmasından korkuyorum» Tarih-i Isbahan adlı eserinde Ebu Nuayın Ömer b. Abdilazi/'den onun bütün bölgelere mektup gön dererek «Hz. Peygamber'in hadislerini toplayınız» dediği ni nakleder.
Adil halife Ömer b. Abdulaziz'in mektup gönderdiği kişilerden birisi de Hicri 124'de velal eden Hicaz ve Şam ehli âlimlerinden Medineli büyük İmam Muhammed b. Müslim b. Şihab ez-Zührî'dir. [53]

Tedvin Hareketinin Hızlanması

Her şehir merkezinde âlimler, kendilerine verilen bu görevi en güzel şekilde gerçekleştirdiler. Hadis ve sünnetleri seçerek toplamaya yöneldiler. Sahibini zayıfından, makbulünü merdudundan ayırdılar. Seleften hiç kimse hadisleri yazmakta bir sakınca görmedi. Daha önce ara larında bulunan hadis yazımı ile ilgili ihtilaf da bu şe kilde ortadan kalkmış oldu ve bu konu istikrara kavuş tu. Hadis yazımının cevazı konusunda hatta bunun müslahab bir davranış olduğu hususunda, icma hasıl oldu. İlmi tebliğ etmekle mükellef olan ve fakat onu unutmak tan korkan birisi için vacip olduğu uzak bir görüş olmasa gerektir.[54]
Hadis ilminde ilmi tedvin hareketi gelişti. Sıdk ve emanet sahibi araştırmacı, bir topluluk bu kıymetli işin sonunda sıcak yaatklarından uzaklaşarak hokka ve defter lerine sarıldılar. Bu uğurda zor işlere katlandılar. Defter ve okkalarını yanlarından ayırmayarak şeyhlerle bir ara ya gelmeye ve hadisleri direk ağızlarından almaya gayret gösterdiler. Bu yolda uzun geceleri uykusuzlukla geçirdi ler, ıssız çöl ve çorak arazîleri katettiler. Muhtelif şehir ve bölgeleri dolaştılar. 0 günkü vasıtalarla yolculuk zor ol duğu, imkânlar elvermediği halde ilim ve hadis rivayeti için üstün bir örnek oldular ki bu sayede (isimleri) ebedi kalan âlimler zümresine katılmış oldular.
Hadis ve sünnet için altmçağ kabul edilen yaklaşık olarak üçüncü asırda hadislerin toplanması sona erince ye kadar âlimler hadisleri toplamaya, tenkid ederek ayır maya. Sahih, Sünen ve Müsned'leri telif etmeye devam
ettiler. Bu asrın son bulmasıyla cerh ve tâdil ile tenkid işi de neredeyse sona ermişti. Daha sonra hadis kitaplarım tertib etmek, düzene koymak ve onlara istidraklerde (yani eksik ve hatalı yönlen bulmak) bulunmak gibi işler baş ladı. Bu da dördüncü ve onu takibeden asırlarda devam elti.
Netice olarak (konuyu) şöylece özetleyebiliriz :
Sünnet, aradan uzun bir süre geçmeden tedvin edil miştir. Özel bir anlamda tedvin Hz. Peygamber'in döne minde başladı. Sahabe asrında ve Tâbiun asrının ilk yıl larında gulişli, Tâbiun asrının sonlarında ise genel bir hüviyete kavuştu. Üçüncü asrın sonlarına kadar bu ge-lişme .sürdü ve tamamen olgunluğa kavuştu ki, bu üç asır kurtuluş, hidayet ve doğru yolda ilim, amel ve İman gibi yüce hasletlere şûhid oîan asırlardır. [55]

İlim Uğruna Yapılan Seferler

İslâm âlimlerinin özellikle hadis imamlarının ve onu derleyenlerin en belirgin özellikleri şüphesiz çok göç etmeleri ve uzun yolculuklara çıkmalarıdır. Onlar sahabe nin ve sahabeye en güzel şekilde uyan tâbiunun sünneti üzere yürüdüler. Onlardan birisine sika raviler kanalıyla bir hadis ulaşınca bununla İktifa etmiyorlardı. Bilakis hadisi vasıtasız olarak ilk ravîsinden almak için gece gün düz demeden yolculuğa çıkıyorlardı. Sahih-i Buhaii'dc kesinlik ifade eden bir siga ile yapılan talike göre Cahit-b. Abdİllah el-Ensari Abdullah b. Uneys'ten bir hadis almak için, bir aylık yolculuğa çıkmıştır.
Buhari'nin «el-Edebu'l Mufred»inde İmam Ahmed ve Ebu Yâla'nın «ei-Musned»]erinde naklettiklerine göre kıssanın tamamı şöyledir :
Abdullah b. Muhammed b. Ukayl Câbir b. Abdillah'ın şöyle dediğini işittiğini söyler; «Bir adamın Hz. Peygamber'den bir hadîs işittiğini Öğrendim. Bir deve satın alarak, bineğimi hazırladım ve bir aylık yolculuk sonunda Şam'a vardım. Bir de baktım ki Abdullah b. Uneys(miş). Ka pıcıya «Câbir'in kapıda olduğu söyle dedim. O, «Abdullah oğlu Cabir mi?» diye sordu. Ben «evet» deyince çıkıp boy numa sarıldı. Ona «Senin Resulullah»tan bir hadis duy duğunu işittim. Senden işitmeden önce Ölmekten kork tum» dedim. O da şöyle dedi: «Hz. Peygamberin şöyle dediğini işittim; «İnsanlar kıyamet günü çıplak olarak haşralacaklar.»
Yine Câbir'in şöyle dediği rivayet edilir: «Hz. Pey-gamber'in kısas konusunda bir hadisi olduğunu duydum, hadisin asıl ravisinin Mısır'da olduğunu öğrendim bir deve satın alarak Mısır'a kadar gittim adamın kapısına vardım...» bundan sonrası ilk kıssa da geçtiği gibidir.
Taberani, Mesleme b. Mahled'den Câbir'in kendisine gelerek şöyle dediğini nakleder : «Senin, müslümanın aybını örtmek ile ilgili bir hadis rivayet ettiğin bana ulaş tı. Onu bana da söyler misin...» anlaşıldığına göre Cabir, bu gaye için farklı seferler düzenlemiştir.
îmam Ahmed'in munkatı bir senedle rivayet ettiği ne göre büyük sahabi Ebu Eyub el-Ensari müslümanın aybını örtmek hususunda rivayet ettiği bir hadis için Ukbe b. Amir el Cuheni'ye gitmiştir.
Ebu Davud, Sünen'inde Abdullah b. Bureyde tarikiyle sahabeden birisinin Fadale b. Ubeyd'den bir hadis almak için Mısır'a gittiğini rîakleder.
Tâbiun ve onlardan sonra gelen âlimler de bu yol üzere yürüdüler.
Hatip [el Bağdadi] Ubeydullah b. Adiy'in şöyle de diğini rivayet eder: «Ali'nin yanında bir hadis olduğunu duydum. O'nun ölmesinden ve bu hadisin kaybolmasın dan korktum yola çıktım ve Irak'a gidip kendisini buldum.»
imam Malik'in Yahya b. Said'den rivayet ettiğine gö re Said b. Museyyib; «Ben bir tek hadis için gece, gün düz demeden yolculuk yapardım.» demiştir.
Hatib (el-Bağdadi) Ebu'l Aliye'nin şöyle dediğini nak leder : «Biz sahabeden nakledilen hadisler duyardık an cak gönlümüz buna razı olmaz, onlara gider ve bizzat on lardan dinlerdik.[56]
Şa'bi bir meseleden dolayı verdiği fetva için (birisine) şöyle der : «Sana bu fetvayı karşılıksız verdim ancak bundan daha küçük bir mes'ele için Medine'ye gidiliyordu.»
'Dârimi sahili bir senedle Busr b. Ubeydullah'm : «Ben bir tek hadis için şehirden şehire dolaşırdım» dediğini nakleder. Ebu Kılâbe; «Sadece bir hadis işitebilir miyim diye Medine'de üç gün kaldım» demiştir.
İmam Ahmed'e : «İlim taleb eden birisi âlim birisinin yanında oturup tahsil mi görsün yoksa ilim yolunda seferemi çıksın?» diye soruldu. O da «sefere çıkarak farklı belde âlimlerinden aldıklarını yazsın» diye cevap verir.
İlim ve hadis uğruna uzun yolculuklara katılanlar arasında, Ebu Hanife, Malik, Şafii, Ahmet ve diğerleri de vardır. Muhaddislerden ise sayılamayacak kadar çoktur.
Bunların ilk öncüleri ise: Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, îbn-i Mâce ve Hâkim gibi imamlardır. Bunlardan hayatı boyunca rahat ve istikrarın tadını tat mayanlar vardır. [57]

Hadis Tedvininin Geçtiği Safhalar

Daha önce de belirttiğimiz gibi genel olarak tedvin hareketi hicri birinci asrın sonunda başladı. Farklı beldelerdeki âlimler Râşid Halife Ömer b. Abdilaziz'in da've-tine icabet ettiler. Muhtelif bölgelerde İslâmî ilimler sa hasında otorite olan kişiler hadisleri toplama işine soyun du. Bu geniş sahada âlimler birbirleriyle (adeta) yarış tılar. Medine'de İmam Mâlik (Ö : 179) Mekke'de Ebu Muhammed Abdulaziz b. Cureyc (Ö : 150) Şam'da el-Fuzaî (Ö : 156) Yemen'de Ma'mer b. Râşid (Ö : 153) Basra'da Hammad b. Seleme (Ö : 176) ile Said b. Ebi Arube (Ö : 156) Kûfe'de Sufyan es-Sevri (Ö : 161) Horasan'da Ab dullah b. Mübarek (Ö : 181) Vasıt'ta Huşeym b. Beşir (Ö : 188) Rey şehrinde ise Cerir b. Abdulhamid (Ö : 188) ve daha niceleri birer eser te'lif ettiler. Bunlann tama mı hicri ikinci asırda yaşamışlardır.
Bu asırda müelliflerin metodu hadisleri sahabe söz leri ve tâbiun fetvalarıyla birlikte toplamak olmuştur. Bu husus îmanı Malik'in Muvatta'ında açıkça görülmek tedir.
Sonra hadis tedvini için yeni bir dönem geldi. Ki bu dönemde sadece Hz. Peygamber'in hadisleri toplandı. Bu adım ikinci yüzyılın başında atıldı. Bu adımı atanların bir kısmı müsned tarzında eserler verdiler. Bu da konularına bağlı kalmaksızın bir sahabinin hadislerini, birara-ya getirmekten ibarettir. Mesela namaz ile ilgili bir
zekat ve cihad ile ilgili bir hadis ile yanyana gelebilir, imam Ahmed Osman b. Ebi Şeybe, tshak b. Râhûye vb. gibilerinin müsnedleri bu çeşitdendir. Müsned sahipleri sadece sahih hadislere bağlı kalmayıp hasen ve zayii hadisleri de kitaplarına toplamışlardır.
Meşhur Kûtübü Sitte sahibi gibi bazı hadisciler de ki taplarını fıkıh bablarına göre te'lif ettiler. Bunların bir kısmı sadece sahih hadisleri biraraya getirdiler. Buharı ve Müslim gibi. Bazıları da Sahihin yanında zayıf ve ha sen hadislere de yer verdiler. Ancak bazen buna işaret ederken bazen de buna işaret etmediler. Bu okuyucunun bilgisine ve makbul haberleri, merdud olanlardan; zayıf lan, sahihten ayıracak tenkit gücüne, güvenden kaynaklanıyor. Bunun en güzel örnekleri «Sünenul Erbaa» de-dğimiz Ebû Davud, Tİrmlzi, Nesaî, ve İbn-i Mâce'dir.
Hicri üçüncü asır (200-300) Sünnetin toplanması, ted vini, tenkid ve temyizi bakımından altmçağdır. Hadis imamları ve uzmanları, tenkid konusunda mahir ve sarraf olanlar bu asırda yetiştiler. Nerdeyse sabit olan bütün hadisleri az bir kısmı müstesna içine alan Kütub-i Sitte ve benzerlerinin güneşleri bu asırda parladı. Bütün fakihler, müctehidler, müellifler, öğretmenler, bu eserlere iti-mad ettiler. Tebliğciler, ıslatıcılar ve ahlakçılar, psikolog ve sosyologlar arzu ettiklerini bu eserlerde buldular. [58]

Hadiscilerin Tenkid Ve Dirayete Verdikleri Önem

Hadis imamları hadisleri sağlam kitaplarda topla makla ilgilendikleri gibi kabulü ve reddini gerektiren se-ned ve metin yönlerinden de araştırmaya özen göster mişlerdir. Hakikaten hadisin bu yönleriyle ilgilenmek çok
faydalı ve övgüye değerdir. Çünkü iyiyi kötüden, sahihi illetliden, ayırmak buna bağlıdır. Sünnet bu yolla her türlü uydurmadan korunmuş olur. .islâm Şeriatı bu şe kilde muhafaza edilmiş olur. Bu yönden araştırılan konu lar şunlardır : Sahih, hasen ve zayıf hadisler ve bunlar dan herbirinin durumu, munkati, mu'dal, şazz, maklûb, munker, muztarıb ve mevzu gibi zayıf hadis çeşitleri, bun larla iigili olarak cerh ve tâdil yönünden râvilerin durum ları ve bununla ilgili lafızlar, rivayet ve şartan hadis ta hammülü ve keyfiyeti, eda ve lafızları, (hadisi başkaları na naklederken kullanılan tabirler), hadisin illetleri, ga ribi ve muhlelcfi (çelişkili hadisler), nasihi ve mensubu, ravilerin labakaları, vatanları, ölüm tarihleri ve bunlara benzer bir çok konu ki, hepsine hadis ilimleri ve rical ki taplarında geniş bir şekilde yer verilmiştir.
Biraz ünce hadislerin genel olarak birinci asrın so nunda tedvin edildiğini belirttik. Sakın rivayet ve şart ları, raviler ve sıfatları, cerh ve tâdil gibi konuların o za man olmadığını sanma çünkü bütün bu hususlar kalplere ve zihinlere nakşedilmişti. Bu gibi ilimlerin durumu ha dis metinlerinin durumu gibiydi. Hadisleri toplayan imam lar bunlardan habersizdi denilemez bilakis bunları en gü zel şekilde biliyorlardı. Görünürde olmasa bile 'zihinle rinde vardı. Nitekim hadisleri tedvin ederken rivayetleri kabul konusunda aşın ihtiyata yer vermeleri hadislere yalanın, halta ve gafletin karışmasını önlemeleri husu sunda bize gelenler bunları bildiklerini doğrulamaktadır.
Bu hususu ilk asırlarda yazılan eserlerde açıkça gö rebilirsin. Bu eserlerde metinler ile; tenkid ve rivayet il minin usulü beraber verilmiştir. İmam Safî (Ö : 204)'nin er-Risale'sinde işlediği konular, İmam Ahmed (Ö : 241)'in
talebelerinin, kendisine sordukları sorular ve aralarında geçen konuşma, İmam Müslim (Ö : 161)'in Sahih'inin mu kaddimesinde yazdıkları, İmam Ebu üavud (Ö : 275)'un meşhur Sîmen'inde takib ettiği metod ile ilgili Mekke ehline yazdığı risale, İmam Ebu İsa et-Tirmizî (Ö : 279)'nİn Câmi'inin sonunda aldığı, sahih, hasen ve zayii" hadislerle ilgili «el-İIel» adlı kitabı, İmam Buharı (Ö : 256)'nin ka leme aldığı «Üç tarih»[59] ve benzeri gibi eserler hep bu cüm ledendir.
Bütün bunlardan dolayı rahatlıkla diyebiliriz ki : Ha dis tenkidi, sahih hadisleri sahih olmayandan ayırma işi; müsned, cami ve diğer hadis kitapları te'lif edilirken be raber olmuştur. Bâzı hadis kolleksiyonlarında derecesine işaret edilmeksizin ki bu oldukça azdır zayıf mün-ker ve mevzu haberlere yer verilmesi hadis imamlarının cerh ve ta'dil sahih ye zayıf hadisin şartlarında ihtilaf et melerinden kaynaklanıyor. Cerh konusunda kimisi aşın sert, kimisi yumuşak, kimisi orta yollu davranmıştır. Ba zılarının keşfedemediği illetleri bazıları bulabilmiş. Bu ise, İslâm'da araştırma hürriyetine en güzel Örnektir. Ancak bu hürriyetin ash; hakkı ortaya çıkarmak ve batılı yok etmek içindir, yoksa heva ve arzuları tatmin için değildir. [60]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:01 am

İslâm'da Makbul Rivayetin Şartları

Hadisciler makbul rivayet için öyle şartlar koymuşlar dır ki, bu şartlar; ravinin doğruluğu, nakillerinde yalan, hata ve gafletten beri olduğunu fazlasıyla göstermektedir. Bu şartlan şöylece sıralayabiliriz:
1- Müslüman Olması:
Bu içten ve dıştan İslâm'a teslim olmaktır. Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahire t gü nüne imanı, Allah'ın şeriatı ve hükümlerini kabulü ge rektirir. Gerek ilminde gerekse amellerinde bunlara bağ lı kalması gerekir. Diğer dinlerde de yalan yasak olduğu halde, müslümaıılık şartının konulması şunun içindir : Konu dini bir konudur, kafir, gücü yettiği kadar başka sının dinini yıkmaya çalışır. Ayrıca İnandığı şeylerden dolayı ithama maruz kalmıştır. İtham unsuru baki kal dıkça dinî hususta rivayetlerinin kabulü doğru olmaz. Haberi mü'min değilken almış ve İslam'dan sonra naklet-misse kabul edilir.
2- Mükellef Olnası:
Bu akıl baliğ olmakla tahakkuk eder, çocuk ve de linin rivayeti alınmaz Birincisi şer'an sorumlu olmadığı için onu yalandan alıkoyan bir şey yoktur. İkincisine ge-Îİnce, anlama, ayırma kabiliyetinin olmayışındandır. Tabii ki mümeyyiz olan çocuk buluğa ermeden haberi alır bu luğa kavuştuktan sonra naklederse elbette rivayeti alı nır. Sahabenin Allah onlardan razı olsun İbn-i Abbas, Îbnu'z-Zııbeyr ve Mahmud b. Rebİy gibi gençlerin rivayetlerini kabul hususunda icma etmeleri de buna delalet eder. Sahabeden sonra gelenler de bunu kabul etmiş ve temyiz yaşım beş olarak tesbit etmişlerdir. Bu konuda da Mahmud b. Rebi'nin şu hadisine dayanmışlardır : «Ben beş yaşında iken Hz. Peygamberin ağzına su alıp, yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.»
3- Adalet:
Kişinin takva ve murûet sahibi olduğuna delil olan bir melekedir.
Takva; Allah'ın emirlerini yerine getirmek, yasakla rından da kaçınmaktır. Bu da büyük günah işlememek, küçük günahlarda ısrar etmemek ve bidatlerden uzak ol makla meydana gelir.
Murûet ise; riayet edildiğinde insanı güzel ahlak ve adalet sahibi kılan edep kurallarıdır.
İki şey murûeti yok eder;
a) İnsanı aşağılayan küçük günahlar, küçük önem siz bir şeyi çalmak gibi.
b) İnsanın onurunu düşüren ve onun şerefine ha lel getiren bazı mubah hareketler; yolda bevletmek, edebi aşacak tarzda mizah yapmak. Bu gibi şeyler daha çok örf ve âdellere dayanır.
Hadiscilerin adaletten maksatları ravinin adil olma sıdır. Bu ister erkek ister kadın oîsun, hür olsun, köle olsun gözleri görür olsun, olmasın farketmez. Hadisçiler erkeklik, hürriyet ve görmeyi şart koşmamakta haklıdır lar. Zira birçok hadisi müminlerin anneleri ve başka ka dınlar, Zeyd b. Harise gibi azatlı köleler ve İbn-i Umml Mektum gibi amalar da rivayet etmişlerdir.
4- Zapt:
(Bilgiyi muhafaza etmek) : Bu da iki kısımdır:
a) Ezberlemek suretiyle muhafaza etmek (zaptu'sadr)
b) Yazmak suretiyle muhafaza etmek (zaptu'l-Kitab)
Birincisi; Şeyhinden işitiğini ezberlemesi ve işitti ği andan söyleyeceği ana kadar istediği zaman onu tekrarlayabilmesidir. '
İkincisi; hadisleri yazdığı kitabı muhafaza etmesi ve onu işittiği andan rivayet edeceği ana kadar her türlü değişiklikten korumasıdır. Ravi bu kitabını ancak gü vendiği ve değişiklik yapmayacağından emin olduğu kimseye ödünç verebilir.
Ezberlemek suretiyle muhafaza üzerinde icma mey dana gelmiştir. Ancak yazmak suretiyle muhafazaya tmam Ebû Hanife ve tmam Mâlik gibi büyük imamlar karşı çık-mışlardır[61]. Cumhur'a göre ezberlemek şartıyla kitabından rivayet edenin rivayeti kabul edilir. .
îşte bir ravide bütün bu şartlar tahakkuk edince ri vayeti kabule şayan olur. Bu şartların tamamını taşıyan kimsenin doğru söyleyip söylemediğinden şüphe edile mez, hatta hadiscilerin tenkîd metodlarına, cerh ve ta'dil yollarına, ravinin gerçek durumuna öğrenmek için yap tıkları araştırmalara zan ve töhmet akındaki ravilerin rivayetlerine gösterdikleri dikkate vâkıf olanlar, nerdeyse bu şartlan taşıyan ravilerin yalan söylemelerinin imkan sız olduğuna inanır. Bu hakikat rical kitaplarını okuma yan ve hadisçilerin tenkit metodlarını bilmeyen bazıları na bir demagoji olarak görülebilir. Ama bu söylediklerim bir gerçektir. Bu kitaplar üzerinde derin araştırma ya panlar bilirler. Bilenler de (bu hakikati) itiraf ederler.
Zapt için de biraz önce belirttiğimiz manada or taya .koydukları şartlar rivayetlerinde hata ihtimalini uzaklaştırıyor galatı, hatası çoğalan, ezberleme gücü zayıflayanların rivayetlerini reddetmişlerdir. Aynı şekilde hatası ve sevabı eşit olan ravilerin de rivayetlerini red detmişler ve onları munker olarak kabul etmişlerdir. Onun için hadisçiterin rivayetler hususunda haddinden fazla ihtiyatlı davrandıklarını açıkça görüyoruz. Hadis leri uyanık, zeki ve âdil kimselerden almış ve evham sa hibi, rivayetlerde hata işleyenlerin naklettiklerini terketmislerdir. Bu konuda sade insanın kendisinden kurtula madığı nadir olan hatalaar müsamaha göstermişlerdir.[62]
Nice dindar ve güvenilir kimse var ki hadisçilerin nez-dinde hadis rivayet etmeye ehil değildir. îşte bu konuda bunlar hakkında bize gelen bazı rivayetler:
İbn-i Sirin'in şöyle dediği tesbit edilmiştir : «Bu ilim dinin kendisidir, dininizi kimden aldığınıza iyi bakınız»
Hicret Yurdu (Medine) nun îmarnı, Malik b. Enes bakın ne diyor: «Biz bu mescidde 'falan Resulullah'm şöyle dediğini nakletti' diye (hadis rivayet #eden) nice in sanlarla karşılaştık. Bunların her biri beytu'1-mâlı teslim edecek kadar emin insandı, ama ben onlardan hiç bir. hadis almadım. Çünkü bu işin ehli değillerdi.»
Yahya b. Said el-Kattan da şöyle diyor: «Birçok sa-lih kimse var ki hadis rivayet etmeseydi onun için daha hayırlı olurdu» tabii ki el-Kattan bununla hafıza gücü zayıf olanları kastediyor.
İmam Ahmed «İnsanları kendisinin arzularına uy maya çağıran heva sahibi, yalancı ve hadiste hata edip bu hataları kendisine bildirilince kabul etmeyen dışında herkesten hadis yazılabilir.» demiştir.
Süleyman b.~Musa da şöyle der; «Hadis imamları şöy le derlerdi; timi, hadisleri rivayet yolu ile değil de (orada burada buldukları) sayfalardan elde eÜen kimselerden al mayın. Zira bunlar hadisleri birbirinden temyiz edemezler, kelimelerin yazılışında yanlışlığa düşer ve çok hata ederler.»[63]
Meşhur kitaplarında hadisleri toplayan imamlar sa dece rivayete ve âdil ve zabıt ravilerden şifahi olarak al maya itimad etmişler, yazmayı güven ve muhafazayı ar tırmak için kullanmışlardır. Ta ki bu dereceye ulaşma yan ve kendilerinden sonra gelecek hadis talihleri onlara müracaat etsinler. [64]

Hadisçilerin Metin Ve Sened Tenkidine Verdikleri Önem

Hadisçiler isnad tenkidine o kadar özen göstermiş ler ki, bu konuda eklenecek hiç bir şey kalmamıştır. Rical tenkidi hususunda bize büyük bir serveti miras olarak bıraktılar. Bu eserlerin bir kısmı sika raviler, bir kısmı zayıf raviler, bir kısmı genel olarak bütün raviler hak kındadır. Ravileri tenkid ederken sadece zahirî olarak cerhetmekle yetinmediler. Bilakis dahili yönden de ten kid ettiler, bunun en güzel delili- de halkı işlediği bidate çağıranla veya çağırmayan bidat ehli ravilerin rivayetle rinin ayrı kategoride değerlendirilmesi teşkil eder. Nitekim hadisçiler birincisinin rivayetini red, ikincisininkini de kabul etmişlerdir. Çünkü birincisinin yalan söyleme ihtimali çoktur. Fakat ikincisi öyle değildir. Aynı şekilde işlediği bidate çağırmasa da bu bidatini destekleyecek bir rivayette bulunursa yine kabul etmemişlerdir. Bidate çağıran birisi de bu bidate ters bir rivayette bulunursa böyle rivayetleri de kabul etmişlerdir. Çünkü bu takdirde psikolojik olarak yalan ihtimali oldukça azalıyor.
Sahibini yanlışlığa sevkedecek unsurları da güz önün de bulundurarak, devlet adamlarının kapısına gitmeyi onlardan ödül almayı ve benzeri şeyleri bir «cerh» sebebi saymışlardır.
Hadisciler isnad tenkidine (harici lenkid) önem ver dikleri gibi metin tenkidi (dahili tenkid) ne de Önem ver diler. Bunun da en güzel delili bir hadisin te'vil imkan t olmaksızın akla hisse ve müşahadeye ters düşmesini mev zu hadisin emaresi olarak görmeleridir. Hadisciler çoğu kez Kur'an'a, meşhur sünnete ve tarihi hakikatlere ters düşen ve fakat te'lif imkanı olmayan birçok hadisi red dettiler, münker ve şazz hadisi, metni illetli' ve metni muztarib gibi kısımları hadislerin içinde değerlendirdi ter.
Evet hadisciler mutlaka gözönünde bulundurulması gereken bu sebepleri önemli bazı nedenlerden dolayı is nad tenkidine verdikleri önemi metin tenkidine vermedi ler. Bu sebebleri sahih hadis konusunda ayrıntılı olarak anlatacağız. [65]

Hadiscilerin Hadislerin Anlaşılması Ve Manalarına Verdikleri Önem

Hadisciler aynı şekilde yadisîerin anlaşılmasına da büyük önem verdiler. Hadiscilere iftira atanların iddia ettikleri gibi onlar manalarını anlamadan sadece hadisle-leri taşımakla kalmamışlardır. Nitekim hadisleri her türlü şaibeden ayırarak eleyen ve onları saf bir şekilde top layan ilk hadis imamları aynı zamanda fıkıh ve dirayet ehli kimselerdi. İmam Malik, Ahmet, Sufyan, b. Uyeyne,
Sufyan es-Sevrî, Buharî, Müslim ve diğer Kütub-i Sitte yazarları bunun açık örnekleridir.
Ahmed b. Hasan et-Tirmİzi; Ahmed Hanbel'den : «Be nim yanımda hem hadisci, hem de fakih olan kimse, hadis ezberleyip de fakih olmayan kimseden daha hayırlıdır.» dediğini işittiğini söyler.
Hâkim, Tarih'inde, Abdulaziz b. Yahya'nın şöyle dedi ğini rivayet eder; «Sufyan b. Uyeyne bize şöyle dedi; «Ey hadis ehli hadislerin manasını iyi öğrenin, ben otuz sene hadislerin manalarını anlamakla uğraştım.[66] Buharî'nin bazı hadîslerin tercemelerine bir hadisi fıkhı konular mü nasebetiyle farklı yerlerde bölük bölük vermesi (takti) gibi hususlara başlıklarına bakıldığı zaman ne gibi neti celeri doğurduğu görülebilir. Hadislerin anlaşılması ve fıkhı neticeleri İhtilaflı meselelerde müstakil görüşlerini de açıklar bîr meselede tercih yapmadığı zaman onu kesip atmaz, bunlardan dolayı «Buharî'nin fıkhı bölüm başlık-larındadır.» denilir. Müslim'in kitabındaki tertibide böy ledir, Sünen sahipleri, özellikle Tirmizi bir işi bilen an layan bir fakih edasıyla iıkhî görüşleri kitabında ortaya koymuştur
Evet sonraki asırlarda az da olsa metinleri an lamadan bütün gayretlerini hadis toplamaya sarfeden kimseler çıkmıştır. Bunlar daha çok hadisler güvenilir kitaplarda toplandıktan sonra ortaya çıkmıştır. Ebu'l Fe-rec, «îbnu'l Cevzî'nin; «Saydul Hatır» adlı eserinde bil medikleri şeyleri taşıyan hamallar olarak vasıflandırdığı kimseler bunlar olsa gerek»[67] demiştir. Burada bir çok örnekleri verilmiştir. [68]

Lafız Ve Mana İle Rivayet

Alimler; hadislerin harfi harfine orijinal lafızlarını korumanın îslâm teşriatında son derece önemli bir yeri olup; îslâm, ahkamının yüce bir hükmü olduğunda ittifak etmiştir. Mümkün olduğu kadar orijinal lafızları muha faza etmek gerekir. Hadis nakli ve rivayeti ile iştigal eden lere bu düşer. Hatta bazı âlimler mâna ile rivayeti caiz görmeyip bunu vacip addetmişlerdii.
Hadisleri mana ile rivayet etmeyi caiz görenler de ba zı şartların ve son derece önemli ihtiyatların tahakkuku nu şart koşarak şöyle demişlerdir : Hadisleri aslî lafız larını terkederek mâna ile rivayet etmek; hitap tarzlarını ve lafızların inceliklerini bilmeyenlere haramdır.
Ancak lafızları taşıdıkları manalarıyla bilen onların ifade ettiği manalar hususunda uzman olan farklı mana lara gelen lafızlarla zahir ve anım ifadeleri diğerlerinden ayıranın bu yola baş vurmasını caiz görmülşerdir. Fakih ve muhaddislerin cumhuru bu görüştedir.
Selef-i Salih lafzen rivayet etmeye azami gayret sarf-utmiş ve mâna ile rivayetin belli ölçüler dâhilinde veril miş bir ruhsat olduğu görüşündedir. Bâzıları mâna ile rivayeti uygun bulmamış lafızlarla rivayet etmekle ye tinmişler. Veki' (İbnu'l Cerrah) şöyle demiştir; «Kasım b. Muhammed, Ibn-i Şirin ve Reca b. Hayve Allah onlara rahmet etsin hadisleri aslî lafızları ile tekrarlıyorlardı». Beyhaki'nin el-Medhal'in de belirttiğine göre imam Malik de lafzen rivayet hususunda ısrar etmiş, merfu hadisleri mana ile rivayet etmeyi yasaklamış, ancak sair hadislerin lafzı rivayetine cevaz vermiştir.
Seleften mâna ile rivayete cevaz verenler de vardır. Nitekim İbn-i Şirin; ibrahim en-Nehai, Hasan-ı Basri ve Şabi'nin hadisleri mana ile rivayet ettiklerini nakleder.[69]
Burada bilinmesi gereken bir husus da şudur; mana ile rivayet etmek sadece hadis müdevvenatmın içermedi ği hadisler için caizdir. Aksi takdirde hiç kimsenin her hangi bîr musannifin kitabında yer alan bir hadisin lafız larını değiştirerek onun yerine aynı mânayı ifade eden başka bir lafza yer vermesi doğru değildir. Çünkü bu ruhsat sadece lafızları ezberleyen ve onları aynen akta-ramayan kimseler içindir. Yazılı sayfa ve kitaplarda böy le bir durum söz konusu değildir. İbnu's-Salah'ın da de diği gibi bir insan lafızları değiştirmeye salahiyeti olsa da başkasının eserini değiştirmeye yetkisi yoktur.[70]
Bilinmesi gereken diğer bir husus Hz. Peygamber'in çok ma'naya şamil veciz ifadelerinde olduğu gibi lafızları ile ibadet edilen dua, zikir, ve teşehhüd hadisleri bu ruh satın dışındadır.
özel olarak tedvinin birinci asırda başladığını, genel anlamda ikinci asnn başında başladığım, mana ile riva yetin yazılı belge ve kitaplardan yapılmasının caiz olma dığını, hadisleri nakleden ravilerin aynı lafızlara bağlı kaldıklarını ancak bazılarının mana ile rivayeti uygun gör düklerini ve bu uygun görenlerin çoğunlukla fesahat ve belagat erbabı hâlis Arap olduklarını, onların bizzat Hz. Peygamber veya Hz. Peygamber'in bütün hallerine şahid olan ve ondan işitenlerden dinlediklerini, onların hitap tarzlarım ve sözün yorumlarını bildiklerini, rivayet ettikleri şeylerin din olduğunun farkında olduklarını, Hz. Pey-gamber'e yalan isnad etmenin haram olduğunun farkın da olduklarını ve bunun Allah'ın şeriatı ve hükümlerine yapılacak bir iftira olduğunun farkında olduklarım bi lirsek, bütün bunları gözönünde bulundurursak daha önce işaret ettik mana ile rivayetin dinde bir zarar teş kil etmediğini, bazı müsteşrik ve onların izinden yürü yenlerin iddia ettikleri gibi naslarda herhangi bir tah rif ve tebdilin olmadığını anlarız. Ayrıca kitabını koru yacağını tekeffül eden Cenab-ı Mevla, Resulünün sünne tinide tahrif ve tebdilden koruyacağını üstlenmiştir. Allah, her asırda sünneti tahriften, bozguncuların hilele rinden, ve cahillerin te'vilinden koruyacak âlimler varetmiştir. Bu sebeple içine kansan bâtıl giderilmiş ve geriye kalan hak, içenlere saf bir kaynak olarak bırakılmıştır. «De ki hak geldi, artık batıl ne bir şey ortaya çıkarabilir. Ne de geri dönebilir (o tamamen yok olup gitmiş tir. )[71]
Şimdi Allah'tan yardım ve tevfik dileyerek reddiye ve mudafaya başlayabiliriz. [72]

EBU REYYENİN KİTABINA ÖZET BİR ELEŞTİRİ

Ağustos 1945 yılma tekabül eden Hicri 1364 yılının Ramazan ayında Mahmud Ebû Reyye, er-Risâle dergisinin 633. sayısında «el-Hadlsu'l Muhammedi» (Hz. Muhammedin Hadisleri) başlığım taşıyan bir makale ya yınladı. Hadis konusundaki görüşlerini içeren bu maka lenin yakında yayınlanacak bir kitabının özeti olduğunu belirtiyordu. Okuduğum vakit yazdıklarının bir kısmını doğru bulmakla beraber bir kısmında haktan sapmalar gördüm. Bunun üzerine kalemi aldım ve bir reddiye ya zarak er-Risale dergisine gönderdim. Derginin 642. sayısında yayınlanan makalemin sonunda; «Bunun yayınla, nacak bir kitabın özeli olduğu için üstaddan kitabım ye niden İnceleyerek güzden geçirmesini ortaya çıkan haki katler için tekrar düşünmesini, hadis ilminin basit bîr iş olmayıp inceleme, araştırma sabır ye metanet gerektiren bir iş olduğunu belirtmiştim.
Yazar bunu kabul etmemekle beraber benim tenkit lerime alınarak reddiyeme bir cevap yazmış ve er-Rİsâlc mecmuasının 654. sayısında yayınlamıştır. Süzkonusu ce vabi yazısının mukaddimesinde benim makalemin hakkı arayan bir makale olduğunu kabul ederek üzerinde du rulmaya ve kendisine cevap verilmeye değer olduğunu belimi Suma Ebu Reyye kitabının neşrini geciktirdi ben de tekrar üzerinde düşünüyor zannettim.
Derken bu yıl (1377 h = 1958 m.) Üstad Ebu Reyye'-nin «Advaun ale's Sünnetli Muhammedlyye» adında bir kitabı ortaya çıktı.[73] Kitabı üzerinde düşünerek araştırıcı gözüyle okudum, önceki makalesinin büyütülmüş bir şekli olduğunu gördüm. Yazann pek azı müstesna hiçbir dü şüncesi değişmemişti. Bunun üzerine Özellikle sünnet ko nusunda bilgi sahibi olmayanların düşüncelerinde sarsın tıya yol açtığı için geniş uzun bir reddiye yazmaya karar verdim. Bana hüsnüzan besleyen ve daha Önceki reddiye mi hatırlayan fazilet sahibi bîr çok kişinin teşvikleri bu isteğimi arttırdı.
Önce bu reddiyelerimi «el-Ezher»in (ez-Zehra) adlı dergisinde yayınlamak istedim, bu iş için Ezher dergi sinden daha uygun bir dergi olabilir miydi? Çünkü bu dergi Ezher'in dili idi, İslâm'ın bayraktarlığını, tanıtımı nı ve ona uzanan dilleri susturmayı üstlenmişti, dünya nın her tarafındaki müslümanların güvendikleri bir der giydi.
Kitabın geniş reddiyesinden önce kısa bir Özetini bu rada vermeyi uygun gördüm. Dileyen bunu kitap ve yazarının metodu hakkında bir fikir veren ana çizgiler ola rak da değerlendirebilir.
1-Yazar büyük iddialar ortaya attığı halde bu id dialarını destekleyecek delillerden mahrumdur. Veya de lilleri ortaya koymaya çalışmış ancak bunlar yetersiz kal mıştır. Yahut delilleri ileri sürmüş ancak bunlar da iddialannm büyüklüğü yanında kısır kalmıştır. Mesela ki tabının beşinci sayfasındaki şu iddiası buna bir örnektir.; «Hadis alimleri rivayet yönünden hadis ilmi için bütün gayretlerini sarfettikleri halde; bu ilimi tahsil etmeye geçmeden önce bilinmesi gereken önemli bir konuyu ih mal ettiler. Bu konu; Hz. Peygamber'in söylediği sahih hadislerin hakiki nassını araştırma meselesidir. Hz. Pey­gamber bu hadisleri söylerken yazılmasını emretti ini yoksa bunları yazmayı yasakladı mı? Sahabe ve onlardan sonra gelenler bunları tedvin ettiler mi yoksa bundan kaçındılar mı? Ondan rivayet edilen haberlere gerek laf/i olarak, gerek mâna yönünden onun ağzından çıkan sözlere tıpatıp uygun mudur, ters midir? (işte hadisciler bütün bu soruların cevaplarını ihmal ettiler.)
Yazann ihmal ettiklerini iddia ettiği bu konuların ta mamında hadisçilerin büyük araştırmalar yaptıklarını ve bütün çabalarını bu yolda harcadıklarını Allah da biliyor ilimde derinleşenler de biliyor.
Buna diğer bir örnek: 7. sayfadaki şu sözleridir: «Hadis kitaplarında sahih vehasen olarak isimlendirilen hadisler arasında hemen hemen Hz. Peygamber'in ağzın dan çıkan lafızlara ve terkiplere uyan bir tek hadis bile mevcut değildir...»
s. 13'teki Örnek de şöyle; «Bu konularla daha önce kimse ilgilenmediği için Hz. Peygamber'in hadisleri hu susunda insanlar sağlam bilgilere sahip olsunlar diye bü tün bunları içeren bir kitap te'lif etmek istedim.»
Oysa haddizatında ortaya attığı bütün konular hak kında âlimler son sözü söylemişlerdir. Bu konudaki delillerimizi ileride ayrıntılı olarak ortaya koyacağımız eleş tiride belirteceğiz
2-Yazar bazı konularda delil getirirken müsteşikle-, rin sözlerine dayanmıştır:
s. 81, 171 ve 172. sayfalarında yaptığı gibi, hikmet sa hibi yazar pek azı müstesna müsteşriklerin İslâm'a ve müsülmana karşı kin beslediklerini; hür ve nezih ol duğunu iddia ettikleri araştırmalarıyla (ki nczihlikle uzak tan yakından hiçbir alakası yoktur) zehir kustuklarını nasıl bilmez. Onların amaçları İslâm'ın Kur'an ve Sünnet gibi iki direğini yıkmak suretiyle yüce İslâm'ın yüce ka lesini yıkmaktır.
Bütün çabalarına rağmen Kur'an'a şüphe sokaına-ymca genel olarak sünnetin mütevatir olmadığını ileri sürerek bütün çaba ve gayretlerini sünnet konusuna tek sif ettiler.
Böylece ba/.i insanlar şüpheye düştüler; hatta bu şüp henin eseri olarak zaman zaman hadis konusunda gü rültüye yol açan bazı görüşleri savunan araştırıcılara ki Ebu Reyye de bunlardandır rastlıyoruz. (Bunların -ileriye sürdükleri görüşlerin) Müsteşriklerin mamulü ol duklarına; bunlardan alıp ithal ettikleri ve yalandan ken dilerine izafe ettiklerine Allah şahiddir.
3-Yazar bazı konularda fazla uzatmış ve (lüzum suz) bir çok nakillerde bulunmuştur. Bunun sebebi en uzak ihtimalle dahi olsa arzu ettiği neticelere ulaşmak tır. Mesela ma'na*ilc rivayetin dinî, edebî ve luğavî za rarlarını anlatırken yaptığı gibi. Öbür yandan adalet ve zapt gibi konuları oldukça es geçmiştir. Ayrıca İslâm'da rivayet tenkidi ve rivayet ilminin üzerine bina edildiği adalet ve zapt gibi iki konu kitabda birkaç satırla nasıl geliştirilebilir.[74]
Bana öyle geliyor ki yazar bunu kasıtlı yapmıştır. Zira adalet ve zaptın şartlarını hadis imamlarının ortaya koydukları esas ve kaidelerle beraber zikrederse kitabın da ileri sürdüğü bir çok şeye çelişki ar/edecektir.
Rivayetleri tenkid etmek için hadis usulü alimlerinin koymuş oldukları usulün eski ve yeni insan aklının var dığı en yüksek noktadır desem aşırı gitmiş olmam. Allah'ın izniyle bu konuya da ileride genişçe yer vereceğim.
4- Bu ya/arın enterasan yönlerinden biri de kendi sini destekleyen ve görüşlerini te'yid eden uydurma haber lerden delil getirmesidir. Mesela 29. sayfada Medine'de çok hadis rivayet ettikleri için Uz. Ömer'in îbn-i Mes'ud lîbu'd-Derda ve İîbu Musa'yı hapsetiği rivayetini delil ge tiriyor. Oysa îbn-i llazm'ın dediği gibi bu haber açıkça uydurma ve yalandır. Kaldı ki yazarın bir rivayeti İbn-i Hazma nisbet etmesi nakil yönünden ilmî güvenirlilikle asla bağdaşma/.*
Bütün imamların ittifakıyla uydurma olan, sünneti Kur'an'a arzetme hadisi de delil olarak verdiği örnekler dendir.
Öbür yandan «dikkat edbı bana ki t ab ve bir misli verildi» gibi sabit ve sahih bir hadise 252. sayfadaki ihti laftan hareketle metin tenkidi yapılmış ve buna şüphe düşürmeye çalışmıştır.
123. sayfada îsrâ ve miraç hadîsinde Hz. Musa'nın Hz. Muhammed'in Allah Teala'ya tekrar müracaatını sağlaması hadisine la'n etmiş ve bunu İsrailiyattan saymıştır.
Yine «sadece üç mescide yolculuk yapılır» hadisinde Mescidi Aksa'mn zikredilmesini 129. sayfasında İsraili yattan saymıştır.
Aklî ve nakli ilimlerde imam olan İbn-i Teymİye ki müellif kitabında sık sık ondan nakillerde bulunmuştur bu hadisten delil getirmiş ve herhangi bir endişe de duy mamıştır. Bu, Buharı ve Müslim'in ittifak ettikleri .bir hadistir. İleride genişçe reddiyeye geçince bunlara benzer çok şey görülecektir.
Bu hadislere ta'n hususunda müsteşriklerin ileri ge lenlerinden başka yazara öncülük yapan seleften kimse bilmiyorum.
İnsanı üzen ve dehşete düşüren hususlardan bir tane si 114. sayfada Buharî'nin Abdullah h, Amr b. As'tan ri vayet ettiği 'Hz. Peygamberin Kur'an'da zikredilen bazı vasıflarının Tevrat'ta da olduğunu bildiren hadisi Kabu'l Ahbar tarafından talebesi Abdullah'a gelmiş bir hurafe olarak değerlendirmesidir. Bilmiyorum bu iddia Allah'ın şu sözü ile nasıl bağdaşabilir? : «Yanlarındaki Tevrat ve İncirde (vasıflarını) gördükleri ümmî Resul ve Nebi'ye labi olanlar...»[75]
5-Hadis uydurmacılığı bölümünde yazar siyasî ve mezhebi asabiyetten söz ederken müsteşriklerle aynı ka naate varmıştır. Şöyle ki ona göre 'bir sahabi'nin fazi letini, herhangi bir görüşü, bir fikri destekleyen her hadis mevzudur. Bunu güvenilir araştırma kaideleri kabul etmediği gibi hiçbir insaf sahibi insan da kabul etmez. Şundan dolayı yazar faziletler konusunda birçok sahih hadise dil uzatmıştır. Tevrat ve İncil'de bile faziletlerine değinilen sahabe hakkında hiçbir sahjh hadisin olmama sı, bazılarında bulunan meziyet ve faziletlerin bazı larında bulunmaması ma'kul değildir. Faziletler konusun da veya herhangi bir fikir ye düşünceye delil teşkil eden her hadisin mevzu iddiası ifrat ve delilsiz varılan boş bir yargıdan ibarettir. Aynı şekilde faziletler konusunda varid olan her hadisin sahih olduğunu iddia etmek de araştırma eksikliğinden doğan bir tefrittir. Öyleyse geriye vasat, âdil yol kalıyor ki o da sarih akıl ve tutarlı tenkid ile sahih ve sahih olmayan, merdud ve makbul haberleri birbirin den ayıran araştırıcıların yoludur. Faziletler ve benzeri hadisler konusunda hadis imamlarının takib ettikleri yol da budur.
6-Yazar dindar ve ahlak sahibi insaflı hiçbir gön lün razı olmayacağı şekilde Allah Resulünün ashabından Ebu Hureyre (ra)'ye ağır ithamlarla yüklenmiştir. Biz peygamberler dışında hiçbir beşerin masum olduğunu id dia etmiyoruz. Ancak biz ilim ve fazilet yönünden her kese hakkım vermek istiyoruz. Kimsenin aklına pranga vurmak da istemiyoruz. Sağlıklı tenkid kaideleri çerçe vesinde her araştırmacı istediği tenkidi yapar ve dilediği görüşü ortaya atar. Ancak dileğimiz, âlimlerde olduğu gibi tenkideinin tenkid âdabına uyarak, insafı elden bırakma ması, kötü maksattan uzak olarak nezih sözlü, güzel la-birli olmasıdır.
Salih selefimiz de aralarında tartışıyor ve münakaşa ediyorlardı. Ancak onlar iftira, insafsızlık ve kötü söz lerden uzak kalmış, iffeti asla elden bırakmamışlardı. Bırakın edebi (edep bir yana) müellifin Ebu Hureyre efen dimizin Allah'ın nimetini anarak sarfetmiş olduğu söz lere getirdiği yorumda her türlü rencide edici ifadeleri kalemine nasıl yakıştırdığını da anlamak mümkün değil. Yazar 187. sayfada aynen söyle diyor; «Ebu Hureyre'nin kibir ve böbürlenmesi onu daha da bayağılaştırmış aslı ve mayası kendisine galebe gelmiş bu değerli hanıma kar şı muamelede tüm edep ve haya sınırlarını aşmıştır. Rü yasında bile göremeyeceği bu evlilikten sonra şöyle de mişti «Ben Busre binl-i Gazva'nın yanında karın tok luğuna çalışıyordum, bindiklerinde peşlerinden gidiyor dum, indiklerinde onlara hizmet ediyordum şimdi de onunla evlendim. Ben biniyorum, indiğimde o bana hizmet ediyor... »[76]
îbn-i Sa'd-ın rivayetine göre şöyle demiştir: «Karın tokluğuna ve sırtının pekliği karşılığında Busre bint-i Gazvan'a hizmet ediyordum. O benden kendisine tabi olmamı ve hizmetinde her an kaini olmamı isterdi. Ne zamanki Allah Teala onu bana eş kıldı şimdi ben onun bana tabi olmasını ve hizmetimde kaim olmasını kendisinden istiyorum.»
Edebiyatçı ve araştırmacı yazar, bu ibareye getirdiği yorumda aynen şöyle diyor; «her türlü aşağılığı ifade eden, erdemlik ve şahsiyetlilikten âri olan şu söze bakın. Görüldüğü gibi (adam) eşini kendine hizmet ettirmek ve
ona hakaret etmekle kıvanç duyuyor, asîl bir aileden ge len şerefli bir insan böyle yapar mı hiç.»[77]
Edebiyatçı (!) yazarın okuyucularına sunduğu bu iba reyi olduğu gibi bırakmakla yetiniyorum. Bunun hükmü nü temiz ahlak mahkemesine ve insan vicdanına bırakı yorum, şüphesiz ki bu konudaki hüküm katı olacaktır.
Yazar, kitabının pek çok yerinde sünnet taraftarları nı ve kendi kanaatlerine muhalif olanları zaman zaman Jiaşeviyye olmakla zaman zaman muannid olmakla ba zen de bağnazlıkla (donuk kafalı) suçlamıştır kî bu ve benzeri hususlar da te'lif ve tenkid eserlere yakışmaz.
Ebu Reyye rahat olsun, ben onun büyük sahabi Ebu Hureyre'ye yaptığı gibi ne onun akidesine, mezhebine ve yetişme tarzına ne de soyunun şerefli olup olmadığına veya şahsiyetli olmadığı gibi hususlara değinmeyeceğim. Kalcnıİ elime aklığım günden beri bu tür safsatalardan kendimi uzak'tuttum... Sövüp saymak sadece sağlam de lil ve salim mantıktan yardım atmayan aciz kimselerin kândır. Ben kitabın konularını tenkid etmekten başka bir konuya girmeyeceğim.
Basan ve yardımı sadece Allahtan dilerim.
Allahım yardım et ve kabul buyur. [78]

Detaylı Eleştiri Alimlerin Hadislere Verdikleri Önem

Ebu Reyye kitabının 4. ve 5. sayfalarında şöyle diyor : «Hadisin islâm'da böylesine saygın bir yeri olmasına
rağmen âlimler ve edipler ona gereken önemi vermediler. Bu işi Hadis âlimleri diye isimlendirilen kişilere bıraktılar. Bunlar da kendi aralarında mütedavil kılarak ken di metodlarma göre tedris ettiler. Bu grubun ortaya çıkardığı metod, değişmeyen donuk kaideler üzerine bina edildi, tik muhaddislerki bu kaideleri koyanlar onlardır bütün gayretlerini ravileri tanımaya ve mümkün olduğu kadar ravilerin tarihlerine genişçe yer vermeye hasrettiler. Bu ravilerden sadır olan rivayetlerin sahih olup olmadığı veya makul olup olmadığı bunları ilgilendirmiyordu. Sonra gelen hadisçiler de bunların çizdikleri sınırlara takılıp kaldılar. İnceleme ve araştırmaya tabi tutmadan rivayetlerin ifade ettiği zahiri manâlara bağlı kaldılar.»
Yazar heva ve taassub sultasından kurtulamayan or yantalist misyonerlerden oldukça etkilenmiştir. Hatta ha disler hakkında onlardan daha aşırı bir hükme varmış tır. Böylece bu tutumuyla onları gitgide geride bırak mıştır.
Cevap:
1-Yazarın yukarıdaki sözden ne kastettiği açıkça anlaşılmıyor. Fıkıh âlimlerini kastediyorsa onlar hadise
gereken ihtimamı göstermiş ve bu uğurda geniş çapta çaba sarfetmişlerdir. Bu konuda ahkam hadisleri ve bunların şerhlerine bakılması yeterlidir. Bu hususta onlarca ci.t eserin kaleme alındığı müşahacle edilir.
Eğer dirayet (hadis metni) ile uğraşan muhaddisieri kastediyorsa onlar da hadislerin metinleri, şerhleri ve tahlillerine oldukça fazla yer vermişler, araştırmadık önemli bir yerini bırakmamışlardır. Güvenilir hadis kitaplarından hiçbiri yoktur ki, üzerine birçok şerhler ya zılmasın. Bunun için herhangi genel kütüphanenin kataloguna bakılması yeterlidir. O zaman müslüman âlimle rin hadis ilmine verdikleri önemi, Kur'ana verdikleri önem hariç hiçbir şeye vermedikleri görülecektir. Bu ko nuda bize büyük bir servet bırakmışlardır. Hatta ilmî kıymetinden dolayı hadis sahası gayr-İ müslim âlimler den bir grubu da cezbetmiş, onlardan da bu sahada araştırma yapan ve bu uğurda ömür tüketenler çıkmıştır.
Şayet ahlak ve mevize âlimlerini kastediyorsa, onlar da te'lif etlikleri kitapları Uz. Peygamberin hadisleri ile doldurmuşlardır. Aynı şeklide edebiyat ve belagat âlim leri de çoğu yerde kendi kitaplarında hadislerden deliller getirmiş ve ihtisasları yönünden hadislere gereken ilgiyi göstermişlerdir. Bazıları hadislerin sanat ve edebiyat yönünü ortaya çıkarmak için eserler yazmışlardır, imam Şe rif (er-Radiy)'in «İcazu'l Kur'an» adlı eserinin, tamlaması olarak kaleme aldığı «el-Belağat'un-Nebeviyye» eserinde yaptığı gibi.
Yazar, muh ad dişlerin dışındaki alimlerden ve edebi yatçılardan ne istiyor? Kendisi haddini aştığı gibi onlardanda hadlerini aşıp işleri olmayan şeylere burunlarını sokarak sahih, zayıf, merdud, iyi ve kötü haberleri bir birinden ayırmalarını mı istiyor?
Edebiyat alimleri, hndisçi olmayan benzerleri ehil olmadıkları konulara karışarak bilgi sahibi olmadıkları şevler üzerinde durup izzeti nefislerini düşülmediler.
2-Yazarın gerek burada gerekse kitabının başka yerlerinde hadisçileri karalaması onlara dil uzatması ve onları bağnazlıkla suçlaması onların değerlerini düşür mediği gibi müellifin de şanım yüceltmez. Bilakis araş tırmacı ve âlimlerin yanında onun bu davranışı tenkid ve kınanmaya kıyıktır.
Hadis âlimlerinin ravi ve rivayeti tenkid eiınek için ortaya koydukları kaideler; gerek eskiden gerekse şimdi tenkid ilminin ulaştığı en yüce noktalardır. Sonraki nııı-haddisler önemli bir yenilik getirmemişlerdir. Ancak laibikatt genişlelmek ve bazı sonradan gelişen psikolojik çalışmalardan istifade etmek bunun dışındadır.
Yazar biraz insaflı davransaydı, muhaddislerin kaide. leriyle, beğendiği kimselerin kaideleri arasında bir karşılaştırma yapar ve böylece sağlıklı bir neticeye ulaşırdı. Fakat delilsiz olarak yukarıdaki sözü söylediği için bi/c de düşen umumî bir cevap vermek olmuştur. Adalet ve zapt konularına değinirken ayrıntılı olarak anlatacağız; la ki mııhadislcrin kaidelerinin kısır ve donuk olmadığı ortaya çıksın. [79]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:02 am

Hadisçilerin Sened Ve Metin Tenkidine Verdikleri Önem

Bilmiyorum yazarın, muhaddislerin bütün çalış malarını hadislerin İsnadına hasredip metine önem verdiklerini, iddia elmeye gönlü nasıl razı olabilir? Hadis hakkında metninden hareketle şazz, munker,
muztanp muallel ve mevzu olarak hükme varma ları, hadisin metninde bulunan belirtilerden dolayı mevzu olarak hükme varmaları, hadisin metninde bufunan belirtilerden dolayı mevzu olduğuna delalet eden esaslar bu iddia ile nasıl bağdaşabilir? (Mesela) hadis metninde, bir Arap dili edebiyatı uzmanını bı rakın; arabın en fasihi bir yana fesahet sahibi biri sinden sadır olamayacağına şehadet edecek şekilde lafız bozukluğunun bulunması, muhal olan bir şeyi içeren mana bozuklukları, hikmet sahibi birisinin söy leyemeyeceği demagoji ve abartma ifadeler, hadis metninin hisse ve müşahadeye ters olması, herhangi ma'kul bir te'vile medar olmadan Kur'an'a, mütevatir ve sahih sünnete ve icmâya muhalif olması veya ha disin Hz. Peygamberin zamanında mevcut olmayan bir durumu ifade etmesi gibi. Hadis uydurmacılığı ta rihi ile ilgili kitapları dolduran esaslar hep (bir ha disi metninden dolayı mevzu sayan esaslardır.)[80]
Rebi1 b. Huseym: Şöyle demiştir; «bir hadisin ma ruf olduğunu bildiren gündüzün aydınlığı gibi aydın lığı veya munker olduğunu ifade eden gece karanlığı gibi karanlığı vardır.»
İmam îbnu'l Cevzi de şöyle der: «Akıl, nakit ve usule muhalif olan bir hadis görürsen bil ki o uydur madır sözü ne güzel sözdür». Bu konuda muhakkik İbnu'l Kayyım (el-Cevziyye)'nin de kıymetli bir sözü var ki Aliyyü'l Kari «el-Mevzuât» adlı eserinde zikret miştir. İşin garip tarafı yazar kitabının 104 ve 105. say-falarında buna benzer şeyleri zikretmiştir. Ancak ön ce söylediği sözleri ile sonra yer verdiği muhakkik lerin sözleri nasıl bağdaşabilir bilemiyorum?
Bu konuda daha çok açıklığa kavuşsun diye bazı hadisçilerin metin tenkidlerini burada aktarmak is tiyorum. Böylece bütün gayretlerin sened tenkidine hasredilip metin tenkidinin yapılmadığı iddiasının yanlış olduğu görülecektir.
İbnu'l Cevzi; «Göz ağrısından Cebrail'e şikayet et tim bana Mushaf'a bakmamı önerdi» hadisini değer lendirirken, Hz. Peygamber'in zamanında mushaf var-mıydı ki bakılsın der.
Hafız îbn-i Hacer bir mevzu Hadis olan «Cebrail Miraç gecesinde bana bir ayva verdi, ben de yedim. Hatice o zaman Hz. Fatıma'ya hamile idi.» hadisini değerlendirirken şöyle der: «Bunun uydurda olduğu açıktır. Zira bi'l ittifak Hz. Fatıma Mirac'tan önce dün yaya gelmiştir.»
İbn-i Kayyim, «Bir adam hadis rivayet ederken aksırırsa bilin ki o doğrudur» şeklindeki uydurma ha disi tenkid ederken şöyle der; «Bazıları bu hadisin se­nedini doğrulasa da insan hissi yalan olduğuna şe hadet ediyor. Çünkü biz, çok aksıran fakat yalan söy leyen insanlar görüyoruz. Şayet bir hadisi bir kişi rivayet ederken aksırırsa yinede sıhhatine karar ve rilemez.
Sened zayıf hatta sağlam olsa bile hadis imam larının metin tenkidine ne derece güvendikleri açık ça görülmektedir.
Buna bir başka örnek de Hayber ehlinden cizye alındığını bildiren hadistir. Bu haberi uyduran kişi
Sâd b. Muaz (ra)'ı şahid olarak zikreder. Bu hadisi tenkid edenler «Sa'd b. Muaz'ın Hayber'den önce Hen dek harbinde vefat ettiğini Cizye hükmünün henüz nazil olmadığı için sahabe ve diğer araplar tarafından bilinmediği, söz konusu hükmün Tebük seferinden bonra nazil olduğu, yine bu hadiste Hayber I ilerden cizye sorumluluğunun kaldırıldığı oysa, onların za manında böyle bir mükellofiyetin zaten söz konusu ol madığı gibi benzer yönlerden ona kadar varan se beple tenkid etmişlerdir.[81] Hadislerin kusurlarını tes-bit etmek ve mevzu hadîsleri ortaya çıkarmak için te'lif edilen eserlerde bunlara benzer birçok örnek var dır. Bütün bunları belirttikten sonra hâlâ hadisciler bütün çabalarım isnad tenkidine hasrederek metin tenkidi ile ilgilenmediler denilebilir mi? [82]

Hadiscilerin Metin Tenkidinde İhtiyatlı Daviıanmalar1nın Sebeblerî

Hadisçilerin isnad tenkidine metin tenkidinden daha fazla yer verdiklerini inkar edemeyiz. Bunun bazı sebepleri vardır. Biz burada bu sebepleri okuyu cu ve araştırmacılara sunmayı yararlı görüyoruz.
Aslında Hadis alimlerinin isnad tenkidinde at tıkları uzun adımları metin tenkidinde uygulamama ları onların uzak görüşlü, derin düşünceli ve temkinli olduklarına bir delildir. Mesele dini bir mesele olduğu için sünnetin ortaya konmasında senedi gözetti lur, dinin aslı ve kaynağı olan bir nass'ın tesbitinde ravi-nin iç ve dış görünüşüyle takva sahibi, sâlih, adil, zabıt ve Hz. Peygamber'e yalan isnad etmekten uzak olduğunu tesbit etmekle yetinmişlerdir. Her ne za man ravide zapt, hıfz, emanet, tebdil ve tağyirden uzak olma vasıflarıyla beraber, şartlarıyla birlikte ada let sıfatı da bulunursa yalan ve uydurma ihtimali im kansızlaşır, denilemezse bile oldukça uzak olur. Öy leyse metin tenkidinde aşırı gitmeye gerek yoktur. Bu nun da başîıca sebepleri şunlardır :
a) Hadis bazen müteşâbih olur, manası anlaşıl maz; o takdirde sadece aklı hakem yaparak metni tenkid etmeye gerek yoktur. Zira bu tür müteşâbih hadisleri akıl idrak edemez. Bundan ne kastedildiğini ancak Allah ve onu tebliğ eden Resulü bildirdiği tak dirde anlaşılır. Bize düşen hakiki manasını Allah'a havale ederek varit olduğu gibi kabul etmek ve im kansız olan zahiri manadan kaçınmaktır ya da akla ve muhkem nakle uygun şekilde te'vil etmektir. Allah'ın sıfatları ve benzeri konulardaki hadisler bu çeşittendir.
b) Hadisin metni bazen mecazî olur, hakiki ma nayı ifade etmez. Gerek dil açısından gerekse usul açısından mecaza hamletme imkanı olduğu halde, ha­kiki manasına hamletme akla hisse ve müşahedeye terstir diyerek hadisi reddetmek sağlıklı araştırma kaideleriyle bağdaşmaz.
Sahih-i Buhari'de[83] rivayet edilen güneşin battık tan sonra arşın altında secde ettiğini bildiren hadis gibi, şayet bu hadisi hakiki manasına hamledecek olursak yanlış olduğu açıkça ortaya çıkar, eğer me cazi olarak mana verecek olursak beliğ bir ifade ol duğu ortaya çıkar. Zira güneşin secdesi yüce Allah'ın iradesine boyun eğerok seyrine devam etmesi ve Allah'm yerleştirdiği sağlam sistemden şaşmayarak, kesintisiz ara vermeden devam etmesidir. Bu tür ha dislerle, yaratıkları âlemlerin Rabbi'ne boyun eğmeye teşvik kastedilir. Son derece azametli bir yapıya sa hip olan güıi(3ş, Allah'ın İradesine boyun eğiyorsa zayıf bir yaratık insanın özellikle güneşe ibadet edenler O'na İnanması ve boyun eğmesi elbette gerekir.
Bu uslüb oldukça yaygındır. Mesela Arapların şöyle dediğini görüyoruz. «Devem yolun uzun oldu ğunu bana şikayet etti (dedim ki) sabret deveciğhn ikimiz de mübtelayız» görüldüğü gibi bu şiirde ne .şikayet ne de konuşma sözkonusudur. Bu sadece bir mecaz ve bir temsilden ibarettir. Temsildeki inceliğe bakın, oğer başka şekilde ifade edilse bu incelik gö rülmeyecektir. Bu tür beliğ temsiller hiç bir şüpheye maruz kalmayan ve bize mütevatir olarak gelun Kur'an-ı Kerimde de mevcuttur. «Şimşek, Allah'ı hamd ile teşbih eder.» âyetinde olduğu gibi, öyleyse hadis lerin de bu tür ifadeler kullanması ilk defa yapılan bir şey değildir.
c) Hadis metni bazen gaybî bir haber olur. Kı yamet ve ahiret gününün özellikleri gibi, o takdirde gaybî bir'şeyi zahire kıyas edip aklın yargısıyla red­detmek insafsızlık olur. Cennet ve sıfatları, nimetleri cehennem ve azabı hakkındaki hadisler de bu çe-şitd endir.
d) Bazen hadis metni gün geçtikçe ilmi haki katle ortaya çıkan ve Nebevi bir mucize olduğu anla şılan bir metin olur. *Köpek birinizin kabını yalarsa biri toprakla olmak üzere yedi kez yıkasın» hadisi gibi. Bazı doktorlar köpek artığından meydana gelon mikrobun giderilmesi için toprağın fonksiyonunu is-bat ettiler.[84] Öte yandan bazı dinden nasibini alama yanlar bunu teşride zorlama ve bir mucazefet ola rak kabul etmişlerdir. Ancak müminler hükmün hik metini anlamadıkları zaman onu kulluğun gereği ka bul edip itibar etmişlerdir.
İnsaflı herkesin göreceği gibi şayet hadis âlimleri yüzeysel bir değerlendirme ile hemen hikmeti gizii olan bu ve benzen hadisleri reddetmeye kalkışsaydı sonra da açıkça bunun hikmeti ortaya çıksaydı o za man bu, araştırma eksikliği, cehalet ve risaletin sahi binin hakkına tecavüz sayılmaz mıydı? Şimdi yazara soruyorum hala hadiscilerin takip ettikleri metodun doğru olduğu hususunda benimle aynı görüşte değil misin?
Yazar 6. sayfada- şöyle iddia ediyor : «Muhaddis-lerin tamamı bu ilmi araştırmaya başlamadan, kitap larını okumadan önce bilinmesi gereken önemli bir işi ihmal ettiler. Bu da Hz. Peygamber'in buyurduğu sözün hakiki nassını tesbit etmektir, Hz. Peygamber bu nassın aynen yazılmasını emretti mi yoksa terk-ederek bunu yasakladımı? Sahabe ve onları takib-edenler tedvin ettiler mi? yoksa buna yanaşmadılar mı? rivayet edilenler gerek lafzen gerekse manen olarak Hz. Peygamber'in ağzından çıktığı ifadelere uyuyor mu yoksa muhalif mi? sonra ondan yapılan bu rivayetler ne zaman tedvin edildi? Ümmetin âlim lerinin bu husustaki durumları ne idi?...»
Bu iddiayı destekleyecek hiç bir delil yoktur.
Bu, hayatlarını bu uğurda harcayan hadis imam larının hakkına açıkça tecavüzden başka bir şey de ğildir. Bahsettiği bu meseleler hakkında âlimler bir çok inceleme ve araştırma yapmışlardır. Onlarca hadis usûlü kitaplarında bunlar görülebilir. Mesela şu ki taplara bir göz atılması yeterlidir. El-hakim Ebu Ab­dullah'ın «Ulumü'l-Hadis»i, İmam İbnu's Salah'ın «Ulumu'l~Hadis>' i, Hafız iraki'nin «Elfiyetu'l-Hadis» i İmanı Nevevi'nin «et-Takrib»i, Hafız İbn-i Kesir'in «el-Baisu'l-Hasis fi iimi'l-Hadis»i, Hafız İbn-i Hacer'in «Nühbetü'l-Fiker»i ve şerhi, Hafız Suyutî'nin «et-Ted-rib»i ve buna yazılan on kadar şerhleri büyük âlim ol Leknevi'nin «Zufür'ul Emani (fi şerh-i ınuhtasari'l Curcani)»si ve Şeyh Tahir el-Cez&irİ'nin «Tevcihu'n Nazar»ı eski ve yeni yazılan daha nice eser. Hakikati araştıran kişiye bu kitaplardan her hangi birine mü-racat etmek yeterlidir. O zaman Ebu Reyye'nin hadis-cilerin ihmal ettiklerini söylediği her konuda ayrı bö lümler ve yeterli araştırmaların olduğunu ilm-i yakin ile bileceklerdir. Ayrıca hocasına tabi olarak bunların hadis imamlarına iftira olduğunu da göreceklerdir. [85]

Bütün Hadislerin Mâna İle Rivayet Edildiği İddiası Ve Bu İddiaya Cevap

Yazar eserinin 8. sayfasında sabır ve metanetle araştırmaya koyulduktan uzun bir müddet sonra şa şırtıcı hakikatlere ve önemli neticelere ulaştığını şu şekilde belirtir: «Bütün hadis kitaplarında sahih diye isimlendirilen veya hasen olarak kabul edilen hadis ler arasında hemen hemen Hz. Peygamber'in ağzmdan çıktığı gibi hakiki lafzı ve muhkem terkibi ile gelen bir tek hadis görmedim. Bazı kısa hadislerde geçen yalın kelimeler asli lafızlarıyla rivayet edilmişse de bu pek azdtr. Bana öyle geliyor ki ıstılahlarında sa hih diye isimlendirdikleri hadisler haddi zatında sa hih olmayıp raviler cihetiyle sahih sayılmıştır.
Yazar burada son derece yanlış ve delilsiz bir hükme varmıştır. Biz hadislerin tamamının lafızla rıyla rivayet edildiğini söylemiyoruz. Zira bir tek ha dis mana değişmese de farklı farklı lafızlarla rivayet edilirken nasıl böyle diyebilirim. Aynı şekilde yazarın iddia ettiği gibi bütün hadisler mana ile rivayet edil miş de diyemeyiz. Bütün rivayetlerin ittifakla aynı lafızlarla naklettikleri hadisler mevcutken nasıl böyle iddia edilebilir. Bütün rivayetlerin bir tek lafzı itti fakla nakletmeleri bu lafızların Resulullahtan işiti len aynı lafızlar olduğuna delalet etmez mi? Öyle ha disler var ki Belagatten anlayanlar onun arabın en fasihinden yani nübüvvet pınarından fışkırdığından asla şüphe duymaz? Bunu daha önce de belagat ve beyan âlimleri fark etmiş ve Nebevi belagat ile ilgili kitaplar telif etmişlerdir.
Burada işaret edilmesi gereken bir husus; lafzen rivayet edilen hadislerin çoğunun kısa hadisler oldu ğudur. Ayrıca mana İle rivayet edilen uzun hadisler de değişiklik bir iki veya üç kelimededir. Hadis la fızlarının tamamında değişikliğe yol açan ma'na ri vayeti çok azdır. Bunları uzun ve kapsamlı araştır malardan sonra söylüyoruz. Nitekim Buharı, Müslim ve diğerlerinde tiz. Aişe'den rivayet edilen «vahyin başlangıcı» hadisi ki uzun hadislerdendir buna en güze] örnektir. Raviler bu hadisin çok az kelime lerini farklı varyantlarla rivayet etmişlerdir. Burada bu kadarla yetinmek istiyoruz. Yazann kitabında ma na ile rivayete ayırdığı bölümü tartışırken genişçe tenkid edeceğim. Orada onun delil olarak kullandık ları örneklerin bir kısmının lehine değil aleyhine de li), olduğunu açıklayacağız. Tartışmasız hadis imamı olan hafız İbn-i Hacer bakın bu konuda ne diyor:
«Hz. Peygamber'in hadislerinden O'nun «cevamiul kelim» (yani az kelime ile çok şey ifade etme özel liği) vasfına delalet eden hadislerin bir kısmı şun­lardır. Hz. Aişeden gelen «Her kim bizim işimiz (di nimiz) içine ondan olmayan bir şeyi sokarsa bu iş merduddur» hadisi, yine Buharı ve Müslim'in ittifak otüği «Allah'ın kitabında olmayan her şart batıldır» hadisi, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği «Ben size bir şey emrettiğim zaman gücünüz nisbetinde onu yerine getirin» hadisi, Mikdad'm rivayet ettiği dört Sünen'de yer alan Hakim ve Jbn-i Hibban tarafından sahih ol duğu bildirilen. «İnsanoğlunun doldurduğu en şerli kap karnıdır.» hadisi ve buna benzer araştırmayla or taya çıkacak bir çok hadis gibi. Bunlar daha çok ra-vilerin lafızlarında tasarrufta bulunmadıkları hadislerden görülür. Bu hadisler; varyantlarının az oluşu ve lafızlarının üzerinde ittifak edilmesi ile ortaya çı kar. »[86]
Hafız ibn-i Hacer'in zikrettiklerine şu hadisleri de eklemek istiyorum: «Müslüman, müslümanlann elin den ve dilinden emin olduğu kimsedir.» «İnsanlar iç­lerinde işe yarar bir tane dahi binit bulunmayan yüz deve gibidir.»[87] «Müminler bir bina gibidir, bir kısnu diğer kısmını destekler.» «Sevgide ve rahmette mü minleri bulursun (diye başlayan!» hadis, «İnsanları ateşe sürükleyen dillerinin ürünüdür.»
«Haya İmandandır» «Küçük dere kenarında ye tişen her nebat şişkinlikten ya öldürür ya da Ölüme yaklaştırır.» ve buna benzer bir çok hadis asli lafız ları ve hakiki terkibleriyle gelmiştir.
Hadiscilerin sahih olarak isimlendirdikleri hadis lerin haddi zatında sahih olmayıp ravilerin durumla rına göre sahih oldukları iddiasına gelince, bu kendi­sinden bin sene Önce söylenen bir şeydir. Hadis imam ları bu konuda şöyle demişlerdir: Hadisin sahih, ha-sen veya zayıf olduğu hükmüne varmak muhaddis açısından sahih ve hasen şartlarının tahakkuk edip etmemesine bağlıdır. Yoksa evvelemirde bu hadislerin sahih, hasen veya zayıf oldukları manasına gelmez. Bunu yakinî olarak ancak gaybı bilen Allah bilir. Ak-len doğru kimsenin yalan söylemesi veya yalancının doğru söylemesi mümkündür. Bu ihtimal hadis ima.larını araştırmada derinleşmeye, incelemede ve hük mü tesbit etmede oldukça temkinli ve insaflı dav ranmaya sevketmiştir. [88]

Kur'an'ın Mütavatir Oluşunun Sebebi Peygamber Döneminde Yazılmas1dır İddiası Ve Buna Cevap

Yazar kitabının io; sayfasında şöyle diyor : «Şayet hadis te Kur'an gibi Peygamber devrinde tedvin edi lip Kur'an'a verilen dikkat ve inceleme hadislere de verilmiş olsaydı sünnet de Kur'an gibi mutevatir ola rak gelirdi. Ve müslümanlar bu şiddetli ihtilafa gir mezlerdi...»
Sanki yazar Kur'an'ın mutevatir oluşunu Hz. Pey gamber döneminde yazılmasına bağlıyor. Oysa haki katte öyle değildir. Zira tevatür Kur'an'ın lafzı ve nakli yönüyledir. Binlerce sahabi Hz. Peygamber'den almış ve onu ezberlemiştir. Tabiundan da binlerce ki şi aynı şekilde şahabiden almıştır. İşte bu şekilde te vatürün kendileriyle sabit olduğu çok sayıda insan yine büyük sayıda bir insan topluluğundan alarak, mutevatir olarak bize ulaşmıştır. Ve kıyamete kadar, böyle devam edecektir. Kur'an'ın mutevatir oluşunun ana sebebi ezberlenmesi ve şifaen alınmasıdır, yoksa sayfalardan nakledilmesi değildir. Yazım; biri sayfa larda diğeri hafızalarda olmak üzere iki şekilde var lığını sürdürsün diye, koruma ve tesbit unsuru ola rak kabul edilmiştir. Nitekim Hz. Ebubekir ve Hz. Osman dönemlerinde Allah ikisinden de razı olsun Kur'an'ı sayfalarda toplayanların gayesi de bu idi. On lar, Hz.'Peygamber'in huzurunda yazıldığı gibi yazılmasına önem verdiler. îşte sünnet de Hz. Peygamber döneminde yazılsaydı fakat Levatür derecesine ulaş-Lıracak kadar kimse ezberlemeseydî yazarın iddia et tiği gibi mutevatir olarak bize gelmezdi.[89] MiUevatir olup olmamak çok sayıda insanın rivayet edip etme mesine bağlıdır. Nitekim Sünnet, Hz. Peygamber dö neminde tedvin edilmediği halde az da olsa bir kısmı mutevatir olarak gelmiştir. Şayet mütevathiik yazıl maya bağlı olsa idi büyük bir dikkat ve ihtimamla tedvin edilmiş kitaplar hep mutevatir olurdu. Oysa ne gezer? [90]

Sünnetin Dindeki Konumu İle İlgili Çelişkili Sözler

Yazar kitabının 17. sayfasında şöyle diyor; «onlar, kavlî sünneti, Kur'an'dam sonra gelen dinin ikinci ya da üçüncü derecesinden kabul elliler» birkaç satır sonra da $öyle diyor : «oysa ikinci dereceden elinden olan (yani dinin ikinci kaynağı olan) amelî sünnettir.» Kavli sünne tin ikinci dereceden bir kaynak olmadığı anlaşılıyor. Sözlerinin sonu öncesine çelişki ar/eden yazarın bir konu üzerinde sebat kılmayarak, kendisinde meydana gelen bu kararsızlığın sebebini anlayamıyoruz doğrusu.
Sonra eş-Şatıbi'nin, «el-İ'Usam» adlı kitabından kav lî ve amelî sünnet arasındaki farka bir sözünü delil ge tiriyor. Oysa Şatibî'nin sözü sünnetin kavil, fiil ve takrir olduğuna delalet ediyor. Daîıa sonra Reşit Rıza'nın şu sözünü naklediyor «dinde esas olan birinci mertebede Kur'an'ı Kerim'dir. İkinci derecede ise üzerinde ittifak
edilen amelî sünnettir. Ondan gelen ahad haberler ise gerek rivayet yönünden gerekse delalet yönünden üçün cü, derecede gelir. Ü/erinde ittifak edilenlerle amel eden ler ahire t le kurtulur ve Allah'a yakın olur. Ga/zali de bu görüştedir» Görüldüğü gibi bu sözde onun çelişkili sözüne delil teşkil edecek bir şey yoktur. Muhakkiklere göre sünnet ister kuvlî, isler fiilî, isterse takriri olsun dinin ikinci kaynağıdır. Birinci kaynağı Kur'an'dır.
Şu kadar da var ki Reşit Rıza'nın ikinci derecede saydığı, ü/erinde ittifak edilen amelî sünnettir. Yoksa ge nel olarak bütün amelî sünnet değildir.
Bu hususun izaha ihtiyacı vardır, yoksa maksat oku yucuyu şüpheler içinde bırakmak değildir. [91]

Müellifim Hz. Ömer'e, Hadis Rivayet Ettiği İçin Bazı Sahabileri Hapsettiğine Dair (İftirası

Ebu Reyye kitabının 29. sayfasında «Sahabe ve Ha dis Rivayeti» başlığı allında şunları yazıyor. «İbn-i Hazm'ın, el-ihkam (fi usulil Ahkam) adlı eserinde riva yet ettiğine göre Hz. Ömer, çok hadis rivayet ettikleri için ibn-i Mesud, Ebu Musa (el-Eşarî) ve Ebud'Derda'yı Me dine'de hapsetmiştir.»
Hakikatte (Hz. Ömer'e) bu iftirayı yapan İbn-i Hazm değil yazarın kendisidir. Yazar okuyucuya İbn-i Hazm'ın bunu rivayet ettiği intibaını veriyor. Halbuki kesinlikle onun rivayeti değildir. Sadece kitaplarında zikretmiştir. Hadis ilminde mübtedi olanların da bileceği gibi bîr ha disi rivayet etmekle kitabında yer vermek arasında fark vardır. Yine okuyucuya İbn-İ Hazm'ın bu rivayeti kabul ettiği intihamı da veriyor. Halbuki İbn-i Hazm bundan
beri olduğu gibi bu rivayeti tenkid ederek batıl olduğu nu açıklamıştır".
Bakın ibn-i Hazm «el-ihkam»mda ne diyor : «Hz. Ömer'den O'nuıı İbn-i Mes'ud Ebud'Derda ve Ebu Zer'i Hz. Peyganıber'den hadis rivayet etlikleri için hapsettiği rivayet edilir.» sigasıyla zikretmiştir. Şayet kendisi riva yet etseydi «Biz rivayet ellik derdi.» (Ayrıca) tbn-i Hazm bu rivayet hakkında senedinde yer alan İbrahim b. Ab-durralunan b. Avi Hz. Ömer'i işitmediği için münkati ol duğunu söyler. Münkati ise delil-teşkil etmeyen zayıf hadislerdendir. Zira sakatlık senetten düşürülen ravide ola bilir, hadisi onun uydurma ihtimali söz konusu olabilir. İbn-i Hazm sözlerine devamla şöyle diyor.[92] «bu haberin yalan ve uydurma olduğu aşikardır. Çünkü bu durumda Hz. Ömer, ya sahabeyi itham etmiş olur ki bu takdirde kendisi de itham edilenlerden olur. Veya onları hadis ve sünnetin tebliğinden nehyedip gizlemelerini inkar etme lerini islemiş olur. Bunu yapmak ise İnsanı İslâm'dan çıkarır. Allah müminlerin emirim bütün bunlardan muha faza eylesin, bunu kati surette müslüman olan birisi söylemez, şayet itham olunmadıkları hakle hapsetmişse bu onlara /ulumdur. Fasid anlayışına delil bulmak içinbula'nedilmiş rivayetlere sığınanlar istediklerini tercih et sinler (her iki şekilde de yanlış olur.)»
İbn-i Hazm'm dedikleri işte bunlardır. Yazar hala haberleri aktarırken güvenilir olduğunu iddia edebilir mi? Dikkatli okuyucu bu adamın âlimlerden yaptığı nakiller den şüphe duyarsa mazur sayılmaz mı?
Bu rivayetin yalan olduğunun delillerinden birisi de; İbn-i Mesu'd'un Hz. Ömer'in görüş ve yoluna tabi olan birisi olmasıdır. Bu konuda o şöyle der: «şayet bütün in sanlar bir tarafa Ömer de başka tarafa gitse ben Ömer'in yanında yer alnım» Hz. Ömer onu Kule halkına ilim öğretmek İçin göndermiş ve Kulelilere «Abdullah'ı si/y göndermekle sizi nefsime tercih etlim» demiştir. Az hadis rivayet etmek hususunda O'nun Hz. Ömer'e muhalefet ettiğini akıl nasıl alır. Hz. Ömer'in de O'nu hapsettiği mi sil düşünülebilir?
Sonra yazar burada metin tenkidini nasıl ihmal c&c\\ halbuki bütün hadisçilere metin tenkidini terkettikleri için dil uzatan O'dur, öncekilerin ulaşamadığı moltn ten kidini kendisinin yaptığını iddia eden de O'dur. (Bun ların) bir hücum ve sataşmadan ibaret okluğunu Allah biliyor.
Bunun dışında yazar bunun bir sayfa sonra yer ver diği Amr b. Meymun'un sözü ile çeliştiğini nasıl görmez. Amr b, Meymun şöyle demiştir. «Bir yıl Abdullah b. Me-sud'a gidip geldim bu bir sene zarfında ne «Rcsıılullah şöyle dedi» dediğini ne de ondan bir hadis naklettiğini işitmedim. Bir gün bir hadis rivayet etti birden bir hü zün kapladı ve şakır şakır terlediğini gördüm.»
Kendisinin tcnkidçîlerin şeyhi olduğunu iddia eden bir zata, gerekli açıklamaları yapmadan öncesi sonu, sonu öncesi ile çelişki arzeden rivayetleri getirmek ya kışır mı?
Okuyucu kardeşim bütün bunların sebebi yazarın keyfinin istediğini alıp istemediğini almamasından kaynaklanıyor. Sonra o bu sözü müsteşriklerden kapmıştır,[93] çünkü şazz rivayetleri alıp kabul görsün diye tbn-İ Ha/m'u izafe edenler onlardır. [94]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:02 am

«Bana Kasten Kim Yalan İsnad Ederse...» Hadisine Dil Uzatması Ve Bu Konudaki Hakikatin İzahı

Kitabının 37. sayfasında «her kim bana yalan isnad ederse cehennemdeki yerini hazırlasın» hadisi şerifine yer vermiş ve Hafız İbn-i Hacer'in bu hadisin bazı varyant larında «mütaammıden» kelimesinin yerini almadığını, Buharı Müslim ve diğer hadis kitaplarında ise bu ke lime ile beraber variddir, dediğini belirttikten sonra şöy le der; «Kim hakikaten inceleme yapar ve araştırmayı dı> rinleştirirse İçlerinde üç raşid halifenin de bulunduğu sahabeden gelen rivayetlerde «müteammiden» kelimesinin olduğunu görür hiçbir akıl sahibi Hz. Peygamber'in böy le bir şey dediğine ihtimal vermez, bana öyle geliyor ki : bu lafız, kasıtsız olarak Allah rızası için Hz. Peygamber'e yalan hadis isnad edenlere bir yol bulunsun veya hata vchm ve yanlış anlayarak başkasından hadis rivayet eden ravilere dayanak olsun diye ayrıca hataen bunu yapan günahsız okluğu için, bu konuda mesu'l tutulmasınlar diye, âlimler tarafından idrac diye bilinen yolla hadise sokuşturulmuş t ur.
Bu şekilde O'nun Hafız îbn-i Hacer'in söylediklerine ikna olmayıp, bu zorlama ve faraziyelere yer verdiğini görüyoruz.
1- Bu hadis Buharı, Müslim ve diğer hadis kitap larında hir çok sahabiden çok sayıda varyantla rivayet edilmiştir. îsnadlan sahih, hasen ve zayıf olmak üzere bazı muhaddisler bunun sayısını yüze kadar ulaştırmış tır. Hafız İbn-i Hacer'in de Fethu'l Barî'de zikrettiği gibi bu hadisin bu lafızlarla tevatür derecesine ulaşan kanallarla rivayet edildiği bir gerçektir[95]Varyantlarının bu yüksek sayıya ulaşması (yani mütevatirlik) Hz. Peygam-ber'e yaları isnadının /.enimi ile ilgilidir yoksa bu lafız lar ve verilecek cezanın hususiyeti ile İlgili değildir. Şuu ra yazarın iddia ettiği gibi bu rivayet üç halifeden gel­miyor. Buharı ve Müslim'de Hz. Ali'den onların dışında ki hadis kitaplarında da Hz. Osman'dan rivayet editmiş-tirİ[96] «müteammiden» kelimesi Buharı, Müslim[97] ve di ğer güvenilir hadis kitaplarının bir çok rivayetlerinde geç mişi ir. İçinde bu kelimenin geçtiği rivayetler, geçmeyen rivayetlerden daha çok ve daha kuvvetlidir. Buharı ve Müslim'de Ir.nes, Libû Hureyre, Muğİre b. Şu'be, Abdullah b. Aınr b. As'ın rivayetlerinde bu kelime yer alır ken, Ifz. Ali, ve Zübeyr b. Avvam'ın rivayetlerinde yer almaz. Hadis lenkideileri ve diğerine göre kaide, iki ri vayet çatıştığı zaman isnadı çok ve kuvvetli olanlar ter cih edilir. Burada da «müteammiden» lafzına yer veren rivayetler tercih edilir. Mutlak mukayyede hamledilir. Bulaf/a yt-'r veren rivayetlerin tercih unsurlarından bir ta nesi de İsnınİli'nin Müstahrec'i ile, İbn-i Mace'nin es-Sü-ncn'inde[98]Zübeyr b. Avvam yoluyla gelen rivayetlerde bu laf/a yer verilmesidir. Hadisi ezberleyen ezberlemeyene karşı delildir. Aynı şekilde sahih rivayetlerde belirtildiği gibi okuyan ve yazan Abdullah b. Amr b. As'ın rivaye tinde de bu lafız vardır ki, Abdullah'ın rivayeti başkalu-rındaTi daha sikadır.(güvenilirdir).
2-Ebu Reyyc'nin bu kelimenin hadise sokuşturul-ması için gösterdiği sebeplere gelince bunlar makul de ğildir. Bilmiyorum kasıtsızhk ile Allah rızası için hadis uydurma nasıl bir arada gelir -başka bilenin de çıka cağını sanmıyorum. Bunu yapan kişi iddiasına göre hadis uydururken hayırlı iş ve faziletlere teşvik ederek1 Allah'ın rızasını ve şeriate hizmdti gözetir. Bunu yapan lar da ehl-i tasavvuftan cahil ulanlar ile Kerramiye fır kasına mensup olanlarıdır. Bunlar tergib ve terhib için hadis uydurmaya cevaz vermişlerdir. Öyleyse bu mak satta hadis uydurmak ile kasıtsızhk nasıl birleşir? Bunun inanası makbul ve doğru olmayan bir kasıt olmaksızın olmalıdır.
Ya/.ar'ın bu kelimenin uydurulmasına «ravilere da yanak olsun diye» gösterdiği sebep ise yine yanlıştır. Çün-ki hata ve sehvi gidermek bu kelime ile olmaz, başka dulİİlerle o zaten sabittir. İslam şeriatında kendisinden bir kusur olmaksızın hata işleyen ve unutan kimseye gü nah yazılmıyaeağı tcsbiı edilmiştir. Bu mukarrer bir du rum olduğu halde söz konusu kelime ravilere bir fayda sağlamaz. Bu kelimeye yer verilişinin sırrı yalana şiddetli bir ceza terettüp ederken hata ile veya unutarak bir şey yapana günah olmadığını vurgulamaktır. Bu kelime ile kayıtlandırılmusı aslında tabirin dikkat ve nezahatine de lildir. Bu da halnen ve unutarak bir günah işleyenin de buna dahil olduğunun vehmini kaldırmak içindir.
İmam Nevevİ Müslim'in şerhinde şöyle diyor; [99]«Eş1-ari kclamcılanna göre yalan; gerek kasten gerekse seh ven bir haberi olduğundan farklı olarak aktarmaktır. Ehl-i sünnetin görüşü budur. Mutezile ise şöyle demiştir; bir şeyin yalan olması için kasıt şarttır. Bu hadis de bize delildir. Zira Hz. Peygamber, kasıt ile kayülandır-mıştır. Çünkü bazen kasten yalan söylendiği gibi bazen de sehven yapılır. Ayrıca icma ve kitap ile sünnetin meş hur naslarına göre hataen ve unutarak suç işleyene gü nah olmadığı açıktır. Hz. Peygamber mutlak ifade kul-Iansaydı unutarak bu işi yapana da günah olduğu anla şılırdı. Onun için kasıt i!e kayıtlandırdı. Mutlak rivayet lere gelince onlar kasıt mukayycd rivayetlere hamledilir (Her şeyi bilen Allah'tır).
Ne varki hadis İmamları hataon veya unutarak suç işleyene günah olmadığını söylemelerine rağmen hataen ve sehven hadise sokulan bir şeyi Hz. Peygamber'e nis-bet edilen bir yalan olması itibariyle mevzu hadislere benzer olarak saymışlardır. (Onlara göre) bu durumu açıklamadan böyle bir haberi rivayet etmek caiz değildir.
Halüî, ibnu's Salah, Irakî ve diğer bazı hadisçiler bu görüştedir[100] İbn-i Main ve tbn-i Ebi Hatim gibi bazı cerh imamlarına göre ise bu tür rivayetler uydurma ola rak kabul edilir. Bazı imamlar ise müdree* olarak ka bul etmiştir. Her ne olursa olsun bu tür hata ve unut maları ravinin adalet ve zaptına halel getiren bir kusur olarak değerlendirmişlerdir.
3 -Bu yazarın ilginç yönlerinden birisi de «sarhoş olduğunuz halde» ifadesini terk ederek «namaza yaklaş mayın» diyen (Bektaşi)ierin yolunda yürümesidir. Biraz önce Hz. Ömer'in hadis naklettikleri için üç sahabi'yi hapsettiğine dair İbn'i Hazm'dan yaptığı rivayet görülmüştü.
Orada yaptığım şimdi de «Her kim bana kasten yalan isnad ederse.:.» hadisini anlatırken yapıyor. 42. sayfada ibn-i Hacer'den nakilde bulunurken O'nun yukardaki ha disin mütevatir olmadığı görüşünde olduğunu belirtiyor, (yaptığı nakil şöyle); «Hadisin tarikleri çok olduğu için (hadiscilerden) bir cemaat mütevatir olduğunu söylemiştir Ancak bazı üstadlarımız bu konuda tartışmışlar, çün kü ınütevatirin şarlı (rivayetlerden) iki tarafın ve bun ların arasındaki ravüerin çoklukla eşit olmasıdır. Bu da hadisin her varyantında mevcut değildir.» (görüldüğü gi bi ibn-i fiacer'den naklederken) yer vermemiştir. Devamı harfi harfine şoyledir.[101] «Böyle diyenlere şöyle cevap vermişlir : Mutlak mütevatir olmaktan maksat her asırda başından sonuna kadar bir topluluğun bir topluluktan ri vayet etmesidir. İlim İfade etmesi için bu kafidir. Aynı şekilde Enes tarikiyle gelen hadisi O'ndan çok sayıda ravi rivayet etmiş ve tevatür derecesine ulaşmıştır. Hz. Ali'nin rivayetini Tabiunun meşhurlarından sika olan altı ravi nakletm iştir, ibn-i Mesud, Ebu Hureyre ve Abdullah b, Amr b. As'ın rivayelleri de böyledir. Eğer bunların her biri için kendisinden gelen sahabiden mütevatir olarak gelmiştir dense doğrudur. Çünki mütevatir için muayyen bir sayı şart değildir, ilim ifade etmesi kafidir. «Nuhbetu'l fiker» şerhinde ve * Ulumu'I Hadis» adlı kitabın değer lendirmesinde belirttiğim gibi ravide bulunan yüce sıfat lar çok sayı yerine kaimdir. Bu eserlerimde söz konusu hadisten başka mütevatir hadis yoktur diyenlere cevap verip örneklerinin çok olduğunu belirttim, «kim Allah için bir mescid inşa ederse...» hadisi, mest üzerine mesh; rukua varırken elleri kaldırmak, şefaat, havz(-ı Kevser) Ahirette Allah'ı görmek, imamın kurcyşiliği ve ben/eri hü kümleri ifade eden hadisler hep bu çeşitdendir» aynı şe kilde ihn-i Hacer'in Enes tarikiyle diye başlayan kısmı ihn-i ttacer'in sözü olup naklettiği bir şey değildir. Kas ten terk ettiği bu açık sözlerden sonra yazar İbn-İ Hu-cer'in yukardaki hadisin mülevatir olmadığı görüşünde olduğunu iddia edebilir mi ki, sözlerinden de bu anlaşı lıyor. .
Yazarın 39. şayiasının haşiyesinde yer verdiği; «as rımızda sünnet daileri ve isnad köleleri (hadiste geçen müteammiden) ziyadesini isbat için inad ediyorlar, sanki bunlar ibn-i Kuteybe, Buharı, en-Nesai, el-Mun/iri, el-Haltabi, İbn-i Hacer, Suyuti ve ibn-i Kayyım gibilerden daha İyi hadis ilmi biliyorlar» sözüne gelince bu fasid söze cevap vermeyeceğim sadece derim ki; bir çok riva yette bu ziyadeye yer veren Buhari'yi hatta bu ziyadeyi isbatlamak için birçok açıklamada bulunan ibn-i Hacer'i burada zikretmekten utanmadın mı? Hikmet sahibi Peygamber ne güzel buyuruyor; «İlk nübüvvetten gelen söz lerden birisi şöyledir; küanmadığın takdirde dilediğini yap.» [102]

Mana İle Rivayet Dine Her Hangi Bir Zarar Getirmemiştir

Ebu Reyye'nin adetlerinden birisi de kafasına bir fikir geldiği zaman veya hevası galebe çaldığı zaman araş tırmayı kendi görüş ve arzularına göre yapmasıdır. Bu meyanda eline geçirdiği her şeyi kullanmaya çalışıyor. Bunun için kelimeleri tahrif etmek, lafızlara yüklenme dikleri manaları yüklemek, yanlış nakillerde bulunmak, araştırmacı, imam ve âlimlere dil uzatmak ona göre hiç bir vebal gerektirmiyor.
Bir başka adeti ise bir fikri ve düşünceyi arzeder-ken saptırma ve mübalağaya baş vurmasıdır. Fer'i olan bir şeyi asıl, asıl olan bir şeyi de tali alarak gösteriyor. 54. sayfada «hadis rivayeti» konusunu anlatırken yaptığı gibi. Burada hadislerin mana ile rivayetini asıl ve kaide olarak alıp laf/.en rivayetinde şaz/, ve nadir bir durum olduğunu bildirmiştir. HatUı imamlara da dil uzatarak, «kitaplardan okudukları veya nakledenlerden işittikleri hadislerin sahih olarak sağlam bir şekilde geldiğini la fızların tahrif ve tebdile uğramadan Hz. Peygamber*in ağzından çıktığı gibi korunmuş olarak ravilere geldiğini sahabe ve onlardan hadisi akınların işittikleri gibi aynen tedvin edildiği zamana kadar naklettiklerini, aldıkları şe kilde eda ettiklerini, hiçbir tebdil ve değişmeye uğramadığını hadis ravilerînin son derece kuvvetli hafızaya, mü kemmel zapt ve ezberleme gücüne sahip olan ö/.el bir sınıf olduğunu» zannedenleri cehaletle itham etmiş ve ne ticede şöyle demiştir : «Şüphesiz bu düşünce din bilgin lerini oldukça etkilemiştir Allah'ın korudukları müs tesna teslimiydin vacip olması ve ahkamım kabullenmenin farz olması bakımından hadislerin ele Kur'an ayetleri gibi olduğuna inandılar. (Ki onlara göre) Bunla ra muhalefet eâen şüphe duyan tövbeye davet edilir.»
Bu sözleri okuyan şayet Hz. Peygamber'in hadis lerini bilen ilim ehli değilse hiçbir hadisin muhkem laf zıyla gelmediğini sanacaktır. Hadislere bir çok tebdil ve tahrifin girdiğini zannedeceklir. Oysa rivayette asiolan Hz. Peygamber (s.a.s.)'den İşitikliği lafızlarla aynen akta rılmasıdır. Mana ile rivayet ise sadece zihinde lafızlar kaybolunca veya tam emin olunmayınca ihtiyaç anında bir ruhsat olarak verilmiştir.
Hadis ilmi ile uğraşanların bilmesi gereken husus lardan bir tanesi bazı âlim ve ravilerin mutlak şekilde rivayet etmeyi yasaklamalarıdır. Bu âlimler kendilerine ve başkalarına lafızları İşittikleri gibi nakletmeyi şart koşmuşlardır. Mana ile rivayeti caiz gören âlimler olduk ça ihtiyatlı hareket ederek hadisleri tebdil ve tahrtfu-n velıer hangi bir ilaveden koruyacak şartlar dahilinde ce vaz venûij ve şöyle demişlerdir; «Mana ile rivayet sadece lafızları ve ınaksadları bilen, ifade ellikleri manalar hu susunda uzman olan (aynı manayı ifade eden) lafızlar arasındaki farkı görenlere caizdir. «Yine demişler ki; bu da hadisler tedvin edilmeden önce caizdi fakat kitaplarda tedvin edildikten sonra kelimeleri müradifi (eş an lamlı) ile değiştirmek hangi halde olursa olsun lafızla-nnda tasarrufta bulunmak doğru değildir.»[103]
îşin garip tarafı yazar, şeyh Tahir el-Cezairî'nin «Tevcihu'ıı-Nazar» adlı kitabından buna benzer şeyler nakletmiştir. Bilmiyorum kanıt getirmediği bir şeyi na sıl nakleder. Sonra tedvin hareketlerinin genel ve resmi bir sıfatla birinci asrın nihayetinde başladığı Yazarın zih ninden nasıl kaçmış olabilir. Üçüncü asır bitmek üzere iken sünnetin tamamı Sahih, Sünen, Müsnedlerde tedvin edilmiş, bitmiştir. Bazı sahabi ve tabiiler özellikle Hz. Peygamber'in vefatından sonra [104]birinci asırda hadis ted vini ile uğraşmışlardır. Yazarın vardığı bu zalimane hükümler ile bu hakikatler nasıl bağdaşabilir? Bütün bun lardan sonra birisi yazarı kötü maksatlı olmak ve tslâm teşriatınm ikinci kaynağını yıkmaya teşebbüs etmekle suçlarsa mesul tutulabilir mi?
İslâm düşmanları Ebu Reyye ve benzerlerinin îs-lâm'ın i ki direğinden birini yıkmak için giriştikleri kötü teşebbüslerden fazlasını arzu etmemiştir. Ebu Reyye bil-sinki; din bilginleri Allah şanlarını yüceltsin sünnetin dindeki yerini tarif ederken, onu layık olduğu ma kamına oturturken ilim, amel ve suluk yönünden onu ge rekli görürken, onun sahasından he türlü kötülüğü uzak laştırırken, sabit olan sünneti reddeden, onu ibtal etme ye çalışan, onunla alay eden ve hafife alanları günahkar ve fasık addederken bütün bu söz ve hareketlere müs tehlik olmak için yapmadılar. Onların bu düşünceleri sağ lam iman, aydın görüş ve asil ilimlerinden kaynaklan mıştır.
2-Yakıştırılan bu hükümler ancak sahabe, tabiun ve elbailtabiinden olan ravilerin taşıdıktan şahsî, dinî ahlakî sıfatlardan habersiz olanlardan sadır olabilir. Hz. Peygamber ve tarihî vakıaların şehadetiyle faziletli olan bu asırlarda yaşayanlar için uygun söz şudur: Onlar ka mil din, yüce ahlak, takva ve muruet sahibi insanlardır. Onlar rivayet ettikleri naslavın; dînin kaynağı, asılların da» bir asıl olduğunu gerçek manada biliyorlar, onda yapacakları herhangi bir tahrif ve tebdilin cehennemdeki yerlerini hazırlamaya sevkedeceğinin de farkındaydılar. Bu itibarla onlar kuvvetli hafıza, keskin zeka ve diri bir vicdan ve belleyen, akleden kaplere sahip insanlardı. Bu özellikleri veya bir kısmını inkar etmek; hissedilen ve sa bit olan hakikati inkardır.
3- Yazar mana ile rivayeti caiz görenlerin delili olan Abdullah b. Süleyman el-Leysî'nin rivayet ettiği: «Dedimkİ <ya Resuİuliah! senden bir hadis işitiyorum fa kat senden iş t (iğim {gibi {nakledemiyorum ya bir kelime eksik veya bir kelime fazla oluyor, Hz. Peygamber şöyledetli : «şayet bir helali Iharam, bir iharaını helel kılmıyor ve jmanada isabet ^diyorsanız zararı |yok» bunu (ravi) Jı ı-, san-ı TBasrî'ye söyledikten (sonra «şayet bu hadis olma saydı biz lıadis rivayet etmezdik der». Haberi naklettik ten sonra 57. sayfanın dip notunda şöyle diyor : «şüphe siz bu hadis, «kim benden bir hadis duyar onu beller ve işittiği gibi naklederse Allah yüzünü ağartsın» hadisini' terstir. Fakat her grubun kendi görüşünü isbat etmek için bir hadisten destek alması lazım!» Yazar bu sözüyle ha disin uydurma olduğunu kast ediyor.
Ben, ona derim ki; bu hadisi ibn-i Mendeh[105] (310-395 h) «Marifetu's-Sahebe»de, Taberani el-Mu'cemu'l-Keblr'inde, Hatip Bağdacıî ve başkaları kitaplarında, rivayet etmişler, hadis imamları ve tabîbleri kitaplarında naklet miş ve hiç kimse mevzu olduğu hükmüne varmamıştır.[106] Yazar gerçekten sağlam bir araştırma arzusundaysa; se-ned ve metin yönünden tenkid etmesini ve uydurulan ke limeleri açıklamasını isterdim, fakat bunu yapmamıştır. İki hadisin çelişki ar/elliğini hayal etmesi de doğru de ğildir.
«Her kiın benden bir hadis duyar, onu beller duyduğu gibi naklederse Allah yüzünü ağartsın» hadisi işitİleni olduğu gibi muhafazaya teşvik içindir. Şüphesiz mana ile rivayclİ caiz görenler el'dal olanın hadisi aynı lafızlarıy-ta rivayet etmek olduğu görüşündedir. İkinci hadis isemana ile rivayetin belirli şartlarla caiz olduğunu açıkla mak içindir. Bir sözü oldukça ihtiyatlı davranarak ma nasıyla rivayet eden için işittiği gibi nakletti denmezmi? elbette denir. .
4- Yazar mucazefet yaptığı görüşlerini delillendir-mek için mana ile rivayete örnekler veriyor, bu nıeyanda Teşehhud lafızlarım veren hadisler, îslâm ve iman hadisi «sizi senin bildiğin Kur'an'i ona öğretmek karşılığında ev lendirdim» hadisi, beni Kurayza'da kılınan namazla ilgili hadis gibi rivayetlere yer vermiş ve kitabının bir çok sayfasını bunlarla doldurmuştur. Bunun arkasındaki maksadı dini yönden mana ile rivayetin zararlı olduğu nu ortaya koymaktır. Fakat Allah Teala İşlediği bazı ha talarla bu maksadını boşa çıkarmıştır. Yazarın araştır ma yeteneğini ve hadis ilminde ulaştığı dereceyi bu hata lar ortaya çıkarmıştır. Kendisine arız olan bu halaları hususunda kısaca hakkı ortaya koymaya çatışacağım. [107]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:03 am

Teşehhud Hadisinde Çelişki Yoktur

Yazar, namazda okunan teşehhüdün ibn-i Abbas Hz. Ömer ve diğerlerinin rivayet ettikleri farklı varyantlarım zikretmiş ve sonra şöyle demiştir : «Bunlar sahabeden ge len lafızları farklı, sekiz teşehhud tür. Şayet bunlar mana ile rivayet edilen kavlî hadisler olsaydı, «belki» derdik; fakat bunlar her sahabinin günde çok defa tekrarladığı mütevatir amellerdendir.»
Rivayet edilen bu farklı teşehhüdlerin Hz. Peygam ber tarafından bir defa söylendiğini nerden çıkarıyorsun ki mana ile rivayetin zararına delil olarak alıyorsun. Ha dis ilmine yeni başlayanlar, hemen basit bir düşünceyle
farklı vesilelerle söylenen değişik rivayetler olduğunu an lar. Çünkü Hz. Peygamber, farklı vakitlerde değişik lafızlarla söylemiş ve 'bunlardan" herhangi birisi ile teşeh hüdün caiz olduğunu açıklamıştır. İslâm'a ilk girenlerden ibn-i Mesud ilk Önce duymuş, fetihten sonra hicret edenlerden ibn-i Abbas daha sonra işitmiş ve diğerlerin-ki de böyle olmuştur.
İbn-i Kudame el-Hanbeli şöyle der: «Hz. Pcygam-ber'den sahih olarak gelen hangi teşehhüdü okursan ca izdir; buna îmanı Ahnıed şöyle işaret etmiştir. Abdul lah'ın (İbn-i Mesud) teşehhüdü daha çok hoşuma gidi yor fakat başkası okunsa da caizdir.» Çünkü Hz. Pey-gamber'in sahabeye farklı farklı öğretmesi hepsinin caiz olduğuna delalet eder, tıpkı mushafı farklı kıraatlerle okumak caiz olduğu gibi.[108] Bu teşehhüdîerden benim sediklerini hatalı görmeden onları reddetmeden bir kıs mını diğer kısmına tercih hususunda imamların görüşle ri farklıdır. Hanefi ve Hanbelilerin dahil olduğu cum hur, Abdullah ibn-i Mesud'un teşehhüdünü almıştır. Sa filer, ibn-i Abbas'ın; Malikiler de Hz. Ömer'in teşehhü dünü kabul etmişlerdir. Bu seçimlerinde (herkesin) ter cih unsurları ve delilleri varki bu onların sadra şifa ve ren araştırma, derin inceleme ve yeterli tetkik sahibi ol duklarına delalet ediyor[109]Tirmizi der ki: «îbn-i Mesud' un hadisi başka tariklerle rivayet edildiği için teşehhüd hadislerinin en sahihidir. Sahabe ve Tabiundan ilim sahi bi olanların çoğunluğu da bununla amel etmiştir.»
Alimlerle âlim olduklarını iddia edenler arasındaki farkın görülmesi için; İmam Şafiî'den rivayet edilen bir sözü belirtmek istiyorum. Kendisine ibn-i Abbas'ın te şehhüdünü neden tercih etliği sorulduğu zaman şöyle demiştir; «Ben ibn-i Abbas'lan gelen sahili bir haber olduğunu işittim ve daha geniş buldum diğerlerinden da ha çok ve daha cami gördüğüm için onu aldıın. Ancak bunu alırken sahih olan diğer şekillerini alanları kına madım.» Şayet tartışma gereği bütün bu teşehhüd-lerin bir vesileyle söylenen tek rivayetten geldiğini ka bul etsek dahi aralarındaki fark. bu kadar gürültüyü gerektirmeyecek derecede basittir. îbn-i Mesud'un teşeh hüdü : «Ettahiyyalü lilİahi ves'salavatü vet'tayyibatü es-selamu aleyke eyyuhen-Nebiy» Jafızlarıyla gelirken ibn-i Abbas'dan gelen lafızlar «Euehiyyatü el-mubarekatu es-Selavati ettayyibatu lillahi» İbn-i Mesud, Hz, Ömer ve diğerlerinin lafızları ise şöyledir : «Ettehiyyatu lillahi ez'-zakiyatu lillahi, esselavatu lillahi ettayyibatu lillahi» di ğerleri de ibn-İ Mesud'un rivayeti gibidir. Bunların dışın daki rivayetlerde ise önünden bir kelime eksilip azalmak suretiyle yukarıda gelen lafızların dışına çıkmaz o da her kelimeden sonra veya başında yahut sonunda «lillahi» kelimesinin gelmesidir. Bunların hepsi caizdir; Arapça yönünden de her biri için ayrı bir nüans vardır. Teşeh-hüdden önce besmeleye yer verilmesi ise Hafız ibn-i Ha-cer'in de Fethu'I-Barî'de belirttiği gibi sahih değildir. Öy leyse sünnete ve hadise şüphe düşürmekten başka bir maksadı olmayan bu yapmacık gürültünün sebebi ne dir? Sonra (sayın) araştırmacı yazar teşehhüdün kavlî sünnet olmayıp mütevatir olarak gelen amelî sünnet ol duğunu nerden çıkardı? Küçük bir talebe bile namazın kavillerden ve fiillerden ibaret olup teşehhüdün kaviller bölümüne girdiğini bilir. [110]

İman Ve İslam'ı Tarif Eden Hadisler

İman ve İslâm hadis[111] konusunda müellife arız olan lar bu mey andaki bütün rivayetlerin tek rivayetten kaynaklandığı iddiası hayreti mucip yönlerdendir. Meşhur cibril hadisi ile Talha b. Ubeydullah'ın rivayet ettiği İslam'ın prensiplerini soran adamın kıssasının aynı olma dığını kim bilmez; dahası cibril hadisinin Ebu Eyyub el-Ensarî'nin rivayet elliği «Uz. Peygamber'e gelerek «ba-mı cennete yakınlaştınp ateşlen uzaklaştıracak amelden haber verir misin?» diye soran adamın kıssası, ve Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği «Bir arabi Hz. Peygamber'e gelerek bana öyle bir amel söyle ki İşlediğimde cen nete gideyim» hadisinden farklı olduğunu kim bilmez? Evet Ebu Eyyub ve Ebu Hureyre hadislerinin aynı kıs sa olduğu söylenil'. Ancak ayrı kıssalar olduğu da söy lenmiştir. Nitekim Hafız ibn-i Haccr de ikinci görüşe meyletmiştir.[112]
Bana öyle geliyorki, şüphenin kaynağı şudur, yazar Müslim'in Sahİh'inde hepsini bir yerde zikrettiği İçin tek kıssa zannetmiştir. Veya şüphesi İmam Nevevî'nin kita bının 67. şayiasında söylediklerini yanlış anlamasından kaynaklanmıştır. İmam Nevevî, cibril hadisi ile başı toz lu adamın hadisi, Ebu F.yyub'un hadisi ve Ebu Hureyru'nin hadisinin aynı kıssa okluğunu zannetmekten beridir. Şayet yazar, bu sahada muhakkiklerin dayanağı olan ve muhaddislerin emiri olan Hafız ibn-i Hacer'in «Fethu'l Bari» adlı kitabına baksaydı tafsilatına vakıf olabilirdi. Ve bu derece şeni hatalara düşmezdi. [113]

Kuran'ı Öğretme Karşılığında Nikah Hadisi

Ebu Reyye 68. sayfada mana ile rivayetin dîne zara rını anlatırken şu haberi delil olarak getirmiştir. «Bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek kendisini ona hibe etmek istedi. Hz. Peygamber, bunu kabul etmedi. Bir adam Öne atılarak ya Resulullah «O'nu benimle evlendirir misin?» dedi yanında mihir olarak hiçbir şey yoktu. Sadece Kuran okumasını biliyordu Hz. Peygamber «bildiğin Kunın'ı O'ııa öğretmek şartıyla O'nu seninle nikahladım; dedi» diğer bir rivayette «yanında olan şey karşılığında Ü'nunla evlendirdim» üçüncü bir rivayetle «yanındakİni vermek üzere O'nu seninle evlendirdim» dördüncü riva­yette «beraberinde bulunan şey karşılığında seni O'na sahip kıldım» (bu rivayetleri 'belirdikten sonra) şöyle diyor: «Bu sekiz çeşit rivayetin aslı bir tek rivayettir. «Arzusunu desteklemek için ibn-i Dakik el-îd ile el-Aiâî'-den iki nakilde bulunuyor. Biraz sonra göreceğin gibi her ikisini de gayesine erişmek için kestirip atmıştır.
Bunun farklı hadisler olması ihtimali ile birlikte bir fek kıssa olduğu daha açıktır. Binaenaleyh biz bu ve baş ka başka hadislerin farklı lafızlarla varid olduğunu inkar etmiyoruz. Ancak manayı ihmal etmemek şartıyla lafız lar birbirine yakın ve birbirini tefsir ediyorsa (olabilir). Mesela yazarın zikrettiği hadiste «seni nikahladım» ve «seni evlendirdim» İladelerınin aynı manada olduğunu görüyoruz, «yanında olan» ve «yanında bulunan» lafız-Um arasında da bir fark yoktur. Her iki ibarenin vermek istediği mana aynıdır. Yine «O'nu sana verdim» ve «seni Ona sahip kıldım» lafızları da aynı şeyi ifade ediyor. Hür biı- insanı köle edinmek aklen ve şer'an makul değildir.
Geriye sadece evlenme manasına gelen faydalanma hak kı maksadı kalıyor. Bu beş rivayet arasında hiçbir tezat mevcut değildir. Sekiz rivayetten geri kalanlar İse bir kısmı «O'na Kur'an'ı okuman ve öğretmen karşılığında seni O'nunla nikahladım» bazıları da «yanmdakine kar şılık O'nu sana verdim» diğer bazıları da «yanındakine karşılık O'nu al» lafızlarıyla varid olmuştur. Böylece se kiz rivayet arasında, yazarın sünnete dil uzatmasına yol açacak, onun bize değişerek geldiğini İddia edecek kadar büyük bir fark olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır.
Bu ve benzeri hadislerde muhakkik âlimlerin takib ettikleri inetod; Hz. Peygamber (s.a.s.)'den sadır olan laf zın aslını büyük gayretlerle araştırmak incelemek ve onu tercih etmektir. Zahirî tenkid kaidelerinden başka hadis âlimi ve uzmanlarının Hz. Peygamber'den sadır olmaya daha layık lafı/lan bulmaya yarayan ince hassas özel bir melekeleri vardır. İbn-İ Dakik el-îd şöyle diyor; «Bu ha dis bir kıssa ve bir lafızla varid olmuştur. Hadisin çıkış noktasında ittifak etmelerine rağmen lafızlarında ihtilaf edilmiştir. Böyle yerlerde doğru olan dikkatle tercih yapmaktır. Darekutnî'den nakledildiğine göre en doğrusu «seni O'nunla evlendirdim» (lafzıdır) çünkü onun ravileri daha çok ve daha hafız kimselerdir.»[114] Yazar, ibn-i Dakik el-îd'iu büzünü naklederken «çıkış noktasında ittifak et tiler» cümlesine kadar nakletmiş ve orada durmuştur, geri kalan kısmı almamıştır. Uyanıklar ve zeki okuyucu son kısmı terk etmesinin sebebinin neden kaynaklandı ğını anlar. Çünki bu sözler onun vermek istediği neticeyi yıkıyor. Aynı şekilde Alâî'den nakilde bulunurken de şu kısım almamıştır: «lakin kalp evlendirme lafzını ıcr-cih etmeye daha çok meylediyor çünkü çok ravi tara fından rivayet edilmiştir. Bir de kızı isteyen adam Re-sulullah'a «O'nu benimle evlendir» diyor.- Bunu neden lerk edeıek kitabına almadın güvenilir (araştırıcı)!
İbn-i Hacer bu konuda şöyle diyor : «Evet sundu ğum bilgilerden anlaşıldığına göre evlendirme lafzını ri vayet edenler diğer lafızlarla rivayet edenlerden sayic; daha çoktur. Özellikle bunlar arasında İmam Malik gibi hafızlar var. Süfyan b. Uyeyne'nin «seni nikahladım» laf zıyla yaptığı rivayet de diğerlerine müsavidir, bunun gibi diğer bir rivayet daha var.»[115]
Böylece lafızlar birbirine yakın ve uygun oldukça, iki rivayet arasındaki tercihle müetehid doğruyu bula bileceği müddetçe mana ile rivayetin müellifin iddia et tiği gibi dinen hiç bir sakıncası olmadığı ortaya çık mıştır. [116]

Beni Kurayza'da Namaz Hadisi

Yazar kitabında Buharî'nin Sahlh'indc ibn'i Ömcr-den naklettiği şu hadise yer veriyor : «Hz. Peygamber. Hendek savaşı (günü şöyle dedi. Herkes ikindi tnamazııu Beni Kurayza'da kılsın» daha sonra ibn-i Hacer'in bu ha disin şerhinde söylediği şu sözü naklediyor; «Buharî'nin bütün nüshalarında bu böyledir. Müslim ise bütün şeyhlerinden «öğle namazı» olarak rivayet etmiştir, oysa Bu harı ve Müslim rivayetlerinde bir tek şeylı ve isnadda birleşirler. Ebu Ya'la ve diğerleri Müslim'e muvafakat ederler; ibn-i Sa'o m rivayeti de böyledir. Fakaı megu/.i yazarları' ikindi namazı olduğunda ittifak etmişlerdir»
Yazar ibn-i Hacer'in sözlerini buraya kadar kısaltarak almıştır. îbn-i Hacer'in sözlerinin devamı şöyledir. «Ay rıca Buhariye; Taberani ve Beyhakî «ed-DeIâü»de muva fakat etmiştir. Bütün bunlar Buharî'yi te'yid eder. Ba zıları söz konusu emirden ünce öğle namazını kıldıkla rı, bazıları da kılmadıkları ihtimalinden hareketle iki ri vayeti birleştirmişlerdir, (o takdirde) öğleyi kılmayana «kimse öğleyi kılmasın» kılana da «kimse ikindini kıl masın» denilmiştir. Bazıları da birbiri ardınca giden İkİ taife olmaları ihtimalini vererek birleştirmiştir. O takdir de de birinci taifeye Öğle, ikinci taifeye de ikindi denil miş olabilir. İkisi de muhtemeldir... tbıı-i Hacer sözle rine devamla; «Bana göre lafızdaki ihtilaf ravilerin bık zindan kaynaklanmıştır... veya Buharı, metoduna göre caiz olduğunu belirttiği gibi, lafızlara riayet etmeyerek hafızasından yazmıştır. Bunun aksine Müslim lafızları da ha çok muhafaza eder... Ancak Ebu Hafs es-Süleınî'nİn, Buharfye muvafakat etmesi birinci ihtimali (raviden kaynaklanması) güçlendirir, bülün bunlar ibn-İ Ömer ha disi ile ilgilidir. Başkasının rivayetlerine gelince yukarıda geçen iki ihtimalinden bir taifeye öğle, diğer taifeye ikin di, denilmiş olması tercihe şayandır.»
Hafız ibn-i Hacer'in, Buharî'nin rivayetine herhangi bir raviden veya Buharî'nin kendisinden muhtemel olan vehmi birinci ihtimali tercih ederek reddettiğini görüyo ruz. Ebu Reyye geliyor ibn-i Hacer'in sözünün Önünü ve arkasını kırparak ikinci İhtimali seçtiğini naklediyor, ay rıca ibn-i Hacer'in sözlerinden İki rivayeti birleştirmek ile ilgili âlimlerin sözlerini terk ediyor; zeki okuyucu ya zarın bu kırpmaktan maksadının ne olduğunu anlar; bunun arkasında hadis imamlarının özellikle emirleri olan Buharî'nin zabit ve titiz olmadıklarını göstermek arzusu yatıyor.
Şayet her iki rivayette de vehm karıştığını kabul et sek bu hadisten çıkması gereken hükmü etkiler mi? ha yır asla.
Kendisini te'yid etliğini iddia ettiği bu rivayetleri or taya koyduktan sonra yazar şu hatalı neticeye varmış tır. 70- sayfada şöyle diyor; «daha Önce de açıkladığımız gibi Uz. Peygamber'in hadislerini mana ile rivayet etmek caiz olunca ravilere hadisleri artırmak, eksiltmek lafı/-, kırında takdim vu lahir etmek caiz görüldü dahası kelimelerdeki yapısal bozuklukları kabule imkan verdi durum böyle olunca bütün bunların etkisiyle şüphe siz özellikle hadisleri mana ile rivayet sebebiyle büyük' zararlar ortaya çıkmıştır.» Muhaddislere yapılan bu İfti raya verdiğimiz cevab kâfidir kanaatindeyiz. [117]

Ebu Reyye'nin Hadisçilerle İstihzası Ve Onlara Cehalet İsnadı

75-79. sayfalarında bazı hadislerdeki hataları lafız larda takdim ve tehiri, eksiltme ve arttırmaları bazı ha dislerin özelle nakledilmesi gibi hususlara alaylı bir us-lubla değiniyor. Kavilleri serdetme şekli, muhaddislerİ bu konutla gevşek bir durumda gösteriyor; daha sonra şöyle uzun bir başlık atıyor. «Muhaddİslerin faziletler konusunda yaptıkları rivayetlerde gevşek davranmaları ve bunların zararları.»
Bilmİyen de bütün muhaddislerin bu yolda olduğu nu zanneder. Oysa Buharı, Müslim ve ibn-i Huzeyme gi bi muhaddisler kitaplarını sadece sahih hadislere hasret mişler ve faziletler İle ilgili hadislerde oldukça titiz davranmışlardır. Muhaddisler faziletlerle ilgili zayıf hadis leri bu ilmin erbabı tarafından açıkça ortaya konan şarîlar dahilinde kabul etmişlerdir. Yazarın yaptığı gibi gö rüşleri arzederken sözleri düşünmeden ortaya koymak ilmî emanete aykırıdır. Bu şekil; bir konuyu açıklamak ve izah etmek çok yanlışlık ve karışıklığa yol açar. Hakikati arayan okuyucuların ilmî emanete riayet etmeden sunduğu bu konularda yazarın muhacklisleri nasıl kötü lükle teşhir etliğini görmek için hadis usulü kitaplarına bakmaları yeterlidir. Bunlar arasında en yakın tarihte yazılanı, «Şeyh Tahir el-Cezairî'nin - «Tevcuhu'n-Nazar» adlı kitabıdır. [118]

Hadisçilerin Mana İle Rivayette Oldukça İhtiyatlı Davranmaları

Şimdi de hakikati arayanların sahih sünnet ve ha dislerin tahrif ve tebdile uğramadan eksiksiz olarak bize ulaştıklarını bilmeleri için buraya kadar anlattıklarımız dan çıkardığımız Öncülleri ve hakikatleri özetlemek isliyoruz :
1-Sahabi, tabiin ve Tebeuttabiin'den bir çok ha dis ravisi mana ile rivayeti yasaklamış hadisleri lafızları ile nakletmeyi gerekli görmüşlerdir.
2 -Âlimler mana ile rivayeti sadece lafızları tanı yan, uslublan bilen, lafızların delalet ettiği manalar ve bunların arasındaki nüanslar konusunda uzman olanla ra caiz görmüşlerdir.
3-Buna cevaz verenler de bunu rivayette gerekli ve tabi olunması gereken bir usul olarak tanımayıp sa dece ihtiyaç duyulduğu zaman baş vurulacak bir ruhsat olarak kabul etmişlerdir.
4 -Hadis tedvini genel ve resmî olarak birinci yüz yılın sonunda başlamış üçüncü asrın sonunda nihayet bulmuştur. Bazı sahabi ve tabiîler birinci hicri asırda özel likle Hz. Peyganiber'in vefatından sonra hadisleri tedvin ediyorlardı.
5- Mana ile rivayete, tedvin edilen kitapların dı şındaki hadisler için ruhsat verilmiştir. Kitaplardaki ha disler için ruhsal daha Önce de geçtiği gibi caiz değildir.
6-Hz. Peygamber'İn veciz ifadeleri dua ve zikir gibi kendisiyle ibadet edilen lafızları ihtiva eden hadis leri mana İle rivayet etmek bilittifnk caiz değildir.
7-Sahabeden ve onlardan sonra gelen ravilerden hadisleri nakledenlerin onları, rivayet ederken gevşeklik ten koruyan tebdil ve tağyir yapmaktan muhafaza eden dinî, nefsi ve ahlakî hasletleri vardı. Bunu inkar etmek enaniyeüen başka bir şey değildir.
8-Hadisleri toplayanların onları tedvin ederken riayet ettikleri kaideler; doğruyu yanlıştan, hakkı batıl dan ve makbul rivayetleri merdud olanlardan ayırmak için tenkicl ilminin ulaştığı en ince kaidelerdir.
Bu hakikatler ve öncüller bizi şu doğru neticelere götürür : Hz, Peygamber'İn hadislerinin bir çoğu muh kem lafızlanyla bize ulaşmıştır Bazı hadisler asli ma nasını ihlal eden herhangi bir değişikliğe uğramadan ma na ile rivayet edilmiştir. Ancak mana ile rivayetten do layı hadislere giren küçük bir şey varsa ona da âlimler dikkatleri çekmişler ve onları açıklamışlardır. Alemle rin Rabbi'nden (bu dini) tebliğ eden (yüce Resul)ne gü zel buyurmuş; «Bu İlmi her nesilden adil olan bir taife taşır ve onu aşırı gidenlerin tahrifinden,'ehil batılın so kuş turmalaruulan >ve cahillerin tevilinden ,korur.» [119]

Ebu Reyye'nin Müsteşriklerin Sözlerine Dayanması

Yazar 81 ve 82 sayfaların dipnotlarında İslâm An-siklopedisi'nde hadis uydurmacılığı ile ilgili sözleri naklediyor. Bu sözlerin son kısmı şöyle: «Bir çok ha­disi Peygamber'in sünneti saymak tarih metodolojisi açısından mümkün değildir. Bilakis bunlar peygam berin vefatından sonra ilk asırlarda bazı nüfuz sahibi kimselerin sahip oldukları görüşleri temsil edip sade ce Peygamber'e ııisbei edilmiştir, Bu, hadislerin çoğu nun uydurma olduğu demektir.» £bu Reyye, bu sözü naklettikten sonra bir tek kelime yorum yapmamış tır. Bu onunda bunu kabul ettiği manasına gelir. Hat ta kitabında söyledikleri bunun bir tekrarıdır.
Ben derim ki; bu sözler aşın ve ondaki hükümler haktan uzaktır. İslâm An.siklopedLsi'ııde bu maddeyi yazan yazarın iddia ettiği gibi hadislerin çoğu İslâmi gelişmenin bir eseri olmadığı gibi Hz. Peygamber'e nis-bet edilmesi gibi bir vakıayı da isbatlamaz. Bilakis ted vin edilen hadislerin çoğu güvenilir yollarla tesbit edilmiş vedirek Hz. Peygamber'den alınmıştır. Hadis imamları (hadisleri) toplarken son derece ihtiyatlı davranmış ve metin ile sened tenkidine de oldukça önem vermişlerdir. Daha önce de şüpheye yer vermi-yecek şekilde açıkladığımız gibi makbul ve merdud haberleri birbirinden ayırmışlardır. Onlar rivayetleri tenkid etmek için ortaya koydukları usul ve kaidelerin yanında iyi ile kötüyü birbirinden ayıracak melekeye de sahiptiler. Biz; siyasi, mezhebi ve kelamî ihtilafla rın hadis uydurmaya etkisini inkar etmiyoruz. Fakat tedvin edilen hadislerin büyük bir çoğunluğunun uy durma olduğunu var gücümüzle inkar ediyoruz. [120]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:04 am

Ebu Reyye'nin Hz. Muaviye'ye Dil Uzatması

Kitabının 91. sayfasında «Hz. Muaviye ve Şam» diye bir başlık açarak Hz. Muaviye ve Şam beldeleri nin faziletleri ile ilgili uydurma hadislere yer vermiş­tir. Burada bu yüce sahabinm Mekke'nin fethinde ser best bırakılan (et-Tuleka) zorla İs4dma girenlerden ve müeltefe-i kulubtan olduğunu söylemiştir.
Yazar, sahabe tarihi yazarlarının Vakidi ve îbıı-i Sa'd'tan Hz. Muaviye'nin Hudeybiye'den sonra Mek ke'nin fethinden önce İslâm'a girdigini.[121] ailesinin korkusuyla müslümanlığını sakladığım, Umretu'l ka za esnasında müslüman olduğunu rivayet ettiklerini görmemiştir. Bazılarına göre o ve babası lEbu Süi'-yan) müellefe-i kuluptandir. Fakat çoğunluğa göre Hz. Muaviye müellefe-i kulubtan değildir. Ebu Anıt tı. Abdil Ber «bazılarına göre Muaviye ve babası mü ellefe-i kuluptandir; (ancak) Uz. Muaviye bazılarına g'öre müellef-i kuluptandir.» elerken çoğunluğun bu görüşte olmadığını ima etmek istiyor. Bunun için Ha fız ibn-i Hacer'in Ebu Süfyan'ın hayatını anlatırken onun müellefe-i kuiuptan olduğunu vurguladığını; Hz. Muaviye'nin hayatında bununla ilgili herhangi bir şey anlatmadığım görüyoruz. Her nasıl- olursa olsun müs lüman olmuş ve İslâm'ı güzel olmuştur. O, Hz. Pey gamberin vahiy katiplerinden olup İslâm davetinin yayılması ve fetihlerinin genişlemesi uğruna övgüye değer şekilde cihad etmiştir. (Sonradan) İslâm'a giri şinden dolayı imanında herhangi bir fesad, itilasında herhangi bir şüphe mevcut değildir.
Biz, Hz. Muaviye'nin fazileti ile ilgili bir çok ha disin uydurulduğundan şüphe etmiyoruz. Hadis imam ları hepsini bir bir saymışken nasıl şüphe duyabiliriz? Ancak biz, O'nun kendisi ve Şam bölgesi ile ilgili uy durulan hadislerde herhangi bir müdahalesi olduğun dan onu tenzih ederiz. İmam İshak b. Râhi'ye «Muavi ye'nin faziletleri hususunda hiçbir sahih hadis yok tur.» dese de büyük İmam Buhari bazı faziletlerini zik retmiştir. İmam Buhari'nin O'nun hakkında «Muavi ye'nin faziletleri babı» demeyip bir çok yerde yaptığı gibi «Muaviye'nin zikri babı» demesi ona herhangi bir zarar vermez. Nitekim aynı şeyi Abbas ve oğlu Abdullah Allah her ikisinden de razı olsun'in fa zileti babında da yapmıştır.[122] Aynı şekilde Buhari'nin kendi şartı üzere Muaviye'nin fazileti ile ilgili her hangi bir hadis zikretmeyip biri sahabi olduğunu di ğeri dinde fakih olduğunu isbat eden ve ibn-i Abbas'tan gelen iki mevkuf habere yer vermesi de ona her hangi bir zarar vermez. İnsaf ehli yanında O'nun sahabi ve fakih olması fazilet olarak yeter. Sonra Bu hari'nin şartlarına uygun olarak O'nun fazileti hak kında Hz. Peygamber'den merfu bir hadisin olmaması Buhari'nin dışındaki güvenilir hadis kitaplarında da faziletine dair hadislerin olmadığını gerektirmez. Ni tekim yazarın kendisi de fazileti hususunda Tirmizi'-nin rivayet ettiği iki merfu hadisi zikretmiştir ki.-'bu iki hadis faziletleri hakkında varid olan hadislerin en sahihleridir. Hafız ve tenkidei ibn-i Kesir «el-Bidaye vc'n-Nihayc»[123] adlı eserinde Hz. Muaviye'nin fazilotleri ile ilgili varid olan tüm rivayetleri serdettikten, mevzu olanları diğerlerinden ayırdıktan sonra şöyle der: «İbn-i Asakir, Hz. Muaviye'nin fazileti ile ilgili mevzu olduğunda şüphe olmayan bir çok hadis ri vayet etmiştir. Biz bütün bunlardan yüz çevirerek sahih, hasen ve ibn-i Asakir'in yer verdiklerinin dışın da bulunan mevzu ve münker haberleri vermekle ye tindik» Öyleyse onun fazileti ile ilgili her hadisi mevzu saymak ve onu her türlü özellik ve faziletten tecrid etmek, araştırmada insaf ölçülerine uymasa gerektir.
Aynı şekilde biz Şam ve diğer meşhur beldelerin fazileti hakkında hadislerin uydurulduğunu inkar et miyoruz. Yine biz, hadis uzmanı ve tenkitçilerinin de işaret ettikleri gibi Hz. Peygamber'e hile ile uydurul muş, ebdal hadislerinin varlığını bazıları bir kıs mını doğru bulsa da inkar etmiyoruz. Ancak bizim kesinlikle reddettiğimiz nokta Hz. Muaviye'nin bun ları uydurtmuş olması ve bunda herhangi bir müda halesinin bulunmasıdır. 94. sayfada bakın yazar na­sıl dil uzatıyor. «Hz. Muaviye hicri 41. yılında Hz. Ha san kendisine biat ettikten sonra Irak'tan Şam'a dön düğünde irad ettiği hutbede Şam'ın ebdal arazisi ol duğunu hatta bu konuda merfu hadislerin mevcut olduğunu belirtmiş ve onları zikretmiştir.»
Yazara attığı taşı yutturacak, Hz. Muaviye'den de bu zan ve töhmeti giderecek olan Şeyhu'l-îslâm ibn-i Teymiyye'nin şu sözleridir: «Ebdal lafzı sadece Şamlı birisinin munkatı bir isnadla Hz. Ali'den Hz. °eygamber'e isnad ettirilen bir hadiste varid olmuş tur. Bunun Hz. Peygamber'in sözü olmadığı açıktır.» hazarın 95-99. sayfalarında İbn-i Teymiyye'nin ebdal hadisinin uydurma olduğuna dair sözlerini Reşit Rı. za'dan naklettiği sözlerin içinde zikretmesi de ilginç tir. Şayet ebdal hadisi Hz. Muaviye'den rivayet edil seydi biz de onunla beraber «belki» derdik, ancak durum , açıkça görülüyor. Reşit Rıza, Hz. Ali'den rivayet edilen hadis sahih olarak farz edilse dahi ha diste geçen Ebdal'ın ehl-i tasavvuf indinde maruf olan Ebdal olmadığım tahrifçilerin bunu ona hamlettikleri ni açıklamaya çalışmıştır. Yazarın en garip yönlerin den birtanesl de tasvip edip naklettiği bir çok husu sun haddi zatında onun kabul ettiği ve ortaya attığı görüşlerine ters olmasıdır. Kitabının bir çok yerinde bunu görmek mümkündür.
Sözün özü şudur : Hadis imamları ve uzmanları rivayetlerin her türlüsünü yeterince araştırmış ve bu uğurda bir ömür harcamışlar; gerek faziletler gerek se başka konularda varid olan hadislerden; sahih, ha-sen, zayıf ve uydurma olduklarım belirtmedikleri bir tek hadis kalmamıştır. Mevzu hadisler hakkında telif edilen eserlere göz atılması kafidir. O zaman dedik lerimin doğru olduğu anlaşılacaktır. Onlar sünnete hizmette, ondan mevzu olanları ayıreletmede kusur işlememişlerdir. Ancak esas kusur, tedvin edilen ilme gereUi ihtimamı vermeyen sonraki âlimlerdedir. Bun-dar dolayı onlar bir çok hataya düşmüşlerdir.
Yazar 101. sayfada şöyle diyor «Hadis uyduran lar bu işin doğru olduğunu desteklemek için de hadis uydurdular». Sonra şöyle diyor: «îbn-i Hazm, cl~ih-kam'ıncla Ebu Hureyre'den merfu olarak şu rivayete yer verir. «Benden size bir hadis rivayet edilir hadis hakka uygun olursa, ister ben söylemiş olayım ister olmayayım alınız.» Yine Ebu Hureyre'den, Resulullah şöyle demiştir: «Benden size söylemediğim güzel bir söz ulaşırsa ben söylemiş (gibi olurum)» Akıl sahibi hiç kimsenin şüphe duymayacağı gibi biz de bu iki hadis ve benzerlerinin (İslâm'ın genel prensipleriy le) çeliştiği için uydurma olduğundan şüphe etmi yoruz. Bu hadislerin metinlerine ibretli bir bakış; bı rakın masum bir Peygamber'den herhangi bir akıl sahibinden bile sadır olmayacağına delalet edecektir. En akıllı bir insan (peygamber) söylemediği güzel bir şeyi söylemiş olduğu nasıl sadır olabilir? Hatta söyle se de söylememiş olsa da kendisinden rivayet edilen hadisi almayı nasıl emredebilir? Bu oldukça ilginç bir şeydir. [124]

Hasen Bir Hadise Dil Uzatması

Şayet yazar söylediklerine delil olarak zikrettiği iki uydurma hadisle yetinseydi bizim sözlerini doğrult mak için herhangi bir muahezeye tabi tutmamız ge­rekmeyecekti. Fakat bu iki hadisi zikrettikten sonra dipnotta söyledikleri bizi buna zorlamıştır. Yazar ay nen şöyle diyor: «Bu iki hadise İmam Ahmed'in riva yet ettiği şu hadisde benziyor:» Resulullah şöyle bu yurmuştur : «Benden bir hadis işitir kalpleriniz on dan hoşlanmaz,nişleriniz ondan nefret eder ve onu size uzak görürseniz (bilin ki) ben ondan daha uza ğım». Reşit Rıza isnadının ceyyid (sağlam) olduğunu belirtmiştir.
Yazarın, muhaddis âlimlerden sayarak kendisin den bir çok nakillerde bulunduğu Reşit Rıza, bu ha-oUsin isnadının sağlam olduğunu belirttiği halde, ha dis hafızı ve münekkidlerinin de belirttiği gibi uydurma olduğunda hiç şüphe olmayan iki hadisle bu hadisin nasıl aynı olduğunu belirtebiliyor? Ne tuhaf tır ki, yazar bir çok nakilde Reşit Rıza'ya dayanarak onun sözlerini peşinen kabul ediyorö Fakat burada onun sözlerini peşinen kabul ediyor. Fakat burada batıla sapıyor. Bana öyle geliyor ki yazar bir yerde karar kılmayıp nevasına tabi olan birisidir, nevasına uyanı alıyor, uymayanı da kulak ardı ediyor. Her hal de Reşit Rıza yukarıdaki hadisin isnadı hakkında var dığı hükmü Hafız ibn-i Kesir'in Tefsirinde söyledikle rinden almıştır [125]Tefsirinde söz konusu hadise yer Verdikten sonra «imam Ahmed bunu ceyyid bir is-nadla rivayet etmiştir.» der. Başka hadis kitaplarında bu hadis mevcut değildir. Fakat şu bir hakikattir ki gerek isnad yönünden gerekse mana yönünden bu ha dis ile diğer iki hadis arasında herhangi bir benzerlik söz konusu değildir. Diğer iki hadis uydurmadır; bu hadis ise hasen bir hadistir. İmam Ahmed'in rivayet ettiği bu hadis mana itibariyle «insanlar sana fetva verse desen kalbine danış» hadisine yakındır. Bu da bir hadis işitildiği zaman kalbin güven duyup duyma masına işaret ediyor. Bu kalbi itminan da sadece kalbi imanla mamur, İslâm'ın hidayeti ve kaidelerinin ma rifetiyle aydınlanmış, sünneti tahsil eden, bir hadisin Hz. Peygamber'in sözü olup olmadığını birbirinden ayırdetmek için kendisinde bir meleke oluşacak ka dar sünneti öğrenmeye, okumaya çalışan müslüman-larda bulunur. Rebi b. Hüseyin bu melekeye şöyle işaret ediyor: «Hadislerin maruf olduğunu bildiren gündüzün aydınlığı gibi aydınlığı, münker olduğunu ifade eden gecenin zulmeti gibi karanlığı vardır.»
îbnu'l Cevzi de şöyle der: «münker hadis ilim tale besinin tüylerini ürpertir ve ekseriyetle kalbi ondan nefret duyar.» îşte bu şekilde hadisin gerek rivayet yönünden gerekse mana yönünden sabit ve sahih ol duğu bize açıklanıyor.
Yazar 105 ve 107. sayfalarında Aîlame el-Kasımi-nin «Kavaidu't-Tahdis» adlı kitabında ibn-i Teymiye, ibnu'l Kayyım, ibn-i Dakik el-îd, ibn-i Ur ve el-Hanbeîî gibi imamlardan yaptığı nakillere yer veriyor ki, hep si muhaddislerde makbul ile merdud, sahih ile zayıf hadisleri birbirinden ayırmak için hasıl olan meleke ve kalbi itminan etrafında dönüyor. [126]

Ebu Reyye'nin Mevzu Hadisle Müdrec Hadisi Birbirine Karıştırması

104. sayfada idrac yolu ile hadis vâz'ına yer ver miş ve müdrec olan hadisleri mevzu hadislerden say mıştır.
Müdrec olan hadisi mevzu hadislerden saymak dikkatsizlikten kaynaklanmıştır. Evet ibnu's-Salah gi bi bazı hadis imamları galat yolu ile idracı hadisten olmayan bir şeyi hadistenmiş gibi gösterdiği için mevzu hadislerin benzeri olarak kabul etmişler, an cak muhaddislerin çoğu sadece idrac olarak değerlen dirmişlerdir. Yazara düşen bir karışıklığa ve şüpheye yol açmayan idrac ile hadisten olmayan bir şeyi ha distenmiş gibi gösteren idracı birbirinden ayırmaktı. Kapalı bir kelimenin tefsiri veya senedde geçen müp hem bir ismin izahı ya da ravinin idracı olduğu lafzî ve hali karinelerle anlaşılan idrac önemsiz bir meseledir, ravinin adaletine bir halel getirmez. Bu tür id-raclar mevzu olmaktan uzaktır. Hiçbir karine ile bağ daşmayan şüphe ve karışıklığa yol açan idrac'a gelince kasten yapılırsa tamamen haramdır, ravinin ada letini yok eder ve yalancılardan sayılır. es-Semani şöyle der: «Her kim kasten idrac ederse adaleti sakıt olur. Kelimeleri yerlerinden tahrif edenlerden ve yalancılardan sayılır.» Yazarın bütün idracları mevzu saymasının dikkatsizlikten kaynaklandığı açlkça or taya çıkmıştır. Onun kaidesine göre müphem bir ke limeyi açıklamak ve izah etmek için idrac eden bir çok hadis imamı hadis uydurmakla tavsif edilir. Ona gö re ez-Zuhri Sahihayn'da «vahyin başlangıcı» hadisini rivayet ederken «et-Tehennus» kelimesini taabbud ola rak tefsir etmekle hadis uyduranlardan sayılır. En Nesaî'de bir hadisin ravisi «ene zaimun» ifadesinde 'ez-zaim'i el-Hamil diye tefsir etmesi onu uydurmacı lardan kılıverir. Ebu Hureyre (ra) Hz. Peygamber (s.a.s.)'den «köle için iki ecir vardır, nefsim elinde olan Allah'a andolsun ki Allah yolunda cihad, Hacc ve anneme iyilik olmasaydı köle olarak ölmeyi tercih ederdim.»[127] sahih hadisini rivayet ederken «Nefsim elinde olan» diye başlayan kısmı idrac etmekle bu hadis uydurma sayılır. Bu son örnekte ilk bakışta idrac olduğu anlaşılıyor zira Hz. Peygamber henüz kü çükken annesi vefat ettiği için bunu söylemesi imkan sız olduğu gibi mahlukatm en faziletlisi olarak köle liği arzu etmesi de imkansızdır. Yazarın vardığı so nucu bu ilmin uzmanı hiç bir araştırıcı ikrar etmez. [128]

Kabul Ahbar'a Dil Uzatması

108. sayfada «Hadiste israiliyat» diye bir başlık atmış ve bu israiliyatm menşeini açıklamıştır. Sonra da müslüman olan Kâbu'i Ahbar ve Vehb b, Müneb-bih gibi ehl-i kitap âlimlerine saldırmıştır. Daha çok Kâbu'l Ahbar'a dil uzatmış ve onu ilk Siyonist olarak vasıflandırmıştır.
Ona yaptığı saldırılar konusundaki görüşlerimi şöylece sıralayabilirim :
1-Ka'bul Ahbar tabiundandır. Ne kadar gizli olursa olsun herhangi bir ravinin gerçek durumu kendilerine gizli kalmayan cerh ve tadil âlimleri onu uydurmacılıkla suçlamamışlardır. Cumhura göre o sika bir ravidir. Bunun için «ed Duafa ve'l metrukin» (zayıf ve hadisleri terkedilen ravüer hakkında yazı lan) kitaplarda onun ismine rastlamak mümkün de ğildir. ez-Zehebi «Tezkiretü'l-Huffaz» adlı kitabında kısaca hal tercemesine yer vermiş, ibn-i Asakir ise «Tarih-i Dımeşk»te bunu genişletmiştir. Ebu Nuaym ise -el-Hilyetü'l-Evliya»da O'nun haberlerine vaazla rına ve Hz. Ömeri' korkutmasına uzun uzadıya yer vermiştir. îbn-i Hacer «el-İsabe» ve «Tehzibu't-Teh-zip» adlı eserlerinde hayatını vermiştir. Bütün ten-kidçiler sika olduğunda ittifak etmişlerdir.[129] Yalnız Sahih-î Buharî'de hakkında geçen şu haber bana ters görünüyor. Buharı, senediyle Hz. Muaviye'nin hilafeti devrinde, hac esnasında Medine'de kureyşten bir topluluğa konuşurken Kâ'bul Ahbar hakkında şöyle dediğini rivayet eder: O ehli kitaptan söz edenlerin en doğrusu idi buna rağmen biz O'nu yalan söyleyip söylemediğini denerdik.» Başka bir rivayette «şüphe siz en sadık olanlanndandı» demişti. Hz. Muaviye'nin sözünden açıkça anlaşıldığına göre Kâb'm bazı riva yetleri cerhedümiştir. Ancak bu Ebu Reyye ve ben zerlerinin söyledikleri gibi uydurmacı ve yalancı ol­duğuna delalet etmez. Hz. Muaviye'nin bu sözünün bir kıymeti var. O insanlan ve desiselerini hemen kavrayan bir dahi idi Hz. Muaviye, Kâb'tan korkmaz dı, ona aldanması da düşünülemez. Eğer hakkında bundan daha fazla bir şey bilseydi çekinmeden söy lerdi. Kâ'b hakkında hüsn-ü zan besleyen bazı âlim ler Hz. Muaviye'nin bu sözünü de iyiye yorumlamış lardır. Nitekim ibn-i Hıbban «es-Sikat adlı kitabın da «Hz. Muaviye onun zaman zaman verdiği haber lerde hata ettiğini kasdetmiştir, yoksa yalancı oldu ğunu kastetmemiştir» der. îbn-i-Cevzi ise: «Bu sözün manası, Kâb'm ehli kitaptan verdiği bazı haberlerin yalan olduğudur. Yoksa kasten yalan söylemiştir de mek değildir. Çünkü Kâb yahudi âlimlerinin en seç kini idi» demiştir. İbn-i Abbas daha önce Kâb hak kında «haberler daha önce değiştiği için yalana düş tü» demiştir.[130] îbnu'l Cevzî'nin tenkid melekesine sa-hib olup uydurmacılara savaş açtığını, aklımızdan çı karmayalım. Onun «el-MevzuaU adlı kitabı bazen mevzu olduğuna hüküm vermede gevşek davranmak la muaheze edilse de en güzel ve en meşhur kitap lardandır.
Şayet ibnu'l-Cevzi, Kâb hakkında Ebu Reyye ve benzerleri gibi onun uydurmacı desiseci olduğunu düşünseydi onu cerhetmekten tereddüt etmezdi. Adı geçen kitabının mukaddimesine bakıldığı zaman açık ça görüleceği gibi özellikle uydurmacılara karşı kes kin bir dile sahip olan ibnu'l Cevzi o zaman Muavi ye'nin sözünü iyiye yorumlatnazdı. Bunun için âlim lerin Kab hakkında bu söylediklerini duyduktan son ra onun uydurmacı olmadığı, kasten yalan söyleme diği açıkça ortaya çıkmıştır. Her ne kadar bazı riva yetlerinde hurafeler, bazı yalan tsrailî haberler gö rülse de bu daha çok kendisinin nakilde bulunduğu kitaplarını tebdil ve tahrif eden ehl-i kitaba, hurafe ve israüiyat ile dolu bazı eski kitaplara irca olunur. (Tabiiki) hakkı ve doğruyu araştırsaydı, iyi ve kötü haberleri birbirinden ayırsaydı daha güzel olurdu. [131]

Vehb B Münabbih'e Dil Uzatması

Vehb b. Münebbih'e gelince o tabiunun seçkinle rinden ve sika ravilerindendir. Ebu Reyye'den başka onu uydurmacı ve desiseci olmakla suçlayan hiç kim se olmamıştır.
Titiz her araştırmacı basiret, sahibi her tenkidçi israiliyatm çoğunun İslâm'ı kabul eden ehli kitap âlimleri vasıtasıyla îslâm'a girdiğini, yine bunların hüsnü niyyetle bu haberleri naklettiklerini inkar et mez. Aynı şekilde ilmi kitaplara ve müslümanlardan avam olanların fikirlerine bu rivayetlerin kötü etki lerini, İslâm'da yeri olmadığı halde bunları islâm'dan zanneden düşmanların bu dine saldırmalarına vesile 'olduklarını da kimse inkar etmez. Araştırmacının ka bul etmeyeceği şey İslâm'a giren ve güzel bir şekilde ona bağlı kalan Kâb, Vehb ve benzerlerinin maksatarının desise ve uydurma yoluyla dini ifsat etmek olduğudur. Allah'ın bu ümmete en büyük lutfu; bu îsrailî rivayetlerin İslâm akidesi, haram ve helal, hü kümlere taalluk etmeyip peygamberler ve geçmiş üm metlerin kıssaları, dünyanın yaratılışı, ahiret ve mah-lukatm sırlan ile ilgili olmasıdır. Sadece bir kısmı peygamberlerin ismetine ters görünüyorsa da basit bir düşünceye sahip olan kimseler bile bunların batıl Ve yalan olduğunu anlar.
îbn-i Haldun, Mukaddimesinde rivayet tefsirleri ne giren tsrialiyattan söz ederken yazarın yaptığı gibi ehl-i kitaptan İslâm'a girenleri desise ve uydur­macılıkla suçlamamıştır. Sadece onları Araplara nak ledilen israiliyatın kaynakları olarak zikreder.[132] İn saflı araştırmacının tavrı da budur; ta'neden ve adil davranmayan araştırıcıların değil. [133]

Muhaddislerin İsraiüyat Tenkidi

Hadis uzmanı ve tenkidçilerinin bu israiliyatın hakikatlerini ortaya çıkarmak, sahihini batılından, doğrusunu yanlışından ayırmak için yaptıkları övgü ye şayan çalışmaları vardır. Kâb ve benzerlerinin ri vayet ettikleri hiçbir haber yoktur ki, onlar tarafın dan ilmî bir tenkide güzel bir şekilde uğramasın. Müs­lüman âlimlerin bu şahane çalışmaları olmasaydı bun lar İslâm'ın ve müîsümanların başına büyük bir mu sibet olurdu. Hadis imamları bu konuda o derece ih tiyatlı davranmışlar ki bu hususta şöyle demişlerdir: «Ictihad eseri olmayan sahabe kavilleri, söz konusu sahabi İslâm'a giren ehl-i kitap âlimlerinden haber almakla bilinmiyorsa, merfu hadis hükmündedir. Şa yet onlardan haber almakla biliniyorsa Îsrailî haber olması mümkün olduğu için merfu sayılmaz.» Bu ih tiyat hadisçilerin uzak görüşlü olduklarına ve tenkid-teki asaletlerine delalet eder. Burada el-Ezher dergi si sayfalarında «İsrailiyat ve Tefsir Kitapları» başlığı altında kaleme aldığım yararlı bir araştırmanın ya yınlandığını sayın okuyucularıma bildirmek isterim. Orada islâm'a sokulan bir çok îsrailiyat ve hurafe lerin iç yüzünü ortaya koymaya çalıştım. [134]

Ebu Reyyenin Araştırma Metodu

Yazar, İsrailiyat ile ilgili bahsinde Kâbu'l-Ahbar, Vehb b. Münebbih ve benzerlerinden yapılan bütün rivayetlerin uydurma, bizim şeriatımızda bu rivayeti destekleyen ve doğrulayan Rivayetler olsa da tama mının yanlış olduğunu belirtmektedir.
Bu hak ve vakıa ile bağdaşmayan aşırı bir hü kümdür. Araştırmacı, muhakkik âlimlere göre müs-lüman olan ehl-i kitaptan sağlam ve doğru haberler nakledildiği gibi yalan ve batıl olan haberler de riva yet edilmiştir, bazıları da iki tarafa da hamledilebilir. İşte îmam ibn-i Teymiyye-ki mükemmel olarak hadis ilmini, dinde fakihliği; sağlam tenkid ve iyi anlayışı birleştiren medresenin önderidir. Ehl-i kitaptan İslâm'a girenlerden gelen haberleri üç kısma ayırıyor:
Birincisi: Bizim elimizde doğruluğuna şehadet eden delillerle sahih olduğunu bildiğimiz haberler ki bunlar doğrudur.
İkincisi: Elimizde ona muhalif olan delillerle ya lan olduğunu bildiğimiz haberlerdir.
Üçüncüsü: Hakkında herhangi bir şey olmayan ne ondan ne de bundan olan haberler. Biz bu tür ha berlere inanmadığımız gibi yalanyamayız da, daha önce de geçtiği gibi başkalarına aktarmak caizdir. Bunların çoğunda dini herhangi bir fayda yoktur.[135] Talebesi ibn-i Kesir de Tefsirinde bunun aynısını söy-lemiştir.[136]
Şimdi de büyük hafız ibn-i Hacer'in «Fethu'l- Ba ri» de Buhari'nin Ebu Hureyre'den naklettiği şu ha disin şerhinde neler söylediğini görelim: «Ehli kitap Tevrat'ı Ibranice olarak okur ve Arapça ile müslü-manlara tefsir ediyorlardı. Resulullah (s.a.s.) bunun üzerine şöyle dedi: Ehli kitabı ne tasdik edin ne de yalanlayın. Biz, Allah'a, bize ve size indirilene iman ettik, bizim ve sizin ilahınız birdir deyin.* Yani doğ ru olan bir şeyi yalanlayarak veya yalan olan bir şeyi tasdik etmek suretiyle zorluğa düşmemek için doğru ve yalan olması muhtemel olan haberleri (ne tasdik edin ne de yalanlayın) ancak bu tekzib etme yasağı İslâm şeriatına muhalif olan haberler hakkında de ğildir.. Aynı şekilde tasdik etme yasağı şeriata uygun olan haberler hakkında değildir. İmam Şafii tr.a.) de buna işaret etmiştir. Böylece bütün îsrailî haberlerin tamamının sahih olduğu hükmünün yanlış ve hak tan uzak olduğu, bütün rivayetlerin yalan ve batıl olduğu hükmünün de aşın ve yanlış bir hüküm olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.
Yazarın takip ettiği bu metod bir çok hata do ğurmuştur. Bu yolla şüphe duyulmayan bir çok ha disi, îsrailiyat ve ehl-i kitap hurafelerinden saymış tır. Halbuki zan ve tahminden başka bir delil yoktur. Hatta haksızlığı o dereceye vardı ki, hiçbir tarafın dan batılın yanaşamadığı Allah'ın kitabı tarafından tasdik edilen bir çok rivayeti dahi batıl saymıştır. Bundan da öte İslâm'a giren ehl-i kitaptan kimsenin rivayet etmediği, onlardan alınması muhtemel olma yan bazı hadisleri de batıl saymıştır, bu acaip araş tırma yollan görülsün diye bu hadisleri burada ar-zetmek istiyorum: [137]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:05 am

Kur'an'ın Şehadet Ettiği Sahih Bir Hadis

113 ve 114. sayfalarda Kâb ve ibnu's-Selam'ın Tev-ratta bir peygamberin geleceğinin müjdelenmesi ve Hz. Peygamber'in vasıflarına dair rivayetlerine yer verdikten sonra şöyle der: «Bu hurafe yani peygam berin geleceğini müjdelemek ve vasıflanın zikretmek-Kâb'ın talebelerinden birisi olan Abdullah b. Amr b. As'a uzanır.» Buhari, Abdullah/b. Yesar'm şöyle de diğini nakleder: «Abdullah b. Amr b. As ile karşılaş tım. O'na Resulullah'ın Tevrattaki vasıflarını anlatır mısın diye sordum. O da «Allah'a andolsun ki o Kur'-ran'da zikredilen bazı sıfatlarla Tevrat'ta da zikredil miştir.» Ey peygamber biz seni şahid, müjdeleyici ve
uyarıcı olarak gönderdik» seni ümmilerin koruyucu su yaptık, sen benim kulum ve peygamberimsin, seni el-mutevekkil diye isimlendirdim; (Q peygamber) ne kaba ne serttir, çarşılarda bağırıp çağırmaz kötülü ğe kötülükle karşılık vermez, affeder ve bağışlar, eğri olan bir millet onunla Lailahe illallah diyerek doğru yolu bulmadıkça kapalı kalplerini ve kör gözlerini açmadıkça Allah onun ruhunu almaz.» îbn-i Kesir bun dan fazla olarak ibn-i Yesar'm sözlerini şöyle bitir diğini söyler: «Sonra âlim Kâb'a rastladım ona da aynı soruyu sordum bir harfini dahi farklı söyleme di» nasıl farklı olabilirki tabi o Abdullah'a öğreten de Kâb'tır.
Bu yazarın önceki kitapların Arap ve ümmi bir peygamberin geleceğini müjdelemesini hurafe olarak değerlendirmesi ahmaklığın ta kendisidir. Bilmiyo rum yazar bütün doğruları yitirdi mi? Yoksa Allah'ın şu sözünü hiç mi görmedi? «Rahmetim her şeyi ku şatmıştır. O'nu müttaküere, zekatı verenlere ve ayet­lerimize inananlara yazacağım. Onlar ki yanların daki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye o ümmi peygambere uyarlar. O Peygamber ki, kendi­lerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten mene-der, güzel şeyleri helal çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarmdaki zinciri kaldırıp atar. O'na inananı destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır.[138]
İşte yukarıdaki hadis hiçbir şüpheye maruz kal mayan Kur'an'ın bu ayeti tasdikinden başka bir şey değildir. İster bu hadisi Abdullah b. Amr, Kâb'dan alsın isterse KAb'm kitaplarından O'na öğrettiğinden olsun. Çünkü Abdullah, b. Amr okuma yazma bilen, ehli kitabın kitapları konusunda ilim sahibi birisidir. Nitekim sair kitaplara şehadet eden, onları koruyup gözeten Kur'an onu tasdik ettiği için bu haber doğ rudur. Ona inanmak vaciptir. Şaşıyorum şu yazara nasıl olur da Tevrat ve İncÜ'de peygamberin gelece ğinin müjdelenmesi ve vasıflarının zikredilmesini hu rafe olarak değerlendirmeye vicdanı el verebilir? Se vinin ey misyonerler! Çünkü müslüman ismi ile anıl dığı halde bilgi ve araştırma adı altında kendilerine hizmet edenler, sözlerini yayanlar çıkmıştır. [139]

Hz. Abbas'm Yağmur Duasında Vesile Edinmesi Hadisi

118'nci sayfada yağmur talep etme hadisine de ğinirken Kâb'ın müslumanların akidesini bozmak için bunu fırsat bilerek, Hz. Ömer'i (r.a.) Peygamberimi­zin amcası Abbas'ı vesile edinerek yağmur talep et meye sevketüğini söyler. Hz. Ömer'in (r.a.) Abbaa'ı vesile edinerek yağmur talebinde bulunduğunu zik rettikten biraz sonra da şöyle der: «Hz Ömer bu hi leye aldanmadı ve meseleyi anladı. Bunun üzerine yağmur isterken peygamberi bile vesile edinmeyerek istiğfar ile yetindi» yazar bu iddiasını desteklemek için «el-Muğni» ve «eş-Şerhu*J Kebir» adlı eserlerden Hz. Ömer'in yağmur duasına çıktığında istiğfardan başka bir şey yapmadığını naklediyor.
Buna cevap olarak derim ki : i. Bu hadisi, Buharı Sahih'inde Hz. Enes (r.a.) den şöyle nakleder: «Ömer ibn-ul Hattab kıtlık yılında Abdulmuttalip oğlu Abbas'ı vesile edinerek Al lah'tan yağmur diledi ve şöyle dedi. «Ey Allahım! biz peygamberimizi vesile edinerek senden yağmur di lerdik sen de verirdin (şimdi de) peygamberimizin amcasını vesile edinerek senden yağmur istiyoruz» ve kendilerine yağmur verilir. Yazar bunun Kâb'ın bir desisesi olduğuna delalet etmek için Enes hadisine dil uzatmak ve onu buna ters olan kuvvetli rivayetlere muhalif saymıştır. Şimdi yazann Buhari'nin ri­vayetlerine tercih ettiği kuvvetli rivayetleri okuyucularıma sunmak istiyorum:
Bu rivayet ibni Ebi'd Dünya'mn «Kitabu'l - Ma taramda «el-Muğni» ve «eş-Şerhu'1-Kebir» adlı eser lerde ve Cahız'ın «el-Beyan ve't-Tebyüı- adlı kita­bında geçen bir rivayettir! Sonra bu rivayetle Enes hadisi arasındaki muhalefete bakın. Yazarın yağmur duası için zikrettiği haller yani bir defasında namaz ve hutbe ile yapılmış olması, bir defasında Cuma hutbesinde veya bir farz namazın akabinde irad et tiği bir hutbede söylemiş olması; diğer bir defa da namaz kılınmadan bir dua ile yapılmış olması, biri-1 sinde mesciddeki minber üzerinde, diğer birisinde mescidin dışında yapılmış olması bütün bu haller sa hih sünnetle[140] Hz. Ömer bir defasında Hz. Abbas'ı vesile edinerek yağmur istemiş, başka bir za manda sadece yağmur duasıyla yetinmiştir. Üçüncü defa ise istiğfarla yetinmiştir. Çünkü bütün bu hal ler yağmurun gelmesini celbeder. Öyleyse rivayetler arasında hiçbir çelişki yoktur, özellikle tercih ettiği rivayette herhangi bir tahsis söz konusu değildir.
Yazann ikinci rivayeti naklettiği el-Muğnl ve eş-Şer-hu'l Kebir'in yazarı bu rivayetten bir kaç sayfa son ra aynen şöyle der:[141]
«Salih olduğu bilinen birisini vesile edinerek yağ mur istemek müstehaptır. Zira dualara bu yolla da ha çok icabet edilir. Hz. Ömer de kıtlık yılında Hz. peygamberin amcası Abbas'ı vesile edinereH. yağmur talep etmiştir» (ibn-i Kudameî daha sonra Hz. Mua-viye'nin ve Dahhak b. Ka'ys'ın Yezid ibnu'l Esved'i vesile edinerek yağmur istediklerini zikreder. Açık ça ortaya çıkmıştır ki, yazar Hz. Abbas'ı vesile edi nerek yağmur talep etmenin Kâb tarafından müslü-manların akidelerini bozmak için yapılan bir desise olduğu görüşüne varmak için arzusu doğrultusunda dilediğini almış dilediğini de terk etmiştir.[142]
2. Sonra Abbas (r.a.)'ı vesile edinerek yağmur istemek akideyi nasıl bozabilir? Bütün müslümanlar diri olan insanları vesile edinmenin caiz olduğunda icma etmişlerdir. Hiç kimse dirileri vesile edinmenin akideyi ifsad edeceğim söylememiştir. Hz. Ömer'in de içlerinde bulunduğu ensar ve muhacir Abbas'ı ve sile edinmenin akideye ters düştüğünü nasıl bilmez ler ki hep beraber bunu yapmışlardır? Bu ümmetin fakihleri ve muhaddisleri sıhhatine hükmedip delil getirdikleri Enes hadisinin bir desise olduğunu nasıl bilmezler? Bu şaşılmayacak bir şey değildir doğrusu. [143]

İsra ve Miraç Hadisi

123. sayfada İsra ve miraç hadisinde Hz. Peygam-ber'in Hz. Musa'ya müracatını Israiliyattan saymış. Bu rivayetin sıhhatine inananları cahil olmakla suç lamış ve onları ahir zamanın haşevİyesinden saymış tır. Daha buna benzer nice sövgü ve kınamalar ka leminden dökülmüştür.
Cevap olarak yazara derim ki: Delilsiz ve burhansız düşünmeden söz sarfetmek insaflı titiz bir araştırmacıya yakışmaz. Miraç gece sinde Hz. Musa'nın zikredilmesi ve Hz. Peygamber'in ümmetine farz kılman namazları hafifletmesi için Allah Tealaya muracatını sağlaması (bu hadisin) İs railiyattan olmasını neden gerektirsin? Yazarın man tığına göre Hz. Musa'nın veya herhangi bir İsrailog-lu peygamberin faziletine dair her hadis israiliyat-tandır. Öyle inanıyorum ki bunu bırakın bir araş tırmacıyı akıllı hiç bir kimse söylemez. İslâm âlim lerine göre beni israil'in haberleri ile ilgili daha ön ce anlattıklarımız bu okuyucuya yeterlidir. Eğer İsra ve miraç hadisi Kâbu'l-Ahbar ve diğer beni İsrail âlimlerinden rivayet edilseydi aklen bu rivayette Hz. Musa'ya yer verilmesinin bir desise olduğu caiz olur du. Ancak hadis yirmi kusur sahabiden rivayet edil miştir. Bunlar arasında ehl-i kitaptan İslâm'a giren lerden bir kişi olmadığı gibi onlardan haber almakla bilinen kimse de mevcut değildir. Sağlıklı araştırma mantığına göre de bu ihtimal tamamen uzak bir ih timaldir. Hafız Ebu'l Hattab b. Dıhye «et-Tenvir fi Mevlidi's-Siraci'l-Münir» adlı kitabında îsra ve miraç hadisini rivayet eden sahabileri zikrederek bunların yirmi beş'e kadar vardığını söyler. O bu konuda va-rid olan rivayetleri mütavatir olarak değerlendirmiş tir. Münekkid Hafız İbni Kesir Tefsirinde Ebu'l Hat tab Jın bu sözünü nakletmiş ve güzel ve yerinde söz olarak yorumlamıştır.[144] Hiçbir akıllının buna uydur ma karıştığını söylemesi mümkün müdür? Buharı Müs lim ve diğer güvenilir kitapların yazarları sözkonu-su hadisi değişik tariklerle rivayet etmişlerdir. Bütün bu rivayetleri yakinen görmek isteyenler ibn-i Kesir'in tefsirine müracat edebilirler. Bildiğim kada rıyla güvenilir hiç bir ilim ehli Hz. Peygamber'in Hz. Musa'ya müracatınm îsrailî bir desise olduğunu söy lememiştir. Yazarın hayal ettiği bu kanaat ümme tin bütün âlimlerine gizii mi kalmıştır? Oysa en uy gun olan bu rivayetin Allah'ın ve Resulünün namaz ları hafifletmeden önce bu ümmetin yüklenme gücü ve kudretini bilmediklerini istilzam ettiğini açıkla maya çalışmak ve buna şüphe sokmak yerine bu mü-'racatın sırrını ve hikmetini araştırmaktır. Hz. Mu sa'nın geçmiş insanların tecrübesine ve henüz pey gamberimize meçhul olan israiloğu 11arının en şiddet li şekilde terbiye edilmesini bilip önün hafifletilmesi için yeniden Rabb'ine müracat etmesini işaret buyur masında ne zarar vardır ki, yazar bunun mahzurlu olduğunu iddia ediyor? Sonra müracat sebebiyle elli vakit farz namazın beş vakte indirilmesinin Allah'ın kullarının gücünü bilmediğine delalet edeceğini kim söylüyor ki, bütün görüşünü bunun üzerine bina edi yor. Allah Teala şüphesiz, olanı ve olacağı bilir; pey gamberi MuKammed (s.a.s.Tın kullarına tahfif di leyeceğini do biliyor. Bu sebeble elli vakti beş vakte indireceğini de yine O biliyor. Bunun da bir sırrı ve hikmeti vardır. O da Allah'ın bu ümmete rahmetini ve kolaylık getirmekle nimetini göstermesidir. Yüce Allah'ın şu sözü de buna delildir. «Ben farzları infaz ettim ve kullarıma kolaylık diledim.»
Bunun hikmetlerinden birisi de hafifletme ko nusunda ümmeti için dilediği şefeatı kabul etmekle Hz. Peygamber'in katındaki mevkini göstermektir. Kardeşi Musa'nın istişaresine kulak asarak ümmeti ne olan şefkat ve merhametini göstermektir. Bu mü-racat kul ile, Rabbi seven ile sevgili arasında yapı lan müracat tekrarından başka bir şey değildir. [145]

Şeddu'r-Rihal Hadisi

128. sayfada «Beytu11 Makdis hakkında varid olan israiliyat* başlığı altında bazı rivayetleri zikreder.
129. sayfada ise sahih hadisin önceleri Mescid-i Haram'ı ve Mescid-i Nebevi'yi içerdiğini ancak «kub-betus sahra»nın inşasından sonra bunun ve Mescid-i Aksa'nın fazileti hakkında hadislerin ortaya çıktığı nı söyler. Ebu Reyye, «üç mescidin dışında hiçbir mescide sevap kastıyla yolculuk yapılmaz (bunlar) benim bu mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Ak-sa'dır» hadisinde Meecid-i Aksa'ya yer verilmesini uydurulan bir israiliyat olarak anlar. Bu iddiasını da ibn-i Abbas'ın şu rivayetine dayandırır: «Bir kadının başına bir musibet gelir, kadın «Allah bana şifa ve rirse Beytu'l-Makdis'te namaz kılacağım iler, sonra iyi olunca yola çıkmak için bineğini hazırlar çıkma dan önce Hz. Peygamber*in hanımı Meymune'ye ge lir ve bunu haber verir. Meymune validemiz
evinde otur yaptığından ye ve Resülullah'in mesci dinde de namazını kıl zira O'nun: «benim mescidimde bir rekat namaz kılmak Kabe'nin dışında sair mes-cidlerde kılınan bin rekatten efdaldir» dediğini işit tim» Ebu Reyyc, bunun üzerine derki; şayet mescid-i Aksa bu hadislerde geçseydi Hz. Meymune bu kadı nı adağını yerine getirmesinden alıkoyamazdı.
Bu iddialara karşı cevaben deriz ki:
1-Biz gerek Mescid-i Aksa gerekse Hacer-i mu allak hakkında bir çok hadis ve haberin uyduruldu ğunu inkar etmiyoruz. Bizim esas inkar ettiğimiz hu sus «yukarıda geçen hadise «Beytu'l-Makdis'in» hile yoluyla uydurularak sokuşturulduğudur. Öyle inanı yorum ki herhangi bir araştırıcının beytü'l-makdîsi faziletlerden uzak tutması ve bu konuda varid olan her hadisi israiliyat sayması yanlış ve hatalı bir hü kümdür. Nasıl böyle denebilir? Beytu'l-Makdis'in fâv zileti sadece sahih hadislerle değil hiçbir şüpheye ma ruz kalmayan mütevatir Kur'an'la da kafi bir şekil de sabittir. Allah Teala şöyle buyuruyor: «Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah geceleyin ku lunu Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığı mız Mescid-i Aksa'ya yürüttü. O'na ayetlerimizden bir taşırımı gösterelim diye böyle yaptık o gerçekten işi ten ve görendir. »[146]
Bu arada hiçbir delile dayanmayan ve hiçbir esa sa istinad etmeyen zanna ve kuruntuya herhangi bir Ver kalmamıştır. Beytu'l Makdis geçmiş peygamber lerin kıblegahı ve hicret yurdudur. Yeryüzünde ku klan ikinci mesciddir, binasını* ilk yükselten Hz. îb-rahim'in torunu olan Hz. Yakub'tur. Süleyman pey gamber ise bu binayı .yenilemiştir. Müslümanlar hic retten sonra on küsur ay namazlannda oraya yönel diler. Yazar Mescid-i Aksa'nm fazilet yönünden di ğer iki mescitten daha düşük olsa da onlarla bera ber aynı hadiste yer verilmesini nasıl uzak görebi lir? Hadis üç mescidin de Allah'ın bazı peygamberle rinin yüce hatıralarını taşıyan birer eser oldukları için üçünü de beraber zikretmiştir. Şayet yazar gerçek ten bir araştırmacı olsaydı delilsiz söz sarf edeceğine hadisi metin ve isnad yönünden güvenilir ilmî me-todlarla tcnkld ederdi.
2-Bu hadisi büyük iki iman, Buharı ve Müslim Sahih'lorinde rivayet etmişlerdir. Bu iki imamın ha disleri tashihdeki yüce mertebeleri, rical ve ilel ilmi ne vukufiyetlori, hadislerin gizli illetlerini ortaya çı karmak için keskin bakışlı oldukları bilinmektedir. Bunların dışında ibn-i Hibban da Sahih'inde, Ebu Da-vud, Tirmizi, en-Nesai ve ibn-i Mâce de Sünen'lerin-de İmam Ahmed ve el-Bezzar Müsned'lerinde, Tabe-rani el-Mucemu'I-Kebir ve el-MucemuM Evsafta ri­vayet etmişlerdir. Hz. Ömer, Ebu Said el-Hudri, Ebu Hureyre, Ebu Busra el-Giffari ve babası ile Ebu'l Cad gibi bir sahabi topluluğundan rivayet edilmiştir.[147] Ümmet bu hadisi kabul ile telakki etmiştir. Seleften günümüze kadar hadis tenkidi ve değerlendirmesin de hiçbir güçlük çekmeyen, sayılamıyacak kadar çok imam bu hadisi hüccet olarak kullanmıştır. Bu husus bütün bunlara kapalı kalmış da yazar tarafındanmı ortaya çıkmıştır?
3-Allah kendisine şifa verdiği takdirde Beytu'l-Makdis'te namaz kılacağını adayan kadının kıssası na yer vermesine gelince bu ölüleri bile güldürür.[148] Yüzlerce kitap ve kaynağı araştırdığını iddia eden yazara soruyorum, hadisin hilafına verilen fetva ve ya onun tersine yapılan amelin hadisin yalan oldu­ğuna delalet ettiğini kim söylüyor? Durum böyle ol saydı bir çok' hadisin mevzu olduğu hükmüne varır dık.
Allame ibnu's-Salah bu konuda şöyle der: «böy lece deriz ki; bir âlimin herhangi bir hadise uygun olarak amel etmesi ve o doğrultuda fetva vermesi onun o hadisi sahih kabul ettiğine delalet etmez. Ay nı şekilde bir hadise muhalefet etmesi de onun ha disi reddettiği manasına gelmez.»[149] Meymune vali demiz bu fetvayı verirken Mescid-i Haram ve Mes cid-i-Nebevi'de kılınan namazın Mescid-i Aksa'da kı lman namazdan daha efdal olduğunu bildiren hadise dayanmıştır. Adağı en efdali yapmakla yerine ge tirmek evladır. Özellikle kadın olduğu için sefer me şakkatinden uzak bir rahatlık da söz konusudur.
İmam Aynî şöyle diyor «Bazıları bu hadisten her kim bu üç mescidden birine gitmeyi adarsa bunu yapması gerektiğini çıkarmıştır. İmam Mâlik, İmam Ahmed ve Bu-vayti rivayetinde imam Şafii bu görüştedir. Ebu Hanife mutlak surette vacip olmadığını söyler. Şafii «el-Umm» de Mescid-i Haram için yapıldığı takdirde menasiki ol duğu için vacip olur ancak diğer iki mescid için vacip değildir. îbnu'l Münzir ise Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî için vacip olduğunu Mescid-i Aksa için ise vacip olmadığını söyler. Cabirin şu hadisini de buna delil getir miştir. Söz konusu hadise göre «bir adam Hz. Peygamber'e «Ben Allah sana Mekke'nin fethini müyesser ederse Beytu'l Makdis'te namaz kılacağımı adadım»der. Hz. Pey gamber O'na burada kıl buyurur.[150] Meymune validemi?, ve Cabir hadisine göre her kim bir yerde namaz kılmayı adarsa daha faziletli bir yerde bunu ifa ettiği takdirde yerine getirmiş olur. Fakat aksi olmaz[151] imam Şafiî-de «el-Umm»de Mescid-i Haram için yapılan böyle bir nez rin yerine getirilmesinin vacip olduğunu belirtirken di ğer iki mescid için bunun vacip olmadığını bildiriyor. Bununla birlikte îmam Şafii bu hadisi sahih görenler dendir. Yazarın araştırma mantığına göre Şafiî'nin «el-Umm»de söylediklerine dayanarak Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa'nın faziletlerinin sabit olmadığını, ayrıca bunların uydurma olduğunu söylememiz gerekir Oysa bu sağlıksız bir araştırma yöntemidir, ne eskiden ne de şim di bunun benzerini göremiyoruz. [152]

Sahihayn'de Bulunan [Diğer Bir Hadis

Ebu Reyye 131. sayfada «Şam'ın fazileti konusunda yahudi eli» başlığı altında Sahihayn'de yer alan şu ha disi zikreder: «Benim ümmetimden sürekli hakkı sa vunan bir taife bulunur. AI La hm emri gelinceye kadar neomlardan ayrılan (ne ide nıulıalif olanlar onlara zarar ve remezler. Kıyamete kadar bu böyle olur.» Daha sonra Buharinin bunların Şam'da olduklarını rivayet ettiğini nakleder.
Biz Şam ve diğer İslâm beldeleri hakkında vatan ta assubundan dolayı bir çok hadis uydurulduğunu biliyo ruz. Yüzlerce yıl önce hadis imamları ve uzmanları bun ları açıklamışlardır. Bizim reddettiğimiz esas mesele ya-zarrn her hangi bir araştırma yapmadan zann ile veya hadis hakkında yapılan bir tevilden hareketle sahih ha dislere dil uzalmasıdır.
Buna yukarıdaki hadisi zikredip yahudi uydurma sı olarak vasıflandırmasından daha açık bir deli! olamaz. Yahudilerin bundan sağhyacaklan fayda nedir? Kaldı ki Şam beldeleri onların beldeleri değildir. Onlar oraları daha almadan Arap beldeleriydi. Yahudilerin Ben-i Unıey-ye'ye yaranmak için kıyamete kadar İsâm'ın ve İslâm sultasının devam edeceğine, hak'ta sebat kılan bir taife nin sürekli bulunacağına delalet eden bir hadisi uydurmalarını hangi akıl kabul eder? Yalandan da oisa ken dilerinin baki kalmaya müstahak, Allah'ın en seçkin hal kı olduklarını iddia edenler nasıl böyle bir şey yapabi lir? Oysa yazar onları dâhi ve hilekar olmakla tavsif ediyor. Öyleyse düşmanlarının yapısını yücelten ve temel lerinin sağlam olduğunu bildiren bir hadisi nasıl uydururlar. Gerçek şu ki bu tavrıyla yazar aklımızı ortadan kaldırmamızı istiyor.
Bu hadisi Buharı ve Müslim Sahihlerinde rivayet et mişler. Buharı «Kitabul i'tisamda «Muğire b. Şube'den şu lafızlarla nakleder : «Ününe I imden bir taife sürekli üs tün olurlar hatta kıyamete kadar bu galibiyetleri sürer». Yazarın işarel ettiği rivayeti Buhari «Nübüvvet Alamet leri'nden iki bab sonra rivayet etmiştir. Buna göre) Umeyr b. Hani Muaviye'nin şöyle dediğini işitmişlir. «Hz. Peygamberin şöyle dediğini duydum : «Benim ümmetimden Allah'ın emirlerini sürekli yerine getiren bir taife bulunur. Allah'ın eniri gelinceye kadar onlardan ayrılan ve onlara muhalif olanlar onlara zarar veremezler.» Ma lik b. Yuhamir Mua/'ın bunların Şam'da olduklarını belirttiğini söyler. Muaviye de : «İşte Malık, Mua/'ın bun ların Şam'da olduğunu işittiğini naklediyor» demiştir.
Müslim de Sahih'inde Sevban, Muğire b. Şube, Mua-viye ve Cabir b. Abdullah isnadıyla rivayet eder; ancak Müslim'in bu rivayetlerinde Muaviye'nin «Muaz bunla rın Şam'da olduğunu söyler» İfadesine yer vermez. Bu hadis Buharı ve Müslim'in dışındaki kitaplarda da riva yet edilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus yazarın işaret etliği gibi Mua/'ın sözünün merfu olan hadisten olmadığıdır. Meiiu olan haberin içinde bu fazlalık yoktur. Bu sadece Muaz'ın hadise aktardığı bir yorumdur. Bedruddin Aynî Buharı şerhinde «Malik b. Yuhamir'in Muaz'-dan naklettiği bu sözü merfu değildir» der. Buharı, ha disin tercemesini verdikten sonra hadiste geçen taifeyi ilim ehli olarak tefsir eder, Ali ibnu'l-Medini bu taifenin hadis ehli olduğunu bildirir. Aynı şey İmam Ahmed'ten de rivayet edilmiştir, başka şeyler de söylenir. Sahabeden bu güne kadar, imamların bu taifeyi tayin hususun da ihtilal elliklerini görüyoruz. İmam Buharî'nin de ha disin anlaşılmasında Muaz'ın rivayetine yer vermesi, sa hih bir hndise dil uzatmaya ve onu yahudüerin desisesi saynıaya tklil teşkil eline/..
Aynı şekilde bazı âlimlerin, Müslim'in Sahih'inde, Sad b. Ebi Vakkas'lan merfu olarak rivayet t'tüği «Mağripte kıymrtfle kadar sürekli hakkı savunan bir taife bulunur»
hadİsindeki taifeden maksadın Şam ehli olduğunu söy lemeleri de dil uzatmaya delil olmaz; (yazar) bu hadisi âlimlerin aynı asırda uydurulduklarına işaret ettikleri ha disler arasında zikretmiştir.
Bu yazarın en ilginç işlerinden birisi nevasına uy mayan Buharî ve Müslim hadislerini reddederken «Ni-hayetu'l Ereb» gibi edebiyat kitaplarında «el-Mu'cib fi Telhisi Ahbari'l-Mağrib» gibi tarih kitaplarında ar/usu na uygun olan hadisleri naklederek güvenmesidir. Bil miyorum yazar edebiyat, tarih vb. gibi eserlerde iyİ-kötü makbul ve merdud her türlü habere yer verildiğini nasıl bilmez? Öyleyse yazar bu kitaplardan yaptığı alıntılara nasıl güvenir? Burada şuna dikkatleri çekmek istiyo rum Sünnet hususunda tek dayanak isnadları açıkça be lirten veya hadisleri rivayet ettikten sonra sahih, zayıf, makbul ve merdud olanları birbirinden ayıran güvenilir hadis kitaplarıdır. [153]

Ebu Reyyenin İslâm'da Mesihiyyat İddiası Ve Temim Ed-Darî'ye Dil Uzatması

140. sayfada «İslâm'da mesihiyat» diye bir başlık ata rak şöyle demiştir. «İsrailiyat, îslâm dinini iftiralarıyla kirletirken bu din mesihihiyattan da nasibini almıştır. Bu mesihiyat}ın en büyüğünü ilk üstlenen Temim b. Evs ed-Darî olmuştur.» Yazar, daha sonra mesihiyattan ol duğunu iddia ettiği hadisleri bir bir sıralamaya başlar.
Bu meyanda 141. sayfada da şöyle der: «Temİm-i Darînin yaydığı mesihiyyattan birisi Hz. Peygamber'e an lattığı Cessase, Deccal ve Hz. İsa'nın nuzulu gibi şeyleri içeren haberdir.» [154]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:06 am

Cessase Hadisi

Cessase hadisini İmam Müslim Sahihi'nde[155] Vatıma binti Kays'tan rivayet etmiştir, hadis şöyle : «Hz. Pey^gamber birisine namaz için toplanın diye çağırmasını em-İvder. (namaz bitip) Resuhıllah selam verince «Her kes namaz kıldığı yerde kalsın» der ve sonra «sizi neden bu raya »topladığımı biliyor musunuz?» diye sorar. Sahabe «Allah ve Resulü dalıa iyi bilir.» diye karşılık verdiler, Resulullah : «ben sizi ne bir şeye teşvik ne de bir şeyden sakındırmak için topladım. Lakin Teinim ed-Dari hrls-tiyan biri adamdı bana gelip biat ederek İslam'a girdi vo bana mesih ve deccal hakkında anlatıklarima uygun bir (iÖz »nakletti, işte (bu sözü size nakletmek için) sizi butraya topladım» dedikten sonra Temimin kıssasını (yani) kavminden bir toplulukla bir gemiye binerek yolculuğa çıkıp bir ay denizde kaybolduktan sonra bir adaya varıp indiklerini, orada kendileriyle konuşan büyük bir hay van gördüklerini, bu hayvanın adanın bir yerinde bulu nan bir şahsa işaret ettiğini ona gittiklerinde onun ken dilerine uzunca konuştuğunu ve bunun Mesihu'd-Deccat olduğunu (anlatır).
Yazardan Önce kitaplarında sözlerini naklettiği mer hum Reşit Rıza'dan başka hiç kimse bu hadisten şüphe duymamıştır. Reşit Rıza'mn bütün çabalan Hz. Peygaın-ber'in sukutunun bu kıssanın doğru olduğuna delalet etmiyeceğini ve bu gibi şeylerin takrir olarak değerlendiri lemeyeceğini isbat etmekten ibarettir. Zira (ona göre) se rî bir hüküm terettüb etmeyip dinin herhangi bir emrini ihlal etmeyen yabancının haberini tasdik etmek peygam berlere caizdir. Buna cevap olarak deriz ki:
a) Cessase hadisini İmam Müslim Sahih'inde riva yet etmiştir, ravileri sika, adil ve tanedilmeyen kimse lerdir. Müslim'den başka imam Ahmed, Ebu Ya'la, Ebu Davucl, ,İbn-i Mace de rivayet etmiştir. Sahabeden Fatı-ma bint-i Kays'tan başka, Ebu Hureyre, Hz, Aişe ve Cabir de rivayet etmişlerdir. Yani hadis sadece Müslim taralından rivayet edilmediği gibi ravi Fatıma bint-i Kays ta tek başına rivayet edenlerden değildir.
Hz. Peygamber bu hadisi minber üzerinde sahabeden bir topluluğa anlatmış, ve onu kendilerine anlattığı Mc-sihu'd-Deccal ve büyük kıyamet alametlerine de uygun görmüştür. Öyleyse Peygamber'in sukutla karşıladığı takrirlerinden sayılmaz demek doğru değildir. İmamlar Hz. Peygamber'in bu anlattığını Temimu'd-Dari'nin menki-besinden saymışlardır. Hafız îbn-i Hacer el-İsâbe adlı eserinde [156]Temim'in hal tercemesini verirken, şöyle der : «Sahabenin meşhurlar ıarasında yer almıştır. Ünce hris-liyanken daha sonra Medine'ye gelmiş ve Müslüman ol muştur. Hz. Peygamber'e Cessâse ve Deccal kıssasını an latmış, Hz. Peygamber de bunu kendisinden nakletmiş ve bunu onun menkıbelerinden saymıştır.» îbn-i Hacer da ha sonra Ebu Nuaym'den şunları nakleder: «asrının ra hibi ve Filistin'in âbidlerinden idi, Gecelerinin çoğunu te-heccüd ile geçirirdi. Bir gece sabaha kadar namazda şu ayeti okumuştur: Yoksa kötülüUceri İşleyen kimseler kendilerini iman edip sâlih amel İşleyenler gibi yapacağı mızı mı «andılar? Hayatları ve Ölümleri onlarla bir ola cak Öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar»[157] Yine «el-isâbe»de yer alan menkıbelerinden birisi de şöyledir :[158] «el-Be-gavi, Ceriri tarikiyle Ebu'l ÂkVdan o da Muaviye b. Har-mel'den şunu nakleder : «Hz. Ömer'e vardım ve Ey Mü'-minlerin emiri! Sen hakkımda hüküm vermeden önce tev-be ederek geldim.» dedim. Bana «sen kimsin» dedi. Ben de «Müseyleme (tu'l Kczzab)ın damadı Muaviye b. Har-mele» dedim. Bana «Medine ehlinin hayırlısının yanma git» dedi. Bunun üzerine ben Temimud-Dari'nin yanına gittim. Biz orada konuşurken, hârre mevkiinde hİr yangın çıktı. Hz. Ömer, Tenıim'e gelerek «Ev Temim çık» dedi. Temim : «Ben kim oluyorum ki» dedt. Kendi nefsini kü çük gören Temim sonra kalkar ve ateşi çevreleyerek çık tığı kapıdan İçeri sokar, sonra peşinden kendisi de girer ve ateş ona hiçbir zarar vermez.
Her yönüyle mükemmel olan, hadisleri ilham yolu ile öğrenen Hz. Ömer'e, Temimu'd-Darî'nin doğruluk dürüstlük ve ihlas bakımından durumu gizli kalacak öyle mi? Hem de «Ben kimseyi aldatmanı amma aldatan kimse ler de beni aldatamaz» diyen Hz; Ömer. Öyleyse (Hz. Ömer'in güvendiği) böyle bir zatı yalancılık, desicecilik ve dini bozmakla suçlamayı akıl nasıl uygun görür?
b) Reşit Rıza'nın «bu hadis Peygamber'in takrir-i sayılamaz» iddiası da yanlıştır. Hafız İbn-i Hacer, Fethu'I Bari'de şöyle der : «Hz. Peygamber'in takrirlerinin, hu zurunda yapılan ve söylenen, bir şeye muttali olduğu halde, inkar etmemesinin o şeyin cevazına delalet ettiğinde bütün âlimler iuilak etmişlerdir. Zira İsmet sıfatı başkası için caiz ulan batılı red etmemeyi peygamberden nefyeder. Bu itibarla o asla batılı lasvib edemez.» [159] Ayni şekilde Reşit Rıza'nın «zira peygamberler din işlerinin dışında yalancıyı tasdik etmekten masum değillerdir. Bu haber de onlardandır.» İddiası ise daha da yanlıştır. Kı yamet alametlerini haber vermeyi nasıl din işlerinden iti bar etmez, bilemiyorum kimsenin de bileceğini sanmıyo rum. Şayet Temim'in anlattıkları yalan olsaydı, vahy bu konuda hakikati bildirmekten geri kalmazdı. Nitekim bir çok kez münafıklar ve benzeri gizledikleri şeylere muhalif sözler söyleyince; vahy onların yalanlarını ortaya çıkara rak, onları rüsvay etmiştir [160]

Deccal'ın Zuhuru ve Mesih'in Nuzuîu ile İlgili Hadisler

Ahir zamanda Deceaî'ın zuhuru ve mesihin nuzulu ile ilgili hadisler sahihtir. Çünkü Hz. Peygamber bir çok hadîsinde âhir zamanda deccâlın geleceğini, Hz. İsa'nm da inip İslâm şeriatı ile âdil olarak hükmedeceğini, haçları kırıp, domuzu öldüreceğini ve deccâlın ölümünün de O'nun elinden olacağını haber vermiştir. Bütün bunlar bir çok tariklerle gerek Buhari ve Müslim'dc [161]gerekse di ğer güvenilir hadis kitaplarında rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber'in kıyamet alametlerinden haber vermesi sa dece Temimu'd-Darî'nin verdiği yukarıdaki habere da yanmaz. O, Temim'in anlattıklarını fırsat bilerek saha beye daha önce anlattıklarının hak olduğunu, şüphesiz vuku bulacağtnı belirtmek İçin onu anlatmıştır. Sonra ya zar ve onun gibi düşünenler hiç bir yönden bâtıl'ın ya naşmadığı, Allah'ın şu sözü hakkında (ne düşünürler) : «O söz başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dâbb'e (canlı) çıkarırız; o onlaar insanların âyetlerimize içtenlikle İnanmadıklarını söyler.»[162] Birçok müfessire göre bu rada geçen dâbbe, Müslim'in rivayet ettiği hadiste geçen Cessâse'dir. Ayette hadisi tasdik eden hiçbir şey yok mu? Özellikle âyet bunun kıyametten Öncede çıkacağını red detmemiştir. Zira «Sözün baslarına gelmesine» bağlanan bu canlının çıkmasıdır, bizzat mevcut olması değil. Hatta Kur'an'ın tabiri (sanki) bunun sözün vukuundan önce bu lunduğunu ima ediyor.
c) Yazarın dipnotta Temim'in kıssasına getirdiği yo rumda : Herhalde coğrafya âlimleri bu adanın yeryüzün de nerede olduğunu teshil etmek için araştırıyorlar! Son ra bize haber verirler o zaman biz de Temim efendimi zin! haber verdiği acayip şeyleri görürüz!» diyerek alay etmesi düşünce eksikliğinden ve dar ufuklu oluşundan kaynaklanıyor. Sayın yazar efendimize! soruyorum : «coğ rafya âlimleri yeryüzünün her tarafım keşfetmişler mi? Gerek karada gerek denizde hâlâ insan ayağının değme-diği bir çok bölge vardır. Hatta bilinen kıtalarda bugüne kadar meçhul olan yerler olduğu bilinmektedir. Afrika ve diğer kıtalarda henüz bilinmeyen bölgelerin olduğundan Öyle zannediyorum ki yazar da haberdardır. Bir çok dağ lık bölgelerde hâlâ bilinmeyen nice mağaralar vardır. Kaldı ki bunlar karada bilinmeyenler ya denizde! İnsan oğlunun yaşadığı arzın dörtte üçü denizlerle kaplıdır. Şa yet Temim'in sözünü ettiği adanın bugün bilinen bir ada olduğunu farzetsek Temi m'i buraya ve burada yaşayan canlıya muttali kılan Allah Teala'nın başkalarını da mut tali kılması gerekir mi? Temim bunu gördükten sonra ve Allah'ın takdir ettiği kadar güzlerden kaybolması caiz de ğil mi?
Sonra hayvanın konuşmasında şaşılacak nedir; pa pağan İnsanların konuştuklarını aynen aktarmıyor mu? İnsanaklı cansızları bile konuşturma safhasına gelirken Allah'ın hayvanları konuşturma kudretini nasıl uzak görebiliriz? [163]

Hz. İsa'nın Fazileti Hakkında Bir Hadis

Ebu Reyye 144. sayfada şöyle diyor: «Hadislere ka rışan mesihiyattan biri de Buharî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadistir : Buna göre Hz. Peygamber şöy le demiştir : «İsa İbn-i Meryem dışında şeytan her ço cuğa dünyaya gelirken dokunur; ona da dokunmaya gifi-miş ancak araya bir Örtü gerilmiş ve ona dokunamamış tır.» Resulullahlan işittiğim başka bir rivayette şöyle der : «Âdem oğlundan lıiç kimse yoktur ki doğarken şeytan ona dokunmasın ki şeytanın bir dokunması üzerine o çığ lık atar. Ancak Hz. Meryem ve oğlu İsa bundan müstesnadır.» Yazar dipnotta da şunları söyler : «Buhari'nin ri vayet ettiği bu hadisi İbn-i Hacer şerh ederken şöyle der : «el-Keşşaf sahibi (ez-Zemahşerî) bu hadise dil uzatmış ve onun sıhhatini kabul etmemiştir. Aynı şekilde er-Râzi de buna dil uzatmış ve bu haberin naslarla çelişen bir haberi vahid olduğunu belirtmiştir.»
Buna cevap olarak derim ki.:
a) Herşeyden önce bu hadis Buharî, Müslim ve diğer hadis imamları tarafından rivayet edilen Sahih bir hadistir. Hadisten anlaşılan hususlar Hz. Meryem'in anne sinin yaptığı bir duanın icabetinden ibarettir. Nitekim Allah Teâla onun şöyle dua ettiğini bizlere bildiriyor: «•-ona Meryem adını verdim onu ve zurriyetini lanetli Şeytanın şerrinden koruman için sana sığınıyorum.[164]
vasmdan konuşmayan Hz. Peygamber'in, Peygamber kar deşlerinden birisinin veya başkasının herhangi bir özelli ğini veya faziletini açıklamasının ne zararı var bilmiyo rum. Bu eğer bir şeye delalet edecekse ancak Hz. Pey gamberin yüceliğine, O'nun tebliğdeki emanetine ve İs lâm dininin beşerden gelmeyen ilâhi bir din olduğuna de lalet eder. Zira beşerden kaynaklansaydı, Peygamberleri bu şerefli ve yüce mevkilerde, göstermeye Özenme/di. Hz. İsa veya bir başkasına isnâd edilen bir özellik diğer pey gamber kardeşleri için bir eksiklik demek olmadığı gibi, O'nun diğerlerinden daha üstün olduğunu da bildirmez. Daha az faziletli bir insanda bulunan bazı vasıfların on dan daha faziletli bir insanda bulunmadığı bir gerçektir. Bu, O'nun eidaliyetine bir zarar getirmez. Çünkü O da kendisini enüstün kılan bazı vasıflara sahiptir. Bir çok âlim tarafından da belirtildiği gibi bu hadisi söyleyen Hz. Peygamber, söze dahil değildir. Başka bir hadiste de ri vayet edildiği gibi, Hz. Peygamber şeytanin herhangi bir iğvasma uğramamıştır. Durum ne olursa olsun yukarı­daki hadiste Hz. İsa'nın bizim peygamberimizden daha faziletli olduğuna işaret eden herhangi bir şey yoktur. Ya zarın da belirttiği gibi bazı Hristiyan papazlarının bâtıl akidelerini isbat etmek için bu hadise sığınmalarına ge lince, bu onun iddia ettiği gibi, hadisin bâtıl olduğunu ve onu reddetmeyi gerektirmez. Esas vebal hadisin mâna sını tahrif ederek başka yorumlara hamledenin üzerinedir.
b) Bu hadis gerek isnad yönünden, gerekse ma'na yönünden sahihtir. Muhakkiklere göre reddetmeyi gerek tirecek bir manası yoktur. Zira akıl ve nakille çelişen bir dunun söz konusu değildir. Burada bütün mesele bazıla rının hadisi akla ve nakle muhalif zannederek reddetmiş olmalarıdır. Mutezileden Kâdi Abdu'I-Cebbar ve ez-Ze-mahşeri de bunlardandır. ez-Zemahşerî hadisin sıhhatin de tereddüt else de sahih olduğu takdirde mânâsının şöyle olacağını belirtmiştir: «yani her doğanı şeytanın azdıracağım timid eder. Ancak Meryem ve oğlu bundan müstenadir. Zira ikisi de masumdur. Aynı şekilde Mer yem ve Hz. İsa'nın vasfını taşıyan herkes için de böy ledir, tıpkı Alkıh Teâlanın : «(şeytan)... ben bütün in sanları azdıracağım ancak sâlih kulların müstesna»[165] âyetinde belirtildiği gibi. (Hadiste geçen) çığlık atmaktan inaksal şeytanın bu hararetli arzusunu temsil etmektir. Sanki ona dokunuyor ve elleriyle onu dövüyor gibi. Bazı Manevilerin anladıkları veçhile gerçekten bir dokunma ve dürtüklenıe söz konusu değildir. Öyle olsaydı şey-ianın dokunma dürtmelerinden dünyayı çığlıklar kap lardı. Görüldüğü gibi ez-Zemahşerî hadisin kesin olarak sahih olmadığını söylemiyor.[166] Bİr çok âlime göre bu radaki dokunma gerçektir. Şeytan bunu Hz. Meryem ve oğluna yapmak İstemiş ancak Hz. Meryem'in annesinin yaptığı duaya icabet edildiği için bunu gerçekleştireme miştir. Dokunmanın olmasını gerektirmez. Bu da pey gamberler ve onların yolunu izleyen seçkin, ihlaslı in sanlar için böyledir. Binâenaleyh hadis, yazarın anla dığı gibi, Allah Teâlanın «Benhn hâlis kullarına karşı senin hiç gücün yoklur...»[167] «ben bütün insanları azdı racağım ancak senin hâlis kulların müstesna»[168]âyetle rine muhalif değildir. Zemahşerî'nin zannettiği gibi dün yanın çığlıklarla dolması gerekmez. Zira hadise göre bu sâdece doğum esnasında meydana gelmektedir. Daha sonrası İçin değil, müşahade ile hükmedecek olursak doğarken ağlayarak bağırıp çağırmayan hiç kimse yoktur. Bunu da inkar etmek inattan başka bir şey değildir. Ha dislere dil uzatırken Zemahşeri'nin sözlerine dayanmak doğru değildir. Burada bilinmesi gereken bir hususa işa ret etmek istiyorum ez-Zemahşeri, tefsir ilminde imam olmakla birlikte sahih hadislerin tesbitinde kendisine müracaat edilemez, çünkü o hadis âlimi olmadığı gibi hadislerin ricali ve illetleri konusunda uzman değildir. Nitekim el-Keşşaf adlı tefsirinde gerek peygamberlerin kıssaları .ve gerekse diğer yerlerde nice mevzu hadislere yer vermiştir.
Şayet yazar güvenilir bir araştırmacı olsaydı meseleyi tek tarafU sunmazdi, oysa ona düşen hadisi sahih kabul edenlerin,görüşlerini ve bakış açılarını da ortaya koyup tartışmaktı, ondan sonra da dilediğini seçmekte hür olurdu. Ancak yazarın takip etliği metod her şeye tek taraflı bakan insafsız kimselerin metodu gibidir. Onun için bir çok halalar işlemiştir.
Bakın Muhakkik alimler ve bu konuda neler söylü yorlar. İbn-i Hacer, Fethu'l Bâri'de[169] Zemahşerinin iti razını zikredip doğru olmadığını belirttikten sonra şöy le der : «hadisin lafızlarından anlaşılan manada herhangi bir müşkil yoktur. Sabit olan peygamberlerin ismetine muhalif de değildir. Bilakis haberden anlaşıldığına göre şeytanın doğan her çocuğa dokunması mümkündür. An cak Allah'ın hâlis kullarına dokunması herhangi bir sa rar verme/.,* Nitekim bu halis kullardan Hz. Meryem ve oğlu bundan istisna edilmiştir. Çünkü şeytan âdet-i veçhile dokunmaya gitmiş aralarına bir perde gerilmiştir. Hz. Meryem ve oğluna has olan özellik de budur. Hadise göre şeytanın diğer halis kullara musallat olabileceği an-laşılmaz[170]
Kurtûbi tefsirinde şöyle der: «Katade dediki, şeytan Hz. îsa ve annesi hariç doğan her çocuğun böğrüne do kunur, şeytan onlara giderken aralarına bir perde gerildi ve dokunma boşa gitti. Alimlerimiz dedilerki; Şâyel böy le olmasaydı onlara yapılan tahsisin bir manası kalmaz dı Binaen aleyh şeytanın dokunması dokunulan kişiyi dalâlete sürüklemesi ve azdırması manasına gelmez. Böy le bir düşünce oldukça yanlıştır. Nitekim şeytan nice pey gamberlere ve velilere ifsad ve iğva yolları, ile musal lat olmuştur. Bununla beraber AÎlah Teâla onları şeytanın hedefinden korumuştur. «Benini kullanma karşı se nin her hangi bir gücün yoktur.» dedi gibi.[171].
Fahr-i Râzi, Kâdi Abdül Cebbâr'ın reddettiğine dair sözlerini naklettikten sonra şöyle der : «Bilki bütün bu vecihler muhtemeldir. Ancak bu ihtimallerle bir haberi reddetmek caiz değildir. Yine de en doğrusunu Allah biIir»[172]daha sonra sözlerine devamla der kî: «baz» ehl-i sünnet âlimlerinin bu gibi sahih hadisleri tevil ederken
felsefecilerin safsatalarına meylettikleri için Mutezilile-re tâbi olmaları şaşılacak bir şeydir. Oysa bu hadislerin zahiri manalarıyla kalmaları ne bir suyu bulandırır ne de bir yolu daraltın»[173] (Şimdi sayın Ebu Reyye'ye sor mak istiyorum) nakillerde bulunurken İmam Fahreddin er-Râziye iftira edip demediği şeyleri ona mal etmek gü ven, emanetle bağdaşır mı? Sizin er-Rûzi'den yaptığınız nakil, onun bu hadise dil uzattığını iddia etmeniz söyledikleriyle bağdaşıyor mu? Halbuki; görüldüğü gibi er-Râzi, Kâdi Abdulcebbâr'ın hadisten duyduğu şüpheleri naklederek bunları reddetmiştir. Ancak yazar çoğu kez acele davrandığı için bu hatalara düşmüştür. Çoğu kez de ihtiyaç duyduğu için nasları kasıtlı olarak tahrif et miştir, îmanı Alüsi de tefsirinde ez-Zemahşerî'nin görü şünü naklettikLen sonra şöyle der: «Bu konuda bir çok hadisin bulunduğu açıktır. Ekseri sahih hadis kitapların da tedvin edilmiştir. Onun için bu, herhangi bir çelişki arzetmez. îmam Cafer es-Sâdık da bunu rivayet etmiş ve kabul ile karşılamıştır.» Alûsi bunu müteakiben önce Kâdi Abdülcebbar sonra da ez-Zemahşeri'nin bu konu daki görüşlerini çürütmeye başlar. [174]

Hz. Peygamber'in Göğsünün Yarılması İle İlgili Hadisi Yalanması

146. sayfada Hz. Peygamber'in göğsünün varıldığını bildiren hadislere şüphe sokmuş ve bu konuda alaylı bir uslub kullanmıştır. Ayrıca aralarında hiçbir ilişki ol mamasına rağmen bu hâdise ile Hristiyanlık akidesin de Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi arasında bir ilişki kur muştur, hatta çarmıha gerilme akidesini savunmak için
çaba sarfettiğini görüyoruz.. Bundan başka keyfi ne di lerse söylüyor. Bunun iki sebebi olabilir-
Birincisi: Ya yazar bir münafık olup (bu yolla) ha-kiki veçhesini, içinde gizlediğim ve kötü emelim ortaya çıkarmıştır.
îktncisİ: Yahut bir yağcı ve yardakçı olup hrisüyan-lara özellikle misyoner ve müsteşrik efendilerine hoş görünmek istemiştir. Her iki durumda şer ve dalalettir.
Hz. Peygamber'in (Allah'ın emriyle) göğsünün varıl dığını bildiren hadis sahihtir. Bu da birisi küçüklüğün de süt annesi Halime es-Sâdiyye'nin yanında iken diğeri de İsra ve miraç gecesinde olmak üzere iki defa teker rür etmiştir. Ki bu ikincisi Buharı ve Müslim'de mevcut tur. Hatta bu iki defadan başka vahyi elakki etmeye hazırlamak için kısa aralıklarla bunun tekrar edildiği de söylenmiştir. Hâliz tbn-i Hacer, Fethü'l Bâri'de şöyle der «Bazıları isra gecesinde Hz. Peygamberin göğsünün yarıt-diğım redderek bunun henüz küçükken süt annesinin ya nında iken yapıldığını ve bunu inkar etmediklerini söy lerler, (bunlardan başka) Bi'set ile beraber de Hz. Peygamber'in göğsünün yarıldığı ile ilgili birçok rivayet tes-bit edilmiştir. Nitekim Ebu Nuâym «ed-Delâil» adlı ese rinde bunları tahric etmiştir. Bunların her birisinin bir hikmeti vardır. Bunlardan birincisi Müslim'de Hz. Enes tarafından rivayet edilen hadiste diğer varyantlardan faz la olarak yer verilen ifadelerde de belirtilmiştir. (Buna göre Cebrail) bir parça et çıkaarrak «işte bu şeytanın sen deki nasibiydi» der. Bu çocukluğunda yapılmıştır. Bunun ü/erine o şeytandan korunmuş olarak en mükemmel tarz da yetişmiştir. İkincisi bi'set ile beraber yapılmıştır ki bu da şerefini arttırmak ve en temiz hal üzerine kuvvetli
bir kalp ile vahyi alması için yapılmıştır. Üçüncüsü ise miraca çıkmak istediği zaman olmuştur ki, bu da onu munacaata hazırlamak için yapılmıştır.»[175]
Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması ile Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi arasındaki ilişki neresindedir anlayamıyorum. Göğsün yarılması sahih senedîerle sabit, doğru, hak ve mümkündür. Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi ise bâ tıl olduğu gibi akla ve nakle de muhaliftir. Kur'an ke sinlikle bunu reddetmiştir. Allah Teâla şöyle buyuruyor : «... soysa onu öldürmediler ve asmadılar fakat (İsa) on-[lara benzer .gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa dü şenler, ondan yana tam bir kuşku içindeler. O hususta bir bilgileri yoktur,; Sadece zanııa uyuyorlar, onu yaki-nen öldürmediler, Bilakis Allah'onu katına yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir [176]Eski çağlar da göğsün yarılmasına insan ihtimal vermese de tıbbın müthiş btr şekilde ilerlediği asrımızda uzak görmek uy gun oimasa gerek. Hatta insan hayatının bağlı olduğu kalp ve beyin gibi organlarda bile ameliyatların yapıldı ğım görüyoruz, bunu reddetmek bıçaksiz ve yarasız mey dana gelen, bu nebevi mucizeyi inkar etmeyi âdet edinen lere yaraşır.
Yazar bütün bu haksız yere yaptığı hücum ve kına malardan sonra İsrailiyat ve mesihiyyat ile ilgili geniş bilgi edinmek için Tefsir, hadis ve tarih kitapları ile Goid-zier ve Won Kramer gibi müsteşriklerin kitaplarına müracaat etmemizi Öneriyor. Bununla o hakiki .kimliğini or taya koymuştur. Aslında onu bütün bu hata ve yanlış lıklara sevkeden husus kendisine imam kabul ettiği mis yoner ve müsteşrik hocalarına tabi olmasıdır.
Yazar çağdaş sebeiler olan bu yahudilerin İslâm'a ve müslümanlarn karşı içlerinde gizledikleri kin ve nefreti görmemiştir. Bunlar kötü emellerine ulaşmak için gi recek bir gedik bulamadıkları için sünnete şüphe düşür meye çalışarak bu ilâhi nuru söndürmek istediler. «An cak kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlamak is ter. [177]

EBU HUREYYE (R.A.)

Ebü Reyye, kitabının elli sayfadan fazlasını büyük sahibi Ebii Hüreyye (r.a.)'nin hayalına ayırmış bulun maktadır, (Bu elli sayfada) kendisine izafe etmediği bir kötülük ve bir eksiklik kalmamışın-. Bölüm Ebü Hurey-rc'ytî tahsis edildiği hakle başka sahabilere de dil uzat mış ve onu cerhetliği gibi unlan da cerhetmiştir. Bütün sahabilerin âdil olduklarını savunan ehl-i ilmin cumhuru ile de alay otmiş ve onlara demedik şey bırakmamıştır.
Bunun için Ebıı Rcyye'nin bu konudaki görüşlerini tenkide geçmeden Önce bu meselede hak yerini bulsun diye genel olarak sahabe hakkında birşeyler söylemeyi gerekli görüyorum. [178]

Sahabenin! İslâm'daki Yeri

Hadis imamlarına ve âlimlerin Örfüne göre sahabi, iman ederek Resülullahla biraraya gelmiş ve iman üze re ölmüş kimselerdir. Resullulah'ı gördükten sonra ir tidat edip ve bu hal üzere ölenlere sahabi denmez. Sahih olan kavle göre irtidat ettikten sonra tekrar tevbc eden ler yeniden sahabi kabul edilirler. Aynı şekilde zahiren İslâm olup içinde küfür olan nifak ehli sahabi olmak şe-ıvlinden mahrumdurlar. Allah ve Resulü de böyle kim selerin nifaklarını ortaya çıkaracaklarını tekeffül etmiş lerdir. Alimlerin Cumhuru ne göre sahabi olmak için ki-Şinin Hz. Peygamber ile beraber uzun bir müddet kalması şart değildir, O'nunla birlikte cihad etmiş ve Allah yolunda infak etmiş olmak da gerekmez. Ancak bazı âlimler onunla beraber uzun bir müddet kalmayı ve yine birlikte bir veya iki savaşa katılmış olmayı şart koşmuş lardır. Hernekadar Cumhur Hz. Peygamber'le beraber uzun bir müddet kalmayı onunla birlikte savaşa katıl mayı ve Allah yolunda infak etmeyi şart koşmasa da uzun bîr zaman beraber bulunan, ondan çok hadis işiten veya beraber savaşa katılan, ona yardım etmek için ca nını ve malım feda etmekten esirgemeyenleri böyle ol mayanlardan daha üstün faziletli olarak kabul etmiştir. Hafız İbn-i Hacer «Nuhbetu'l Fiker» şerhinde şöyle der : «Hz. Peygamber'den ayrılmayıp onunla beraber savaşa katılan veya onun sancağı altında canını veren sahabi-lerin sürekli beraber bulunmayan veya sadece bir defa huzurunda bulunanlardan yahut onunla az bir şey konu şan, onu bir defa yakından gören veya uzaktan gören ve ya onu çocukken görenden daha üstün olduklarında hiç bir şüphe yoktur. Ancak hepsi de sahabi olma şerefini haizdirler. Hz. Peygamberden bizzat hadis işitmeyenlerin hadisleri rivayet yönünden mursel kabul edilirler. Bunun la birlikte bunlar da onunla sahabi olma şerefine nail oldukları için sahabeden sayıhrîar.[179]
Buna Allah Teâîanm şu sözü de işaret eder / «...el bette içinizden Mekke'nin fethinden önoe (Hak yolda, har cayan ve savaşanlar Ötekilerle) bir olmaz, onların dere cesi ısonradan ünfak eden ve savaşanlardan daha büyük tür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel sonucu vadetmiştir, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.» [180]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:07 am

Sahabenin Adaleti

Muhaddis, fakih ve usulculerin cumhuruna göre sa-habilerin tamamı adalet sahibi kimselerdir: Bundan maksat şudur: yâni onlar sahip oldukları kuvvetli iman, takva, ımuruvvet, yüce ahlak gibi vasıflar ve safsata iş lerden uzak olmaları sebebiyle kasten Hz. Peygamber'e yalan isnad etmezler. Yoksa adaletten maksat onlar bü tün masiyeterden, hata ve nisyandan masumdurlar, de mek değildir. İlim ehlinden hiç kimse böyle dememiştir. Onların adaletine sahibi oldukları arzusuna tabî olan bi dat ehlinden bâzı kimseler dışında hiç kimse muhalefet etmemiştir. Onların görüşleri ve sözleri kale alınmaz, zi ra hiçbir delile dayanmaz, burası bu görüşlere genişçe yer vererek tartışmak için uygun değildir; onun için bu rada bu kadarla yetineceğiz.
Sahabenin adaleti sabit ve bilinen bir husustur. Zira onların âdil oldukları bizzat Allah tarafından bildirilmiş tir. Onların temiz olduklarını, en hayırlı, en âdil, en yüce ve muttaki bir topluluk olduklarını haber veren de yine Allah Teâla'dır. Bir âyette şöyle buyuruyor : «Böylece biz sizi vasat bir ümmet kıldık...»[181] Buradaki vasat seçkin ve âdil demektir. Zira her şeyin vasatı hayır ve adaleti dir. Bir başka âyette «Biz sizi İnsanlar arasından çıka rılmış en hayırlı ümmet laldık zina siz İyitigl emreden^ Kötülükten sakındırır ve Allaha iman edersiniz»[182]Şüp hesiz her iki âyetin hitabına ilk muhatab olanlar sahabi-lerdir. Allah teâla başka bir âyette: «Muhacirlerden ve Eîisftrdan (İslâm'a [girmekte) İlk Öne geçenler ile bunlara güzeloe ]tâbi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur, onIar da O'ndan razı ohmıştur»[183] bir başka âyette : «Allah ağacın altımla sana biat eden müminlerden razı olmuş­tur...»[184] diğer bir âyelte «Muhammed, Allah'ın resulü dür, onunla beraber bulunanlar kâfirlere karşı şiddetli kentli aarlarmda inerhamelidirler...»[185] buyurmuştur. Da ha bunlara ben/er birçok âyette onlar tezkiye edilmiş faziletleri yüceltilmiş, sâdık bir imana, ihlasa ve yüce ahlaka sahip oldukları belirtilmiştir. Yerde ve gökte ken disine hiçbir şeyin gizli kalmadığı yüce Allah'ın tezki yesinden sonra hangi tezkiyeden söz edilebilir. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir.
Peygamberimiz IIz. Muhammed (s.a.s.) de onların kö tülüklerden uzak ve adalet sahibi olduklarını belirtmiş ayrıca onların şeref" ve hukukunu tanımaya, fazilet sahibi oklukları için onlara eziyet etmemeye ve dil uzatmama ya davet etmiştir. Buhâri ve Müslim'de yer alan merfu bir haberde şöyle der: «Benim ashabıma sövmeyin nef sim elinde olan Allah'a aııdolsunki sizden biriniz Uhıid dağı katlar lalluı ,infak ıtitse tunlardan birisinin verdiği bir İiîçek hatta yarı ölçek derecesine ulaşmaz» gerek Buharı ve Müslim'de gerekse diğer güvenilir hadis kitaplarında mütevâtir bir habere göre Hz. Peygamber şöyle buyur muştur. «İnsanların en hayırlısı bana yakın olandır, sını ra da onları tâkib edenlerdir...» Tirınizi (süneninde) ve ibn-i Hibban Sahİh'inde Hz. Peygamber'in şöyle dediği ni naklederler. : «Ashabını konusunda Allah'tan korku nuz, onlara kin beslemeyin, onları seven beni sevdiği için sever onlara buğ/.eden bana ibuğv.ettiği İçin buğzeder, onlara eziyet eden bana .eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden Allah'a eziyet etmiş olur. Allah'a eziyet edeni Allah he men (belası) ile tutuverir.»
el-Bezzar, Müsnedin'de sika ravileıie verdiği bir ri vayete göre Hz. Peygamber'in şöyle dediğini nakleder: «Allah, Nebi ve Resuller müstesna, ashabımı bütün cin ve insan topluluğuna seçkin kılmıştır.» Tarihî hakikat ler bu hadisin doğru olduğunu her yönüyle doğrulamış tır. Sahabe'nin tarih ve siyerine vakıf olanlar, onların sahip oldukları ilim, amel, takva, güze! ahlak, heva w hevesten uzak olma gibi vasıflarına vâkıf olanlar bunun bir gerçek olduğunu bilirler. Başta Râşid halifeler olmak-üzere büyük sahabüer, her sahabinin sadece peygamberi görerek sahabi adını alsa da .faziletin sahibi olduğunu bi­lirlerdi. Rivayete göre bir bedevi Hz. Ömer'e gelerek I?.n-sar'ı hicveder Hz. Ömer onlara '«şayet Resulullah'tn as habından olmasaydı ne olacağını bilemiyorum ama hak kından gelirdim, ancak o bir sahabidir.» der. gorüldüpü gibi hakkı tatbik ederken müsamaha tanımayan 11/. Ömer'in sahabi olma şerefini haiz olduğu için hu /atı bırakın cezalandırmayı ona bir kınama bile vermemişi ir.
Allah'tan ve Resulünden bu zikrettiğimiz âyet ve ha disler varid olmasa dahi, hicret etmeleri, mallarım ve. çocuklarını terketmeleri, jslâm'ın zaferi İçin cihad ölme leri, mallarını harcamaları, Allah yolunda babaları ve oğullarım dahi öldürmeleri gibi hallerinden dolayı kesin likle âdil oldukları, nezih ve emin kimseler olup kemlilerinden sonra gelen bülün insanlardan faziletli oldukları neticesine varılabilir. İslâm alimleri sahabenin bülün bu ö/elliklerini tarif etmişlerdir. I lalız Ahmet el-Beyhaki. din akıl ilim ve zeka yününden kim olduğu bilinen İmam eski bir risalesinde sahabevi .lâvık-ı veçhile dükten sonra $öyle dediğini nakleder : «onlar bütün ilim lerde bizden üstün oldukları gibi, içtihad, takva ve akıl yönünden de bizim fevkimizde insanlardı (onların görüş lerinden) ilim elde edildi ve onunla istinbat yapıldı on ların görüşleri bize göre bizim görüşlerinizden daha iyi ve evladır.»[186] îmam Ebu Zurâ er-Râzt de derki : «Saha beyi ayıplayan birisini görürsen bil ki o zındıktı)-. Zira Resul hak, Kur'an hak, getirdiği hükümler de haktır. Bütün bunlar sahabe vasıtalarıyla bize geldiğine göre bunlar zındıklar ve benzerleri'in maksatları bizim şâ-hidlerimizİ (sahabe) cerhederek kitap ve sünneti ibtal etmektir. Onlar cerhedilmeye daha layıktırlar zira ön ler zındıklardır.
Allah'ın Ebu Zur'a (r.a.)'run lisânına ilka ettiği bu söz ne hikmetli sözdür. Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer'in bazı sahabilerin rivayetleri için başkalarına müracaat et meleri ve ikinci bir şahidi talep etmeleri ki bu da oldukça azdır bu konuda.bir şüphe meydana getirme sin, zira bu itham ve- ceıhetmek için değil yakin hâsıl olsun diye fazladan yapılan bir araştırmadır. İki râşid Halife bu ihtiyatlı hareketleri ve övgüye değer titizlik leri ile rivayetleri tesbit için sağlam metodun temelini atmış oldular, buna en güzel şekilde delalet eden Hz. Ömer'in (r.a.) Ebu Musa el-Eşarîye söylediği sözüdür, riva yet ettiği bir hadisi ResuluHahtan işitirken duyan başka bir şahidi getirmesini kendisinden istedikten sonra şöy le demiştir. «Ben seni itham etmiyorum ancak bu (söy­lediğin) Resulullahın hadisidir» bu açık sözden sonra sa habeye hücum edilerek itham edilir, zan altında tutula bilir mi? [187]

Mazlum Sahabî Ebu Hureyre

Bildiğim kadarıyla sahabeden Ebu Hureyre (r.a.) ka dar zâlim tenkid oklarına hedef olan başka bir şahabı yoktur, bu zalimane saldırıların izleri çok uzaklara da yanır. Allame Ibn-i Kuteybe «TeViI-İ Muhtelefll Hadis» adlı kitabında en-Nazzam ve benzerleri gibi bidat ehlinin Ebu Hureyre'ye yaptıkları birçok saldırıları uakletmişLîr.[188] İslam âlimi sayılan hiç kimsenin Ebü Hureyre'ye, kadrini düşürecek derecede saldırdığını bilmiyorum. Son ra müsteşrikler çıktılar daha Önce bu işi yapanların söz lerini aldılar, onları arttırarak geri bize iade ettiler, son ra sözlü fikirler ve zalimane hükümlerle karşımıza çık tılar. Herhalde müsteşriklerin, kökü haçlı saldırılarına uzanan bu hamlelerinin arkasındaki maksatlarının ne ol duğunu belirtmeme gerek yoktur. Onların maksadı İslâm'ın direklerini yıkmaktır. Müslümanlardaki îslâm ru hunu zayıflatmaktır. Ancak bu şekilde devletlerinin ar zu ettiği ekonomik sömürgecilik ve insanları köle edinme projeleri gerçekleşebilir. Allah da şâhiddir onların bazen sahabeye bazen de sünnete dil uzatmaktan tek gayeleri îs lâm şeriatının ikinci kaynağı olan sünnete şüphe düşürmek ve ona olan güveni azaltmaktır. Müslümanlar sün netten şüphe duyar ve ona olan güvenleri azalırsa bu se fer Kur'an da anlaşılmaz hâle gelecektir. O- zaman vay islâm'ın haline! Müsteşrikler çağdaş bâzı müslüman yazarları etkilemede bir ölçüde başarılı oldular. Bu yazarlar onlann peşlerinden giderek hiçbir delile dayanmayan id dialarını tekrarlayıp durdular; hatta kendilerinden de bir şeyler katarak arttırdılar. Hem müsteşrikler hem de hu çağdaş yazarlar bilim, araştırma ve tenkid hürriyeti adı allında zehirlerini kustular. Bu iddialarının gerçek ilim, sağlam araştınna ve nezih tenkitle bağdaşmadığını Allahta bilir, ilimde derinleşenler de. (Son olarak) Ebu Reyye geldi ve bütün bu söylenenleri tekrarladı hatta çamura biraz daha su katarak kitabında «Ebu Hureyre» başlığı altında uzun bir böiüm açtırarak her türlü kırıcı sözlerle doldurdu. Burada Ebu Hureyre-v ebaska sahabilere hücum ederek onları yalan ve uydurmacılıkla suçladı. Bu konuda İbn-i Kuteybe'nin Nazzamdan yaptığı nakilleri tekrarlayarak tıpa tıp ona tâbi oldu. Bu bölümün her sayfası hiç bir araştırmacıya yakıştıramadığımız ilmî hatalarla doludur. Onun için açıkça diyebilirim ki, yazar hu konuya girerken sağlam araştırma olarak nitelendirdiği peşin fikirlerle donanmış vaziyette başlamıştır. Oysa ne zih ilmî araştırma kaideleri, araştırmacıdan, incelemeye başlarken o konudaki bütün madde ve metinleri topla masını sonra kendisini her türlü heva ve peşin fikirden tecrid etmesini ister. Daha sonra kişi vardığı hüküm hak ka en yakın hüküm olsun diye naslan mukayese eder, tetkik eder, inceler ve derinden araştırır. Fakat arzusu doğrultusunda İstediğini alıp İstediğini terketmek sağ lıklı araştırma ve tutarlı tenkit kaideleri ile bağdaşma/.
Yazar gayesine ulaşmak için nakillerde bulunurken bir kısmını kırparak diğer bir kısmı ile yetiniyor. Tıpkı (ayeti okurken) «sarhoşken» ifadesini terkedip «Namaza yaklaşmayın» dİyen(Bektâşi) gibi gayesine hizmet etme yen bazı kuvvetli rivayetleri terkederken kendisini des tekleyen her zayıf rivayetten delil getirmiştir.
İftira ediyorum veya insaf hududunu aşıyorum zan nedilmesin diye birçok örnekten bazılarım vermekle ye tinmek istiyorum.
s. 168'de Ebu Hureyre'yi yalancılıkla itham etmeye başlar başlamaz aynen şöyle diyor : «Zııbeyr (Ebu Hureyrenin) hadislerini işitince doğru söyledi, yalan söyledi dedir,» Bu şekilde nakledince sanki Zübeyr'in Ebu Hureyreyi yalancılıkla itham ettiği anlaşılıyor. Söyledikle rimin doğru olduğunu görmek için şimdi de metnin tamamını verelim. el-Bidfıye veıı-Nihaye sahibinin naklet tiğine göre : «Urve, Hz. Zübeyr'den rivayet ederek şöyle der: «Babam bana dedi ki, bent bu yemenliye yaklaş tırıl" mısın Ebu Hureyre'yi kastederek zira o Hz. Peygamber'den çok hadis rivayet ediyor. Ben de onu yaklaş­tırdım. Ebu Hureyre hadis naklediyordu babam da doğ ru, yalan...» diyordu, dedim ki! babacığım (bazen) doğ ru (bazen) yalan sözünden ne kastediyorsun, dedi ki «O'nun bu hadisleri ResuluUah'tan işittiğinden hiç şüphe etmiyorum lâkin bâzılarını olduğu gibi naklederken bâzılarını aynen (Hz. Peygambcr'in iafızlarıyla) nakledeme di.»[189] bu metnin tamamından yazarın vardığı sonucaşe-hndet edecek bir şey görülüyor mu?
Hesabına gelen bâzı rivayetleri alıp kuvvetli olduğu halde hesabına gelmeyenleri de lerkcttiğine dair bir Ör nek : 192. sayfada Hz. Ömer'in, Ebu Hureyre'yi Bah reyn'e vali olarak tayin ettikten sonra güvenilirliğini ih lal eden bâzı şeyleri duyunca görevinden azledip yerine başkasını tâyin etliğini ve Hz. Ömer'in ona hakaret ede rek sert konuştuğunu aktarmasıdır. Keşke yazar bunun kaynağını zikretseydi de güvenilir bir kaynaktan olup olmadığını görseydik. Şimdi aynı kıssayı sahabe tarihleri içinde en güveniliri olan «e!-îsabc» [190] den nakletmek istiyoruz : «Abdurrezzak dedi ki bize Mâmer Eyyup'ten O'da ibn-i Şîrîn'den naklen dedi ki: Hz. Ömer Ebu Hureyre'yi Yemen'e vali tayin etti oradan dönerken on bin dirhem ile birlikte döndü. Bunun üzerine Hz. Ömer, «ken dine seçtiğin bu malları nereden getirdin?» diye sorar, o da : yavrulayan bir at, bana gelen hediyeler ve bir esir den aldığım haraçtan ibaret diye karşılık verir. Hz. Ömer bakar ve gerçekten öyle olduğunu anlar sonra tekrar vali yapmak için çağırır. Ancak Ebu Hureyre bunu reddedin ce Hz. Ömer: «senden daha hayırlı kimse görev istemiştir.» der. Ebu Hureyre «O, Allah'ın Peygamberinin oğ lu Yusuf peygamberdir ben ise Umeyme oğlu Ebu Hu-reyre'yim ve üç şeyden korkuyorum. îlimsiz konuşmak, isabetsiz hükme varmak, dövülmek sövülmek ve malı mın alınması,»
Hafız ibn-i Kesir de aynı kıssayı «el-Bidaye»de nak lettikten sonra akabinde şöyle der : «başkalarına göre Hz. Ömer birinci valiliğinde !2 bin dirhem borç yüklediği ikincisinde bu görevi reddetmiştir.»[191]
Görüldüğü gibi Abdurrezzak'in rivayetinde Ebu Hu-reyre'ye hiç bir itham mevcut değildir, bilakis her yön den masum olduğu anlaşılmaktadır. Sonra tenkit konu sunda mütehassıs olan iki imam da bunda ittifak etmiş lerdir, belki ibn-i Kesir'in üslubundan ve diğer rivayete işaret etmesinden buna meyletmediği anlaşılabilir. An cak Abdürrezzak'ın da büyük bir imam olduğu ve riva yetler arasında tercih ettiği bir gerçektir. Şayet yazarın
iddia ettiği gibi Hz, Ömer, Ebu Hureyre'yi ithamh kabul etseydi ikinci defa ona valilik teklif eder miydi? Kaldı ki Hz. Ömer'in valilere karşı sert tutumu bilinmektedir. Esas kabul edilmesi gereken rivayetin Abdurrezzak'in rivayeti olduğu açıktır, öyleyse Ebu Reyye'nin hüccet ve burhana dayanmayıp hesabına geleni alıp, gelmeyeni terkettiği or tadadır. O'nun Abdurrezzak'in rivayetini almamasının tek sebebi arzusunun ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Bunlardan bîr tanesi de 163. sayfada geçiyor. Buna göre «Hz. Ömer bir defasında Ebu Hureyre'ye şöyle de miştir asen Hz. Peygamber'den çok hadis rivayet edi yorsun, senin Allah resulüne yalan isnad etmenden kor kuyorum» Ayrıca Hz. Ömer, Peygamber'den hadis riva yet etmeyi terketmediği takdirde memleketine süreceği tehdidinde bulunur. Ona «ya hadis rivayetini terkedersin ya da seni Devs topraklarına sürerim» demiştir.
Güvenilir hiç bir kitapta Hz. Ömer'in Ebu Hurey re'yi yalanla itham ettiğini ben görmedim. Yazarın edebi yat ve benzeri kitaplardan ya da haaylinden getirmiş ol ması müstesna. Ayrıca Hz. Ömer'in onu Devs toprakları na sürgünle tehdid etmesinde onu yalanla itham ettiği manası çıkmaz. Olsa olsa bu ihtiyat ve fazla titizlik ifade eder. Zira çok rivayet etmek beraberinde hata ve nisyanı da getirir. Hz. Ömer'in rivayetleri tesbit metodu bilinmektedir. [192]

Yazarın Edebiyat Ve Târih Kitaplarını Esas Alması

Ebu Reyye'nin ilginç bir yönü de yüzlerce hadis kitabını gözden geçirdiğini iddia ettiği halde nasıl olur da hadis imamlarının edebiyat ve tarih kitaplarındaki rivayetlerin kabul edilmeyeceğine ve bunlaar güvenilmiyeceğine dair sözlerini görmez. Zira bu kitaplar yalan yanlış bir çok şeyle doludur. Hadis sadece sika imam ların kitaplarından alınır. Hangi hadisin sahih, hangisi nin /.ayıt;, hangisinin merdud, hangisinin makbul olduğu kendisine müracaat edilen imamlardım alınır. Bu imam ların koydukları, kaidelerden birisi şöyledir : Kim bir hadis rivayet ederse senedini açıkça belirtmek ya da kim mhric etmişse ona isnad ettirmek zorundadır. Aksi takdirde «denilir ki» : «rivayet edilir kİ» «zikredilir ki» gibi hadisin zayıf olduğuna delâlet eden sığalarla Hz. Pey-gamber'e nisbet edebilir. Sahih ve hasen olduğunu tesbit etmeden kesinlik bildiren siga ile Hz. Peygamber'e nisbet edemez.» Yazarın bir çok nakilde bulunurken dayandığı kitaplar şunlardır :«eş-Şi'ru. ve'ş-Şu&ra»«Shnaru'l Kulûb nt-Mudâfl ve'l Mensub» «Makamat Bedi'iz'zaman el-He-mectâni» «el-Meselu's-Sâir» «Şerlıu Nehcu'l Belağe» ed-De-mlri'nin «Hayatu'İ Hayavân't» ve «Nihayefu'l Edep» vb gibi kitaplardır. Bunu söylemekle ben bu kitapları ve yazarlarını ayıplamak istemiyorum; söylemek istediğim şudur : Birçok âlim kendi sahalarında güvenilirdir. An cak hadis rivayeti yönünden bunlara güvenilmez, hadi sin sahih veya zayıf olduğu bunlardan Öğrenilmez. Çün kü bunlar hadis uzmanları değildir. Hadis ve eski siyer kitapları arasındaki güvenilirlik farkından dolayı hadis imamları, megazi yazarlarının İmamı olan ibn-i îshâk'ı bi le hadis rivayeti yönünden zayıf saydıklarına göre onun dışındaki edebiyatçı, dilci ve diğer genel araştırmacıla rın durumlarına ne denilebilir? Bu fırsatı vesile bilerek, tarih, ahlâk ve vaaz kitaplarının İslâm'a sokuşturulan İsrailiyat ve mevzu hadislerle dolu olduğunu araşurma-cılaar açıklamak ve bunu müslümanlarm dikkatlerine ar/etmek istiyorum. [193]

Ebu Reyye'nin Aklın Öncülleri İle Çelişmesi

Başta büyük sahabi Ebu Hureyre'nin tarihi gibi na zik bir konuda olmak üzere nakillerde bulunurken yaza rın edebiyat ve benzeri kitaplara dayanması, ayrıca araş tırmaya peşin fikirle başlamasından dolayı küçük bir talebenin bile yapmayacağı haatlara (yazar) düşmüştür.
Mesela bunlardan birisi Î56. sayfada Ebu Hureyre ile alay ederek ona «şeyhu'l Madire) diye isim ver mesidir.[194] es-Seâlibî'nin «Sîmâru'l Kulub» adlı eserinden naklen şöyle diyor : «Ebu Hureyre, Madire çorbasını çok sever Muaviye ile beraber yerdi. Namaz vakti gelince de gider. Hz. Ali'nin arkasında namaz kılardı. Bu kendisine sorulunca «Muâviyenin çorbası yağlı ve daha güzel, Hz. Ali'nin de arkasında namaz kılmak daha faziletli. (Bunun üzerine) ona şeyhu'l Madire denilirdi.»[195]
Akıl bunu nasıl kabul eder? Çünkü Hz. Ali Irak'la, Hz. Muaviye Şam'da Hz. Ebu Hureyre de Hicaz'da idi. Ebu Hureyre'nin Hz. Ömer zamanında Bahreyn'de vali lik yaptıktan sonra hiç Hicaz'ı terketmecüği tesbit edil miştir. İmam ibn-i Abdi! Ben* şöyle der: «Hz. Ömer, onu Bahreyn'e vali yapar sonra da azleder. Tekrar görev vermek istediği halde o bunu reddeder. Daha sonra vefa tına kadar Medine'den ayrılmaz.»[196] Şayet Ebu Hureyre'ye Hz. Süleyman'ın (uçan) sergisi verilmişse ya da yeryüzü kendisi için dür uluyorsa o başka...
157. sayfada Ebu Hureyre'nin hayatı hakkında bir eser yazan bir yazardan onu abartmalı lakaplarla Öv dükten sonra şöyle bir nakilde bulunur : «Bu ve başka hikayelerden anlaşıldığına göre Ebu Hureyre', Sıffîn sa vaşında bulunmuş ve her iki tarafa da yağcılık yapmış tır.» daha sonra da şöyle der: «Birçok kişinin anlattığı na göre Ebu Hureyre bazen Hz. Ali'nin cemûaüne iltihak eder ve onunla namaz kılardı, yemeği de gider Muaviye'-nin cemaati ile yerdi. İşler kızışınca da dağa sığınırdı. Bu durum kendisine sorulunca da : şöyle derdi : «Hz. Ali daha âlîm, Hz. Muaviye daha yağlı, dağ da daha sa­limdir.»
Özellikle bir insanı itham etmek ve cerhetmek için bu tür hikaye kitaplarından bilgi alınır mı? Hem bu insan kim? Allah resulünün yüce bir sahabisi. Sonra Hz. Ebu Hureyre'nin Siffin savaşına katıldığını kim söyledi? İftiracı yazarın ve muhakkik olduğunu iddia ettiği arkada şının yapacağı en büyük şey; bu bâtıl hikayenin doğruluğunu isbatlamaktır. Nasıl oluyor da böyle büyük bir işe kalkışır ve böylece tüm şiddetiyle, saldırabiUyorlar. Sonra bu hikayeyi anlatan «o bîr çok kişi» kimlerdir. Ay rıca Ebu Hureyre'nin iki cemaat arasında gidip gelerek her iki tarafa da yarandığı halde nasıl durumu anlaşıl mıyor? Bunu akil nasıl alabilir?
Bize yetişin ey akıl sahipleri, «bu çirkin söz onun dur manası: Bizim aklımız yoktur» demek diyen ne gü zel söylemiş.Edebiyat kitaplarım dolduran bu ve benzeri hika yeler naklen sahih olmadığı gibi aklen de uygun değildir. Zira bu hikayelere yer veren kitaplar boş zamanlarda hoş vakit geçirmek maksadıyla kaleme alınmıştır. İlmî araştırmalarda en uygun olan bunlara itibar etmemek tir. Fakat bunlar bir sünnet tarihi kitabının yerine konur. Hz. Peygamber'in ve ilk seçkin müslümanların tezkiye ettiği yüce bir sahabi bir yana, büyük bir ilim adamını cerhetmek için esas kabul edilirse, işte bu hiç bir dö nemde görülmemiş araştırma üslubudur.
Ne hayret vericidir ki : bu şeni iftiraların sahibi ki tabının dış kapağında aynen şunları yazıyor: «Bu Mu hammedi hadisin tarihi ve din ile dünya işlerinde onunla ilgili her şeyi açıklamaya yönelen yazılı bir çalışmadır. İlmî tahkik kaidelerine uygun olarak yazılan bu kap samlı çalışma kendi sahasında ilk olup; daha önce aynı minval üzere hiçbir eser te'iif edilmemiştir : «Pek doğru! gerçek ilmî araştırma kaidelerinden, sahih nakil ve salim nakilden oldukça uzaktır. Karıştırma, sövgü ve iftira yö nünden sahasında ilk eserdir, lahkik-sadakat ve adaletten âri olduğu haîde daha önce aynı minval üzere kim böy-ie bir eseri telif edebilir? Yazarın araştırmayı saptırıp, tahkik, adalet ve insaf ölçülerini aştığı artık açıkça or taya çıkmıştır. Kaldı ki araştırma ve çalışmasının sade ce bir kısmı görüldü. [197]

Ebu Reyye'nin Şahabı Ebu Hureyreyi Tenkid Edeken Haddi Aşması

Ebu Reyye'nin Ebu Hurcyre'yc reva gördüğü kale minden dökülen istiiıza, sövgü ve kırıcı sözler hiçbir şerelü İnsanın kabul etmeyeceği ve hiçbir iffetli kalem den dökülmeyecek şeylerdir. Bırakın asil bir. soydan ge len şerefli bir sahabiyi basit bir İnsana dahi böyle bir şeyin yapılmasını kabul etmediğimiz gibi din ve ahlak sahibi hiç kimse de buna razı olmaz. Sünnet konusunda kalem oynatan birisinin sünnetin sahibi Hz. Peygam ber ile .Buharı ve diğer hadis imamlarının edepleri ile cdeplenmesini isleriz.
İşle haddi aştığına bâzı Örnekler; onun bu sövüp saymalarını nakletmek zorunda kaldığımız için özür di leriz ;
a) Bunlardan birisi s. 152'de onun hakkında şöyle der: «Ebü Hu rey re sahabenin içinden hiçbir işe yaramayanlardandı»
b) 166. sayfada da şöyle diyor: «Hz. Aişe ona sen Resülullah'tan işitmediğin hadisler rivayet ediyorsun dediğinde O, Hz. Aişe'ye Buharı, îbn-i Sâd, ibn-i Kesir ve başkalarının rivayetine göre edep ve vakarla bağdaşmayan şu cevabı verir : «sen ayna ve sürme ile uğra şırken bu hadisleri kaçırmışsındir.»
Oysa bu ibarede Ebu Reyye'yi sahabi Ebu Hureyre'yi çirkin sözlü olmakla suçlamada haklı kılacak hiçbir ifa de yoktur. Bütün akıl sahibi İnsanlara soruyorum han gi mantığa göre nefsini müdafaa eden edepsiz ve vakar sız olur.
Burada bilinmesi gereken bir husus ibn-i Kesİr'in «e!~Bidâye...» adlı eserinde verdiği rivayete göre Hz. Aişe, Ebu Hureyıe'ye : «Sen, Resülullah'tan çok hadis rivayet ediyorsun yâ Eba Hureyre!» der Ebu Hureyrede O'na : «Allah'a and olsun ki kına yakmak ve sürme sürmek gibi şeyler beni Resülullah'tan hadis dinlemekten alıkoymadı. Ancak benim hadislerimi çok gördüğüne göre bunların seni bundan alıkoyduğunu görüyorum» diye karşılık ve rir. Hz Aişe de «belki» diye karşılık verir. Bu rivayet birinci rivayetteki şüpheleri giderdiği gibi Hz. Aişe'nin de £bu Hureyre'nin dediklerine kanaat getirdiğini ifade etmektedir.
c) 185. sayfada da şöyle diyor: «Bu durumda olan biri şüphesiz hiçbir ehemmiyeti olmayan düşük bir in sandır» yazarın nazarında Ebu Hureyre'yi düşük kılma ya müstahak kılan suçu nedir biliyor musun sayın oku yucu! (güya o karnını doyurmak için Hz. Peygamber'e sahabi olmuş, Suffa'ya sığınmasının sebebi fakir oluşuy-muş başkasının yediklerini o da yer veya gider Hz. Pey gamber ya da bir sahabinin yanında yemek yermiş!... Gerçekten bu Ebu Hureyre'yi yarlayacak bir ayıp mı?!!
Allah Teâla yüce kitabında suffa ashabını övmüştür. Ebu Hureyre'nin de onlardan olduğu bir gerçektir. İster seniz buyrun ayeti beraber okuyalım : «Onlar, Allah yolun da kapanıp kalan fakirlerdir. Yeryüzünde gezip dol aşamazlar, Bilmeyen iffetlerinden dolayı onları zengin sanır, onları simalarından tanırsın; yüzsüzlük edip insanlardan dilenmezler. [198]
Sonra Ebu Reyye geliyor ve (Allah'ın belirttiği) bu övgüleri kınamaya, faziletleri de reziletlere tebdil edi yor. Ne diyorsun (haşa) Allah'ın sözünü bırakıp Ebu Rey-ye'nin iftiralarına mı bakalım!!
d) s. 187'de şöyle diyor: «Kendisi ile evlendiği Bus-re binti Gazvan adındaki hanım efendiye edep ve vakar sınırlarını aşan sözleri ve nankörlüğü onun hafif meşrep olduğunu göstermiş ve böylece aslı ve tabiatı ortaya çıkmıştır.» Bütün bu küfür ve hakaretin sebebi nedir bili yor musun? Zira Ebu Hureyre bu hanımla evlendikten sonra şöyle demiş : «Ben Busre binti Gazvan'ın yanında karın tokluğuna hizmetçilik yapıyordum. Bir yola çıktıklarında arkalarından gider konakladıklarında hizrnet ederdim, şimdi ben O'nunla evlendim şimdi ben biniyo rum konakladığımda O bana hizmet ediyor.»
îbn-i Sâd'İan bu manada bir rivayet daha zikrettik ten sonra nefsi bununla tatmin olmuyor; Ebu Hureyre'nin haysiyetine dil uzatarak bir hakaret daha savuruyor; dip notta aynen şöyle diyor: «her türlü aşağılığı ifade edan, erdemlik ve müruetten uzak olan şu söze bakın, görül düğü gibi (adam) eşini kendisine hizmet ettirmek ve ona hakaret etmekle kıvanç duyuyor asil bir aileden gelen şe refli bir insan böyle yapar mı?»
Hiçbir araştırma ve tenkidde bunun benzerine rast ladınız mı acaba? Hangi şeriatte, hangi örfte, hangi ka nunda sövme, tenkid, hakaret, araştırma sayılır? Yazar gerçekten bir araştırmacı olsaydı, nezih bir tartışmacı olsaydı bu rivayetlere kötü gözle bakmaz Ebu Hureyre' nin bunları Allah'ın nimeterine bir şükran ifadesi olarak söylediğini anlardı. «d-Bidaye ve'n-Nihayesde geçen ha bere göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: «yetim olarak büyüdüm, miskin olarak hicret ettim, karın tokluğuna ve sırtımın pekliğine Busre binti Gazvan'ın yanında ça lışıyordum. Bindiklerinde peşlerinden gider, konakladık larında onlara odun loplardım. Bu dini sağlam; Ebu Hu-reyreyi de önder yapan Allah'a hamdolsun.»[199]
Ebu Nuaym «Htlyetu'l Evliya»'sında sahih bir senet le Mudârib b. Cuz'ün şöyle dediğini rivayet eder : «bir ge ce yürüyordum bir de baktım ki bir adam tekbir getiriyor, ona yanaştım (baktım ki Ebu Hureyre) ne yapıyorsun? dedim. O da «Allah'ın üzerime çoğalan nimetlerine şük rümü edâ ediyorum, zira ben Busre binli Gazvan'ın yanında yol azığı ve karın tokluğuna çalışıyordum. Bin diklerinde peşlerinde gider, konakladıklarında hizmet ederdim. Sonra Allah beni onunla evlendirdi bu sefer ben bindim konakladığımda da O bana hizme tetti.»[200] Haka ret bunun neresinde? Sonra Ebu Hureyre gibilerin sözlerini köü zannı bir tarafa bırakarak husn-ü zan ile yorumlamak daha uygun olmaz mı? Herhangi bir nıüslüman kardeşe karşı ihtiram ve hus'nü zan beslemek islâm âdabından ise Resulullah'ın. ashabından bir sahabiye kar sı nasıl davranmak lâzım? Yazar, Allah Teâla'nın «...zan'-ın bir kısmı günahtır...» sözünü nasıl görmez, yüce re sulün «zandan kaçınınız zira zan en yalan sözdür» dedi ğini ayrıca «kişiye star olarak müsUiman kardeşine ha karet etmesi kafidir» dediğini nasıl duymaz. Hz. Ömer'in : «Müslüman kardeşinin ağzından çıkan bir kelimeyi iyi ye hamletme imkanın oldukça şerre youmiama» sözü nü hiç mi duymadı. Ebu Hureyre'nin sözü iki eşin ara sında geçen bir latifeden başka bir şey değildi. Busre binti Gazvan bunun bir hakaret olduğunu, kendisini kü çük düşürmek maksadıyla söylendiğini sezseydi bunu as la kabul etmez ve şerefini müdafaa ederdi. Kaldı ki biz müslüman Arap hanımlarının şerefle donandıklarını, hak gördükleri konularda bırakın eşlerini müminlerin emir lerine bile karşı çıktıklarım biliyoruz. [201]

Ebu Hureyre'nin Çok Hadis Rivayet Etmesi (İksar)

162 ve 163. sayfalarda yazar büyük sahabi Ebu Hureyre'yi Hz. Peygamber'le beraber sadece üç yıl kaldığı halde
sahabe arasında en çok hadis rivayet et tiği için ayıplıyor ve Muhammed İbn-i Hazm'ın nalc-letti&ine göre Bakiye îbn-i Mehled'in Musned'inde Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadislerin .5374 hadise ulaş tığını belirtiyor.
Ebu Reyye ve benzerlerine şunları söylemek is tiyorum :
a) Sahabüik hayatında üç yıl gibi bir zaman kı sa olmamakla beraber, başkasına göre daha az Hz. Peygamberle bulunsa da Ebu Hureyre (r.a)'nın çok hadis rivayet etmesindeki garabet neresindedir? Bu gerek aklen gerekse âdeten ilk olarak yapılan bir şey değildir. Nice şahıslar varki az zamanda çok şey öğ renir başkası onun birkaç katı zamanda öğrenemez. Zeka, ilme ciddi bir şekilde kendini vermek ve dün yevî meşgalelerden kurtulmak gibi şeyler daha çok şey öğrenme ve tahsil etmeye yardımcı olurlar. Bu gün bile bazı öğrenci ve müridlerin bir hocanın ya nında kısa bir müddet kalarak onlardan ciltler dolu su kitap kaydettiklerini ve Ebu Hureyre'nin Resului-lah'Lan ezberlediği hadislerden pek geri kalmayacak derecede sözlerini ezberlediklerini görüyoruz. Oysa bizim asrımızla onların asrı arasında çok fark olduğu gibi hayat, şartları, istidat ve kendini bu işe adama yönünden onlarla Ebu Hureyre arasında büyük fark lar vardır.
Rivayet edilen bu 5374 hadisin bir çoğunun iki ve üç satıra ulaşmadığını unutmamamız gerektiğini belirtmek istiyorum. Tamamı bir araya getirilse bir cilt kitabı geçmez öyleyse garabet bunun neresinde?
b)Ebu Hureyre (r.a) dünyaya- pek bağlı bir in san değildi, az bir şeye kanaat ederdi. O zaman ha nımı ve çocuklarıda yoktu, onu meşgul edecek tica ret ve ziraatle de uğraşmıyordu. Tek işi mümkün olduğu kadar Hz. Peygamber'den ayrılmamaktı, (ister seniz) neden çok hadis rivayet ettiğini Ebu Hureyre'­nin bizzat kendisinden dinleyelim:
Buharı, Müslim ve diğer hadis kitaplarında Bu-hari'nin rivayet ettiği lafızlara göre Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir: «İnsanlar Ebu Hureyre çok ha dis rivayet ediyor diyorlar. Allah'ın kitabında iki ayet olmasaydı bir tek hadis rivayet etmezdim.» sonra Al lah'ın şu ayetini okur: «indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler...» (bu ve peşindeki âyeti) sonu na kadar okur, sözlerine devamla: «Muhacir kardeş lerimiz çarşı işleriyle meşgul oluyorlardı, Ensar kar deşlerimiz de kendi mallarıyla uğraşıyorlardı. Ebu Hureyre ise karnını doyurmak için Resulullah'tan ay rılmazdı. Onların hazır bulunmadıkları yerlerde ben bulunuyor ezberlemediklerini de ben ezberliyordum.»
Çok hadis rivayetinin sebeplerinden birisi de Re sulullah'tan sonra da kendisini ilme, hadis rivayetine fetvaya adamasıdır. Hatta daha önce de geçtiği gibi Hz. Ömer onu valilikten azlettikten sonra ikinci kez vali olmasını isteyince o bunu reddetmiştir.
Aslında onu kıvrak bir zekaya ve kuvvetli bir hafızaya sahip kılan Hz. Peygamberin ona yaptığı duadır. Bu konuda şöyle der: «bir gün unutkanlığımı Hz. Peygambere şikayet ettim Hz. Peygamber de ba na «abanı ser» dedi, ben de onu serdim iki elleriyle avuçladı sonra bana «topla» dedi, ben de topladım, bir daha hiçbir şey unutmadım.» [202]Bâzı âlimler bunu Hz. Peygamber'in bir mucizesi saymışlardır.
kendi zamanında en çok hadis ezberleyen sahabi idi Nesâi ceyyid (sağlam) bir isnadla Sünen'in ilm bölü münde, el-Hakim de el-Müsteirek'te : Zeyd b. Sabitin şöyle dediğini rivayet ederler: Ben, Ebu Hureyre ve başka birisi Hz. Peygamber'in yanındaydık, bize «dua edin» ben ve arkadaşım dua ettik O da âmin dedi. Son ra Ebu Hureyre dua etti ve şöyle dedi: «Allahım bu iki arkadaşımın istediklerini ben de istiyorum (bir de) senden unutmayacağım bir ilim istiyorum.» Resulullah da «amin» dedi. Biz «Ya Resulullah» bize de» dedik O, «Devsli genç sizi bu konuda geçti» dedi. Buharı «Ta rih» inde Muhammed b. Hazm'ın on küsur yaşlı sa-habinin bulunduğu bir mecliste otururken Ebu Hu-reyre'nin onlara Resulullah'tan hadis naklettiğini, ta­nımadıkları bazı hadisleri kendisine müracaat etmek suretiyle öğrendiklerini, bunun defalarca tekrarlan dığını ve o günden bu yana Ebu Hureyre'nin en çok hadis ezberleyen sahabi olduğunu öğrendim» dediğini nakleder.
Onun hafızasına delalet eden bir husus da Hafız ibn-i Hacer'in «el-İsâbc'de naklettiği şu rivayettir: «Mervan'm Kâtibi Ebuz-Zuaya'a der ki: «Mervan, Ebu Hureyre'yi çağırdı, kendisine hadis rivayet ediyordu, beni de koltuğun arkasında oturttu ve ben onun söy lediklerini yazıyordum; sene tamam olunca tekrar ça ğırttı ve aynı hadisleri sordu bana da (yazdıklarıma) bakmamı emretti. Ebu Hureyre bir tek harf değiştir medi.» Ebu Hureyre'nin bu özelliğini gerek sahabiler gerekse sonradan gelen imamlar tanımışlardır. Ab dullah b. Ömer, O'na şöyle der: «Şüphesiz sen içimiz de Resulullah'tan hiç ayrılmayan ve (dolayısıyla) hadislerini en iyi bilensin.» îmam Şafii dereyre, asrında hadis rivayet edenlerin en hafızı idi» demiştir. Bütün bunlardan sonra çok hadis rivayet ettiği için hâlâ onun emanet ve sıdkına dil uzatmak için bir kapı açılabilir mi? Çok hadis rivayet etmenin sebebi uzun zaman Resulullah'tan ayrılmaması ve dünyevi meşgalelerinin olmamasına bağlıdır. Haya tın kolay oluşu, onun kendisini ilme' ve tâlime ver mesi, hüküm ve siyaset işlerine karışmaması ve ve fatının gecikmesi de bunun sebeplerindendir. Yaza rın sözlerinin başında da belirttiği gibi çok hadis ri vayetinin fazilet ve dindeki yeri arasında herhangi bir irtibat yoktur. Üç halife görülmüyor mu? dindeki yer leri, fazilet konumlan ve Resulullah'a yakın olmala rına rağmen kendilerini ilme verememiş ve sınırları genişleyen devletin işlerinden ayrı kalmamışlardır. (Oysa) Çok hadis rivayetini hazırlayan unsurlar da bunlardır. Onun için çok az hadis rivayet etmişlerdir. Dördüncü halifeye gelince vefatı geç olduğu için ilim ve fetvaya kendini verince rivayetleri de çok olmutur.[203] Birisinin dindeki mevkii ile çok hadis rivayet etmesi arasında irtibat kurmak hiçbir şekilde ilmi tahkik kurallarına uymaz, önceki âlimler bunu anla mışlardır. A'meş Ebus-Salih'in şöyle dediğini nakle der : «Ebu Hureyre Resulullah'ın ashabı içerisinde en çok hadis ezberleyendir yoksa en faziletlileri değildir»»[204]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:08 am

Ebu Hureyre'nin Şakacı Ve Lafçı Olduğuna Dair İftirası

161. sayfada «Ebu Hureyre'nin şakacılığı ve laf-Çihğı» başlığı altında şöyle diyor: «Ebu Hureyre'nin
hayatından bahseden tarihçiler, O'nun şakacı ve lafçı bir insan olduğunu insanlara hoş görünerek onların sempatisini kazanmak için çok konuşup garip hika yeler anlattığını ittifakla bildirirler.»
Tarihçilerin O'nun şakacı ve lafçı bir insan oldu ğuna icma ettikleri iddiası diğer iddiaları gibi hiç bir delile dayanmayan bir iddiadır. Hiçbir güvenilir âti min böyle bir şey dediğini bilmiyoruz. İşte ibn-i Abdi'l Berr «el-lstiâb»'mda hiç de böyle bir şey demiyor. Ha fız ibn-i Hacer «el-İsâbe»de ibn-i Ebi'd-Dünya ve Zü-beyr b. Bekkâr'ın «Kitabi'l Mizah»lahnda tahric ettik leri bir rivayetten başka bir şey zikretmiyor: Bu ki taplarda geçtiğine göre ibn-i Adan, Said'den, O da Ebu Hureyre'den şöyle nakleder: «bu adam Ebu Hu-reyre'ye gelerek: «Ben oruçluydum sabah uyandım babamın yanma gittim yanında et ve ekmek gördüm oruçlu olduğumu unutarak doyana kadar yedim» der Ebu Hureyre ona «(bir şey olmaz) Allah sana yedir miştir.» Adam (sözlerine devamla) «falanın yanma git tim deve sağdığım gördüm ve kanana kadar sütü»-den içtim» der. Ebu Hureyre «Allah sana içirmiş» der. Adam: «sonra evime gittim (biraz yattım) uyanınca bir bardak su istedim ve içtim.» deyince Ebu Hureyre «Kardeşim orucunu iade etmen gerekmez» der. Bu ri vayeti nakleden hiç te onu şakacı ve lafçı tavsif etmez, ibn-i Kesir «el-Bidâye ve'n Nihaye» adlı eserinde ya zarın naklettiği bir çok kıssaya yer vermiş ancak kesinlikle yazar gibi değerlendirmemiştir.
Bu büyük âlimleri .büyük sahabi Ebu Hureyre hakkında çirkin söz sarietmekten tenzih ederiz. Bu hususta yazarın en-Nazzam ve benzerleri ile hadise ve ınuhaddislere iftira, etmeyi kendisinden öğrendiği yahudi müsteşrikten başka selefinin olmadığına Al lah şahididir. Goldzier'in kullandığı tabir yazarın ta birinden daha temizdir. îşte (O'nun) kullandığı ibare.; «Bize öyle geliyor ki hadisleri rivayet ederken az se beplerle etkili bir uslub kullanmıştır bunun da sebebi mizah ruhlu olarak temayüz etmesidir...»[205] İki ibare arasındaki fark görülüyor.
Sonra Ebu Hureyre'yi ne ile ayıplıyorlar? Yani O'nu dini yönden bir sakıncası olmayan şahsiyeti ze delemeyen şaka ve latifeleri yaptığı için mi ayıplıyor­lar? Oysa kimse bununla ayıplanabilir mi? Her asır da latifeci, hafif ruhlu büyük âlimler olmuştur.
Herşeyden önce bilinmesi gereken bir hususu be lirtmek istiyorum. Mizah iki kısma ayrılır.
3.Birincisi seviye itibariyle düşük mizahtır. Mu-cazefet ve karşı tarafa saygısızlığa dayanır. Bu tür mizah doğruluk ve güvenilirliği ihlal eder. Allah'a hamdolsun ki Ebu Hureyre bu tür mizahtan uzaktır.
2.Seviyeli ve latif olan mizah, herhangi bir kimseye eziyet veya hakaret sözkonusu olmaz. Çoğu insanı düşünceye ve ibrete sevkeden nüktelerden olu­şur. Zeka ve uyanıklığın derecesini ölçer ki bu tür mi zah makbuldür. Bu, Hz. Peygamber ve sahabeden de bâzılarının yaptığı bir şeydir. Nitekim Hz. Peygamber bir hadisinde : «ben mizah yaparım ancak haktan baş ka bir şey söylemem» buyurmuştur. Hafız ibn-i Hacer-in *el-İsâbe»de naklettiği kıssayı düşünecek olursak O' nun mizahlarının da bu türden olduğu anlaşılır. Ebu Hureyre'nin söz konusu adama verdiği fetva Buhari'nin rivayet ettiği Hz. Peygamberin şu hadisine dayanır: «Her kim oruçluyken unutarak yer, içerse orucunu tamamlamasın, zira onu yediren ve içiren Allah'tır.»
Ebu Hureyre'nin yaptığı mizahın ilim ve hikmet ten hâli olmadığını göstermek için onun zarafet sa hibi olduğunu gösteren bir örnek daha vermek isti yorum : Rivayete göre Ebu Hureyre bir grupla yolcu luğa çıkar. Konakladıklarında yemek hazırlanır, ken disi başka yerdo namaza durur, birisini göndererek yemeğe çağırırlar, Oda ben oruçluyum derdi, onlar karınlarım doyurur doyurmaz Ebu Hureyre gelir ve yemek yemeye başlar, topluluk kendisini çağırmaya giden elçiye bakar, elçi «bana ne bakıyorsunuz vallahi bana oruçlu olduğunu söyledi», deyince Ebu Hureyre doğru söylüyor çünkü Hz. Peygamber'in şöyle dedi ğini işittim. «Ramazan ayı ve her aydan üç g/ün oruç tutan bütün asrı oruçlu geçirmiş gibidir» ben de ayın başında üç gün oruç tuttum Allah'ın tahfifine göre oruçsuzum ancak mükafatları kat kat verişine göre oruçluyum» der.[206]
Mizahın yüceliğine bakın, Ebu Hureyre bu miza-hıyla iki şerefli gayeye ulaşıyor, birisi kendisini rahat bırakmalarını sağlıyor; diğeri ise onlara seri bir hü­küm bildirerek Resulullah'm hidayet prensiplerinden birisini öğretiyor (hem de) bu şahane ve teşvik edici üslupla, öyleyse bunda ne hamakat var? Çirkin ve batıl sözler bunun neresinde?
Üçüncü bir örnek yazarın kendisi tarafından nak ledilmiştir. Ebu Nuaym «el-Hüye»de Salebe b. Mâlik el-Kurazi'den şunu nakleder: «Çarşıda Ebu Hureyre ile karşılaştım sırtında bir kucak odun vardı kendisi ^yru zamanda Mervan'ın yerine Medine'ye valilik ya pıyordu. Bana -Emir'e yol aç ey Mâlik'in oğlu» dedi bon de -bu kadar yeter» dedim o yine «Emire yol açın» dedi üzerinde de odun vardı.» (Evet şiındi soruyorum) bu bir kişinin lafçı ve şakacı olduğunu gerektirir mi? Bu söz doğru değil de nedir? Vali vekili emir sayılmaz mı, emir odun taşımaz mı, sonra odun taşıması yük sek tevazu önıeği sayılmaz mı? Ebu Reyye'nin çirkin iddialarını isbatlamak için zikrettiği diğer şeyler de gerçekle bağdaşmayan itham ve iddialardan ibarettir. Nazzam ve onun izinde giden müsteşrik ve misyoner lerden başka ondan önce kimse bu iftiralara baş vur mamıştır. O tutarlı tenkid ve sağlam araştırma kaide lerine dayanmadan daha önce Ebu Hureyre'ye dil uza tanların sözlerini tekrarlayan bir daîden başka bir şey değildir. [207]

Ebu Hureyrenin Hadis Uydurduğuna Dair Bir İftira

Ebu Reyye 164. sayfada şöyle diyor: «Ebu Hurey re bir haramı helal bir helali de haram kılmadıkça çok hadis rivayet etmeyi mahzurlu görmezdi. Uydur­duğu bu iddiasını Hz. Peygamber'e isnad ettiği bir hadisle desteklemiştir.» Bu hadislerden bir kısmı ehli hadis nezdinde mevzu değildir. Mesela: «bir helali ha ram bir haramı da helal kılmaz, manada isabet eder seniz bir beis yoktur» hadisi gibi. Bâzıları da mev zudur : «Size hakka uygun bir hadis rivayet edilirse ister söylemiş olayım isler olmayayım, onu alınız» ha disi gibi.
a) «bir helali haram kılmadıkça...» diye başla yan hadis mevzu değildir. Daha önce de bunu açıkla dım ayrıca hadis Hz. Ebu Hureyre'den rivayet edilme­miştir. Râvi Abdullah b. Ekmiye el-Leysî'dir. Yazar kendisi kitabının 56. sayfasında -Tevcihu'n-Nazar» ad lı kitaptan Abdullah el-Leysi tarikiyle rivayet edildi ğini nakletmiştir. Bilmiyorum yazar neden önce nak lettiği doğrudan saparak Ebu Hureyre tarafından ri vayet edildiğini öngören yanlış bir kanaate varmış tır. Bilebildiğim tek sebep araştırma yapmaksızın di lediğini yazmasıdır. Ebu Hureyre'ye saldırıları hakkı görmesine engel olmuş ve böylece hatalara düşmüş tür. Halbuki hak daha zahir ve açıktır; bâtıl ise ka ranlıktır.
Yukarıdaki hadisten sonra zikrettiği hadislerin, bir az önce de belirttiğim gibi, mevzu olduğunda hiç bir şüphe yoktur.
b)Yazar sanki Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği her hadisin mevzu, uyduranın da Ebu Hureyre oldu ğunu ima etmek istiyor. O'nun bu vehmi oldukça ha­talıdır. Çünkü hadis uyduran herkes uydurduğu ha disi bir sahabi ile Resulullah'a isnad etmiştir. Şayet yazarın bu vehmi doğru olsaydı her hangi bir sahabi ve tâbiden rivayet edilen mevzu hadisler o sahabi ve ya tabii tarafından uydurulmuş sayılırdı. Böyle bir varsayım ille bir şey İfade edecekse yüzeysel araştır ma, sathi bilgi ve kısır inceleme yapıldığını ifade eder. Yazar^böyle bir hatadan hareketle birçok mevzu ha disi Ebu Hureyre veya başka sahabiye isnad etmiş ve onlan uydurmacılıkla suçlamıştır. Gerçekte sahabe bu tür mevzu hadislerden uzaktır. Hadis uydurmacılığı sahabeden sonra başlamıştır. Allah Teâla uydurulan bu hadisler için hadis uzmanları ve sarrafları var et miş onlar bunların kusur ve illetlerini ortaya çıkar mışlardır. Süfyan (ibn-i Uyeyne'ye) «bu mevzu ha disler ne olacak?» diye sorulunca, «(korkmayın) on lar için uzmanlar yaşıyor» diye cevap verir.
Kâbu'l Ahbar hakkındaki vehimleri de hep bu ha tadan kaynaklanmıştır. Kâb'tan. gelen tüm rivayetle ri O'nun uydurduğu zehabına kapılmıştır. Oysa hadi­sin O'na isnad edilmesi O'nun uydurmuş olduğunu ge rektirmez. Bazen hadisler Kâb'tan sonra gelen uydur macılar tarafından vaz edilir. İşte bundan dolayı ya zar büyük hatalara düşmüş ve yazdıklarının büyük bir kısmı gerçek olmaktan uzak olmuştur. [208]

Ebu Hureyre'nin Müdellis Olduğu İddiası

Yazar kitabının 164. sayfasında Ebu Hureyre!nin rivayetlerde tedlis[209] yaptığını belirttikten sonra ted-1 isin ne demek olduğu ve hükmünü açıklar...
Herşeyden önce şunu belirtmek istiyorum Âlimlerden büyük bir çoğunluğu tedlisin yanlış olduğu kanaatinde olup Ebu Hureyre'nin bunun her çeşi dinden uzak olduğunu söylemişlerdir. îçlerinde Şu'be'-nlu de bulunduğu küçük bir azınlık ise yukarıdaki gö rüşü benimsemiştir, ancak bu kanaatte olanlar mu-haddisler tarafından bilinen manada tedlisi kastetme-mişlerdir. Çünkü o mânada tedlis zemmedilmiştir. On lar başka bir mâna kastetmişlerdir. İşte Şu'be'nin bu konudaki sözü: Yezid b. Harun, Şu'be'nin şöyle de diğini işittim der: «Ebu Hureyre tedlis yapardı yâni Kâb'tan rivayet eder, Hz. Peygamber'den de rivayette bulunur; fakat bunları birbirinden ayırmazdı.
Ameş, tbrahim en-Nehâi'den naklen onların Ebu Hureyre'den gelen tüm rivayetleri kabul etmedikleri ni söyler.
Şu'benin sözünden de açıkça anlaşıldığına göre O hadisçiler tarafından bilinen manada tedlisi kastet-memiştir. O başka bir hususu tedlis oiarak değerlen dirmiştir. İbn-i Kesir, el-Bidâye'de şöyle der: «ibıvi Asâkir Ebu Hureyre'nin tarafını tutarak İbrahim on-Nehai'ye cevap vermiş ve şöyle demiştir: -İbrahim'in dedikleri Küfelilerden bir taifenin sözüdür, cumhur bu kanaatte değildir.» Sonra yazar ibn-i Kesir'in şu sözlerini naklediyor: »...sanki Şu'be «Ebu Hureyre1-nln rivayet ettiği cünüp olarak sabahlayanm orucu yoktur» hadisine işaret ediyor. Bu tahkik edilerek ken disine sorulunca şöyle der «bana birisi haber verdi ben kendim Re sulu 11 ah'tan duymadım.» Ben de derim ki; o bazen rivayetleri sahabeden almış ancak bunu belirtmemiştir. Buna hadisçilerin ıstılahında sahabe mûrseli adı verilir ki bu da imamların ittifakıyla hüc cettir. Çünkü sahabi daha çok yine sahabiden nakle der. Bütün sahabe de adil olduğuna (göre mesele yok).
Yazar iddiasını delillendirmek için Müslim'in Bişr b. Said'den naklettiği şu rivayete yer verir: «Allah' tan korkun ve hadisleri koruyun. Zira biz Ebu Hurey­re'nin meclisinde bulunuyorduk O bize Resulullah'tan hadis naklettiği gibi Kâb'tan da naklederdi. Sonra kalkar giderdi bizimle beraber bu mecliste bulunan bazı kimselerin ondan işittiği Resulullah'm sözlerini Kâb'a, Kâb'ın sözlerini de Resulullah'a isnad ettikleri ni işittim.» Başka bir rivayete göre «Kâb'ın dedikle rini Resulullah, Resulullah'ın söylediklerini de Kâb dedi derlerdi. Allah'tan korkun ve hadisleri koruyun» demiştir. Bu rivayet aslında yazarın kendi iddiasını çürütür. Çünkü Ebu Hureyre'nin bu işten uzak oldu ğunu sarahaten açıklıyor. Hadisleri karıştıranlar ken disi değil ondan duyanlardır. Kendisinden işitenler hata işlerse Ebu Hureyre ne yapsın? Peygamberler de dahil, Allah başkalarının kulaklarına ve zihnine hükmetme yetkisini hiçbir insana vermemiştir. Ebu Hureyre'nin bu konuda günahı nedir? Ebu Beyye'nin Ebu Hureyre'ye yaptığı bu iftira bana (şairin) şu sö zünü hatırlattı: «başkası iftira etti aranızdan azap gören de benim, ortada dikilip, kalan da ben oluyorum. [210]

İslâm'da İlk İtham Edilen Ravî Ebu Hureyre'dir İddiası Ve Buna Cevap

Yazar 166. sayfada «İslâm'da ilk itham edilen râvi başlığı altında şöyle der: «Sahabe, Ebu Hureyre'yi it ham etmiş ve O'nun (hadislerini) reddetmişlerdir. O'nu reddedenlerin başında Hz. Aişe validemiz geliyordu, zira zaman zaman ikisi de karşı karşıya gelmişler dir... Ebu Hureyro'yi yalanla itham edenler arasında Hz. Ömer, Osman ve Ali de vardır.» Daha sonra iftira ve yalanda o dereceye varmış ki Hz. Ali'nin onun hak kında kötü söz kullanarak «dikkat edin O insanların en yalancisıdır.» veya «sağ iken Resulullah'a en çok yalan isnad eden Ebu Hureyre'dir», ayrıca onun riva yet ettiği bir hadis üzerine, «Söyle bakayım Hz. Pey gamber ne zaman seninle dost oldu?» dediğini iddia eder. Daha, sonra yazar, en-Nazzam ve benzerlerinin sözlerini kendisine malederek aktarmaya başlıyor, ken disinin iddiasına şâhid olduğunu söylediği bu sözler şunlardır:
a) Ebu Hureyre «Cünüp olarak sabahlayan'ın orucu yoktur» hadisini rivayet edince Hz. Aişe bunu reddederek şöyle der: «Resulullah ihtilamdan dolayı olmaksızın cünüp olarak sabahlardı sonra gusleder ve oruç tutardı." Hz. Aişe, O'na birisini göndererek hiçbir izana sığmayan bu hadisi Resulullah'tan riva yet etmemesini salık vermiştir... Bunu duyan Ebu Hureyre: «o benden daha âlimdir, ben bunu Resul ullah'tan değil FadI ibn-i Abbas'tan işittim» diyerek bir ölüyü şahid tutar insanlara da bu hadisi sanki Resulullah'tan rivayet etmiş gibi anlatır.
b) Hz. Peygamber'den «Sizden kim uykudan uya nırsa ellerini kaba daldırmadan önce yıkasın zira siz ellerinizin* nerede gecelediğini bilemezsiniz» hadisini rivayet edince Hz. Aişe onu direk muaheze etmeyip «içi oyulmuş büyük taşlan (el-mihras)[211] ne yapaca ğız» demekio yetinir.
c) «Uğursuzluk hayvan kadın ve evdedir» hadi sini rivayet edince Hz. Aişe yalan söylüyor diyerek
bunu inkar etmiş ve şöyle demiştir. »Resulullah, câ-hiliyye ehli hayvan, kadın ve evde uğursuzluk var derler demiştir» der ve arkasından şu âyeti okur. «Ne yerde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiç bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın..»[212]
d)Yine Ebu Hureyre : «Her kim bir ölü yıkar ya da onu taşırsa abdest alsın» hadisini rivayet edin ce ibn-i Mes'ud reddetmiş ona sert sözler söylemiş ve şöyle demiştir, «ey insanlar ölülerinizi necis kabul et meyin.»
e) «Sizden biriniz sabahın iki rekât (sünnetini) kılarsa sağ tarafına uzansın.» hadisini rivayet edince Mervan ona şöyle der: «uzanmak için mescide kadar yürümemiz yetmiyor mu ki bir de uzanalım» Ömer bu nu duyunca «Ebu Hureyre de çok oldu artık» der.
Bunlara Cevap:
a) (Evvela şunu belirtmek isterim) bunlar onun düşünce ve araştırma ürünleri değildir. Bunlar mu-haddislere düşman olan en-Nazzam ve benzerlerinin sözleridir. Allame ibn-i Kuteybe «Te'vilu Muhtelefi'l Hadis» adlı kitabında naklettikten sonra, bunlara kar. şı koymuş, yalan olduğunu açıklamış vo bunların ha dise ve muhaddislere her hangi bir eksiklik geüremi-yeceğini açıklamıştır. Yazarın öyle gösteriyorki daha önce de belirttiğim gibi «ibn-i Kuteybe, Te'vilu Muhte-lei'i'l Hadis'te derki...» diye söze başladığı zaman bil meyen de gerçekten bu sözlerin ona ait olduğunu zanneder oysa haddi zatında ibn-i Kuteybe kurdun
Hz. Yusuf'un kanından berâati gibi bu sözlerden be ridir. Yazarın bu metodu nakil güvenilirliği ve araş tırma titizliğinden uzaktır; tedlisin en kötü derecesi budur. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Alinin Ebu Hurey-re'yi yalanlamaları, Hz. Ali'nin ona kötü niyet besle diği gibi şeyler kasıtlı yalan iddiadan başka bir şey değildir. îşte sahabe tarihi ile ilgili güvenilir kitaplar, bunlarda bu iddialardan hiçbir şey bulmak mümkün değildir.
Reddiyeye geçmeden önce delil olarak ileri sür düğü rivayetlerin gerçek mahiyetlerini tafsilatlıca or taya koyalım. Yalnız ondan da önce şunu belirtmek istiyorum: Şüphesiz sahabe, hadisleri Hz. Peygamber'-don alıyordu. Gerek hadisi almak için zaman ayır mak gerekse Resulullah'la sürekli beraber bulunmak konularında eşit olmadıkları gibi hafıza ve ezberle me gücü yon.unden.de aynı değillerdi. Bunun için az lık ve çokluk yönünden rivayetleri farklılık arzetmiş-tir. Sahabe, hadisleri bizzat Hz. Peygamber'den aldık ları gibi bir başka diğer sahabi aracılığıylada almış lardır. Zaman zaman, bir kısmı diğer kısmına rivayet ettiği bir hadisi için baş vurmuştur.
Ya iyice tesbit etmek ve emin olmak için birbir lerine müracaat ederlerdi, çünkü insanoğlu elinde ol madan hatalara düşebileceği gibi; bazen unutkanlığa da düşebilir. Yahut bir kısmının yanında bulunan bir hadise muhalif olan, veya onu tahsis ve takyid eden bir haber bulunur, onun için müracaat ederler. Veya hut hadisi Kur'an'm zahirine ve hıfzettikleri sünnete vb. gibi hususlara muhalif gördüklerinden bunu ya parlardı. Sahabenin birbirine yaptıkları bu müracaatı, oryantalist ve misyonerlerle bunların sözlerini tekrarlamayı kendine görev sayan bâzı çağdaş yazarların yaptıkları gibi, bâzısının bâzısına ithamı ya da tek zibi gibi batıl iddialarla değerlendirmek insafsızlıktır.
Hz. Aişe validemiz Allah ondan razı olsun şüphesiz son derece zeki ve âlim bir hanımdı, kanaat getirmedikçe bir şeyi kabul etmezdi. Resulullah'tan işitmeyip başkalarının O'ndan yaptıkları bazı hadis leri müşkil görmüştür. Zira onları ya Kur'an'm zahi rine ya da kendisinin Resulullah'tan işittiği hadislere çelişkili görmüştür. Bundan dolayı bazı sahabilere mü racaat ederdi. Bu meyanda Ebu Hureyre'ye müracaatı O'nu itham ya da tekzip ettiği manasına gelmez. Bilin diği gibi sadece Ebu Hureyre değil Hz. Ömer ve oğlu Abdullah'ın da bir takım rivayetlerine şüphe ile bak mıştır. Kaldı ki Hz. Ömer, Sahabenin fakihi ve mu vafakat sahibi[213] birisi olup, Hz. Peygamber'in iki vezi rinden birisi ve Râşid Halifelerin ikincisiydi. Ümme tin icmaı, hadis düşmanlarının bile ittifakıyla zerre kadar bir töhmet bulaşmamıştır. Buharı ve Müslim'in Sahih'lerinde rivayet ettiklerine göre Hz. Ömer: «Ölü, ehlinin üzerine ağîamasıyla muazzeb olur» hadisini rivayet edince Hz. Aişe bunu duyar ve şöyle der: «Al lah Ömer'e rahmet etsin Allah'a andoîsunki Resul-ullah bu şekilde bir şey dememiştir. Lakin O, «Allah, ehlinin üzerine ağlamasiyla kafirin azabını arttırır* rtedi demiş (ve arkasından) size bu konuda Kur'an kâfidir diyerek şu âyeti okur. «...Kimso kimsenin gü nahını yüklenmez...»[214] yine Sahihi Müslim'de geçtiği- göre ibn-i Ömer «Ölü ehlinin üzerine ağlamasıyla azap duyar» hadisini rivayet edince Hz. Aişe «Allah Abdullah'a rahmet etsin birşey işitmiş ancak ezber-lememiştir. (oysa) Resulullah, yahudi bir cenazenin yanından geçerken ailesi üzerine ağlıyordu bunun tüterine «siz ağlıyorsunuz o da azab duyuyor.» demiş ti» yine ibn-i Ömer Hz. Peygamber'in içerisinde müş rik ölülerin bulunduğu Bedr kuyusunun üzerinde aya ğa kalkarak (onlara konuştuğunu) ve «onlar benim söylediklerimi işitiyorlar» dediğini nakledince Hz. Aişe: •yanlış aktarmış oysa, Resulullah onlar şu anda söy lediklerimin hak olduğunu bildiler» demiştir. Sonra da şu ayeti okur: «Allah dilediğine işittirir sen kabirde-kilere işittirecek d eğilsin... »[215][216]
Görüldüğü gibi Hz. Ömer ve oğlunun rivayetle rini reddederken Kur'an'ın zahirine dayanmıştır. Bu da onun içtihadına göredir. Şüphesiz bir rivayet Hz. Peygamber'den geldiği tesbit edilince, fıkıh ve ilim yönünden hangi dereceye ulaşırsa ulaşsın, sahabenin, içtihadına tercih edilir. Hz. Aişe'nin, Hz. Ömer'e ve Abdullah b. Ömer'e müracaat etmesi onları itham ve tekzib etmesi manasına gelir mi? asla! Bunu en gü zel Sahih-i Müslim'de geçen şu sözü ifade eder: «Al lah, Abdullah'ı affetsin o yalan söylemiyor ancak ya unutmuştur ya da hata ediyor.» Yine sahih bir habe re göre Hz. Ömer ve Abdullah'ın rivayetlerini duyun ca şöyle demiştir. «Siz bana bu hadisleri yalan söylemeyenlerden naklediyorsunuz ancak kulakları yan anlış işitmiştir.»[217] Hz. Aişe'nin bu sözünden, sahabe'nin birbirlerine müracaatlarının itham ve tekzib manası na gelmeyeceğine açıkça işaret eden başka bir şeye gerek varmı? Öyleyse Ebu Reyye ve onun gibi düşü nenlere soruyorum siz Hz. Aişe'nin Ebu Hureyre'ye müracaatını itham ve tekzib olarak değerlendiriyorsu nuz da Hz. Ömer ve oğluna müracaatını böyle değer lendirmiyorsunuz, bize cevap verin ey sağlam mantık sahipleri!!!Şimdi verdiği hadislerin açıklamasına geçebiliri/..
a) «Cünüp olarak sahahi ayanın orucu yoktur.»
hadisini Hz. Aişe'nin reddetmesi ve aksine fetva ver mesi Ebu Huneyre'nin adaletine bir halel getirmediği gibi O'nun güvenilirliğine de bir zarar getirmez, bü tün hadise Hz. Ebu Hureyre'nin kendi bilgisine göre fetva vermesidir ki bunu da Resulullah'tan Fadl (b. Abbas) O'na nakletmiştir. Zahir olan kavle göre bu hüküm İslâm'ın başlangıcında vardı, oruç tutan kim se yatsı namazını kılınca veya yatınca sabaha kadar yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmak haram dı, daha sonra Allah'ın rahmeti, tahfifi gerekli göre rek sabaha kadar yeme, içme ve cinsi münasebette bulunmayı şu âyetle helal kıldı: »Oruç gecesi kadın larınıza yaklaşmak size helal kılındı; onlar sizin örtü leriniz siz de onların örtülerisiniz...»[218] şimdi muhak kik ve araştırmacı âlimlerin bu hadis hakkındaki söz lerini nakletmek istiyorum : Hafız İbn-i Hacer, Fethu'l Bûri'de şöyle der-. «İbn-i Huzeyme bâzı âlimlerin bu hadis konusunda Ebu Hureyre'nin hata ettiğini zannettiklerini zikreder. Daha sonra bunu reddederek Ebu Hureyro bu konuda hata etmemiş bilakis sahih bir habere dayanmıştır. Ancak bu haber neshedümiştir. Zira Allah Teâta ilk olarak orucu farz kıldığında, oruç gecelerinde uykudan sonra yemek içmek ve cinsî mü­nasebetle bulunmayı menetmiştir. İşte Fa di b. Abbas'-ın hadisi bu zamanda söylenmiş olabilir. Daha sonra. Allah, bütün bunları gece sabaha kadar helal kılmış tır. Cima eden sabaha kadar öyle kalır ve fecrin do ğuşundan sonra da guslederdi. Hz. Aişe'nin hadisi Fadl İbn-i Abbas'm hadisinin nâsihidir. Ne Fadl'a ne de Ebu Hureyre'ye nâsih olan bu haber ulaşmamış ve fetvayı da ona göre vermiştir. Fakat bu haberi duyun ca fetvasından vaz geçmiştir [219]İbnu'l Münzir, el Hat-tâbi ve daha birçok âlim neshe kail olmuşlardır.»[220] Ebu Hureyro neshi öğreninceye kadar öbür fetva ile amel etmiş öğrenir öğrenmez de bundan vaz geçmiş tir. Bu da büyük bir fazilettir. Hafız ibn-i Hacer yine Fethu'I lîâri'de sözlerine devamla şöyle der: «Bu hâ­disede Ebu Hureyre'nin bir fazileti söz konusudur. Çünkü o hakkı öğrenince itiraf etmiş ve düşüncesin den vaz geçmiştir. Bundan da anlaşıldığına göre sa habe ve tâbiuıı mursel haberleri kullanmış ve kimse itiraz etmeden haberden vazgeçilmiştir. Zira Ebu Hu-reyre vasıtasız Hz. Peygamber'den duyması mümkün olduğu halele işitmediğini itiraf etmiştir. İhtilaf çıkın ca bunu açıklamıştır.» Görüldüğü gibi dil uzatanlar fazileti rezil ete çevirivermişler.
b) «Sizden biriniz uykudan uyandığı zaman ... yıkamadan elini bir kaba batırmasın zira elinizin ne rede gecelediğini bilmezsiniz.» hadisini Hz. Aişe, mua­heze etmeyip «el-mihrası ne yapacağız demiştir» bu hususu delil olarak sunmasına gelince buna şöyle ce vap verilir:
Bu hadisi Buharı ve Müslim müteaddit tariklerle, Ebu Davud, Tirmizi, en-Nesai ve ibn-i Mâce de riva yet etmişlerdir. Sahabeden ibn-i Ömer, Cabir ve Hz. Aişe tarafından rivayet edildiği gibi Hz. Peygamber'in bu tatbikatı da Hz. Ali, Osman ve Zübeyr b. Nefir ta rafından da nakledilmiştir. Hadis gerek Hz. Peygam ber'in sözü, gerekse fiili olarak Ebu Hureyre ve baş kaları tarafından da sabit olmuştur. Hz. Aişe'nin ken disi hadisin râvileri arasında olduğu halde Ebu Hu-reyre'ye karşı çıkmış olması makul değildir. Bunun için yazarın Ebu Hureyre'yi cerhetmek ve yalanla it ham etmek hedefi boşa, çıkmıştır.
Bu gibi sözler usûl ve benzeri kitaplarda bulunur. Bir hadisi ve lafızlarını tesbit etmek için bu kitaplar hüccet olamazlar. Ancak yazar rast gele aldığı için tahkik etme ihtiyacım hissetmemiştir. «Musellemu's-Sebût» şâr'ihi eş-Şeyh Leknevî (Hz. Ebu Hureyre'ye yapılan bu itirazın) Hz. Aişe ve İbn-i Abbas'tan sabit olmayıp şahabı olduğu ihtilaflı olan Kaynu'l-Eşcaî'-den geldiğine dikkat çeker. Bu zat hakkında «el-İsa-be»'de şöylo denir : «Kaynu'l Eşcaî tabii olup Abdullah o- Mesud'un arkadaşlarmdandır. Ebu Hureyre ile ara larında bir hadise geçmiştir.» daha sonra Ebu Hurey-»enın rivayeti zikredilerek Kaynu'l-Eşcai'nin O'na: Ya biz bu Mihrasmızı (oluk) getirirsek onunla ne yapacağız» dediği nakledilir.[221]
Sonra Kayn, itiraz ve şüphe kastıyla değil de du rumun açıklanması için bu soruyu sormuş olamaz mı? Müslüman birisinin durumunu da buna yorumlamak lâzım. Şayet onun buna itiraz ettiğini varsaysak bile tabiînin sahabiye reddiyesi ölçü olmadığı gibi saha-binin adalet vasfına da bir haleî getirmez.
«Uğursuzluk kadın, hayvan ve evdedir» hadi sine gelince bunun da gerçek yönünü şöylece açıkla yabiliriz :
Bu hadisi Ahmed, ibn-i Huzeyme ve el-Hâ-kim, Katade, O da Ebu Hessan'dan şöylece rivayet etmişlerdir: «Ben- Amir kabilesinden iki adam Hz. Aişe'nin huzuruna girerek: Ebu Hureyre'nin «Resul-ullah, uğursuzluk kadın, hayvan ve evdedir.» dedi ğini rivayet ettiğini söylerler. Hz. Aişe, şiddetli bir şe kilde gazaplanarak: «Resulullah öyle demedi, cahiliy-ye ehlinin bunları uğursuz addettiğini söyledi diye karşılık verir.» görüldüğü gibi hadisin lafızları yaza rın dediği gibi «Hz. Aişe, O yalan söyledi» şeklinde değildir. Bunu uyduranlar en-Nazzam ve yandaşları dır. Ebu Hureyre'ye kötü sözler sarfedilerek ona if tira atan yazar da bunlardandır.
Biz, Hz, Aişe'nin birçok defa Kur'an'ın zahirine sarılarak sahabeye karşı çıktığını biliyoruz. Bu hadisi de reddederken Allah Teâla'mn «Ne yerde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış oima[222]sın- âyetini esas almıştır. Hz. Aişe buna benzer sözleri Hz. Ömer ve oğiu Abdullah'a da söylemiş tir. Bu sözle Ebu Hureyre'ye yalancıdır diye dil uza tanlar aynı şeyi Hz. Ömer için neden söylemiyorlar?
2 -Bu hadis Ebu Hureyre'nin dışında başka sa-habiler tarafından da rivayet edilmiştir. Buharı Sa-hih'inde, ibn-i Ömer ve Sehl b. Sad es-Saidi'den riva­yet etmiştir. Müslim de yine aynı iki râviden başka, Câbir b. Abdullah'tanda rivayet etmiştir.[223] Hz. Aişe' nin Ebu Hureyre'ye itirazı bu sahabilerin kendisine muvafakatından sonra değildir, ibn-i Hacer de Fet-hu'l Bâri'de «Bu itirazı sahabeden zikrettiklerimizin muvafakati ile beraber Ebu Hureyre'ye yapıldığım söy lemenin bîr ma'nası yoktur» der.
Görüldüğü gibi yazar naklederken dürüst davran mamış hakkı ve doğruyu aramamıştır.
d) Yazarın, Ebu Hureyre «Her kim bir ölü yıkar ve taşırsa abdest alsın» hadisini rivayet edince ibn-i Mesûd reddetmiş ve sert bir dille konuşmuştur.» de diğine de şu şekilde cevap verebiliriz.
1 «Munteka'l Ahbar»[224]adlı kitapta geçtiği üze re hadisin metni şöyledir: Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur : «Her kim bir ölü yıkarsa ve taşırsa gusletsin abdest alsın» hadisi bu hadis kitabında rivayet edilmiştir. Yalnız ibn-i Ma- «abdest» zikretmemişdir. Tirenizi kendi isnadıyla Ebu Hureyre'den merfu olarak «ölüyü yıkayana gusül, taşıyana abdest gerekir.» şeklinde rivayet etmiş ve şöyle demiştir. Bu babta Hz. Ali ve Aişe'den de hadis ler mevcuttur. Bu hadis hasen bir hadistir.»
Hadisi birçok hadis imamı rivayet ettiği gibi Ebu Hureyre tek başına bunu rivayet etmemiştir. Bu da sözkonusu töhmeti ondan kaldırır. îbn-u Ebi Hatim'in sahih bir senedle babasından naklettiğine göre bu ha disin Ebu Hureyre'den gelen mevkuf bir haber olması daha doğrudur. Hadis ister merfu olsun ister mevkuf olsun hadisi tahric edenlerden hiç kimse ibn-i Mes'ud'-un veya başka bir sahabi'nin itirazına yer vermemiş tir. Sadece Musellemu's-Sebût sahibi hadisi «her kim bir cenaze taşırsa abdest alsın» şeklinde rivayet etmiş ve ibn-i Abbas'ın bunu kabul etmeyerek; «Kuru tahta taşımakla abdest almak gerekmez» dediğini nakleder, ancak hadis ve rivayetleri tesbit ederken usûl kitap ları esas alınmaz.
2 -Bu.konuda delillerin çatıştığını görüyoruz. Tirmizi ve diğer hadis imamları Ebu Hureyre ve di ğer sahabeden rivayet ettikleri halde Buhari'nin Sa-hih'inde ibn-i Ömer'den buna muhalif bir talik nak lettiğini görüyoruz. Bu talike göre: «ibn-i Ömer, Said b. Zeyd'in ölen bir oğlunu kokulayıp taşımış daha sonra da abdest almamıştır.» Bunun için sahabe ve onlardan sonra gelen âlimler bu konuda tartışmışlar dır. İmam Ebu İsa et-Tirmizi şöyle der: «İlim ehli ölü yıkayan hakkında ihtilaf etmiştir. Resulullah'ın as habı ve diğer4erinden bir gruba göre ölüyü yıkayana gusül gerekir, bazılarına göre ise abdest gerekir. Mâ lik b. Enes ise gusletmeyi vacip görmeyip mustahap saymıştır. İmam Şafii de aynı görüştedir. Ahmet b. Hanbel de şöyle der: «Ölü yıkayana gusl'un vacip olmadığını ümid ediyorum bu konuda en az söylenen şey abdest alınmasıdır. İshak'a göre ise mutlaka ab dest almak gerekir..."
[225] Böylece meselenin âlimler ara sında ihtilaflı olduğunu görüyoruz. Kimisi vacip, ki misi mendup olduğuna kail olurken kimisi de Ebu Hu reyre ve diğerlerinin rivayet ettiklerinin mensuh ol duklarını ileri sürmüşlerdir. İbn-i Hacer'in de Fethu'l Iiâri'de belirttiği gibi Ebu Davud söz konusu hadisi tahric etlikten sonra mensuh olduğunu söylemiş an cak nâsihini belirtmemiştir.
e) -Sizden biriniz sabah'm iki rekâtım kıldığı za man sağ taraf ma uzansın» hadisi hakkında Mervan'in: «Uzanmak için mescide kadar yürümemiz yetmiyor mu bir de uzanalım" dediğini, ibn-i Ömer'in de bunu duyunca «Ebu Huruyre çok oldu» demiştir iddia? kl gelince,
Kıssanın tamâmı el-İsabe*de de geçtiği üzere şöy ledir: «İbn-i Ömer'e Ebu Hureyre'nin söylediklerine bir itirazın var mı? diye soruldu. O «hayır yalnız o bazen cesaretli bazen de korkak davranmıştır.» dedi Ebu Hureyre bunu duyunca: «ben ezberlemiş olsam da başkaları unutursa benim günahım nedir?» dcr.[226] Bağevinin sağlam bir senedle Velid b. Abdir'rahman-dan naklettiğine göre Abdullah b. Ömer, Ebu Hurey-re'ye: «Sen Resulullah'ın yanından en çok ayrılma yanımız ve O'nun hadislerini en iyi bilenimizsin de miştir.»
Bu hadis de sabit ve sahihtir. Ebu Davud ve Tir-mizi sahih isnadlarla rivayet etmişlerdir. Tirmizi Ha-sen ve sahih bir hadis olduğunu belirtmiştir, İnkar edenlerin itirazı buna bir zarar vermez. Mervan kim oluyor ki sahih bir hadisi reddederken sözlerine iti bar edilsin veya Ebu Hureyre'nin adalet, emanet ve güvenilirlik vasıflarında sözleri tercih edilsin, sonra Ebu Hureyre'ye dil uzatanlar O'nun bu hadisi tek ba şına rivayet etmediğine ne diyecekler? Binaenaleyh büyük âlime Hz. Aişe validemiz de Hz. Peygamber'-den rivayet etmiştir. Hz. Aişe hem onların yanında hem de bize göre rivayetlerinde asla itham edilme miştir. O'nun bu rivayeti Buhari ve Müslim'de sabit tir. Sabahın iki rekâtından sonra uzanmayı reddeden ler ya hadisi duymamışlardır veya vacip yada müs-tehab oluşunu reddetmişlerdir. İbn-i Hacer, Fethu'l BârL'de şöyle der : «İbn-i Mes'udun yaşlanmayı red et mesi, İbrahim en-Nehâi'nin, ibn-i Ebi Şeybe'nin nak lettiği gibi, bunun şeytani yaslanış olduğunu söyleme si bunu işlemeyi emreden hadisin kendilerine ulaş madığına hamledilir. İbn-i Mesud'un sözlerinden an laşıldığına göre O, bu fiilin vucubiyyetini reddetmiş tir. İbn-i Ömer'in buna bidattir demesi de böyle yo rumlanır. Çünkü O, bununla şaz olmuştur. Hatta onun bu şekilde uzananları kovduğu rivayet edilir. Fakat onun inkarı mescidde uzanmaya karşıdır. Zahir olan ibn-i Nazm'ın da dediği gibi bu emrin müstehab olup vucubiyyet ifade etmemesidir. Ebu Davud!da geçen Ebu Hureyre hadisindeki emri de mustahap ifade et tiğine yormuşlardır.» Durum ne olursa olsun (birisi nin) hadisi inkar etmesi Ebu Hureyre'nin yalanla it hamına delalet etmediği gibi ravinin adaletine de her hangi bir leke getirmez. îbn-i Ömer'in -Ebu Hureyre çok oldu...» sözü ise ne bir ithama ne de bir eksikliğe işaret eder, şayet yazar benim el-İsâbe'den nakletti ğim gibi metnin tamamını nakletseydi bütün kuşku ları gider, atacağı taş boğazına takılır ve itham yolu kendisine kapanırdı. [227]

Ebu hureyre'nin cerhedildiğîni isbatlamak için Alimlere iftirası

Yazar 169. sayfada: «Ebu Hureyre'ye gelen bu iti razlar ve rivayetlerine yapılan ithamlar sahabeden sonra gelen tabiun ve tebeu't-tâbi'ine kadar uzanır» dedikten sonra bu yalan iddiasını delülendirmek için, zann-ı galibe göre, uydurma olup sahih olmayan na killerde bulunur. İmam Ebu Hanife, İbrahim en-Ne-haİ[228] el-Ameş'den hatta Cafer el-Eskâfi ve «el-Mese-ius Sair» adlı eserin yazarı olan İbnu'l Esir'den nakil lerde bulunur. Daha sonra sözlerini şöyle bitirir. «Mu-sarrat[229] meselesi ,Harun er-Reşid'in meclisinde geçin ce orada bulunanlar seslerini yükselterek tartışmaya başladılar. Kimisi Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği ha disi delil getirirkeri[230] kimisi de bu hadisi reddederek Ebu Hureyre'nin rivayetleri hususunda itham edildi ğini ileri sürüyordu. Halife de bu ikinci görüşe meyletti.
Cevap.
Yazarın İmam Ebu Hanife'ye nisbet ettiği: »Bü tün sahabe adildir, bâzıları bundan hariçtir. Ebu Hu-reyre ve Enes b. Malik de bunlardandır.» sözü gerçek te hiçbir güvenilir kitaba dayanmaz. Açık bir sened-le belirtilmemiş ki tenkid edelim ya da sahih ve zayıf olduğunu bilelim. Kesin olarak diyebilirim ki Ebu Ha-nife'den bunu rivayet eden yalan söylemiştir. Sonra bu, İmam Ebu Hanife'nin: «Resulullah'tan bize gelen herşeyin başımız ve gözümüz üstünde yeri vardır» sözü İle de çelişki arzeder. Çünkü bu söz ister Ebu Hureyre olsun ister başkası olsun Resulullah'tan ge tirdikleri her şeyi kabul ettiğini ifade eder.
Dört mezhep imamı ve onların güvenilir arkadaş larından hiç birisi bütün sahabenin adil olduğuna karşı çıkmamıştır. Bütün mesele şudur: Hanefilerin kabul ettikleri usul kaidesine göre râvi, fıkıh ve içti-hadla tanınmış birisi ise rivayeti ister kıyasa uygun olsun, ister olmasın kabul edilir. Ancak ravi sadece rivayetle meşgul olan birisi ise ancak rivayeti kıyasa uyuyorsa kabul edilir. Bir kıyasa uyup başka bir kıya sa ters düşerse yine alınır. Lakin bütün kıyaslara ters düşerse yine alınır. Lakin bütün kıyaslara ters dü şerse kabul edilmez. Hanefilerin bu konudaki delil leri hadislerin mâna ile naklinin yaygın olmasından-dir. Binaenaleyh râvi'nin fıkhı eksikse mânasından bir şey eksiltip eksiltmeyeceğine güven olmaz. O za man onu kıyasa ters düşüren zaid bir şüphe arız olur. Buna da musarrât hadisini örnek olarak verirler. Onlara göre bu, bütün yönlerden sahih kıyasa aykırıdır. Çünkü telef olan bir şeyin tazminatı ya benzeri ya da kıymetidir. Oysa bir ölçek hurma misil olmadığı gibi kıymeti de olmaz. Halbuki telef olan bir şeyin misli ya da kıymeti ile ödetilmesi kitap sünnet ve ic-ma ile sabittir...[231] Bâzıları bu hadisi kıyasa aykırı ol duğu için değil Kitap ve Sünnete aykırı olduğu için kabul etmemiştir, İşte bu sebeple açıkça diyebilirizki; Hanefilerin Ebu Hureyre'nin bazı hadisleri karşısın- da tevakkuf etmeleri yazarın iddia ettiği gibi O'nun adaletinde bir eksiklik gördükleri ya da yalanla it ham ettikleri için değildir. Kötü anlayışıyla Hanefi-lere iftira atan, onlara sahih hadisleri terk ediyorlar görüntüsünü veren, başta Ebu Hureyre olmak üzere sahabeye dil uzattıklarını ima eden (yazarın anladığı gibi değil); Hanefilerin bu tevakkufları sadece usul lerinde mevcut bir asla göredir. [232]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:08 am

Ebu Hureyre'nin Hıfzı Ve Fıkhı

Hanefilerin bu husustaki delilleri çürütülmüştür. Sahabenin büyüklerinden nakledildiğine göre onlar haber-i vahidle kıyası terketmişlerdir. Fakih ve fakih olmayan ravi arasında ayırım yapmak sonradan çı karılan bir bid'attir. Selef ve halef ulemasının cum- -huruna göre haber-i vahid kıyastan önce gelir. Ayrıca Ebu Hureyre'nin fakih olmadığı da doğru değildir. Sahabenin büyük bir çoğunluğu özellikle hadis riva yeti ile bilinenler fakih âlimlerdir. İbn-i Hazm, Ebu Hureyre'yi sahabenin fakihlerinden saymıştır. Hafız ıbn-i Hacer'in naklettiğine göre ibn-i Hazm, Hureyre'yi Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Ebu Musa, Muaz, SûcTb. Ebi Vakkas gibi fetva ehli olan sahabenin ikin ci tabakasından saymıştır.[233] Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği el-Musarraf hadisine gelince, son derece sahih bir hadistir. Bunun en güzel delili de llanei'ilerin fa-"kin olarak bildikleri ibn-i Mesud'un bu hadis doğrul-tuşunda fetva vermesidir. Bunun için Buhâri, Ebu Mureyre'nin el-Musarrâ!' hadimini rivayet ettikten sonra Abdullah b. Mesud'dan gelen şu mevkuf habere yer verir. «Her kim memelerinde süt birikmiş bir ko yun satm alır sonra iade ederse beraberinde bir ölçek hurma versin.» Bu da Buhari'nin fakih ve uzak görüş^ lü olduğuna işaret eder. Burada işaret edilmesi gere ken diğer bir husus fakih olmayan râvinin rivayeti celi kıyasa ters düştüğü zaman hanefilerin tamamı > tarafından reddedilmemiştir. Ebu Hureyre'nin fakih olmadığı da sadece bir kısmı tarafından söylenmiş tir. Muhakkik olanlar bunların aksine, görüş beyan etmişlerdir. îşte bakın «Ukutfu'l-Cuman fi Menakib-i Ebi Hanife en-Nu'man»[234] adlı kitabın yazan, Ebu Ha-niie'nin Hz. Peygamber'den sabit olun hadisleri red dettiğini iddia edenlerin görüşlerini reddedip bunun sebeplerini serdederken şunları söylüyor:
«Dördüncüsü : Hadis'in râvisinin fakih olmaması: Bu, İsa b. Ebân'ın mezhebidir. Muteahhirun ulema sından çoğu ona tabi olmuştur. Bu sebeple Ebu Hu­reyre'nin rivayet ettiği ol-Muserrât hadisi reddedil miştir. Ebu'l Hasan el-Kerhi ve ona tâbi olanlar; «ha beri kıyasa tercih etmek için râvinin fakih olması
sart değildir, bilakis Kitap ve meşhur sünnete muha lif olmayan âdil ve zabit olan bir râvi tarafından ri vayet edilen her haber kabul edilir ve kıyasa da ter cih edilir» demişlerdir. Sadru'l İslâm Ebu'l Yusr'ün (el-Pezdevî) dediğine göre âlimlerin çoğu bu görüşe meyletmiştir. Kitaplarına müracaat edildiği zaman Pezdevi ve et-Tahkik sahibinin bu konuyu açıklığa kavuşturdukları görülecektir.
«et-Tahkik»[235] sahibi derki: «Bizim ashabımız (ha-nefiier) Ebu Hureyre'nin »unutarak yiyen ve içen oruçlu» hakkındaki rivayetle kıyasa muhalif olduğu halde amel etmişlerdir. Hatta İmam Ebu Hanife «bu konuda rivayet olmasaydı kıyas yapardım» demiştir. Yine Ebu Hanife'nin Resulullah'tan gelen herşeyin başımız ve gözümüz üstünde yeri vardır.» dediği tes-bit edilmiştir. Seleften hiç kimse râvi'nin fakih olma sını şart koşmam ıştır, bunun sonradan çıkarılan bir bidat olduğu ortaya çıkmıştır.»
İmam Abdu'l Aziz «et-Tahkik» adlı eserinde şöyle diyor: «Ebu Hureyre, fakih olup içtihadın bütün şart larını haizdir. Zira o sahabe zamanında fetva veriyor du, o zaman fakih olmayan fetva veremezdi.» «Taba-kâtu'l Haneliyye» adlı eserin sahibi eş-Şeyh Muhyicl-din el-Kureşi kitabının sonunda şöyle diyor: «Ebu Hu reyre sahabenin fakihJerindendir. İbn-i Nazm da onu sahabenin fakihleri arasında saymıştır. Bizim şeyhi min Şeyhu'] İslâm Takiyud'Din es-Sûbki, Ebu Hureyre'nin bütün fetvalarını içeren bir cüz meydana getir mişti kendisinden işitmiştim.» Musarraf hadisi için verilen bâzı cevapları da el-Kureşi tabakâtmm so nunda zikretmiştir.
Durum ne olursa olsun bâzı hanelilerin Ebu Hu-rey re'nin rivayet ettiği el-Musarrâf gibi bâzı hadisleri reddetmeleri O'nun rivayetlerine bir eksiklik getirme diği gibi O'nun adalet vasfını da ihlal etmez. Öyle inanıyorum ki bu açıklayıcı bilgiler okuyucular için yeterli olmuştur. Ayrıca Hanefilerin, bütün kitapların da görüldüğü gibi, Ebu Hureyre'nin birçok rivayetle rini almaları onu asla adalet yönünden kusurlu bul mayıp itham etmediklerine en güzel delildir. Bu da bilinen bir gerçektir. Hafız ibn-i Hacer, Fethu'l Bâri'de şöyle der: «Ebu Hanİfe, Ebu Hureyre ve benzerleri nin rivayetleri için celi olan kıyası terketmiştir. Hur ma şırası ile abdestin cevazı, namazın kahkaha tile bozulacağı) ve benzeri hususlarda olduğu gibi.» Ebu Reyye'nin, en-Nehai'den getirdiği «bizim ashabımız Ebu Hureyre'nin rivayetlerini terkederdi» sözüne ge lince şayet sahihse Hanefi mezhebinde olduğu gi bi celi kıyas'a ters düşen rivayetlerini kastetmiştir. Ebu Cafer el-Iskâfi'den getirdiği rivayeti ise onun en-Nazzam ve yandaşlarından yaptığı bir nakilden iba­rettir. «el-Meselu's-Sâir» sahibinden yaptığı nakil de öyle. Harun er-Keşid'in meclisinde ımısarrât meselesi tartışılırken O'nun Ebu Hureyre'nin rivayetleri itha ma uğramıştır diyenlerin tarafına meyletmesi mese lesi hiç bir senede dayanmayan bir sözdür, böyle şey ler üzerinde düşünmeye bile deymez her halde Harun er-Reşid'e yapılan iftiralardandır ki bunların sayısı da çoktur.
Bütün bunlardan sonra yazar kendisini bu kadar gizlemesine rağmen bütün bu yanlışlıklarının kayna ğını ilan etmekten başka çare bulamamıştır, s. 171'de Yahudi Müsteşrik Goldzier'in Ebu Hureyre hakkında söyledikleri onun hadislerine karşı dikkatli olunması, Sprencer'in takva konusunda hadis uydurmak için aşın gittiği vs. sözlerini nakleder.
Bütün bunlar apaçık iftiradır. Zerre kadar bir bilgi , bunlar üzerine bina edilomoz. Bütün bunlara cevap vermiş bulunuyorum. Verilen cevaplara müracaat edi lebilir. En acayip husus Ebu Reyye'nin Goldzier'in sözlerini alıp nevasından ve hadis bilgisizliğinden do layı istediği kadar üfürmüş habbeyi kubbe yapmış olmasıdır. Bu yalanlarla susuzların su zannettiği bir serap oluşturmuş; susuz, aslına vâkıf olunca birşey olmadığını anlamıştır. Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki Ebu Reyye, hakiki veçhesiyle bir iddiacı, abartmacı ve saldırgan dillidir, başkalarının görüşlerini çalıp kendisine övünç vesilesi yapmakta da meharetli biri sidir. [236]

Kabul Ahbâr'ın Ebu Hureyre'ye Yalan Ve Uydurulmuş Haber Telkin Ettigi İddiası

Yazar 172. sayfada .«Kâbu'I Ahbar'dan rivayet alma sı» başlığı altında şöyle der: «Hadis Alimleri sahabenin tabiîmden haber alması ya da büyüklerin küçüklerden ri vayeti babında Ebu Hureyre, Abâdile (Abdullah b. Mesud, A. b. Abbas, A. b. Amr. b. Âs Abdullah b. onur) Muaviye, Enes ve başkalarının yahudiliğini kalbine gömerek yalandan İslâm'a girmiş gibi görünen Kabu'1-Ah-oar'dan rivayette bulunduklarını zikrederler, Kâb'a ilk: aldanan Ebu Hureyre olmuştur. Kâb, O'nun bu safdilliligini kullanarak İslâm dinine sokuşturmak istediği her şeyi O'na telkin etmek için O'nu elde etmiştir.» Ebû Rey-ye, daha sonra bunları İsbat etmek için Ebu Hureyre'den gelen birçok rivayete yer verir ve bu rivayetlerin Kâb'tan alınan birer İsrailî haber olduklarını açıklar, kitabının birçok sayfasında da Ebu Hurcyre'nin bu rivayetleri ile Kâb'ın sözlerini mukayese etmeye çalışır.
Cevap :
Kâb'ı ilgilendiren hususlar, yâni içten yahudi olup müslüman görünmesi hususuna daha önce bir bölüm ayı rarak anlatlık. en-Nazzam, müsteşrikler ve onların- bo-razanlığıiıı yapan Ebu Reyye'den başka ona böyle bir if tira atan hiçbir kimse bilmiyorum. Kâb'a yakın bir çağ da yaşamalarına rağmen, rical tenkidi ve onların gizli hallerini öğrenme hususunda büyük dikkat ve ilim sahi bi ola rıcerh ve tâdil âlimleri O'nu cerhetmemişlerdir. De lilsiz ve şâhidsiz insanları cerhetmek, adalet olmasa ge rektir.
Ebu Hu rey re ve Abâdİle (dört Abdullah) gibi bâzı sahabilerin ondan,rivayetleri yeni ortaya çıkan bir husus değildir. İmam el-Irâki, ibnüs Salah'ın «el-Mukaddime» sine yazdığı şerhle tabiinden rivayet eden sahabilerin tamamını vermiştir. Biz, gerek Kâb, gerekse diğer clıl-i Kitap âlimlerinden yapılan bir kısım rivayetin aslında yalan olduğunu inkar etmiyoruz. Bunu daha önce de belirt tim. Ancak hadis âlimleri ve tenkidçileri bütün bunları tenkide tabi tutarak sahih ve illetli olanları, makbul ve merdud olanları birbirinden ayırdıkları gibi Kâb'm ehi'i Kitab'm u/liflerinden elde ettiği bilgilere dayanmalan ve bâzı ravilerin karıştırarak Hz. Peygamber'e isnad ettiklerini de hiçbir hata eksiklik ve fazlalığa meydan venne-yccek şekilde birbirinden ayırmışlardır. Bizim, yazara karsı çıktığınız husus Ebu Hureyrc'yi safdilli olmakla suçla ması ve Kâh'ın onu elde edip birçok îsrailiyatı telkin et tiği ve ünımi okluğu için Tevrat tan öğrenmesini uzak gör düğü, gibi meselelerdir. Bilemiyorum yazar ilmin okuma ve yazmakatn ibaret olmadığını nasıl bilmez, oysa duyu organlarıyla alman bir kelime, okunarak Öğrenilen bîr ke limeden belleğe yerleşmek bakımından pek geri kalmaz. Yazar gerek eski zamanlarda, gerekse şimdi gözleri gören okuyan ve yazan kimselerden daha çok ilim ve marifet sa hibi olan âmâlar hakkında ne der? Tabi ki gözleri gör meyen okuyamaz ve yazamaz ancak işitme yolu İle öğ renir.
Yazarın iddiasına delil olarak getirdiği hadisler :
1- «Güneş ve Ay, kıyamet gününde ateşe atılacak îki Öküzdür.» Hadisi :
173. sayfada şöyle diyor: «Bezzar, Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in : «Güneş ve Ay kıyamet günü cehenne me atılacak iki öküzdür.» dediğini rivayet eder. Bunun üzerine Hasan (Basri) suçları nedir? diye karşılık verin ce : «Ben, sana Resulullah'tan hadis naklediyorum sen de suçlarını soruyorsun» der. Bu sözün aynısı Kâb'tan da nakledilmiştir. Ebu Vâla el Mûsuli Kâb'ın şöyle dediğini rivayet eder: «Kıyamet günü ay ve güneş iki kısır öküz gibi getirilip onlara tapanların gözleri Önünde cehenne me atılacaklar.» yazar kaynak olarak da cd-Demiri'nin «Hayatu'l Hayavan» adlı kitabını zikreder.
Cevap :
el-Bezzar'ın Ebt* Hureyre'den naklettiği hadis sahih tir. Hafız İbn-i Hacer, Felhu'I Bâri'de[237]İbn-i Kesir de
tefsirinde[238] zikretmiş ancak hakkında herhangi bir şey dememişlerdir. Bu iki tenkidei İmamın susması yazara cevap olarak yeter. Hafız Ebu Yala aynı manada bir ha^ dişi Mü s ne d'inde Ye.?, i d er-Rekbâs ve Enes tarikiyle zik retmiş ancak bunun isnadı zayıftır. et-Teyalisi (Ebu Da-vud) de Özetleyerek buna yer vermiştir. Buharî'nin Sahih'inde merfu olarak Ebu Hureyre'den naklettiği ha-diste Ay ve Güneş'in iki kısır oku/, olduğu ve a*t£şe atılacakları yer almaz. Buradaki lafzı aynen şöyledir": «Gü* neş ve Ay kıyamet giüıii dürüUîoeklerdir»[239] BuHari'nin rivayeti seksiz şüphesiz sahihtir. Bunu Allah'u Tıjâla'nın «...siz ve Allah'ın dışında taptıklarınız cehennemin odu nusunuz siz de oraya. gİrecekshıiz»[240] âyeti de le'yıt et mektedir. Hadis sabit olduktan sonra metin yönünden her hangi bir müşkü olmaz.
Birisi deseki : ay ve güneş'in suçlan nedir ki ateşe atılsınlar? ben de derini ki : (buna en güzel cevabı) el Hattabî vermiştir. : «ikisinin ateşte bulunmaları azap edilmelerini gerektirmez. Oraya atılmalarının sebebi dün yada iken bunlara ibadet edenleri rusvay etmek ve iba detlerinin bâtıl olduğunu göstermek İçindir. Şüphesiz ta panların tapılanlarla birlikle ateşte biraraya gelmeleri en büyük azap, ledib ve istihzadır.» el-İsmailî şöyle der ; «on ların ateşte olmaları azap edilmelerini gerektirmez çünkü Allah'ın bâzı melekleri, taşlar ve başka şeyler cehennem ehline azap olmak için orada bulunurlar. Allah'ın dile medikleri asla azap görmez.» Yine birisi «güneş ve ay na sıl dürülerek ateşe atılırlar oysa cehennem astronomi âlimlerinin belirttiklerine göre bırakın güneşi ayı bile
almaz» derse şöyle cevap verilebilir: Bunlar kıyamet gü nü vuku bulacaktır. Kıyametin halleri dünyanın hallerine kıyas edilmez. Arz ve Sema o gün değişecektir, bugün âlemde geçerli olan sistem değişecektir, bunların şâhidİeri Kur'an'da sayılamayacak kadar çoktur. Bütün fezayı yaratan yüce Allah, şüphesiz dürmek istediğini dürer, nurunu almak istediğini alır, büyük olanı küçültür, küçük olanı büyültür ve bütün bunlara kadirdir. Hiç bir rnuvahhid bundan şüphe duymaz. Mülhidler ve dinsizlere uelince onlara söylenecek şeyler ayrıdır Yazar'm yer verdiği Kâb'ın rivayetini hiçbir hadis ve tefsir kitabında gör medim. «Hayatıı'l Hayvan» adlı kitap ise hadisleri tesbilte ölçü değildir. Sahih olduğunu farzetsek yine yaza rın görüşünü desteklemez. Ebu Hureyre'ye dil uzatmasında haklı olduğuna şahid olmaz. Zira bu bilgi Ehl-i Kitap'lan alınmış olabilir. Bu kitaplarda hak ve bâtıl ka rışık olduğu için her şeyi bâtıl değildir. Kur'an ve sünnet, hak ve batıl olan rivayetlere şehadet eder. Veya bu bilgi Eİbu Ilureyre ve Enes'ten alınmış.olabilir. Ebu Hureyre'-nin Kâb'tan alıp Hz. Peygamber'e ref'etmesi Kâb'ın ondan almasından daha evla değildir. Bilhassa Kur'an da ri vayetine şheadet etmiştir. Hz. Peygamber'in sünneti, Kur'an'ın sarihi ve açıklayıcısıdır.
2 -S. 174'de şöyle diyor: el-Hâkim, Mustedrek'te sahih hadis râvileri tarikiyle Ebu Hureyre'den Hz. Pey gamber'in şöyle dediğini nakleder : «Allah bana bir ho rozdan bahsetmeme iizin verdi, hu horoz'un iki layağı yen de boynu Arşın [altındadır. Sürekli «seni teşbih ederim Rabbim sen ne yücesin der.»[241] sonra da derki : bu hadis Kâb'ın sözüdür bu sözünün metni de şöyledir... (da ve Kâb'tan naklolunan konuyla ilgili bir sözü nakleder.)
Cevap :
İbnu'l Cevzi, hadis'in metninin mevzu olduğuna hük metmiştir. Uydurma olduğu dikkate alınmalıdır. Çünkü 1-1.m hadisleri tashihte gevşek davranmıştır. İbn-i Kav. . i I-Cevziyye'nin sözleri de bunun sabit olmadığına de lalet Kayyım «Cevabu'l Es'ileti't Trablusiy-ye» adlı esui.nde Horoz ile ilgili bütün hadisleri sarfet-tikten sonra şöyleder: «Hulâsa lıoiozla ilgili tüm ha disler yalandır. ,Jece şu hadis müstesna : «Biriniz ho rozun ötüşünü 'T.anız Allah'ın fazlını isteyin zira o bh"melek gördüğü - u öter.»[242]
Bir hadis mevzu olunca ne Ebu Hureyre'den ne de Hz. Peygamber'den sabit olmamış demektir. Bu sebeple yazarın sözünü üzerine bina ettiği esas yıkılmıştır. Kâh'ın sözü* de sabit olmuşsa Ehl-i Kitab'ın kitaplarında mev cut olan bir îsrailiyattan ibarettir.
3-Yazar 174. sayfada şöyle diyor : Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in Nil, Seyhan, Ceyhan ve Fırat nehirleri cennet nehirlerindendir»[243] dediğini rivayet etmiştir. Oysa
bu da Kâb'ın sözüdür. Kâb şöyle der: «Allah cennetteki dört nehri dünyaya yerleştirmiştir. Nil, cennetteki bal nehridir, Fırat, cennetteki şarap nehridir, Seyhan, cen netteki süt nehridir, Ceyhan da cennetteki su nehridir.»
Cevap :
Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadis son derece sa hih bir hadistir. Sahih'i Müslim'de geçen metni şöyledir : Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil, hepsi cennet nehirlerinden-dir.» Bâzılarının anladıkları gibi hadis hakiki mâna ifade etmeyip bir teşbihten ibarettir. Yani bu nehirler in sanlara fayda, çok hayır ve bereket, gibi sıfatları yönünden cennet nehirlerine benziyor demektir. Bazılarına göre burada mahzuf bir kelime vardır. Buna göre : «Cen net ehlinin nehirlerindendir.» demek olur Bu aynı za manda Hz. Peygamber'den bir müjdedir. Yani Allah va dini yerine getirecek, kendisine zafer ihsan edecek ve di­nini diğer dinlerden üstün kılacaktır. Öyleki : bu din bu dört büyük nehrin bulunduğu bölgelere ve diğer yerlere çünkü temsil yolu ile anlatılmıştır tahsis yoluyla değil yayılacaktır. Bu da gerçekleşmiştir. Zira bir asır geçme den İslâm hakimiyeti Atlas Okyanusu'ndan Hindistan'a kadar uzanmıştır. Nasıl te'vi! edilsin dil ve şeriat yönün den hadiste reddedilecek bir duı-um yoktur. Sahabe zeka ve saf kalpleriyle bu ve benzeri hadislerin söylediği du rum ve şartları kavrayarak bâzılarına muşkil gelen bu gibi hadislerden Hz. Peygamber'in ne kastettiğini anla mışlardır. Bunun için herkes görüşünü açıkça beyan et me hürriyetine sahip olduğu halde kimsenin böyle ha disleri müşkil kabul ettiği bilinmemektedir.
Kâb'tan.ftldığı rivayeti «Nİhayetu'l Edeb»ten almış tır. Hadisleri tesbit için bu kitap esas alınmaz. Şayet
böyle dediği lesbit edilse de sözleri teşbihli yorumlanır. Biraz düşünecek olursak Ebıı Hureyre'nin Kâb'ın anlattığının etkisinde kalmış olmasının uzak bir ihtimal oldu ğu anlaşılır. Bunun bir zan ve tahmin olduğu ortaya çı kar, iki hadis farklıdır. En yakın ihtimal, Kâb'ın sözünün E bu Hureyre'nin rivayetinin bir tefsiri olmasıdır. Allah'ın şu sözü de buna ışık tutmaktadır. «Muttekilere söz veri len cennetin durumu şudur.: içimle bozulmayan sudan ırmaklar, tatlı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lez zet veren ışuraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve onlar için orada her çeşit m< - Rab'lerinden de bağışlama vardır...»[244]
4 -(Yazar yine aynı sayfada şöyle der. îbn-i Ke sir tefsirinde şöyle diyor : Ebu Hureyre'nin Ye'cuc ve Me'cuc ile ilgili hadisin metni Ahmed b. Hanbel'in on dan rivayet ettiği gibi şöyledir : «Ye'cuc ve Me'cuc şeddi hergiin kazarlar güneş neredeyse kaybolacağı zaman âmir leri : «dönün yarın tekrar kazacaksınız.» der ve döner lerdi» ibn-i Hanbel aynı hadisi Kâb'tan da rivayet et miştir: Ebu Hureyre nıuhtelen bu hadisi Kâb'tan almış tır. Çünkü 0, sık sık O'nun meclisinde bulunur(ve O'ntınla konuşurdu.»
Cevap :
Evet ibn-i Kesir bu hadisi tefsirinde zikretmiştir. İmam Ahmed ve Tirmizî'nİn rivayetlerine yer verdikten sonrada şöyle demiştir: «isnadı kuvvetlidir ancak met ninde bulunan bir nekaretten dolayı merfu olmaya uy gun değildir. Çünkü âyetin zahirine göre (ye'cuc ve me' cuc) şeddin binası sağlam olduğu için ne deleb i İmişler nede üzerine yükselebilmişlerdir, tbn-i Kesir sözlerine de vamla «lakın bu haber Kâbu'l Ahbar'dan da rivayet edil miştir.» sonra aynı manada bir haber daha nakleder ve ikisinin aynı olmadığını belirtir... İbn-i Kesir sözlerini şöyle bağlar: «Muhtemelen Ebu Hureyre bunu Kâb'tan almıştır. Çünkü O, çoğu kez gider meclisinde bulunur ve O'ndan haber alırdı. Ebu Hureyre bunu ondan aldı fa kat bazı râviler O'ndan gelen merfu bir hadis zannederek Hz. Peygambere isnad etmişlerdir.»[245] Ne ilginçtir ki, ya zar ibnHi Kesirin sözlerini naklederken kasten bu soır bölümü hazfetmiştir. Zira bu son kısmı O'nun «Ebu Hu reyre Kâb'tan haberleri alıp Hz. Peygamber'den doğduğu nu söylüyordu» iddiasını reddetmektedir. Nakilde güveni lirliğe bakın! Bir başkasına yanlış gösterme üslubu doğrumudur?
Bana göre de, ibn-i Kesir'in de belirttiği gibi, hadis münker olup sahih değildir. Senedinde Katade'nin olma sı bunu doğrulamaktadır. Zira Katâde tedlis ile bilinen bir râvidir. Muhtemelen bu duıum bir râvinin hazfedilmesinden kaynaklanmıştır.
Ayrıca metnin Kur'an'a muhalif olduğunu belirtmiş tik. Bundan başka meşhur sünnete de muhaliftir. Sahi-hayn de geçen bir hadise göre Hz. Peygamber şöyle bu-yurmuştrr. «Yaklaşan bir serden dolayı vay arabın hâ line baş parmağıyla şehadet parmağım halkalaştıra-rak o gün ye'cuc ve me'cuc bu şekilde şeddi (sararak) fethedecektir.» Hadis sahih olmadığına göre yazar'ın id dialarının dayanağı, da yıkılmış demektir.
5-Yine 174. sayfada: «Buhafi ve Müslim'de yer alan Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği : Allah insanı kendisureHnde yarattı» hadisuıe gelince bu söz Tevrat'ın bi rinci ishah (sifr'den büyük fasıldan küçük bölümlerine ishah denir.)'ında aynen şöyle geçmektedir : «Allah in sanı kendi suretinde yarattı, Allah'ın sureti üzerine in san yaratıldı» Dipnotta bu hadisin bâzı varyantlarında: «Hz. Adem'in boyu altmış arşındır, bir varyanta göre «Rahmanın sureti üzerine yarattı» denildiğine İşaret et tikten sonra ibn-İ Hacer'in Fethu'l Bari'd e bu hadis için «Eski kavimlerden Ad ve Semud'un yaşadığı bölgeler den şu ana kadar kalan yerlere bakılacak olursa hadis'in müşkil -olduğu anlaşılır .[246] Çünkü bunların evleri Ebu Hureyre'nin rivayetinde belirtildiği kadar boylarının uzun olmadığına delalet etmektedir.» diyerek tenkid ettiğini belirtmektedir.
Cevap :
Hadis Buhari, Müslim ve diğer güvenilir hadis ki taplarında rivayet edilmiştir. Ebtı Hureyre'nin Tevrat'a uygun olan bir hadis rivayet etmesi ona bir zarar ver mez. Zira bütün kitaplar Allah'tan gelen vahydir. Kur'an ve sahih sünnet geçmiş kitapların varlıklarına şehâdet ederler. Tevrat ve İncil'de, Kur'an'la aynı olan yerler hak ve gerçek olup hiçbir tebdil ve tahrife uğramamışlardır. Allah Teâhı Maİde süresinde Tevrat ve İncili, İncil'in Tevrat'la plan âyetleri tasdik ettiğini belirttikten sonra ^öyle buyurur : «Sana, <la kendinden önceki kitapları doğ rulayıcı ve onları kollayıp koruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik. Onların aralarımla Allah'ın indirdik leri ile hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma!...»[247]
Hadis hem sened yönünden hem de metni ve mânası yönünden sahihtir. «Kendi suretinde» cümlesin deki zamir ister 11/.. Adem'e gitsin islerse «Allah, Adem'i Rahman'ın suretinde yaratlı» varyantında olduğu gibi yü (»l* Allah'a gitsin larkeiıne/.. Şayet /amir Adem'e gidi-yursa ki Arap dili kaideleri gö/Öiıünde bulundurulursa bu daha uygundur. O takdirde durum acıktır. Hadisin ma nası da şöyle olur. Yani Allah, Ademi şimdiki insan oğlunun bulunduğu .şekil üzere yarattı, İ'arkh bir evrim yc-cirmemiştir tıpkı zürriyetinde olduğu gibi bilakis Allah onu ruhunu ilk üflediği gün kâmil mânada düzgün bir insan olarak yaratmıştır. O takdirde bu hadis en beliğ bir şekilde maddeci ve tabialçılann görüşlerini reddet miş olur. Şayet zamir Âdem'e değil de Allah'a râci ise bu konuda söylenecek söz açıktır. Selefin mezhebine göre (bu gibi naslara), varid olduğu gibi teşbih etmeden keyfiyeti üzerinde durmadan bunları Allah'ın gerçek bilgi sine bırakarak, inanmak gerekir. Fakat Halefin mezhebine göre dil şeriat ve akl'ın hudutlarını aşmadan tevil etmek gerekir, O zaman yapılacak tevil de gayet basittir. Yâni «Allah, kendi sıfatları olan hayat, ilim, semi, basar va benzen sıfatları vererek yarattı» demek olur.
Hafız ibn-i Hacer'in müşkil gördüğü, Ebu Reyyo'-nin de okuyucuyu .şüphelendirmek için naklettiği hu susta aslında herhangi bir karışıklık yoktur. Dünya'nın umrü binlerce ya da on binlerce yıl olarak değerlendirile mez, bilakis dünya'nın yaşı milyonlara varmıştır. Nitekim Jeoloji ve biyoloji âlimleri de bu görüştedir. Öyleyse bu kadar uzun süre zarfında insanoğlunun bugüne kadar ya-rauhşında bâzı eksikliklerin olması uzak bir ihtimal de fi' c1"'. İbn-i Hacer, kendi asrında bunu müşkil görmüş- ıhnin ve lennin ilerlediği günümüzde bunda anlamayacak bir durum yoktur. Bana öyle geliyor ki, ibn-î Hacer bu süzü söylerken ehl-i Kitabın «dünyamın ömrü yedi bin senedir» görüşünün etkisinde kalmıştır. Oysa bu şüphesiz bâtıldır. Daha sonra O da bunu anlamış ve dünyanın ömrünün bundan daha fazla olduğunu hadis ten istinbat esnasında bunu şöylece belirtmiştir: «Hz. Adem ve Hz. Muhammed arasındaki müddet chl-i Kitap ve diğer habercilerin verdikleri müddetten daha fazla dır.»[248]
Şu kadar varki : Hadis belli bir Ölçü kastetmeyip altmış arşın demekle sâdece çok uzun olduğunu vurgu lamak istemiş olabilir. İbn-i Ebi Hatim'ih, hasen bir is-nadla Ubeyy b. Kâb'tan merfu olarak rivayet ettiği şu ha dis de bunu destekliyor: «AUah, Âdem'i uzun boylu çok saçh yarattı, sanki uzun bir hurma ağacı kadardı.» Bü tün bunlardan sonra (soruyorum!) Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği haberin Tevrat'takine uy gun düşmesi ile kendisinden aldığını iddia ettiği K.âbu'1-Ahbar arasında ne gibi bir ilişki var? Kâb'ın bu kıssa ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. [249]

Îmam Malik'e Bâzı Sahih Hadisleri Reddediyor Diye İftira Atması

Yazarın bütün gayreti başta Ebu Hureyre'nin riva yetleri olmak üzere hadislere şüphe düşürmek olduğu için 175. sayfanın dipnotunda ibn-i Hacer'in hadisten duy duğu kuşkuya yer verdikten sonra şöyle, der : «İmam Mâ lik de bu hadisi ve» Allah teâla kıyamet günü sâk'ınj gösterdiği zaman diledikleri ateşe girene kadar elini ate şe sokar» hadisini şiddetle reddetmiştir oysa «ikinci hadis» Ebu Hureyre'nin rivayeti olup Buhari ve Müslim'de mevcuttur Buharîdeki metni de şöyledir : «Rabbimiz Sa kını açar, derken her erkek ve kadın mümin ona secde eder. Ancak dünyada İken insanlar görsünler ve işitsin ler diye secde edenler de secde için gelecek belleri ,bü-külmeyecektir.»
Cevap :
Yazar ve benzerlerine Önce şunu söylemek istiyorum. Bu şaibeli konulardan ve mütekâbili hadislerden bahse den kişinin gerçekten araştırması ise - kaynaklarını zik retmesi gereklidir. İmam Mâlik'în hangi kitapta bu ha disleri inkar ettiğini bilmiyoruz. Bana öyle geliyor ki, ya zarın söylediklerini inceleyen O'nun iftiralarına bir da yanak bulamadığı zaman kafadan delilsiz sözler sarfetme-ye başladığını görecektir. Bahsettiği bu habisler müte-şabih hadislerdendir. Kur'an'da müteşabih âyetlerin ol masını dileyen yüce Allah gayba imam akılları almayan, kalpleri iman nuruyla aydınlanmayan Ebu Reyye ve ben zerlerini imtihan etmek için Resulünün hadislerinde de müteşabih hadislerin olmasını dilemiştir. «...Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onuri müteşabih âyetlerinin peşine düşer ler. ..»[250] Selefin bu konudaki görüşü bilinmektedir. Şa yet yukarıdaki iftirayı îrnarn Mâlik'ten başkasına atsaydı bâzılarına göre mümkün olabilirdi. Fakat İmam Malik'in bu konudaki sözleri meşhurdur. Kendisine istiva (Allanın arşa dayanması) hakkında soru sorana «istiva bilinmek tedir. Keyiiyeti ise meçhuldür. Bununla ilgili soru sor mak bidattir, (soranı kastederek) Bunu yanımdan çıka-rır» çünkü O kötü biridir.» diye cevap vermiştir.
Yazar sadece İmam Mâlik'c değil, Ebu Hureyre'ye hatta Buharı ve Müslim'e de iftira atmıştır. Zira Buharî içinde «sak» bulunan1 söz konusu hadisi Ebu Said el-Hud-ri'den[251], İmam Müslim de yine Ebu Said el-Hudrî'den rivayet etmiştir.[252]Buharı ve Müslim'deki Ebu Hureyre hadisi ise Ebu Said el-Hudrî'nin rivayet ettiği hadisle aynı manada olsa da «sak» kelimesi içinde geçmemektedir. [253]

Hz. Peygamberin Sıfatı İle İlgili Bir Hadise Dil Uzatması

175. sayfada şöyle diyor : Kâbu'l Ahbar, Peygamber'in Tevrat'taki sıfatlarını zikredince; Ebu Hureyre de O'nun sıfatları hakkında şöyle demiştir : «O ne çirkin sözlü ve davranıştı idi ne de böyle yapanları severdi ne de çarşılarda gürültü çıkarırdı.» oysa bu Kâb'ın sözünün ta kcn-libidir.»
Yazar daha Önce ele IIz. Peygamberin Tevrat'taki sı fatlarının Kâb tarafından uydurulan bir hurafe olup Ab dullah b. Amr b. Âs'ın da ondan aldığını iddia etmiş ve biz de buna yeterli cevap vermiştik.
Daha Önce söylediklerimden fazla olarak şunu be lirtmek istiyorum. IIz. Peygamber'in çirkin sözlü ve dav-ramşh olmayıp başkasından da böyle olmasını isleme diği dost ve düşman tarafından doğrulanan hiç kimsenin tartışmadığı bir husustur. Ebu Hureyre veya başkasının bu sıfatları rivayet etmeleri, hangi hal olursa olsun, Kab'ın bu sıfatlarını Tevrat'tan zikretmesine bağlanmaz. Çün kü onlar bı.ı Muhammedi ahlakı mülahaza ve müşahade ile biliyorlardı. [254]

«Allah Toprağı Cumartesi Günü Yarattı» Hadisinin Gerçek Yüzü

Yazar yine 175. sayfada şöyle diyor: «Müslim, Ebu Hureyre'den şunu rivayet etmiştir. «Resulullalı elimi tu-iarak -şöyle dedi : «Allah toprağı cumartesi günü yarattı, onun üzerinde dağları pazar günü, ağaçları pazartesi, külülüğü salı, nuru çarşamba günü yarattı. Perşembe günü canlıları yeryüzüne yaydı, son yaratık olarak cuma günü ikindi ile geıenin arasındaki saatlerde de Hz. Adem'i ya rattı.»
Bu hadisi İmam Ahmed ve en-Nesâi de Ebu Hurey-re'den rivayet etmişlerdir. Buharı, ibn-i Kesir ve başkaları Ebu Hureyre'nirı bu hadisi Kâbu'l Ahbar'dan aldığını söylemişlerdir. Zira bu hadis yerin ve göğün allı günde yaratıldığını bildiren Kur'an ayetine terstir. İşın ilginç yönü, Ebu Hureyre bu hadisi alırken Hz. Peygamberin elinden tuttuğunu belirterek açıkça IIz. Peygamber'den işiliiğini söylemişt.ir. (Hbu Reyye sözlerine devamla) şöy le diyor : Gerek bizim memleketimizde gerekse başka yer lerde Hadis ilminden bir şey bildiğini iddia eden veya onlara tabi olanları bu müşkili halletmeye ve şeyhlerini (Ebu Hureyre'yi) düştüğü çukurdan çıkarmaya davet edi yorum.» Ya/ar daha sonra edebi elverdiğince Ebu Hu-ıtîyre ile istihza ediyor.
Cevap ;
Bu hadise çok eskiden hadistiler dikkal çekmiş, onu illetli saymış ve hakkında tartışmışlardır. Bâzılarına gö-m hadisin senedi sahih değildir. Zira İsmail b. Umeyye, İbrahim h. Ubi Yahya'dan almıştır. İbrahim b. F.bi Yah ya um ise rivayetleri hüccet olamaz. Buharî'nin şeyhi Ali \ eUMedinî'ye bu hadisin senedi sorulunca: «ismail b. Umeyye'nin bunu sadece ibrahim b. Ebi Yahya'dan al dığını görüyorum» diye karşılık verir. Ahmed b. Hanbel onun hakkında şöyle der: «İbrahim b, Ebi Yahya Ka-deriyye, Mutezile ve Cehmiyye'den olup her bela onda vardı. İnsanlar O'nun hadislerini terkettiler çünkü ha dis uydururdu» ibn-i Main, O'nun hakkında «yalancı verafizidir» derdi. Gerek sarahaten, gerekse tedlis yolu ile İbrahim bu isnadda yer aldığı için böyle isnadlarla hadisin metni sahih olmadığı gibi; hadis Hz. Peygamber'e, F.bu Hureyre'ye ve O'ndan sonra gelen sika râvilere ya landan isnad edilmişse, o takdirde araştırmacının bunun üzerine bîr hüküm bina etmesi doğru değildir [255]Zira hüküm vermek hadisin sabit olması demektir.
Bâzılarına göre hadis Hz. Peygamber'den söylenen merfu bir haber değildir. Ebu Hureyre bunu Kâbu'l Ah bar'dan almıştır, bâzı râvilerinde vehm olduğu için mer fu olduğunu söylemek doğru değildir, doğru olan Kâb'ın mevkuf haberi olmasıdır. İmamlar imamı Buharî, Târilı'-inde bu görüşe vararak şöyle demiştir : «Bâzıları Ebu Hureyre vasıtasıyla Kâbu'l Ahbar'dan nakletmişler ki, sa hih olan da budur.» AJlame ibn-i Kesir de buna muvufa-kat etmiş ve şöyle demiştir: «Sanki bu hadisi Ebu Hu reyre Kâb'dan almış daha sonra bâzı râviler «Resulullah elimden tuttu» ifadesini ekleyerek merfu bir haber ha line getirmişlerdir.»[256] Her ne olursa olsun Ebu Hureyre Kbu Reyye'nin sataşmalarından kınamalarından hadis uy durma ithamından uzaktır. (Buna rağmen) Ebu Reyye dönüp dolaşıp onunla keyfinin dilediği kadar istihza edi yor, oysa durum ibnu'l Medinî ve ona tabi olanların de-ditti ise Et>u Hureyre bundan tamamen uzak olmuş ulur. Ebu Hureyre'ye atfedilen lafızlar, Peygamber'den işitmesi, Resulullah'ın elinden tutması sabit olmayıp uy duranın yalan uydurma ve bâtıl olan bir şeyi hak görün tüsüne sokarak Ebu Hureyre'ye yaptığı bir iftiradan öte ye geçmez. Şayet durum Buhâri ve İbn-İ Kesir'in dediği gibiyse o takdirde merfu hale getirmekten uzaktır. Çün kü O, «Ben, Rcsulullah'tan işittim ya da Resulullah elim de tuttu» dememiştir. Ancak dıırumu karıştıran bir râvi Hz. Peygamber'e isnad ederek söz konusu lafızlarla da bunu te'yid etmiştir. Umarım Ebu Reyye'nin Mısır hatta İslâm alemindeki hadiscileri, Ebu Hüreyre'yi düştüğü ku yudan kutarmaya meydan okuyuşuna ben güldüğüm gibi, okuyucular da gülüp geçmiştir. Gerçek ortaya çıkmıştır. Ne çukur ne de düşme söz konusu değildir. Bütün id-diaâlanm boş bir uçurum üzerine bina etmiş ve oradan cehenneme yuvarlanmıştır. O ne kötü varış yeridir, Ebu Reyye'nin sözlerini okuyan bütün âlemle sava şıp, semâyı fethettiğini zanneder. Bu da gurur ve enani-yetle karışık cehalete delalet eder. Bir araştırmacı içinde gurur ve cehaletten daha zararlı bir haslet yoktur. [257]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:09 am

Veli Hadissi

176. sayfada yazar şöyle diyor: «Buhari Ebu Hurey re den Hz. Peygamber'in şöyle dediğini[258] rivayet etmiş tir : «Her kim benim veli kullarıma düşmanlık ederse muhakkak ben ona harb açarım. Bir kulum far/ kıldığım şeylerden daha sevimli bir amel ve ibâdetle bana yaklaşumaz. Kulum bana, yaptığı nafile ibâdetler-le de yaklaşır. Nihayet onu severun. Bir kere de othı sevdim 31ü, artık ben o kulumun jişiltiği kulağı, göreceği gözü, kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum, yap tığım şeylerden tereddüt ettiğim tek şey Ölümden hoş lanmayan jnıu'minin canını almaktır. Ztra ben onun kö­tülüğünü istemem» Hadîs uzmanı olanlar bu hadisin is-railiyât koktuğunu hemen anlayacaktır.» Yazar daha son ra dipnotta da şunları yazıyor : «Bu hadisi sadece Buharı rivayet etmiştir. İmam Müslim Sahih'inde, ibn-i Hanbel de Müsned'inde zikretmemiştir. Sahabeden de sâdece Ebu Hurey re tarafından rivayet edilmiştir. Birçok imam bu hadisin kusurlu olduğunu söylemiştir.» Hadiste kusur olarak itibar ettiği şeyleri zikrettikten sonra da şöyle diyor : Bana Öyle geliyorki bu konuda Ebu Hureyre'nin hocası Vehb b. Munebbih'tir. Hilyetu'l Evliya'da bu Kâ-hin'in hal tercesemesi anlatılırken şöyle dediği rivayet edilmiştir : Tevrat'ta Allah Teâlâ'nın şöyle dediğini gör düm : «Mümin'in ruhunu kabzetmekten başka bir şeyden tereddüt etmedim.»
Cevap :
Buhari bu hadisi Sahih'inde[259] zikretmiştir. Çünkü sahih bir hadistir. Buharî'nin şeyhi Hâli d b. Muhallet ile Şurcyk b. Abdillah gibi bâzı imamların tenkid etmeleri hadisin sıhhatini ihlal etmez. Çünkü İmam Buharı şeyhi ni başkasından daha iyi tanır. Buharı ile bir başkasının bir ravi hakkındaki görüşleri çelişirse Buharî'nin görüşü tercih edilir. Çünkü 0, hadisin illetleri ve ricali konusuııda eşsizdir. Hatta bir hadisdeki gizli illeti ortaya çıkarınca İmam Müslim iki gözünün arasından öpmüş ve unu Ü-stadlann üstadı lakabı ile anmıştır. Şayet hadisin râvilerinde sıhhatini ihlal edecek bir durum olsaydı. Buharı, kitabına almazdı. Müslim Sahih'incîe, İmam Ahmed Müsned'inde yer vermese de diğer hadis imamları onu taline etmişlerdir. El-Beyhaki «Kitabu'z-7.uhd»ünde, ayrıca Ebıı Ya'la, el-Bezzar ve Taberâni de bu hadisi rivayet etmiş lerdir. Hatta İmam Ahmet de Kitabu'z-Zûhdün'de yer vermiştir. Hadis sâdece Ebu Hu rey re tarafından rivayet edilmeyip Hz. Aİşe, Hz. Ali, F.bu Umame, İbn-i Ahbas, Enes, Huzeyfe ve Muâz b. Cebel gibi bir grup sahabi m-rafından da rivayet edilmiştir. Hadis'in isnadı tek olma yıp birçok farklı tariklerle gelmiştir. Bunlar zayıf al maktan hâli olmasalar da birbirlerini takviye ederler, ya zarın da tavsif ettiği gibi hadiste müminlerin cm İri olan Hafız İbn-i Hacer de bu konuya kafa yormuş ve Fethu'l Bâri'de şöyle elemiştir. «Bu hadisin bir tek isnadda gel diğini söylemek yanlıştır. ... hadjsin birçok isnadı vardır. Bunların toplamı bir aslının olduğuna delâlet eder.»[260] İbn-i Hacer daha sonra bu farklı isnadları birbir zikre derek hangi kitaplarda geçtiğini söyîer ayrıca sahabeden de kimlerin rivayet ettiğini bir bir belirtir böylece an­laşılıyor ki, hadisin isnadında herhangi bir kusur sö/ ko nusu değildir.
Mâna yönüne gelince son kısmındaki «tereddüt > meselesinden başka anlaşılmayacak bir durum yoktur. Mutevatir Kur'an ve sahih sünnette bu hadisin ifadele-nne benzer bir çok şey vardır. Şayet Müşkildir diyeıvk bu hadisi reddecek olursak bir çok Kuran âyetini ve sahih hadisleri reddetmiş oluruz. Alimler bu konuda iki görüş ileri sürmüşlerdir.
1- Selefin görüşü : O da benzetme yapmadan, key fiyeti üzerinde durmadan, bi/.ce bilinen zahiri şeylerden Allah'ı tenzih ederek vârid olduğu gibi iman etmektir. Ay rıca bunun hakiki bilgisini de Allah'ın yüce bilgisine bırakmaktır.
2- Halef âlimlerinin görüşü: O da te'vil etmektir. Nitekim onlar hadisi mecaz olaıak anlamışlardır. Buna göre hadis Allah'ın mümin olan velileri sevmesi ve onlara kötülük ve e/.iyeUen hoşlanmadığım beşerin indinde anlaşılabilen bu ibare ile temsil etmiştir. Bâzıları hadisin so nunda geçen tereddüdü Allah'a değil de meleklere hamletmiştir. Onlar Allah'ın elçileri oldukları için unların yaptıkları Allah'a nisbet edilmiştir. Çünkü onları gönde ren O'clur. İbn-İ Hacer Fethu'l Bâri'de yeterli izahlarda bulunmuştur dileyen ona müracaat edebilir.
Yazarın nakildeki ihanetlerinden bir tanesi de el-HaU tabî'nin sözlerini kısaltarak anlaşılmaz bir vaziyette verip, buna verdiği cevaba yej- vermemesidir. Bu metodu kim lerden aldığım biliyoruz. Şimdi yazarın bu ilginç durumunun görülmesi için Hat tabî'nin sözlerinin tamamına vermek istiyorum : «Allah'ın tereddüt etmesi caiz değildir, bir şeyden vaz geçmesi de O'nun için düşünülemez ancak bu hadis iki şekilde te'vil edilebilir, birincisi in sanoğlu bazen hayatına isabet eden bir hastalık veya be ladan kurtulur, Allah'a dua eder Allah da ona şifa verir ve O'nu o beladan kurtarır. İşte Allah'ın bu fiili bir şey dileyip sonra tereddüt edip bundan vazgeçenin fiili gibi olur. EceK geldiği zaman mutlaka Allah'la mülâki ola caktır. Çünkü Allah, yaratıklar için ölmeyi kendisi için de bekayı dilemiştir. İkincisi: Yani: benim yaptığım şeylerden elçilerini canını alırken tereddüt ettikleri gibi başka bir şeyden tereddüt etmezler...» demek olur.
Sonra yazarı hadis konusunda varılması caiz olan bu hükme varmaktan alıkoyan nedir? Bütün mesele Vehb'in sair Peygamberlere gelen kitaplarda benzerini gördüğü nü zikretmesi midir? Bu neden Allah'ın hem Musa'ya hemde Hz. Muhammed'e söylediklerinden olmasın? Hadisin büyük bir kısmı Beni İsrail'den bilinen kötü ahlak, sertlik ve kötü tabiat ile bağdaşmaz, polisiyye bir burna sa hip olan yazar bunu niye görmez?! Tevrat bile onları ma­neviyattan uzak, madde sevgisiyle donanmış köleleri aşan bir toplum olarak tavsif etmektedir. Seninki gibi bir koku alma duyusuna ve usta Siyonist buruna sahip olmadığı mız için Allah'a hamdediyoruz. [261]

Sahihi Müslim'deki Bir Hadis'in İsrailiyat Olduğu İddiası

177. sayfada Ebu Hureyre'yi gaflet, hamakat ve sefahatle .suçlayarak günahlar yükledikten ;sonra şöyle der.- «Burada sözü uzatmamak için son olarak Ebu Hureyre'nin aslında israliyattan olduğu halde Hz. Peygamber'den rivayet ettiği bir hadisi zikredeceğim. İmam Ahmed, Ebu Hureyre'den Resulullah'm şöyle de diğini rivayet eder. «Cennette bir ağaç vardır ki bir atlı onun gölgesinde yüz yıl yürür de (onu katedemez) dilerseniz «... ve uzatılmış gölge ...» âyetini okuyun. Sonra Ebu Hureyre'nin bu hadisi rivayet eder etmez Kâb'ın sür'atle gelip kendisini tasdik ettiğini belirtir ve muhtelif vasıflarına deyinir.
Cevap:
Bu hadisi sadece İmam Ahmed değil büyük iki .imam Buharî ve Müslim de Sahih'lerinde rivayet et mişlerdir. Hivayet sadece Ehu Hureyre'den gelseydi bazıları bu söze çıldırabilirlerdi ancak hadis Ebu Hu-»"eyre'den başka yazara göre ona nisbetle gaflet ve hamakatla suçlanmayan sahabiler tarafından da riva yet edilmiştir. Buharı, Ebu Hureyre, Enes[262], Sehl b. Sâd ve Ebu Said el Hudri'den rivayet ederken[263] İmam Müslim de Ebu Hureyre, Sehl b. Sâid ve Ebu Said el Hudri'den rivayet etmiştir.[264] Diğer üç sahabiye ne dersin acaba asrın araştırmacısı! yoksa iddia etti rin gibi Kâb, Ebu Hureyre'yi kandırdığı gibi onlun da mı kandırdı? İnsanlar arasından çıkarılmış, en ha yırlı ümmet, olan, Allahın Tevrat ve İncil'de örnek ola rak gösterdiği Hesulullah'ın ashabının bu kadar gaf-let ve hamakat içinde bulunduklarına kim inanır? Biraz haya ey misyonerlerin çömezi. Nebevi Hikmet ne güzel buyurmuş: «Utanmadığın takdirde ne ya parsan yap...»
Yazarın buradaki ihanetlerinden birisi de ibn-i Kuteybe'ye yaptığı gibi ibn-i Kesir tefsirini kaynak olarak vermesidir. Okuyucu da ibn-i Kesir'in bu ha disi zayıf kabul ettiğini sanacak, İbn-i Kesir'in tefsi rine baktım orada bütün rivayetleri serdettikten son ra şöyle demiştir. «Bu hadis Hz. Peygamber'den sa­bittir. Hatta hadis imamlarına göre sıhhati kesin, mü. tevatir bir haberdir. Çünkü birçok tariklerle rivayet edildiği gibi isnadlan kuvvetli râvileride sikadır.»[265]
Sadece şunu demek istiyorum. Bu yazarın duru muna şaşarım!!! «dalalete düşene hidayetçi yoktur.» diyen Allah ne gü/.el buyurmuştur. [266]

Ebü Hureyre'yi Zayıf Hafızalı Olmak Ve Hadis Uydurmakla Suçlaması

177. sayfada «Hafızasının zayıflığı» başlığı altın da şöyle der: «Ebu Hureyre'nin kendisi de çok unut kan olduğunu, öyleki hafızasının, işittiği hiçbir şeyi tutamadığını belirtir. Sonra Hz. Peygamber'in kendi sine dua ettiğini bunun üzerine kulağına gelen hiç bir şeyi unutmaz olduğunu bildirir. Bunu da çok hadis rivayetine kılıf uydurmak ve işitenlere kendi rivayet lerinin sahih olduğunu isbatlamak için söylüyor.
Müslim, el-Arac'ın Ebu Hureyre'den şunu işittiğini nakleder: «Siz, Ebu Hureyre'nin Peygamber'den çok hadis rivayet ettiğini iddia ediyorsunuz Allah şahid-dir. Ben fakir bir adamdım. Resulullaha karın toklu ğuna hizmet ederdim. Muhacirler çarşıda pazarda ti caret ile uğraşırken Ensar da mallan, mülkleri ile "meşgul oluyorlardı. Bunun üzerine Resulullah: ben den işittiğini unutmaması için kim örtüsünü yere se rer"? dedi «ben de örtümü serdim sonra hadislerini söyledi ve bana giydirdi ondan sonra işittiğim hiçbir şeyi unutmadım.» Müslim, «Mâlİk'in hadisi Ebu Hu reyre'nin sözlerinin bittiği yere kadar zikreder. Pey gamberin «Kim serer.» sözlerine yer vermez» der. Mâli kin bu rivayeti daha sahihtir zira söz ondan sonra kesi liyor son söz ile ilk söz arasında bir ilişki yoktur.
Cevap:
1-Herşeyden önce bunlar Ebu Reyye'nin ken disinin ortaya attığı fikirler değildir. Bunlar İslâm ve Müslümanların düşmanı yahudi müsteşrik Goldzier'in ^kirleridir. Ebu Reyye'nin tek yaptığı şey bu Oryan talist'in sözlerini tekrarlamaktır. Gerçeği söylemek ge rekirse Goldzier yazardan daha iffetli davranmıştır. Şimdi yazarın adım adım onu takib ettiğini göstermek için Goldzier'iıV söylediklerini aktarmak istiyorum: Şöyle diyor Goldzier: «İnsanlar Ebu Hureyre'nin ha fızasının hataya düşmekten beri olduğu inancını doğ rulamak için kıssa uydurarak şöyle dediler.» Hz. Pey gamber konuşmaları esnasında aralarına serdiği bir abayı elleriyle dürdü böylece Ebu Hureyre işittiği herşeyi ezberleyen bir hafızaya sahip oldu.»[267]
Bu kıssa Buhari, Müslim ve diğer güvenilir hadis kitaplarında rivayet edilmiştir,[268] aklen ve naklen mu-'halif görünen bir yönü yoktur. Hatta vakıa bunu te-yid etmiştir. Sahabe ve onlardan sonra gelen ehl-i ilmin kuvvetli hafızaları buna şâhiddir. Şüphesiz bu peygamberin açık mucizelerindendir. Buhari'nin «Ta rihlinde Beyhaki'nin el-Medhal'inde anlattıklarına gö re Muhammed b. İ'mare b. Hazm, Ebu Hureyre'nin hasletlerinden birini şöyle anlatmıştır: «Sahabenin yaşlılarından on küsur kişinin bulunduğu bir meclis te oturdum. Ebu Hureyre, Resulullah'tan hadis nak lediyordu bâzıları bilmediklerini öğrenene kadar ona müracaat ediyorlardı, sonra tekrar hadis naklediyor du ve bunu defalarca yaptı o gün Ebu Hureyre'nin en kuvvetli hafızaya sahip olduğunu öğrendim» 1. Ah-med ve Tirmizi'nin rivayetlerine göre Abdullah b. Abbas, Ebu Hureyre'ye : «Şüphesiz sen içimizde Re­sulullah'tan ayrılmayan, dolayısıyla hadislerini en iyi bilensin dem iştir. Tirm izi bunun hasen olduğunu.
söyler. O'nun, Mervan ve kâtibi ile olan kıssası meş-hurdur.[269] Akıl ve nakil ilimlerinde imam olan İmam Sâfii «Ebu Hureyre'nin asrında hadis rivayet edenler den en kuvvetli hafızaya sahip olduğunu» söyler. Bu gibi imamların sözlerini bırakıp müsteşrik ve yaver lerinin sözlerine sanlınak sağlam araştırma ve şalini mantık'ın kânmıdır.?
2-Yazarın İmam Müslim'in, İmam Mâlik hadisi Ebu Hureyre'nin sözlerinin bittiği yere kadar zikredip sergi kıssasına yer vermediğini bunun da önü ve ar­kası arasında ilişki olmadığı için en sahih olduğunu İddia ederek söz konusu hadise şüphe sokmaya çalış ması boş bir çabadan ibarettir. Bu çaba hadisçilerin yollarını ve Müslim'in maksadını bilmemekten ve ke limelerin yerlerini değiştirme pahasına da olsa Ebu Hureyre'ye karşı derin bir nefretten kaynaklanıyor. Müslim'deki varyantında hadisin asıl ravisi ez-Zuh-ridir. O, ibnu'l Museyyib'ten, O da Ebu Hureyre'den al mıştır. Hadisi Ebu Hureyre'den üç kişi almıştır. Mâlik, Sul'yan b. Uyeyne ve Mâmer. Mâlik Ebu Hureyre'nin sözlerini anlatmakla iktifa etmiş ki bu da kendi nef sini müdafaa ve çok hadis rivayet etmenin sebep lerini izah etmesinden ibarettir. Sufyan ile Mâmer ise kıssayı Hz. Peygamber'in sözleri ile birlikte naklet-mişlerdir. Kıssa Zuhri'den ibn-i Uyeyne ve Mâmer tarikiyle varid olmuştur ki, her iki büyük imama" da dil uzatmaktan kaçınırım. Aynı şekilde Sufyan b. Uyeyne ile Ma'mer'in anlattıkları Buharide hadisige-C«n îbrahinı b. Sâd'ın kısssasına da uygun düşmüş [270] tür
Kıssa'nın evvelinin sonu ile bağlantılı olmaması sadece yazarın hayal ettiği bir şeydir. Çünkü arala rında sıkı irtibat mevcuttur. Ebu Hureyre önce dün yevi meşgalelerden uzak olarak Hz. Peygamber'den ayrılmamasının sebebi ile Hz. Peygamber'den çok ha-(İiü rivayet ettiğini belirtir, arkasından da ikinci bir sebep zikreder o da Hz. Peygamber'in duası bereke-tiylo O'nun hadislerini unutmamayıdır. Bütün bunlar dan başka kıssa Sahih-i Buhari'de müteaddit sahih ta riklerle Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir, îmamlar bunu Ebu Hureyre'nin faziletlerinden ve Hz. Peygam berin de mucizelerinden saymışlardır. İbn-i Hacer, Fethu'l Bari'de şöyle,der: «Bu iki hadiste biri Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor diyorlar diye baş layan hadis diğeri de örtüsünü yere sermesi kıssası açıkça Ebu Hureyre'nin bir fazileti ve Hz. Peygam berin de nübüvvet alametlerinden olan bir mucizesi vardır. Zira unutkanlık insanlığın ayrılmaz vasıi'ların. dandır. Nitekim Ebu Hureyre de bıinu itiraf etmiş ve ancak Hz. Poygamber'in duasıyla bunun kendisinden uzaklaştığını belirtmiştir.» Böylece yazarın Müslim'in ibaresini anlamadığı boşyere dil uzattığı açığa çık mıştır. [271]

Yazarın Bazı Rivayetleri Tahrif Etmesi

Yazar Ebu Hureyre'nin yukarıda geçen kıssayı uydurduğuna dair iftirasını doğrulamak için bazı ri vayetleri başka yerlerden kaparak unutmazlığına mu halif olduğunu iddia ediyor. 178. sayfada alaylı bir üslûpla şöyle diyor: «Allah'ın hiçbir sahabiye hatta hiçbir insana vermeyip Ebu Hureyre'ye verdiği bu kuvvetli hafıza birçok yerde onu aldatmış, serdiği örtüsü de parçalanarak içindekiler dökülmüştür. İşte sana birkaç örnek :»
Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre'den rivayet et tiklerine göre Hz. Peygamber şöyle demiştir: Hasta lığın sirayeti ve uğursuzluk.. ..Yoktur.» Ebu Hureyre bunu önce söylemiş sonra unutmuştur. Zu'l Yedeyn'in Hz. Peygamberin namazdaki unutkanlığı ile ilgili ha berinde Ebu Hureyre öğle veya ikindi namazı olup ol madığını tayin edememiştir. Yine Ebu Hureyre Hz, peygamberden: «Sizden birinizin karnını kan ve irin doldurması şiir doldurmasından hayırlıdır» hadisini rivayet edince Hz. Aişe «iyi ezberleyememiş... Hz. Pey gamber «Beni hicveden şiirden» demiştir, der. Yazar işte bu şekilde birçok yorde abartarak anlattığı Ebu Hureyre'nin unutkan olduğuna verdiği örnekler üç ha disten ibarettir. Cevabımızdan sonra biri veya ikisi-nin dışındakilerin doğru olmadığı anlaşılacaktır.
1-Örtü kıssası hakkındaki rivayetler muhtelif tir, bir kısmında bu sözden sonra unutmazlığı pey gamberden işittikleriyle kayıtlandınlmıştır. Sahih-i Müslim'de: «o günden sonra ondan aldığım hadisleri unutmadım» derken Buhari'de «Ondan sonra hiçbir şey unutmadım» der. Bâzı rivayetlerde de unutma-rnazlık bu kıssa esnasında Hz. Peygamber'den işittik-tikleri ile sınırlandırılmıştır. Nitekim Şuayb'ın riva yetinde : «Ben o söylediklerinden hiç bir şey unut madım- demiştir. Binaenaleyh şayet kastoiunan ikin ci görüş ise o takdirde bu Ebu Hureyre'nin bâzı ha disleri bu kıssadan önce veya sonra unutması ile her hangi bir çelişki arzetmez. Şayet birinci görüş kast-ol'unmuşsa ki tercih edilen de budur bu sözü
söylemeden önce (yani Hz. Peygamber'in bu duasın dan önce) bâzı hadisleri unutması ile çelişkili olmaz.
2 «Hastalık sirayeti ve uğursuzluk yoktur...» hadisine gelince Buharı Sahih'inde Ebu Hureyre [272]İbn-i Ömer [273] ve Enes b. Mâlik'ten rivayet etmiştir. Taberiye göre Hz. Aişe ve Sa'd b. Ebi Vakkas'tan da rivayet edilmiştir. Müslim'de Ebu Hureyre, Saib b. Yezid, Câbir, Knes ve ibn-i Ömer'den rivayet etmiş-tir.[274] görüldüğü gibi Hadis sadece Ebu Hureyre'den de ğil. Bilakis birçok sahabi de kendisine muvafakat et miştir. Ebu Hureyre'nin uydurmuş olması veya ha talı rivayet etmiş olması ki bu yazarın sataşmayıdır muhal değilse oldukça uzak bir ihtimaldir. Geriye sa dece şu kalıyor, ya unutmuştur, ya da iyi bir mak satla böyle yapmıştır. Şayet unutmuşsa bu kıssadan önce duyduğu hadislerdendir. Bu da kıssadan sonraki unutmazlığı ile çelişmez ve bu hadisi unutması ile kıssada geçen hususun ters olmadığı açıkça ortaya çık mış olur. Sonra doğru kabul etsek bu bir tek ha disi unutmuş olması Ebu Hureyre'nin yüceliğine ve hafızasının gücüne bir zarar vermez. Şairin dediği gibi:-Her kiminki tüm meziyetleri sayılır, ayıplarının sayılması da fazilet olarak ona yeter.»
Biz Ebu Hureyre'nin hafıza gücüne (son olarak) Ebu Seleme'nin şu sözleriyle değinelim: Ebu Seleme derki:«bundan başka Ebu Hureyre'nin bir tek hadisi unuttuğunu görmedim* hatta bâzı rivayetlere göre
Ebu Seleme Ebu Hureyre'nin hadisi unutmuş olması ile hadislerden birisinin mensuh olması arasında te reddüt elmiştir.[275] Şayet ihtimal olarak Ebu Hureyre' nin unuttuğunu farzetsek: o hadisten vazgeçerek an latmamasının iyi bir niyete mebni olması mümkün dür. Mesela hadisin mensuh olması gibi araştırmacı âlimlerle kibirli iddiacıların arasındaki farkı görmek için Hafız ibn-i Hacer'in Ebu Seleme'nin yukarıdaki sözüne getirdiği yorumda söylediklerini nakletmek is tiyorum : «Yunus'un rivayetine göre Ebu Seleme şöy le demiştir: «andolsunki Ebu Hureyre bize bunu an lattı bilmiyorum o bunu unuttu mu? yoksa nesh mi edildi?» Ebu Seleme'nin bu söylediğine göre iki ha disi birleştirme hususu daha önce cüzzam bahsinde geçti [276]
İbnu't Tin, Ebu Hureyre'nin bu hadisi Hz. Pey gamberin duasından önce işitmiş olabileceğini söyler. Söz konusu hadis için «Ebu Hureyre'nin o gün Resu-lullah'tan işittiklerini unutmadığı» kastolunmustur de nilmektedir. Yoksa tamamen unutkanlığı kaldırılması manasına değil, bir görüşe göre de ikinci hadis birin cisini neshetmiştir. Onun için de şükür etmiştir. Kur-tubi el~Mufhim[277] adlı kitabında şöyle der: «iki hadis birbirinden farklı iki hüküm ifade edip aralarında bir ilişki olmadığı için ihtiyaca göre birisini alıp di ğerini almadığı ihtimali yanında, câhil biri ikisinin bir biriyle çelişkili olduğunu zannettiği için de birini sükutla karşılamış olabilir. Daha sonra emin olunca iki sini de beraber rivayet etmiştir.>»[278] Görüldüğü gibi unutmuş olması kesin değil sadece bir ihtimaldir, ka bul edilse bile bu hadisle kıssa arasında bir çelişki yoktur, bütün bunlar için Ebu Hureyre, dil uzatan bu saldırganın istihza olayını haketmiştir diyebilir mi yiz?
Namazda unutma hadisine gelince, yazar bunu ibn-i Hacer'tn Fethu'l Bâri'sinden almıştır. İbn-i Hacer, burada şüphenin râvilerden kaynakladığını açıkça be lirtir, ancak en-Nesaî'nin rivayetinden dolayı Ebu Hu-reyre'den kaynaklandığına da cevaz verir. Çünkü O, bir defa namazın hangi namaz olduğunu kesin ola rak belirtirken bir defa da şüphe duyurmuştur. Şimdi yazarın keyfi nakilde bulunduğunu görmek içinâbn-i Hacer'in dediklerini tam olarak aktaralım[279]«Zahir olan kavle göre ihtilaf râvilerden kaynaklanmakla dır. Kıssanın iki defa vuku bulması oldukça uzaktır. en-Nesâi ibn-i Avl tarikiyle ibn-i Sirin'den şüphenin
Ebu Hureyre'den kaynaklandığını rivayet etmektedir. Rivayet şöyle ; «Resulullah öğle ve.ikindi namazlarının birisinde (unuttu).» Ebu Hureyre hangisi olduğunu unuttum dedi Zahire göre Ebu Hureyre daha çok şüp he ile rivayet etmiştir. Bazen öğle olduğu zannı galebe çalmış öğle namazı demiş bazen de ikindi olduğunu zann-ı galiple söylemiştir.»
Görüldüğü gibi şüphenin Ebu Hureyre'den olması kesin değildir. Çünkü râvilerden birisi en-Nesâi'nin rivayetindenin karıştırarak bunu Ebu Hureyre'ye nisbet etmesi mümkündür. Şayet şüphenin ondan ol duğunu kabul etsek bunu da Peygamber'in duasından önce işitmiş olabilir. [280]

Şiir Hadisi Ve Gerçek Yönü

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Hz. Pey gamber, şöyle buyurmuştur: «Sizden birinizin kar nını kan ve irinle doldurması şiirle doldurmasından ha­yırlıdır» (Bunu duyan) Hz. Aişe : (Ebu Hureyre) iyi ezberlememiş oysa Hz. Peygamber «...Beni hicveden şiir» demiştir der. Yazarın bu hususta haklı olduğu biç bir yön yoktur. Sâdece bâzı kitaplardan araştırma yapmaksızın, kapıp almıştır.
Konunun gerçek yönünü şöyle maddeleyebîliriz:
l-Hadis, yazarın, Hz. Aişe'nin itiraz ettiğini id dia ettiği lafızlarla Buharî tarafından Ebu Hureyre ve ibn-i Ömer tarikiyle merfu olarak rivayet edilmiştir.[281] Müslim de Sahih'inde Ebu Hureyre, Sâd b. Ebi Vakkas v©️ Ebu Said el-Hudri'den rivayet etmiştir, ,görüldüğü gibi hadisi (bu lafızlarla) tek başına Ebu Hureyre rivayet etmemiştir. Bilakis Hz. Aişe'nin «ezberleme miş» suçlamasını mümkün kıîmasa da uzaklaştıracak şekilde diğer üç sahabi de buna muvafakat etmiştir,
2- (Hz. Aişe'nin bu itirazı) rivayet yönünden sahih olmadığı gibi dirayet yönünden de sahih de-ğildir.
Birinci yönden. Hafız ibn-i Hacer, Fethu'l Bâri'de bu ziyadenin Şâ'bi'den gelen mürsel bir haber olup, mürsel haberlerin de hüccet olmadığım belirttikten sonra şöyle der: «Bu ziyade mevsül olarak iki yolla bize gelmiştir, tbni Ebi Ya'laya göre Câbir hadisi şöyle dir : «Karnın kan ve irin dolması beni hicveden şiirle dolmasından hayırlıdır.» Bu haberin senedinde bilin meyen bir râvi vardır. CDiğerini de) et-Tahavi ve ibn-i Adiy Kelbi ve Ebu Salih tarikiyle aynı hadisi rivayet ederek «Hz. Aişe'nin» ezberlememiş Hz. Peygamber «beni hicveden şiir» demiştir.» dediğini rivayet etmiş lerdir. İbnu'l Kelbi'nin hadisleri sağlam olmadığı gibişeyhi Ebu Salih de zayıf bir râvidir, kendisine......denilir. Öyleyse bu ziyadelik sabit değildir[282]Dirayet yönünü de imam Nevevi'nin Müslim şer hinde söyledikleriyle açıklamak istiyoruz: «Ebu Ubeyd: dedi ki bâzıları buradaki şiirden maksat Hz. Peygamber'! hicveden şiir olduğunu söylemişlerdir. Ancak hem Ebu Ubeyd, hem do âlimler bu yorumun yanlış olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü bu yoruma gö re hicivden kötü olanın değil çoğu günahtır. Oysa âlimler Hz. Peygamber'i hicveden bir tek kelimenin bile küfür olduğunda icma etmişlerdir. Âlimler de-dilerki: Doğru olan, (karnın şiirle dolmasından) mak sat şiirin kişiyi Kur'an'dan, seri ilimlerden ve Allah'ı zikirden alıkoyacak kadar kişiye galebe çalıp hâkim olmasıdır. Hangi şiir olursa olsun bu kadarı kötüdür Fakat zamanının çoğunu Kur'an, hadis ve diğer seri ilimlere veriyorsa az şiir ezberlemesinde bir beis yok tur. Zira o takdirde karnı şiirle dolmuş olmaz.» Nevevî sözlerini şöyle bağlar: «Âlimlerin tamamı bu çerçe vede şiirin kötü sözler taşımadıkça mubah olduğunu söylemişlerdir. Şiir sadece bir sözdür; iyisi iyi, kötüsü kütüdür, doğru olan da budur. Binaen aleyh Hz. Pey gamber şiir dinlemiş ve dizmiştir. Hessan (b. Sabitle) müşrikleri hicvetmesini emretmiştir. Sahabe gerek sefeıierde gerekse başka yerlerde huzurunda şiir soy lemislerdir. Halifeler, sahabeden ileri gelenler ve se leften fazilet erbabı da şiir yazmışlardır. Mutlak olarak bütün şiire karşı çıkan olmamıştır. Karşı çıktıkları şiir sâdece fuhşiyat ve benzeri konuları işleyen kötü şiir-1erdir.»[283]
Açıkça anlaşıldığına göre kötü olan şiir insanı fay dalı ilim ve marifetten, meşru kazanç yollarından alı koyacak derecede insanı meşgul eden veya kırıcı söz ler taşıyan haksız yere başkasını öven ve yeren, yahut kadınların güzelliklerini ve avretlerini anlatan şiirler dir. Umarım okuyucular da yazarın Ebu' Hureyre'ye tamamen iftira ettiğini ve O'na sataştığını iyice anla mışlardır. Çünkü üçüncü rivayet sahih değildir, diğer iki rivayette ise unutkanlık muhtemeldir, kesin de ğildir. [284]

Kur,An'da Şiir Olduğu İddiası

Görüldüğü gibi müslüman âlimlerin şiir hakkın daki görüşleri budur. Yâni onlara göre güzeli güzel, kötüsü de kötüdür. Öyleyse yazarın 179. sayfanın dip­notunda söylediklerinin yanlış olduğu açıktır. (Bakın ne diyor) : «Bilmeyenler Ebu Hureyre'nin bu sözünü hüccet kabul ederek Hz. Peygamber'in şiirden hoşlan madığını söylediler. Bunu muslini ve gayri muslimler arasında yaydılar. Oysa Hz. Peygamber'in şiir dinle yip onu övdüğünü, şiir söyleyen kimseleri mükafat landırdığını görüyoruz.» Sonra şöyle diyor: «Ayrıca Kur'an'da da onlarca beyit şiir vardır. Oldukça çok sayıda da mısra vardır. Mesela şu ayet remel (Aruz şiir türü) çeşidi olarak vârid olmuştur.» ... ve cifanın ke'l cevab ve kudurin râsiyet» (havuzlar kadar le ğenler ve sabit kazanlar...) şu ayette de[285] «Hafif» tü-ründendir: «ve men tezekkâ finnema yetezekkâ li nefsini...» (...kim temizlenirse kendi menfaatine te mizlenmiş olur...[286] «...ve yuhzihim ve yensurukum aleyhim ve yeşfi sudure kavmin müminin» ... onları rezil etsin sizi onlara üstün getirsin ve müminlerin göğüslerini ferahlandırsın.»78 ayeti de aruzun el-vafir cinsindendir. Konumuzdan sapmamak için Kur'an'da-ki şiir ve beyit niteliğindeki tüm âyetleri burada veremeyiz.»[287]
Bu, konudan çıkmak ve sapmak değilse; çıkmak ve sapmak nedir o zaman? durum sâdece konudan[288]
sapmalc olsaydı (!) bu basit bir şeydir. Ancak yazar, burada Kur'an'da olmadığı evvelemirde bilinen şiirin mevcudiyetini iddia gibi bir hataya düşmüştür. Edebi yatçı olduğunu iddia eden yazar şiirin maksatlı olarak dizilen mısralardan ibaret olduğunu bilmiyor mu? Alimler kasten dizilmeden ortaya çıkan vezin sözlerin şür olamıyacağını anlatırken delil olarak, âlimler tara fından ittifakla şiir diye isimlendirilmediği halde Kur' an'daki vezinli cümleleri getirirler. Yazar bunu nasıl bi lemez? Oysa Allah Teâla: «...Biz, O'na şiir öğretmedik bu O'na gerekmez de (bu kitap) sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.[289] buyurmuştur. Âyet Kur'an'ın şiir olduğu iddiasını kesinlikle reddetmiştir ve onun bir öğüt ve Kur'an'dan ibaret olduğunu bildirmiştir. Alla-me ez-Zemahşeri ki, tartışmasız Arap edebiyatçısı ve Kur'an'ın icazının sırlarını keşfedenlerdendir, (bu ayetin tefsirinde) şöyle diyor: «Yani biz, O'na Kur'anı öğretmekle şiir öğretmedik, bunun manası Kur'an şiir değildir. Şiirle hiçbir ilişkisi yoktur. Şiir belli bir ma naya delalet eden vezinli ve kafiyeli sözdür. Oysa Kur'an'da vezin, kâfiye nerede? Şâirlerin ürettiği ma nalar nerede? Onların sözlerinin nazımı nerede? Kur'an'ın nazmı nerede? Öyleyse tahakkuk etse de şiirle Kur'an arasında hiçbir münasebet yoktur. Sadece ikisi de Arapça lafızlardan teşekkül etmiştir. Şayet Hz. Peygamber'in:
«Ben peygamberim yalan değil ben Abdu'l Mutta-ıibin oğluyum ve sen sadece kanayan bir parmaksın, Allah yolunda da (kâfirle) karşılaşmadın» gibi kafi yeli şiir şeklinde söylediklerini sorarsanız. Şöyle cevap
verebilirim. Bu sözler Hz. Feygamber'in sanat yap madan .zorlanmadan, kondi akıcılığıyla sarfoUigt söz lerdir. Ancak vezinli söylemeye çalışmadan, böyle bir kastı olmadan şiir gibi olmuştur. Aynı şekilde birçok kimsenin hutbelerinde, mektuplarında ve muhavere lerinde vezinli sözler geçer; ama hiçkimse bunları şiir olarak isimlendirmez, gerek konuşanın gerekse din leyicinin bunların şiir olduğu akıllarına gelmez. Bütün konuşmaları araştıracak olursan şiir kitabına benzer çok şeyler görülecektir... Allah, Kur'an'ın şiir olmadı ğını belirtirken «o sadece bir öğüt ve Kur'andır» der • yani O, sadece Allah'tan bütün insanlara ve cinlere bir öğüttür. Nitekim başka bir ayette de «o Kur'an ancak bütün âlemler için öğüttür.» Yani bu Kur'an mihrap larda okunan, ibâdetlerde tilâvet edilen ve her iki dünya saadeti için amel edilen bir semavî kitaptır, şeytanın iğvalarıyla dolu şiirle mukayese edilebilir mi?»
Dil ve belaget yönünden ne kadar güçlü olduğu bilinen ez-Zemahşeri'ye gizli kalan bu hususu ahir zaman yazan Ebu Reyye mi keşfetmiştir? Allah Teâla bir âyeti Kerimede şöyle buyuruyor: «Hayır yemin ederim gördüklerinize, ve görmediklerinize İd o (Kur'an) elbette şerefli bir Peygamber'in (Allah'tan aldığı) sözüdür. O bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz. O bir Kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz» (Hakka, 69/38-42) Allah Teâla bu sözlerle Hz. Peygamber'in şair, Kur'an'ın da şiir olmadığını ,bildirmiştir. İmam Âlûsi, bu âyetin tefsi rinde şöyle diyor: «birinci âyetin» ne de az inanıyor sunuz ikinci âyetin de ne de az düşünüyorsunuz diye bitmesinin sebebi şudur: Kur'an'ın şiire benzemediği
açıktır ancak inatçı biri bunu inkâr edebilir, buna inanmayanın bu iddiası için hiç bir özürü olamaz o bir merkepten daha inatçıdır. Fakat kehânet öyle de ğildir, onu anlamak için Hz. Peygamber'in hallerine ve kehânetin yollan ve sözlerine zıt olan Kur'an'ın manalarına vâkıf olmak gerekir.»[290]
Allah Teâla, müşriklerin sözlerini hikaye edip red dederek şöyle bildiriyor. «Hayır dediler (Muhammed'in söyledikleri) karmakarışık rüyalar, hayır onu uydur muş, hayır o şairdir, o halde bize öncekilere verilen mucizeler getirsin» (Enbiya, 21/5) Başka bir âyette de: «sen öğüt ver: Eabb'inin nimeti sayesinde sen ne kahinsin ne de mecnun. Yoksa onlar (senin hakkında) O bir şairdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını gö zetliyoruz mu diyorlar.» (Tür 52/29-30) buyurarak önce onların şairdir sözünü reddetmiş daha sonra da Kur'an'ın şiirden uzak olduğunu belirtmiştir. Allah'ın bu âyetleri ve o ilimde rusuh kimselerin bu sözle rinden sonra yazar hâla ilim ve iman ehlinden oldu ğunu iddia edebilir mi? [291]

Ebu Hureyre Hafız Değildir İddiası

Yazar 170. sayfada da şunları yazıyor.- «îşin garip tarafı Ebu Hureyre'ye körü körüne güvenenler O'nu hata ve nisyandan beri kabul ediyorlar. Öbür taraf tan bunları Hz. Peygamber'e nisbet etmekte bir beis görmüyorlar.» Hz. Peygamber'in bâzı sureleri unuttu ğunu ifade eden bir hadise yer verdikten sonra da ^oyle diyor: «Şayet Ebu Hureyre, kendi kendisini tav-srf jıttiği gibi bu kadar zeki ve kuvvetli hafızaya sahipse, hiçbir lafız hiçbir kelime kaçırmadan duyduğu herşeyi ezberleyebiliyorsa, İslâm ile geçen ömrü uzun ve boş zamanı olduğu halde, neden Kur'an'ı ezberle-memiştir. Oysa sahabeden birçok erkek ezberlediği gibi, Ununu Varaka'nın da içlerinde bulunduğu bâzı kadınlar da ezberlemiştir. Çünkü durum hiç de bi lindiği gibi olmamıştır. Gerek Hz. Peygamber gerekse râşid Halifeler döneminde bu konuda hiç ismi geç memiştir. Hz. Ömer'in ne derece O'na güvendiğini, O'nu hadis rivayet etmekten men ettiğini bir daha tekrar edince kırbaçla döverek memleketine sürgün tehdidinde bulunduğunu daha önce anlatmıştır. Ebu Hureyre iddia edildiği gibi olsaydı tek başına hadis rivayet etmesini uygun görürdü, gerek Hz. Ömer ve gerekse başkalarının yanmda en sâdık râvi olurdu. Durum bununla da kalmamış ileride de açık bir şekilde görüleceği gibi O'nu rivayet uydurmakla itham et mişlerdir.»
Cevap:
Eski ve yeni âlimlerden Ebu Hureyre'nin hiç unut madığım iddia eden kim var bilemiyorum. Ancak Allah Teâla, Resulü'nun duası sayesinde sergisini ser me kıssasından sonra Hz. Peygamberin hadislerini unutmamıştır. Bunun bir vakıa olduğunu büyük sa-habi ve âlimlerin buna şehadet ettiklerini de önce be­lirttik, burada tekrarlamamıza gerek yok sanıyorum. Sonra Ebu Hureyre'nin ne Hz. Peygamber'in hayatın da ne de vefatından sonra Kur'an'ı ezberlemediğini Ebu Reyye nereden çıkarıyor kendisi bu konudaki da yanağını neden belirtmiyor ki kendisi ile tartışabile lim, imam Suyuti, «el-ltkan» da, Ebu Ubeyd'den Ebu Hureyre'nin sahabenin kurralarından olup sahabenin en kurrâsı Ubey b. Kâb'ın yanında okuduğunu zik~ reder.[292] Araştırmada edep kaidelerinden bir taneside müsbet bir şeyin menfi bir şeye tercih edilmesidir. Tartışma gereği Ebu Hureyre'nin Hz. Peygamber'in hayatında bütün Kur'an'ı ezberlemediğini farzetsek yine bu Ebu Hureyre için bir eksiklik olmaz. Çünkü bir çok sahabi büyük olmalarına rağmen Hz. Peygam ber'in hayatında bütün Kur'an'ı ezberlememiş daha sonra hıfzını tamamlamışlardır. Daha önce Ebu Hu reyre'nin uzun bir zaman ilim ve fetva ile uğraştığım belirtmiştik. Kuranı hıfzetmiyen birisi nasıl olur da ilim ve fetva ile uğraşır?
Sonra Ebu Reyye, Ebu Hureyre'nin hafız olmadığını nereden çıkarmıştır biliyor musunuz? Muhtemelen 183. sayfada dipnotta bir hadise getirdiği yorumdan çıkarmıştır. Orda şöyle diyor. «Müslim Hz. Peygam ber'in şöyle buyurduğunu nakleder: «Kur'an'ı dört ki şiden alın: Ummu Abd'ın oğlu (Abdullah b. Mesud) onunla başlamıştır Muaz b. Cebel, Ubey b. Kâb ve "Ebu Huzeyfenin Mevlâsı Salim.» Ebu Reyye sonra şöyle bir yorum yapıyor : «görüldüğü gibi Ebu Hureyre bir Mevlâmn derecesine bile ulaşamamıştır!!!» Bu ne biçim mantıktır? Akıl sahiplerine soruyorum.
Şayet bu hadiste Ebu Hureyre'ye yer verilmeme si O'nu ihmal ve küçük düşünnekse aynı hadiste zik redilmeyen bütün meşhur sahabiler için ne denilecek tir? Hz. Peygamber, Râşid Halifeler, Zeyd b. Sabit Ebudderda, dört Abâdile ve diğer Kur'an hafızları sa-habiden alın dememiştir, bu sakat mantığı şimdi onlara da mı tatbik edelim yani. «durum hiç de bilin diği gibi değildir» ifadesine gelince sayıp sövmek ve boş dereye taş atmaktan başka bir şey değildir. Bun lar yeni rastladığımız şeyler değildir. Daha önce de yeteri kadar bunlara cevap vermiştik. [293]

El-Viaeyn (İki Kap) Hadisi

S. 182'de «iki grup (kap) hadis ezberleme» başlı ğı altında şöyle diyor,
«Buhari Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, Resulullah'tan iki grup hadis,ezber ledim, birisini yaydım diğerini de yaysam şu boğazım kesilir.» Bu hadis (cemae) Kûtub-i sitte ve ibn-i Han-bel'in Müsned'inde birbirine yakın lafızlarla Hz. Alî' den rivayet ettikleri şu hadise muhaliftir. «Hz. Ali'ye «sizin yanınızda Peygamber'den kalan yazılı bir me tin var mı? diye soruldu O, da şöyle cevap verdi: «Ha yır Allah'ın kitabı, bir müslümana verilen anlayış, ve şu sayfadakilerden başka hiç bir şey bırakmadı.» Ebu Hureyre'nin bu rivayeti Buhari'nin Abdulaziz b. Rafi den naklettiği şu habere de muhaliftir.: «Ben ve Şed-dad b. Mâkel, ibn-i Abbas'm yanına girdik Şeddad, O'na: «Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?» diye sordu. Bunun üzerine O, «Hz. Peygamber bu iki kap arasın daki şu (mushaf) dan başka bir şey bırakmadı» diye cevap verir. Şayet Hz. Peygamber yakınlarına bir eser bırakacak olsaydı ve bunu diğer sahabilerden sak lı tutmak isteseydi Hz. Ali bunun için herkesten daha . evlâ idi. Çünkü O'nun gözetiminde yetişmiş hem de amcasının oğludur. İlk müslümanlardandır. O'nun da madıdır. Sefer hâlinde ve seferin dışında O'ndan aynlmamıştır. Hz. Ali olmasa dahi Hz. Ebu Bekr (es-sıddık), Hz. Ömer, Ebu Ubeyde vs. gibi (daha yakın) sahabi erkek ve kadınlar vardı.
Böyle bir şey nasıl olur? Buharı ve Müslim'in Hz. Huzeyfe'den naklettiği şu rivayet ne olacak? «Resu-lullah bizim aramızda bir görev üstlendi kıyamete ka dar bu görevle ilgili ne varsa anlattı, bizden de bunları ezberleyen ezberledi unutan unuttu.» ibn-i Asâkir'in Târih'inde geçtiğine göre bazı âlimler Hz. Peygamber'-in bütün ashabından birşey gizlediğine inanmanın mazallalv peygambere (görevine) ihanet nisbet etmek olduğunu söylemişlerdir.»
Cevap:
Bu hadisi imam Buharı Sahih'inde rivayet et miştir. Hem sened hem de metin yönünden son de rece sahih bir hadistir. Burada geçen «viaeyn» (iki kap) dan maksat Hz. Peygamber'den aldığı iki grup hadısdir. Kelime burada mecazidir, hem de bilinen kullanılan bir mecaz. Bir grubu ahkam, ahlak ve mu cize gibi konulara taalluk eden hadislerdir. Gizlemiş durumuna girmemek için bunlan tebliğ etmiştir. Di ğeri ise (ilerde olacak) fitneler, büyük hâdiseler ve kıyamet alâmetleri ile kötü idarecilere işaret eden hadislerdir. Bunların büyük bir kısmını anlatmayı tercih etmemesinin sebebi; işitenleri fitneye düşürür korkusudur. Veya bunlan anlattığı takdirde kötü idarecilerden kendisine, çocuklarına ve malına zarar ge-Hr diye susmayı tercih etmiştir. Aîlame ibn-i Kesir «el-Bidâye ve'n - Nihaye» adlı eserinde .şöyle der: Ebu Hureyre'nin açıklamadığı bu grup hadisler ile nde olacak fitne ve hâdiseler ile insanlar arasında vuku bulacak savaşlarla ilgilidir. Öyleki meydana gel meden sözetse birçok insan tekzib edecek ve hak ha berleri reddeceklerdi.»[294] Hafız ibn-i Hacer de «Fethu'l Bâri»de şöyle der :[295] «Alimler, Ebu Hureyre'nin an latmadığı bu kısım hadislerin içinde kötü idarecilerin isimleri halleri ve zamanları anlatılan hadisler oldu ğuna hamletmişlerdir. Ebu Hureyre bir kısmım gizli* liyordu kendi nefsinden korktuğu için açıklayamıyor-du. Mesela «Ebu Hureyre'nin Altmışıncı yılın başı ve çocukların idaresinden Allah'a sığınırım.» sözü gibi, bu söz Muaviye oğlu Yez'id'in hilâfetine işaret eder. Çünkü Hicri altmışıncı yılda gerçekleşmiştir. Allah Teâla Ebu Hureyre'nin duasını kabul etmiş ve O, bu hilâfetten bir yıl önce vefat etmiştir.......Şayet bu hadisler de ahkam hadisleri olsaydı onlan gizlemesi mümkün olmazdı, çünkü o zaman birinci hadiste ge çen âyetin zemmettiği ilmi gizleyenler sınıfına gi rerdi. »[296]Bâzıları da şöyle der: «Söz konusu hadis lerin kıyamet alametleri, ahir zamanda değişecek du rumlar ve büyük hadiselerle ilgili olması muhtemeldir. Çünkü bunlara ihtimal vermeyenler reddecek bâzı şuursuzlar itiraz edecektir.[297]
Hadis nasıl te'vil edilirse edilsin bunda Hz. Pey-gamber'in bunları sâdece Ebu Hureyre'ye anlatıp baş ka kimseye anlatmadığına işaret eden herhangi bir husus yoktur ki, yazar konu ile alakası olmayan bü tün bu şüpheleri hadise sokmaya çalışıyor, dil, bela gat ve edebiyat âlimlerinden hiç kimsenin böyle bir üslubu tahsis olarak değerlendirdiğini bilmiyoruz. Sa dece edebiyatla alakası olmadığı halde edebiyatçı ol duğunu iddia eden bu yazarın zekası-Böyle anlamıştır."
Yazarın zikrettiği Hz. Ali ve ibn-i Abbas'ın ha disleri ile Ebu Hureyre hadisine getirdiği yorum ara sında hiçbir ilişki yoktur. Ebu Hureyre'nin hadisi baş ka, öbür ikisi daha başkadır. Şia ve taraftarları Hz. peygamber'in başta Hz. Ali olmak üzere ehl-i beytine başkalarının muttali olmadığı özel bazı şeyler bırak tığını iddia ederler. İşte bunun için birisi Hz. Ali'ye bunu sormuş o da doğru bir şekilde onlara cevap vermiştir.
Hafız ibn-i Hacer yazarın işaret ettiği hadisin şer hinde şöyle der: «Bu soruyu Hz. Ali'ye soran Ebu Cuhayfe'dir. Zira şiilerden bir topluluk başta Hz. AH olmak üzere Resulullah'ın ehl-i beytine başkalarının muttali olmadığı bâzı vahyler bıraktığını iddia et tiler, bu soruyu Hz. Ali'ye ayrıca Kays b. Ubâde, el-Eşkar en-Nehâî de sormuşlardır. Bu iki zâtın hadis leri de en Nesâi'nin Sünen'inde mevcuttur.[298]
Hz. Huzeyfe: başka bir hadiste şöyle diyor: «Allah'a andolsun ki, insanların içinde kıyamete ka dar vuku bulacak fitneleri en iyi bilen benim.» Ebu Hureyre'nin hadisi ile bu söz çelişkili değildir. Zira bu Hureyre bunları en iyi bilen olduğunu iddia et-". Oysa Huzeyfe zannına binaen yemin içmiştir. Zanmnda doğru olabilir, o takdirde gerçekten in sanlar'içinde fitneleri en çok bilen O'dur. Zannında yanılmış ta olabilir o zaman bu konuda O'ndan daha âlimler de vardır demek olur.
Böylece iki hadis arasında çelişki olmadığı hatta çelişki şüphesinin bile olmadığı açıkça ortaya çık mıştır. Yazarın «Şayet Hz. Peygamber bir eser bırak-saydı Hz. Ali'yi falanı falanı tercih ederdi, sözü ise Ebu Hureyre'yi gözden düşürmek için sarfetügi boş bir sözden başka birşey değildir.
Aynı şekilde Ebu Hureyre ile Huzeyfe hadisleri arasında da kati suretle çelişki mevcut değildir. Çün kü Huzeyfe, Hz. Peygamber'in bunu sadece kendisine söylediğini veya bunu sadece kendisinin ezberlediğini iddia etmemiştir. Hatta ibaresinden başkalarının da ezberlediği anlaşılmaktadır. Zira hadiste-. «... ezber leyen ezberledi unutan unuttu.» denilmiştir. Müslim'de geçtiğine göre hadisin tamamı şöyledir: «... benim bu arkadaşlarıma onları bildirdi. Onlardan bazı şey-'ler varki unutuyorum, daha sonra gördüğümde ha tırlıyorum tıpkı bir adamın tanıdığı bir adamın yüzü nü unutup gördüğünde hatırladığı gibi.» Okuyucular, Ebu Reyye'nin hadisin geri kalan kısmına neden yer vermediğini anlamışlardır. Zira bu kısım O'nun iddia sını reddederek hatasını boğazına tıkıyor da ondan. Hz. Peygamber'in bu haberleri sahabeden bir gru bun huzurunda söylediğine dair hadisler de vardır. Sahih-i Müslim'de Ebu Zeyd yani Amr b. Ahteb'detı şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah bize birgün sa bah namazını kıldırdı ve minbere çıkarak öğle vak tine kadar hitab etti. Minberden inip öğle namazı*11
kıldı ve tekrar minbere çıkarak ikindi namazına ka dar hitap etti sonra tekrar indi namaz kıldırdı ve tekrar çıkarak güneş batana kadar hitab etti. Bize olan ve olacak olan şeyleri haber verdi (o gün söyle diklerini) en iyi bilenlerimiz, en iyi ezberleyenleri-mizdir.»
İbn-i Asâkir'in Târih'inden naklettiği âlimlerin sö züne gelince yazarı bunu zikretmeye sevkeden âmilin ne olduğunu bilemiyorum, başkasının da anlayabile ceğini sanmıyorum. Çünkü Ebu Hureyre'nin rivaye tinde Hz. Peygamber'in bütün sahabilerden birşey giz lediğine işaret eden bir şey yoktur. Ebu Hureyre de böyle bir iddiada bulunmamıştır, bu sadece Ebu Rey ye'nin bir iftirasıdır, [299]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:09 am

Ebu Hureyre'nin Sahabe İçinde Değeri

184. sayfada da şöyle diyor: «Ebu Hureyre, kim oluyor ki Hz. Peygamber bütün dostlarından ve yakın larından gizlediği bir şeyi sadece O'na bıraksın. O'nu peygambere yaklaştıracak hiç bir fazileti yoktu. Ue-sul'un vefatından sonra da sahabe'nin her hangi bir tabakasından sayılmamıştır. Ne İslâm'a ilk giren lerden, ne muhacirlerden, ne ensardan, ne mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerden, ne seçkinlerden (Na-kib), ne ariflerden, ne hayatının son kısmını İslâm'ın ilk döneminde geçirenlerden, ne Önce, Resulullah'a ha sım olan şâirlerden, ne müftilerden ne de Kur'an ez berleyen kurradandır. Faziletine dair Resulullah'tan "içbir hadis bize gelmemiştir. Hakkında bilinen tek §ey auffe ashabından olduğudur. Bundan fazla ve eksik bir şey bilinmiyor.»
Yazar dipnotta cehaletine cehalet ekleyerek âlim-lerin fazilet yönünden sahabeyi on iki dereceye ayır-'cüklanru belirtir ve bunları sıralar... her tabaka için önde gelen sahabilerden örnekler verir, ancak Ebu Hureyre'yi herhangi bir tabakaya sokmaz. 185. say-ftının dipnotunda ise şöyle der: «Buhari ve diğer ha dis imamları sahabenin büyüklerinden bir taifenin faziletine dair birçok hadisler rivayet etmişler, an cak Ebu Hureyre'yi bunların arasında göremiyoruz.
Gerçek şu ki: Yazar bu ifadelerde düştüğü kadar başka yerlerde cehalet bataklığına gömülmemiştir. Şimdi anlattığı şeyleri gerçek şekliyle tefsilatlıca an latalım : «Ebu Hureyre sahabenin her hangi bir ta bakasında yer almaz» sözü tamamen merduttur. Biraz ilim ve anlayışa sahip olsaydı Hudeybiye musalahası Ut, Mekke i'etlıi arasında Medine'ye hicret eden ta bakadan sayardı. Zira hicretin yedinci senesinde Hz. Peygamber'e hicret ederek geldiği tesbit edilmiştir. Hâ kim, sahabeyi on iki dereceye taksim ederken genel bir tasnif yapmıştır. Her tabakada yer alanların isim lerini serdetmeyi istememiştir. Çünkü bu, oldukça uzun bir iştir. Yazara düşen ki o yüzlerce kitap karış tırdığını iddia ediyor O'nun bizim işaret ettiğimiz tabakadan olduğunu bulmak idi.
«O'nu Hz. Peygamber'e yakın kılacak herhangi bir fazileti yoktu» iddiası doğru değildir. O'nun Allah Re-sulu'nun ashabından olması fazilet olarak O'na yeter bundan fazla olarak O, üç seneden fazla O'ndan hiç ayrılmamıştır. Hz. Peygamber, O'na ve annesine mü minler tarafından sevilmesi mü'minlerin de onlara sevdirilmesi için dua etmiştir. ResuluHah'm dostları ve İslâm'ın misafirleri olan suffe ashabının ileri gelen-lerindendir. Bazen O dua e&niş ve Hz. Peygamber -âmin" demiştir.
«O'nun fazileti hakkında bir tek hadis vârid ol mamıştır.» İddiası da yanlıştır. İmam Müslim, O'nu fazilet sahibi olan sahabe arasında zikretmiş îmam Nevevi O'na bir bölüm ayirmıştır.[300] İmam Hâkim, Müstedrek'inde O'nun güzel menkibelerini birkaç say fada ani atmıştır [301]İmam Buhâri, O'nun hal terceme-sine özel bir bölüm açmamışsa da diğer bölümlerde faziletlerine değ inmişti r[302]İbn-i Hacer'in Fethul Bâri'de bahsettiği menkıbelerini hatırlatmak kâfidir.
«Muhacirlerden değildir» sözü de yanlıştır. Zira •O, kendi beldesinden Medine'ye hicret etmiştir. İslâm yolunda ve Medine'de Resulullaha komşu olmak için meşekkâtli bir hayata katlanmış kendi beldesi ve aile sinden uzak kalmıştır. Hafız ibn-i Hacer el-İsâbe'de şöyle der: «Hudeybiye ve Hayber arasında İslâm'a gir di, Medine'ye hicret ederek geldi. Sufi'ede yerleşti oy sa fetihten önce sadece. Mekke'den Medine'ye hicret etmek vacipti. Mekke'nin dışındaki yerlerden hicret etmek vacip değildi.»
«Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden lerden de değildi.» sözü de hatadır. Zaten malı yoktur ki mal ile cihad etsin ancak İbn-i Abdil Berr'in zik­rettiğine göre Hz. Peygamber'le beraber Hayber'e iş tirak ederek canı ile cihad etmiştir. Daha sonraki gazvelere de katılmıştır, ibn-i Sâd'm rivayetine göre.bunu kendisi de belirtmiştir.
Aynı şekilde «ne müftilerden ne de Kur'an ezber leyen kurradandır.» sözü de yanlıştır. Buna cevap olarak biraz önce belirttiğimiz şeyler yeterlidir. Ora da O'nun fetva ehli ve kurrâdan olduğunu ortaya koyduk. [303]

Ebu Hureyre Ve Umeyye Oğulları

Yazar kitabının 185. sayfasında «Ebu Hureyre'nin Umeyye oğulları taraftarlığı- başlığı altında O'nun ön ce bir yoksul olduğunu belirttikten sonra kalemin yazmaktan haya ettiği yakışıksız kelimelerle ona sa taşmıştır. (Bu yazdıklarına göre) «Hz. Ali ile Muaviye arasında savaş çıkınca; Ebu Hureyre tabiatının yat kın olduğu tarafa yaklaşmıştır. Tabi ki bu Muaviye1-nin tarafıydı, rengarenk nimetlerle donanmış sofra sında oburluğunu gidermek için O'nun tarafını tuttu. Umeyye oğullarına yağcılık yaparak onlara meylet tikten, Onlar da O'nu hediyelere boğduktan sonra zen gin olmuştur. Emevilerin Medine valileri ayrıldıkla rında O'nu yerlerine vekil tayin ederlerdi.» Ebu Reyye, bu bölümde bırakın bir müslümana din ve ahlak sa hibi hiçkimseye yakışmayacak çirkin sözler sarfet-miştir.
Bu iftiraların bir kısmına daha önce cevap verdim onlara izafeten burada da bazı şeyler söylemek isti yorum.
1-Ebu Hureyre hiçbir gün Umeyye oğullarına taraftarlık yapmamıştır. Elde ettiği serveti Umeyye oğullarından çok önce tutmuştu. Yazann 192. sayfada tahrif ederek de olsa yer verdiği Hz. Ömer'in maluı-dan dolayı hesaba çekmesi bunun en büyük şahididir. Sahih rivayetler Ebu Hureyre'nin Umeyye oğullarına, onların sefih valilerinede muarız olduğunu ifade et mektedir, îmanı Buhari Sahih'inde, Amr b. Yahya b. Said'ten şunu rivayet etmiştir: «Dedem bana şöyle dedi: «Ben Medine mescidinde Ebu Hureyre ile be raber oturuyordum. Bizimle beraber Mervan da var dı. Ebu Hureyre Resulullah'ın: «Ümmetimin helaki Kureyşten bir grup çocuğun eliyle olacaktır.» dediğini işittim» dedi. Başka bir varyantda «sefih çocuklar» dedikten sonra: «şayet falan ve falanın oğludur de meyi istesem yaparım» demiştir. Fethu'l Bâri'de geç tiği üzere bu hadise Hz. Muaviye döneminde olmuş tur. Bunun da beni Umeyye'nin lehine olduğunu söy lemeyi hangi akıl uygun görür?
O'nun şecaatine, hakkı savunma cesaretine ve Umeyye oğullarına karşı çıktığına en güzel delalet eden ibn-i Ebi Şeybe'nin merfu olarak Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu haberdir. «Çocukların idaresinden Allah'a sığınırım, çocukların idaresi nedir? diye so-ruîdu: O da «Onlara itaat ederseniz helak olursunuz dini yönden isyan ederseniz sizi helak ederler... yani malınıza canınıza ya da her ikisine kast ederler.» da hası ibn-i Ebi Şeybe şöyle bir rivayete yer verir. «Ebu Hureyre çarşılarda yürürken şöyle derdi. «Allahım be ni altmışıncı seneye ve çocukların idaresine kavuş turma» bununla Yezid b. Muaviye'yi kastediyordu. Zi ra o altmışıncı hicri yılda başa geçmiştir. Biz, Hz. Muaviyo'nin oğlunu veliahd tayin etmek için yaptık larını biliyoruz. O halde Ebu Hureyre'nin Emevilere özellikle Hz. Muaviye'ye taraftar olduğunu hangi akıl söyleyebilir? Mervan ve başkalarının O'nu yerlerine
vekil tayin etmeleri, onlara taraftar olduğu ya da ya-., randığı için değil fazileti ve insanlar arasındaki ko numu gereğidir. Buna delalet eden en güzel örneği; ibn-i Sâd'ın senediyle Velid b. Rebah'tan naklettiği şu rivayettir. Şöyle diyor Velid: «Ebu Hureyren'in Mer-van'a şöyle dediğini işittim.» Allah'a andolsunki sen. vali değilsin, vali senden başkasıdır O'nu bırak Hz. Hasan'ı dedesi Resulullah'm yanma gömmek istedik-, îeri zaman sen seni ilgilendirmeyen şeylere burnu nu sokuyorsun sadece burada olmayan birini yani Hz. Muaviye hoşnut etmek istiyorsun.» Bunun üze rine Mervan kızarak O'na yöneldi ve şöyle dedi: «Ey Ebu Hureyre insanlar senin Hz. Peygamber'den çok hadis rivayet ettiğini söylüyorlar oysa sen O'nun ve fatından az önce geldin.» Ebu Hureyre şöyle dedi: '«Ben Resulullah Hayber'de iken geldim o gün otuzya-şıim aşkındım, vefatına kadar onunla beraber kaldım, hanımlarının evlerini onunla beraber dolaştım, O'na hizmet ediyordum. O'nunla beraber savaşa katıldım, hacca gittim, böylece O'nun hadislerini en iyi bilen "ben oldum. Allah'a andolsun ki: benden önce O'na sahabi olanlar benim O'ndan ayrılmadığımı bilirler ve bunun için O'nun hadislerini bana sorarlardı. Ömer, Osman, Ali Talha ve Zübeyr bunlardandır. Allah'a and-ölsunki, Medine'de söylenen hiçbir hadis bana gizli, kalmamıştır. Ayrıca Resulullah'm yanında değeri olan. ve Medine'den çıkardığı hiçkimse bana gizli kalma mıştır.»
Ravi derki, Allah'a andolsunki Mervan daha son ra O'na hiç dokunmadı.[304] Ebu Huroyre, Emevî taraftan olup sofralarında dolaşan bir asalak olsaydı yazarın iddia ettiği gibi Mervan'a böyle karşılık vermesi akıl kârı mıdırki kraliyet ailesindendi Ebu Hureyre'nin kendisi ile ilgili söyledikleri yanlış olsaydı Mervan hiç susar ve daha sonra O'ndan vaz geçer miydi?
Yazar'ın iftiralarından birisi de 187. ve onu takip eden sayfalarda yazdıklarıdır. Şöyle diyor yazar: «Ebu Hureyre'nin Muaviye için yaptıkları kılıcı ve malı ile cihad etmek değildi, O'nun cihâdı müslümanîar ara sında hadis yaymaktı. O hadislerle Hz. Ali taraftar larını küçük düşürüyor O'na dil uzatıyor ve insan ları ondan uzaklaştırıyordu. Hz. Muaviye'yi de hadis lerle yükseltiyordu. Bu rivayetlerinden bâzıları Hz. Os man ve Hz. Muaviye gibi Âs oğullarına ve diğer Umey-ye oğullarına yakınlığı bulunan zatların faziletleri ile ilgilidir.» Yazar daha sonra bu hadislerden (!) örnek ler veriyor.
Yazar ve yazar gibi düşünenlere öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Gerek Ebu Hureyre'nin gerekse bütün sahabenin âdil olduklarına, Resulullah'a kati surette söylemediği bir şeyi isnad etmediklerine en güzel delil yazarın kendisinin kitabında naklettiği âlimlerin şu sözüdür: «Muaviye'nin fazileti hakkında sahih hiçbir hadis yoktur. Şayet sahabeden böyle bir şey olsaydı bu müfteri'nin iddia ettiği gibi O'nun fazileti hakkında hadisler rivayet edilir ve onlara ham-ledilirdi. imamlarda o takdirde senedlerini sahili sa yarlardı, fakat böyle bir hadis vâki olmamıştır.» Ya zarın Ebu Hureyre tarafından uydurulduğunu iddia ettiği hadislerin çoğu mevzu'dur. Âlimler bunları çıkarmışlar. Yazarın insanı ağlatan ve güldüren bir yönü de bir hadis uydurma olduğu zaman o hadis hangi sahabi tarafından rivayet ediliyorsa o sahabi tarafından uydurulduğunu vehmetmeğidir. Bu cehaletten ibarettir. Oysa esas âfet sahabeden sonra gelen râvilerden kaynaklanmıştır. Şayet durum yazarın zan.nettiği gibi olsaydı sahabenin büyük bir ekseriyeti cerhedilirdi. Şimdi örnek olarak verdiği hadislere göz atalım :
1.Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur. «Benden sonra fitne ve ihtilaflara düşeceksiniz, Birisi, Yâ Re-sulullah o zaman bize kimi tavsiye edersiniz veya bize ne emredersiniz dediğinde, Hz. Osman'ı işaret, ederek o zaman Emin kişi ve ashabına yapışınız.» diye cevap verdi. İbn-i Kesir der ki, ki İslâm'da tenkid ön-cülerindendir bu hadisi ibn-i Hanbel rivayet etmiş tir. İsnadı ceyyid (sağlam) ve hasendir. Gariplik ve töhmet bu rivayetin neresinde bilemiyorum halbuki; Hz. Osman zin-Nureyn Hz. Peygamber'in damadı ve İslâm'a ilk giren fazilet sahibi birisidir. Faziletleri sa-yılrriayacak kadar çoktur. Buharı ve Müslim'de de bir kısmı geçmektedir. Mazlum olarak öldürüldüğün de hiç bir şüphe yoktur. Fitne yayanlar hem O'na hem îslâm'a karşı büyük bir cürüm işlemişlerdir. Ebu Hu-reyre bu fitnenin durumu ve Hz. Osman'ın safında yer almaya teşvik eden Hz. Peygamber'in hadisini rivayet edince Ebu Reyye geliyor ve bunu reddederek O'nu ha-dis' uydurmakla suçluyor. Allah Resulü ve müminler O'nun bundan beri olduğunu biliyorlar.
II. «Ümmetimden en çok sevdiklerim benden son ra gelen ve beni görmeden bana iman edip asılt yap raktaki mushaf lerle amel edenlerdir» hadisine gelince! Bu, Vâkidî'nin rivayetidir ki O da yalanla itham edilmiştir. Râvilerden ibn-i Ebi Sebre hadis uy durmacısı dır. Öyleyse bu hadisi delil olarak kullan­mak doğru değildir. Ebu Hureyre'ye bu mal edilemez. Binaen aleyh yazarın bu hadise dayanan tüm boş iddiaları yıkılmıştır.
III. «Üç musibete uğradım» diye başlayan ve ye meğin arttığım ifade eden hadise gelince Ebu Reyye keyfinin dilediği kadar bununla alay etmiştir. Yazarın reddettiği husus Hz. Peygamber'in dokunması ve be reketi için dua etmesi ile az hurmanın çoğalması kıs-sasıdır. Oysa bu kıssa farklı senedlerle imam Ahmed ve Beyhaki tarafından rivayet edilmiştir. Bu kıssayı ancak kalpleri karanlık ve kafaları dar olanlar redde derler. Az hurma, su ve yemeğin bereketlenmesi gibi gözle görülür birçok mucize hakkında hadisler vârid olmuştur. Bunları yakinen görmek isteyen, Buhari, Müslim ve diğer güvenilir hadis kitapları ile siyer ve tarih kitaplarına müracaat edebilir. Sadece Sahih-i Buharî'ye müracaat etmesi bile kafidir. Sahih'inde bu konulara güzel bir bölüm açmıştır. Veya Beyhaki'nin «Delâilun Nübüvvesi-si ile Hafız ibn-i Kesir'in «el-Bi-dâye ven'-Nihayesi»ne müracaat edebilir ki, bu son kitapta büyük bir kısmı anlatılmıştır.[305]
Ebu Reyye ve benzerlerinin nefisleri nevalarına tabi olarak dünyaya bağlanıp kalıyorsa, akıllan duyu ve maddenin ötesine ulaşamıyorsa biz ne yapalım?
Ebu Hureyre'nin uydurduğunu iddia ettiği Hz. Muaviye'nin fazileti.ile ilgili hadis, uzmanlarınca da belirtildiği gibi uydurma hadislerdir. İmamlar her hadişin kim tarafından uydurulduğunu da belirtmişler dir. Hiç kimse Ebu Hureyre'nin bunda payı olduğunu söylememiştir. [306]

Ebu Reyye'nin İlmi Emânete Bir İhaneti

Yazar iki yönden ilmi güvenilirliği ihlal etmiş tir. Birincisi kaynak olarak ibn-i Kesir'in el-Bidaye ve'n Nlhaye'sini vermesidir. Okuyucu bu zalimane hü kümleri de oradan aldığını zannedecek, oysa ibni Ke sir -üç kişi emindir» hadisinin müteaddid tariklerini zikrettikten sonra hiçbirisinin sahih olmadığım belir tir, daha sonra der ki: İbn-i Asakir, Muâviye'nin fa zileti hakkında birçok mevzu hadise yer vermiştir. İşin garip tarafı Hafız ve bu ilme muttali olduğu halde bu hadislerin münker, râvilerinin de zayıf ol duğunu nasıl anlamaz? Bunların mevzu olduğuna ib-nu'l Cevzi de dikkat çekmiş Suyuti de O'na muvafakat etmiştir.[307]
İkincisi ibn-i Adiy «Üç kişi emindir» hadisinin Ebu Hureyre'den geldiğini söylememiş Vasile b. Eskâ'~ dan geldiğini belirtmiştir.» Hz. Peygamber'in Muavi-ye'ye bu yemekten bir pay vererek «şunu al ki, benimle cennette buluşasm» hadisi de Enes ve ibn-i Ömer tari kiyle gelmiştir ve bütün varyantları uydurmadır. Bun lar, yazarın Ebu Hureyre'ye iftirada baş vurduğu hi leleri reddetmektedir.' ,
Yazarın 189. sayfada yer verdiği: «Ebu Hureyre' nin Umeyye oğullarına yardımları o dereceye ulaşmıştı ki, halkı Emevî görevlilerinin istedikleri sada kaları (zekat) vermeye teşvik ediyor ve onlara küf retmekten sakındırıyordu» sözü ile Ebu Hureyre'nin el-Accac er-Râzi'ye söylediği sözün hiçbir dayanağı yoktur. Buna kaynak olarak verdiği «eş-Şiru ve'ş-Şu-ara* adlı kitabın rivayet yönünden güvenilirliği yok tur. Söz konusu rivayet sahih olsa bile iddiasını des tekleyecek bir şey yoktur. Ebu Hureyre'ye olan kinin den hadislere ifade etmedikleri manalar yüklemek tedir. Olsa olsa bu müslüman olan birisine Allah'ın farz kıldığı zekatı vermeyi tavsiye etmekten başka bir şey değildir, aynı rivayette «yakında Şam'ın hizmetçi ve köleleri size gelecekler...» demiştir. Bu ibare Umeyye oğullarına taraftar olduğunu değil; bilakis onlardan dertli olduğunu, hoşnut olmadığını bildiriyor. Ancak heva insanı kör ve sağır yaptığı için Ebu Reyye böyle anlamamıştır. [308]

Ebu Hureyre Ve Hz. Ali

Yazar 190. sayfada «Hz. Ali aleyhine hadis uy durması» başlığı altında ibn-i Hadid'in Nehcu*l Beiâge şerhinden Ebu Cafer el-İskâfi'nin şu sözlerini nakle­diyor : «Muaviye, sahabeden ve tâbiundan bir toplu luğu Hz. Ali aleyhine, O'nu düşüren ve halkın O'ndan uzaklaşmasını gerektirecek kötü çirkin haberler uy durmaya sevk etmiştir. Bunun karşılığında onlara vaadlerde bulunmuş onlar da O'nu memnun etmek için bu haberleri uydurmuşlardır. Ebu Hureyre, Amr b. As, Mugire b. Şu'be ve Tâbiun'dan Urve b. Zubeyr bunlardandır.»
Her araştırmacı ibn-i Ebi'l Hadid ve Ebu Cafer el-îskâfi'nin inatçı birer şii olduklarını bilir. Her ifci-sine de bu konularda güven duyulmaz. Hz. Muaviye, sahabeyi hadis uydurmaya sevketmekten beridir. Sa habe de Resuîullah'a yalan isnad edecek kadar (haşa) kendi nefsini düşürmez. Şayet yazar bu yaptıklarıyla şiilere yaranmak istiyorsa onlar bu ucuz yaranmaya aldıracak kimseler değildir.
Ebu Hureyre'nin cemaat yılı (Hz. Hasan'ın Hz. Muaviye'ye biat ettiği yıl) İrak'a gidişini biz bilmiyoruz ve inanmıyoruz da, ibn-i Abdil Berr, «Bahreyn'den, Hz. Ömer zamanında, döndükten sonra Hz. Ömer tek rar vali olmasını istemiş, ancak O'nun bunu reddede rek ölünceye kadar Medine'yi terketmediğini zikre-der»[309]ki gerçek olan da budur.
Hz. Ali'nin faziletleri oldukça çok ve meşhurdur. Ebu Hureyre de Hz. Ali'nin faziletine dair bir çok ha dis rivayet etmiştir ki, bunlar O'nun Muaviye'yi des­tekleyip Hz. Ali'ye düşman olmaktan son derece uzak olduğunu ifade eder. Ayrıca bu rivayetler yazarın at mak istediği taşı kendisine yutturacak niteliktedir.
Buharı, Müslim ve diğer hadis kitaplarında bun lar çoktur. Hz. Ali efendimizin faziletleri sayılamaya cak kadar çoktur. Bu konuda müstakil eserler kaleme alınmıştır. İmam en-Nesâi'nin «Kitabu'İ Hasais»i gibi. , Hz. Ali hakkında sabit olan sahih hadisler hiçbir sa-habi için sabit olmamıştır. Bütün bunları sâdece Allah rızası için hür araştırma kaidelerine tabi olmak için söylüyoruz. Makam sahibi birisinden korktuğumuz veya dünyalık menfaat gayesiyle birine yaranmak için söylemiyoruz. [310]

Nakilde Diğer Bir Hiyâneti

192. sayfada Ebu Hureyre'nin valilik hayatından sözederken kelimeleri tahrif ederek nakil emanetine ihanet etmiş ve bu suretle Hz. Ebu Hureyre'ye iftira etmiştir. Bunlara daha önce de genişçe cevap verildiği için oralara bakılması yeterlidir.
193. sayfada Reşit Rıza'nm Ebu Hureyre hakkın da söylediklerini nakletmiştir. Reşit Rıza'nm sözleri üzücü bâzı hususlardan uzak değildir. Ancak ne olur sa olsun Reşit Rıza'nm söyledikleri ile Ebu Reyye'nin yazdıkları arasında dağlar kadar fark vardır. İkisinin arasındaki fark âlim olduğunu iddia eden câhil ile, konulara muttali olan âlimin sözleri arasındaki fark gibidir. Reşit Rrza'mn söyledikleri onun zan ve iftira larına dayanak olamaz. Sanki yazar da Reşit Rıza'nm sözlerinin kendisinin varmak istediği neticeye yar dımcı olmayacağını anlamış ve 195. sayfanın dipnotun da şunu yazmıştır: «Reşit Rıza bu sözleri, Ebu Hu-reyre'yi tenkid eden misyonerlere reddiye olarak söy lemiştir. O'nun için açıkça Ebu Hureyre'yi müdafaa ettiği görülmektedir. [311]

Sahabenin Adaleti

Yazar 196 ve 197. sayfalarda önceki iddialarım tekrarlıyor. Bazen, .sahabe'nin tamamının âdil olduk larını söyleyen âlimlere dil uzatıp, bu konuda söyle­mediklerini onlara mal ediyor. Bu meyanda şunları yazıyor : «Sarih akıl sahibi kelam âlimlerinin bu konu da söyledikleri ne kadar hoşuma gidiyor, onlardan şu hikmetli sözler gelmiştir...» dedikten sonra imam ibn-i Kuteybe'nin «To'vüu Muhtelefi'l Hadis» adlı kitabından en-Nazzam ve benzerlerinin sözlerini naklediyor. Bütün bunlara daha önce cevap vermiştik. Yazar bu rada sanki kelam âlimlerinin en-Nazzam ve benzer lerinden oluştuğunu savunuyor. Bunun okuyucuya ke lam âlimlerinin hepsinin böyle düşündüğünü işaret etmek için yapılan bir karıştırma olduğu açıktır. Ke lam âlimleri dendiği zaman Ebu'l Hasan el-Eşâri, Ebu Mansur Maturidi, el-Bâkulâni, er-Razi ve benzerleri gibi güvenilir âlimler akla gelir; yoksa aşın mutezili olan en-Nazzam ve benzerleri gelmez. [312]

Bir Çelişki

Yazar 197. sayfada şöyle diyor: «daha önce de belirttiğimiz gibi Ebu Hureyre'nin, gerek Hz. Peygamber, gerekse râşid halifeler döneminde herhangi bir ağırlığı yoktur. Hz. Ömer'in ölümüne kadar bir tek hadis rivayet etmek İçin ağzını açamamıştır. Birinci fitne, yâni Hz. Osman'ın öldürülmesi ve Emevilerin yükselmesinden sonra ancak fetva vermeye cür'et et miştir.» Yazar daha önce de kitabının bir çok yerinde Hz. Ömer'in O'nu çok hadis rivayet etmekten men ettiğini ve O'nu tehdid ederek: «ya, Reşulullah'tan hadis rivayet etmeyi terkedersin ya da seni memle ketine geri sürerim.» dediğini nakletmiştir. (yine ya zar başka yerlerde) : Ebu Hureyre'nin fetva ehlinden olmayıp fıkıh ile tanınmadığını belirtmiştir. Hangi sö züne inanacağımızı biz de şaşırdık, Dünkü söylediği bugün söyledikleri ile çelişiyor, orada söylediği bura da yazdığına ters bu sadece yazarın şüpheci ve hasta bir akılla düşündüğünü ifâde eder, bir ordan bir bur-dan görünen ücretli bir kalemin yazdıklarına delâ let eder ki, bozgunculuların karı da budur. [313]

Ebu Hureyre'nin Rivayet Ettiği Bazı Hadisler

Yazar 198 - 202 sayfalarında Ebu Hureyre'nin ri vayet ettiği bazı hadisleri sıralamıştır. Ben, bu hadîs leri gerçek yönleriyle ortaya koymak ve doğru yorum larını yapmak istiyorum. Bunların bir kısmı ifade et tikleri hususlar yönünden İslâm'ın güzellikleri olarak itibar edilir. Bu açıklamalardan sonra yazarın Ebu Hureyre'nin rivayetlerine kem gözle baktığı görülecek ayrıca doğruyu eğri, güzeli kötü, hakkı batıl olarak algıladığı da ortaya çıkacaktır. [314]

Ölüm Meleği'nin Hz. Musa'ya Gönderilmesi

Buhari ve Müslim Ebu Hureyre'den şu haberi nak-Jetmişlerdir: «Ölüm Meleği Hz. Musa'ya gönderildi: Hz. Musa, kendisine gelen meleği dövdü (ve gözü kör oldu). Bunun üzerine melek tekrar Allah'a dönerek: «Yarabbi beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermiş sin- dedi. Allah Teâla gözlerini yeniden iade ederek ona tekrar git ve O'na elini bir öküzün sırtına koyma sını söyle, elinin altındaki her kıl için ona bir yıl ve rildi. (Melek bunu kendisine iletince) Hz. Musa «son ra ne olacak ey Rabbim?» dedi. Allah Teâla da «sonra ölüm gelecek» diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Musa «öyleyse şu anda ölmek istiyorum.» dedi ancak Allah'tan kendisini mukaddes topraklara bir taş atımı yaklaştırmasını istedi. Allah Resulü şöyle buyurdu: «orada olsaydım O'nun kırmızı kum tepesinin yanın dan geçen yolun kenarındaki kabrini size gösterirdim.» Müslim'in bir rivayetinde «Hz. Musa Meleğin gözüne vurdu ve çıkardı» diye geçmektedir.
Taberi «Tarih» inde Ebu Hureyre'den şunu naklet-miştir. «Ölüm meleği bazen insanlara aşikâre geliyor du. Hz. Musa'ya geldiğinde vurdu ve gözünü çıkardı bu hadiseden sonra insanlara gizli (görünmeden) gel meye başladı.»
(Ebu Reyye bunları naklettikten sonra) «Bu ha disten İsraliyat kokusu geliyor» der.
Cevap:
Bu hadisi iki büyük imam Buhari ve Müslim[315] Tavus tarikiyle mevkuf, Hemmam b. Münebbih tari kiyle de merfu olarak rivayet etmişlerdir. Hafız ibn-i Hacer, Abdurrezzak'a göre ikincisinin meşhur oldu ğunu el-İsmaili'nin tahricine göre de Muhammed b. Yahya'nın birinci mevkuf haberi, merfu olarak rivayet ettiğini söyler.
Hadis şüphesiz merfudur. Hemmam b. Münebbih'-m rivayetine göre bu açıktır, ravinin rivayeti de hük men merfudur. Çünkü içtihada varılacak bir konu değildir. Sahih senedle açıkça merfu olarak rivayet edilmesi de tsrailiyattan uzak olduğunu gösterir.
İmam Ahmed de Musned'inde rivayet etmiştir. Hadiste muşkü herhangi bir durum yoktur. Şayet Hz. Musa gelenin ölüm Meleği olduğunu bilseydi o za­man müşkil olabilirdi, O, sadece ölmek istemediği için kendisini müdafaa etmiştir. Zira Peygamberlerin ma kamı (bile bile) böyle yapmamaktan münezzehtir.
Gerçeklen Hz. Musa, O'nu hakkına tecavüz ec\a\ birisi olarak zannetmiş ve kendi nefsini müdafaa et miştir. Bunun neticesinde de gözleri çıkmıştır. Bütün semavi şeriatlerde ve vaz'î kanunlarda nefsi müdafaa etmek meşrudur.
Rivayette, O'nun, ölüm meleğini tanıdığını belir-lon bir ifade yoktur. Meleklerin insan kılığına gir dikleri bilinen bir hakikattir. Hiç bir şüpheye maruz kalmayan Kur'an da bundan haber vermiştir. Peygam-ber'in insan şekline girenin Melek olduğunu bilmesi gerekmez. Melekler İbrahim ve Lut (a.s)'a Kur'an'ın anlattığına göre insan kılığında gelmiş ve ikisi de unları tanımamışlardır. Bilselerdi Hz. İbrahim onlara kebab getirip yemez misiniz? demezdi Hz. Lût da kav minin onlara bir zarar vermesinden korkmazdı. Hz. Musa'nın da O'nu önce tanımadığına en güzel delil ikinci defa geldiğinde O'nun ölüm meleği olduğunu Uınımasıdır. Allah ta O'nu ölüm ve hayat arasında muhayyer kılmış; O da ölmeyi tercih etmiştir. Hadis oldukça açıktır. Bu yorumu daha önce do ilk âlimlerden Ebu Bekr ibn-i Huzeyme, ve başkaları da yap mıştır. Akli ve nakli ilimleri cemeden el-Mazeri, Ka dı lyaz ve ümmetin diğer âlimîerince de tercihe şayan ûlmuştur.[316]
Burada bilinmesi gereken bir.husus; Melekler çe şitli şekillere girerler ancak bu şekilleri o hakiki su retleri değildir. Hz. Musa'nın meleğin gözünü çıkar ması O'nun şekil ve yaratılışına bir eksiklik getirme/. Bu anlattıklarımızla tumanın) hadisteki bütün müş-kiltik giderilmiştir. [317]

2-Cennet ve Cehennemin Tartışması Hadisi

Buharî ve Müslim yine Ebu Hureyre'den Hz. Pey-gamber'in şöyle dediğini naklederler: «Cennet ile ce hennem tartıştılar cehennem «bana müstekbir ve zor balar atılmak suretiyle tercih edildim.» der, Cennet ise «bana ne oluyor sadece insanların zayıf ve düşkün leri bana giriyor.» Allah Teâla cennete şöyle buyurdu : «Sen benim rahmetimsin, seninle dilediğim kullarıma rahmet ederim» cehenneme de şöyle buyurdu «sen de benim azabımsın seninle de dileğim kullarıma azab ederim.» Her biri dolacaktır, ancak cehennem Allah Teâla ayağını üzerine koyuncaya kadar dolmaz o za man «yeter! yeter!» der; cehennem o zaman dolar ve toplanıp dürülür.»
Cevap:
Bu hadisi de Buharı ve Müslim rivayet etmiştir [318]Buhari, hadisi Ebu Hureyre'den, son kısmını da Hz. Enes'ten rivayet etmiştir.[319] İmam Müslim de şüpheye yer vermeyecek tarzda muhtelif senedlerle Ebu Hu reyre'den rivayet etmiştir. Aynı hadisi Ebu Said el-Hudri'den de rivayet etmiş son kısmını da Enes b. Malikten rivayet etmiştir. Bu haber sadece Ebu Hu-reyre tarafından rivayet edilseydi yine de dil uzat mayı gerektirmezdi. Kaldı ki görüldüğü gibi birçok sahabi tarafından rivayet edilmiştir. Bununla sözleri nin dayanağı yıkılmıştır. Ebu Hureyre'nin tek başına rivayet ettiğini söylüyor. Eğer Ebu Hureyre yazara gö re adil ve sika değilse hadisin sabit olduğu diğer sahabilcr hakkında ne diyecek?!
Bu rivayet yönünden değerlendirmesiydi. Dirayet yâni mâna yönünden değerlendirmesine gelince, biz şüphe bırakacak her hangi bir kapalılık göremiyo­ruz. Bunu ancak Arap dili ve üslubunu bilmeyenler müşkil olarak görürler. Kur'an'da şöyle deniyor: «Biz cehenneme doldu mu? dediğimiz gün, o da daha yok mu der...» Hadis cennet ile cehennemi tartışan iki akıllı insan yerine sokarak temsil siyakında gelmiştir. Sonra da âdil ve hâkim olan Allah aralarını bulmuş tur. Arap dilinde ve ifade tarzlarında buna benzer çok şeyler vardır. Mesela bir Arap şairi şöyle der:
«Devem bana yolun uzuluğundan şikayet etti Dedim ki sabret deveciğim ikimizde mübtelayız.»
görüldüğü gibi ne şikayet ne de konuşma söz ko nusudur, bu sadece bir temsildir. Imruu'l Kays meşhur Muallak'mda geceye hita ben şöyle der: «Bütün şiddetiyle uzayıp üzerime var gücüyle çöktüğü zaman ona dedimkl: Ey uzun gece hâlâ sabahı aralayacak mısın? Fakat sabah da senden geri kalmaz.»
Bir başkası şöyle der: «Havuz doldu ve yeter» dedi. Havuz konuşmaz bu sadece hayali bir temsildir. Hadisteki tartışmanın cennet ve cehennemde görevli iki melek arasında yapıldığına yormak da caizdir. O takdirde söz mecaz kabilinden mahzuf olur. Yâni cen net (meleği) ile cehennem (meleği) tartıştılar şeklinde anlaşılır.
Bazı âlimler gibi hadisi mecaz değil de hakiki manasına hami edecek olursak dahi aklen uzak bir şey olarak görmeyiz. Biz bu konuda yazarın her titiz âlîm için söylediği gibi ne tutucuyuz ne de Haşeviyiz.
Çünkü Allah'ın cansız varlıklar için idrak edecek akıl ve mantık yaratması Kudretine zor gelmez. Bugün insan aklı yürüyen, hareket eden konuşan hesap gören robotları icad etmişse Allah'ın kudretine cennet ve cehennemi konuşturması, temyiz kabiliyeti vermesi çok mudur?
«Cehenneme ayağını koyması»na gelince âlimler bu konuda iki görüş ileri sürmüşlerdir. Biri benzetme yapmadan keyfiyetini bilmeden Allah'ı tenzih ederek iman etmek ve gerçek bilgisini Allah'a bırakmaktır ki, bu selefin görüşüdür. Diğeri ise tevil etmektir bu da halef âlimlerinin yoludur.
Tevil edenlere göre burada ayaktan (kadem) mak-sad Allah'ın azab ehlinden takdim ettikleridir. Veya bâzı mahlukatın ayaklarıdır. Yahut maksat cehenne min Allah'a boyun eğmesi ve karar kılmasından ki nayedir. Zira haddini aşarak daha fazla istediğinde Allah Teâla onu zelil kılarak ayak altına aldı (demek olur), yoksa maksat gerçek ayak değildir. Araplar organları darb-ı mesellerde kullanır fakat gerçek hal lerini kastetmezler. İnsanlar hâla konuşurken «onu ayaklarımın altına aldım» derler fakat gerçekte ayak larının altına almamışlardır. Sadece onu zillet ve ha-karete duçar kıldıklarım bildirirler. [320]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:10 am

Kâfir'in İki Omuzu Arası Hadisi

Buharı, Ebu Hureyre'den şöyle bir hadis rivayet eder: «Kâfirin iki omuzu arası süratli bir binicinin üç günde alabildiği mesafe kadardır.» Müslim de yine Ebu Hureyre'den aynı rivayetin ön kısmını vermiş zi-V.âye olarak şu ifadeyi de nakletmişür: «(Kâfirin) de risinin kalınlığı üç günlük mesafe kadardır.»
Cevap:
Ru hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Bu-hari «Kitebur'rikak» cennet ve cehennemin sıfatı bâb'-ında yer vermiştir.[321] Yazarın ima etmek istediği gibi Buharî'nin bu rivayeti mevkuf olmayıp merfu ha berdir. Müslim de Sahihinde aynı rivayeti ziyadesiz morl'u olarak rivayet etmiştir.[322] Müslim'in ztyâdeli olan diğer rivayetinin fazla kısmı şu lafızlardadır: «Kâfirin azı dişlen Uhud kadar, derisinin kalınlığı da üç günlük mesafe kadardır.» görüldüğü gibi yazar nakilde bulunurken titiz davranmamıştır. Aceleci dav ranarak «ön kısmına yer vermiş» derken zamirin mer ciini bilmeden bu kelimeyi Fcthu'l Bâri'den almıştır.
Ebu Hureyro'den başka kimselerden de kıyamet günü kâfirin hilkatinin büyüyeceğini bildiren hadis ler varid olmuştur. Bu da Ebu Huroyre'nin bu hadis leri tek başına, rivayet etmediğini bildirmektedir.
İmanı Ahmet, Mücahid kanalıyla ibn-i Ömer'den merfu olarak şu hadisi rivayet eder: «Cehennem ehli ateşte o İcatlar büyüyecek ki, kulak yumuşağı ile boynu arası yediyüz yıllık mesafe kadar olacaktır.» el-Bey-haki, bâs (öldükten sonra dirilme) bahsinde başka bir senedle yine Mücahit kanalıyla ibn-i Abbas'tan «yet miş, bahar mesafe kadardır.» şeklinde rivayet etmiş tir, İbn-i'Mübarek Kitubuz-Zuhd'ünde yine Ebu Hu reyre'den şunu rivayet etmiştir «Kâfirin azı dişi kı yamet günü Uhud'dan büyük olacaktır. Orayı doldurmak ve azabı (iyi) tatmak için cüsseleri büyüye cektir.» Hadisin senedi sahihtir, açıkça merfu olmasa da hükmen merfudur. Çünkü içtihadla varılacak bir bilgi değildir[323]
Kâfirin cüssesinin cehennemde büyümesinin hik metine gelince hadiste işaret edilmiştir, el-Kurtubi bundan ayrı olarak el-Mui'him adlı kitabında şöyle izah etmiştir: «Kafirin cüssesinin cehennemde büyü mesi, azabının büyümesi ve eleminin kat kat artması
içindir. Kitap ve sünnetten de tesbit edildiğine
göre şüphesiz Kafirlerin azabı farklı farklı olacaktır. Mesela biz biliyoruzki, Peygamberleri öldüren, müslümanlara kötü mua'melede bulunan, yeryüzünü fe sada verenlerin azabı ile sadece kafir olup müslü-manlara iyi muamelede bulunanların azabı aynı ol mayacaktır.»
Hz. Peygamber'in: «Kafirin derisi üç günlük me safe kadar olacaktır.» hadisi büyük bir sır olup modern tıp tarafından açığa çıkarılmıştır. Zira kılcal damar lar sadece deride olur; deri büyüyüp genişledikçe in sanın elemi artar. Bu da nübüvvet'in del iller inden dir. «O nevasından konuşmaz, O'nun söyledikleri sade ce vahydir.» yoksa bu sırları to gün) kim bilebilir, halbuki Peygamber ne okuma yazma bilir, ne tıp il mini bilirdi, O'nun zamanında hiçbir doktor bu sırra da ulaşmamıştır. [324]

Sinek Hadisi

Buhari ve ibn-i Mace (Yine Ebu. Hureyre'den) Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet ederler:
Birinizin yemek kabına sinek düştüğü zaman tama mını hatırsın, sonra çıkarsın zira bir kanadında has talık diğerinde de şifa vardır.» [325]Yazar dipnotta yap tığı yorumda sinek savaşı olarak isimlendirdiği, «Livai'l İslâm» dergisi ile «ed-Doktor» dergisi arasındaki (tar tışmada) «Doktor» dergisini destekleyerek bu hadisi sahih olarak kabul eden imamlara dil uzatmış ve ayıp layarak kötü lakaplar kullanmıştır.
.Şimdi kabul eden ve reddedenler tarafından et rafında büyük kavga ve gürültülerin koptuğu bu ha disin gerçek yönünü tafsilatlıca burada vermek isti­yorum. «Hadiste uydurma hareketi ve müsteşrik ve çağdaş yazarların şüphelerine reddiye»» adlı profesör lük tezimde de bu hadisle ilgilenmiş ve hakkında va-rid olan şüphelere cevap vermiştim. Ben «ezhcrin» temsilcisi olarak eğitim ve öğretim rnetodlannm ıslahı için Mekke'de iken Suudi Arabistan radyosuna bir din-leyic itarafından bu hadisle ilgili olarak bir soru yö neltilmişti; işte burada tezime yazdığım ve radyodan da okuduğum açıklamanın bir özetini vermek istiyo rum :
Önce Kur'an'a göre sünnetin konumu, İslâm üm metinin sünnete verdiği yüksek ehemmiyeti, hadisçi-lerin sened tenkidine son derece önem verdiklerini, metin tenkidi ile de ilgilendiklerini ancak bu kita bımda da belirttiğim yüce gayelerle sened tenkidi ne verdikleri itinâyı metin tenkidine vermediklerini anlattıktan sonra~şöyle dedim :
Bu hadisi Buhari, Ebu Davud, en-Nesâi ve İbn-i Mâce rivayet etmiştir. Hiçbir hadis tenkidcisinin se-
nedine dil uzattığını görmedim. Son derece sahih bir hadistir. Hadise yapılan tenkidler dikkatsiz kimseler den sadece metnine ve mânasına yönelik olmuştur. Bu kimseler diyorlarki: «Mikrop kaynağı olan sinek nasıl olur da şifa olur, Allah, hastalık ve şifayı nasıl olur da bir yerde birleştirir, sinek akıl sahibi mi ki bir kanadını diğerine takdim etsin?»
İlk âlimlerimiz Allah ecirlerini versin bu şüp heleri gidermek için büyük gayretler sarfetmiş ve aklen Allah'ın hastalık ve ilacı bir yerde birleştirmesinin mümkün olduğunu, bunun bilinen ve muşahodc edi len bir durum olduğunu söylemişlerdir. Binaen aleyh arı, altından zehir bırakırken insanlar için şifa olan bal ağzından akıyor. Zehirli yılanın eti, ilaçtan olan bir panzehirdir. Ayrıca en büyük hendese sistemi üzerine evini inşa etmesini gösteren, karıncaya ihtiyacı için azığını biriktirmeyi, bitmemesi İçin taneyi ikiye yar masını öğreten Allah Teâla sineğe de önce bir kanadı nı sonra diğerini batırmayı İlham etmeye kadirdir, bâ zıları hadisin mecaz olduğunu söyleyerek cevaz ver meye yönelmişlerdir. Buna göre hastalık kibir hasia-iığıdır dova da sineğin düştüğüne itibar ederek mutevazi olmaktır.
Allah Teâla geçmişte ve gelecekte bu hadisin sır larının ortaya çıkmasını dilemiştir. Bâzı uzman dok torlar sinekte mikrobu öldürücü bir maddenin oldu­ğunu kaba batırılmak suretiyle sineğin taşıdığı mik ropların bu madde tarafından giderildiğini tesbit et mişlerdir. Böylece eski âlimlerin, ihtimal olarak söy­ledikleri bir hakikat olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi de çağdaş bir doktorun Mısır «el~Hidayetu*l tslâmiyye» cemiyetinin düzenlediği bir konferansta söylediklerini aktaralım :
«Sinek, muhtelif hastalıkları yayan, mikroplarla dolu artık maddeler üzerine konar, bâzısını vücudu ile taşırken bir kısmını da yer. Bunun üzerine cismin de tıp bilginlerinin anti bakteri diye isimlendirdikleri zehirli bir madde oluşur ki bu madde bir çok hastalık mikrobunu öldürür. Bu anti bakteri olduğu müddetçe mikropların canlı kalması ve insan vücuduna zarar vermesi imkansızdır. İki kanadından birisinin özelliği anti bakteriyi başka bir yerine taşımaktır. Binaenaleyh sinek bir yiyecek ve içeceğe düştüğü zaman taşıdığı mikropları da bırakır ancak bu mikrobu uzaklaştıracak ve insanı ondan koruyacak en yakın şey yine sineğin bir kanadına yakın bir yerde karnında taşıdığı anti mikroptur. Hastalık varsa devası da yakındır.»
İngiltere'de yayınlanan «Tıbbi Deneyler» dergisi nin 1927 târih ve 1308. sayısında yayınlanan bir ya zıda şöyle denmiştir : «Sinek hastalıklı bir tarladan mikroplar yedi. Bir müddet sonra bu mikroplar öle rek yok oldular. Sinekte ise bakteriyovac denilen ze hirli bir madde oluştu. Şayet sinekten bir parça alı narak tahlil edilse hastalık yapan dört çeşit mikrobu yok eden bu madde elde edilir. Batılı tabibler de bu na benzer şeyler söylemişlerdir. Böylece bâzı dikkat siz kimselerin yalan saydığı bu hadisin Hz. Peygam-ber'in doğruluğuna delalet eden en büyük bir ilmi mucize olduğu ortaya çıkmıştır.»
Saygı değer iki doktor daha bu sinek hadisi hak kında kıymetli bir araştırma yayınladılar. Bunlar da delillerle ve ilmî kaynaklan zikrederek şüpheye yer bırakmayacak tarzda bu hadisi isbatladılar.[326] Araştırma, Doktor Mahmud Kemal ve Dr. Abdu'l Mu'nim Hüseyin tarafından yapılmıştır. Şimdi de bu araştır mayı aynen vermek istiyoruz:
«Başta hadisi yalanlayan doktorlar olmak üzere birçok kimse bu hadise itiraz etmiştir. Çünkü bunun sebebi sineğin hastalık yapan mikropları taşıyan bir hayvan olmasıdır. Biz Hz. Peygamber'den rivayet edi len hadisler arasında sahih hadisler olduğu gibi uy durma hadislerin de olduğunu biliyoruz. Hadis fakih-lerine düşen sahihleri açıklayıp uydurma olanları ber taraf etmektir. Ancak gerek hadis âlimleri, gerekse fakihler senedi sika râvilere dayandığı için bu hadi sin sahih olduğunu belirtmişlerdir. Bâzı doktorlar sağ lık açısından değerlendirerek hadisi yalanlamışlardır. Biz hadisi üç esas üzerinde anlatmak istiyoruz.
1-Herşeyden önce hadisin sıhhatine karışma yacağız, çünkü bu hadis fakihleri ve hadis tahsili gö ren âlimlerin ihtisasıdır. Mevzu hadislerin nasıl ber taraf edileceğini onlar bilirler.
2-ilmi araştırma yaparken Hz. Peygamber'in verdiği haberin hakikatine ulaşmak için hadisin sahih olduğu varsayımından hareket edeceğiz. Zira «O he-vasmdan konuşmaz, O'nun konuştukları ancak vahy-dir.»
3-Haşarat ve asalak haşaratlar konusunda ye terli ilmî kaynaklara baş vurmadan önce hadisin ken disini derinliğine ele almayacağız.
Böylece günlük gazete ve dergilerde uzun zaman dır hadisi reddeden ve kabul eden gruplar arasında yapılan uzun münakaşaları okuduktan sonra hakkı yerini bulmasına çalışacağız. Bâzıları hadis uzmanla rının sahihtir sözünü okuduktan sonra tereddütsüz ka bul ettiler ve bu sıhhati te'yicl etmek için ilmi kaynak lara baş vurdular.
İlmi kaynakların haber verdiğine göre Alman ya'da Hal Üniversitesi öğretim üyelerinden Brifield 1071 yılında Kara sineğine Embozamoski denilen man­tarların (fungous) intomoftrali familyasından sico-maysis cinsinin ficomaysis türünden bir parazitin mu sallat olduğunu tesbit etmiştir. Söz konusu mantar, hayatını sineğin karnındaki yağ tabakasında geçir mektedir. Önceleri içi boş yuvarlak kabarcıklar şek linde olan bu bakteri daha sonra karın bölgesine uza yarak hava boşlukları vasıtasıyla dışarı çıkıyor. Bu şekilde sineğin dışında bir tabaka oluşturuyor. Bu safha Bakterinin üreme safhasıdır. Yumurtaları ka barcığın içinde toplanarak patlatacak bir duruma ge liyor. Daha sonra kuvvetli bir şekilde parçalanarak yumurtaları boşluğun etrafında iki cm. dağılıyor. İçin deki sıvı da etrafa serpilmiş oluyor.
Pencere kenarında ölmüş bir sineğin etrafında daima bu mantarların yumurtalarına rastlamak müm kündür. İçinden yumurtaların çıktığı uzunca kabar cık sineğin üçüncü ve son kısmında karnı ve sırtı üze rinde bulunur, Bu arka üçüncü kısmı sinek herhangi bir yere konduğu zaman dengesini sağlamak ve uç maya hazır olmak için yüksekte tutar. Kabarcığın parçalanması biraz önce de belirttiğimiz gibi boşluk taki sıvının kuvvetlice fışkırmasından sonra meydana gelir. Bu .bazen kabarcığın etrafındaki fazla sıvıdan da oluşabilir.
Parçalanma esnasında sıvıdan ve yumurtalardan mantarın bir .stopla/.ma parçası çıkar. En büyük pa razitoloji uzmanı Prof. Lanciron'un da 1945 yılında ortaya koyduğu gibi sineğin dokularında yuvarlak ka barcıklar şeklinde yaşayan bu bakteriler aynı zaman da hastalık taşıyan haşareleri yok eden kuvvetli bir enzim salgılarına sahiptir.
Öte yandan 1947 yılında İngiltere'den Arştin ve Kook'iar; 1930 yılında ise İsviçre'den Rolyos, sineğin karnında yaşayan bu bakteri familyasından cafasin adında bir antibiyotik elde ettiler. Bu Antibiyotik Tifo ve Dizanterininde aralarında bulunduğu Gram Negatif mikropları öldürme gücüne sahiptir. 1948 yılında İn giltere'de Baryan, Kortis Himenc, Cifris ve Makcovan yine sinekte yaşayan bu bakteri familyasından Klo-tinizin adında bir antibiyotik elde etti. Bu Antibiyotik de Tifo ve Dizanteri gibi Gram Negatif mikroplara kurşı oldukça etkilidir. 1949 yılında İngiltere'den Koks, Farmer, İsviçre'den Cerman ve Eous Atlencer ve Blan-ter, sinekte yaşayan aynı parazitten inyatin adında bir antibiyotik elde ettiler. Bu da Gram Pozitif, Gram Negatif ve diğer bazı mikroplara karşı etkili bir anti biyotiktir. Dizanteri, Tifo ve Kolera mikroplarını yok eder. Bu antibiyotikler henüz tıbbi sahada kullanıl mıyor. Ancak ilmi yönden ilginç olduğu halde çok alındığı takdirde yan etkilere yol açar. Öbür yönden muhtelif hastalıkların tedavisinde bütün antibiyotik lerden etkilidirler. Çok az bir kısmı Tifo, Dizanteri ve Kolera gibi mikropların yaşamasını önler.
1947 yılında Moftiş, sineğin vücudunda bulunan mantar kültüründen antibiyotik maddeler elde ediyor.
Bunların da Tifo ve Dizanteri gibi Gram Negatif mik roplara karşı son derece etkili olduklarını ortaya çı karıyor. Ayrıca ateşli hastalıklara sebep olan mikrop lara karşı mantar parazitlerin faydaları ile ilgili ola rak bu antibiyotik maddelerden bir gramının, bin litre sütü müzmin hastalık yapan mikroplardan korudu ğunu ortaya koymuştur;
Bu da bu maddelerin son derece etkili oldukla rına en büyük delildir.
Sineğin Kolera, Tifo ve Dizanteri gibi mikropları bulaştırmasına gelince. Bu mikroplar sadece sineğin ayaklarından ve dışkısından bulaşır. Bu husus bak­teriyoloji ile ilgili tüm kaynaklarda yer aldığı için buruda konu ile ilgili kaynakları vermeye gerek gör müyoruz.
Bütün bunlardan hareketle diyebiliriz ki; sinek bir yiyeceğe konduğu zaman Tifo, Kolera ve Dizan teri gibi hastalıkları yapan mikroplan ayakları ile ta şımış olacaktır. Ancak antibiyotik maddeler ihtiva eden parazitler sineğin ayaklarıyla taşıdığı mikrop lan öldürme gücüne sahiptir. Sineğin karnı üzerinde bulunan ve antibiyotik ihtiva eden kabarcık şeklin deki bu parazitler iç boşluğu baskı altına alan sıvı, dokunmadan parçalanmaz. Parçalanınca da sıvı ve yumurtaları dağılır.
Böylece hadis-i şerifin manası ortaya çıkmış olu yor. Hadis, sinek bir yemeğe konduğu zaman ayak ları ve dışkısıyla taşıdığı hastalık yapan mikropları etkisiz hâle getirmek için sineğin tamamının batırıl ması gerektiğini bildiriyor. Ayrıca bu bulgular hadis-loki «sineğin bir parçasında hastalık diğor kısmındada şifa vardır.» ifadesini doğruluyor ki bu da karnında bulunan parazitlerin taşıdığı antibiyotik maddeler ctup etrafındaki sıvının etkisiyle parçalanıp dağılır.
Netice olarak deriz ki: Umarız okuyucularımız hadisin sıhhatini yakini olarak görmüşlerdir. Mü'mine yakışan şeyin Hz. Peygamber'den sahih olarak gelen haberlere teslim olmak olduğuna kalben mutmain ol muşlardır. İlim ve beşeri marifetin arttığı her gün Allah Teâla Hz. Peygamber'in doğruluğuna ve büyük mucizesi Kur'an'm sadakatine delalet eden şâhidleri gösteriyor. Nitekim bir âyette şöyle buyuruyor: «Biz onlara ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi gös tereceğiz ki O IKur'anl'm gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbt'nin herşeye şahid olması yetmez mi?. [327]

Münker Bir Hadisten Delil Getirmesi

Yazar diyorki: Taberâni, el-Evsat da Hz. Peygam berin şöyle dediğini rivayet etmiştir. «Bir Melek ba na Allah'tan bir mesajla geldi sonra bir ayağını kal­dırarak göklerin üstüne kaldırdı birini de yerde bı raktı.»
Bu hadis münker bir hadistir. Böyle olan bir ha disten delil getirmek doğru değildir. Öyleyse yazar bu hadisten hareketle varmak istediği hedefe ulaşamaz ki, o da Ebu Hureyrö'iıin hurafe şeyleri rivayet edi yor iddiasıdır.
Tirmizi'nin rivayet ettiği «Acve (bir tür hurma) cennet meyvasıdır ve onda zehire şifa vardır.» hadi sine gelince yakında değineceğiz inşallah. [328]

Diğer Bir Hadis

Yazar 200. sayfada (Ebu Hureyre'nin rivayetleri ile istihza ederken) el-Hâkim ve İbn-i Mâce'nin sahih senedle rivayet ettikleri şu hadise de yer verir: «(Ge ce yatarken) Kaplarınızı örtünüz, tulumlarınızı bağ layınız. Kapılarınızı kapatınız, yatsıdan sonra çocuk larınızı dışarı bırakmayınız.[329] Zira bu vakitte cinler (başka bir rivayette şeytanlar) sür'atle yayılırlar. Uyur ken lambalarınızı da söndürün çünkü fareler fitili keser de ev yanabilir...»
Bu hadisi aynı lafızlarla Buhari Sahih'inde riva yet etmiştir.[330] Ancak Ebu Hureyre'den değil de Câbir b. Abdullah'tan almıştır. Kitabının başka yerlerinde de yine Câbir'den farklı varyantlarla rivayet etmiştir.[331] 'Müslimde Sahih'inde Buhari gibi farklı sened-lerle Câbir'den rivayet etmiştir. Görüldüğü gibi hadis Ebu Hureyre'nin dışında da başka senedlerîe sabittir. Hadisi sâdece o rivayet etseydi yine de dit uzatılacak bir illeti yoktur. Kaldı ki başkaları da rivayet etmiş tir. Bu hadis islâm'ın Övünç vesilesindendir. İçtimai ve sıhhi yönden koyduğu sağlam prensipleridir. Hz. Pey gamber'in bu irşadını aydınlatmak için önce hadisi kısaca şerhedelim ki, okuyucu daha da iyi anlasın ve Ebu. Hureyre'nin bu hadisi aktarmakla tekdire değil takdire layık olduğunu
Hadis, «yatarken kaplarınızı örtünüz» diyor ye mek ve su kaplarını örtmeyi kim istemez? Onları ört mek pisliğin ve her türlü haşaratın içine düşmesini önler, bu da insan sağlığı açısından ne kadar önem lidir. Yazar iyilikleri kötülük görecek kadar kalbini kin bûrümüşse, Hz. Peygamber'in sağlıkla ilgili bu tavsiyesinin yüceliğini anlamak için tıp bilginlerine sorsun. Hadis «tulumlarınızı bağlayınız» diyor yâni iple ağzını sımsıkı bağlayın demektir. Buda bir ön­cekinden sağlık açısından geri kalmaz.
Yine «Kapılarınızı kapatınız» diyor; Kapıların ka palı olmasının faydalarını kim inkar edebilir? Başta çöl beldeleri, köy ve bucaklarda yaşayanlar olmak üzere insanın kendisi, çocukları ve malı her türlü bozguncudan, zararlı hayvanlardan ve saldırgan kö peklerden korunmuş olur.
«Yatsı vakti çocuklarınızı tutunuz» yâni yanınız da tutup bu vakitte dışarı bırakmayınız. Hadiste ge rekçe olarak : «Çünkü bu vakit cinlerin sür'atle ya­yıldıkları vakittir.» denilmiştir. Diğer iki rivayette ise cinler yerine «şeytanlar» geçmiş ve birinci lafızdaki cinden maksadın şeytanlar olduğu açıklanmıştır. Arap dilinde şeytan denilince insan, cin, hayvan hatta kuş lardan bozguncuların kastedildiğinin bilinmesi gerekir.
Arap dilinde bunun örnekleri çoktur. Çocukların akşamları cin, insan, hayvan ve kuşlardan bozguncu olanlardan zarar görebileceklerini kim bilmez? Bu mü şahede ile görülen hissedilir bir durumdur. Diğer bir rivayette «(Gece karanlığa boğulurken)- çocuklarınızı koruyunuz zira şeytanlar o zaman yayılırlar, Yatsı dan bir saat sonra bırakabilirsiniz» denilmiştir. Bu müşahede ettiğimiz bâzı hususlar için uyarıdır. Çün-icü gündüz gizlenip gece karanlığı çöker çökmez de liklerinden çıkan vahşi hayvanlar ve eziyet verici var lıklar vardır ki bunlar saldırganlık özelliğine sahip tirler, gördükleri her insana eziyet ederler.
Hadis şeytanlar derken cinlerden, insanlardan ya da hayvanlardan şeytan diye tayin etmemiştir. Yoru mu nasıl olursa olsun manası sahih ve yüce gayeler taşıyan bir hadistir.
Hadis «uyurken lambaları söndürün» diyor. Hadis imamları ve açıklayıcıları Hz. Peygamber'in bu irşad-larının lambaya has olmayıp her türlü ateş, soba ve tandır gibi şeyleri de kapsadığını ifade etmişlerdir. Görüldüğü gibi nassın zahirine mana verirken bağnaz davranmamış ve elastiki bir anlayışla yorumlamış lardır.
Aslında yazara düşen Hz. Peygamber'in bu irşa dının yüceliğini anlamak için hadis şarihlenne güven miyorsa; sosyologlara baş vurmaktır.! Hatta İçişleri bakanlığına danışabilir! Onlar O'na fitil (çıra) soba ve tandırın çıkardıkları yangınlarla ne derece zarara yol açtıklarını haber verirler!
Umarım (sayın) okuyucular yazarın Ebü Hurey-re'ye karşı kiminin; iyilikleri kötülüklere, faziletleri re-ziletlere tahvil edecek dereceye ulaştığını yakın ola­rak görmüşlerdir ve yazarın dil uzattığı bu hadisin Hz. Peygamber'in sağlam bir tevcihatı olduğunu an lamışlardır. [332]

Cennetteki Büyük Ağaç İle İlgili Hadis

Yazar 201. sayfada da şöyle diyor: «Müslim yine Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in şöyle dediğini ri vayet eder: «Cennette bir ağaç vardır ki bir atlı göl gesinde yüz sene yürür (se yine bitmez)» (Müslim 4/2175) Kitaplar Ebu Hureyre'nin bu kabilden hatta daha düşük rivayetleri ile doludur, biz burada bu kadarıyla iktifa edeceğiz, çünkü hepsini ortaya koy mak için müstakil ciltler dolusu kitaplara ihtiyaç vardır.»
Cevap:
Daha önce verdiğimiz cevaplar bu hadis için de kâfidir. Böylece Ebu Hureyre'nin rivayetlerinden ten-kid ettiklerinin gerçek yönlerini izah etmiş olduk. Bun ların büyük bir kısmı uydurma hadislerdir. Hem Re-sulullah hem de Ebu Hureyre bunlardan uzaktır. Mev zu hadisler yalan ve uydurma olduğu için hiçbir araş tırıcının bunlardan neticeler çıkarması veya bunları delil olarak kullanması doğru değildir.
Hadislerin bir kısmı Ebu Hureyre'den başka sa-hâbiler tarafından rivayet edilmiştir. Bazıları da baş ka sahabiler tarafnıdan aynen rivayet edilmiştir. Bir kısmı da sahih hadis olup yazar, dar düşünceli ve* hadisleri tanıma ve anlamada yeteneği olmadığı için, dil uzatmıştır. (Bunun bir sebebi de) Müsteşrik, mis yoner ve benzerlerini taklid etmesidir. Oysa ilmin iler lemesi bu hadislerdeki bazı sırları ortaya çıkarmıştır. Öyleki o gün bu bilgiler vahye mazhar olan bir pey gamberden başkasının aklına bile gelmez. [333]

Yazarın İthamlarının Kaynağı

Burada bilinmesi gereken bir hususa değinmek is tiyorum. Ebu Reyye, müsteşrik, misyoner ve benzer lerine tabi olan bir mukalliddir. Ebu Hureyre'ye dil uzatırken ve sünnete hücum ederken verdiği hadisle rin büyük bir kısmım Ahmed Emin'in, Fecru'l İslam ve Duha'l İslâm adlı eserlerinden almıştır. Ahmed Emin de bunları Goldzier gibi müsteşriklerden almış tır. Böylece yazarın sadece bir borazan olduğunu söy leyebiliriz. Oysa bir araştırmacıya yazdığı her şeyde başkasını taklid etmesi, O'nun borazanı olması yakış maz. Hadis ilmini ve ricalini bilmediği için başka da ne beklenebilirdi ki. Bu ilimden nasibi oldukça azdır. Onun için görüşlerinin karışık olması pek şaşırtıcı olmasa gerek.
Yazar kitabında Ebu Hureyre'ye elli sayfa ayır mıştır. Tamamı sövüp saymak, zan ve itham ile akıl ve nakle dayanmayan iftiralardan ibarettir. Bunlarla kendisinin kötü niyetli olduğunu izhar etmiştir. Kini o dereceye varmış ki sözlerini şöyle bitirmiştir. «İşte bu Hz. Peygamber'le sadece üç yıl beraber kalıp ki taplara sığmayan binlerce hadis bırakan Ebu Hurey re'nin hayatıdır. Uzun uzadıya üzerinde durmamı zın nedeni bütün sahabenin durumunu yansıtması içindir.» [334]

Dil Yetersizliği

Ebu Reyye «el-ulûf»un binler, onbinden fazla olan sayılar için kullanılan bir cem-i teksir olduğunu bile memiştir. Oysa imam ibn-i Hazm'ın kitabında en de taylı musannef olan Bakıy b. Mahled'in Müsnedi'nin Ebu Hureyre tarafından rivayet edilen 5374 hadise yer verdiğini nakletmektedir. Görüldüğü gibi bu sayı, bı rakın onbini altı bine kadar dahi ulaşmamıştır. Ger. çek şu ki Ebu Hureyre'nin rivayetleri kitapların say falarını değil ilim ve rivayet yönünden sahabenin ko numunu ve kadrini bilmeyen Ebu Heyye gibi sünnet ve hadis düşmanlarının göğsünü daraltmıştır. Biz, Ebu Hureyre'nin neden çok hadis, rivayet ettiğini an lattık, sahabenin, Tâbiunun ve ilim ehlinin O'nun hak kındaki görüşlerini de aktardık şayet durumu saha beye gizli kalmışsa Hz. Peygamber'in şehadetiyle asır ların hayırlısı olan tâbiûn asrına nasıl meçhul kala bilir? Kaldı ki İmam Buhari'nin belirttiğine göre 800 ilim ve rivayet ehli kendisinden nakilde bulunmuştur.
Dikkat edin Hidayet ancak Allah'tandır. Allah'ın dalalete düşürdüğünü hidayete götürecek kimse yok tur. [335]

Dört Halife'nin Az Hadis Rivayet Etmelerinin Sebepleri

S. 203'te dört halife gibi sahabe büyüklerinin ri vayetlerinden söz ederek bunlann az hadis rivayet ettiklerini belirtiyor. Daha önce de başta Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer olmak üzere dört halifenin neden az ha dis rivayet ettiklerini nisbeten anlatmıştık. Bunun baş lıca sebebi hilâfet işleri ve İslâm'ı yaymakla meşgul olmalarıdır. Yoksa ne I^esulullah'tan az hadis işitme leri, ne ezberlediklerini unutmaları ne de Ebu Reyye'-hin tekrarlayıp durduğu gibi işleri güçleri hadis işitip, ezberleyip neşreden sahabeden şüphe etmeleridir. Da ha önce de belirttiğimiz gibi çok hadis rivayetinin baş lıca amilleri: boş vakit, kuvvetli hafıza, dünya meşgaleşinin azlığı, ömrün uzun olması ve ilim ve fetva ile uğraşmaktır, tekrar hatırlamakta fayda vardır. [336]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:11 am

Hz. Ebu Bekir'i İthamı

Akıl ve nakille bağdaşmayan zanlanndan birisi, de Hz. Ebu Bekir hakkındaki şu sözüdür: «Göze çar pan husus kuvvetli hafızaya yüksek bir zekâya ve sağlam bir imana sahip olduğu halde Hz. Ebu Bekir'in Hz. Peygamber'in hadislerini ezberlemekten yüz çe-virmesidir. Ezberlediklerini de rivayet etmemiştir. (Bir-ara) biriktirdiklerini de yakmıştır...»
Biz, Hz. Ebu Bekir'in Resulullah'ın hadislerini ez berlemekten, imtina ettiği görüşünü kabul etmiyoruz. Halbuki Hz. Ebu Bekir bu işi nefsinden daha çok se­viyordu, gözünden kulağından daha aziz biliyordu. Okuyucular bilsinler ki yazar Ebu Hureyre'ye dil uza tabilmek için Hz. Ebu Bekir'i itham etmiştir.
Ezberlediklerini de rivayet etmemiştir, görüşüne de katılmıyoruz. Gerek Buhari ve Müslim'de gerek se diğer hadis kitaplarında kendisinden birçok hadis rivayet edildiği halde nasıl böyle denebilir? Hâkim'den naklettiği, Hz. Ebu Bekir'in beşyüz hadis toplayıp son ra yaktığı rivayetine gelince Hakim'in bütün rivayet leri sahih değildir. O hadislere sahih damgasını vu rurken gevşek davranmakla bilinmiştir. Şayet habe rin sahih olduğunu kabul etsek dahi bu O'nun son derece titiz olduğunu gösterir. Adil vesika ravi de olsa hata ve unutkanlık ihtimali olduğu için ne derece ihtiyatlı hareket ettiğini gösterir. Yoksa yazarın var mak istediği gibi sahabeler şüphe edip onları itham ettiği için değildir. [337]

Hz. A|i'nin Rivayetleri

«Hz. Ali'nin rivayetleri» başlığı altında söylediği O'nun Hz. Peygamber'in amcasının oğlu olup daha küçükken kendi evinde yetiştirdiği vs. gibi şeylere katılıyoruz. Ancak fazilet ayn şey rivayet ayn şeydir. Aralarında hiçbir irtibat yoktur. Bakarsın birisi ken disinden çok daha faziletli birisinden daha fazla ha dis rivayet edebilir. Sonra Hz. Ali'nin rivayetleri Bu hari ve Müslim'de çoktur. Ancak O, Hz. Ebu Hureyre, Abâdile (dört Abdullah) ve diğer çok hadis rivayet edenler gibi vaktini bu işe ayıramamıştır. Onun için de rivayetleri az gelmiştir. Sonra tarihi tetkik edenler Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'in vefatından önce ve son ra hep cihad ile meşgul olduğunu, Hilâfeti esnasında harpler ve büyük zorluklarla karşılaştığını ayrıca Ebu Hureyre ve çok hadis rivayet edenler (muksir) den önce vefat ettiğini göreceklerdir. Bütün bunlar az ha dis rivayet etmesinin sebepleridir. [338]

Kötü Anlayış Ve Korkunç Bir İftiraya Örnek

203. sayfanın dipnotunda yazar imam ibn-i Tey-miye'nin Hz. Ömer hakkında «İkUdaıTs-Sırâti'l Müsta kim» adlı eserinden şu söylediklerini naklediyor.: «Hz. Ömer, Hz. Peygambor'in izinden yürüyerek Allah'ın kitabı üzerinde çok durur Resul'un sünnetine sarı lırdı. İşlerini İslâm'a ilk giren Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr... gibi İslâm ve müslümanlar hak kında görüş- serdedebilen ilim ve fıkıh erbabı ile isti şare ederdi.»
Yazar ille de Ebu Hureyre'ye iftira atmak istedi ği için İmam ibn-i Teymiye'nin bu sözlerinden şu ne ticeyi çıkarıyor: «îbn-i Teymiye'nin şu ince anlayı şına ve geniş malumatına bakın Hz. Ömer'in İstişare ettiği kimseler arasında Ebu Hureyre'yi zikretmiyor. Çünkü O'nun ne ilmi ve fıkhı ne de bir görüş ve na­sihati olabilirdi.
Nasıl anlayacağını bilmeyen akıllara şaşarım doğ rusu imam ibn-i Teymiye Hz. Ömer'in İslâm'a ilk gi renlerle istişare ettiğini belirttikten sonra bunlardan bazılarını Örnek vermesi, yazarın iftira ettiği gibi bu nun Ebu Hureyre için bir noksanlık olacağı, aklından bile geçmemiştir. Ebu Hureyre tabi ki İslâm'a ilk gi renlerden değildir. Zira hicri yedinci yılda müslünıan olmuştur. Ancak İslâm'a ilk girenlerden olmaması O'nun için bir kusur değildir. Binlerce sahabi sonradan İslam'a girmiştir. Durum Ebu Reyye'nin sakat anla yışı ve çarpık mantığı'nın. anladığı gibi olsaydı bu bü tün sahabilere yönelik bir eksiklik olurdu. Sonra Hz. Ömer'in istişare etmediği herkes'in ilim, fıkıh, içtihat ve nasihat ehli olmadığım kim söylemiştir? Bu hatalı çıkarım doğru olsaydı sahabenin büyük bir kısmı için bir eksiklik olurdu. Ebu Hureyre'ye dil uzatabilmek için bu kadar zorlanmaya (kırk dereden su getirme ye) bu kadar da yanlış neLiceler çıkarmaya kalkışma ya da pes doğrusu. Yetişin ey insaf ehli bizi bu fırtınadan ve kötü sözlerden kurtarın. [339]

BAZI MÜŞKİL HADİSLER

207. sayfada «MüşkÜ hadisler» başlığı altında yer alan verdiği hadislerin bir kısmı merfu, bir kısmı mev kuf bir kısmı da şüpheye yer olmadan sahih oldukları halde bunları müşkil kabul etmiştir. Bu hadislerin bir kısmı da sahih olmayıp büyük bir ihlimalle mevzu ya da İsraili haberlerdendir.
Bu hadisler ile ilgili cevaba geçmeden önce derim ki:
Bu yazarın ilginç yönlerinden birisi bir taraftan müş-killer üzerinde dururken bir taraftan da müşkülen artırmasıdır. Bu arada kötü maksadı, güvenilir âlimlerin; başta Buharı ve Müslim'de olanlar olmak üzere bu hadişlerdeki müşkiiiere verdikleri cevapları belirtmekten kaçınmıştır.
Yazarın durumu en tatlısı bile acı olan iki hususdan İbarettir. Çünkü yazar ya bu hadisleri şerheden imam ların yazdıklarına muttali olmamıştır ki, bu bir eksik lik ve cehalettir. Ya da muttali oldu ancak bunların sün nete ve hadisçilere olan güveni azaltmak hedefine yar dım etmediğini gördü de es geçmeyi tercih etti. Bu da hıyanet ve hakkı batıl ile kanştırmakdır. Her ikisi de insaflı bir araştırıcıdan uzaktır.
Yazar müşkiiiere ve ithamlara yönelmeyi âdet edin miştir. Ancak yaptığı iş bunlara üfürerek habbeyi kubbe yapmaktır. Ne varki çok geçmeden köklü ilmi araştır manın karşısında kalanıamiş, su yüzündeki kabarcıklann yok olduğu gibi bunlar yok olmuştur. Bir defa da olsa bu âdetini bozup hadis ve ricalinin bir güzelliğine değinmemiş ir. Oysa sünnet içerisinde gerek eğitsel, ge rekse yaratılış ile ilgili ve gerekse İnsanı yüce gayelere sevkeden İslâm'ın güzelliklerinden ve övünç vesilelerin den, olan binlerce hadis vardır. Müellife düşen kısa bir ke lime ile de olsa buna işaret etmekti; ama bunu yapma­mıştır. Tabiiki bunu içinde gizlediği kötülükten dolayı yapmamıştır. [340]

Müşkil Gördüğü Hadisler

Şimdi yazarın arzettiği müşkil hadisler ve onların gerçek yönlerini izah etmek istiyoruz. [341]

1-Levh-i Mahfuz Hadisi

Ibn-i Abbas (Hz. Peygambei 'in şöyle dediğini) riva yet etmiştir: «Allah levh-i mahfuzu beyaz inciden ya rattı. İki Ikabını da Ikırmızi yakuttan yarattı. Kalemi ve yazısı nurdandır. Eni yerle gök arası 'kadardır. Allah Teâla O'na her gün bir defa bakar (ona göre) kimisini diriltir ve (kimisini de öldürür. Kimisini yükseltir kimi sini de lalçaltır ve dilediğini yapar.»
Cevap:
Bu konuda Hz. Peygamber'den gelen sahih hiçbir ha dis mevcut değildir. Sadece sahabe ve tâbiûn'dan gelen haberler vardır. Vacip olan levh-i mahftı/.'un varlığına inanmaktır. Allah'ın olan ve olacak olan herşeyi orda kaydettiğini kabul etmektir. Bunun ötesinde levh-i mah fuzun vasfı, keyfiyeti, yazıyı yazan kalemin nasıl oldu ğu gibi şeyleri kabul etmek gerekmez. îbn-i Abbas ve baş kalarından gelen bu haber en yakın ihtimalle ehl-i kitaptan alınan israiliyat cümlesinden dir. îlginç olduğu İçin nakledilmiştir. Özellikle Kur'an'da bunu tasdik eden ya da tekzib eden bir âyet olmadığı için rivayet etmekte bir beis görülmemiştir. Daha Önce de İslâm'a göre ben-i İs rail'in haberlerini izah ettik. Binaen aleyh hadis sahih olsa da herhangi bir müşkil söz konusu değildir. Allah'ın kudreti her şeyi yapmaya kâfidir. [342]

Güneşin Secdesi Hadisi

Buhari, Müslim ile Sünen ve Müsned'lerde ayrıca ba zı rivayet tefsirlerinde Ebu Zerr'den rivayet edildiğine göre «Hz. Peygamber güneş batarken kendisine : «Güneş (nereye gidiyor biliyor musun?» diye sorar. O da Allah ve Resulü dalıa iyi bilir» deyince : «Resulullah o arşın al tında secde etmeye gidiyor» diye karşılık verir.[343]
Daha ünce de belirttiğimiz gibi bu hadiste herhangi bir müşkil söz konusu değildir. Sadece mecaz ve temsil kabilindendir. Bu tür mecazlar Arap dilinde meşhur ve yaygındır. Bu hadisi ancak Arap dilinin zevkine eremeyen ifâde ve uslub tarzları konusunda bilgi sahibi olmayan lar müşkil görebilirler. [344]

Hapsedilmiş Şeytan Hadisi

Müslim zamileteyn[345] (iki deve yükü kitap) sahibi Abj dullah b. Amr'ın rivayet ettiğine göre «Denizde Dâvud
oğlu Süleyman'ın bağladığa şeytanlar vardır. Çıkıp in sanlara bir Kıır'an okumaları yakındır.»
Bu rivayet Abdullah b. Amr üc biten mevkuf bir ha berdir, öyleyse bizi ilgilendirmez. Şu kadar var ki, cin âlemine inanan kinişe için pek bir problem teşkil etmez. Akla aykırı bir şey de yoktur. Kaldı ki kanaatime göre Yermuk'tan elde ettiği eh M Kitab'm kitaplarından nak letmesi muhtemeldir. Birisi çıkıp bu haberin merfu olduğunu söyleyemez. Zira biz diyoruz ki : «Hadis imam ları içtihada varılamayan sahabe sözlerinin hükmen mer fu olduğunu söylemişlerdir. Ancak sahabi Abdullah b. Amr b. As gibi israiliyat haberleri alanlardan olmaması şartıyla. Onun için bu haber asla hükmen merfu olamaz. [346]

Acve (Medine Hurması) ve Şifa Olduğuna Dair Hadis

Buharı «Acve sihire karşı şifadır» babında Amir b. Sad'dan, O da babasından Hz. Peygamber'in şöyle dediği ni rivayet etmiştir. «Kim her sabah acve hurması yerse, o gün akşama kadar ne zehir ne de sihir O'na zarar vermez.» Başka bir rivayete göre «yedi hurma yerse» diye geçer [347]Aynı hadisi Müslim de Sâd b. Ebi Vakkas'tan, rivayet elmiştir.[348] en-Nesâî ise başka bir varyantını şu şekilde rivayet eder : «Acve cennettendir, Zehire karşı dailer şeyden önce yazarın bu konuda üstaz Ahmed F.ıniıı'in Duhâ'l İslam adlı kitabına tabi olduğunu, O'nurı da müsteşriklerden etkilendiğini belirtmek isterim.
Cevap:
Eski âlimler Allah ecirlerini versin bunun bir çeşit Medine hurması olduğunu söylerler. Hadislerde verilen sayı, çokluk ifade eder Özellikle yedi rakamı bu­nun için kullanılır. Yine bu âlimlere göre : bâzı topraklar da yetişen meyve ve bitkilerin özellikleri başka toprak larda yetişenlerden farklı olmaktadır. Bunu daha Önce söylemişler ilim de bugün bu görüşü doğrulamıştır. Öy leyse Medine'de yetişen bu hurmanın, zehiri giderici özel liğinin olmasında; nefsi ve cesedi zehir ve sihire karşı korumasında aklen ne mâni olabilir? Biri ortaya çıkıp : «biz bunu deneyelim yâni birisine önce bu hurmadan yedirelim sonra da zehir verelim bakalım ne olacak?» di yemez. Çünkü hadis hangi zehir ya da zehirlenme çeşidi olduğunu tahdid etmemiştir. Öyleyse hangi zehir olduğu nu araştıralım? Bu noktadan Nebevi tıbbın özellikle ruh sal ve psikolojik yönden etkili olduğuna dikkat çekmek isterim. Binaen aleyh her kini bu niyetle hurma veya acve yerse sihirden gelecek etkileri gidererek beden ve nıh yönünden bir güç kazanacaktır.
İnsana yapılan sağlık veya hastalık telkinlerinin et kisi inkar edilemez. Bazı insanlar bâzı hastalıklardan ruhî yönden güçlü ve kararlı olduklarından kurtulurlar. Bâzı sağlıklı insanlar da korku ve kuşkudan dolayı rahatsız olurlar. Hadis gaybî bir durumu bildirdiği için Hz. Pey gamber ve getirdiklerinin hak olduğuna inandığımız müddetçe, sağlam ilmî isbat yolları ile sahih olduğu tesbit edildiği müddetçe kabul etmek zorundayız. Bu konuda fazla bilgi elde etmek isteyenler imam ibnu'İ Kayyım'm «Zâdu'l Meâd», Hafız ibn-i Hacer'in de «Fethu'l Bari» adlı kitaplarına müracaat edebilirler.[349]
2-Hadis Nebevi bir mucize olarak itibar edilebilir. «ed-Doktor» dergisinde kimyager, doktor Mahmud Selâme'nin, Acve'nin faydalan konusunda kıymetli bir araş tırmasına muttali oldum. Doktor bu araştırmasında, ha disi doğrulayan başka yazılarda da olduğu gibi, insan vücudunu zehirden koruyan bir âmil olduğu neticesine varmıştır. (Bunları okuduğumda) Subhanallah dedim, Hz. Peygamber, bunu söylerken ne doktordu ne de tıp tahsili görmüştü. Hem söylediği zamanda tıbbî araştırma lar buna varacak kadar ilerlememişti. İbret alın ey basiret sahiplen! Bu hadise itiraz edenler bugün ilmin Acve'nin Özellikleri hakkında söylediklerine ne derler.
Şayet bâzı Mahir müslüman doktorlar sahih hadis kitaplarında mevcut olan tıp ile ilgili hadislere yönelir, sabır ve imanla araşttnrsa öyle inanıyorum ki, insanlık için büyük hayırlara vesile olur ve bu hadislerden birçok tıbbî mucizeler ortaya çıkaracaklardır. Bu davete İcabet edecek yok mu? Evet bâzı mümin tabibler bu sahaya yönelerek bâzı makaleler neşrettiler. Ancak ben bu konu da kaynak olabilecek büyük bir telifle yeterli bir araştırma yapılmasını kastediyorum [350]

Şeytanın Ezanı İşitirken Kaçması Hadisi

Buharı ve Müslim Ebu Hureyre'den Hz. Peygamber'in şöyle dediğini naklederler: «Namaz için ezan okunduğunda şeytan arkasını döner» ve ezanı duymamak iciıq .seslice yellenir, ezan bitince döner, Kamet getirilince (ay nı şekilde) tekrar arkasını döner bitince İnsanla nefâ& arasına girmek için tekrar önünü dÖner.» [351] (Ebu Reyye bu hadisi naklettikten sonra) alay ederek şöyle der:
«araştırmacı âlimler bu hadisin şerhinde şeytanın bunu kıyamet günü ezanı işitmedim diyebilmek için yaptığını söylerler.»
Yazarın bu hadisi neden müşkil olarak kabul ettiği ni bilmiyorum. Oysa Hz. Peygamber'den gelen ve gaybı ilgilendiren merfu bir haberdir. Bu tür hadisleri cin âle mine inanmayanlar inkâr ederler. Bu âlemi inkar eden lerin hükmünün de küfür olduğu malumdur. Çünkü o /aman Kur'an'la sabit olan bir şeyi inkar etmiş olur. Ha dis temsil ve mecaz makamında gelmiş ve şeytamn ezanı işittiğinde nefret ve tiksintisini tasvir etmiştir. Bu tür temsiller Arap dilinde yaygındır. Hadis hakiki manaya hamledilse yine de bu imkansızdır denilemez. Cinlerin tabiatı ki onlar da yer içerler buna zıt değildir. İblis ve avânesi bizi görüyorlar fakat biz onları görmüyoruz. Nitekim Alah Teâla'da da bir âyet-i kerimede : şöyle bu yuruyor: «...... o ve kabilesi sizin onları göremiyeceğiniz yerden sizi görürler... [352]Allah teâla bâzı Önemli hik metlere binâen bâza jpeygamberlerini onlann hallerin den ve tasarruflarından haberdar etmiştir. Bu gaybi iş lerdendir. Binaen aleyh masum bir peygamberden sabit olunca inanmak gerekir. Bilemiyorum, Ebu Reyye hadis lerle alay hükmünü nasıl bilmez. [353]

Ebu Süfyan Hadisi

Müslim Ebu Süfyan'dan O'nun Hz. Peygamber'e şöy le dediğini rivayet eder : «Ya Resulullah! Bana üç şey ver : kızım Üramu Habibe ile evlen, oğlum Muâviye'yî (vahiy) katibi yap, müslümanlarla savaştığım gibi kâfirlerle de savaşmamı bana emret...»[354] yazar hadisi naklederken tasarraf al t a bulunmuş ve Müslim'deki lafızları aynen almamıştır.
Bu hadisi ilk hadis imamları da müşkil olarak ka bul etmiş ve İkrime b. Ammar'm bir hatası (velim) ola-rak niıelendimrıişlerdir. O, hata eden ve karıştıran bir ravidir. Çünkü Ilz. Peygambcr'in Ümmu Habibe ile hicri altıncı veya yedinci yılda evlendiği kesin olarak tesbit edilmiştir ki, bu da kati suretle Ebu Siifyan'm sekizinci yılında İslâm'a girmesinden önce idi. Alimlerden zorla narak bu hadise cevap verenler olmuştur. Bundan maksadın «kızım ile olan evliliğe devam edebilirsin ya da nikah akdini yenile» demek olduğunu söylemişlerdir. Bunun bir zorlanma olduğu gerçektir ancak hadis uydur ma olmayıp içine hata karışmıştır. Binaen aleyh cerh ve tâdil âlimlerinden hiç kimse İkrime b. Ammar'ı hadis uy durmakla suçlamamiştır. Veki (ibnu'l Cerrah) ve Yahya ibn-i Main, O'nun sika olduğunu söylemişlerdir ki, bu iki imam(m raporları) yeterlulir [355]Bu hadise vehm'in karıştığını söyleyen «Minhacu's-Sünne» adlı eserinde, ibn-i Teymiye olmuştur yoksa Ebu Reyye yeni bir şey söyle memiştir. Bütün yaptığı şey, bu küçük yanlışlığı büyüte rek İmam Müslim'in Sahih'inin değerini düşürmeye yö nelmektir. [356]

Resulullah'in Umeyye B. Ebl's-Salt'ın Bâzı Söylediklerini Doğrulaması

imam Ahmed «Müsned»inde îkrime'den; O da ibn-i Abbas'tan Hz. Peygamber'in : «Şâir Umeyye b. Ebi's-Salt' ın şu sözlerini tasdik ettiğini rivayet eder:
Güneş her gece nin sonunda kızıl olarak doğar Ve sabahleyin rengi gül rengi iolur. Fakat jbize kolaylıkla doğmaz Azap görmeden ve sopalanmadan
Allah Resûlu'nun hakikat olduğu müddetçe Umeyye ve benzerlerinin sözlerini tasdik etmesinde aklen ve şer', an bir mâni yoktur. Sahih bir hadise göre Hz. Peygam ber «en doğru söz şairin : «Allahtun başka her şey bâtıldır» sözüdür» buyurmuştur. Şayet söz yalan yanlış olsaydı. I iz. Peygamber uyarırdı. Bundan dolayı şair «Lebid»in «Her nimet zail olacaktır» sözünü duyunca «yalandır zira cen net nimetleri zail olmayacaktır» demiştir. Aynı şekilde bu mevzu bahsimiz olan Umeyye'nin şiirlerini duyunca «lisanı iman etmiş ancak kalbi inkar etmiştir» buyur muştur. [357]

Kıyametin Vakti

Müslim, Enes b. Mâük'ten şu rivayette bulunur : «Bir adam, Hz. Peygamber'e «Kıyamet (es-Sâet) ne zaman kupacak» diye sorar. Hz. Peygamber kısa bir müddet sükut ettikten sonra yanında Ezd kabilesinden bir çocuğa bakarak, «Bu çocuk yaşarsa iyice ihtiyarlamadan kıyamet kopar» cevabım verdi. Hz. Enes çocuk o gün benim yaşıtimdi der.[358] Yazar hunu naklettikten sonra alay ederek şöyle der. «isnad köleleri bu konuda ne der acaba muh­temelen bâzıları bu çocuk hala ihtiyarlığa ulaşmadı di yecektir.»
Bu hadisi ancak ne kastedildiğini anlamayacak kadar dar görüşlü ve kısır düşünceli kimseler müşkil olarak görebilirler. Bu ve benzeri hadislerde kastedilen kıyamet
günü değildir. Belli bir vakittir: Yâni birinci asırda ya sayan neslin sona ermesidir. «es-Saat» kelimesi bülün dünyanın sona ermesi demek olan kıyamet mânasına gel diği gibi özel bir saat (vakit) manasına da gelir. İsle buradaki kastedilen de ikinci manasıdır. Sahih-i Müslim'de ki bir hadis te bunu teyid eder. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Bu geceyi biliyor musunuz? Bu geceden itibaren yüz sene sonra bugün yaşayan hiç kimse yer yüzünde kalmayacaktır.» Bu hadisi rivayet eden ravi derki : «insanlar Resulullah'ın bu so/.ünü yanlış andılar. Halbuki : Rcsuhıllah burada o günkü neslin sona ereceğini kasdel-miştir.» Yine sahih bir hadise göre; «Bir adam Hz. Pey-gamber'e, bir gün konuşurken, «kıyamet (es-sâet) ne za man kopacak?» dîye sorar, Resulullah sözlerini bitirin ce : «kıyamet (es'sâet)den soran kimdi?» der adam «ben dim Ya Resulullah!» eleyince şöyle buyurur : «Emanetler zayi olunca kıyameti (es~saat) bekle «Adanı» emanetler nasd zayi olur?» diye sorar Hz. Peygamberde : «işler eh line verilmediği zaman kıyameti bekle» diye karşılık ve rir.»
Görüldüğü gibi burada kıyametten maksat ümmetle rin kıyametidir. O da kuvvet İzzet ve ayakta kalmak için gerekli sebepleri terkettiklerinde helak olacakları saattir. Hadis en önemli sosyoloji nazariyelerinden birisini ortaya koymuştur.
Böylece Ebıı Reyye'nîn isnad kullan olarak itham el likleri Hadis imamlarının kendisi ve benzeri gibi Allafı ve Resulullah'ın düşmanlarına yardımcı olan, heva ve pa ranın esiri, şeytanın kölelerinden daha geniş ufuklu ve sağlam akıllı oldukları ortaya çıkmıştır.
Ya/ar bütün bu hadislerden sonra şöyle diyor : «Şen'î" birçok hadis var ancak uzatmamak için bu kadarla yetineceğiz. îmam et-Tehâvî'nin hadislerin müşkilleri'nden bahseden [359] dört ciltlik bir kitabı vardır, isteyen ona mü racaat edebilir.»
Ben de diyorum ki : «evet dileyen et-Tehavî'nin bu kitabına müracaat edebilir. O zaman zahiren müşkil gö rünen hadisleri anlamada gerçek âlimlerin metodunu, on ları nasıl anladıklarını, hadîse ve hadis ehline nasıl say gılı davrandıklarım, selef-i sâlihe karşı nasıl bir edep ta kındıklarını görebilirler. Aynı şekilde âlimlerle âlimcik-ler, hakikat arayıcıları ile yalancı makam ve aldatıcı se rap arayanlar arasındaki farkı da görebilirler.» [360]

Beklenen Mehdi ile İlgili Hadisler :

Yazar 209. sayfada şöyle diyor : «Mehdi hakkında vârid olan hadisler de müşkilattandır. Hhl-i sünnete göre onun adı Muhammed b. Abdullah başka bir rivayette ete Ahmed b. Abdullah'tır. Imamiyye Şiası bunun masum imamlardan olan Muhammed b. Hasan el-Askerî oldu ğuna ittifak etmiş ve bunu «el-Hucce» ve «el-kaimu'l muntazar» diye isimlendirmişlerdir.»
Mehdi muntazar hakkında çok eskiden beri âlimler farklı görüşler serde t m işlerdir. Bâzıları zayıf bulmuş ve reddetmiştir Ibn-i Haldun'un «Mukaddimesinde yaptığı gibi Hafız es-Suyutî ve ibn-i Hacer el-Heyscmi gibi bâzı âlimler sahih olarak kabul etmişler. Hatta bazıları da mütevatir kabul etmişlerdir. Büyük müetehid, mııhaddis el-Kâdi eş-Şevkânî bunlardandır, O'nun bu konuda bir
risalesi vardır [361] Oysa biz, eş-Şevkânî'yi birçok belaya ma ruz kalsa da delillere kanaat getirmeden konuşmayan, hür fikir ve düşünceli biri olarak biliyoruz. Medeni mesele delilleri çatışan ihtilaflı bir meseledir, öyleyse yazarın bunu abartarak, sünnete dil uzatmak için bir vesile it tihaz edinmesi ve hadis ehlini hakir görmesi gerekmez. (Buna rağmen) Hadis ricali ve tenkidini bilen bir içtihad ehli olsaydı bu da O'nun bir görüşüdür derdik. Ancak kendisi başkasına tâbi oluyor ve bütün sözlerini taklid yolu ile oluyor. Öyleyse durum o kadar abartılacak ve tantanası çıkarılacak bir şey değildir.
Burada bilinmesi gereken husus mehdi hakkındaki hadislerin bir kısmı sahih bir kısmı da sahih değildir, bâzısı zayıf bâzısı mevzu'dur. [362]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:12 am

Oniki Halife ile İlgili Hadisler

Yazar 210. sayfada oniki halife ile ilgili hadislere yer vererek Buharî, Müslim ve diğerlerinde bu meyan-da geçen hadisleri zikreder. Bu hadislerin tamamını da Hafız ibn-i Hacer'in Fethu'l Bâri'sinden nakleder. Zik rettiği hadisler arasında et-Taberânî'nin Abdullah b. Amr b. As'tan rivayet ettiği bir hadis ve Kâb'tan gelen iki mevkuf habere yer verir. Sonra şöyle der: «Bu hadisler oniki halifenin geleceğini haber verdiği halde bütün bu hadislerle çelişen bir hadis rivayet ettiler.
O da «sefine hadisi» (diye bilinen) Sünen sahiplerinin rivayet ettikleri ibn-i Hibban ve başkalarının sahih saydıkları su hadistir: «Bentleri sonra hilâfet otuz senedir.
Sonra da krallık olacaktır.» Yazar daha sonra büyük âlim lere göre iki hadisin kendileri ve râvileri hakkında güveni giderecek tarzda çelişkili olduğunu okuyucuya ima etmek istiyor. Bunları müteakiben de Kâdi lyaz ile imam lîbu'l Ferce ibnu'l Cevzî'nin sözlerini naklediyor.
Cevap :
1-Yazar, haberleri naklederken Fethu'l Bâri'yi esas almıştır. Şu kadar varki Özelliklerinden olduğu gibi inceleme ve araştırma yapmadan nakletmiştir. Kâb'm ri vayetlerini naklediyor. Halbuki ibn-İ Hacer, Kâb'ın rivayetleri hakkında «son derece sakattır.» demiştir. Sakat hadisler ise hiç bir şekilde hüccet olamazlar.
2-Yazar, Kâdi İyaz'ın bu iki hadisi müşkil gör düğünü belirtirken soruya yer venniş cevabı almamıştır. Bu, insanı müdellislerden sayan ilmi bir ihanettir, hıya nettir. Şimdi Kâdi İyaz'ın sözlerinin tamamını alalım. Hafız ibn-i Hacer Fethu'l Bâri'de der ki :[363] «Kadi tyaz. bunu özetleyerek derki: hadiste geçen oniki rakamına karşı iki som sorulabilir. Birisi bu hadis sefine hadisi diye bilinen, yani sünen sahiplerinin zikrettiği ibn-i Hib ban ve başkalarının sahih gördükleri «Benden sonra hi lâfet otuz sene sürecektir. Ondan sonra da krallık ola caktır» hadisi ile çelişiyor. Zira bu otuz sene zarfında sa dece dört halife ile Hz Hasan'ın.günleri vardır. İkincisi hilâfeti yüklenenler bu sayıdan fazla olmuştur» yazar Kadİ iyaz'ın sözlerini burada kesiyor. Şimdi bakalım devamında ne diyor Kadı tyaz : «Kadi îyaz dedi ki birinci soruya şöyle cevap verilebilir! Sefine hadisinde kastedi len Nübüvvet hilafetidir. Buhari ve Müslim'de, Câbir b.
Semure'den gelen rivayette de kayıtlandırılmamıştır. îkin-ci soruya da şöyle cevap verilebilir; Hz. Peygamber sadece oniki halife gelecek demek istememiştir. Oniki ha life gelecek demiştir. Bu oniki halife görevi yaptı ise faz lası gelmez, tltmek değildir. Bunlardan dördü geçti öy leyse kıyametten Önce bu sayı tamamlanacaktır.»
Ebu Reyye, Kadı İyaz'a yaptığını ibnu'l Cevzîye de yapmıştır. Sözlerinin bir kısmını alırken büyük bir kıs mını da terketmiştir. İbnu'l Cevzî'nin anlattıktan Feihu'I Bâıi'de bir sayfa yer tutmuştur.[364] tbn-i Hacer de bu ko nudaki rivayetleri tahkik etmiş ve kitabının birkaç şay iasını bunlarla doldurmuştur, öyle ki hakikati arayan ti tiz bir okuyucu bu konuda Buharı ve Müslim'de yeralan hadislere yakinen inanır. Hafız ibn-i Hacer hepimizin ittifakıyla bu ilmin büyük simalanndandır. Hatta yaza rın belirttiği gibi hadis ilminde müminlerin emindir. Öyleyse yazar neden hadisleri anlamada ve aralannı te'lif etmede O'nun metoduna baş vurmamıştır?
Yazar, Fethu'l Bâri'den bunları araştırma ve incele me yapmadan acele olarak mı aldı? Yoksa içinde gizle diği şeyden dolayı kasıtlı mı yaptı? bilemiyorum. Bu za limane kitabını sahibine yazdığımız reddiyeye muttali olanlar onun içindekini anlamışlardır. Şayet birinci ih timal doğruysa bu bir cehalettir. İkinci doğruysa bu bir ihanet aldatma ve tedlistir. [365]

Deccal Hadisleri

Yazar 213. sayfada Deccal hadislerini sıraladıktan sonra onlara dil uzatarak ahir zamanda Deccal'in çıka cağının bir hurafe olduğunu belirtir. İşin ilginç tarafı yazar Buharı ve Müslim ile diğer hadis kitaplarında sahabeden farklı senedlerle gelen sa hih hadisleri reddederken aynı sayfada Kâbu'l-Ahbar gU bi kimselerden gelen uydurma haberlere de yermiş lir.
Biz deccal ile ilgili, onun sıfatlan, ne zaman çıka cağı, kim olduğu nereden çıkacağı hakkında hadislerin uydurulduğunu reddetmiyoruz. Lakin bununla birlikte Buharı ve Müslim ile diğer hadis kitaplarında sahih hadisler de mevcuttur.
Buhari ve Müslim'de, Deccal ile ilgili birçok hadis rivayet edildiği gibi[366] diğer güvenilir hadis kitaplarında da nakledilmiştir. Hatta bâzı âlimler Deccal ve Hz. îsâ'-nın nüzulü ile ilgili haberlerin tevatür derecesine ulaş tığını bildirirler. Şayet, Deccal'in çıkışı ile ilgili hadisler mütevatir ise o zaman sabit olduğu kesinlik kazanır ki; inkarına mecal olmaz. Eğer tevatür derecesine ulaşma yan sahih haberler ise, Buharı ve Müslim'de geçen hadis ler gibi ümmetin kabul ettiği sahih hadislerle ibnu's Sa lah, ibn-i Hacer ve ibn~i Teymiye, selef ve halef ulema sının cumhuru tarafından katiyyet ifade ederler. [367]
Hatta bâzı âlimler sahih hadislerin (zann değil de) ilm-i yakin ifade ettiği görüşündedirler. Bu görüş Davud ez-Zâhiri, Hasan b. Ali ei-Kerâbîsi, Haris b. Esed el-Mu-hasibi taarfından benimsenmiştir. İbn-i Huveyz Mindad, Malik'ten de bu görüşü nakletmiştir. Aynı görüşü savu nan ibn-i Hazm bu konuda şöyle der: «Adil ve sika bir râvİ'nin yine kendisi gibi bir râvi kanalıyla Hz. Peygarn-ber'den rivayet ettiği sahih bir haber ilim ve ameli bir den gerektirir, zorunlu kılar.» Bu görüşü destekleyen muteabhir âlimlerden Merhum Şeyh Ahmed Muhammed Şâkirde bu konuda şöyle der : «Delillerin ağır bastığı ger­çek. Bu, ibn-i Hazm ile ister Sahihayn'de olsun; ister baş ka hadis kitaplarında, sahih hadislerin kesin ilim ifade et tiğini söyleyenlerin görüşüdür. Bu yakini ilim delile da yanan nazari bir ilimdir. Bu da ancak râvilerin halleri ve illetlere vâkıf hadis ilminde müiebahhir olan kimseler İçin hâsıl olur. Nazari olan bu yakini ilim herhangi bir ilimde mütebahhir olduğuna nefsi ikna olup kalbi mutmain olan herkes için zahir olur.[368]
Her ne olursa olsun bir müslümanın deccal hadis lerini reddetmesi ve ondan şüphe duyması doğru değil dir. Hz. Peygamber'in Önce kendi asrında ortaya çıkma sının muhtemel olduğunu söylemesi; sonra da Ahir za manda ortaya çıkacağını haber vermesi, onlara dil uzat mak ve yalanlamak için yeterli bir sebep olmasa gerek, çünkü vakti tayin edilmeden Hz. Peygamber'e vahy edil miş olabilir. Bunun üzerine o kendi asrında çıkacağını anlamış olabilir. Daha sonra Allah Teâla bunun âhir za manda kıyametten Önce vuku bulacağını haber vermiş olabilir.
Rivayet yönünden Deccal hadislerinin bir kusuru yoksa, şüpheleri ber taraf edecek tarzda farklı varyant larla rivayet edilmişse, mana ve dirayet yününden de herhangi bir kusuru yoktur. Hz. Peygamber başka bir hadiste otuza yakın Deccal'in geleceğini sonuncusunun da büyük Deccal olacağını haber vermiştir. Sahih-i Bu-harî'de geçen bu hadis şöyledir: «Dâvaları aynı olan iki büyük grup savaşmachkça, herbhi peygamber olduğu nu iddia eden otuza yakın deccal çıkmadıkça kıyamet kopmaz..» et-Taberâni ve îmam Ahmed'in rivayetinde.ise : «Otuz yalancı (peygamber) çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Sonuncusu da şaşı Deccal olacaktır.» deniliyor. Vakıalar tamamen bu hadisin doğruluğunu teyid etmiştir. Bu dee-callardan, Museyleme (el-Kezzâb), el-Esved el-Ansî ilk za manlarda çıktıkları gibi son zamanlarda da Hindistan'da Gulam Ahmed el-Kûthyâni hortlamıştır. Bâzıları da is tikbalde çıkacak ve sonuncusu Hz. İsa'nın tarafından öl dürülecek olan büyük Deccal olacaktır.
Madem bu gaybi haberlerin olması mümkündür, ve doğruluğunda şüphe olmayan Hz. Peygamber bunları ha ber vermiştir, öyleyse inanmak ve tasdik etmek vaciptir. Bu konuda aklın hakemliğine baş vurmak doğru değildir. Çünkü bu aklın idrak edemeyeceği gaybî haberlerdendir. [369]

Dünyanın Ömrünü Tahdid Eden Hadisler

Yazar 214. sayfada dünyanın Ömrü (başlığı altında) şöyle der: «Âlusî'nin tefsirinde geçtiği üzere: Suyutî dünyanın ömrünün 700 sene olduğuna dair birçok hadis rivayet etmiştir. (Yine ona göre) bu ümmetin ömrü 1000 yılı aşacak ancak bu fazlalık beşyüz seneye ulaşamıya-caktır.»
Cevap :
Dünyanın ömrünü yediyüz yılla tahdit eden ve Hz. Peygamber'in altıncı yüzyılın sonunda geldiğini bildiren haberlerden sadece birisi merfu olarak rivayet edilmiş ancak ibnu'l Cevzî ve diğer hadis uzmanları ve sarraf ları bunun da uydurma olduğuna hükmetmişlerdir. Ma dem bu haberlerin herhangi bir kıymeti yoktur, öyleyse hadislere dil uzatmak için bize bir sebep teşkil edemez. Bunlardan bazıları mevkuf olarak sahabe ve tâbiûndan rivayet edilmiştir. Sabit oldukları kabul «dilse dahi hüsn-ü niyyetle müslüman oları ehl-i Kitaptan aldıkları bâtıl İsrailiyattan oldukları muhakkaktır. Maazallah merfu olma-Iarı mümkün değildir. Dünyanın ömrünü 700 yılla tahdid etmek Allah'a, yaratıklara ve ilme iftira eden yahudilerin cehalet indendir.
Yazara şunu da belirtmekte yarar görüyorum. İmam Suyûtî'nin içtihadı O'nu bu îsrailî haberlerin bir kısmını kabul etmeye götürmüşse, bu şüphesiz bir hatadır. İs met sıfatını haiz olmayan hangi insan hata etmez ki? İsmet sadece Allah ve Resulü'ne aittir. îmam Suyûtî bu haberlere güvenmişse, öte yandan O'nun dışında bir çok hadis imamı onları tenkid etmiş ve bâtıl olduklarını or taya çıkarmıştır. Dünyanın ömrünün bu haberlerde be lirtilenden kat kat fazla olduğu kati delillerle ortaya çık mıştır ki, bu da rivayetlerin batıl olduğunu kesinleştir miştir.
Yine 214. sayfada ; «Müslim'de geçen bir hadise göre kıyamet hicri birinci asır sona ermeden kopacaktır.» di yor. Herhalde yazar bununla Hz. Peygamber'İn vefat et meden bir ay önce söylediği şu hadisi kastediyor : «Bu ge ce bana gösterildi ki, yüz sene sonra bu gün yaşayanlar dan yeryüzünde kimse kalmayacaktır.» insanlar Hz. Peygamber'İn bu sözünü aktaranlardan yanlışlıkla «yüz sene olarak anlamışlardır. Oysa Hz. Peygamber «Bugün yer yüzünde yaşayanlardan kimse kalmayacak» demiştir, yani asrın sona ereceğini belirtmiştir.
Hadis açıkça o asrın in kiraza ereceğini belirtmiş tir. Yoksa büyük kıyametin kopacağım kastetmemiştir. Daha önce de bazıları bu hadisi yanlış anladıkları gibi, yazar da yanlış anlamıştır. Şâyel yazar, rivayet üzerinde biraz düşünseydi bu yalan iddiaya yeltenmeyecekti. [370]

Fiten Hadisleri Ve Kıyamet Alâmetleri

Yazar daha sonra şöyle der : «Biz burada müslüman-ların güvendiği, Haşevî şeyhleri tarafından mukaddes bilinen hadis kitaplarım dolduran Fiten, kıyamet alamet leri ve Hz. îsâ'mn nüzulü ile ilgili haberleri de zikret meyi gerekli görmedik. Aynı şekilde Nil, Fırat, Seyhun ve Ceyhun nehirleri ile Buhari ve diğer kitaplarda geçen yedinci kat göğün üstündeki Sidretuİ Müntehâ'nın aslının ne olduğundan, bahseden hadislere de yer vermedik.
Cevap:
Fiten, kıyamet alametleri ve Hz. îsâ'nın nüzulü ile ilgili hadislerin bir kısmı sahih, bir kısmı hasen hatta İmam eş-Şevkânî'nin de belirttiği gibi ahir zamanda Hz. îsâ'nın nüzulü ile ilgili haberlerin bir kısmı tevatür de-, recesîne ulaşmıştır. Bu konudaki bazı rivayetler de za yıf ve mevzudur. Hadisçiler bütün bunları tenkid ederek sahih ile illetli olanları, makbul ve merdud olanları bir birinden ayırmışlardır.
Nil ve Fırat hakkındaki hadislere gelince... daha ön ce de bunlardan ne kastedildiğini açıklamış, bunun doğ ru yorumunu yapmıştık. Bu hadislerde hakiki mana de ğil mecaz kastedilmiştir ki, bu da hem dil açısından hem-de şeriat açısından geçerli bir mecazdır.
215. sayfada şöyle diyor: «Allame Reşit Rıza tef sirinde, kıyamet alametleri ile onun emareleri olan fit neler, deccal, cessase ve mehdi ile ilgili hadislere dil uzattıktan sonra şu neticelere varmıştır:
1-Hz. Peygamber gaybı bilemezdi. Sadece Allah bâ zı gaybları kendisine indirdiği kitabında bildirmiştir ki
bunlar da iki kısımdır. Bir kısmı sarih olarak kendisine bildirilmiş bir kısmı ise istinbat ile elde edilmiştir.
2-Hadislerin büyük bir çoğunluğunun ma'na ile ri vayet edildiğinde şüphe yoktur. Binaen aleyh her râvi anladığını rivayet etmiştir. Bunlar büyük bir ihtimalle yan lış anlamış olabilirler. Zira bunlar gaybi haberlerdir. Muh-lemelen anladıklarını fazla lafızlarla tefsir etmişerdir...
Bu neticelere şu şekilde cevap verilebilir:
1-Hz. Peygamber'in gaybı bilemeyip ancak Allah' ın bâzı gaybleri kendisine bildirdiğine biz muhalefet ede meyiz, bunu reddetmiyoruz. Ancak biz diyoruz ki, Hz. Peygamber'in haber verdiği kıyamet alametleri ve istik balde zuhur edecek fitneler Allah'ın kendisine bildirdiği gaybi haberler cümîesindendir. Nitekim Allah Teâla: «... O, kimseyi gaybına muttali kılmaz, ancak razı olduğu elçiler müstesna. ..»[371] buyurmuştur.
2-Mana ile rivayete gelince, bunun gerçek yönü nü daha önce de ortaya koyduk. Orada hadislerin dela let ve ahkam yönünden değişikliğe uğramaları ile hataya maruz kalmalarının akli bir ihtimal olduğunu belirttim. Halbuki hadis imamlarının mana ile rivayetin caiz olma sı için ortaya koydukları şartlar, râvilerin hakkı ve doğruyu ararken gösterdikleri titizlik ve hatalardan nasıl ka çındıklarına muttali olanlar galat ve değişme ihtimalinin ne kadar uzak bir ihtimal olduğunu göreceklerdir.
3-Mezhep ve siyaset mutaassıpları ile salih ve mut taki görünen insanların uydurdukları hadisleri, âlim ler ilmî olarak tenkid etmiş ve yalan olduklarını açığa çıkarmışlardır. Bu konuda onlara gizli kalan bir şey kal mamıştır.
4-«Bazı mevzu hadisler sâdece uyduranların itiraf etmeleriyle ortaya çıkmıştır...» iddiası hiçbir şekilde doğ ru değildir. Zira itiraf sadece bir delil ve karinedir. İmam ların dayandıkları esas, sened ve metin tenkididir. Bunlar itiraf etmeseydi yine de âlimler sahip oldukları tenkîd melekesi, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırdetmek için koydukları dakik kaideler sayesinde bunların mevzu oldukları neticesine varırlardı. Bunun en güzel delili bir hadisin mevzu olduğuna delalet hususunda ikrara kesin olarak itibar etmemeleridir. Zira bir ikrarda bulunan kimsenin de yalandan itiraf etmesi muhtemeldir, bunları kitaplarında serdetmişlerdir.
5-îmam Muhammed Abduh'tan naklettiği, bâzı sa-habi ve tâbilerin müslüûıan olan herkesten hadis rivayet ettikleri, oysa her müslümanın sadık mümin olmayıp Hz. Peygamber'den ve başkalarından işittiklerini birbirinden ayırmadıkları, gürüşüne gelince: Abduh'un bu sözleri söylediği tesbit edilse dahi kesinlikle doğru değildir. Ya zar sözlere taşımadığı manaları yüklemek konusunda ol dukça haris davranmıştır.
Bu münasebetle bir hakikati tescil etmek isterim, îmam Muhammed Abduh hadis imamı sayılacak dere cede sünnet ve ilimlerinden nasiptar olmamıştır. Bunun için ibâzı hadisleri değerlendirirken, bâzı hatalara düş müştür. Burada yazar ve benzerlerine bir hususu daha vurgulamak isterim. Hak, kişilerle tanınmaz bilakis kişi ler hak ile tanınır. Hicret beldesi İmamı Malik b. Enes şöyle der: «her kesin sözü alınır ve reddedilir ancak Hz. Peygamber'i kastederek şu makamın sahibi müs tesna»
Ben şahsen imam Abduh ve talebesi Reşit Rıza'ya saygı duymakla beraber her insaflı araştırıcı gibi her
söylediklerini doğru ve hüccet olarak kabul etmem. Zira ikisi de insandır, tnsan hataya düşebilir. Reşit Rıza, sünnet ve hadîs alimi olmakla birlikte bazı noktalarda ayağı kaymıştır, tsmet, Allah'a ve Resulü'ne hastır.
6-Sahabenin tümü âdildir, eğlabiyyet kaidesi hak kında daha öncede kafi derecede izahlar yapılmıştı. «Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından iki yüz lülüğe iyice alışmış kimseler vardır. Sen onları bilmez sin, onları biz biliriz, onlara iki kere azab edeceğiz son ra da onlar büyük azaba İlctileceklerdir.[372] âyetinden de lil getirerek bazı münafıkların müslüman görünüp nifak ile hükmettikleri ve bu durumun Resulullah ve ashabı na gizli kaldığı (iddiasına gelince). Herşeyden Önce âyet te bunların hallerinin sürekli gizli kalacağı ile ilgili bir şey yoktur. Bilakis âyet Allah'ın bunların durumlarım Peygamber ve ashabına haber sererek açığa çıkaracağını belirtmiştir. «îki kere (kerreteyn) azab edeceğiz» der. Maksat çokluk ifade etmektir. Tıpkı «sonra îkikere (kerreteyn) gözlerini çevirir..» âyetinde olduğu gibi. Âyet, Allah'ın Peygamber'ini bunların durumlarından haberdar edeceğini bildiriyor. Bu hususu doğrulayan rivayetler de gelmiştir, ibn-i Ebİ Hatim, Taberâni el-Evsat'da, ve baş kaları ibn-i Abbas'tan şunu rivayet etmişlerdir.: «Hz. Peygamber, bir cuma günü hutbeye çıktı ve «kalk ey fa lan çık çünkü sen münafıksın, çık ey falan çünkü sen münafıksın» diyerek İsimlerini açıklayıp (bazılarını) dışa rıya kovdu. Ömer b. Hattab bir mazeretinden dolayı cti-nıuda bulunmamıştı. Onlar camiden çıkarlarken onlarla karşılaştı. Cumada bulıuıamadığı için utanarak gizlendi İnsanların cumadan dağıldıklarını zannetti, onlar da hallerinden haberdar oldu diye f Ömer'den gizlendiler. Hz. Ömer, Mescide girdi ve kimsenin dağılmasını gördü. Bir adaın Öıner.e : Müjde ey Ömer Allah bugün münafıkları ortaya . çıkardı» dedi. İşte bu lonların birinci lazabıdar. İkinci azab ise kabirdedir.» ibn-i Merdüye'nin Ebu Mes'ud ei-Ensâri'den rivayetine göre Hz. Peygamber o gün min berden 36 kişiyi bu şekilde ayağa kaldırmıştır.
7-Ebu Reyye'nİn naklettiği : «Metni müşkil ve ri vayeti ınuztarip olan, Allah'ın koyduğu kanunlara, dinin asıllarına veya kat'i naslara, yahut gözle görülen yakini olaylara muhalif olan her hadis zikrettiğimiz hususlardan dolayı zannidir. Binaen aleyh kim zikredilen bu rivayet lerden bîrinde müşkil görmeyip inanırsa (mesele yok) zi ra doğruluğu (mı kabul etmek) asıldır. Her kim de her hangi bir yönünden şüphe duyarsa yahut bâzı şüphe eden ler metindi' bir takım şüpheleri ortaya çıkarırlarsa o za man zikrettiğimiz hususlardan rivayete (senede) güvenmediğine hamletsin. Çünkü rivayetin Israilî desiselerden veya mâna ile rivayet edilmesi hatasından yahut işaret ettiğimiz diğer şeylerden kaynaklanması mümkündür...» sözlerine gelince:
Bu sözler haddi zâtında doğrudur. Nitekim muhak kik âlimler de bunları mevzu hadislerin alâmetleri olarak tanımışlardır. Ancak hata bu kaideleri tatbik etmek ile ilgilidir. Çünkü O'na göre müşkil olmayan bir hadis, başkasına göre müşkil olabilir. Bâzılarının kevni sünnetlere muhalif gördükleri, tahkik ve tetkik sonucunda muhalif olmadığı ortaya çıkabilir. Bâzılarının kat'i naslara ya da hisse muhalif gördüğünü bir başkası öyle görmeyebilin Nitekim yazar ve bâzı hadis tenkitçileri bu yüzden birçok hataya düşmüşlerdir. Çünkü bunların en büyük gayeleri yalanlamak ve yıkmak olmuştur. Bunu gerçekleştirmek için en basit sebeplere bile başvurdular. Bazı hadisleri yukarıda zikredilenlere muhalif olduğunu gpstermck için her türlü yola başvurdular. Ancak titiz muhakkik âlim ler bu kaideleri uygularken son derece ihtiyatlı davran dılar .özellikle muhalif olduğuna dair bir hüküm verir ken teenni ile hükmettiler. Onun için Hadisler için var dıkları hükümlerde isabet ettiler.
Daha önce de hadis imamlarının sened ve metin ten kidine verdikleri önemi belirtirken koydukları sahih kaidelerle .zahiren akla, hisse, keVni sünnetlere ve diğer hu suslara ters görünen hadisleri reddederken acele davran madıklarını belirtmiştim. Ö bölümün hatırlanması yeter lidir. [373]

Sahabe Ve Hadislerin Toplanması

Yazar 219. Sayfanın dipnotunda «Kur'anın tedvini» başlığı altında şunları yazıyor: «Göze çarpan ve akla ta kılan hususlardan bir tanesi de şudur : Sahabenin Yc-mame'de kırılmasından endişe eden Hz. Ömer, korku içinde Hz. Ebu Bekir'e gelmiş ve biran önce Kur'an'ın yazılarak, bir araya toplanmasını isterken «onlar hadis hafızıdır» demeyip «onlar Kur'an hafızlarıdır.» demiştir. Ayrıca Hz. Ömer hadislerin yazılarak bir araya toplan masını değil sadece Kur'an'ın yazılıp bir araya toplanma sı için çaba sarfetmiştir. Hatta biz onların Kur'an'ı cem ve tedvin ettiklerini görürken ki bu da büyük sahabe topluluğunun önünde yapılmıştır onlardan bir kişinin dahi hadislerinde yazılarak bir araya toplanmasını tek lif etliğini göremiyoruz. Onlar sadece Kur'an'ın toplan ması ile ilgilenmişlerdir. Bu da onların hadis toplamaya önem vermediklerinin en büyük delilidir. Onların Kur'an-dan başka asırlar boyu baki kalacak başka bir kitapları olamazdı.>.
Cevap :
Yazarın kötü niyetli olup, maksadının ilk İslâm nes linde dahi, sünnetin değerini düşürmek olduğuna bu ifa deler en büyük delildir. Ayrıca bu uğurda söz ve hadi selere yüklenmedikleri manalar yüklediğini de açıkça göstermektedir.
Hikmet, o zaman, kurrânın çoğu vefat edince, yazılı aslından bir şey kaybolur korkusuyla süratli bir şekilde Kur'an'ın bir mushafta toplanmasını gerektirmiştir. Fa kat hadisler için böyle bir ihtiyaç henüz baş gösterme mişti. Çünki ümmet Kur'an'la' mükellef olduğu gibi ha dislerin lafızlarım ezberlemek ve onunla ibadet etmekle mükellef değildi. Aslolan manasıydı lafızları değil, Kur'an'-İa karışmaması için yazılması da yasaklanmıştı. Sahabe, ehemmi mühimme, aslı fer'e tercih ettikleri için böyle bir şey yapmadı. Ne zamanki hadisleri toplamak, yok olmak tan kurtarmak gerekti, Râşid Halife Ömer b. Abdu'l Aziz resmi bir şekilde toplanmasını emretti. Genel olarak ha dis tedvini de bu şekilde başladı. Özel anlamda tedvin aslında daha önce başlamıştı. Zira sahabe ve tâbiun'dan bazıları hadisleri yazıyorlardı. O'na atmak istediği taşı yutturacak ve sahabeye yaptığı bu iftirayı reddedecek (en güzel delil) Beyhakî'nin el-Medhal'inde Urve b. Zübeyr'-den naklettiği şu haberdir : «Hz. Ömer sünnetleri yaz mak istedi. Bunun için Hz. Pey«amber'in ashabı ile isti­şare etti onlar da olumlu buldular. Bunun üzerine Hz. Ömer bir ay boyunca istihareye yatmaya başladı. Sonra bir gün sabah kalktı, Allah istiharesine karşılık vermişti, şöyle dedi : «Ben, sünnetleri yazmayı istemiştim fakat sizden önce, kitaplar yazıp onlara üşüşen ve Allah'ın ki tabını terkeden kavimleri hatırladım. Allah'a andolsunki Allah'ın kitabı ile hiçbir şeyi kanştırmayacağım.»[374]
Bu açık delilden sonra hala birisi sahabenin hadis leri toplamakla ilgilenmediklerini, onların koruyacakları başka bir.kitapları olamazdı diye iddia edebilir mi? [375]

Tedvin Ve Tevatür İlişkisi

Ebu Reyye'nin insanı hayrete düşüren sözlerinden bi risi de 217. sayfada yazdığı şu ifadelerdir: «Şayet Hz. Peygamber ve ashabı, Kur'an'ın tedvinine Önem verdik leri gibi hadislerin tedvinine de ehemmiyet verselerdİ o zaman bütün hadisler lafzı ve manasıyla mütevâtir ola rak bize gelecekti. O zaman Hz. Peygamber döneminde bilinmeyen ne sahih, ne hasen, ne de zayıf hadisler ola caktı. Böylece bütün ihtilaflar kökünden hallolacaktı. Âlimler, hadislerin sıhhatini araştırma külfetine katlan-mayacaktı. Hadis ilimleri, adalet, zapt, cerh ve tâdil yönünden râvilerin halleri ile ilgili bu kadar eser yazılma ya gerek kalmayacaktı. Fakihier ihtilafa düşmeden tek mezhep üzere olacaklardı. Çünkü o zaman hepsi müte-vatir olduğu için ihtilaf kapılarını açan, safları parçalayarak mezhep ve fırkalara bölen zanni galip olarak isim lendirdikleri şeylere baş vurmazlardı; O zaman bugün hâ la devam eden ehl-i hadis ve ehl-i rey tartışması olmaz dı. Böylece hadisler de nahiv, dil ve belagat âlimleri için önemli bir kaynak olurdu.»
Cevap:
Bunlar irticâli söylenen sözlerdir. Sağlam ilmi araş tırmanın karşısında çok geçmeden yok olacaktır. Zira hiç bir bilgiye dayanmıyor. Şimdi işin gerçek yönlerini ele alalım:
1-Bu sözler Kur'an'ın ve tevatürün ne olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor. Çünkü yazar, Kur'an'ın mü tevâtir oluşunu yazımına bağlamaktadır. Ne kadar ilginç bir anlayış!. Oysa Kur'an'ın mütevâtir oluşu her asırda binlerce müslümanın ezberlemelerindendir. Bu binlerce kişi sürekli yine kendileri gibi kalabalık bir gruba nak lederek zamamza kadar gelmiştir. Bu sırada ne bir harf artmış, ne de eksilmiştir. Tebdil ve tağyire asla uğra mamıştır. Şayet tevatür yazım ve tedvine bağlı olsaydı çe şitli ilim ve dallarda yazılan binlerce eski ve yeni kitap mütevâtir olurdu. Oysa gerçek anlamda bu kitapların te vatür ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tevatürde as-lolan; yalan üzerine ittifak etmeleri imkansız olan bir topluluktan şifahi olarak almaktır. Bu topluluğun da yi ne kendileri gibi büyük bir topluluktan aynı şekilde alma ları gerekir. Kitabın nakledildiği ilk asla varıncaya kadar bu böyledir. Şayet sünnet, Hz. Peygamber döneminde ya da şahabı asrında tedvin edilip böyle büyük bir topluluk tarafından ezberlenmemiş olsaydı mütevâtir sünnet ol­mazdı. Böyle bir şeyi hadis ilmine ilk başlayan bir talebe nin bile bilmemesi düşünülemez. Genel olarak sünnetin tedvini Kur'an'ın toplanmasından sonradır. Ancak az da olsa mütevâtir hadisler gelmiştir.
Hulâsa tevatür ve tedvin ayrı ayrı şeylerdir.
2 -Fakihier ile ilgili söyledikleri, imamlar arasın daki ihtilaf sebeplerini bilmemekten kaynaklanıyor. Bu nu çürüten en büyük delil şudur; Kur'an kesin olarak mü tevâtir olduğu halde fakihier ve âlimler onu anlamada ve ondan hüküm istinbat etmede ihtilaf etmişlerdir. Müte-vatirlik delalet ettiği manalar üzerinde ihtilafı gidermemiştir. Zira Kur'an'ın subutu kati olduğu halde birçok lafızların delalet ettikleri manalar zannîdir.
«İhtilaf kapılarını açan, ümmetin saflarını bölerek fırkalar haline getiren zannı galibe tabi olmaktır.» sözü düşünülmeden sarfedilen bir sözdür. İddia ettiği gibi feri hükümlerde zanna tabi olmak ümmeti bölmemiş t ir. Bu ümmeti esas bölenler, heva ve heveslerine uyarak, din ve dünyalarını satan, yazar ve benzerleridir. İslâm düşmanları da, İslâm'ın temellerini yıkmak ve İslâm ümme tinin gücünü yok etmek için bu kişileri vesile edinmiştir. Bütün çabaları boştur. Hak mutlaka ortaya çıkacaktır. Allah bütün işlerinde galiptir. Ancak insanların çoğu bu nu bilmezler. Hz. Peygamber'in hadisleri teşri ve hidaye tin kaynağı olmaya devam edecektir. Işık ve nur saç maya devam edecektir. Fıkıh, kânun, edep, ahlak ile na hiv, dil ve belagat âlimlerine merci olmaya devam ede cektir. [376]

İbn-İ Ebi's-Serh İlk Vahy Kâtibidir İddiası

218. sayfada şöyle diyor: «Mekke'de Hz. Peygam berin ilk vahy katibi, irtidad edip Mekke'nin fethinde tekrar İslâm'a giren Abdullah b. Ebi's-Serhtir.»
Bilemiyorum yazar bu konuda hangi kaynağı esas almıştır. Müsteşrik efendilerinin kitaplarından başkası değildir. «el-İstiâb» ve «el-İsabe» adlı eserlere müracaat ettim. «O, Hz. Peygamber'in vahy katiplerindendir, sonra irtidad etmiş nihayet Mekke'nin fethinde İslâm'a gir miş ve iyi bir müslüman olmuştur.» ifadelerinden başka bir şey bulamadım. Hz. Peygamber'in yanında değer leri bilinen çocuk ve erkeklerden ilk İslâm'a giren Hz. Ebu Bekir ve Ali ile yine ilklerden olan Hz. Osman Zi'n-Nüreyn gibi zatlar dururken yazarın bu zâtı ilk vahy kâtibi kılmasının sırrı nedir? bilemiyorum. Her halde alış tırma yapa yapa adet edindiği karıştırmadan kaynaklanmıştır. [377]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:13 am

Hadis Tedvini Meselesinde Ebu Reyye'nin Yanlışlıkları

223. sayfada «Hadis Tedvini» başlığı altında Önce, hadis tedvininin Tâbiun asrının sonunda başladığım be lirtir. Dipnotta ise Tâbiun asnnın sonunun, hicri yüz ellin ci yılın sınırları olduğunu vurgular. Daha sonra kitabın ileri sayfalarında el-Herevî'nin el-Kastalanî'den naklen söylediği, Ömer b. Abdülaziz'in birinci asrın başında Ebu Bekr b. Muhammed b. Hazm'a hadisleri tedvin etmesini emrettiği ile ilgili sözlerine yer vererek şöyle der: «Öyle görünüyor ki Ömer b. Abdulaziz öldüğü zaman Muham med b. Hazm Özellikle O'nun yerine halife olan Yezit b. Abdulmelik O'nu görevinden azledince hadisleri yazmak­tan vazgeçti. O'nunla beraber hadis yazan herkes bunu terketti böylece 105 yılında Hişam b. Abdulmelik başa geçinceye kadar hadis yazımına ara verildi. Hişam b. Abdulmelik bu işle ilgilenerek ibn-i Şihab ez-Zührî'yi bu işe teşvik etti hatta O'nun ibn-i Şihab'ı, hadis yazmayı hoşkarşılamadığı için buna zorladığını söylerler.»
Her insaflı kişinin de gördüğü gibi bana öyle geli-yorki yazar, «tedvin çok sonraları yapılmıştır» diyerek hadislere dil uzatmak gayesini güttüğü için, genel olarak tedvin hareketinin birinci yüzyıldan sonra başladığını isbat etmeye çalışıyor. Dipnotta yazdıkları ile, âlimlerden naklettiği tedvin hareketinin birinci yüz yılın başında Ömer b. Abdulaziz ile başladığı fikri nasıl bağdaşabilir? Oysa Ömer b. Abdulaziz H 99. yılda Hilâfete geç miş ve 101 yılında da vefat etmiştir.
Sonra Ebu Reyye, Ömer b. Abdulaziz öldüğü zaman Muhammed b. Hazm ve O'nunla beraber hadis yazan
herkesin bu işten vaz geçtiğini nereden çikanyor.[378] Ne den durum tam bunun tersi olmasın? Bilakis hadis ce mi ve tedvin işini daha fazla hızlandırmasınlar ki vâki olan/da budur özellikle bu işi üstlenenler sünnetin is lâm' teşriatmm ikinci kaynağı, olduğunu bilen insanlar dır. Onlar bu işi üstlenirken şerefli, dini bir vazife ifa etliklerinin farkındaydılar. Hz. Peygamber'in şahadetiyle ' çağların en hayırlısında yaşayan bu saygı değer insantar hakkmda en uygun zan bu olsa gerektir.
Burada bilinmesi gereken bir hususu (tekrarlamak istiyorum) : Tedvin hareketi, her ne kadar genel olarak birinci yüz yılın sonunda başlamışsa da özel şekilde Hz. Peygamber'in zamanında başlamıştır. Henüz o hayatta iken bâzı sahabi ve tabiiler hadis ve sünnetleri yazıyor lardı. Sahih güvenilir rivayetler bunu doğrulamaktadır. [379]

Sahabe Ve Tâbiûn'dan Hadis Kâtipleri

Buhari, Sahih'inde Ebu Hureyre (r.a)'nin şöyle de diğini rivayet etmiştir.: «Resulullah'ın ashabından Ab dullah b. Amr b. As'tan başka benim kadar hadis bilen yoktu. Zira Abdullah (duyduklarını) yazıyordu, fakat ben yazmıyordum.»
Buharı ve Müslim'in naklettiklerine göre Yemenli Ebu Şâh Hz. Peygamber'den Mekke fethi esnasında irad ettiği hutbeden duyduklarını yazmasını istemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber : «Ebu Şah için yazın» buyurmuş tur Ebu Davûd, Hâkim ve diğerleri Abdullah b Amr b. Âs'ın şöyle söylediğini naklederler : «Dedim ki ya Resulullah senden işittiğim şeyleri yazabilir m İyim? O «Evet» dedi Ben «hem gazap halinizde hem de hoşnut olduğunuz [vakitlerde de mi?» dedim. Bunun üzerine O, şöyle buyurdu «Evet çünkü ben hem gazab hâlimde hem de diğer hallerimde sâdece hakiki konuşurum.» Tirmizi, Ebu Hureyre'den şunu nakleder: «Ensardan bir adam Resulullah'ın meclisinde bulunur O'nun hadislerini din ler ve bundan hoşlanırdı fakat ezberleyemezdi. Hafıza sını Hz. Peygatnber.e şikayet edince Resulullah ona «eliy le yazıya işaret ederek öyleyse sağ elinden yardım isle buyurdu.» Sahih-İ Buharî'de geçtiğine göre Hz. Ali'nin ya nında bâzı sünnetleri (diyet, esirleri serbest bırakma, ve
bir kâfire bedel bir müslüman öldürülmemesi ile ilgili) ihtiva eden yazılı bir sayfa vardı. Yine sahih bir habere göre Hz. Peygamber zekat, diyet ile ilgili hükümlerle bazı farz ve sünnetleri Amr b, Hazm ve diğer valilere ya zılı olarak göndermiştir. Hz. Peygamber döneminde ha dislerin tedvin edildiğini bildiren başka haberler de mevcuttür.[380]
Hadis yazımını yasaklayan hadis, i.şin başında söy lenmiştir. Kur'an'dan başka şeylerle meşgul olurlar veya Kur'an başka şeylerle karışır endişesiyle söylenmiştir. Ne zaman ki bunlardan emin olundu, o zaman hadisleri yaz ma yasağı neshcdildi.
Hz. Peygamber vefat edince sahabe ve tâbiûndan bir çoğu hadis yazmaya başlamıştır. Said b. Cübeyr : «İbn-i Abbas ile beraber bulunup ondan hadis dinlediğini ve binek üstünde İken yazdığını konakladıkların da da sildiğini» söyler. Abdurrahman b. Ebi'z -Zenad babasın dan şunu nakleder : «Biz Helal ve haram bildiren hadisleri yazardık. İbn-i Şihab ise her işittiğini yazardı. O'na ihtiyaç duyulduğunda O'nuıı en âlim kişi olduğunu an ladım.» Hişam b. Urve, Yezid b. Muaviye'nin hilâfeti dö neminde Harre günü bütün kitaplarının yandığını haber vermiş ve zaman zaman «keşke ehlim ve malım gitseydi de kitaplarım yanmasaydı» demiştir.
Bilinmesi gereken diğer bir husus Ömer b. Abdül-aziz'in hadislerin toplanıp yazılması için hertarafa mek tup göndermiş olmasıdır. Ebu Nuaym «Tarih-i Isbahan» da Ömer b. Abdülaziz'İn her tarafa şöyle yazdığını nakletmiştîr: «Resulullah'ın hadislerini araştırıp yazınız.» Kendine mektup yazdıklarından birisi de h 124. de vefat eden ibn-i Şİhab ez-Zühri'dir. Hatta Suyûtî, O'nun Ömer b. Abdülaziz'İn emriyle ilk hadis tedvin eden kişi ol duğunu bildirir. Âdil hâlifenin bu emrini yerine getirmek için bütün bu âlimler en güzel şekilde icabet etmişlerdir. [381]

Ebu Reyyenin Bâzı Öncülsüz Çıkarımları

227. sayfada yazdıklarını şöyle özetleyebiliriz : «îlk tedvin hareketi Emevilerin son döneminde neş'et etmiş tir. Bu da bölümlere ayırmadan, ayırt edilmeden gelişi güzel yazılıyordu. Muhtemelen bu tedvin, o gün yaygm olan ilim meclisleri tarzında yapılmıştır. Zira bu asır daki ilim meclisleri belli bir ilme tahsis edilmezdi. Bir mecliste farklı ilimler işlenirdi. Atâ şöyle demiştir.: «Ben, ibn-i Abbâs'ın meclisinden; fıkıh yönünden daha zengin, heybet yönünden daha büyük, daha güzel bir meclis gör medim. Kur'an ehli, dil bilginleri ve şairler (yani herkes) soru sorardı o da e ngüzel şekilde cevap verirdi...»
Cevap :
Ata'nın bahsettiği ibn-i Abbâs'ın meclisi ilim meclisi ulup hadis meclisi değildir. Çünkü hadis meclislerinin öze! bir statüsü vardır. Bu meclislerde hadisler isnasıy-la. zikredilir ve açıklanması gereken yerler açıklanırdı. Yazarın vermek istediği görüntü yersizdir. Bakın Hafız İbn-i Hacer «Fethu'l Bâri»nin mukaddimesinde neler di-yor[382] «Şunu bil ki : Allah bana da sana da ilim ihsan etsin Hz. Peygamber'in hadisleri sahabe, tâbiunun ilk devirlerinde ne Câmi'lerde tedvin edilmişti ne de tertibe tabi tutulmuşla.
Bunun başlıca iki sebebi vardır:
Birincisi: Onlar, Sahİh-i Müslim'de geçtiği üzere Kur'an'la karışır endişesiyle ilk bakışta bundan nıenedi!-inişlerdi.
İkincisi: Geniş hafızalı ve kıvrak zekâlı olmaları. Ço ğu yazı yazmayı bilmiyordu. Daha sonra tabiim asrının sonlarına doğru Haricî, Rafızî ve kaderi inkar edenler ortaya çıkınca muhtelif şehirlerde âlimler çoğaldı ve hadislerin tedvini ve tasnifi de yayılmaya başladı. îlk hadis derleyenler Rebî b. Subeyh ve Said b. Ebu Arûbe ve benzerleridir. Bunlar her bölümü belli bir dereceye ka dar tasnif ettiler, sonra üçüncü tabakanın büyük âlim leri geldi ve hükümleri tedvin ettiler.» [383]

Delile Dayanmayan Bir Faraziye

231. sayfada «Tedvinin geçirdiği aşamalar» başlığı altında şöyle diyor: «ilk Önce hafızada yer alan hadis ler âlimlerin rivâyetleriyle derlendi. Bunlar her hangi bir tasnife tabi tutulmadan, bablara ayrılmadan bir say fadaderlendi. Bu safha hadisle beraber fıkıh, nahiv, ede biyat ve şiiri de ihtiva ediyordu. Bu döneme tedvinin ilk (çocukluk) devri denilir.»
Cevap:
Yazarın bu söylediklerini nereye dayandırdığını bi lemiyorum. Bu dönem fıkıh, edebiyat ve nahivi de içine alıyorsa, şiiri ihtiva etmesi nasıl mümkün olur? Usla/. Ahmed Emin'den yaptığı nakil bunu ifade etmez. Şimdi ondan naklettiğini aynen verelim : «Emevilerin dönemin de ilim, alimlerin hafızadan rivayetlerine dayanıyordu. Yahut uygun bir şekilde bir araya getirilen sayfalardan
ibaretti. Bu sayfalarda bazen bir hadis; fıkhı bir me sele, dil ve gramer ile ilgili bir mesele birden buluna biliyordu. Âlimlerin meclisleri de öyle idî» Ustaz Ah med Emin'in genel olarak ilim tedvininden söz ettiği açıktır. Özel olarak hadis tedvininden bahsetmiyor. Bun ları Abbasiler ile Emeviler döneminde ilmi mukayese ederken söylemiştir. Bunun için «Fecru'l İslâm»[384] ve «Duha'l İslâm» adlı kitaplarında hadis tedvininden söz-ederken buna benzer bir şey söylememiştir. Buralarda titiz âlimlerin söylediklerini yazmıştır. Biz daha Önce ilk tedvin hareketinin nasıl başladığını Hafız ibn-i Hacer'den naklettik orada yazarın söylediklerine benzer bir şey mev cut değildir. [385]

Başka Hatalı Bir Çıkarım

233. sayfada hadis tedvininin geçirdiği aşamaları sı raladıktan sonra şöyle diyor: «îşte bu şekilde gerçek tedvinin üçüncü aşırın ortalarından sonra başlayıp dör düncü asra kadar devam ettiğini özetlemiş olduk.»
Cevap :
Gerçek şu ki: Bu ibareyi okuduğumda, ne demek istediğini anlamak için uzun uzun düşündüm. Eğer sahih hadislerin bir kitapta tedvinini kastediyorsa bu yanlıştır. Çünkü bunun bayraktarlığını yapan iki büyük imam, Buharî ve Müslim üçüncü asrın başlarında yaşadılar. Eğer genel olarak tedvini kastediyorsa bu daha acayip bir ha tadır. Çünkü telif eserler ikinci asrın başında başlamış, bu asır boyu gelişerek çoğalmış ve üçüncü asrın ortalarında değil başlarında zirveye ulaşmıştır. Ebu Reyye, İmam MâÜk'in el-Muvatta'ına ne der acaba? Ki, kesin likle ikinci asırda te'lif edilmiştir. Çünkü imam Mâlik'in vefat tarihi 179'dur. Büyük İmam Ahmed b. Hanbelin el-Müsned'ine ne der? O da kati olarak üçüncü asrın ortalarından önce te'lif edilmiştir. O'nun da vefat tarihi 241'dir, [386]

Sahabe İnsandır Ancak Din Ve Ahlâk Yönünden Zirvede Bir İnsan

233. sayfada «Tedvin hareketinin gecikmesinin etki leri» başlığı altında şöyle diyor : «sahabe ne ilk insan lardı nede masum kişilerdir.»
Cevap :
Biz de sahabeyi normal bir insan olarak görüyoruz ancak Resul'un terbiyesi onların din ve ahlak yönünden mükemmel, şahsiyetleri bakımından insanın yüce bir tar zı olduklarını kabul ediyoruz. Hz. Peygamber'in terbiyesi sayesinde onlar bu risateti bütün insanlığa taşımaya ehil olmuşlardır.
Tabi ki biz, Hz. Peygamber'in ashabını gerektiği şe kilde tavsif ederken, ihlas sahibi olan İmamlarına bağlı, din ve ahlakı çiğnemeyenleri kastediyoruz. Yoksa müna fık ve mürtedleri biz zâten hesaba almayız. Onları bu sıfatlarla tavsif edemeyiz. Aynı şekilde biz, Hz. Peygam ber'in ashabının yalandan ve hadis uydurmaktan beri olduklarını söylerken, masum olduklarını kastetmiyoruz. Daha Önce sahabenin adaletine değinirken de bunları be lirttiğimiz için tekrarlamak istemiyorum. Oraya tekrar bakılabilir. [387]

Halifelerin Rivayetleri Kabul Ederken yaptıkları İhtiyat Ve Titizliktir Yoksa Tekzib Değildir

234. sayfada yazdıkları «Ebu Bekir, Ömer ve Ali gibi büyük sahabilcrin, sahabeden biri büyüklerinden de olsa bir hadis rivayet ettiği zaman, bunu Hz. Pcygam-ber'den beraber işittiği bir şahid getirmedikçe veya ye min içmedikçe kabul etmezlerdi.» sözlerine gelince; daha Önce bu konudaki gerçeği ifade etmiştim.
Hulafâ-i Râşidin'in bu hareketi sadece takva, titiz lik ve araştırma gereğidir. Onlar bununla kendilerinden .sonra gelenlere biraz Önce de belirttiğimiz gibi tesbit ve araştırma kaidelerinin temellerini atmışlardır. [388]

Tedvinin Gecikmesinin Dine Büyük Zararı Olmuştur İddiası

236. sayfada siyasî ve mezhebi ihtilaflara değindik ten sonra şöyle der: «îşte bunun için sahih hadislere ulaşmak oklukça zorlaştı. Ravilerin durumlarım araştır mak ise daha da zorlaştı. Bunlar kesin olarak bilinince (diyoruzki) : Tedvin harekelinin gecikmesinin büyük za rarları olmuştur. Çünkü bu sebeple rivayetler çoğalmış, sahihler ve mevzular karışmış ve asırlar boyu birbirin den ayırdetmck güçleşmiştir.»
Cevap :
Bu açıkça bir saptırmadır. Biz bu sesi tanıyoruz. Biz biliyoruz ki âlimlerimiz süratle bütün gayretlerini tek sif ederek, ravilerin halleri ve rivayetlerin tenkidi ile ilgili son derece önemli araştırmalar yaptılar. Bu uğurda seferlere katlanarak nice çöl ve vadileri aştılar. Neticede arzu ettikleri sâiıih hadislerle illetli olanları ayırma İşle mini tamamladılar. Aynı- şekilde tedvinin gecikmesinin son derece zararları olmuştur. İddiası da kesinlikle bir saptırmadır. [389]

Adalet Ve Zapt Konusunda Eksik Bir Özet

Yazar 239. sayfada Adalet ve zapt konularına değin miş ve eksik olarak bir özet vermiştir. Burada, adaletin bırakın tarifi, şekline bile vâkıf olmanın güç olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Açıkça görüldüğü gibi bunu ka sıtlı yapmıştır, şayet âlimlerin adalet ve zapt ile şartlan konusunda söylediklerini nakletse eksikliği ortaya çıka cak ve söylediklerinin büyük bir kısmını iptal edecektir.
Öyleyse âlimlerin bu konuda söylediklerini biz ak taralım ta ki; muhaddislerin tenkid metodlannın ne ka dar köklü olduğu, koydukları kaidelerin ne derece ince kaideler olduğu iyice anlaşılsın.
Adaleti «Sahibini takva ve muruet (şahsiyetli)'den ayırmayan bir nefse yerleşen bir haldir melekedir» diye tarif etmişlerdir.
Takva, Allahın emirlerini yerine getirmek, küfür, fısk ve bidat gibi yasaklardan kaçınmaktır.
Müruet ise; insanı güzel ahlak ve âdet sahibi kılan nefsâni terbiyedir.
Âlimlere göre murueti iki şey ihlal eder:
1-İnsanı küçük düşüren küçük günahlar; bir ek mek ya da çok Önemsiz bir şey-çalmak gibi
2-Yine insanı küçük düşüren ve o vakarını gi deren mubah şeyler; yollarda bevletmek, itidali aşacak mizah yapmak gibi. Adaletten maksad tam adalettir. Ek sik değil, eksik adaleti muhaddisler adalet saymamış lardır.
Zikrettiğim manada adalet ancak müslüman olmak, akıl baliğ olmak, fıska götüren şeylerle, murueti ihlal eden şeylerden uzaklaşmakla tahakkuk eder. Bunun için hadis âlimleri, râvinin âdil olabilmesi için: «Müslüman, akıllı, baliğ, fıska götüren sebepler ve murueti ihlal eden hu suslardan uzak olması gerektiğini söylemişlerdir. (Bu va sıfları haiz kimse) ister köle olsun, ister kadın olsun, ister kör olsun, isterse iftira suçundan dolayı kendisine had uygulanmış sonra tevbe etmiş olsun veya hadisi tek başına rivayet etmiş olsun farketmez. Fakat şahidin âdil olması şartı bundan farklıdır. Çünkü iftira suçundan ce za almış kimsenin şehâdeti kabul olmaz. Aynı şekilde kör, kadın (tek başına ise) ve kölelerin şehâdeti de mak bul değildir. Çünkü şehadet velayet kabilindendir. Fakat rivayet öyle değildir. Böylece kâfir, çocuk, deli fâsık (bü yük günah işleyen ve küçük günahlarda ısrar eden) ve muruetini kaybeden kimselerin âdil olmadıklarını açıkça anlıyoruz. Bu, âlimlerimizin Allah onları hayırla mükafatlandırsın son derece dikkatlerini göstermektedir. Onlar sadece müslüman ve akıllı olmak gibi şartlarla yetinmemiş, buluğ çağına ermeyi, fısktan uzak olmayı ve müruet sahibi olmayı da şart koşmuşlardır. Bunun sebebi, müslüman ve akıllı olmak zahiren yalan söyleme meyi gerektirir, oysa bunların yanında insan heva ve şehvet sahibidir. Öyleyse İslâm ve akıl sıfatlarınım heva ve şehvete ağır gelmesi ve onları bastırması gerekir ki.
bu da ancak fısktan ve murueti ihlal eden şeylerden uzak olmakla meydana gelir.[390]
Zapt'a gelince, âlimler onu da «uyanık olmak ve ga fil olmamak» olarak tarif etmişlerdir. Bu da ravinin doğ rularının hatalarından çok olması ve hatanın kendi nef sinde de az olması ile olur. Zapt da iki kısma ayrılmıştır.
1-Göğüs zaptı (Zaptu's-sadr) : Bir hadisi işittiği andan nakledeceği ana kadar ezberinde tutmaktır. Eğer hafız İse lafızları aynen muhafaza ederek aktarması ge rekir. Şayet mâna ile rivayet edecekse manayı değişti ren veya ihlal eden durumları bilmesi gerekir.
2 -Kitap zaptı (Zaptu Kitabın): Hadisleri (yazılı olarak) aldığı andan vereceği ana kadar eksik ve ziyade, tağyir ve tebdile uğramadığından emin olarak (bir ki tapta) muhafaza etmesidir.
Böylece hadisçilerin hata ve sevapları eşit olan ra-viye veya hatası sevabından çok olan raviye zapt yö nünden itibar etmediklerini görüyoruz. Bu tür ravileri el-muğaffel (gaflet sahibi) veya fahiş galat işleyen ya da çok hata işleyen olarak isimlendirmişlerdir. Aynı şekilde doğrusu hatasından çok olup kendi nefsinde çok hata işleyen ravilere de itibar etmemişlerdir. Bunlar da scy-yiu'l hıfz (kötü hafızalı) diye isimlendirilmişlerdir. [391]
işte bu şekilde râvi'nîn âdil ve zabit olduğu tesbit edilirse kalbin mutmain olmasını gerektirecek tarzda sika olduğu tesbit edilmiş olur. Çünkü (önce) isnadına bakı lır. Eğer isnadı muttasıl olur da munkatı, muallek, mürsel, mu'dal, mudelles, muzdarıb değilse; sayıca ve özellik yününden kendisine tercih edilen râvilerin rivayetine do ters değilse işte bu metin kabul edilir ve kime isnad edil mişse O'na nisbet edilir.
Gün gibi ortaya çıkmıştır ki hadisçilerin râvi ve ri vayet ve isnad için koydukları şartlar kesin olarak gü venmeyi sağlıyor yalan olmayıp doğru olduğu hata ol mayıp sevab olduğu ağır basıyor ve rivayetin raviden gel diği sağlam olarak tesbit edilmiş oluyor. Bunu ne başka bir ümmette ne de başka bir ilimde hemen hemen bul mak mümkün değildir. [392]

Ebu Reyye'nin Ahad Hatta Mütevatir Haberlere Şüphe Sokmaya Çalışması

24CM243. sayfalarında haberleri mütevatir ve âhad olarak iki kısma ayırdıktan sonra bu konuda birçok nakillerde bulunur. Tarifi üzerinde dönüp dolaşarak ne ifa de ettikleri ve kendileri ile amelin vacip olup olmadı ğı hususunda çok durur. Zan ifade ettikleri için âhâd haberlere şüphe sokmaya çalışır. «Çünkü zan, haktan bir şey ifade etmez» der. Hatta mütevatir haberlere ve on ların ilim ve yakin ifade etmelerine de şüphe sokmaya ça lışır. 240. sayfada aynen şöyle der : «Mütevatir haberler de ilm-i yakin ifade etmesi bakımından şüpheden uzak değildir. Bu şüphelerden bir tanesi şudur: «Yalan üze rinde birleşmeleri mümkün olmayan bir cemaat bir ada mın hayatta olduğunu haber verirken başka bir toplu luk bunun tersini söyleyebilir.» Buraya kadar söyledik leri söz götürür fakat bundan sonra bakın nasıl küfre varan sözler sarfediyor : «Müslümanlar en büyük müteva-tir durumları inkar etmişlerdir. Çünkü Yahudi ve Hris-tiyanlar iki büyük ümmet olarak 11/. İsa'nın asıldığını haber vermişler. İncil de bunu sarahaten belirtmiştir. Müslümanlar tevatür'ün en yüksek derecesine ulaşan böylesi bir haberi reddediyorlarsa bundan başka hangi habere iümad edilebilir?» [393]

Hz. İsa'nın İdam Edildiği Haberinin Mütevâtir Olduğu İddiası

Ebu Reyye burda içinden çıkamayacağı büyük ha talar işlemişti]-. Ahir zaman allamesine! Soruyorum : Hz. İsa'nın idam edilmesinin mütevâtir olduğunu kim söy ledi sana? Gerçek şu ki bunu haber verenlerin isnadları muttasıl değil munkatı'dır. Aynı şekilde tevatürün şartı olan bütün tabakalarda büyük bir topluluğun haber vermesi şartı mevcut değildir. Onun için tevatür asılsızdır.
Sonra yazar, yahudilerîn kitaplarına ne diyecek, mu hakkik tarihçilerin belirttiğine göre yahudilerin kitapları bir kelime ile de olsa Hz. İsa'nın idamına işaret etme miştir. Onların dini tarihlerinde de böyle bir şey yoktur. Yahudilerden sadece bâzıları hristiyanlara uyarak bun dan söz etmiştir.
Merhum Şeyh Abdu'l Vahhab en-Neccar, «Kısasu'l Enbiya» adlı eserinde şöyle der: Yahudilerin yanında fa lan /amanda mesih adında birisi geldi öldürüldü ve idam edildi diye bir bilgiye işaret eden hiçbir şey mevcut değildir. Dini tarihlerinde de kesinlikle bununla ilgili bir şey yoktur.» en-Neccar sözlerini şöyle bağlar: «Bİr yahudi Hz. İsa'dan ve öldürülmesinden söz ederse bu atalarmdan, babalarından kalan tarihlerinde yazılı olduğu için de ğil sık sık hristiyanların «Hz. Mesih geldi fakat yahudi-ler onu Öldürdüler» dediklerini işittikleri için söylüyor-lardır. Çünkü kitaplarında böyle bir şey yoktur.» Böyle haberlerle mütevâtirlik isbat edilebilir mi ki sen yahu dilerin sana göre büyük ümmet böyle söylediklerini iddia ediyorsun?!!!
İndilere gelince Hz. İsa'nın öldürülmesi ve asılması kadar hiç bir meselede ihtilaf edilmemiştir. Bunlar da uydurma olduğuna ve sabit olmadığına delildir. Sonra Hz. İsa'nın asılması meselesinde hristiyanlar arasında bir icma ya da ittifak oluşmamıştır. Satrinasyon. Barskal-yonyon ve Bolsyon gibi taifeler Hz. İsa'nın öldürülmesi ve asılmış olmasını reddederler.
BâzfTıristiyan âlimlerin bu konuda açık bir kanaat veren şehadetleri de söz konusudur. Alman Her Arnest de Yunus «İslâm Gerçek Hıristiyanlıktır» adlı kitabında, 142. sayfada şöyle der: «Hz. İsa'nın asılması ve kendisini in sanlığa feda ettiği ile ilgili bütün haberler, mesihi, hris-tiyanlığın asıllarından telakki etmeyen : Pavlos ve benzerlerinin uydurmalarıdır.» Mulmuhr de «Hrisliyanhk Tarihi» adlı kitabının birinci cildinde şunları yazar : «Hz. İsa'ya verilen cezanın infazı alacakaranlık bir vakitte olmuştu. Bundan Kudüs hapishanelerinde cezalarının in fazını bekleyen bir suçlunun Hz. îsa ile yer değiştirme sinin mümkün olduğu çıkartılabilir. Nitekim bâzı taifeler böyle inanmış ve Kur'an da bunu tasdik etmiştir.»[394] Bu sarih küfür konusunda hristiyanlara yanaşan ya zar bunlara ne der acaba!?
Sonra yazar, mütevâtîr haberlerin ilim ifade etmesi gibi bazı ilmi meselelere şüphe sokmak, ortaya şüpheleri atıp cevaz vermemekte veya sadece bunlara İşaret etmek le ne kastediyor?
Yazar, misyoner ve papazların söylediklerini tekrar lamaktan başka bir şey yapmamıştır. Yalan iddiaya göre _ en büyük mütevâtir haber olan Hz. İsa'nın idamını in kar edenler müslümanlar değildir. Şüpheye mahal bırakmayacak tarzda kesin olarak rededen Allah Teâla'dır.: Bakın ne buyuruyor : «Sözlerini bozmalarından Allah'ın âyetlerini inkar etmelerinden, haksız yere peygamberleri öldürmelerinden ve «kalplerimiz kılıflı» demelerinden ötürü (yahudilerin başlarına belalar getirdik). Hayır (Kalpleri kılıflı ıdeğil) fakat inkarlarından dolayı Allah, q kalplerin lüzerini miihiirlemişir. Artık pek azı hariç onlar inanmazlar. Küfürlerinden ve Meryem'e büyük İftira at malarından, «Biz Allah'ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesihi öldürdük demelerinden ötürü... Oysa O'nu öldürmediler ve asmadılar fakat (İsa) onlara benzer gösterildi. O'nuıv hakkında anlaşmazlığa düşenler, O'ndan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar O'nu yakinen öldürmediler. Hayır Allah O'nu kendisine yükseltti Allah daima üstündür, hikmet sahibidiı-.[395]
Allah'tan gelen yüce kitabın teshilinden sonra, hiç bir inkarcının reddetmesi veya şüphecinin, te'vil ihtimali olmayan muhkem nassa, şüphe düşürmesi mümkün de ğildir.
Kur'an'a inanmayanlara da deriz ki : Hz. Peygam berdin, Hz. İsa'nın idam edildiğini ilk defa kendi nefsinden söylemiş olması mâkul değildir. Zira Hz. Peygam-ber'in bunu reddetmesi için her hangi bir gayesi ya da gözettiği bir maslahat yoktu. Bilakis idamının isbatı Kur'an'da sıksık zikredilen yahudilerin haksız yere Peygamberleri Öldürdükleri meselesine girer. Hz. İsa'nın idam edilmesi Hz. Peygamber'in bir çok âyette belirtmek istenen yahudilerin isyanları, muhalefetleri, yer yüzünü bozmaları ve peygamberleri öldürdüklerine en güzel de lili olabilirdi. Eğer Hz. îsâ'nm asılması bir hakikat ol saydı Hz. Peygamber'in, yahudilerin bozuk ahlaklı ve kö tü tabiatlı olduklarını yaymak için kullanması son derece önem arzederdi. Lâkin peygamber efendimiz bir şeyi ken di nefsinden arzu ettiği şekilde kabul ya da reddetmezdi. ancak o bir vahy'dir.: «O nevasından konuşmaz, Ö'nun söyledikleri ancak vahycür.» [396]

Mukarrer Kaidelere Şüphe Sokması Ve Ayetleri Tahrif Etmesi

243. sayfada cumhurun ^ümmet; zannı galibe göre doğru olduğu bilinen her haberi kabul etmeye memur dur.» sözünü naklettikten sonra dipnotta şöyle bir yorun» getirir: «Sence kabul ettikleri bu kaideyi Allah ve Resu lü mü emretti?! Sence bu kaide bizi Kur'ân'ın birçok âyetlerinde belirtilen zanna tabi olmak hükmünden çıka rabilirmi?» mesela bir âyette: «onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir sa kilde Hakkı ifade etmez.. .»[397] diğer bir ayette «onların bu hususta bir bilgileri yoktur Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise haktan hiçbir şey kazandxrmaz.»[398] Hri s Uyanların Hz. İsa'yı Çarmıha gerdikleri ile ilgili olarak başka bir âyette de: «...zanna uymaktım başka bir bilgileri yoktur...» bu yurmuştur.
Bu yorumdan anlaşıhyorki yazar âlimlerin sözlerini ve âyetlerin maksadını anlamamış tır. «Ümmet; doğru olduğu zann-ı galibe göre bilinen bir haberi almaya memur dur.» kaidesi Kur'an'dan ve mütevâtir sünnetten alınmıştır. Akim ve naklin delalet ettiği bu konuda, âlimler icma etmişlerdir. Şu kadar var ki, zann-ı galibe göreka bul, sâdece fer'î hükümlerle ilgilidir. Akideyi ilgilendiren meseleler ancak ilm-i yakin ile bilinen bilgilere dayanır. Bu konularda zann kâfi değildir. İşte yazarın zikrettiği âyetler de bu konu ile ilgilidir. Binaenaleyh akide, tevhid ve dinin asılları ie ilgili meselelerde zan haktan bir şey ifade etmez. Sonra yazar nasıl oluyor da Hz. tsa'nm ida mını reddeden ve bunun zanni olduğunu söyleyen âyeti delil getiriyor, oysa biraz Önce bunun mütevâtir olduğu nu söylemişti.
Gerçekten ben kendi kendisi ile çelişen bu şüpheci yazarın hâline şaşıyorum.
246. sayfada da şunları yazıyor: «Kelamcılar, hal lerinden anlaşıldığına göre zanni durumlarla ilgili kendi mezheplerine muhalif her hadisi reddediyorlardı. Hadis-çiler nezdinde sahih olan bir hadisle karşılaştıkları zaman tevi'lini mümkün görürlerse tevi'l ediyorlardı yahut «bu ahad haberlerdendir, ahâd haberler ise zan ifade ederler» diyerek reddediyorlardı.» Bu arkası evvelini ya lanlayan boş bir sözdür Bilemiyorum «onlar bütün hadisleri reddediyorlardı» ifadesi ile «onlar sahih bir ha disle karşılaştıkları zaman» ifadeleri nasıl birleşebüir? Kelamcılarm çoğu âhad olan sahih hadislerle amel dtmişlerdir. Emin olmak isteyen akaid kitaplarında ahiret halleri ve semiyyat bahislerine müracaat edebilir! 0 zaman bu konuda birçok hadisle amel ettiklerini görecektir. Sonra bütün kelamcılar aynı değildir. Kimisi araştırma larında titiz ve teenni ile hareket etmiş kimisi de hadis leri reddetmekde ve onlara saldırmada acele davran mıştır.
Burada tekrarladığı cennet ile cehennemin tartış ması ile ilgili hadisi daha Önce izah etmiştik. Dipnotta yer verdiği «Kelamcılarm, hadiscileri Haşevî diye isimlen dirdikleri ve onları insanların en cahilleri olarak tavsif ettikleri» sözlerine gelince saçmadır, cevap vermeye dey-mez. Muhtemelen şahsındaki hastalığı onunla tedavi etmeye kalkışıyor. Hiçbir araştırıcı Kelamcılar arasından hadiscilere böyle yüklenen bir sefih bulamayacağı gibi ilim ehli olarak bilinen hiçbir grup arasında âlimler hak-kında hiçbir sınır tanımayan, cehalette direten, keskin dilli bir sefih bulamaz. [399]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:13 am

Fakihleri Mezhep Taassubu İle Suçlaması

247. ve onu takib eden sayfalarda fakihlere deyine-rek onların kendi mezhep imamlarının muteahhirinden de olsa görüşlerine muhalif olan tüm hadisleri te'vil ettiklerini, veya o hadise, hadis imamları tarafından bilinmesede, başka bir hadisle karşı çıktıklarını belirtir... Bunun gibi başka şeyleri de «Tevcihim Nazar» adlı kita ba dayanarak nakletmiştir.
Cevap:
Bu sözün bir hak tarafı bir de bâtıl tarafı vardın Sonradan gelen bâzı fakihlerin kendi mezhepleri için hadişleri te'vil ettikleri doğrudur. Biz, her ne zaman olur sa olsun bir grup içinde iyi ve ılımlı insanlar olduğu gibi kötü ve tutucu insanların da çıkacağını inkar et miyoruz.
Sözlerinin batıl tarafına gelince okuyucuya sanki bü tün fakihlerin böyle olduğunu ima ederek genelleştirme-siclir. Gerçek şu ki birçok fakihler sadece delile boyun eğ mişlerdir. Bâzı mezheplere ait kitaplarda, o mezheplerin hilafına delilleri kuvvetli olan görüşlerin tasvip edildiği ni görüyoruz. İlk mezhep imamları ve talebelerinin mu-taassıb ve inatçı omayıp delillere tâbi oldukları bilinme si gereken bir gerçektir. Bunun en güzel delili bir kıs mının diğer kısmından ilim almasıdır. Şâtıbî'nin el «Mu-vafakat»ıncla belirttiği gibi her bir imamın : «ne zaman sahih bir hadis görürseniz o benim mezhebimdir. O za­man benim görüşlerimi duvara çalınız.» dedikleri sahih isnadlarla rivayet edilmiştir, imam Ebu Yusuf ile İmam Muhammetl'in birçok meselede imamları ve ustazları İmam Ebu Hanİfe'ye muhalefet ettiklerini görüyoruz, îmam Ebu Yusuf, bâzı meselelerde İmam Ebu Hanife ile tartışmış haklı olmadığına kanaat getirince o görüşler den vazgeçmiştir. İmam 'Muhammed de Hicaz'a gelip İmam Mâiik'e talebe olup Irak'ta muttali olamadığı bâzı hadislerle 'karşılaşınca aynı şeyi yapmıştır. İşte bu ieti-had ve araştırmada son derece müsamaha ve genişliğe en güzel Örnektir.
Hakkı araştıran bir yazara düşen, insafı elden bırak mamaktır. Kendisine taraftar olan bir taifeyi tutup öbü rüne saldırmadan mücâzefet ve aşırılığa başvurmadan hükümlere varmadır. Aksi takdirde eser yazmayı ehline
bıraksın. [400]

«Dikkat Edin Ben, Kitap Ve Beraberindebir Misli İle Gönderildim» Hadisine Dil Uzatması

215. sayfada hadis âlimlerinin, sünneti Kur'an'a arzet-meyi öneren hadisini daha önce işaret ettiğimiz gibi uydurmadır. tenkidlerine yer verdikten sonra şöyle der: «Bir hadis rivayet ettiler ki metni aynen şöyledir:» «Dikkat edin bana Kitap ve bir misli verildi.» bu son derece acayip bir hadistir. Çünkü Hz. Peygamber'e dini ve şeriatı açıklamak için Kur'an'm mütemmimi olarak Kitab'ın bir misli verilmişse neden vefat etmeden önce Kur'an'ı tedvin ettiği gibi bunları da tedvin etmemiştir? Kaldı ki, «benden Kur'an'dan başka birşey yazmayın» diyerek yazımını yasaklamıştır. Hz. Peygamber'in kendisine vahyoîunan bu vahiylerin yarısını, kimisi ezberleyip kimi si de unutacağı şekilde zihinlere bırakıp kaydetmemesi doğru olur mu? Bu hareketiyle Hz. Peygamber emaneti ehline teslim etmiş ve risâleti gerektiği şekilde tebliğ et miş sayılır mı?»
Cevap:
Ben de derim ki, son derece acayip olan, yazarın bu hadisin uydurma olduğunu işba t lamaya çalışmasıdır. Sa hih olan bu hadisi Ebu Davud Sünen'inde Mikdam b. Mâdikebrib'ten rivayet etmiştir. Hadisin tamamı şöy ledir : «Dikkat edin bana kitap ve beraberinde bir misli verildi. Dikkat edin yakında karnı tok bir adam koltuğu-na yaslanarak şöyle diyecektir, «size Kur'an yeter, ora daki helalleri {lıelal, haramları da haram olarak kabul edin» dikkat edin size ehl-i merkebin eü de haramdır. An, her yırtıcı hayvan ve sahibinin rızası olmada*» zım*mi'nin yitiği de haramdır. »[401] Hadis nakil ve rivayet yönünden sahih olduğu gibi akıl ve dirayet yönünden de sahihtir. Kur'an da bunu te'yid etmiştir. Allah Teâla bir âyette : «..insanlara ne İndirildiğini açıklayasin diye sa na zikri İndirdik...» buyuruyor. Başka bir âyette : «Resul size ne verirse alınız, neyi yasaklarsa ondan kaçınırız ..» buyurmuştur.» Hadislere önem vermemiştir sözü - gerçekten ilginç bir mantıktır. Biz Hz. Peygamberin kendi hayatında hadis yazımım yasaklamasının sırrım izah et tik, ki o da Kur'an'la karışma tehlikesidir. Kur'an'in mu-ciz oluşu, yazının ilerlememiş olması, ilk neslin ümmi olması da bu sebeplerdendir. Kur'an'm lafızlarını muha faza etmek vaciptir. Sünnet için böyle denilemez çünkü onda aslolan manasıdır, lafzı değil; sonra hadislerin tedvininin emredilmemesi Önem vermediğini ve onun teş riin ikinci kaynağı olmadığını ifade etmez.
Hz. Peygamber, onları sünneti yazmaktan alıkoyun ca - yazarın iddia ettiği gibi Allah'ın kendisine vahyetti-ğinin yarısını terketmiş olmaz. Çünkü O, sünnetini ta şıyacak ashabının güçlü hafıza, kıvrak zeka ve idrak eden kalplere sahip olduklarını biliyordu. Bunun (o günkü) arapların bir Özelliği olduğu muhakkaktır. Bundan an cak câhil olanlar şüphe duyarlar, Hz. Peygamber'in bu hareketiyle emaneti ehline verdiği ve risâleti gerektiği şe kilde tebliğ ettiğinde hiçbir şüphe yoktur. Nasıl şüphe edilir ki? Sünnetin büyük bir kısmı ya Kur'an'm âyetle rini, ya müşkillerini açıklamak, mutlak ifadeleri takyid etmek ya da genel ifadeleri tahsis etmek için vardır. Kur'an, zihinlerde ve kitaplarda baki kaldıkça sünnetinde varlığından hiçbir şüphe duyulmasın çünkü onu da güçlü hafızalar ve zihinler muhafaza etmiştir. Hz. Pey gamber'in de kendisi sünneti duyduktan başka nesillere nakledinceye kadar ezberlemeye ve muhafaza etmeye ço ğu kere teşvik etmiştir. Bir hadisinde şöyle buyurur.: «Benden bir söz İşitip ezberleyip işittiği gibi başkalarına nakledenlerin Allah yüzerini ağartsın, Kendisine tebliğ edilen çok kişi İlk duyandan daha iyi belleyebilir.» başka bir rivayette «nice fıkıh taşıyanlar vardır ki, kendilerinden daha fakih olanlara onu İletirler.»
Allah, kullarına rahmet ve kolaylık dilediği için vah yin bir kısmının «metluv» ve korunmuş olmasını; tila-vetiyle ibâdet edilmesini istemiştir ki O Kur'an'dır. Bir kısmının da «gayri metluv» olmasını, lafzı ile ibadet edilmemesini istemiştir ki o da sünnettir. Hz. Peygamber her ikisini de tebliğ etmiştir. Ve müslümanlara birincisini aynen korumalarını, ikincisini de lafızları değişse de mâ nalarını muhafaza etmeyi emretmiştir. Ümmetde ona verdiği bu sözü yerine getirmiş onu korumuş ve en gü zel bir şekilde tebliğ etmiştir. [402]

Hadislerin Değerini Düşürmek İçin İmamların Sözlerini Saptırması

Hevasına uygun bir neticeye ulaşmak için lafızların manasım tahrif etmek ve ifade etmedikleri mânaları yüklemek Ebu Reyye'nin âdetîerindendir. Bunlardan bir ta nesi de 252. sayfada îmam Mâlik'in şeriat kaidelerine ve Kur'an'a ters düştüğü için bâzı hadisleri müşkil görerek kabul etmediğine dair naklettiği sözlerdir. Oysa onu böy le bir mâna çıkarmaya sevkeden sebep, hadislere şüphe düşürmek ve bilmeyenlere büyük imamların da hadisleri kabul etmeyip, reddettikleri intibaını uyarmaktır. Haşa ki İmam Mâlik, yazarın kastettiği sağlam bir delili ol madan sahih bir hadisi reddetmiş veya küçümsemiş ol sun. Bâzı imamlar bir kısım hadisleri duymadıkları için amel etmemişlerdir. Bazıları işitir ancak O'na göre sahih olmadığı için terketmîştîr, veya sahih olur fakat başka bir delille jnensuh olarak kabul ettiği veya mukayyed ya da özel bir duruma has olduğu için kabul etmez. Ya hut da hadis başka delillerle çatışır ve imam, o delili tercih ettiği için hadisi terkeder. Bazen de tercih yapamaz ve tavakkut eder (yani olduğu gibi bırakır). Her nasıl olursa olsun yazarın söyledikleri ne hadislere şüphe dü şürür ne de onların kıymetini azaltır.
253. sayfada Evzâî ile Ebu Hanife arasında namazda rüku'dan önce ve sonra elleri kaldırmak ile ilgili bir tartışmaya yer verir. Şöyleki: El-Evzâî elleri kaldırmakla ilgili hadisten delil getirirken, Ebu Hanife de böyle bir şey olmadığına dair hadisten delil getirir.
Bu kıssa ile yazarın üzerinde konuştuğu konu ara sında ilgi aradım, herhangi bir münasebet yakalayama dım. Eğer Ebu Hanife, el-Evzâî'nin ileri sürdüğü merfu hadisi, sahabi veya tabiînin sözleri ya da kendi görüşüy le rettdetseydi, o zaman yazar akıl ve Peygamber'den baş kasının sözleriyle merfu hadislerin reddedildiği iddiasını isbatlamış olurdu. Ne varki: Ebu Hanife, el-Evzâî'nin hadisine, merfu olan başka bir hadisle karşı koymuştur, öyleyse bu hadisede Ebu Reyye'ye delil olacak bir du rum söz konusu değildir. Bu tartışmanın ifade ettiği bir şey varsa o da iki taraftan her birinin sened metin veya başka yönlerden tercih ettiği hadisi delil olmaya uygun bulduğu için kabul ettiğini ifade eder. İçtihada dayalı görüş ayrılıkları temiz düşünce hürriyetinin tabiatıdır. İslâm düşünce tarihi bu tür tartışmalarla doludur ki, bu da İslâm'ın fikir hürriyetine verdiği Önemin güzel bir örneğidir,
254. sayfada okuyucuya imam Ebu Hanife'nin bâzı hadisleri reddettiğini ve bunun için de çok kınandığı in tibaını vermek için çeşitli nakillerde bulunur. (Olsun) Bu kınama Ebu Hanife'ye bir zarar vermez O, hâlâ müslümanların nezdinde en büyük imamdır.
1-Herşeyden önce rastgele eline geçen bir şeyi nakletmek bir araştırmacıya yakışmaz, ölümü pahasına da olsa, bir sarraf gibi tenkid gözü ile bakması icab eder. imam Ebu Hanife'nin, tarih boyunca faziletini, fıkhını ve konumunu kıskanan ve O'na kötü sözler söyleyenler ol muştur. Bunlar keyiflerinin dilediği gibi iftiralar atmışlardır. Hatta bu iftiraları büyük imamlara nisbet etmiş lerdir. Oysa bu imamlar da, imam Ebu Hanife de bu iftiralardan beridir. İmam Ibn-i Abdi'l Berr: «el-İntika» adlı eserinde, 149. sayfada kısmen de olsa buna değinerek şöyle der : «Biz bu kitabımızda O'na yapılan Övgü ve karalamalardan, O'nun hâli ile bağdaşanları zikredece ğiz. Allah bizi hased ehlinden muhafaza buyursun, (âmin)» ibn-i Abdi'l Berr'in bu ifadeleri O'nu karalayanların söz lerini naklettiği için bir özür mahiyetinde olduğu gibi okuyucuya da açıkça uydurulan bu sözlere aldanmama-ları gerektiğine dair bir ikazdır.
2-imam Ebu Hanife'nin bâzı âhad haberleri red dettiği ve onlara önem vermediği ile ilgili söyledikleri üze rinde daha önce de durmuştuk. İmam Ebu Hanife de, di ğer imamlar gibi yanında sahih olan hadislerle amel et miştir. İmamların bu konuda farklı mi'yar ve dakik ölçüleri vardır; ki bâzı'dar görüşlüler bunları kavrayama-yabilirler.
Sonra yazarın bu anlattıkları tmam Ebu Hanife'nin sahih bir hadisle karşılaştığı zaman herşeyden vazgeçip onunla amel ettiğine dair gelen rivayetlere ters düşmek tedir. İbn-i Abdi'l Berr, «el-lntika» adlı eserinde şöyle bir rivayette bulunur: «imam Ebu Hanife'ye birisi: «ihram-Ii kişi izar bulamazsa şalvar giyebilir mi?» diye sorar, Oda «hayır izar giymesi lâzımdır» diye cevap verir. Adam «izan yok ki giysin» deyince imam : «Şalvarını satsın onunla izar alsın» der. Bunun üzerine «Hz. Peygamber'in bir gün hutbede «ihramlı izar bulamazsa şalvar giysin» dediği kendisine nakledilir, İmam: «Benim yanımda bu konuda Resulullah'tan gelen sahih bir hadis yoktur ki, onunla fetva vereyim. Herkes işittiklerine göre bir sonu ca varır. Bizim yanımızda da sahih olarak gelen «ihram lı şalvar giymesin» hadisi olduğu için işittiğimiz bu ha dise göre bir neticeye varmış bulunuyoruz» deyince kendisine : «Sen, Resulullah'a muhalefet mi ediyorsun?» de nir. Bunun üzerine İmam Ebu Hanife şöyle der: «Allah'ın bizi kendisiyle şereflendirip kurtardığı Resulullah'a mu­halefet edene Allah lanet etsin»[403] İşte bu büyüktmama da yaraşan budur hakkında söylenen saçma ve bâtıl söz ler değil.tmam Ebu Hanife çoğu zaman bir görüş ortaya at mış, sonra .sahih bir hadis görünce bu görüşünden vaz geçmiştir. Yine ibn-i Abdi'l Bcrr «el Intika»da senedi ile Zuheyr b. Muaviye'den şunu nakleder: «Ebu Hanife' ye, Köfe'nin eman vermesi hususunda soru sordum. Şöy le dedi: Eğer müslümanlarla beraber savaşmıyorsa emâ-m bâtıldır.» Bunun üzerine ben : «Asım el-Ahvel, Fudayl b. Yezid er-Rakkâşî'den bana şöyle nakletti: «Biz düşmanı muhasara altına almıştık içlerinde eman almış bİ-risİ vardı kendilerine bir ok atıldığı zaman «hani bize emari vermiştiniz» dediler. Biz de «size eman veren bir köledir» dedik onlar da «biz sizden kimin hür kimin köle olduğunu bilmiyoruz.» dediler. Biz bunun üzerine meseleyi Hz. Ömer'e yazdık. Hz. Ömer de «Köle'nin ema-rnna cevaz veriniz» diye bize yazılı olarak cevap verdi.» Bunu duyan Ebu Hanife sükut etti. Sonra on yıl Kûfe'den uzak kaldım. Tekrar döndüğümde Ebu Hanife'ye giderek köle'nin eman verip veremeyeceğini sorduğumda bana Asım'ın hadisi ile cevap verdi. Binaenaleyh imamın sö zünden dönerek işittiği nakli delillere tabi olduğunu anladım. O'na uzanan bütün tenkidler sahih rivayetlerle reddedilmiştir.»
Şimdi de yazarın naklettiği şeyleri tartışmaya aça lım. Bir yerde şöyle diyor : «ibn-i Abdi'l Berr «el-tntlka» da derki: hadisçilerin büyük bir kısmı ahâd haberle rin çoğunu reddettiği için Ebu Hanife'yi ayiplamıştır. Çünkü O, âhad haberleri Kur'an ve djğer hadislere arz-ediyordu; bunlara ters düşenleri şazz diye isimlendirerek reddediyordu.»
Yazar bunun neresinden kendisine pay çıkarıyor bi lemiyorum. Usûl âlimlerine göre, hadisin senedi bazen sahih olur, ancak râvileri kendisinden daha sahih râvi-lere muhalefet ettikleri için sahih olmaz ve şazz olarak bilinir. Şayet bu sözler doğru ise geniş düşünmeyen, mu-taassıb bâzı hadisçiler tarafından söylenmiştir.
Başka bir nakil şöyle «es-Sevrî dedi ki:» Ebu Hanife bilgi alırken son derece titiz davranırdı, Haramları he-lal kılmaktan son derece kaçınırdı, sika râvilerden gelen sahih hadisleri alır sonra da Hz. Peygamber'in fiilleri ve Küfe âlimlerine ulaşan şeylerle amel ederdi.» yazar bu raya kadar alıntı yapmış ve es-Sevrî'nin sözünün son kısmını almamıştır. es-Sevrî sözlerini şöyle bitirir : «Bâzı ları Ebu Hanife'ye dil uzatmıştır. Allah, bizi de onlarıda affetsin»"
Burada ne imamda bir eksikliğe ne de hadislerde bir çelişkiye işaret eden hiçbir şey yoktur. Nitekim es-Sevri de O'nu karalayan rivayetlerin iftiradan başka bir şey ol madığını açıklamıştır.
Bir başka yerde der ki: «Veki İbnu'l Cerrah, Ebu Hanife'nin ResuluIIah'tan gelen 200 hadise muhalefet et tiğini gördüm» demiştir. el-Evzâî ise şöyle der: «Biz Ebu Hanife re'y ile amel ettiği için O'nu suçlamıyoruz hepimiz re'y ile amel ederiz ancak biz, O'nu Hz. Peygamber'den kendisine hadis geldiği halde muhalefet ettiği için kınıyoruz.»
Ben derimki îmam Evzâî'ye en güzel cevap biraz ön ce belirttiğim, Ebu Hanife'nin «Resulullah'ın hadisleri ne muhalefet edene Allah lanet etsin» sözü ile, sahih bir hadis gördüğü zaman görüşlerinden vazgeçtiğine dair ge len rivayettir. Muhalefet etmiş olması hadisin delil olma ya uygun olup olmadığı veya başka sebeplerle görüş aynlığındandır. Her ne olursa olsun yazarın tahrif ederek yaptığı bu nakiller, O'nun maksadı olan ahad haberlerin kusurlu ve sadece zann ifade ettiklerine delil olmazlar. Tabi ki heva ve heveslerine göre birisinden dilediğini alıp, dilediğini terketmekle hiçbir yere varamaz. [404]

Dil Ve Gramer Bilginlerine Göre Hadisler

Yazar 254. sayfada şöyle diyor: «Görüldüğü gibi ha disleri kabul yönünden İslâm âlimleri üç gruba ayrılmış lar : Kelamcılar ve usulcüler, fakihler ve hadisçiler. Şim di de araştırmamızı tamamlamak için dil ve gramer bilginlerinin hadislere bakış açıları üzerinde durmak istiyo rum. Zira bunlar da dil ve gramer kaidelerini isbat sade dinde hadislere itibar etmemişlerdir.»
Cevap :
4-Ebu Reyye, kelamcılar ve fakihlere göre hadisi anlatırken, hadisçilere göre hadisleri anlatmaya yanaş mamıştır. Unuttu mu, yoksa kötü niyetinden dolayı ka sıtlı mı unuttu bilemiyorum, insaf ve emanet kurallarına riayet edex*ek hadisçilere göre de hadisleri ele alsaydı söy lediklerinin büyük bir kısmı çelişki arzederdi, umarım cevaplarını esnasında hadisçilere göre hadis ile, hadisleri toplayan, sahih ve zayıfları ayıran, hadis, hadis usulü, hadis ricalinin tenkidi ve açıklamadık hiçbir hadis bırak mayan şerhleri ihtiva eden zengin bir servet bırakan hadisçilcrin övgüye değer çalışmaları (biraz da olsa) vuzuha kavuşmuştur.
2-Yazar, dil ve gramer kaidelerinde hadislere iti bar etmeyenlerin bakış açılarını anlatırken abartmalar yapmıştır. Bundan maksadı mana ile rivayetin dil ve gra mer bilginlerinin itibarına şayan olmayacak derecede za rarlı olduğunu vurgulamaktır...
îlmi güvenilirliği onu sarf ve nahiv kurallarını isbat ederken hadisleri delil olarak getirenlerin bakış açı-İrtnnıda anlatmaktan alıkoymuştur. Halbu ki, bunların
başında meşhur «elfiyye» sahibi büyük İmam ibn-i Mâlik de vardır. Benimsediği görüşe yapışıp kalmış ve bütün nakilleri o yönde yapmıştır. Bu insaflı, temiz karakterli bir araştırıcının kârı [405]

Dil Ve Gramer Kaidelerine Hadisleri Delil Getirenlerin Görüşleri

Herşeyden önce okuyucularıma meselenin bir tek gö rüşle kesinlik kazanmadığını bilmelerini isterim. Kaide leri belirtmede, lafızları ortaya koymada hadislere itibar etmeyenlerin karşısında hadisleri bu gibi konularda hüc cet olarak kabul eden büyük imamlar da mevcuttur. Bu ikinei görüşü benimseyen bilginleri şöylece sıralamak mümkündür: Allame ibn-i Mâlik (ö. 672) Allame ibn-i Hişam (761) (ki ibn-i Haldun bu zat hakkında şöyle demiştir: «Biz hâlâ mağribte, Mısır'da ibn-i Hişam adında Sibeveyh'ten daha iyi nahiv bilen bir dil bilgininin çıktığını duyuyoruz.»), et-TeshlI'e şerh yazan el-Bedru'd -Dcrnami'ni, el-iktirah ve bunun şerhi olan «el-Kİfayctu'l Mutahaffiz»e şerh yazan Allânıe ibnu't-Tayyib. Ayrıca el-Cevheri ibn-i Seyyid ibn-i Fâris, ibn-i Harüf, ibn-i Cinni ve es-Süheyli de bu görüşü desteklemişlerdir. Hatta es-Sü-heyli: et-Teshil'in şerhinde Ebu Hayyan, el-Cemel'in şer hinde «Ebu'l Hasan es-Sâni'den başka bu meseleye mu halefet eden dil bilgini olmamıştır.» der.
Şimdi de el-Bedru'd-Demâminî'nin, şeyhi îbn-i Hal dun'un hadisleri dil konusunda delil olarak kabul etme yenlerin görüşlerini reddi konusunda naklettiklerini ve söylediklerini aktaralım, ed-pemâmini, el-Muğnî'ye yazdı ğı haşiyede şöyle der: «Ebu Hayyan, dil konusunda gü venilmeyen râvilerin, manalarını değiştirerek rivayetmiş olmaları ihtimalinden hareketle gramer kaidelerin de delil olarak hadislere itibar etmemiştir. Çoğu kez ha dislerden delil getirdiği için ibn-i Mâlik'e de itiraz etmiş tir. Üstadımız ibn-i Haldun bu görüşü reddederek şöyle der :, «Hadisler gramer kaidelerinde katiyyet ifade etme seler de zann-ı galip ifade ederler. Çünkü rivayette aslo-lan lafızları değiştirmemektir, özellikle râviler arasında yaygın olari lafızları aynen tesbit edip almaktır. Mâna ile rivayeti caiz görenler bunun evlâ olana muhalif olduğu nu itiraf etmişlerdir. Zamvı galip bu gibi hükümlerde yeterlidir. Hatta serî hükümlerde bile geçerlidir. Zahire muhalif görünen ihtimal pek tesirli değildir. Aynca mâ na ile rivayetin cevazı ile ilgili tartışma sadece kitaplar da tedvin edilmeyen hadislerle ilgilidir. İbnu's-Salah'ın dediği gibi tedvin edilen hadisler için geçerli değildir. Hadis tedvini ise Arap dili bozulmadan önce birinci asır da olmuştur. Onların söyledikleri gibi lafızların değişti ğini farzetsek yine de delil olarak alınabilir. Çünkü onlar değiştirirken delil olabilecek başka bir lafzı yerine koy muşlardır ve daha sonra da tebdil edilen bu lafızlarla tedvin edilmiş ve mana ile rivayet yasaklanmıştır. Böy lece o konuda sağlam hüccet olarak kalmışttır.» ed-Demâ-ininî «et-Teshil»in şerhinde de buna benzer şeyler yaz mıştır.
Böylece gramer kaidelerine delil olarak hadislere iti bar edenlerin ince anlayışları açıklanmış oldu. Ayrıca böyle düşünenlerin azınlık değil çoğunluk olduğu da an laşıldı. el-Bedrud-Demamini ve Ustazı ibn-i Haldun'un bu açıklamalarından sonra söylenecek bir söz ya da ileri sürülecek bir delil kalmamıştır.
Umarım okuyucular da bizimle beraber Ebu Reyye'-nin güvenilir bir araştırıcı olmadığım anlamışlardır. Çün-kü O, okuyucusuna ibn-i Mâlik ve tbn-i Haruf'tan baş ka hiç kimsenin hadisleri dil kurallarına delil olarak ka bul etmedikleri intibaını vermek istemiş ve Öbür tarafı kapalı bırakmıştır. Oysa hakikatin böyle olmadığı açık ça ortaya çıkmış şüphe ve kapalılık giderilmiştir. Daha önce geçen mana ile rivayet bahsinde yazdıklarımız tek rar hatırlanırsa, mana ile rivayetin zaruret anında bir ruhsat olup aslolanın lafzen rivayet olduğuna ve yazarın iddia ettiği gibi, gerek dinî açıdan, gerekse de dil açı sından hiçbir zarara yol açmadığına kanaatleri artacaktır. [406]

Sihir Hadisi Ve Muhammed Abduh

Yazar 259. sayfada imam Muhammed Abduh'un ha-disçiler nezdinde derecesi ne olursa olsun, Kur'an, akıl ve müsbet ilimle çelişen âhad haberleri kabul etmediği gö rüşüne yer vererek O'nun bu meyanda Lebid bin el-A'sem'-in Hz. Peygamber'e sihir yaptığını bildiren hadisi reddet tiğini belirtmiştir. Bunu yaparken de iki hususa dayan dığını söylemiştir.
1-Hadis, âhad haberlerdendir Binaenaleyh akaid meselelerinde âhad haberler kabul edilmez. Hz. Peygam-ber'in aklının sihirden etkilenmekten masum oluşu iti-kâdi bir meseledir. Böyle bir durumun nefyedilmesi zan-nî bilgilerle olmaz, ancak yakinî bilgi ile olabilir.
2-Hadis, Kur'an âyetlerine terstir. Çünkü Kur'an O'nun sihirden etkilendiğini söyleyen müşriklerin sözleri ni reddederek bu iddialarını şu şekilde çürütmüştür.: «Zâlimler dediler ki: Siz sadece büyülenmiş bir adama tabi oluyorsunuz. Sana nasıl misaller getiriyorlar bir bak onlar sapılmışlardır. Yol bulamazlar.[407] » Seni dinledik-teri zaman neye kulak verdiklerini ve gizli toplantıların da zâlimlerin, siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyor sunuz, dediklerini 1>)z çok iyi biliriz. Sana nasıl misal ler verdiklerine bir bak. Bu yüzden sapmışlardır.[408]
3 -Hz. Peygamber'in yapmadığı bir şeyi yapıyor olarak hayallemesi caiz olsaydı; kendisine gelmeyen bir şeyi de geldi olarak hayallemesi veya kendisine nazil ol mayan bir şeyi nazil oldu olarak hayallemesi de caiz olur du ki, bunun mümkün olmadığı, açıklamaya gerek ol mayacak kadar açıktır.
Sihir hadisi ile ilgili olarak önce şu hususları belirt mek istiyorum :
1-Herşeyden önce hakikat şahıslarla bilinmez. Bi lakis şahıslar hakka göre, hakikat ile tanınır. îmam Mu hammed Abduh, bu konuda yeni değildir. Kendisinden önceki mutezili âlimlere tâbi olmuştur. Eğer yazar hakkı sadece şahsiyetlerle tanıyorsa karşısında olduğumuzu bil dirir ve O'na şöyle deriz : Sahih hadisle amel ederek onu reddetmemek akıl ve mütevâtir nakle göre te'vil etmek, selef ve halef ulemasının ekseriyeti tarafından kabul edilmiştir. Akı!, Kur'an ve müsbet ilimle çeliştiğine dair ba sit bir şüpheden dolayı, hadisleri reddetmek, hiçbir şekilde ilmi araştırma kaidelerine uymaz. Güvenilir sahih hadisler ikinci derecede akideyi ilgilendiren meselelerde kesinlik arzetmese de zann-ı galib ifade eder. Biz, Allah'ın varlığı ve tevhid gibi birinci derecede akidenin temeli olan meselelerde sadece kat'i ve yakin bildiren naslara itibar edildiğini inkar etmiyoruz.
îmam Muhammed Abduh, Sihir hadisini reddetmiş-se O'ndan daha âlim, naklî ve aklî delilleri daha iyi bir leştiren el-Mâzeri Kâdi tyâz, ibn-i Teymiye, tbnu'l Kay yım, ibn-i Kesir, Hafız ibn-i Haber ve Müfessir Âlusi gibi bir çok âlim de rivayet ve dirayet yönünden sahih olarak kabul etmişlerdir. Binaen aleyh sihir hadisini sahih gö renler : «Hz. Peygamber'in başına gelen şeyin peygam berler için caiz olan ve her insanın arız kaldığı bir çeşit hastalık olduğunu, cismâni bir rahatsızlıktan başka bir şey olmadığını söylemişlerdir.» Hadisin bâzı varyantla rında «yapmadığı bâzı şeyleri yaptığını hayal ediyordu,» ifadelerine yer verilmiş ancak Sufyan b. Uyeyne'den gelen sahih rivayette bu hayalin akli bir durum ile ilgili olma yıp bundan ne kastedildiği açıklanmıştır: «Hz. Aişe'den gelen sözkonusu rivayette; «Resulullah'a sihir yapıldı, hatta kadınlara yaklaşmadığı halde yaklaştığını zannediyordu.» denilmiştir. Süfyan, bunun sihrin en şiddetli çe şidi olduğunu belirtmiştir. Kâdi tyâz da bu konuda şöyleder: «Muhtemelen hadiste zikredilen hayalden kasıt şudur; yâni dinç hâlinden cimaa muktedir olduğu hâlini anlıyor; ancak kadına yaklaştığı zaman sihirle bağlanan ların durumunda olduğu gibi böyle olmadığını i ark ediyordu. »[409]
işle Süfyan b. Uyeyne'nin rivayeti ile vKâdı lyaz'ın şerhi bu hadis hakkında varılması gereken anlayıştır. Binaenaleyh bu takdirde hadisi reddedenlerin şüphesine sebep olan, Hz. Peygamber'in ismeti ihlal edilmiş olmaz.
2-Hadisin Kur'an'a muhalif olduğu doğru değil dir. Müşrikler «siz sadece sinirlenmiş bir adama tabi oluyorsunuz.» sözleriyle Hz. Peygamber'e sihir yapıldiğını bir müddet değiştiğini sonra da şifa bulduğunu kast etmiyorlardı. Onlar, bununla yaptığı ve söylediği herşe-yin hayal ve delilikten kaynaklandığını, O'na gelenin vahy olmadığını kastediyorlardı, gayeleri risaletini inkar el-mek ve O'mın delirmiş olduğunu yaymaktı. Bu konuda ki âyetlere bakan herkes bunu açıkça anlayacaktır. Öy leyse gayeler ve mevzular farklı farklıdır.
3 «Din dışı şeylerde, olmayan hadiseleri oldu gibi hayal Iemesi caiz olsaydı; dini işlerde de bu caiz olurdu» sözleri de doğru değildir. Daha önce de açıkladığımız gibi hadisten anlaşıldığına göre sihrin etkisi, aklında değil, cisminde baş göstermiştir. Rivayetin söylediklerine de lalet ettiğini kabul etsek yine sözleri yanlıştır. Zira vahy ve peygamberlik işlerini dünya işlerine kıyaslamak yan lış bir mukayesedir (kıyas ma'al fank). Çünkü Hz. Peygamber dini işler açısından, hata, tağyir ve tedbilden masumdur. Dünya işlerinde ise masum değildir. Peygam ber'in iki veçhesi vardır Birisi.insan oluşu diğeri resul oluşu. Birinci veçhesine göre yani insan olması hasebiy le, sair insanlar için caiz olan O'nun için de caizdir, sihir de buna dahildir. îkinci veçhesi yani peygamber olması itibarıyla masum olduğu için, risaleti ihlal edecek durum lar mümkün değildir. Sonra bu hadisi reddedenler Kur'-an'da Hz. Musa'ya nisbet edilen sihirbazların ip ve asa larını, koşan yılanlar olarak hayallemesine ne diyecek ler? Mütevâtir Kur'an'ı da mı reddedecekler? Kur'an'da sabit olan şeyleri kabul ettiklerine göre Musa (a.s.) kıs-sasındaki tahayyülü ismete munafi addetmezlerken, ne oluyor da sihir hadisindeki tahayyülü ismete munafi sa yıyorlar?
Allah fenla, insanlar peygamberleri uluhiyet maka mına çıkarmasınlar ve onların da kendileri gibi bir insan
olduğunu bilsinler diye, onları muhtelif musibetlerle im tihan etmeyi dilemiştir; böylece onların din ve risâleti tebliğ etmek uğruna katlandıkları musibetlerle Allah'ın İndındeki makamları yücelir ve sevapları artar.
Ben, aklî ve nakli delilleri te'if eden âlimlerin gö rüşlerini serdederek sözü uzatmak istemiyorum sadece iki nakille yetinmek istiyorum :
1-İmam el-Mâzeri der ki: «Bazı bidat ehli, nü büvvet makamını çiğniyor gerekçesiyle bu hadisi reddet mişlerdir. Hadisten şüphe duyarak; onun ifade ettiği ma naya götüren her şeyin bâtıl olduğunu söylemişlerdi!.-İd dialarına göre, «bunu caiz görmek peygamberlerin ge tirdikleri şeriatlere güvensizlik meydana getirir. Çünkü Cebrail'i görmediği halde gördüğünü, kendisine vahyedil-mediği halde vahyedildiğini hayallediği ihtimalini de be raber getirir.» Bütün bunlar doğru değildir. Çünkü Hz. Peygamber'in Allah'tan yaptığı tebligat konusunda sıdk üzere olduğu ve bu hususta masum olduğu delillerle sa­bittir. Mucizeler O'nun sıdk üzere olduğunu doğrulamış tır. Bunun hilâfına bir delili mümkün saymak bâtıldır. Peygamber'in kendisi için gönderilmediği, risâlet ile ala kası olmayan dünyevi meselelere gelince, insanın arız ol duğu şeyler O'nun için de caizdir. Mesela hastalık gibi, öyleyse dini işlerde masum olduğu halde, dünyevi bir işi hakikatte olmayan şekliyle hayal etmesi uzak değildir. Bâ zıları hadisten maksadın hanımlarıyla birleşnıediği halde birleştiğini hayallediği olduğunu söylemişlerdir. Çoğu ke re uykuda bile insan öyle görebiliyor öyleyse uyanıkken de böyle hayallemiş olması uzak bir ihtimal değildir.[410]
2-İmam ibnu'l Kayyım, Hz. Peygamber'e sihir yapıldığını ifade eden, hadisleri zikrettikten sonra şöy le der : «Bu hadis hadisçiler nezdinde kabul görmüş ve sıhhatinde ihtilaf edilmeyen sabit bir hadistir. Ancak bir çok kelamcı garip görmüş ve şiddetle redderek yalanla mışlardır, hatta bâzıları bu konuda müstakil eserler te'iif ederek «râvi Hişam b. Urve'ye yüklenmiş ve O'nun hakkında söyledikleri en güzel söz O hata etmiş, durumu karıştırmıştır, yoksa böyle bir şey filvakıa olmamıştır.» ifadesidir. Bunlara göre : Hz. Peygamber'in -büyülenmesi doğru değildir. Zira o zaman kâfirlerin «... siz ancak büyülenmiş bir insana uyuyorsunuz.» sözleri doğrulan mış olur... Yine bunlar derler ki, peygamberlerin büyü lenmeleri caiz değildir. Çünkü bu, Allah'ın onları himaye edip koruduğuna munafidir.
Ehl-i ilmin yanında yanında bunların da söyledikleri bu ifadelerdir. Çünkü Hişam, insanların en âlimi ve güveniliridir. İmamlardan hiçbirisi hadislerini reddetmeyi gerektirecek bir kusur bulmamıştır, bu kelamcıîann işi değildir.
Hişam'dan başkası da bu hadisi Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. Buhari ve Müslim sahih olduğunda ittifak etmiş ve hiç kimse bu hadisin aleyhine bir kelime söylememiş tir. Kıssa, tefsir, hadis tarih ve fıkıh ehlince meşhur dur. Bunlar, Resulullah'ın hallerini ve başına gelenleri ke-lamalardan daha iyi bilirler, tbnu'l Kayyım sözlerine devamla : «Hz. Peygamber'e isabet eden sihir arızi olan bir hastalıktı. Allah ona şifa verdi. Bu da hiçbir yön den ayıp veya bir eksiklik değildir. Peygamberler has talanırlar ve bayılırlar da; nitekim Hz. Peygamber hasta lığında bayılmış, ayaklan sürçerek düşmüş ve şakakları yarılmıştır. Bu, O'nun Allah indindeki şeref ve derecesini yücelten musibetlerdendir. Peygamberler en çok belaya maruz kalan kimselerdir. Annesiyle imtihandan tutun da ölüm, dövülmek, sövülmek ve hapsedilmek şekillerine ka dar İmtihan edilmişlerdir, öyleyse Hz. Peygamber'in bâ zı düşmanları tarafından büyülenerek imtihan edilmesi yeni bir şey değildir. Nitekim kendisine taş atılmış ve yaralanmış, secdede iken üzerine deve işkembesi atılmış ve bu şekillerde de imtihan edilmiştir. Bunlar, O'nun için bir ayıp veya eksiklik değildir. Bilakis Allah indin deki derecelerinin yüksekliğine ve kemâline çlelalet eder.»
İbnu'l Kayyım daha sonra bu hadisi reddedenlerin bizim de belirttiğimiz şüphelerine cevaplar verir.[411]
Burada Ebu Reyye'nin yüzeysel araştırmasına bir örnek daha vermek istiyorum :
261. sayfada şöyle der: «imam Muhammed Abduh, bu şekilde Garanik kıssası,, Zeyneb binti Cahş hadisi-ye burada belirtmediğimiz birçok itikadı ve itikâdi olma yan hadisleri reddetmiştir.»
işte bu söz, yazarın ne kadar yüzeysel bir araştırıcı ve yetersiz bilgi sahibi olduğunu gösterir. (Bir defa) Ga ranik hadisesi güvenilir ehl-i hadisin de işaret ettiği gibi bâtıl ve uydurma bir haberdir, imam Abduh, doğmadan asırlar önce reddedilmiştir. Muhammed Abduh'un yap tığı tek şey bunu bâtıl gören Kâd* lyaz ve benzerleri gibi ilim ehlinden nakiller yaparak gene kendi güzel üslubuy la açıklamasıdır. Sadece bâzı izafelerde bulunmuştur. Ay nı şekilde Zeyneb bint-i Cahş hadisi de hadis ehl-i nez-dinde mevzudur. Hafız ibn-i Hacer, Fethu'l Bari'd e, uzun
uzun üzerinde durmuş ve aslının olmadığını izah etmiş tir, imam Abduh, eskilerin sözlerini güzel bir şekilde aktarmadan öteye geçmemiştir. Yazarın haksız yere, dil, uzattığı ve doğrudan uzaklaştığı açığa çıkmıştır.
261 ve 262. sayfalarda, Muhammed Reşit Rıza'dan bâzı nakillerde bulunur. Bu nakillerde bâzı serzeniş ve muâhazalar vardır. Dikkatli bir okuyucu önceki bölüm lerde yazdıklarımız içersinde bu serzenişlere cevabı bulacaktır. Biz, hakkı kişilerle tanıyanlardan değiliz. Kişiler ancak hakk'(ın ölçüleriyle) tanınırlar. Bilhassa (asrımız da) onların gördükleri hadis ilmini biz de tahsil ettik, on ların aklı varsa bizim de aklımız var araştırmada edin diğimiz metod, delilsiz hiçkimsenin sözlerini kabul et memek ve reddetmemektedir. [412]

Mütevâtir Hadisleri Reddetmesi Ve Hafız İbn-İ Hacer'e İiftirası

Yazar 262. sayfada «Mütevatir hadis yoktur» başlığı altında şunları yazıyor: «Mütevatir hadis oldukça az dır... Bâzıları «Her Hm bana bir yalan isnad ederse ce hennemdeki yerini hazırlasın» hadisi ile havz-i Kevser ve birkaç hadisten başka lafzen mütevatir hiçbir hadisin ol madığı kanaatindedir...» Biraz sonra dipnotta; «Biz 41. sayfada Ibn-i Hacer'in yukarıda (manasım verdiğimiz) hadisin mütevatir olduğu görüşünü reddettiğini naklet tik.» der. Havz-ı Kevser ile ilgili hadisin metni üzerinde yorum yapmış ve alay ederek : «işte hadisçilerin müte vatir dediğine bir örnekdir» (ifadesiyle sözlerini bitirir.)
Cevap:
1- Mütevatir lafzı ve mânevi olmak üzere iki kıs ma ayrılır. Birinci kısmı az ikinci kısmı çoktur.
2- Sözkonusu hadisin mütevatir olmadığı görüşü nü Hafız ibn-i Hacer'e nisbet etmesi O'na bir iftiradır. Daha öncede belirttiğimiz gibi Hafız îbn-i Hacer, baş kalarına ait bu görüşü almış ve reddetmiştir. Aynı şey başka hadisler için de sözkonusudur. Fakat yazar Hafız ibn-i Hacer'e mal ederek, emanete ihanet etmiştir, kitabı bu tür hıyanetlerle doludur,
3-Havz(-ı Kevser) ile ilgili naklettiği rivayetin la fızları üzerinde durmak istemiyorum. Buharı, Sahih'inde Abdullah b. Amr b. As tarikiyle Hz. Peygamber'in şöyle dediğini nakletmiştir.: «Benim haram bir aylık yol genisliğindedir. Suyu sütten beyazdır. Kokusu miskten da ha güzeldir. Taslan gökteki yıldızlar gibi, O'nun suyunu İçen ebediyyen kanmaz.»[413] Müslim de aynı lafızlarla ri vayet etmiştir[414] Hadis farklı varyantlarla birçok saha-bi tarafından rivayet edilmiştir. el-Kâdi (lyaz) el-Kurtu-bi, Hafız ibn-i Hacer ve başkalarının belirttiği gibi ha dis, mütevatirdir. Hafız ibn-i Hacer Fethu'l Bari de bu hususda şöyle der: «el-Kurtubi «el-Mufhim» adlı ese rinde Kadı îyaz'a uyarak şöyle der: Her mükellefin, Allah tarafından Hz. Peygamber'e tamamı gözönünde bulun durulduğu zaman, kati bilgi ifade eden meşhur hadis lerde ismi, sıfatları ve şarabı (içecek) sarahaten belirti^ Ien bir havuz'un tahsis edildiğini bilmesi ve inanması vaciptir. Çünkü 20 küsuru Buharı ve Müslim'de olmak üzere otuz küsur sahabi tarafından rivayet edilmiştir. Gerisi, Buharı ve Müslim'in dışında rivayet yönünden meşhur ve sahih olarak rivayet edilmiştir. Sahabeden de onlar kadar tabii rivayet etmiştir. Onlardan sonra da iki katı naklederek devam etmiş ve günümüze kadar gel miştir. Ehl-i sünnetin selef ve halef uleması hadis üze rinde icma etmiştir. Sâdece ehl-i bidatten bir taife, za hiri manasım çevirerek reddetmişlerdir. Bunlar aklen za hiri manasını çevirmeye ve te'vil etmeye gerek olmadığı halde, tev'ilinde ileri gitmişlerdir. Binaenaleyh mânasını tahrif eden selefin icmâına karşı çıkmış ve Halef imam larının görüşlerinden ayrıJmıştır.»[415] İbn-i Hacer daha sonra bu hadisi Haricilerin ve bâzı mule/.ililerin reddet tiğine yer verir. Hafız ibn-i Hacer daha sonra bu hadisi Haricilerin ve bâzı mutezililerin reddettiğine yer verir.
Hafız ibn-i Hacer, bu hadisin bütün varyantlarını ve sahabeden rivayet edenleri tetkik etmiş ve elliden fazla sahabiden geldiğini ortaya koymuştur. Bu meyanda o şöyle der: «Hbu Hureyre, Enes b. Mâlik, ibn-i Abbas, Ebu Said ve Abdullah b. Amr gibi bir çok sahabi hadisi bû/ı fazlalıklarla rivayet etmişlerdir. Bunların rivayet et tikleri hadislerin bir kısmı, sâdece havz'ın varlığını ifa de eder, bir kısmı havzın sıfatlarını ve kimlere nasib ola cağını belirtirken bir kısmı da kimlerin oradan kovııla-cağına yer verir. Buharî'nin bu babta yer verdiği hadis ler de böyledir. İ9 farklı varyantı mevcuttur. Muteahhi-rinden bâzı âlimlerin seksen sahabiden geldiğini tesbİt etliklerini öğrenmiş buhınuyomz.»
MütevaLir, ehl-i ilmin icmaıyla sölyeyene nisbetle ya-kin ve katiyyet ifade eder. Hbu Reyye ve O'nun gibi bu hadisleri inkar edenlerin, Hz. Peygambcr'den mülevâür olarak gelen haberleri reddetmenin ve onunla alay etmenin hükmü konusunda görüşleri nedir acaba. O'na göre iman ve küfür yönünden durumlarının ne olduğu görü lebilir? [416]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:14 am

Ebu Reyye'nin Kötülüklere Yer Verip İyilikleri Gizlemesi

Ebu Reyye, kitabının 269. sayfasından itibaren meş hur hadis kitaplarından bahseder. Her kitabın yazarının kısa bir hat tercemesine, her kitabın hadis kitapları ara sındaki konumuna değinir. Anladığım kadarıyla yazar bu konulan işlerken güzel yönlerinden çok kusurlu yönle rini vermeye itina göstermiştir. Bunu da gerçekleştirmek için inceleme ve araştırmaya tâbi tutmadan şundan bun dan rivayet avına çıkar. Kitabını, telif gayesi olan, hadis ve muhaddislerin değerini düşüren, onları rivayet ettik lerini düşünmeyen, sâdece birer bilgi hammah oldukları nı gösteren her rivayete yer verir. Oysa hakkı arayan ve gayesi hak olan bir araştırıcıya yaraşan, rivayetleri öh çüp biçmek ve aralarını mukayese ederek sened ve me tin yönünden ya da akıl ve nakil bakımından tercihe şa yan olanları seçmektir. Yoksa gözleri sadece kusurlara açmak ve iyilikleri, güzellikleri görmemezlikten gelmek değildir. Çünkü böyle yapmak adalet sahibi olmayan araş tırıcıların karıdır. Böylelerinin hakka ve doğruya ulaşma ları oldukça zordur.
Şimdi yapacağım nakiller bu sözlerimizi doğrulaya caktır, bizzat görmek, işitmek gibi değildir.
273. sayfada «ibn-i Main'in imam Mâlik'i Tenkidi» başlığı altında Yahya ibn-i Main, «îmam Mâlik hadis ehli değildir rey ehlindendir» sözünü, ayrıca el-Leys b. Sâd'ın «imam Mâlik'e yetmiş mes'ele saydım hepsi sünnete mu halifti, O da bunu kabul etti» sözünü nakleder. Biraz önce söylediklerimize en güzel delil budur:
îmam Mâlik kadar, ulemanın büyüklüğünde ittifak ettiği başka bir imam hemen hemen mevcut değildir. An cak yazar, îmam Mâlik hakkında bütün âlimlerin Övgü lerini bırakarak heybesinden sâdece bu iki nakli veriyor. Mağribli Hafız İmam ibn-i Abdi'! Berr'in «el-intikş fi fedailis-Selaseti'l Eİmmeti'l Fukaha» adlı eserine müra caat ettim. Gördüm ki on küsur sayfayı Süfyan b. Uyeyne, Şu'be, ibnu'l Haccac, eş-Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Mehdi ve Muhammed b. Hasen gibi imamların, imam Malik'e yaptıkları övgülere ayırmiştır.[417]
îbn-i Main'den yaptığı rivayet, ibn-İ Abd'l Berr'gibı güvenilir âlimlerin naklettikleri Yahya b. Main'in İmam Mâlik'e övgülerini ihtiva eden haberlere terstir. îbn-i Ab-di'i Berr kendi isnadıyla ibn-i Main'in şöyle dediğini nak leder : «Nafi'in Eyyub ve Abdullah b. Ömer'den naklet tiği rivayetleri alanların en-güveniliri İmam Mâlik'tir. İbn-i Ebi Meryem Yahya b. Main'e «senin kalında c!-Lı*ys mi yüksek yoksa Malik mi?» diye sorar. îbn-i Main «Ma lik» diye cevap verir. Yine ibn-i Main, Mâlik hakkında şöyle der : «Mâlik, Allah'ın mahlııkatına olan hüccetlerin-dendir.» ibn-i Main'e uygun düşen de bunlardır. Farzede-lim ki yazarın ibn-i Main'den naklettiği rivayet doğru olmuş olsun; bir araştırıcı olarak yazara düşen her iki sini de naklederek mukayese etmektir. En azından ikisi ni belirtip bir tarafı tutmaktır. Ta ki okuyucular duru mu iyice anlasınlar. Sonra ibn-i Main'in, İmanı Mâlik hakkında «O, hadis ehli değildir» sözü nasıl doğru ola bilir. O'nun kitabı el-Muvatta bugün elimizdedir. Birçok hadİsci katında rivayet ettiği merfu hadisler Buharî ve Müslim mesabesindedir. Bakın îmam Şafii, O'nun hak kında ne diyor: Mâlik'ten sana bir hadis gelirse iki elin le sarıl» Başka bir rivayette «sana bir haber gelirse, Mâ lik'ten ise yıldız gibidir.»[418]
el-Leys b. Sâd'ın sözüne gelince, burada Mâlik'e yö nelik herhangi bir kusur yoktur. Zira hadislere muhale fet inat ve kibirden dolayı olursa o zaman bir kusur teş kil eder. Fakat içtihad ve delil yönünden muhalefet edi lirse değil. Her imama bütün hadislerin ulaşmış olması şart olmadığı gibi, imamların her hadisle amel etmesi de şart değildir. Çünkü gördükleri hadis mensuh olabilir, ya da bir konuya has veya mukayyed olabilir. Bunun gibi birçok sebeplerle tercih edilmemiş olabilir. [419]

Buharı Ve Îbn-İ Hacer'e İftirası

274. sayfada «Buhari, mâna ile rivayet ederdi» baş lığı altında Hatib Bağdadi'nin «Tarîh-i Bağdad» adlı ese rinde, Buharî'den naklettiği şu söze yer verir: «Nice ha disleri, Basra'da işttim Şam'da yazdım, nicelerini de Şam'da duydum Mısır'da yazdım» Kendisine «hadisleri aynen tamamım mı» diye sorulduğunda sükut etmiştir.
îbn-i Hacer: «Buharî'deki nadirattan birisi de Hz. Peygamber'e sihir yapıldığım bildiren hadiste olduğu gibi bir tek isnadla tam olarak iki farklı lafızla rivayet et mesidir.»
Buhari mâna ile rivayeti caiz görenlerdendir. Ancak Buharî'nin bu sözünde mâna ile rivayete delalet edecek hiçbir şey yoktur. Bu sözden anlaşılan tek şey bir şeyi işittiği zaman ona uygun bir yer, bölüm bulmadan yazmıyor oluşudur. Kendisine sorulan soruyu sükutla kar şılaması, O'nun mâna ile rivayet ettiğine delil olmaz. Ol sa olsa hadisin sadece bir kısmına yer vererek ihtisar \;tmiş olmasına delalet eder. Nitekim, kitabındaki meiodu da böyledir. Bir tek hadisi bölerek (Takt'i) her bah ta uygun olan bölümüne yer vermişi ir. Hafız ibn-i Hııcer'den yaptığı nakilin ise uzaktan yakından mâna ile rivayete dair hiçbir alakası yoktur. îbn-i Hacer'in böyle bir maksadı yoktur. Bunu sihir hadisi münasebetiyle söy lemiştir. Çünkü Buhari, bir defa O'nu İbrahim b. Musa'dan «bir gece ya da bir gündüz» diyerek tereddütlü ola rak rivayet etmiş; diğerinde ise aynı şahıstan «birgün» diye tereddütsüz olarak rivayet etmiştir. İbn-i Hacer, Ön ce şüphenin Buharî'den kaynaklandığını zannetmiş daha sonra bunun Buharî'nin şeyhinin şeyhi İsa b. Yunus'lan ne'şet ettiğini anlamışttır. İki rivayete yer verip şüphenin Buharî'den kaynaklanmadığını belirttikten sonra aynen şöyle der: «Kesinlik ifade eden ikinci rivayetten anlaşılı yor ki, Buharî'nin şeyhi İbrahim b. Musa bir defa cezm sigasıyla bir defa da tereddütlü olarak rivayet etmiştir. Bu konuda zikredeceğim ihtilaf da bunu teyid eder. Bu harî'nin bir hadisi tam olarak bir isnad ve iki lafızla ri vayet etmesi nadirattandır.»[420]
Görüldüğü gibi yazar sözü rastgele araştırmadan al mış ve hem Buharî'ye hem de ibn-i Hacer'e iftira et miştir.
Yazar 274. sayfada «Buharî'nin, kitabı henüz müs vedde iken ölmesi» başlığına yer verir. Daha sonra yine îbn-i Hacer'in Fethul Bâri'sinden.konu ile ilgili nakiller yapar ki, hiçbirisi bu başlığa ve arkasındaki maksada şe-hudut etmez. Yazarın, böyle bir başlık atmaktan mak sadı, bilmeyenlere Buharî'nin, kitabı müsvedde hâlinde ikt*n Öldüğünü daha sonra başkalarının temize çektiğini, bunların da gereken itinâyı göstermedikleri intibaını vermektir. Bütün bunları güvenilir hadis kitaplarına şüphe düşürmek için yapmıştır.
Oysa gerçek şu ki, Buharı, kitabını temize çekip son derece güzel şeklini verdikten sonra vefat etmiştir. Ha fız ibn-i Hacer'den yaptığı nakil, Buharî'nin temize çek tiği bab başlıkları ile ilgilidir. Yani o bazı bablar altın da hiçbir hadise yer vermezken, bazı hadisleri de zikret miş ancak başlık koymamıştır. Yazarın yer verdiği bu na kil, Sahih-i Buharî'nin, bir asılda yazılı olduğuna delili dir. Ebu İshak el-Müstemli şöyle der : «Ben Sahih-i Bu-hari'yi, Buharî'nin arkadaşı Muhammed b. Yusuf el-Fer-bevî'nin yanındaki asla göre İstinsah ettim, bazı şeylerin tamamlanmadığını gördüm (bu eksiklerden birisi) bazı başlıklar altında hadis yokken bazı hadislerin de başlığının olmaması idi. Bunun üzerine bir kısmını diğer kısmı na iliştirdik.»
Ebu Cafer Mahr^nd b. Ömer el-Ukeylî'nin şu sözü Buharî'nin, kitabım yazıp hadis imamlarına arz etme den, ölmediğine en btryük delildir.: «Buharı kitabını te'-lil ettikten sonra Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main ve Aii b. el-Medini gibi imamlara arzetti. Onlar da dört ha dis hariç hepsinin sahih olduğuna şehadet ettiler.» Ukay-li bu sözün bizzat Buharî'ye ait olduğunu nakleder. el-Fer-bevî'nin şöyle dediği nakledilmiştir. «Buharî; gusledip iki rekat namaz kılmadan kitabıma hiçbir hadisi yazmadım dedi.» Bunun başlıca sebebi ilmi bir içtihada varmak ve akli bir araştırma yapmak için kalbi güvenle birlikte ruhî ilhamı da hasıl kılmaktır. Buharî'nin son derece sa hih bir hadis kitabı, meydana getirmek amacıyle hadisleri elemek ve seçmek için gösterdiği gayretin en güzel delili şu ifadelerinde yer bulmuştur : «Ben, bu kitabımdaki ha disleri altryüzbin hadis arasından seçtim.» Ayrıca Buharî'nin kendi kitabını bir çok talebesine rivayet ettikten sonra vefat ettiği meşhurdur. Nitekim bugün elimizde olan şekliyle bütün hadislerini ihtiva ederek asıl nüshasından istinsah etmek için, bu talebeleri yarışmıştır. [421]

Cerh Ve Tâdil İmamlarını Nf İhtilafları

286. sayfada Ahmed Emin'den alıntılar yapmıştır. Özet olarak; cerh ve tâdil imamlarının, cerh ve tâdil kaidelerinde açıkça ihtilaf etmeleri, bunların sebepleri, bâzı larının çok sıkı davranarak devlet ricali ile ilişkisi olan ların hadislerini kabul etmedikleri, bazılarının çok vakur bir tavır takınarak bir mizahta bulunan kimsenin hadis lerini reddettikleri, bunlara binaen şahıslar hakkında çok ihtilaf ettiklerine dairdir. Buna örnek olarak da ibn-i Ab-bas'ın azadh kölesi İkrime verilir. Çünkü dünyayı hadis ve tefsirle doldurduğu halde, «bazıları yalancılık ve ha rici görüşler taşımak, kralların hediyelerini kabul etmek le suçladıkları halde, yalanlarından birçok şey rivayet et tiler.» Sözlerini şöyle bitirir: «Nitekim Buharı, îkrime'-nin sıdkına kail olmuş ve Sahîh'inde ondan birçok hadis rivayet ederken Müslim, kizbinc kanaat getirmiş ve Hac bahsinde Said b. Cubeyr'in bir, hadisine takviye babında getirdiği bir hadis hariç, hiçbir rivayetine yer verme miştir.»
Bu sözlerin bir kısmı doğru, bir kısmı yanlıştır. Ha-dişçilerin cerh ve tadil sebeplerinde ihtilaf ettikleri doğrudur. Ancak bu ihtilafı rical hakkında hüküm vermeye vesile edinmek yanlıştır. Onlar bazı sebeplerde ihtilaf etmişlerse de, ekseriyetinde ittifak halindedirler. Sonra ne den cerh konusunda katı davrananlar kınanıyor ki? Bu, rivayette son derece ihtiyatlı davranmaya götürür, za rarlı bir şey değildir. Eğer muhaddisler bu konuda gevşek davransalardı, onların başına ilk kalkan, bundan dolayı kalkardı. Bu konuda hakikati öğrenmek isteyenler ibn-i Hacer'in Fethu'l Bari mukaddimesine bakabilirler.[422] tbn-i Hacer, bu mukaddimesinde, tkrime'nin lehinde ve aley hinde söylenenlere yer verdikten sonra buradaki yalan dan maksadın hata olduğunu açıklar. «Çünkü hicaz ehlinin dilinde yalan., her türlü hata anlamında kullanılırdı.» der. Bunun en güzel delili: «Şayet Kizbden maksat ya lan olsaydı Müslim o bir hadisine de yer vermezdi. Ya lan, sahibinden rivayeti haram kılar ki, muhaddisler bu hususta ittifak etmişlerdir. Hafız ibn-i Hacer, tkrime'ye dil uzatanlara, birbir cevap verdikten sonra, özet olarak onun sika olduğunu, Buharî'nin sika saymasının bunun için yeterli olduğunu bildirir. Fazla malumat edinmek isteyenler, rical tenkidi konusunda hatalı bir araştırmanın nasıl yapıldığım görmek için Fethu'l Bari'nin mukaddimesine müracaat edebilirler. [423]

Reşit Rıza'nın Sözlerini Yanlış Yorumlaması

Yazar 277-279. sayfalarında Reşit Rıza'nın sözlerini nakletmiştir. Bu sözlerin de bir kısmı yanlıştır. Herşeyden önce biz şahıslara kul olmayız. Nerede olursa olsun
ancak Hakk'a boyun eğeriz. Bu noktada yazara îmam Mâlik'in şu sözünü hatırlatmakta yarar görüyorum: «Şu kabrin Hz. Peygamber'in türbesini göstererek sahibi hariç herkesin görüşleri hem alınır hem de reddedilir.»
Ayrıca Reşit Rıza'nın sözleri, yazarin maksadı olan hadislere ve Sahih-i Buharî'dekİ hadislere dil uzatmaya yönelik değildir. Binaenaleyh O, Buharî'de âlimlerin ta rif ettikleri tarzda uydurma hadislerin mevcudiyyetini kabul etmemiştir. İbaresi aynen şöyledir: «Hadis ilmin de mevzu hadise getirilen tarif doğrultusunda Buharî'de mevzu hadislerin varlığını savunan görüş yanlıştır. Hiç kimse de bunu isbatlayamaz; ancak çok az hadisler var ki metni vaz alameti olarafc sayılan şeylerden hûli de ğildir.»
Az olduğu söylenen bu hadisler üzerinde derin bir inceleme ve araştırma yapıldığı zaman ,bunun da yanlış olduğunun ortaya çıkacağını belirtmek isterim. Reşit Rı za'nın sözleri arasında örnek olarak yer verdiği, sihir ve sinek hadisleri hakkındaki hakikati daha önce belirt miştik. [424]

Beni Kurayza'da Namaz Hadisi

284. sayfada Buharı ve Müslim'in ittifak ettiği ha dislere örnek olarak Hz. Peygamber'in, Hendek savaşı gü nü «hiç kimse Ben-i Kurayza'ya varmadan ikindi nama zını kılmasın» hadisine yer verir, bir başka varyantında ise Öğle namazı olarak geçer.
Daha önce bu konunun gerçek yönünü izah ettik, yazar burada Hafız ibn-i Hacer'in sözlerini tahrif ederek gereği gibi anlamamıştır. [425]

Ebu Reyye'ye Göre Buharî Ve Müslim

290-291. sayfalarında Ebu Reyye, şunlan yazıyor: «Görüldüğü gibi hadisçiler Buharı ve Müslim'in birçok rivayetini illetli bulmuşlardır. îbn-î Hacer'in Buharî Şerhi ile Müslim'in Nevevi şerhine baktığımızda bir çok müşkü ile karşılaşıyoruz. Bu müşkülen içeren müteaddid eser ler yazılmıştır. Sahih diye isimlendirdikleri Buharı ve Müslim bütün bu illet ve tenkidlere maruz kalmış ve bü tün bunlar söylenmişse bunlardan başka bazı israili ve manayı hatalı naklettikleri rivayetlerle dolu olduğunu bir tarafa bırak o zaman Buharı ve Müslim'in dışındaki hadis kitaplarının nasıl olduğunu tahmin et. Müsnedîeri söylemiyorum Zira bunlardaki hadislerin güvenilir tarafı yoktur. Selin önündeki çer çöp gibi hiçbir konuda itimad edilmez.»
Cevap:
Görüldüğü gibi yazar okuyucuya bırakın sair hadis kitaplarım ve Müsned'leri, Buharî ve Müslim'in dahi za yıf ve mevzu hadislerle dolu olduğu intibaını vermek için demegoji ve saptırmalara başvurmuştur. Bunlar yeni şey ler değildir. Biz, Darekuînî ve başkalarının bazı hadis lerini tenkid ettiklerini biliyoruz. Ancak bu, o hadislerin zayıf veya uydurma olduğu manasına gelmez. Binaen aleyh (ed-Dârekutni) Buharî ve Müslim'in kitaplarında gerekli gördükleri yüksek sıhhat derecelerini düşürdük leri hadisleri tenkid etmiştir, ibn-i Haccr Fethul Bari mukaddimesinde, İmam Nevevi de Müslim şerhinde ten kid eden bu hadisler konusunda bir bir cevap vermişlerdir. Tenkid edilen bu hadislerin büyük bir kısmının ceva bı son derece basittir. Bazılarında zorlanmışlardır ki bu da Sahihayn'de oldukça azdır. Cevaplarında ulemanın zorlandığı bu kadar az hadis dolayısıyle yazarın bu derecede serzenişte bulunması adalet ve insaf Ölçüleriyle bağdaşırmı?!!
Burada ibn-i Hacer'in Fethu'l Bari mukaddimesinde tenkid edilen hadislere bir bir cevap verdikten sonra söylediklerini aktarmak istiyorum.. Şöyle diyor İbn-i Hacer : «îsnadlarm illetlerini bilen, gizli tariklere muttali olan, hadis hafız ve tenkidçilerinin bütün tenkidlcri bunlar dan ibarettir. Kaldı ki hepsi Buharî'nın münferid kaldığı hadisler değildir. Bilakis çoğunda Müslim de iştirak et miştir. Hem Buharî hem de Müslim'de tenkide uğrayan hadisler 32 hadistir. Buharî'nın münferid kaldığı sadece 78 hadisdir. Hepsi de kusurlu değildir. Bütün bir kısmı nın cevabı açıktır kusur defediîmiştir. Bazılarının cevabı muhtemeldir. Bölümün başında da özet olarak belirttiğim gibi net olarak cevabı mümkün değildir Bunlardan her hadisin olumlu yönlerini izah ettim.» Yazar,hu konuda yazdıklarımız üzerinde düşünecek olursa Buhari'nin ne kadar yüce bir şahsiyet olduğunu, eserinin ne kadar bü yük bir eser olduğunu anlar. Ehl-i ilmin öncüleri eski vo yeni musanneflere bu kitaptaki hadisleri kabulde bunu ön celik tanımışlardır. Elbette asabiyet sahibi olup kafa dan reddedenle, meri kaidelere bağlı olarak insafla karşı çıkan bir olmaz. [426]
İmam Nevevi de Müslim Şerhi'nin Mukaddimesinde şöyle der : «Bir grup âlim, Buharî ve Müslim'in gerekli gördükleri şartlan uygulamadıkları hadisleri çıkarmış tır. Bunların hepsine veya bir kısmına cevap verilmiştir. Allah izin verirse yerinde görülecektir.»
Bu iki büyük imamın görüşlerini atıp Ebu Reyye'nin tahrifatlarını mı alalım? [427]

İmam Ahmed'in Müsnedi Île Diğer Müsnedlere Dil Uzatması

291. sayfada hadis kitapları arasında İmam Ahmed'-in Müsned'ine yer vermeyişinin sebebini şöyle açıklıyor : Bu kitaba ve sayısı kabarık olan «Müsned»Iere. yer ver-meyişimizin sebebi şudur : Âlimler bu kitapları tartışmış lar ve bunlara güvenilemeyeceği, bunlardan delil getiri-lemîyeceği hükmüne varmışlardır. Şu kadar var ki: Müslümanlara hakiki veçhesini ortaya çıkarmak için bunların en meşhuru olan Ahmcd b. Hanbel'in «eI-Müsned»ine de ğinmek istiyorum.» daha sonra sözlerini deliİlendirmek İçin Şeyh Tâhir el-Cezâiri'nin «Tevcühu'n Nazar» adlı ki tabından şu naklilerde bulunuyor : «Müsnedîere gelince hu kitaplar derece itibariyle Sünen'Ierden aşağıdır. Bu eserler babJara ayrılmadan, her sahabmin rivayet ettiği hadisleri, ayrı ayrı alan kitaplardır. Bunların musannif-laıının âdetleri sahih olsun olmasın bir sahabîden gelen rivayetleri toplamaktır. Dolayısıyle buradaki hadisleri mutlak olarak (araştırmadan) hüccet olarak almak doğru değildir.» Tahir el-Cezâiri'nin sözleri bunlardan ibarettir. İbhu's-Salah ve başkaları da daha önce aynı şeyleri be lirtmişlerdir. Yazar, ibnu's-Salah'ın sözlerini de naklet miştir.
Biz Miisned'Ierin Sahih ve Sünen kitaplarının altın da olduğunu kabul ediyoruz. Ancak bizim şiddetle reddettiğimiz husus; imamların buradaki hadislere hiç iti bar etmedikleri iddiasıdır. Yazarın sözü ile âlimlerin «Mutlak olarak oradaki hadisler hüccet kabul edilmez» sözü arasında büyük fark vardır. Bu farkı küçük bir talebe dahi farkeder, Ne varki yazar, kin dolu kalbi ve tersyüz olmuş akh ile öyle anlamıştır. İmamların demek istedikleri kayıtsız olarak bunlardaki hadislere teslim olmamaktadır. Çünkü sahih, hasen ve zayıf hadisler beraber bulunmaktadır. Sahih ve Hasen hadis delil olur, ama zayıf hadis bütün çeşitleriyle delil olmaz. İşte bunun için alimler, müsnedlerdeki hadislerin derecelerini ve delil ol maya uygun olup olmadığını araştırmayı gerekli görmüş lerdir. Şu bir gerçektir ki : İmam Ahmed'İn Müsned'inde-ki hadislerin büyük bir çoğunluğu sahih ve hasen olup delil olmaya elverişlidir. Oradaki birçok hadis, Buharı, Müslim ve diğer güvenilir hadis kitaplarında da vardır. Biz, Müsned'de zayıf hadislerin hatta az da olsa uydur ma hadislerin varlığını reddetmiyoruz. Ancak bunların tla çoğunluğu oğlu Abdullah'ın ve Ebu Bekr el-Kâti'nin ek ledikleri ziyâdelerindendir. Bunun da bir tehlikesi yok tur; çünkü ahkam konusunda olmayıp hep fedail (fazi letler) hakkındadır. Daha sağlam bilgi isteyenler Merhum Şeyh Ahmed Şâkir'in tahkiki ile yazılan «Talaiul Müsned» adlı kitaba müracaat edebilir.
İşin ilginç taraf ı yazar bundan sonra âlimlerin, İmam Ahmed'İn Müsned'i hakkındaki görüşlerini nakleder ve ük önce de İmam ibn-i Teymİye'nin sözleri ile başlar. Ne var ki, yazarın bu imamdan yaptığı tüm nakiller yazarın iddiasını reddetmektedir. îbn-i Teymİye'nin söylediği tek şey, Müsned'İerde yer alan her hadisin delil olmayacağı dır. Bunlarda sahih hadisler olduğu gibi, sahih olmayan lar da mevcuttur. Gerek ibn-i Teymiyye gerekse başka âlimler, zayıf bilinen bâzı râvilerden almalarına rağmen yalanı ile bilinen kimselerden asla rivayet almazlar...» İbn-i Teymİye'nin yazarın anladığı gibi Müsned'de mev cut olan hadislerin zayıf olup delil olmaya elverişli ol madığını söylemiş olması mümkün değildir. Binaenaleyh kitaplarında İmam Ahmed'İn Müsned'inde rivayet ettiği birçok hadislerden delil getirmiştir. İbn-i Teymiye gibi birisinin sahih ya da hasen görmediği hadisleri hücceL olarak alması makul değildir.
Câlib-i dikkat bir husus ta yazarın âlimlerin el-Müs-ned'deki zayıf hadislere olan tenkidlerine fazlaca yer verirken bir kelime de olsa güvenilir imamların el-Müs-ned'in güvenilir hadis kitapları arasındaki yeri ile ilgili söylediklerine yer vermemiştir. Bu da kötü niyet ve mak sadının bir belirtisidir.
Şimdi Müsned hakkında herşeyi ortaya koyabilecek değilim; ancak bâzı âlimlerin onun hakkındaki -sözlerini nakletmekle yetineceğim. Rivayete göre îmam Ahmed'in oğlu Abdullah şöyle der: «Babama kitap yazmayı hoş görmediğin hakle neden el-Müsnedi yazdın?» diye sor dum. Bunun üzerine şöyle cevap verdi: «Bu kitabı öncü olsun diye, yâni insanlar Resulullah'ın sünnetinde ihti lafa düştükleri zaman O'na müracaat etsinler diye yaz dım.» Yine rivayete göre bu kitabı te'lif ettiği zaman oğ lu Abdullah'a': «bu Müsned'i koru, çünkü o insanların müracaat edecekleri bir kitab olur.» Şurası tartışma gÖ-türmeyun bir gerçektir ki : îmam Ahmed, sözü evirip çevirmekten, kitabını boş yere Övmekten uzak bir insandır. Eğer dünya malında ve makamında gözü olsaydı halku'I Kur'an (Kur'an'ın yaratılmış olması) fitnesinde ağzından çıkacak bir tek kelime yeterdi. Ancak o insanlık tarihi bo yunca şerefli ve baki kalacak bir makamı seçmiştir.
Büyük imam Ebu Musa el-Medini şöyle der: «Bu kitap yani Müsned hadis ehli için güvenilir bir kay nak ve büyük bir asıldır. Ondaki hadisler birçok hadi» ve rivayetler arasında seçilmiştir. Sahibi onu, münakaşa konulannda baş vurulacak bir sığmak ve güvenilir bir kaynak olarak bırakmıştır.» Rivayet edilir ki: Ebu'l Hüseyn Ali b. Muhammed el-Yuninî'ye, «Kutub-u Sitte'yi ez berlediğini duyduk, nasıl ezberledin?» diye soruldu. Oda «imam Ahmed'in Müsnedini ezberledim çünkü diğer ki taplarda olup ta O'nda olmayan çok azdır.» dîye karşılık verir. Hafız ibn-i Hacer de «Ta'cilu'l Menfaa Bir Ricâli'l Erbaa» adlı eserinde öyle der : «el-Müsned de aslı olma yan üç dört hadisten başka hadis yoktur. Bunlardan bir tanesi Abdurrahman b. Avf'ın sürünerek cennete gideceği ni bildiren hadistir. Bu konuda da o mazurdur. Çünkü bu, îmam Ahmed'in üzerinin çizilmesini emrettiği hadis lerden olup unutularak terkedilen ya da çizdiği hakle yazılanlardır.»
Bütün bunlar, yazarın 298. sayfada Müsned hakkında sonuç olarak yazdıkları ile bağdaşıyor mu? bakın ne yazıyor : «Bunlar büyük imamların Müsned hakkında söy lediklerinden gördüklerimizdir. Bu nakiller onun tanımı ve kıymeti hakkında fikir vermeye kâfidir. Hiç de meş hur olduğu gibi değildir. îtimad edilmeyen, içindeki hadis ler hüccet olarak kabul edilmeyen diğer müsnedler gibi bir Müsned'dir. [428]

Hadisçilerin Metindeki Hatalarla İlgilenmedikleri İddiası

Ebu Reyye, kitabının 300. sayfasında Hadisçilerin me tindeki hatalarla ilgilenmediklerini belirterek bu konuda Şeyh Tahir el-Cezâiri ile Reşit Rıza'dan nakillerde bulun muştur. Şahıslara köle olmadığımızı sadece Hakka boyun eğdiğimizi burada tekrarlamak istiyorum.
Cevap:
Bu iddiayı daha önce müsteşrikler de ortaya atmış ve onların eteklerine yapışan çağdaş yazarlar tarafından
sakız gibi tekrarlanmıştır. Bu iddia tamamen yanlış bir iddiadır. Çünkü hadisçiler isnad tenkidi ile ilgilendikleri gibi, metin tenkidi ile de ilgilenmişlerdir. Onlara göre ha disler, mevzu, metruk, münker, şaz, maklub, muztanb ve muallel gibi kısımlara ayrılırlar. Bunların büyük bir kıs mı isnada yönelik olduğu gibi metne de yöneliktir. Yazarın kendisi hadiscilerin Mu/tanb hadisleri, isnadı muzta nb ve metni muztanb diye ikiye ayırdıklarını belirtiyor. Aynı şekilde mevzu, muallel ve diğer çeşitlerde de bu ayırımı yapmışlardır.
Evet hadisçiler isnad tenkidine verdikleri aynı öne mi metin tenkidine vermemişlerdir. Ancak bunun sebe bi bâzı araştıncılarm kavrayamadığı gizli bir sır ve ince bir anlayıştır. Daha önce detaylanyla bu konu üzerinde durdum. Metin tenkidine verdikleri öneme misaller ge tirdim, isnad tenkidine verdikleri önemin aynısını neden metin tenkidine vermedikleri ile ilgili bakış açılarını izah ettim. Yine daha önce Reşit Riza'nın müşkil hadislere Örnek olarak takdim ettiği güneşin secdesi ile ilgili ha disin gerek rivayet, gerekse mâna yönünden sahih olup son derece şahane bir uslubla söylendiğini açıkladım bunları tekrarlamaya gerek yoktur.
Hadiscilerin isnad tenkidine verdikleri önemi metin tenkidine vermediklerine gerekçe olarak belirtilen onla rın bu konuda eksik olduğu, bu işin onların işi olmayıp fıkıh ve usûl âlimlerinin işi olduğu yazann Reşit Rı-za'dan naklettiği gibi görüşü tamamen yanlıştır. Bina enaleyh eski ve yeni birçok hadis âlimi rivayet ve dire-yeti birleştirmiştir. Bir çoğu her iki usûl ilminde usulu'l fıkıh ve usulud-Din de derinleşmiş âlimlerdir. Eğer bâ zı fıkıh ve usûl âlimleri bir takım hadislere hücum ediyor ve reddediyorlarsa; bu, onlann metinleri daha iyi bildikleri anlamına gelmez. Bilakis bu, onlann rivayet ilmi ni ve şartlarını iyi bilmediklrei, hadiscilerin mahirleştik-leri gibi bu konuda uzmanlaşmadıklan manasına gelebi lir. Bâzı râvilerin manasına ve anlamına bakmadan ha disleri toplamayı ve ezberlemeyi görev edindikleri vaki ise de bu oldukça nadirdir. Hiçbir kıymeti haiz değildir. Muhakkik hadiscilerin kendileri bunları kötüleyerek ha disin fıkhını ve anlamını öğrenmeyi hadis talebesinin adabından saymışlardır. tbnu's-Salah «Mukaddime»sinin 212. sayfasında şöyle der: «Bir hadis talebesine anlama dan hadis işitmek ve yazmakla yetinmek yaraşmaz, o takdirde faydasız bir şey için kendisiniyormuş olur ve ehl-i hadisten ete sayılmaz, terkettikleri bu husustan do layı onlar...»
Hadis ehlinin hadislerin mana ve fıkhına Önem ver dikleri bundan daha sarih olarak anlatılabilir mi? Yine bunu en güzel şu beyitler (manalarında) de görüyoruz.: «Ey rivayet ilminin talibi, rivayet ederken rivayete önem verdiğin gibi, dirayete (mâna) de önem ver az rivayet et, fajcat riayet et, zira ilmin nihayeti yoktur.»
Hatta hadis âlimleri Arap edebiyatı ilimlerini de bil meyi gerekli görmüşlerdir. Ibııu's-Salah bu konuda da şöy le der: «Bir hadis talebesinin lafızlardaki hatayı, tahrifi ve nahoş ifadeleri anlamak için nahiv ve luğât ilmini (filoloji) bilmesi gerekir. Şu*be'nin şöyle dediğini rivayet ettik: «Hadis tahsili görüp Arapça'yı iyi bilmeyen kişi kafası olmayıp ta üzerinde takkesi olan adam gibidir. Hammad b. Seleme şöyle der : «Hadis ilmi talep edip na hiv bilmeyen kişi, içinde arpa olmayan torbayı boynunda taşıyan merkeb gibidir.» [429]

Sahihi Buhâri'nin Değerini Düşürmeye Çalışması

Yazar 308. sayfada Buhâri'nin kendi şeyhi olan Hâlid b, Mahled cl-Katvanî el-Kiifî'den rivayet ettiği «Her kim benim veli bir kuluma düşmanlık ederse...» diye başla yan hadise yer verdikten sonra, dipnotunda şöyle der: «ez-Zehebî, Mizanu'l-İtldal adh eserinde Hâlid b. Mahled el. Katvânî'nin hal tercemesini anlatırken bu hadise de değinerek şöyle demiştir: «Bu hadis oldukça garip bir hadistir, eğer Salılh-i Buharı'nin heybeti olmasaydı bu nu îbn-i Mahled'in münker hadislerinden sayardım,» Cevap:
Yazara sadece şunu söylemek istiyorum; Herşeyden Önce sana düşen hadis imamlarının büyüklerinden sayılan ve rical tenkidi konusunda tam bir uzman olan ez-Zehebî'-nin sözlerim iyi anlamak ve eserinde Buhari ve diğer sa hih kitaplarla, sünen ve müsnedlere böyle kötü hücum larda bulunmamaktır. [430]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:15 am

Bütün Sahabe Udüldür Diyen Alimlere Alay Ederek Onlara Dil Uzatması

310. sayfada âlimlerin sahabenin adaleti hakkında ^Özlerini naklederek ez-Zehebî ve başkalarının da söyle diği gibi cumhura göre hepsinin âdil olup şimdiden son ra tenkid edilmiyeceklerini nakleder. Daha sonra da cumhumn bu anlayışım kınayarak bu konuda haksız olduk larını savunur.
Daha önce sahabe'nin adaleti konusunda yazdıklarım yeterli olduğu için cevabı tekrarlamak istemiyorum. [431]

İlmi Emanete İhaneti Ve İbn-İ Kuteybe'ye İftirası

312. sayfanın dipnotunda şöyle der: «îbn-i Kuteybe, TeVilu Muhtelefİİ Hadis adlı eserinde şöyle der: «de diler ki hadisçilerin ilginç bir yönü bir şeyhe yalan is-nad edip O'nun hadislerini Yahya b. Main, Ali b. cl-Me-dini gibilerin tenkidlerine uyarak kesinlikle yazmamala rıdır, öbür taraftan sahabeden hiç kimse muvafakat et mediği halde Ebu Hureyre'nin rivayetlerini delil kabul etmeleridir. Halbu ki: Hz. Ömer, Osman ve Aişe (r.a.) onu yalanlamışlardır.
Cevap:
Bu bir tedlis ve ilmi emanete hıyanettir. Çünkü ya zar, okuyucuya sanki ibn-i Kuteybe'nin bu görüşte ol duğu intibaını veriyor. Oysa durum hiç te öyle değildir. îbn-i Kuteybe, sadece en-Nazzam ve benzerleri gibi ha dislere ve râvilere dil uzatanlardan hikaye etmiştir. îbn-i Kuteybe Allah onu hayırla mükafatlandırsın bunla ra gereken cevabı vermiş hadis ve ehline taraftar olarak, son derece derin ve titiz bir âlim olarak onları ımida-dafaa etmiştir. Yazar bu karıştırmayı kitabının birçok ye rinde yapmıştır; biz çeşitli yerlerde buna işaret ettik. [432]

Sahabe'nin Adaletine Şüphe Sokması

Ebu Reyye 312-328. sayfalarında dönüp dolaşıp saha-belik nedir ve sahabenin adaleti ne demektir? Konusu üzerinde durarak cumhurun görüşünü reddetmeye başlar. Bu nu isbatlamak için surdan burdan delil! avlayarak sözle re ifade etmedikleri mânalar yükler. Son olarak da şeyh el-Mukbilî ve diğerlerinden nakillerde bulunur.
Aslında daha önce yazdıklarımız hu konuda hak ile bâtılı birbirinden ayırmıştır, birkaç defa sahabe içerisin deki münafıkların Allah ve Resulü tarafından açığa çıka rıldıklarını, Müslümanların gerçek durumlarına vâkıf olduklarını belirttim. Hz. Peygamber'in hayatında ve ölü münden sonra irtidad ederek Levbe edip İslâm'a dönmeyenlerin ve bu hal üzere ölen mürtedferin sahabi olma şerefinden uzak olduklarını yazdım. Ayrıca bunlar âlim lerin cumhuru'nun âdildir, dediklerinden de uzaktır. Âlim lerin sahabi tarifinde ne münafıklar ne de mürtetler mev cut değildir. Yine daha ünce adalet ve îsmelin ayrı ayrı şeyler olduğunu defalarca yazdım. Sahabe udüldur, di yenler asla onların ma'siyet hata ve nisyandan ma'sum olduklarını söylememişlerdir. Sadece onların kasden Hz. Peygamber'e yalan isnad etmediklerini söylemişlerdir. Hatta bir suçtan dolayı had uygulananlar, bir günah İşle yip tevbe edenler, - fitnelere ve savaşlara katılanlar dahi Hz. Peygamber'e kasden yalan isnad etmemişlerdir. Yal nız burada bilinmesi gereken bir husus bir suç işleyip cezaya çarptırılanların oldukça az olduklarıdır. Binaena leyh bunların durumlarını sıratı müstakimden asla ay rılmayan, küçük büyük, gizli açık her türlü günah ve mâ-siyetten uzak kalan binlerce sahabeye kıyas etmek son derece yanlıştır. Gerçek tarih bunun en büyük şahididir.
Sahabe'nin adaletine dil uzatanların bu iddialarını is patlamak için dillerine doladıkları sahabilerin bir kısmın dan hiç rivayet gelmemiştir. Bâzılarının da ya bir iki ya da üç hadisleri vardır. Bunların rivayetleri diğerlerinden ayrı olarak bilinmiştir. Kaldı ki dinin usulü ve furuunu ilgilendiren hiç bir mesele bu hadislerden birisi üzerine bina edilmemiştir. Buna en büyük delil Reşit Rıza ve Şeyh el-Mukbilî'nin üzerinde durdukları sahabi olduğu ihtilafh olan Bişr b. Erlat'tır. Bu zâtın bir hadisi Ebu Davud'un Sünen'inde olup savaş halinde iken hırsızın kolunun kesilmemesi ile ilgilidir. Bir başka hadisi de bir duadır. İbn-i Hıbbân Sahih'inde Hz. Peygamberin şöyle dediğini bu zattan rivayet eder : «Allah'ım bütün işleri mizin sonunu hayırlı kıl, dünyanın rezaletinden ahire in azabından bizi kum.»[433]
Biz adalet sahibidir derken rivayeti yönünden adil ol duğunu kastediyoruz. Harplere ve fitnelere karışması. Muaviye'nin tarafını tutmuş olması içtihadı bir mese ledir. Bu, O'nun adaletini ihlal etmez. Allah bize de on lara da mağfiret elsin. «Dökülen bu kanlara kılıçlarımızı bulaştırmadığı gibi, Allah dillerimizi de bulaştırmasın» sözünün sahibine Allah rahmet etsin.
Okuyucu kardeşlerim demogojİ yaparak kafa karış tıran yazarların söylediklerine aldırmasınlar Allah bi liyor ya bunların maksadı, sünnet binasını yıkmak ve ona şüphe sokmaktır. Bunun da tek yolu Hz. Peygamber'-den ilk tebliğ eden onu bizlere taşıyan sahabenin güve nilirliğine şüphe sokmaktır. [434]

Bâzı rivayetlerin tenkidini İbn-haldun'dan önce münekkid muhaddisler Yapmıştır

Yazar 331. sayfada sonuç kısmında ibn-i Haldun'un hadis tenkidi ve sahihlerle zayıfları ayırmak konusunda bâzı sözlerini naklelmiştir ki, tartışmasız kabul edilen son derece güzel ve sağlam sözlerdir.
Ancak yazara şunları söylemek istiyorum : Bâzı Mu-haddisler bu tenkidleri ibn-i Haldun'dan çok Önce yapmış ve bunları bilfıi) tatbik etmişlerdir [435]Şunu da be-, lir.tpıek; islerim ki, söylediği bu kaidelere en çok muha!feendisidir. Takib ettiği yol; aklın ilk njıd göre/, yanlış olduğu açık olan görüşlerin doğ-iu|uiiâ kenâf hevasıyla ulaşmaktır. Bunun en büyük deîiİÎ «MBu Öülreyre'nin Muaviye'nin sofrasında yemek 'Mri arkasında namaz kıldığını İfade eden riva yete îifömmââıdır. Hangi akıl buna inanır. Muaviye Şam'da Hz. Ali Kûfe'de idi. Yazarın kitabı bunlarla doludur. [436]

Ebü'hanife «Az Hadis Rivayet Etmiştir»İddiası

sayfada ibn-i Haldun'dan naklen şöyle diyor: imamlar hadis rivayeti sanatında yarıştılar. Ancak Ebu Hanifc'nin rivayet ettiği hadisler on yedi civa rında olmuştur.»
Bu sözü ibn-i Haldun başkalarından nakletmişse de doğru değildir. Aslında ibn-i Haldun'un bu rivayet kar şısında sükut etmemesi gerekirdi. Çünkü sukut tasdik ve itiraf manasına gelir. Oysa .Mukaddime'sinin birçok ye rinde rivayetleri seçerken ve tenkid ederken tâbi olunması gereken kaideler üzerinde duran kendisidir. İmam Şafii' nin «insanlar fıkıhta Ebu Ifanife'ye muhtaçtır.» dediği büyük imamın sadece 17 hadis rivayet etmiş olmasını'akıl alırmı? Ibn-i Haldun, bu rivayete yer verip sukut et mekle koyduğu kaidelerden hareketle yanlış rivayetleri kabul edip kendisi tatbik etmeyenin durumuna düşmüş tür. Oysa Gerçek şu ki İmam Ebu Hanİfe'nin on yedi müsnedi vardır. Hepsi de Hindistan'da basılmıştır. Şu anda elimizin altmtiaidır'.i:Sühîafr^ü imtii? yalan ofiîüğuna büyük deUMirrntoe^btİ sozHnHü^[437]
Söyleniş' sebebi fıtt^yeu atfedilen bu söze ;(indnmay'izf, hiçbir 'a'kiîİi* ^dmıp6tnlez:.'[438]

Genel bir muhteva tenkidi

347. sayfada şöyieKİtBu/İkUabın^kfşekfâii tes* ' bi t et t iğim zaman fexı /derece ı ^izayacjB^sf tlf sna|naihtştım î;; Bu nedenle araştırma .esnasında, ortaya çıkan bazı şeyleri terketmek ve süzu daha i azla uzatmamak ıçm.bu kadar-la yetinmek zorunda fca.ldım.»
Derim ki: Nasıfrlu^kaıj^Vzam^k|,;iöğu natlfter-den ibarettir bazen bîr telcnakiî bir kaç sayfa tutuyor!' Bunun en güzel delili sonuç'Kısmımla'"kabul etîilece^hıçf." bir tarafı olmayan nakildir. Yine kitabın büyük bîr'kis'mi tekrardan ibarettir. rieytiı' şeyleri söylüyor, Mûham^fi^ğîl nakiİlerr lasak i
Pİmıy;6;te:^hdîfeh^! ayiplıybra^tirmasm'iri somictr ojchjjü^ü;iddîârediböyle
lan' üstün [439]

Sonuç

Yazar, bu kadar dolaştıktan sonra kitabını Bâzı Kur'an âyetleriyle bitiriyor. Bundan maksadı Allah'ın Kitabından başka bir şeye ihtiyacının olmadığıdır. Sünne tin Ku'an'a göre konumunu ifade eden, sünnete tabi olma yı teşvik eden, âlimlerin dinin aslı olan Kur'an'a ihtiyaç ları kadar ona da muhtaç olduğunu bildiren âyetleri kasıtlı olarak terketmiştir. «Biz sana insanlara ne indi rildiğini açık lavaşın diye Kur'an'i indirdik» «Resule itaat edtıı Allah'a itaat etmiş olur,» «Resul size ne verdiyse alın neden yasaJdadıysa kaçının» âyetleri gibi. Daha sonra yazar zahiren Allah'ın Kitabından başka sünnet ve hadislere ihtiyacımızın olmadığını ima eden bâzı hadis ve sözleri naklediyor. Nihayet «Resulün sünneti mütevâtir olan ameli sünnettir. Sünnetin hadislere deıtlak olunması sonradan çıkmıştır.» diyecek kadar ileri gitmiştir.
Bu, küçük bir talebenin bile bildiği fahiş bir ceha lettir. Şayet sünneti sâdece ameli olan mütevâtir sünnete hasredecek olursak, ahkam, ahlak, ve mevize ile ilgili Hz. Peygamber'den gelen binlerce hadisi terketmiş olu ruz. Sünnete hadis, hadise, de sünnet denmesi iddia et tiği gibi sonradan çıkmış değildir. Bu ilk asırda bilinen bir gerçektir. Ömer b. Abdulaziz Medine'deki Valisi Ebu Bekr Muhammed b. Hazm'a yazdığı mektupta «Hz. Peygamber'in hadislerini topla...» demiştir. Beşinci Râşid Halil'e bu sözüyle ameli sünnetlerin dışında kalan hadis leri mi kastetmişti? Bcyhaki el-Medhal'inde, Urve'den Hz. Ömer'in sünnetleri yazmak islediğini, bu konuyu . ashab ile istişare ettiğini onların da yazmasını salık ver diklerini naklctmistir. Yazar buna ne diyecek? Hz. Ömer sünnetlerden sadece ameli sünnetleri mi kastediyordu? Hayır asla! Çünkü ameli sünnetler söylediğim gibi fiilî tevatürle sabittir. Yazılmasına ve kaydedilmesine ge rek yoktur.
Hz. Ömer, sünnet derken hem fiilî, hem de kavlî olan ları kastediyordu. Yazar kitabının sonuç kısmında âdeta ittifak edilen külli kaideler olarak nitelendirdiği bazı ne ticelere varmıştır ki, hepsi de Öncülleri fasid olan yanlış neticelerdir. Yanlış öncüllerden sadece yanlış neticeler çıkar. Zikrettiği kaidelerden doğru oîan ve üzerinde ittifak edilen hiçbir kaide yoktur. Sadece muhalefet et tiği bâzı şeylerin kaide ve usul olduğunu iddia etmiştir.
Oysa yazarın sonuç kısmında kendine gelerek doğ ruyu bulmasını arzu ederdik. Lakin bunu da yapmaya rak kötü niyetini ve batıl üzere ısrarını açığa çıkaran kö tü bir sonuçla bitirmiştir. O ve O'nun gibileri için ne ya pabiliriz? Hayatın süsü ve fitnesi heva ve heveslerin ga lebe çalması, para sevgisi, kötü sözleri tekrarlayan bâ-, zı insanların çömezi, müsteşrik ve misyonerlerden İslâm düşmanları ve sömürgecilerin oyuncağı haline getirmiştir. Bakın Allah ne güzel buyuruyor : «Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (yanındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını Ve ikalbmi jııühürlediği gözünün Üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi O'na Allah'tan sonra kün doğru yolu gösterecek?...» (Câsiye 45/23) «Allah'ın saptırdığı kimseyi doğru yola götürecek yoktur.»
Reddiyemi burada noktalamak istiyorum. Çünkü bu kitapta hakikati açıklamak için vermiş olduğum sözü yerine getirmiş bulunuyorum. Zira Ebu Ff.eyye'nin kita bının gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için verdiğim sözü yerine gelirmiş bulunuyorum. Umarım Kitabın gerçek yüzünü gördüğüm gibi, okuyucularım da açıkça görmüş lerdir. Yazarının tek maksadının sünnet ve hadislere dil uzatarak, meşhur hadis kitaplarının değerini düşürmek olduğu anlaşılmıştır. Kitabın bâzı yerlerinde haklı şey ler varsa da büyük bir kısmı batıl sözlerdir.
Ayrıca yazarın başkasına tabi olduğu, müsteşrik vo misyonerlerin sözlerini tekrarladığı açıkça anlaşılmıştır. Yazdığı eserin, sağlam ilmî araştırma kaidelerinden uzak olduğu, ortaya attığı iddiaların hiçbir mesnede ve delile dayanmadığı ortaya çıkmıştır. Öyleyse okuyuculara* dü şen bu kitaptaki boş sözlere aldırmayıp, bu konuda ha dis ehlinden muhakkik âlimlerin yazdıklarına kulak as maktır. Onlar bu konuda yeterli bilgi vermektedirler.
Başta hamdettiğimiz gibi bitirirken de Allah'a hamd-ederiz; verdiği nimet ve basan için O'na şükürler olsun. Eğer O, bizi hidayete iletmezse doğru yolu bulamazdık, bütün basan Allah'tandır, O'na yöneldim, O'na dayandım: Peygamber'i Hz. Muhammed'e, O'nun ali ve ashabına da salal ve selam olsun.
Ecrini Allah'tan dileyerek te'lif ettiğimiz bu kitabı Miladi 20 Nisan 1960'a tekabül eden hicri 1379 yılının Şevval ayının 25'i Perşembe günü sabah namazından Önce bitirdim.Muhammcd Ebu ŞehbeGünümüzde bir takım insanlar, "Size düşen Kur'ana sarılmaktır, onun helal dediğin ihelal, haram dediğini de haram saydığınızda
kurtuluşa erersiniz!" diyerek inanan insanları sadece bir kaynağa yöneltmekte ve bilerek Allah'ın
Rasulunü ve hadisi devreden çıkartarak: "sünnetsiz bir hayat" in savunuculuğunu yapmaktadırlar.Tam bir müsteşrik kafasıyla hareket eden bu yerli "oryantalist işbirlikçileri" nin asıl amaçlan sadece sünneti devreden çıkartmak değil, koskoca bir hadisler deryasını bir çırpıda yok saymak ve dolayısıyla da onları rivayet eden eşsiz sahabiyi neredeyse "yalan hadis" gibi ağır bir ithamla suçlayarak inananların gözünden sahabinin etkinliğini silmektir. Bu yüzden olsa gerek, şimdilerde her önüne gelen bir ahkâm kesmekte, hadisleri reddetmekte, sünneti kabul etmemekte ve eşsiz sahabiye dil uzatabilmektedir. Bu hastalığın şifası da hiç şüphesiz Rasulullah sevgisinde, sünnet ve hadis sevgisinde yatmaktadır. Nitekim Ali Imran Sûresinin 31. ayetinde: "De ki, Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin" denilerek bu reçete vahiyle teyid edilmiştir. Günümüzde hadis,sünnet, mezhep ve tasavvuf İnkarcılarına karşı bu sahada yazılmış en ciddi reddiye mahiyetinde olan Prof. Dr. Ebu Şehbe'nin "Sünnet Müdafaası" adlı elinizdeki iki ciltlik bu eserle, insanımız Rasulullah'a ve onun sünnetine daha çok yaklaşacak ve bu değerlere daha sıcak sarılacaktır. [440]
İKİNCİ KISIM

Tarihte ve Modern Zamanlarda Sünnete Yöneltilen İtirazlar ve Bunlara Verilen İlmî Cevaplar

Prof. Muhammed Ebu Sehbe

İKİNCİ KISIM

Tarihte ve Modern Zamanlarda Sünnete Yöneltilen İtirazlar ve Bunlara Verilen İlmî Cevaplar

BÖLÜM 1

Ahmed Emin, Duha'l-İslâm adlı eserinde şu görüşlere yer vermektedir: «... Ehî-i kitap'tan müslüman olanlar, İncil'den aldıkları bâzı sözleri İslâm'a sokuşturmuşlar ve onlara Hz. Peygamber'in hadisi süsü vermişlerdir. Üstad Goldzier, hadislere sokuşturulan hristiyâni unsurlara şun ları örnek vermiştir:
1- «Sağ elinin verdiği sadakayı, sol eli bilmeyecek kadar gizleyen kimse, (kıyamet gününde Allah'ın himayesinde olacaktır.)»
2- «(Resûlullah birgün ashab'ına); benden sonra haksızlıklar ve hoşunuza gitmeyecek hâdiseler göreceksi niz buyurur, ashâb, öyleyse bizlere ne emir buyurursunuz ey Allah'ın Resûlu? derler. Resûlullah ise, onların hakkına riâyet edin, kendi hakkınızı da Allah'tan isteyin» cevabını verir.
Bu anlayış Maîta Incü'indeki, «Kral'm hakkını kra la, Tanrı'nm hakkını Tanrı'ya verin» sözünden alınmış tır. Fakirlerin zenginlerden üstün telakki edilmesi de hris-tiyani bir bakış açısının uzantısıdır. Nitekim bir hadiste,
«Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beşyiiz sene önce cennete gireceklerdir» denilmiştir.»[441]
Ahmed Emin, bu fikirlere temelde cevaplar vermek le birlikte, Goldzier'in Örnek verdiği hadisler konusunda suskun kalmış, onların sahih olduklarını belirterek mü dafaa etmemiştir. Bu durumda sünnete yöneltilen eleştirileri cevaplandırırken, bize düşen, bu hadislerin Goldzier ve O'na tâbi olanların iddia ettikleri gibi olmadığını kap samlı ve açık bir şekilde ortaya koymaktadır :
1-Biz hadisçiler, birtakım yahudi ve hristiyanla-rın hadislere sokuşturmalarda bulundukları noktasında Goldzier ile aynı düşünmekle beraber, îslâm âlimlerinin müsteşriklerden asırlarca önce bu durumu beyan edip açıkladıklarını da biliyoruz. Hadis ilimleri sahasında otorite olan ibn-i Kesir, ez-Zehebî, hocaları ibn-i Teymiye, elIrâ-kî ve ibn-i Hacer'in eserlerini tetkik edenler, bu zatların İsrâilî olan haberlerle, olmayanlarını birbirinden ayırdık larını görme imkanı bulurlar. Bu âlimler haberleri objek tif ve sağlam ölçülerle değerlendirmişlerdir.
Suyûtî, «Tedribu'r-Râvi» adlı eserinde şöyle demiş tir : «Çoğu mevzu haberlerde olduğu gibi, genellikle uyduranlar bunları ya kendilerine, ya hukema ve zâhidlere, ya da isrâiliyâta isnad etmişlerdir. Mesela, «Mide bütün hastalıkların yuvası, gayret her devâ'mn başıdır» gibi ha dislerin aslı ve esası yoktur. Bu kabil sözler ancak bâzı doktorların sözleri olabilir. Nitekim yukarıda zikrettiği miz haber'in câhiliye devri Arap tabiplerinden olan Haris b. Kelde'nin sözü olduğu söylenmiştir. el-Irâki, Elfiye şer hinde buna şu hadisi örnek vermiştir: «Dünya sevgisi her hatanın başıdır» O'na göre bu ya, ibn-i Ebi'd-Dünya'-mn Mekâytâu'ş-Şeytsaı adlı eserinde söylediği gibi Mâlik b. Dinar'a âit bir söz, veya el-Beyhakî'nin ez-Zühd adlı eserinde rivayet ettiği üzere Hz. İsa'nın bir sözüdür [442]
İmam ibn-i Teymiye de, hadis olduğu iddia edilen : «Beni ne yer, ne de gök kuşatamadı. Fakat beni mü'min kulumun kalbi ihâtâ etti» sözünün îsrâiliyattan olduğu nu, Resulullah'tan böyle bir şeyin sâdır olmadığını söylemiştir.
Bizim burada O'na ve taraftarlarına karşı çıktığımız nokta bu konuda sahih hadisleri örnek göstermiş olma larıdır. Eğer tenkidçi muhaddislerîn reddettikleri hadisle ri örnek olarak göstermiş olsalardı, bizim onlara herhan gi bir itirazımız olmazdı. Ama bunu yapamazlardı. Çünkü onlar, bir bütün olarak sünnete gölge düşürmeyi ve onda şüpheler meydana getirmeyi gaye edinmişlerdir.
2-İslâm'da mevcut olan bâzı şeylerin, Hristiyanhk ve Yahudilikte de varolmasmm, onlardan alınmış olduğu anlamına geldiğini söylemek insafsızlık olur. Tevatüründe ve her türlü tahriften korunmuş olduğunda hiçbir şüphe bulunmayan Kur'an-ı Kerim'in bâzı kıssaları ve ahlâki hü kümleri Tevrat ve İncil ile paralellik arzeder. Bu, onların Tevrat ve incil'den alınmış olduğu anlamına gelir mi? Pek tabii ki, hayır.
Burada bilinmesi gereken bir husus varsa o da, Se mavî şeriatlerin kaynağının Allah olduğudur. İman ve iti kada müteallik meseleler, ahlâkî faziletler ve zaman ve mekanın değişmesiyle farklılık arzetmeyen küllî kaideler her dinde aynıdır. Nitekim Kur'an, bunu şöylece bildirinektedir : «Allah, size dinden Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye et tiğimizi şeriat (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki, dini ikâme edin ve onda ayrılığa düşmeyin»[443] Başka bir âyette : «Sen den önce hiçbir peygamber göndermedik ki, O'na «Benden başka ilah yoktur, bana kulluk edin» diye vahyetmiş ol-mayahm»[444]denilmiştir. Diğer bir âyette ise: «Sana da ken dinden Önceki kitaplar[445] doğrulayıcı ve onları kollayıp ko ruyucu olarak bu kitabı gerçekle indirdik [446]buyrulmuştur. Şu kadar var ki, bu küllî kaideler ve ahlâki faziletler İslâm dininde her zaman ve mekana en uygun, kapsamlı ve mükemmel olarak gelmiştir. Kısaca bütün semavî dinler de bâzı hükümlerin ve ahlâkî faziletlerin müşterek olma sı ne akla ne de şeriate muhalif değildir. Daha evvelki se mavî kitapların tamamı tahrif edilmemiştir. Kur'an-ı Ke rim ise tahrif ve tebdilden tamamen korunmuş, diğer semavi kitaplara şâhid, onları kollayıp koruyucu bir ki tap olarak nazil olmuştur. Allah Teâla O'nun eksiksiz ola rak îslâm ümmetine ulaşması için birçok sebep ve vesi leler yaratmıştır. Binâenaleyh İsrâüi haberlerden Kur'an'a uygun düşenler hak, ona muhalif olanlar ise bâtıldır.
Mesela hristiyanlıktaki hoşgörü ve bağışlama buna en güzel örnektir. Hz. İsa, en çok, insanları bu ilkelere davet etmiştir. Bunun yegâne nedeni ise, Yahudilerin zu lümlerine, son haddine varan can, mal ve ırz düşmanlık larına son vermektir.
Daha sonra gelen İslâm, objektif hukuk kuralı ola rak kısası ve kötülüğe misli ile karşı koymayı mubah kıl mış, ancak, bunun yanında, Kur'an'ın pek çok âyetinde affı ve kötülüğe karşı hoşgörü ile mukabelede bulunma yı teşvik etmiştir. Bu durumda, af ve hoşgörü konusunda İslâm'ın hristiyanhktan etkilendiği nasıl iddia edilebilir?
Sadakaların gizli verilmesi hükmü, ne hristiyanlığa ne de bir başka dine mahsus değildir. Bu, bütün dinlerin üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Nitekim Allah Te-bâreke ve Teâla Kur'an-ı Kerim'de «...sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! eğer gizleyerek fakirlere verirseniz bu sizm için daha hayırlıdır ve sizin günahlarınızdan bir kısmına keffarettir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. [447]buyurmuştur. Bu âyet'in hükmü apaçık ortadayken, Gold-zier ve O'nun gibi düşünenler bu anlayışın hristiyanlığm bir eseri olduğunu nasıl iddia edebilirler?...
Fakirliğin övülmesi hususuna gelince, bu da iddia edildiği gibi sırf hristiyanlığa ait bir olgu değildir. İslâm, Yahudilik ve Hristiyanlık bu konuda aynı kanaate sahip tir. Amellerin karşılığının verilmesi prensibi ise bütün ilâhi dinlerde ortak bir esastır. Bunu Kur'an, şu şekilde ifade etmektedir: «ve çok vefalı İbrahim'in (sahifesinde yazılı olan şu gerçekler); hiç kimse kimsenin günahım yüklenemez, insana ancak çalıştığının karşılığı vardir»[448] Bu hüküm karşısında fakir zengin herkes eşittir. Fakir, imamndaki sadakati ve samimiyetiyle, canı ve çok az da olsa malı ile cihad ederek zenginin ulaşamıyacağı dere celere varabilir. Şükreden, Allah'ın ve kulların hukukunu gözeten zengin de fakirin uiaşamiyacağı derecelere erişebilir. Nitekim, Ebu Bekir, Osman b. Affan ve Abdurrahman b. Avf gibi pek çok zengin müslüman, fakirlerin erişemiyecekleri mertebelere ulaşmıştır. Öyleyse, mesele asla zenginlik ve fakirlik meselesi değildir.
Allah Teâla'nm katında f akir'in mevkiini yücelten pek çok âyet vardır. Nitekim Cenab-ı Allah Ensar hakkında şöyle buyurmuştur : «.. .ve onlardan önce o yurda (Medi ne'ye) yerleşen, imana sarılanlar, kendilerine göç edip ge lenleri severler. Ve onlara verilen (ganimetlerden) ötürü gönüllerinde [bir Jüıtiyaç (eğilimi) duymazlar. Muhtaç olsa lar dâhi, (göç eden yoksul kardeşlerini öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.» [449]
Muhacirler hakkında ise şöyle buyurmaktadır : «(Bir de o mallar), göç (eden fakirlere aittir ki, (onlar) yurtlarından ve mallarından (sürülüp) çıkarılmışlardır. Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar, Allah'a ve resulüne (canlarıyla mallarıyla) yardım ederler .İşte doğru olanlar onlardır.»[450]
Bu âyetler doğrultusunda, Buharî, Müslim ve diğer hadis kitaplarında pek çok hadis de yer almaktadır.
Durum böyle olunca, Goldzier ve O'nun gibi düşünen lerin görüşlerini üzerine bina ettikleri esaslar yıkılmış, bu na dair verdikleri Örneklerin hiçbir anlamı kalmamıştır. Bunun daha iyi anlaşılması için verdiği örnekler üzerinde biraz daha durmak istiyoruz :
«Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar gizleyen kimse (Allah'ın himayesindedir)» Bu hadis, kıyamet günü Allah'ın himayesinde olacak yedi sınıf kimseden bahseden uzun bir hadisin parçası oîup, Buharî ve Müslim tarafından sahih bir isnadla rivayet edilmiştir[451] Aynı şekilde Tirmizi ve Nesâi'nin de rivayet ettikleri bir
hadistir.
İkinci örnek ise: Abdullah b. Mesud'un rivayet et tiği «Benden sonra haksızlıklar (el-Eseretu) ve hoşlanmayacağınız olaylar göreceksiniz...» hadisidir. Bu da Bu harî ve Müslim[452] tarafından rivayet edilen sahih bir ha dis olup, isnadında ve metninde, tenkidi gerektiren her hangi bir husus yoktur. Hadisten anlaşılan; müslüman-lan, idarecilerin bu haksızlıklarını ve kendi haklarını gaspettiklerini gördükleri vakit onlara karşı hemen isyana ve ihtilale yeltenmekten sakın durmaktır. Buharî ve Müs lim'in Sahihlerinde yer verdikleri başka bir hadiste be lirtildiği gibi, dine taalluk eden konularda apaçık küfür­lerini görmedikçe, icraatlarından hoşlanmasalar bile ayak lanmaktan menetmektir. Hadiste geçen'«el-Eseretu» ke limesinin esas manası, halkın haklarının tamamını veya bîr kısmını gasbetmek demektir. Aslında bu hikmetli bir görüştür. Zira İslâm, idarecilerin en ufak bir zulmüne kar şı hemen ayaklanmaya müsade etseydi, İslâm toplumunda kan gövdeyi götürürdü. Çünkü, ne kadar âdil olursa ol sun, her idarecinin mutlaka ufak tefek kusurları bulunur. Sonra her idarecinin, tebâsımn tamamının beğenisini ka zanması da mümkün değildir. İnsanların bu durumuna Allah Teâla şöyle işaret etmektedir: «Eğer o sadakalar dan kendilerine bir pay verilirse, hoşlanırlar. Onlardan kendilerine pay verilmezse hemen kızarlar...»[453]
Hadisteki «İdarecilerin hakkı'm vermek»ten maksat ise şudur: Halkın elinde idarecilerin küfrünü isbat eden apaçık bir delil bulunmadıkça, onları dinleyip itaat etme leridir. Hadlerin tatbikine yardımcı olmaları; Allah yolunda infak edip, cihada iştirak etmeleri ve zekatlarını vermeleridir. Hâsılı, Allah'ın idarecilere karşı yapmakla sorumlu tuttuğu mükellefiyetleri yerine getirmeleridir,
Hz. Peygamber'in «Adaleti ve hakkınız olan şeyleri Allah'tan isteyin» sözünün anlamına gelince; idarecilerin size vermekle mükellef oldukları f ey ve ganimet gibi hak larınızı Allah'tan isteyin, bunları elde etmek için hemen onlarla savaşmayın, onları Allah'a havale edin. Pek ya kında Allah, size yardım edecek ve onların hakkından gelecektir.
Görüldüğü gibi yukarıdaki hadisin, Hz. İsa'nın: «Kral'm hakkını krala, Tanrının hakkını Tanrıya verin» [454] sözü ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Aynı manayı ifade ettiği görüşüne katılsak bile, bu, onun Hz. İsa'nın sözün den alınmış olduğu anlamına gelmez. Zira hem Hz. Mu-hammed hem de Hz. İsa (a.s.) Allah Teâla'nm birer peygamberi olup vahye mazhar olmuş zatlardır. Bu takdirde, söz konusu anlayış, şeriatlerin üzerinde ittifak ettiği bir mesele olur.
«Ümmetimin fakirleri, zenginlerinden beşyüz sene ev vel cennete gireceklerdir» hadisine gelince; bunu imam Ahmed, Tirmızi ve ibn-i Mâce, Ebu Hureyre kanalıyla ri vayet etmişlerdir. Tirmizi'ye göre, sahih ve hasen bir hadistir Daha önce de belirttiğim gibi, fakirlerin övülüp, faziletlerinin dile getirilmesi gibi hususlar bütün şeriatle rin muvafakat ettikleri bir nokta olabilir. Ancak bu on ların mü'min, salih ve muttaki olmaları, belalara taham mül edip, sabretmelerine bağlıdır. Aksi takdirde şükreden zenginler onlardan çok daha üstündürler. [455]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:15 am

BÖLÜM II

Ahmed Emin, Duhal-İslâm adlı eserinin başka bir yerinde şu görüşlere yer vermiştir : «Bâzı oryantalistler İmam Ahmed b. Hanbel'in, Abbasîler döneminde, Emevî-lerin menâkibine dair rivayetlere yer vererek bir şecaat örneği gösterdiğini ifade etmişlerdir. Buharı ve Müslim'de ise, bunun tam tersi bir tutumun görüldüğünü, bu iki imamın Abbâsilere yaranmak için söz konusu menkıbe lere eserlerinde yer vermediklerini iddia etmişlerdir. Öbür taraftan yine imam Ahmed'in Müsned'inde Hz. Ali ve şiasi-nin menkıbelerini zikretmekten çekinmediğine dikkat çekmişlerdir.[456]
Ahmed Emin bu görüşlere cevap vermiş olsa da, ben, biraz daha geniş olarak üzerinde durmak istiyorum :
1- Müsteşriklerin bu sözü sarfetmekle esas maksat ları, Hadis imamlarının, idarecilere yaranmak için onlan öven, muhâlilferini de yeren hadisler uyduran birer kor kak olduklarını vurgulayarak hadis ve sünen kitaplarının güvenilirliğine gölge düşürmektir. Bu gerçekleştiği zaman islâm teşriatinm ikinci esası yıkılmış olacak böylece müslümanlarm Kur'an'ı anlamaları zorlaşacaktır. Kur'an'da anlaşılmaz olunca islâm kökünden yıkılmış olacaktır. Allah'ın izniyle, müslümanlar arasında, bildikleri ile amel eden, sünneti ve hadisleri seven, ona yöneltilen şüpheleri
cevaplandırmaya muktedir âlimler bulunduğu müddetçe bu gerçekleşmeyecektir.
2- Mesele ne korkaklık ve kahramanlık, ne de yağ cılık ve yaltakçılık meselesi değildir. Esas mesele, hadis leri kabulde öngörülen şartlar meselesidir. Hadisçiler eserlerine alacakları hadislerde bazı şartların bulunması nı esas almışlar ve bunlara sıkı sıkıya riâyet etmişlerdir. Pek tabii ki, imamların kabul ettikleri bu şartların hep si aynı düzeyde değildir. Buharı ve Müslim gibi bâzı imamlar, işi çok sıkı tutup, sâdece sıhhati tesbit edilebi len hadisleri alırken, Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve Nesâi gibi imamlar da faziletlere dair haberlerde daha tolerans lı davranmışlardır. İşte Buharı ve Müslim'in Sahihlerinde rivayet etmedikleri, Emevîlerin faziletine dair rivayetleri, İmam Ahmed'in Müsned'inde kaydetmiş olmasının sırrı
budur.
3- Hiçbir ilmî mesnede dayanmayan bu iddiayı çürüten diğer bir husus, Buharı ve Müslim'in eserlerin de Emevîlerin faziletine dâir rivayetlere yer vermiş olma larıdır. Emevi soyundan olan, râşid hâlife Hz. Osman'ın fazileti ile ilgili pek çok haberi her iki imam da zikret miştir [457]
Buharı, Sahabe'nin Faziletleri bölümünde, Muâviye b. Ebu Süfyan'a ait bir bab açmıştır. Burada, Hz. Muâviye'nin faziletine dâir zikredilenler Abbas ve ibn~i Abbas için zikredilenlerden fazladır. Hz. Muâviye hakkında «Muâviye'nin zikri babı» diye başlık atmış olması O'nun fazileti'nin olmadığına delalet etmez. Nitekim ibn-i Ab bas ile ilgili bölümde de aynı başlığı atmıştır. İmam Müs lim de aym şekilde davranmış, Muâviye (r.a.)nin babası Ebu Süfyan b. Harb'in faziletine ilişkin bir habere yer vermiştir. Bu da O'nun Mekke'nin fethi sırasında, İslâm'a girdikten sonra Resulullah'tan istediği bazı şeyleri içeren hadistir.
Eğer mesele, korku ve yağcılık meselesi olsaydı Bu-harî ve Müslim, Abbasi'lerin dedesi olan Hz. Abbas ve oğlu hakkında çok daha fazlasını zikrederlerdi. Bu kısa açıklamadan açıkça ortaya çıkıyor ki, mesele ne korkak lık ve ödleklik, ne de kahramanlık ve yağcılık meselesi değildir. Esas mesele; onların hadisleri kabulde Öngördü ğü şartların ağır olmasıdır. Binâenaleyh İmam Ahmed'in aksine Bubarî ve Müslim'e göre, Hz. Muâviye ve baba sının fazileti ile ilgili pek az sahih hadis vardır. İmam Ahmed'in ise, bu konularda daha toleranslı davrandığını belirtmiştik. Nitekim O'nun : «Biz helal ve haram konu­sunda rivayette bulunduğumuz vakit, işi sıkı tutardık. Faziletler konusunda rivayette bulunduğumuz zaman ise to leranslı hareket ederdik.» dediği nakledilmiştir. Bu yüz den Müsned'de Emevîler hakkında zikredilen hadisler di ğerlerinden fazla olmuştur.
4- Bu yanlış iddia'yı çürüten bir diğer husus da, Buharî ve Müslim'in Hz. Ali ve Şia'sının faziletine dâir yer verdikleri hadislerin Hz. Abbas ve oğlu Abdullah'ın fazi letine ilişkin zikrettiklerinden daha fazla olmasıdır. Her iki imam da eserlerinde Hz. Ali hakkında bir, Hz. Hasan ve Hüseyin haklarında da ayrı ayrı birer bab açmışlardır,[458] Halbuki, Abbasi halifeleri Hz. Ali taraftarlarını kendile rine hasım olarak görüyorlardı. Eğer mesele korku ve Abbâsilere yağcılık meselesi olsaydı, Buharî ve Müslim eserlerinde bu gibi konularda hiçbir şeye yer vermezlerdi.
Oysa her iki eserde de Resûlullah'ın Hz. Ali'ye: «Ya Alil Harun (a,s.) Musa (a.s.) run İcardeşi olduğu gibi, Sende benimle kardeş olmak işemez misin?, ne var ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.» dediği, Hayber fethi sı rasında ise onu kastederek: «yânn sancağı Allah ve Re-suhVnıtn sevgilisi, veya Allah ve [resulünü seven birisine vereceğim» buyurduğu rivayet edilmiştir. Buharî'nin bir başka rivayetinde ise, Resulullah bir münasebetle Hz. Ali' ye : «Sen benden, ben de sendenim» demiştir.
Buna diğer bir örnek, Müslim'in bizzat Hz. Ali'den naklettiği şu rivayettir: «tohumu yaran, mahlukâtı ya ratan Allah'a iandolsun ki, Resulullah bana : «Seni seven ler mü'mm, sana buğzedenler ise münafıktır» dedi.» Bu hadisin ibn-i Hanbel'in Müsned'inde Ümmü Seleme tari kiyle gelen bir de şâhid'i vardır. [459]

BÖLÜM 3

Ahmed Emin «Duha'l İslâm» adlı eserinin başka bir yerinde, muhaddislerin tenkidçiliğine değinirken, şu görüşlere yer vermektedir: «...Ne var ki, Hadisçiler dâhili tenkide, yâni metin tenkidine pek fazla girmediler. Hadis metinlerinin vakıa İle uyuşup uyuşmazlığı ile ilgilenme diler. Buna imam Tirmizi'nin, Ebu Hureyre'den rivayet ettiği : «Mantar Allah'ın kullarına lütfettiği bir ni'met, suyu da gözler için şifâdır Acve (bir çeşit Medinehur-maşıdır) de, cennetten çıkma bir meyve olup zehirlenme nin ilâcıdır.» en güzel delildir. Mesela hadisçiler bu hadisi değerlendirirken, deney yapmak suretiyle mantarın fay dasının olup olmadığını anlamaya çalıştılar mı?. Evet, on lar, Ebu Hureyre'nin «bir miktar mantar olarak suyunu bir kab'ın içine sıktım ve gözleri bozuk bir cariyeyi onunla tedavi ettim ve iyileşti[460] dediğini rivayet etseler de; bu, hadis'in sıhhatini tesbit için yeterli değildir. İlaç ların tesbitinde mantıkî olarak cüzî bîr tecrübe kâfi değil dir. Bunun yolu deneyi tekrarlamak ve bileşiklerini kim yevi bakımdan tahlil etmektir. O devirde bu mümkün ol masa da deneme yanılma yoluyla tesbit edebilirlerdi, tş-te bu nitelikteki hadislerin sıhhati ancak bu yöntemle or taya konabilir.[461]
Cevap :
1-Buharî, Müslim, Tirmizi ve ibn-i Mâce gibi mu teber hadis kaynaklarında yer alan bu haberin ne sene dinde, nede metninde akla, nakle ve vâkıâ'ya muhalif bir durum sözkonusu değildir. Hiç bir âlim sıhhatinden şüp he etmemiştir. Bir sözün Hz. Peygamber'den geldiği tes-bit edildiği zaman, şüpheye mahal yoktur. Zira hadis, vahy eseri ise mantar'm şifa olduğu muhakkaktır. Yok eğer Resulullah'ın bir içtihadı olup, Allah Teâla da buna sükût buyurmuşsa bu da Allah'ın, Resulünü bir takriri olarak telakki edilir ve Allah tarafından O'na vahyedüenler cümlesinden sayılır. Çünkü Allah Teâlâ'nın doğru ol mayan bir konuda peygamberini ikrar etmesi muhaldir. Her halükârda mantar'm göze şifa olduğunda şüpheye yer yoktur. Hadisten anlaşılan da budur. Nitekim Ebu Hureyrede hadisten bunu anlamış ve bizzat deneyerek tat-"bik etmiştir.
2 -Müslümanlar tâ sahabe devrinden günümüze ka dar tecrübeden geri durmamışlardır. İbnu'l-Kayyım, «Zâ-du'1-Meâd^adh eserinde, ileri gelen tıp otoritelerinin man tar suyunun göze iyi geldiğini itiraf ettiklerini zikreder. Aralarında el-Mesihi ve ibn-i Sina'nın da bulunduğu bir grup doktora göre, mantarın göz iltihabına iyi geldiğinide ifade eder.[462] Aynı şekilde Davud el-Antâki'nin ei-Tez-kire'sinde bu kanaate yer verilmiştir. İmam Nevevi, Müs­lim şerhinde kendi zamanında kör olan hadis ilmi ile uğraşan sâlih bir âlimin mantar suyuyla şifa bulduğunu kaydeder.[463] Bu ilacı deneyen bâzı kimseler onun başka bir madde ile kullanılması gerektiğini söylemişlerdir. Zira bâ zıları tek başına mantar suyunun zararlı olduğunu muşâhede etmişlerdir. eî-Gâfıki, el-Müfredat adlı eserinde, mantarın sürme ile karıştırılarak kullanıldığında çok fay dalı bir ilaç olduğu belirtilmiştir. Görüldüğü gibi müslü-manlar imkanları nisbetinde, asırlar boyu tecrübe ve de neyden geri durmamışlardır. Eski tabiblerden bir kısmı bunun başlı başına bir ilaç olduğunu söylerken; bir kısmı da başka bir madde ile karıştırılmak suretiyle kullanı labileceğini vurgulamıştır.
3-İlimlerin büyük gelişmeler kaydettiği asrımız da, tıp ilmi çok mesafeler katetmiş, hatta doktorlar te davisi imkansız gibi görünen hastalıkların dahi ilacını keşfetmiş, bir insanın uzuvlarım diğer bir insana naklet meyi başarmışlardır. Eğer muhtelif branştaki doktorlar rivayet ve dirayet bakımından hadis ilmiyle iştigâl eden âlimlerin de yardımıyla, Tıbbu'n-Nebevî'yi inceleme ve araştırmaya tâbi tutsalar, bundan büyük hayırlar elde edileceği gibi; pekçok oryantalist ve onlara tabi olanların şüphe düşürdükleri birçok hadisin sahih olduğu da gün yüzüne çıkar. Dahası bu hadislerin Hz. Peygamber'in bi rer mucizesi oldukları da açıkça anlaşılır. Çünkü Resulullah bir tabib olmadığı gibi, tıp ilmiyle de hiç uğraşma mıştır. Öte yandan bi'set asrında yaşayan tabiblerden bu hakikatleri bilen birisi yoktu ki, Resulullah'ın onlardan aldığı söylenebilsin. Bu durumda geriye sâdece bu hadis lerin vahy eseri olduğu ihtimâli kalıyor. Zira : «O hevâ1-sindan konuşmaz, O ancak vahyolunan bir vah»
Bu ve benzeri hadislerde yakmi olarak ne kast edildiği bilinemediği için sıhhatlerini araştırırken tecrü be bir şey ifade etmemektedir. Binâenaleyh söz konusu olan bu hadiste de hangi mantarın kastedildiği açık de ğildir. Zira Resûlullah özel bir mantarı kastetmiş olabileceği gibi, genel olarak bir türe de işaret etmiş olabilir. Ayrıca mantar, bütün göz hastalıkları için şifa olmadığı gibi her zaman ve herkese de şifa olmayabilir.
Sonra mesele kıyamete kadar sabit kalması gereken şer'î bir mesele değildir. Bu nedenle, Rasulullah'ın zamanında, belirli bir hastalık için, özel bir yerde, yine belirli bir mantar çeşidinin ilaç olması da mümkündür. Deney başarısızlıkla neticelenirse, bu, hadisin sahih olmayıp ger çekle bağdaşmadığı anlamına gelmez. Çünkü üzerinde de ney yapılan mantar, tedavisi arzulanan hastalığa te'sir etmeyebilir. Ayrıca deneyde kullanılan mantar, hadiste sö zü edilen mantar olamıyabileceği gibi, deneyin başarısız lığı mantarın yapısının dışında bir sebeple kaynaklanmış olabilir.
Tıbb'm geliştiği bir asırda yaşadığımız halde, ilmen yüzde yüz başarılı netice vereceği kesin olan bâzı cerra hi müdâhelelerin başarısızlıkla neticelendiğini görebiliyo ruz. Bunun sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz : îlacın yapısı dışındaki etkenler, havada ve âletlerde mikropların bulunması, doktorun yanlış teşhisi ve ilacın hastalığın bulunduğu yere isabet etmemesi. Uzman doktor kardeş lerimizin bizlerden daha iyi bildikleri gibi, bu tür hadislerin sıhhatini tesbitte deney ve tecrübe yegâne yöntem değildir.
Bütün bunlara tıbbi bitkilerin zamanla özelliklerini yitirdiklerini de ilâve etmek lâzım. Aslında mantar ve diğer varlıklar zararsız olarak yaratılmışlardır. An­cak, daha sonra çeşitli etkenlerle, kendilerine bâzı âfetler arız olmaktadır. Öyleyse bugün mevcut olan manta-larla yaptığımız bir deneyin başarısızlıkla neticelenmesi, faydaları zamanla izâle olmuş olabileceği için, hadisin yalan olduğu anlamına gelmez. Nitekim pek çok bitki de zamanla, ya da kendisini çevreleyen ortamın değiş mesiyle özelliklerini kaybedebilmektedir.
Bu söylediklerimizi 6/10/1961 târihinde Kâhire'de çıkan el-Ehram gazetesinin 14. sayfasındaki, «Tıbbî Bit kiler Bahçesi» başlıklı şu yazı da doğrulamaktadır: Tıb bî gözlemler, tıpta kullanılan bitkilerin son derece has sas olduklarını, toprak, sıcaklık, rutubet ve deniz sevi yesinden yüksekliklerine göre özelliklerini kaybedebileceklerini söyler. Bazen de yerlerinin değiştirilmesi nede niyle bitkilerde yepyeni özellikler ve unsurlar meydana gelebilmektedir. İtalya'da bâzı tarımsal araziler, uyuştu rucu elde etmek İçin, haşhaş üretimine çevrilmiş, fakat bitkiler uyuşturucu hiçbir madde vermemiş bunun ye rine yelkenli gemi halatlarının yapımında kullanılan çok sağlam elyaf vermiştir. Halbuki, bu bitkinin elyaf ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. [464]

BÖLÜM IV

Ahmed Emin, Duha'I-İslâm adlı eserinin başka bir yerinde, Hadis'in isnad ve metin tenkidine değinirken şu görüşleri serdetmiştir :
«... Hadisçiler, hadis uydurulmasında önemli bir fak tör olan siyâsî sebeplere değinmemişler, Emevî ve Ab basi idarelerine destek veren rivayetlere kuşku ile yak laşmamışlardır. Hadislerin, rivayet edildikleri içtimaî ya pıyla ilgilerini tesbit edebilmek için, Hz. Peygamber ve râşid halifeler dönemi ile Emevî ve Abbasi döneminin sosyal yapısını ve bu devirlerde ortaya çıkan siyasî ih tilafları ele alan kapsamlı incelemeler yapmamışlardır. Bunun yanında, râvileri hadis uydurmaya sevkeden psi kolojik unsurlar üzerinde de durmamışlardır. Gerçi za man zaman bunları gözönünde bulundurduklarını bildi ren bâzı rivayetleri görebiliyoruz İbn-i Haldun'un, Ebu Hanife'nin az hadis rivayet etmesine ilişkin şu sözü bu na örnek olabilir: «Ebu Hanife, râvinin kendi davranışıyla çelişki arzeden hadisleri zayıf telakki ederdi» Biraz ka palı ve veciz bir ifade olmakla beraber, bu söz, hadis lerin sıhhati tesbite çalışılırken, yalnızca râvileri tetkik etmekle yetinilemiyeceğine, bilakis hadis metninin beşer tabiatı ve sosyal yapısıyla uyuşup uyuşmadığına da ba kılması gerektiğine dair bir metoda işaret etmektedir.
Râvinin psikolojik durumunun, rivayetine nasıl et ki ettiğini göstermesi bakımından, ibn-i Ömer'in şu haberi güzel bir örnektir : «Resulullah, davar bekçiliğinde kullanılan köpeklerle, av köpeklerinden başka köpek edinen kimse'nin sevaplarından hergün iki kırat eksilir» de miştir. Fakat aynı hadisi Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir : «...Av köpekleri ile davar ve tarla bekçiliğin de kullanılan köpekler bundan müstesnadır.» Görüldüğü gibi Ebu Hureyre hadise, tarla bekçiliğinde kullanılan kö pekleri de ilâve etmiştir. Bu durum ibn-i Ömer'e aktarıldığı vakit: «Ee! ne de olsa Ebu Hureyre ziraat ile uğ raşıyor» demiştir. İbn-i Ömer'in bu sözü, rivayette psikolojik unsurların ne gibi bir rol oynayacağına dâir la tif bir telmihtir. Bu meyanda daha başka rivayetlere rastlamak mümkündür. Ancak bunlara verilen önem hiç bir zaman isnad tenkidine verilen önem kadar olmamıştır. Zâten hadisçiler sened tenkidine eğildikleri kadar, bu yöntemlere de ağırlık verselerdi, faziletlerle ilgili hadis ler de dâhil, pek çok hadisin uydurma olduğu rahatlıkla ortaya çıkardı.»[465]
Cevap :
1- Hadisçiler, rivayetleri objektif bir biçimde ten kide tâbi tutmuşlar, sened ve metin incelemesinde esas aldıkları kriterler çerçevesinde sahih ya da zayıf olan haberleri tesbit edip ortaya çıkarmışlardır. Daha öncede üzerinde durduğumuz gibi, haktan uzaklaşmak ve hü kümde aşırılığa düşmekten korkan her iffetli eleştirmen'-in yaptığı gibi, hadisçiler de, tenkidlerinde teenni ile ha reket etmiş ve son derece temkinli davranmışlardır. Fa kat müsteşriklerin ve onların borazanlığmı yapanların esas maksatları, cerh ve tâdil imamlarını acul, hüküm de acele davranarak kestirip atan kimseler olarak lanse etmektir. Halbuki, bu imamların böyle olmadıkları gün gibi aşikârdır.
Diğer yandan hadisçilerin : «Bidat ve hevâ sahibi kimselerin rivayetleri muteber değildir» şeklindeki pren sipleri açıkça ortadayken, Ahmed Emhı'İn, onları siyâsi unsurları gözardı etmekle suçlamasını anlamak doğrusu mümkün değil. Söz konusu prensibi, bâzı imamlar farklı şekilde uygulamışlar ve yalnızca bidatinin propagandasını yapan kimselerin haberlerini kabul etmemişlerdir. Bunun nedeni ise, kanaatlerindeki taassubun propagan-dist râvileri rivayetlerde tahrife sevketmesi ihtimâlidir. Ancak cerh, ve ta'dil imamları herşeye rağmen, bu tür râvilerin bütün rivayetlerini reddetmemiş, kanaatleri ile çelişki arzeden haberleri kabul etmişlerdir.
İmamların siyâsi unsurları hesaba kattıklarına di ğer bir delil de onların şu kaideleridir: «şıi bir râvi'nin Hz Ali'nin fazileti, aynı şekilde Rafızî birinin Ali (r.a.) karşıtlarını kınayan rivayeti uydurma kabul edilir.»
Öyle anlaşılıyor ki, Ahmed Emin, mevzu hadisler sa hasında yazılan, İbnu'l-Cevzi'nin «Kitâbu'I-Mevduât»ı, Suyûti'nin «eI-Leâtil-Masnûa»sı ve İbnu'l-Arrak'in «Ten-zihu'ş-Şeri^smdan haberdar değildir! Bu kitapları incelemiş olsaydı müellilferinin şahıs, bölge, cins ve millet lerin fazileti ile ilgili hadisler konusunda ne derece titiz davrandıklarını ve eserlerinde herbiri için ayrı birer bab açtıklarını görme imkanı bulurdu. Sâdece Suyûtî'nin adı-geçen kitabında, faziletlere dâir zikredilen mevzu haber ler yüz sayfadan fazla yer teşkil etmektedir.
Bütün bunlardan sonra, Ahmed Emin, nasıl olur da kalkıp : «... Hadisçiler sened tenkidine eğildikleri kadar, bu yöntemlere de ağırlık verselerdi, faziletlerle ilgili harahatlıkla--ortaya çıkardı» diyebilir.
Şayet O, bununla, hadisçılerin, faziletlerle ilgili bü tün hadislerin uydurma olduğuna hükmetmediklerini kastediyorsa biz bu görüşe asla katılmayız. însaf sahibi hiç bir araştırmacının da bunu söyleyebileceğini basiretli okuyucularımızdan şu söyleyecekle rimize de dikkat etmelerini istirham ediyoruz :
a) Bir rivayete göre Hz. Enes : «Hamama girdim. baktım ki, Resulullah üzerinde bir peştemalle oturuyor du» demiştir. îbnu'l Cevzi bu haberi değerlendirirken: «O zaman Araplar arasında umûma ait hamamlar yok tu» diyerek rivayetin uydurma olduğuna hükmetmiştir. ,
b) Yine ibnu'l Cevzi: «bundan yüzyıl sonra Allah'ın işine yarayacak hiçkimse doğmayacaktır» şeklindeki bir rivayetin de sened yönünden tahlilini yaptıktan sonra: «pek çok değerli âlim h. 100'den sonra dünyaya gelmiştir. Böyle bir haber nasıl sahih olabilir?» diyerek uy durma olduğuna dikkat çekmiştir.
c) Hadisçilerin, el-Herise (bir çeşit yiyecek)'nin in sanın cinsi gücünü arttırdığını bildiren rivayeti değerlendirken, «Bu haberi uyduran Muhammed b. el-Haccac el-Lahmî'dir. Bu adam Herise satarak geçinirdi» tesbitini. yaprnaları da, râvinin psikolojik yönüne dikkat etmeleri bakımından ilginçtir. Daha bunlara benzer pek çok mi sal bulmak mümkün. Ne yazık ki, Ahmed Emin hadis çilerin yazdıklarını okuma ve inceleme külfetine katlan mamış, görüş ve iddialarında oryantalistlerin izinden git meyi tercih etmiştir.
2 -Ahmed Emin'in, köpek besleme ile ilgili, Ebu Hureyre rivayeti hakkında ibn-i Ömer'in sözlerini: «ibn-i Ömer'in bu sözü, rivayette psikolojik unsurların ne gibi bir rol oynayacağına dâir latif bir telmihtir» diyerek yorumlamasına birkaç yönden cevap vermek istiyoruz :
a) Herşeyden önce, Ebu Hureyre'nin, tarla bekçi liğinde kullanılan köpekleri de içeren rivayeti Buharı ve Müslim'de yer almaktadır. Sonra bu şekliyle hadis, sâ dece Ebû Hureyre değil daha başka sahabîler tarafın dan da rivayet edilmiştir. Bunlardan bir tanesi afif sa-habi Süleyman b. Ebî Zuheyr'dir. Bu zat Buharî'de yer alan rivayetinde şöyle demektedir : «Kim davar ve tarla bekçiliğinde kullandığı köpekten başka köpek edinirse her gün amelinden bir kırat eksilir» Bunu Resûlullalı'tan bizzat sen mi işittin sorusuna da, Süleyman b. Ebi'z-Zübeyr : «Şu Mescid'in rabbine andolsun ki, evet, bizzat ben işittim» cevabını vermiştir.
İmam Müslim ise, aynı lafızlarla, Yahya b. Said -el-Kattan tarikiyle, Abdullah b. Muğaffel'den gelen bir isnadla bu hadise yer vermiştir. Müslim ayrıca ibn-i Ebî Hâtim'den de nakletmiştir. Bundan başka, Tirmizi, Nesâi ve ibn-i Mâce de eserlerinde bu rivayete yer vermişlerdir.
Görüldüğü gibi aynı hadis, Ebu Hureyre'den baş ka, pek çok tarikle hadiste ziyâde yapmaları mümkün olmayan sahabiler tarafından da rivayet edilmiştir. Kal dı ki, aynı ziyâde bizzat ibn-i Ömer'den de gelmiştir. Ni tekim İmam Müslim, hadisin Şu'be ve Ebu'l-Hakem ta rikiyle ibn-i Ömer'den gelen şu varyantına yer vermiştir : «Kim ziraat, davar ve av köpeğinden başka köpek edinir se her gün sevabından bir kırat eksilir»[466] İmam Nesai de .aynı ziyâdeyi ibn-i Ömer'den rivayet etmiştir.
İmam Nevevi ise aynı konuda şu mutalada bulun muştur : «İbn-i Ömer bu hadisi Ebu Hureyre'den işittik ten sonra gerçekten Resulullah'm bunu söyleyip söyle mediğini tetkik etmiş, söylediğine kanaat getirince de Ebû Hureyre'den duyduğu şekliyle rivayet etmiş olabilir. Yahut ibn-i Ömer önceleri hadisi bu ziyâde ile rivayet ettiği halde daha sonra bunu unutmuş olabilir. Hâsılı, bu şekliyle hadisi rivayet eden yalnız Ebu Hureyre olmayıp, bir grup sahabe de bu konuda ona muvafakat etmişler dir. Ebu Hureyre bunda münferid kalsaydı, yine de faz lalığı içeren rivayeti kabul olunurdu. »[467]
b) Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da şu dur : ibn-İ Ömer'in sözü, ne Ebu Hureyre'nin rivayetine şüphe düşürecek ve ne de O'nun doğruluk ve emânetini gölgeleyecek bir nitelik taşımamaktadır. Burada yalnız ca Ebu Hureyre'nin onu ezberinde tutmasına yardımcı olan bir niktaya işaret edilmiştir ki, o da bu sahabinin ziraatle meşgul olmasıdır. Zâten genel olarak insanlar kendilerini yakından ilgilendiren şeylere daha fazla ilgi duyar ve kolayca bellerler.
Bu hususta îmam Nevevî âlimlerin şu değerlendir melerine yer vermiştir.; «...Burada, Ebu Hureyre'nin rivayetini zayıf gösterecek veya onda şüphe uyandıracak bir şey söz konusu değildr. Bilakis, ibn-i Ömer'in sözün den anlaşılan, Ebu Hureyre'nin ziraatle uğraşan biri oldu ğu, dolayısıyle kendisini ilgilendiren rivayetin bu kısmını daha iyi bellediğidir. Zira, âdeten insan ilgi alanına gi ren şeyi diğerlerinden çok daha iyi öğrenir ve başkala rının bilemiyeceği hükümlerini daha iyi muhafaza eder.»
c) î&n-i Ömer'in Ebu Hureyre'den tazim ve tak dirle söz etmiş olması ve O'nun kuvvetli bir hafızaya sahip olduğunu itiraf etmesi de bu anlayışı kuvvetlen dirmektedir. Nitekim Ebu Hureyre'nin cenaze merasi minde O'nu rahmetle anarak : «Resulullah'm hadislerini bize muhafaza ediyordu» dediği sabittir. Ayrıca el-Bağavi «es Sahâbe» adlı eserinde yine ibn-i Ömer'in O'na hita ben : «ya Ebâ Hureyre! sen, içimizden Resûlullah'a en çok mülazemet eden ve O'nun hadislerini en çok ezber leyensin» dediğini kaydetmiştir. Anlaşılan Ahmet Emin, sahabenin yağcılık ve yaltakçılık nedir bilmediklerini, hak ve hakikat uğruna tenkid etmekten asla çekinmediklerini farketnıemişe benziyor. Eğer ibn-i Ömer (r.a.) ha dise yaptığı ilâveden dolayı Ebu Hureyre'yi yalancılıkla itham edecek olsaydı bundan asla geri kalmazdı. Çünkü O'nun Ebu Hureyre'den korkmasını gerektirecek hiç bir neden yoktu.
Rivayet yönünden sabit olan bu ilâve, dirayet yönün den de son derece ma'kuldur. Zira Şâri'in davar köpek lerine müsaade ederken göz Önünde bulundurduğu illet, tarla bekçiliğinde kullanılan köpekler için de aynen mev cuttur. Kaldı ki hayra ve şerre muhtemil olan bir sözü, hayra yormak, bırakın sahabeyi, normal bir müslümana yaraşan iffetli bir davranıştır. Nitekim Ömer b. Hattab (r.a.) da bu nokta üzerinde ısrarla durarak: Kardeşi nizin sözünü mümkün merebe iyiye hamletmeye çalışın, kötüye yormayın» demiştir. Gerçek şu ki, Ahnıed Emin bu iddialarıyla büyük haksızlık etmiştir.
3- Şimdi de Ahmed Emin'in şu ifadeleri üzerinde duralım: «... Gerçi onların bu kabil bâzı şeyler rivayet ettiklerini görebiliyoruz. Buna ibn-i Haldun'un, Ebu Ha-nife'nin az hadis rivayet etmesine ilişkin şu sözü örnek olabilir: «Ebu Hanife râviriin kendi davranışlarıyla çe lişki arzeden hadisleri zayıf telakki ederdi.» Biraz kapalı ve veciz bir ifade olmakla beraber bu sözü, hadislerin sıhhati tesbite çalışırken, yalnızca râvileri tetkik etmekle yetinilemiyeceğine, bilakis hadis metninin beşer tabiatı ve sosyal yapısıyla uyuşup uyuşmadığına da bakılması gerektiğine dâir bir metoda işaret etmektedir.»
Cevap :
Ahmed Emin, ibn Haldun'un sözünü tahrif etmiş. O'nu kastedilen manasından alarak, hiç te taşımadığı bir anlama hamletmiştir. îbn Haldun, asla, O'nun dediği gibi; Yalnızca rivayetlerle yetinilmeyip, onların sosyal vakıala ra ve beşer tabiatına arzedilmesi gerektiğini, söylemek istememiştir.
İbn Hadun'un esas kastı: Ravi, kendi rivayet ettiği hadisin aksine bir fetva verdiği veya O'nun aksine dav ranışta bulunduğu zaman, haber-i vâhidle amel edilip, ediîemiyeceğidîr. Zira, Ebû Hanife ve ashabı, bu gibi du rumlarda, (isnad) bakımından sahih bile olsa, hadisin zayıf olduğuna hükmetmektedirler. Usulcüler, Haneftlerin bu kanaati hakkında şu mütalaayı yapmaktadırlar : «Ha nefi âlimler, haber-i vâhidle amel edilebilmesi için üç şart Öngörmüşlerdir. Birincisi, râvinin, rivayet ettiği ha bere muhalif amel etmemesidir. Şayet, ravi, ameli veya fetvasıyla rivayete ters düşecek olursa, rivayetine itibâr edilmez. Bilâkis muteber olan ameli ve fetvâsıdır. Bu şartlarını da izah ederken şöyle demektedirler: «Saha benin tamamı âdil insanlardır. Binaenaleyh bu vasıfta olan bir râvinin, neshedici başka bir unsur bulunmadıkça, ra-sulullahm hadisine aykırı davranması asla makul değildir. Aksi taktirde bu tutumu, O'nun adalet vasfını zed-]er.»[468] Bu izahtan sonra, ibn Haldun'un sözünden ne kastettiği iyice anlaşılmaktadır. Nitekim O, bu sözlerin den sonra, konuyla ilgili olarak, Mâlikî'lerin görüşlerine yer vermiş, haber-i vâhidle amel edilebilmesi için onların da, rivayetin Medine ehli-nin tatbikatıyla çelişmemesi şartını aradıklarına dikkat çekmiştir.[469] Bütün bunların arkasından ibn Haldun «Şâfiîlerin görüşü» başlığı altındada şu değerlendirmede bulunmuştur : «Haber-i vâhidle amel edilebilmesi için, İmam Şafii, ne Mâliki ve ne de HaneBlerin şartlarına gerek duymamıştır. Bilâkis O'nun tek aradığı, senedin sahih ve muttasıl olmasıdır. Sened sahih ve muttasıl olduğu sürece, hadis meşhur olsun, ol masın, Medine'lilerin tatbikatıyla çelişsin veya çelişmesin, O'nunla amel etmiştir. Şayet hadis, başka hadislerle muâraza teşkil ederse, bu durumda, onu nesheden riva yetin olup, olmadığına bakmış, var ise O'nu esas almış tır. Yok ise, aralarını cem etmeye çalışmış, buna da imkân bulamazsa, aralarındaki tearuzu giderecek şekilde te'vil etmiştir. İmam Şâfîi, İttisal şartından dolayı mürsel ha berlerle istidlalde bulunmamıştır. Zira, mürsel haber, is nadından, sahabenin düşmesi sebebiyle kopukluk olan bir haber türüdür. Ancak O, başka bir rivayetle desteklen mesi hâlinde bu nevi haberleri delil olarak kabul etmiş tir. Sâid b. el-Müseyyib'in mürselleri ile amel etmesinin hikmeti de budur. Çünki, onlarm tamamının başka ta riklerden muttasıl olarak geldiğini tesbit etmiştir.»[470]
İbn Haldun ardından, ,Hanbelilerin görüşlerine yer vermiştir. Onların da, Mâliki ve Hânefilerin şartlarına itibar etmemeleri yönünden, îmana Şafii gibi düşündükleri ni, ne varki farklı olarak, ittisal şartını da gözetmediklerini belirtmiştir. Bilâkis, sened sahih olduğu sürece, mut tasıl olsun veya olmasm onunla amel ettiklerini, bu yüz dende mürsel haberleri kıyasa tercih ettiklerini vurgula mıştır. Sünnetle amel konusunda, en geniş mezhebin Hanbeli mezhebi olduğu da ibn Haldun'un mütalaları arasındadır [471]
Bu konuda, İmam Şafii'nin görüşünün en tutarlı gö rüş olduğuna dikkât çekmeye bilmem gerek var mı? Kanaatimiz o ki, ravileri âdil ve zabıt olup, senedi de mut tasıl bulunduğu sürece, râvinin âmeli veya fetvasıyla çeHşip çelişmediğine bakılmaksızın hadisle amel edilme-lidir. [472]

Bu Konuda Hadis Âlimleri'nin Mütâlası:

Hadisçiler, râvinin rivayeti doğrultusunda fetva ver mesinin veya o yönde amel etmesinin, ne hadisin sıhha tine ve ne de râvilerinin adaletine hükmetmesi anlamına gelemiyeceğini belirtmişlerdir. Zira, O'nun ihtiyaten böy le hareket etmiş olması ihtimâli vardır. Yine, haberle pa ralellik arzeden bir başka delile uymuş olması da ihti mâl dahilindedir. Seyfüddin el-Amidî gibi bazı usulcüler bu şekil bir tutumun, hadisi tashih etmek anlamına gel diği kanaatine sahiptirler. Cüveynî ise, ihtiyaten yapılma dığı taktirde bu manaya gelebileceği görüşündedir. Ibn Teymiyye'nin ise bu konudaki kanaati, terğib ve terhib içeren haberlerle diğerlerinin ayrı ayrı mütaala edilme si yönündedir.
Aynı şekilde, râvinin hadise muhalefeti de, tama men başka bir sebepten kaynaklanmış olabileceği için, O'nun zayıf olduğunu veya râvilerinin sika olmadıklarını ifâde etmez. Nitekim, İmam Mâlik, alışverişte «Muhay yerlik» hadisini rivayet etmiş ancak, Medine'lilerin tat bikatına ters düştüğü için, onunla amel etmemiştir. Fa kat bu, asla, hadisi rivayet eden «nâfi'» hakkında bir cerh sayılmamıştır.
İbn Kesir ise «râvinin, rivayeti doğrultusunda amel etmesine veya fetva vermesine, o konuda başka hiç bir hadisin bulunmaması da yol açmış olabilir» der. El-Irâkî, bu kanaate katılmayarak, şu değerlendirmede bulunur: «Bir konuda yalnızca bir hadisin bulunması, îcma ve kıyas gibi başka delillerin de bulunmadığı anlamına gelmez. Sonra, hâkim veya müftî, elindeki bütün delilleri ortaya koymak zorunda.değildir. Pekâlâ, başka bir delile sahip olup, O'nun ışığında kalbi hadise yatmış olabilir. Ya hut ta, zayıf hadisin, kıyasa tercih edilmesi gerektiği inan cındadır...» [473]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:16 am

BÖLÜM V

Bu bölümde de Ali Hasan Abdulkâdir'in «Nazratün Âmme Fi Târihi'I Fıkhi'l-İslâmî» adlı eserinde ortaya at tığı şüpheler üzerinde duracağız. Ali Hasan Abdulkâdir kitabının bir yerinde şu görüşleri serdetmektedir :
«Allah Teâla, Kur'an'da, zekâtı müslümanlar üzerine farz kılmıştır. Fakihler ise, zekâtın kimlere vacip olduğunu, bütün müslümanlara mı? Yoksa, yalnızca belli miktarda mala sahip olanlara mı? farz olduğunu ve yine, zekât olarak verilecek miktarın nekadar olması gerek tiğini, bütün tafsilatı ile ancak, Rasûlûlîah'ın hadislerin de bulabilmişlerdir.
Juynball. gibi bazı araştırmacılar ise, bu rivayetlerin sıhhatinden endişe etmişler ve onların tarihi gerçeklere ters düştüğünü ileri sürmüşlerdir. Sahabenin herbireri-nin gücü nisbetinde zekât verdiğine, bu konuda kendileri ne tevcih edilmiş özel bir talimatnamenin bulunmadığına dikkat çekmişlerdir. Bu araştırmacılar, Kur'an'm hiçbir sınırlama getirmeden zekâtı farz kıldığını, müslümanla-rın da, tâ ilk gündenberi onunla amel ederek yanlarında, nakid para, zinet eşyası, mâl, elbise v.b. gibi ne varsa onu zekât olarak vermeyi îtiyad edindiklerini savunmuşlardır. Söz konusu hadislerin ise zekat ameliyesine, yirmi dinara yarım miskal, aşağısına ise hiç zekat gerekmediği gibi bir takım sınırlamalar getirdiği de aynı araştırıcılar tarafından kaydedilmiştir.
Zekât birimlerinin tafsilatıyla işlendiği vesikalardan bir kısmını, Hz. Ebû Bekir'in valilerine gönderdiği mektupları oluşturmaktadır. Bazı rivayetlerde ise bu mek tupları Rasulullah'm yazdığı, fakat gönderme fırsatı bulamadan vefat ettiği ifâde edilmektedir. Rasulullah'm ölümünü müteakip, Hz. Ebu Bekir'in onları yürürlüğe soktuğu, ondan sonra hâlife olan Ömer'in de aynı icraatı devam ettirdiği kaydedilmektedir.
Bu mektuplarda, deve, sığır ve davarlardan verilecek zekât miktarları, tafsilatıyle işlenmiştir. Böylece Allah'ın mutlak olarak farz kıldığı zekât, bir takım sınırları ve şartları olan tafsilatlı bir ameliye haline gelmiştir. Bun dan sonra insanlar, zekatlarını edâ ederken, fıkhı bir ta kım kural ve kaidelere göre hareket edegelmişlerdir...»[474]
Ali Hasen Abdülkadir, bu çelişkili sözleri nakletmiş, fakat bir cümle olsun eleştiri getirmemiştir. Bu da, O'nun, oryantalistlerin kanaatlerine katıldığı anlamına gelir. Böyle bir durumun bir müslümamn, dahası, bir Ezher âliminin kitabında yer alması, hiç şüphesiz, yeni yetişen talebelerin, sözkonusu hadislerdeki şüphelerinin artmasında, daha etkili bir vesile olacaktır. Halbuki, bu ha dîsler, zekâtın nisabım, ne kadar maldan zekât verilmesi gerektiğini, o kadar dakik bir biçimde ifâde etmekte dir ki, bu Onların Allah tarafından vahyedildiklerinin bir işaretidir. Zira Rasulullah ümmî bir zat olup, bir hadis te de belirtildiği üzere, okuma yazma bilmeyen bir top lumda yetişip büyümüştü.
Cevap :
1- Bu septik oryantalistler, zekatın nisâbına delâlet eden hadislerin tarihi gerçeklerle uyuşmadığım nereden çıkartıyorlar? Bu konuda onların ve görüşlerini nakle den yazarın kaynak göstermesini beklerdik. Bizler, tari hi gerçeklerin tesbiti hususunda hadis rivayetlerine iti-mad etmiyeceğiz de neye güveneceğiz? Hadisçilerin yöntemini kullanmasına rağmen, Taberi gibi eski tarihçiler bile, rivayetlerin incelenmesinde onlar kadar müdekkîk olamamışlardır. Vakıa ortadadır. İşin daha da ilginç ta rafı, bu araştırmacıların, sahabeden her bir ferdin gücü nisbetinde zekât verdiğini, bu konuya ilişkin onlara tev cih edilmiş herhangi bir talimatın da bulunmadığını id dia etmeleridir. Bu ulu orta konuşmaktan başka birşey değildir. Şayet sahabenin" gücü oranında zekat verdiği sahih olsa bile bu, sâdece ilk zamanlara ait bir uygula ma olabilir. Niekim, bu durum çok fazla devam etme miş, zekâtın .sarfedileceği yerler tafsilatıyle. Kur'an'da ortaya konmuştur. Konuyla ilgili sayılamıyacak kadar da hadis vardır. Sünnet ise Zekât'a dâir bütün meseleleri ince ince tes'bit etmiştir. Bilindiği gibi sünnet, İslâm teşrii'nin ikinci aslıdır. Kur'an'ı tefsir ve izah et miş, mücmelini beyân, âm'mmi tahsis, mutlakmı takyid etmiş, bazen de müstakil olarak hükümler koymuştur. Şayet, yalnızca Kur'an'a itimad edilmiş olsaydı, dini ve dünyevi pek çok meseleye fakihler çözüm bulamazlardı. Ne varki, sünnet ve hadislerin, dinî, dünyevî siyasî ve içtimaî gelişmenin ürünü oldukları, bu şüpheci oryanta listlerin büyük çoğunluğu tarafından iddia edilip durmak tadır.
Yahudi müsteşrik, Goldzier'in sünnet hakkındaki görüşleri de onlardan pek farklı değildir. Hatta O, bu konuda pekçok oryanalistin de fikir babasıdır.
Buharı ve Müslim'de yer alan haberler'den bir tanesi şudur : «Üç yaşını doldurmuş beş deveden aşağısında ze-kât yoktur. Yine beş Vesâk (60 ölçek)ten aşağısı da zekâ ta dâhîl değildir.» Ayrıca Buharî, Enes (r.a)in şu rivaye tini kaydetmiştir : «Hz. Ebû Bekir, O'nu Bahreyn'e vali olarak gönderirken kendisine şöyle yazdırmıştır : «Bismillahirrahmânirrahîm. Bu, Allah Teâla'mn Rasulu'ne em rettiği, Rasulunün de müslümanlar üzerinde farz kıldı ğı zekât farizasıdır. Müslümanlardan herkim O'nu usulü dâiresinde isterse, veriniz...»[475] Deve ve Koyunların nisabından bahseden pek çok sahih hadis bulmak da müm kündür. Bu konuda kendisine müracaat edilebilecek en güzel eser Mecdu'd-Din İbnû'l Esîr'in «Câmiu'1-Usûl ilâ ahâdîsi'r Rasûl adlı eseridir.[476]
Zekât miktarlarının, Rasulullah (s.a.s.) tarafından yazdırılmış olması, ancak O'nun valilerine göndermeden vefat etmesi, Peygamber'in vefatını müteakip halife Ebû Bekir (r.a.)'in onlân yürürlüğe koyması ve O'ndan sonra da Hz. Ömer (r.a.)'in aynı uygulamayı devam ettirmesi ile ilgili rivayetler; zekât birimlerinin Rasulullah zama nında takdir edilip, herkes tarafından da biliniyor olma sıyla çelişki arzetmez. Zira, sahabe, hadisleri yazmaktan men edildikleri zaman onları ezberledikleri gibi, zekatla ilgili rivayetleri de ezberlemişlerdir. Hadislerin yazımını yasaklayan rivayet Müslim'de şöyle yer almaktadır: Ben(im hadislerimi) alın yazmayın. Kim benden, Kur'an dışında birşey yazmışsa imha etsin. Benden hadis rivayet etmenizde bir beis yoktur. Kim kasten bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın.»
Rasulullah (s.a.s.) zekât birimlerini, valilerine bizzat anlatmış ve şifahen öğretmiş olabilir. Zekât ve nisabla-nnın kayıtlı bulunduğu vesikalar ise, özellikle Rasulul-lah'm vefatından sonra, kendilerine müracaat edilecek güvenilir birer asıl olarak kalmış olabilirler. Bir başka ihtimal de, valilere gönderilen nüshalarla zekât memur larının yanında bulundurulan nüshaların, ana, nüshadan çoğaltılan yazılı vesikalar olmasıdır.
3-Sırf şüphe sokuşturmak ve rivayetleri inkar edebimek için, Kur'an'm zekatı şartsız ve mutlak olarak farz kıldığını söylemekte garip bir iddiadır. Kur'an'm, dini hükümlerin tamamım bütün detaylarıyla zikretmiş olduğunu iddia eden yokki. Kur'an, dinin aslı ve kayna ğıdır. Allah, bu ümmeti, Kur'an'ı muhafaza etmekle mükellef tutmuştur. Binaenaleyh, O'nun bu derece veciz ol ması, İslâm ümmeti için bîr rahmettir. Sonra, Allah Teâla, Kur'an'ı açıklamak üzere, Peygamberi Muhammed (s.a.s.)'i göndermiş ve «insanlara, kendilerine indirileni açıklaya-sın diye sana da zikri indirdik. Belld aklederler.»[477] bu yurmuştur.»
Rasulullah, söz, Bil, ahlak ve hayat tarzıyla O'nu en-güzel biçimde açıklamıştır. İşte, sünnet ve hadislerden meydana gelen bu engin servet, Kur'an'ı açıklamanın bir ürünüdür. Kur'an, namazların adedini, rekatlarını, secde lerini, hangi namazda açıktan, hangisinde gizli okunacağı nı belirtmemiştir. Rûku'da ve secdede ne denileceğini? bi rinci ve ikinci oturuşta neler okunacağını taf silatıyle zik-retmemiştir.
Özet olarak; zekâtın nisab miktarları da, şeriat tara fından tesbit edilmiş bir keyfiyettir. RasûlûUah ta pekçok hadis ve sünnetiyle konuya değinmiş. Allah'ın emriyle onu açıklayıp, sınırlarını tâyin etmiştir. Hâlife ve sahâbiler ise, yalnızca, şeriatın getirip, Rasulullah'ın açıkladığım tatbik etmişlerdir. [478]

BÖLÜM VI

Ali Hasen Abdülkadir, «Nazratûn âmme fi'1-Fıfchil-İs-İâmî» adlı eserinin bir başka yerinde ise, şu görüşlere yer veriyor : «... Yalnızca Kur'an ile yetinilmesi ve olduk ça az hadis rivayet edilmesi konusunda Hz. Ömer'in ta,v-rı inkârı kabil olmayan bir gerçektir. Abdullah b. el-Aîâî, Kasım b. Muhammed'in kendisine şu rivayeti haber verdiğini bildiriyor : «Ömer b. el-Hattâb devrinde hadisler oldukça çoğalmıştı. Bunun üzerine Ömer, halkın onları getirmelerine dâir bir emir çıkarttı. Hepsi bir araya top landığı vakitte, yakılmalarını emretti. Ondan sonra, halka dönerek : Ehl-i Kitab'm mesnât (Allah'ın kitabından baş ka edindikleri kiaplar)ı gibi, siz de, Allah'ın kitabının ya nında başka, başka kitaplar mı edinmek istiyorsunuz, de di.» El-Alâî, Kâsım'm, o gün kendisini hadis yazmaktan men ettiğini def haber veriyor.[479]
Sahabeden üç zatın, hadis rivayetinde çok ileri git tikleri için, hâlife Ömer tarafından göz altına alındıkları da rivayetler arasında yer almaktadır.[480]
İş bu kadarla da kalmamış, Hz. Ömer, kendi kanaat leri ile çelişki arzeden rivayetleri reddetmekten çekinmemiştir. Fâtıma binti Kays'm, O'nun yanında; kocasının O'nu üç talâk ile boşadığım, fakat, Rasûîûllah'm kendisi ne ne nafaka ve ne de Süknâ (boşanan kadının bannma
hakkı) vermediğini ifâde etmesi üzerine, Ömer: «Doğru söyleyip, söylemediğini bilmediğimiz bir kadının sözüne bakarak, biz Allah'ın kitabını bırakamayız. Bu durumda olan bir kadının, hem nafaka ve hem de süknâ hakkı vardır.» demiştir.
Buna benzer bir diğer rivayette, Hz. Ömer'in teyem müm hakkındaki görüşü münâsebetiyle zikredilen şu ha berdir : «Âmmar b. Yâsir, Ömer'in yanında : bir sefer es nasında ihtilâm olduğunu, su bulamaması üzerine cünüp-lük'ten kurtulmak için toprağa belendiğini, söylemiş; bilâ-here Rasulullah'a durumu haber verince O'nun : «şu şe kilde yapman yeterliydi», diyerek, ellerini toprağa vurup, sonra da yüzünü ve kollarını sıvazladığını» haber vermiş tir. Ancak, Ömer, bunu hüccet olarak kabul etmemiştir. Zâten apaçık bir karine olmadıkça hadisleri kabul et memek O'nun bir prensibiydi,»[481]
Cevap :
1-Sayın, Ali Hasan Abdülkâdir'in : «Yalnızca Kur' an ile yetinilmesi ve oldukça az hadis rivayet edilmesi konusunda Hz. Ömer'in tavrı, inkârı kabil olmayan bir gerçektir.» görüşüne katılmak mümkün değildir. Zira, Ömer, hiçbir zaman insanları hadis rivayetinden menet-memiş, sadece rivayetlerinde dikkatli olmalarını tenbih etmiştir. Raşid hâlifelerin hadis rivâyetindeki tavırları budur, halkı da böyle olmaya çağırmışlardır. Hz. Ömer'in hadis rivayetini büsbütün yasaklamayı düşünmeyip, bilâ kis, bu konuda temkinli hareket ettiğinin en güzel delili «îstizân» hadisini rivayet eden Ebu Musa el Eşa'ri'ye şöylediği sözüdür. O, büyük sahâbî, Ebu Musa el-Eş'arî'nin sözkonusu hadisi rivayet etmesi üzerine, kendisinden bir şahid getirmesini istemiş, O'nun da Übey b. Kab'b'ı şâhid olarak getirmesinden sonra : Sübhânallah! ben (seni ya lancılıkla itham etmek istemedim). Yalnızca bir şey işit tim ve o konuda ihtiyatlı hareket etmek istedim, o ka dar.» demiştir. Rivayetin başka bir varyantında ise, Hz. Ömer'in, Rasulullah'm bu hadisini işitmekten kendisini çarşı pazarda alışverişin alıkoyduğunu, söylediği kaydedil[482]miştir Yani, Rasulullah'm sağlığında ticâretle meşgul olması. O'nu bizzat Hz. Peygamber'den işitmesine mani olmuştur. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde ise Hz. Ömer'in, Ebû Musa'ya şöyle dediği nakledilmiştir. «Ben seni itham etmek istemiyorum. Fakat, insanların, Rasu lullah'a yalan isnad etmelerinden endişeleniyorum.» Bunu, îmam Mâlik te rivayet etmiştir. Yine, İmam Buharı «El-Edebûl-Müfred» adlı eserinde, Ubeyd b. Hanîn'den yap tığı bir rivayette Hz. Ömer'in, Ebû Musa'ya: «Vallahi, Rasulullah'm hadisleri konusunda güvenilir bir insansın, fakat ben onu iyice tahkik etmek istedim.» dediğini kay[483]detmiştir.
Bütün bu nakiller, Ömer el-Faruk (r.a.)'un, hadis ri vayetini azaltmağa ve yalnızca Kur'an ile yetinmeye çağırmadığının en açık delilleridir. O'nu, hadis ve sünnet leri bırakarak, yalnızca Kur'an'la yetinmeyi kastetmekten Allah korumuştur. Kur'an'da hükmünü bulamadığı mese-lelerde> hadis ve sünnetlere başvurduğu bilinip dururken, nasıl olur da, O'nun: Yalnızca Kur'an'la iktifa et meye çağırdığı iddia edilebilir? Örneğin, kadının düşük yapması ve Şam'da beliren veba hastalığı gibi hadiseler karşısında takındığı tavır en güzel örneklerdir. Şanı yakınlarında, «Serğ» denilen mevkiye kadar varmışken, Ab-durrahman b. Avf'm, Rasulûllah (s.a.s) in : «Bîr yerde, veba zuhur ettiği zaman oraya gitmeyin. Bulunduğunuz yerde belirirse, o zaman da, oradan dışarıya çıkmayın.» dediğini hatırlatması üzerine oraya gitmekten vazgeçmiş ve geri dönmüştür. Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir.
Müslim'de, Mısver b. Mahreme'nin şöyle dediğini kay detmiştir : «Hz. Ömer, kadının çocuğunun düşürülmesine sebep olmanın hükmü hakkında halkla- istişare etti. Mu-gire b. Şu'be : Resulullah'ın bu konuda diyetin, ğurre, yâ ni, köle veya cariye olduğuna hükmettiğini haber verdi. Ömer'in, senden başka buna tanık olan var mı? diye sor ması üzerine, Muhammed b. Mesleme ona tanıklık etti...[484]
Hz. Ömer'in, Kur'an ve Sünnet'te hükmünü bulama dığı meselelerde Hz. Ebû Bekir'in tatbikatını esas aldığı da bilinmektedir.
2- Hz. Ömer'in, sahabeden üç kişiyi hadis rivaye tinde çok ileri gittikleri gerekçesiyle gözaltına aldığına gelince, bu kesinlikle uydurmadır. Kitaplarda mevcut olan haberlerin sahihi de, sakimide bulunabildiğine göre, ya zara düşen, rivayetleri iyiden iyiye tetkik etmeden kitabı na almamaktı. Nitekim, bu rivayet Hz. Ömer'e isnad edil miş uydurma bir haberdir.
İşte size, Zahiri mezhebinin, Davut ez-Zâhirî'den son ra ikinci imamı, hadis ve sünnet âlimi, fıkhü'l-hadiste ihtisas sahibi Ebû Muhammed b. Hazm ez-Zâhiri'nin bu konuda söyledikleri :
«Hz. Ömer'in, hadis rivayetinde aşırı gittikleri için, ibn Mesud, Ebu'd-Derdâ ve Ebu Zer (r.a.)'i hapsettiği rivayet edilmiştir. Munkatı olduğu için rivayete itiraz edilmiştir. Zira haberin râvilerinden, îbrâhim b. Abdur-rahman b. Avf. onu, Hz. Ömer'den işitmemiştir»[485] Bey-hâkî'nin kanaati de budur. Hz. Ömer'den bunu işitmiş olduğunu ise, yalnızca, Yakub b. Şeybe, Taberi v.b. kim seler İddia etmiştir. Zahir olan işitmediğidir. İbn Hâcer. «Tehzibüt-Tezhîb» adlı eserinde, İbrahim'in 75 yaşında iken, h. 95 veya 96'da vefat ettiğini söylüyor ki, [486] bu du rum O'nun h. 20 senesinde duğduğunu gösterir. Buna gö re, Hz. Ömer'in vefatında O, üç yaşında olmuş olur. Bu yaş ise, hadis tahammül yaşmın şok altındadır. Bu iti barla, senedindeki inkita'dan dolayı rivayet hüccet ola bilecek nitelikte değildir. .
İbn Hazm konuyla ilgili mütalaasına şöyle devam eder : «Bu haberin yalan ve uydurma olduğuna, bizzat kendisi şahitlik etmektedir. Çünki, böyle bir durumda, Hz. Ömer Sahabeyi yalancılıkla itham etmiş olur ki, ken disi de bu ithama dahil olur, Yahut ta, bizzat hadis ve sünnetlerin tebliğini yasaklamış, sahabeyi, onları gizle meye ve inkâr etmeye zorlamış demektir. Bu ise, İslâm' dan çıkmak anlamına gelir. Allah, mü'minlerin emirini böyle bir şeyden muhafaza buyurmuztur. Bu söz, asla bir müslümanm söyleyebileceği bir söz değildir. Eğer, Hz. Ömer, İtham etmeden onları, hapsetmiş ise, bu da onlara yapılmış bir zulüm olur. Binaenaleyh, reddedilmiş riva yetlerle fasid görüşlerine delil getiren kimseler, şu işâret ettiğimiz iki habis yoldan hangisini dilerlerse onu ter cih etsinler.»[487]
Bu rivayete şüphe düşüren ve sahih olmadığını gös teren hususlardan bir tanesi de İbn Mesud'un (fıkıhta) Hz, Ömer'in mezhebine ve yoluna tabi olmasıdır. O : «Bü tün insanlar bir vadiye ve yola sapsalar (bir görüşe meyletseler), Hz. Ömer de bir başka yola ve vadiye sûlûk etse (başka bir görüşe kail olsa) ben O'nun peşinden giderim (O'nun görüşünü alırım)» demiştir.
Hz. Ömer (r.a.) de, O'nu, Kûfe'ye muallim olarak gön derdiğinde, Kûfelüere : «Abdullah'ı göndermekle, sizi kendime tercih ettim» demiştir.
Yine, Ibn Mes'ud ve Ammâr b. Yâsir, hakkında : «Bu ikisi, Muhamnıed (s.a.s.), ashabının ileri gelenlerindendir» dediği sabittir.
Hal böyle olunca, ibn Mesud'un, rivayet konusunda, Hz. Ömer'in metoduna muhalefet etmesi nasıl makul olabilir? böyle bir nedenle de, Hz. Ömer'in O'nu hapsetmiş olması, nasıl düşünülebilir?
Adı geçen, Fatıma binti Kays rivâyetindeki asılsız ilâve ise şudur : «Biz, ne Rabbımızm kitabını ve ne de, Peygamberlerimizin sünnetini, doğru söyleyip söylemedi ğini bilmediğimiz bir kadının sözüne bakarak terkedemeyiz.» Müslim'de ise rivayet şöyle kaydedilmiştir: «...Bellediğini veya unuttuğunu bilmediğimiz bir kadının sözüne bakarak, ne Rab'bimizin kitabını ve ne de Peygam berimizin sünnetini terkedemeyiz. Kadının hem sükna ve hem de nafaka hakkı vardır.»[488]
Burada hata, Ali Hasan Abdülkadir'in ve Selefi Ah-med Emin'in müsteşriklerin sözlerine itimad etmeleri, on ların görüşlerini değişmez gerçekler kabul etmelerinden neş'et etmiştir. Hem bu yazarlar ve hem de müsteşrikler bu konuda «Müsellemû's-Sübût» adlı eserde zikredilen lere dayanmışlardır. Halbuki, O, bir hadis kitabı olmayıp, Usûl-û fıkh'a dâir kaleme alınmış bir eserdir. Ve Prensip iibâriyle, hadislerin sıhhat bakımından vasıflarını tesbitte bu gibi eserlere bakılamaz.
Ali Hasen Abdülkâdir, eserinin bir başka yerinde «Hadis uydurmacılığı ve bu konuda müsteşriklerin mütalalan başlığı altında şu görüşlere yer vermektedir:«...Burada son derece önemli bir konuya tafsilatlı olarak temas etmeyi faydalı mülahaza ediyoruz. Bu me sele, ilk asırlarda hadis uydurmacılığı meselesidir. Yakın zamanlara kadar müsteşrikler arasında şu görüş revaç bulmuştur. Hadislerin büyük bir çoğunluğu, İslâm'ın, bi rinci ve ikinci asırdaki, dinî, siyasî ve içtimaî gelişme sinin bir neticesidir. Hadislerin îslâm'm ilk devrini yan sıtan birer vesika olduklarım söylemek doğru değildir. Onlar, ancak, İslâm'ın inkişâf devirlerindeki dinî gayre tin birer ürünüdürler.»[489]
Müsteşrikler bu görüşlerini şu şekilde izaha çalış mışlardır :
a) Emeviler ile muttaki âlimler arasındaki husûme tin had safhaya ulaştığı H. Birinci asırda onlar (âlimler) da hadis ve sünnetleri toplamaya başlamışlardır. Ellerindeki hadislerin gayelerini gerçekleştirmede yeterli olmıyacağma bakarak, İslâm'ın ruhuna ters düşmeyen ve fakat
halkın da teveccühünü celbedebilecek nitelikte hadisler uydurmaya kalkışmışlardır. Bunu yaparken de, dinin prensiplerinden uzaklaşmak, ilhad ve tuğyana karşı mü câdele maksadiyle yaptıklarını düşünerek, vicdanen bir sıkıntı hissetmemişlerdir. Bu -arada, Enıevi saltanatının düşmanı olan Ali taraftarlarına da ümid bahşettiklerini nazarı dikkate almışlardır. İlk etapta, Emeviler karşı hare kete geçmede dolaylı bir yol olan, ehl-i beyti över nitelikteki hadisleri uydurmaya başlamışlardır. Böylece, ilk asırda hadis, fıkhî ve teşriî prensiplere muhalif davranan lara karşı, suskun bir muhalefet şeklinde seyretmiştir.
b) Mesele bu kadarla da kalmadı. Bizzat hükümet bütün bunlar karşısında sessiz kalmadı. Bir görüşe yay gınlık kazandırmak ya da müttâkî zevatı susturmak iste diğinde, O da, hadise yapıştı ve hadis uydurmayı tezgâh ladı. Bütün bunları, gördüğümüzde denilebilir ki, hadis uydurma hareketi, bir kısım hadislerin terviç edilip, bir kısmının karalanması oldukça erken bir dönemde başla mıştır. Zira, siyasî veya iktisadî hiçbir ihtilaf yoktur ki, onu destekleyen sahih isnadh bir grup hadis bulunmasın.
Emevilerin hadis uydurmada takib ettikleri metod, Muaviye'nin, Muğireb. Şu'be'ye söylediği şu sözde ken dini göstermektedir:
«Ali'ye hakareti, .Hz. Osman'a rahmet okumayı, Ali taraftarlarına sövüp, hadislerini karalamayı ihmal etme. Tam tersini de Hz. Osman ve ehlini övmek için yap. Ve onların bunu duymalarını sağla.» İşte, Emevilerin Ali aleyhindeki hadisleri bu esas üzerine kaim olmuştur. Eme-vi ve tâbilerini, kendi bakış açılarına uygun olan hadislerde yalan olması pek ilgilendirmiyordu. Zira, yegâne mesele, kendilerine mensup insanların oluşturulup, çoğaltılması idi.
c) Emeviler, hadis uydurma yolundaki dehâlarıyle, İmam Zührî gibilerini bile elde ettiler, (onun uydurduğu) hadislerden birtanesi, «sevap kazanmak maksadiyle, yol culuk, {yalnızca üç mescide, benim şu mescidime (Medi ne mescidi), Mescidi Haram'a, ve Mescidri Aksa'ya, ya pılabilir.» şeklindeki hadistir. Bu, Emevilerin, bu hadis vasıasıyle, Beytül-nıakdisi kutsayıp, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî ayarına getirmek suretiyle, orayı halk için bir ziyaretgah yapmadaki siyasi eğilimlerini yansıtır. İşin ilginç tarafı, bu hadîsin uydurulması, İbn Zübeyr'in, Şam-, lılar'a Kabe'yi ziyaret etmeyi yasakladığı zamana rastla dığıdır. Bunun, Beytü'l-makdis, Şam ve Medine'niıı fazi letine dair hadislerle de ilgisi vardır. Nitekim, Medine'yi bazıları «Tayyibe» diye isimlendirirken, Emeviler «habi se» bazı kimseler de «kokuşmuş yer» şeklinde isimlendir mişlerdir.
d) Mesele, siyasî maksatla veya Emevi hanedanı ya rarına hadisler uydurmakla da kalmadı. Bilâkis, dini sa haya, Medine ehlinin görüşleri ile, bağdaşmayan, ibâdete müteallik konulara da sirayet etti; Örneğin, herkesin bil diği gibi, cuma hutbeleri, önceleri, iki hutbeden teşek kül ediyor, halifeler hutbeyi ayakta irâd ediyorlardı. Bay ram hutbeleri de, namazdan sonra icra ediliyordu. Eme viler bunu değiştirdiler. Halife, Cuma hutbesini oturdu ğu yerden vermeye, başlarken, Bayram hutbelerini de namazdan önceye aldı. Bu uygulamalarına ise : Recâ b. Hayve'nin «Resulullah ve raşid halifeler hutbeyi oturduk ları yerden irad ediyorlardı» şeklindeki rivayetiyle istidlalde bulundular; oysa, aynı zamanda, Cabir b. Semûre de «kim size. Rasulullah oturarak hutbe irad etti derse, yalan söylemiştir.» diyordu.
Bunun bir benzeri de Muaviye'nin minberin basa-maklanm artırması, ve Mescidde, daha sonra, Abbâsilerin kaldıracağı, kendine has müstakil bir makam edinmiş ol masıdır.
Yine, mesele, istekler doğrultusundaki hadislerin ter-viciyle de kalmamış, kendi bakış açılarım yansıtmayan hadisleri karalamaya,, onları gizleyip, zayıf göstermeye ka dar uzanmıştır. Hiç şüphe yokki, Emevilerin lehine imâl edilen birtakım ' hadisler, Abbâsilerin gelişiyle ortadan kayb oluvermiştir.
e) İddia sahibi, sözlerini teyid edebilmek için, ilk devir âlimlerinin, râviler hakkındaki cerh ve ta'dil ifâde eden beyanlarını kullanmıştır. [490]Bunlardan bir tanesi, muhaddis Âsim b. Nebil'in [491]«Salih kimselerin, en faz la hadiste yalan söylediklerini gördüm» şeklindeki ifa desidir. Benzeri bir görüş, Yahya b. Said el~Kattân'dan[492] da rivayet edilmiştir. Bu meyanda diğer bir söz ise, Ve-kî'in, Ziyâd b. Abdullah hakkındaki: «Hadiste mevkiinin yüceliğine rağmen, yalancı idi» sözüyle, Yezid b. Harun' un : «Bir kişi, hariç, Kûfeli hadisçiler, Süfyan b. Uyeyne ve Süfyan es-Sevrî'ye varıncaya kadar, hepsi tedlis ya parlardı. Her iki Süfyan da, tedlis yapan râviler arasın da zikredilmişlerdir.» sözüdür.
f) Müslümanlar, ikinci asırda, hadislerin sahih ol duğunu söylemenin yalnızca şekle râci olduğunu, isnad-iarı sahih olan hadisler arasında, pek çok uydurma ha disin var olduğunu farketmişlerdir. Bu konuda şu ha-
dişler de onlara yardımcı olmuştur. : «Yakında bana is-nad edilen hadisler çoğalacaktır. Kim size bir hadis ri vayet ederse, O'nu, Allahın kitabiyle karşılaştırın. Ona muvafık düşüyorsa, söylemiş olsam da, olmasam da biIinki bana aittir.» îbn Mâce, aynı hadisi; «Hadislerde söy lediğim iddia edilen her güzel sözü, mutlaka ben söyle-mişimdir.»[493] şeklinde kaydetmiştir. Bu doğrultuda hare ket edilerek yapılanlara sahih hadislerden bir örnek ve rebiliriz. Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah'-ın, av ve davar köpekleri dışında bütün köpeklerin öl dürülmesini emrettiği, haber verilmiştir. İbn Ömer'e, Ebû Hureyre'nin, bu hadise, tarla bekçiliğinde kullanılan kö pekleri de ilâve ettiği söylenilince, O, «E! ne de olsa, Ebu Hureyre'nin ekip, biçtiği arazisi var» demiştir.[494] İbn Ömer'in bu değerlendirmesi, hadisçinin şahsi maksatlar dan dolayı neler yapabileceğine işaret etmektedir.
g) İlk devir hadisçileri, bazı fıkhî kaideleri ispat edebilmek için, şifahi olarak yapılan rivayetlerden baş ka, Resulullah'm isteklerini beyan eden yazılı vesikalar ortaya çıkarmak suretiyle yeni bir yöntem daha ihdas ettiler. Bu çeşitte, bir tasdik aracı olarak, Emeviler as rında ortaya çıkmıştır. Ama, mesele bu sahifelerin nüs haları etrafında dolaştığı vakit onların istinsah edildiği ana nüshayı soruşturup, sıhhatini incelememişlerdir. Biz, şu haberden hareketle uydurmacıların cüretini ortaya ko yabiliriz : «Emeviler devrinde, bazı kimseler, Kuzey ve Güney araplarmm arasım bulmaya çalışmışlar ve Tubba' b. Mâ'dîkerib devrinde, gûyâ, Yemenlilerle Rabia arasın da bir anlaşmanın yapıldığım ortaya koymuşlardır. Bu anlaşmaya dair vesikanın da, Himyerli bir emirin torun larından bazısının yanında saklanmış olarak buldukları nı söylemişlerdir.» Şimdi, böyle bir haberi kabul eden lere, zaman bakımından çok daha yakın olan başka bir haberi kabul etmeleri zor gelmese gerek. Bu haberden kastımız, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarda ne kadar zekât gerektiğini ele alan haberdir. Bu konuda muhtelif hadisler varid olmuştur. Fakat bunlardan sahih kaynak lara alınabilecek nitelikte, ayrıntılı olarak zekâtın nasıl verileceğine dair nizamı belirten sahih bir haber yoktur. Bu nedenle, raviler, Rasulullah'm zekât konusunda va lilerine yaptığı vasiyetleri içeren yazılı bir vesikaya ihti yaç duymuşlardır. Bunlara, Muaz b. Cebel'e yaptığı tav siye ile, muhtevalarım hadis ravilerinin bizlere naklet tiği, Amr b. Hazm ve diğerlerine yazdığı mektuplar örnek olarak verilebilir.
Raviler, bu asıllardan nakledilen nüshalarla da ye tinmediler. Bilakis, daha eski bazı asıllar ortaya çıkar dılar. Bu asıllardan, Hz. Ömer'in ailesinin yanında sak lanan bir nüsha vardır ki, Ömer b. Abdülaziz, ondan bir nüsha daha nakledilmesini emretmiştir. Ebu Davud da, Zûhrî'nin onu sahih bulduğunu rivayet etmiştir. Yine, Ebu Davud'un bahsettiği, Rasuluîlah'm mührünü de ta şıyan bir diğer vesika daha vardır. Bunu, Sumame b. Abdullah b. Enes'ten alarak, Hanımad b. Üsame ortaya çıkarmıştır. Bu vesikayı, Hz. Ebu Bekir, Enes b. Malik'i, zekât toplamak için görevlendirdiği vakit, O'na vermiştir.» Ali Hasen Abdülkadir, bu görüşlerin, geçen asırda müsteşrikler arasında, revaç bulan görüşler olduğunu ifâde ederek şu, birkaç satırla onlara cevap veriyor : «Bu rada müsteşriklerin mesnedsiz iddialarını, sağdan soldan ele geçirdikleri haberler üzerine bina ettikleri açıktır. Selefin hadislerin tesbitindeki aşın ihtimamlarının bir so nucu olarak sarfettikleri, cerh ve ta'dil ifadelerini sabit gerçekler olarak ele almışlardır.»[495]
tşte bu kadarı, değerli yazar, Üstad, doktor Ali Ha sen Abdülkadir'in, Yahudi müsteşrik Goldzier'in görüş leriyle doldurduğu birkaç sahifeden sonra, ona yönelttiği bir iki satırlık cevabıdır. Halbuki O, islâm ve batı kül türüne vâkıf bir Ezher âlimidir. O'nun gibi bir âlimin yap ması gereken, kitabım okuyanların gönlünden ortaya atı lan şüpheleri izale edecek kadar cevabı uzatmaktı. Şayet böyle yapmış olsaydı; Allah'tan engin bir rahmet, Hadis ve sünnetlerin, İslâm ve Kur'an'daki mevkiini bilen biz müslümanlardan da teşekkür ve övgü alırdı. Bu münase betle ben, sünnet ve hadislere bir hizmet, onlara düşü­rülmek istenen şüphelere de bir reddiye olması bakımın dan, cevabı uzatmayı uygun gördüm. İslâm, Kur'an ve sünnete karşı hınç duyan bu yahudi müsteşrikin naza riyelerinin içerdiği bütün kuşkulara tafsilatıyle cevap vermeden önce, Müsteşrikler arasında revaç bulmuş, pekçoğunun sıkı sıkıya benimsediği, oysa çok azının incelediği, yukarıda sunduğum görüşleri takdim etmeyi münasip gördüm. [496]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:16 am

Müsteşrikimin Bu Görüşlerine Cevaplar :

Rasulullah, sahabe ve onlardan sonra gelen müslü-maniarm özelliklerinden elde edilen gerçekler, Goldzier' in görüşlerini çürütmektedir.
1- Kur'an-ı Kerim. Rasulullah (s.a.s.)a indirilmiş-tit O da hiçbir ilâve veya eksik yapmadan. O'nu aynen indirildiği gibi tebliğ etmiştir. Sahabe ise, Kur'an'ı B.z. Peygamber'den alarak, iyice ezberleyip, anlamak, bilgisini elde etmek için ömürlerini vakfetmişlerdir. Halis arap olmalarına rağmen Kur'an'daki herşeyin bilgisini ihata edememişlerdir. Zira, Kur'an'm tafsile ihtiyaç duyan müc mel, beyan ve tefsire gereksinimi olan müphem,tapalı tarafların giderilmesi icab eden müşkil ifadeleri vardır. Ayrıca, kendisiyle özel bir durum kastedilen âm, yine tahsis edilmesi gereken âm ve takyid edilmeye muhtaç olan mutlak ifa.deleri vardır ki, bütün bunları anlamada, yalnızca lügat bilmek ve bazı şer'î kaidelerden haberdar olmak yeterli olmamaktadır. Bu gibi ayetlerin tefsirin de mutlak kanun koyucu ve Allah tarafından bir teb-liğci olan Hz. Peygamber'e müracaat etmek durumunda dırlar. Nitekim, Allah Teâla: «İnsanlara, kendilerine in dirileni açıklaman için sana da Kur'an'ı indirdik. Umu lur ki, düşünüp anlarlar.»[497] buyurmaktadır. Bir diğer ayetinde ise : «Biz bu kitabı, sana, sırf hakkında ihtilafa düştükleri konularda, insanlara açıklanan ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olması için indirdîk.» [498] buyurmuştur.
Diğer taraftan, ihtiyaçları ve beklentileri olan her ne deni toplum gibi, müslümanlar da, bir takım dinî ve dün yevî proplemlerle karşı karşıya gelmişlerdir. Sade ve be devi bir hayattan, itikad, ibâdet, muamelat, ahlak ve ben zeri konularda vahy ve Tevhid esası üzerine kurulmuş öır hayata intikal etmişlerdir.
Yepyeni bir, inanç ve hukuk nizâmına kavuşmuşlar dır. Dinin aslı.olan Kur'an-ı Kerim gerek dinî ve ge rekse dünyevi hayatlarında gereksinim duydukları her ko nuda ve ilk defa karşı karşıya geldikleri problemlerde,
onlara imdat edebilecek tafsilatlı bir kaynak değildi. Zira, Allah Teâla, anlama ve amel etmenin de ötesinde, O'nun muhafazasıyle de İslâm ümmetini yükümlü kılmıştır. Şa yet, Kur'an, herşeyi, bütün detaylarıyla içerir bir vazi yette gelmiş olsaydı, İslâm ümmetine, O'nu muhafaza et mek güç gelecek, dahası buna güç yetiremiyeceklerdi. Bu itibarla, karşılaştıkları limî ve dünyevî bütün meseleler de, Allah'ın hükmünün ne olduğunu öğrenebilmek, Kur'-an'i ve hikmetlerini öğrenmeye olan arzularını tatmin edebilmek, O'nun itikâd, ibâdet, muamelât, ahlak, siya set ve benzeri konularda ihtiva ettiği bilgiye muttali ola bilmek için, mutlaka, ama mutlaka, bir müjdeci, korku tucu,, muallim ve dosdoğru yola bir kılavuz olarak gön derilen, Hz. Peygamber'e başvurmak zorundaydılar.
Rasulullah (s.a.s.) in, kadın erkek, bütün müslüman-ların her konuda, kendisine başvurdukları yegane merci olduğu, meşhur ve tevatüren sabit bir keyfiyyettir. Öyleki, onlar, gusûl, hayız, nifâs, temizlik ve ihtilâm olma gibi çok Özel meselelerini bile Rasulullah'a soruyorlardı. Ra-suluîah (s.a.s.) da, hiçbir hürmeti çiğnemeden, ve haya sınırlarını aşmadan, en açik bir şekilde onlara, izahatta bulunuyordu. Kadınlar ise, genellikle, utanıp, Rasulullah'a açıkça soramadıkları konularda mü'minlerin anneleri va-sıtasıyle sorup, yardım alıyorlardı. Rasulullah (s.a.s.), bü tün bunlara, ya kendisine vahyolunduğu şekliyle cevaplar veriyor ki çoğunlukla böyle olmuştur yahut da ieti-hadda bulunarak cevaplar veriyordu. Muhakkik âlimlerin kanaatine göre, Rasulullah ietihad ediyordu. Ancak içti hadında hata üzerine karar kılmasına müsade edilmiyor du. Rasulullah'in içtihad ettiği konuda vahyin gelmeme si, Allah Teâlâ'nın O'nu, içtihadında takrir etmesi anla mına gelmektedir.
Sahabe, Rasulullah'tan teşrîe yönelik sadır olanları, bu esasa göre değerlendiriyor, hatta harp, siyaset gibi dünyevî meselelerde dahi, tutumunun, Allah'tan gelen vahye göre olabileceğini imkân dahilinde görüyorlardı. Bedir savaşında, Hubâb b. Münzir ile Rasuluîlah arasında ge çen şu konuşma buna güzel bir delil olabilir : «Ya Rasu-lallah! Burası bizim için tercih hakkı olmayan, Allah'ın sana karargah edinmesini emrettiği bir yer midir? Yoksa, sizin bir görüşünüz ve harp stratejisi icabı (tercih etti ğiniz bir yer) midir? Rasuluîlah; Bilakis, benini, kendi görüşüm, bir harp stratejisi icabı seçtiğim bir yerdir.« Rasulullah'm bu sözü üzerine, Hubab, başka bir veri Önermiş, Hz, Peygamber de, istişare sonucu orduyu, ora ya istihkam etmiştir.
Buraya kadar söylediklerimiz kabul edildikten sonra ki kabul edilmek durumundadır Rasulullah'm, muh telif beyan çeşitleriyle Kur'an'ı beyanı ve tefsirine dair büyük bir servetin varlığına, ayrıca, bundan başka, müs takil olarak, sünnetin koyduğu hükümlerine ve Kur'an'da bahsi geçmeyen bu hükümleri izah eden hadislerin- mevcudiyetine inanmamız gerekecektir. İşte bu muazzam ser vet, ister kavli, ister fiili ve isterse takriri olsun sünnet ve hadislerle bilinen olgudur.
2- Sahabe, kanun koyma yetkisine sahip, Rasu-lulîah (s.a.s.)'dan, sadır olanlara, büyük bir özen göster miş, onu kendi canları ve ruhları mesabesinde telakki et mişlerdir. Sahabeyi Rasulullah'tan sadır olanları belle meye, anlayıp öğrenmeye ve onlarla amel etmeye sevk eden unsurlar şunlardır:
a) Herşeyden önce, takva mertebesine, Rasulullan -m getirdikleriyle amel etmekle ulaşılabilmesi, İslâm'da en büyük şerefe de yalnızca, bu takva ile nail olunabilme-sidir. Allah Teâla : «Allah katında en keriminiz, en muttaki olanınızdir.»[499] buyurmaktadır. Takvaya ise, sadece kitab ve Rasuluİlah'm sünnetiyle amel etmekle erişilebilir. Bu itibarla onlar, Kur'an'ı muhafazaya gösterdikleri iti nayı, aynen, Rasulullah'm sünnetlerini muhafazada da göstermişlerdir. Mü'minlerİn emiri Ömer b. el-Hattab, Mekke emirine : «Yerine, kimi bıraktın? diye sorduğu va kit, O'na; İbn Ebzâ'yı, bıraktım, cevabını vermiş. Ömer; İbn Ebzâ da kimdir? dediğinde ise; Mevâlîlerimizden bir tanesidir, karşılığını vermiştir, Ömer'in; Bir köleyi nasıl yerine bırakabilirsin? demesi üzerine; Bırakırım, çünkü O, Kur'an hafızı ve feraiz âlimidir. Zira ben; Rasuluîlah (s.a.s.)'m : «Allah, bu kitapla bir takım toplumları yük seltir, bir kısmını da alçaltn-» buyurduğunu işittim, de miştir. Hadisi, Müslim rivayet etmiştir. Rasulullah'm mec lisine verilen öneme bakın ki, sahabeden herhangi biri oraya giderken arkadaşına «Gelde bir saat iman edelim» dermiş.
b) Dinî hükümlerin pekçoğu ve Rasulullah'dan ge lenler, çok meşhur olan ya da bazı sahabilere has bu lunan olaylarla ilgilidir. Veyahut da, hatırda tutulmasın da büyük rolü olan soru v.b. hususlarla ilgilidir. Bu ka bul edilen bir gerçek olduğuna göre, Goldzier ve onun gibi düşünen oryantalistler, sahabenin, sünnet ve hadis lerin büyük bir kısmını ezberleyerek, tabiuna nakletmiş olmalarını, tabiunun da sonraki nesillere aynen iletmek suretiyle, onların ta bize kadar gelmiş olmasını neden imkansız görüyorlar?
c) Sahabenin, Rasulullah'a. besledikleri sevgi darb-ı mesel haline gelmiştir. Dost düşman herkes de bunu ik rar etmektedir. Hatta, Hudeybiye andlaşmasından son ra, Rasulullah'm muarızlarından bazıları müşrik kavim lerine gelerek : «Allah'a yemin olsun ki, Kisrâ'yı da, Kay-ser'i de mülklerinde gördük. Hiçbirinin ashabı, Muhammed'in ashabının O'nu sevdiği kadar, onlardan birine mu habbet beslemiyordu.» demişlerdir. Rasulullah'a karşı sevgileri, ondan akıp gelen suyu, ve abdest suyunun ar tığım elde edebilmek için birbirleri ile çekişecek kadar ileri bir düzeye varmış, Rasulullah'm balgamını ve tük-rüğünü elde edebilmek için gözlerini dört açacak kadar had safhaya ulaşmıştır. Hadislerin ve sünnetlerin ezber lenmesinde bu sevginin tesirini, varın, siz hesap edin. Bu gün bile insanlar, bazı lider ve politikacıların pekçok sö zünü ezberleyebilmektedirler. Peygamberlik ile önderlik arasındaki, yine, Peygamber'e tabi olan sahabe ile, ön derlere bağlanan kimseler arasındaki engin farka karşın, nasıl olur da, sahabenin çok sayıda hadis ve sünneti ez­berlemeleri ve kendilerinden sonra gelenlere tebliğ etmeleri imkansız görülebilir?
3- Sahabe ve tabiun, Rasulullah'm vefatından son ra, sünnete, onun toplanmasına ve korunmasına eşsiz bir itina göstermişlerdir. îşte, Cabir b. Abdullah (r.a.); bir tek hadisi, doğrudan Rasulullah (s.a.s.)'dan rivayet eden birisinden işitebilmek için tam bir aylık yol tepmiş ve bu iş için Özel olarak bir deve satın almıştır. Bunu, Bu harı muallak olarak rivayet etmektedir. Ve yine, işter Abdullah b. Abbas (r.a.); sahabeden birinin bir hadisi ku lağına gelmiş ve hemen direkt kendisinden işitmek için kalkıp yanma gitmiştir. Uyumakta olduğunu öğrenince, ridasını yastık edinip kapısının önüne uzamvermiş, rüzgarın saçtığı kumla üzeri toz toprak olmuştur. Bilahare, sahabi dışarı çıkmış ve : «Seni buraya kadar getiren nedir? Ey Rasulullah'm amcasıoğlu. Birini gönderseydin de., ben sana gelseydim olmaz mıydı?» demiştir. Bunun üzerine ibn Abbas, sana gelmek, bana düşer, demiş, sonra da, ha disi bizzat ağzından işiterek ayrılıp gitmiştir. Sahabenin içerisinde Câbir b. Abdullah ve İbn Abbas gibileri daha pek çoktur.
Sahabeden sonra gelen, tabiûn da, sünnet ve hadis lere karşı aynı itinayı muhafaza etmişlerdir. Said b. Cü-beyr'in İbn Abbas ile yolculuk yaptığı, bu esnada G'ndan bazı hadisler işittiği, hu hadisleri binitindeyken yazıp, in dikten sonra da kitabına geçtiği rivayet edilmiştir.
4- İslâm âlimleri, ta sahabe devrinden itibaren, sünnetin toplanılıp, genel bir tedvine tabi tutulması işle mi tamamlanıncaya kadar, O'nun lafızlarını ezberlemek, manalarını anlamak ve hükümlerini kavramakla temayüz etmişlerdir. Hadiste, uydurma akımına karşı durmuşlar, yalancı ve uydurmacıları sıkı bir takibat altına almışlardır. Gizli ve kapalı yönlerini açığa çıkarıp, gerçek veç helerini ortaya koymuşlardır. Böylece, insanlar onlardan kaçınmış ve görünüşlerine aldanmamışlardır.
Allame, Ebul-Ferec Abdurrahman b. el-Cevzi (ö. h. 597) şöyle demektedir : «Hiçbir kimsenin Kur'an'a ilave de bulunması mümkün olmayınca, bazı zümreler, Ra sulullah'm hadislerine ziyadelerde bulunmaya, söylemedi ği şeyleri O'na nisbet etmeye başladılar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, rivayetleri tashih edecek, sahihini ortaya koyup, zayıfını gün yüzüne çıkartacak bir topluluk ya rattı ve hiçbir asrı da onlardan boş bırakmadı.»
Süfyan es-Sevrî de (ö.h. 161) «Melekler, gökyüzünün muhafızları, hadisçiler de yeryüzünün muhafızlarıdır» diyor. Abdullah b. el-Mübarek'e (Ö.h. 181), de. «Bu mevzu hadisler ne olacak?» diye sorulduğu, O'nun : «Onların iç yüzünü ortaya koyacak uzmanlar daima varolacaktır» di ye cevap verdiği rivayet edilmiştir.
İmam Ez-Zehebî de «Tezkiretû'l-Huffaz» adlı eserin de şunu kaydetmiştir : «Halife, Reşid, bir zındığı öldür mek için alıp getirdiği vakit O; ben, bin tane hadis uydu rurken, sen neredeydin? diye sormuş, Halife de : Ey Al lah'ın düşmanı! Ebu İshak el-Fezarî [500] ve Abdullah b. el-Mübarek, onları tetkik edip, tek tek ortaya çıkarırken,, esas, sen neredeydin?» karşılığını vermiştir.
Yine, İbnü'l-Mübarek'in: «Eğer, çölde birisi yalan söylemeyi tasarlasa, insanlar O'na yalancı demeye başlar lar.» dediği de rivayet edilenler arasındadır.
Yapmış olduğumuz bu nakiller, hadis âlimlerinin ya lancılara ve hadis uyduranlara karşı ne kadar uyanık ol duklarımı, sürekli denetimde bulundurarak, uydurduk ları şeyler nedeniyle onları kınayarak yalanlarını ortaya çıkardıklarını, ortaya koymaktadır. İşte bu şekilde hile lerini kendilerine çevirmişlerdir. Bütün bu ve burada zikrine imkan bulamadığımız gerçekler bizi, sünnet ve ha dislerin sağlam temeller üzerine oturduğu bilgisine ve inancına götürmektedir. Goldzier'in iddia ettiği gibi; on ların, müslümanlann dinî, siyasî ve sosyal alanlardaki gelişmelerinin bir ürünü olmadıklarını ortaya koymak­tadır. Bilemiyorum, İslâm âleminin her tarafında, ibadet ve muamelata dair kuralların ve benzeri hususların büyük bir kısmında ittifak söz konusu iken, hadislerin bü yük çoğunluğu, nasıl olur da, gelişmenin ürünü olabilir? Eğer iddia edildiği gibi, mesele, bir gelişim meselesi olsaydı, müslümanlar bu ittifaka ulaşamazlardı. Fıkhın fü-rûuna dair ihtilafların çok büyük bir kısmı, bakış açılarının farklılığı sebebiyledir. Pek çoğu da, içtihadda takip edilen yönteme, birtek delil üzerindeki anlayış farklılık larına yöneliktir. Yine, bir takım hadislerin, bir bölgede bulunabilmesine karşın; başka bir yerde bulunamaması da bu ihtilaflarda önemli bir faktördür. Bunun sebebi ise, bir kısım salıabinin haberdar olduğu hadislere, bir kıs mının muttali olmamasıdır.
Kaldı ki, biz ilk asrı, fıkıhta bir çocukluk dönemi olarak asla kabul etmiyoruz. Bu asrı, yalnızca, dinî ve hukukî bakımdan bir olgunlaşma devri olarak telakki edi yoruz. Âlimler, teferruata dair konularda, ne kadar ihti laf ederlerse etsinler, hükümlerin tesbitinde yegane mü racaat ettikleri kaynaklar Kur'an, sünnet veya bu ikisine kıyas ve bir de icma'dır.
RasuluUah döneminin, dinî ve fıkhî bakımdan bir ol gunluğa erişme dönemi olduğunun en güzel delili, Allah Teâla'nm Veda Hacc'ında indirdiği şu âyettir : «Bugün, sî ze, dininizi ikmâl ettim. Üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.»[501] Rasulul-lah'm şu sözleri de buna bir delildir : «Size iki şey ba raktım. Bu ikisine sarıldığınız müddetçe sapıklığa düş mezsiniz. Bunlar Allah'ın kitabı ve benim sünnetimdir.» Rivayete İmam Mâlik ve Hâkim eserlerinde yer vermiş lerdir. Başka bir hadisinde ise, RasuluUah bu hususa şöy le işaret etmiştir : «Sizi, gecesi gündüzü gibi olan ve yalnızca helak olmuş kimselerin sapacağı, berrak bir burhan üzere bıraktım.»
Asırlar ve zamanlar ne kadar ilerlerse ilerlesin, müs-lümanlar; din ve dünyevi konularda ihtiyaç duydukları her hükmü, Kur'an'da bulabilirler. Şayet, orada bulamı-yacak olurlarsa, sünnete başvururlar, eğer orada da, bulamazlarsa, Kur'an'da veya sünnette bulunan benzeri hü kümlere kıyas ederler. Bunların hiçbirine imkan bulamadıkları takdirde, Kur'an ve sünnetten çıkarılan usul kaide leri çerçevesinde ictihad ederler, islâm'da ictihad, kıyamete kadar baki bir olgudur. Ancak, ictihad edecek şah sın, içtihada ehil olabilmesi için, mutlaka, taşıması ge reken bir takım, şartlar sözkonusudur. Binaenaleyh, İs lâm'ın ictihad müesesesi her isteyenin girebileceği bir kapı değildir. İslâm'ın bütün insanlık için evrensel, kı yamete kadar baki bir din olması için, ictihad kapısının da açık ve kıyamete kadar O'nun da baki kalması icab-eder. Ta ki, dinî ve dünyevî konularda beşeriyetin her tür lü ihtiyacına cevap verebilsin. «İşledikleri fücur mikta-rınca insanlar için hüküm ortaya çıkarılması gerekir» di yen kimse, ne kadar doğru söylemiştir.
İslâm hukukunun, geçirdiği gelişme dönemlerini, ço cukluk, gençlik, olgunluk ve kemâl asrı gibi derirlere ayırmak İslâm Şeriatı ile bağdaşmaz. Zira, İslâm teşriâ-tının aslı, Kur'an, sünnet, icma ve kıyastır. Böyle bir taksim ancak, beşerî sistemler ve vaz'î kanunlar için söz konusu olabilir.
Oryantalistlerin pekçoğu, İslâm hukukuna, Allah ka tından gelme ilâhî bir hukuk nizamı olarak bakmıyorlar; onu, diğer beşerî sistemler ve vaz'î kanunlar gibi değer lendirmeye tabi tutuyorlar. İşte bu yüzden sözkonusu ha talara düşüyorlar.
Evet, fıkıh ve ahkama dair eserlerin tedvininde bir gelişme söz konusu olabilir. Bu, Allah'ın bütün ilimler için koyduğu bir kanundur. Hepsi, azdan başlar gittikçe çoğalır, basitten mürekkebe doğru ilerler. Fıkıh ise, Ki tap, sünnet, İcmâ ve kıyas olmak üzere, ilâhî hukuk üze rine bina edilmiştir. Ancak, onda asırlar boyunca, anla yış, tercih ve hükümlerin istinbatmda, fakihlerin büyük bir gayreti sözkonusudur.
İctihad ve istinbat konusunda, mezheplerin yöntem farklılığına ve çokluğuna rağmen, herhangi bir fıkıh ki tabına müracaat edilecek olursa, Kur'an ayetleri.ve Hz. Peygamber'in hadisleri ile dolu olduğu müşahede edilir. [502]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:17 am

BÖLÜM

Oryantalistlerin Şüphelerine Verilen Ayrıntılı Cevaplar

1- Biz, muttaki âlimlerin, Emeviler aleyhine hadis uydurdukları, onlardan intikam almak için, düşmanları na övgüler dizdikleri yolundaki oryantalist iddialara ka tılmıyoruz. Takva ile hadis uydurmak bir arada buluna maz. Avam, havas, herkesin bildiği gibi «takva» insanın, hem içiyle ve hem de dışıyla, dinde istikâmet üzere olması demektir.
Burada, «muttaki» kelimesi, mutaassıp müsteşrik Goldzier'in gayesine sinsice erişebilmek, okuyucuya itha mını kolayca kabul ettirebilmek için, cümleye sokuştur duğu bir kelimedir. Zira, vermek istediği intiba şudur: Muttaki âlimlerin hâli bu olunca, takva sahibi olmayan ların hâlini, varın, siz hesab edin. Hiç şüphesiz, onlar, diğerlerinden çok daha ileri gidip, hadis uydurmada on ları fersah fersah geride bırakmış olacaklardır.
Biz, bu iftiracının iddiasında ne derece haklı oldu ğunu görebilmek için; o muttaki âlimlerden bazısının isimlerini vermesini beklerdik. Ta ki, söz konusu kimse ler hakkında, cerh ve ta'dil imamlarının sözlerini tesbit edelim de, iddia edildiği gibi, gerçekten âlimler mi, yok sa âlim müsveddeleri mi, veya ilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan kimseler mi, öğrenelim) isterdik. Ne var ki, islâm'a ve müslümanlara hınç besleyen bu yahudi yazar, kötü maksadını kamufle edebilmek için sözü müphem bırakmıştır.
Biz müslüman âlimler, Emevileri ve muarızlarını öven, ya da yeren hadislerin uydurulmuş olduğunu in kâr etmiyoruz. Nasıl, inkâr edebiliriz ki, mevzu hadis lere dâir yazılan eserler bunların pekçoğunu ortaya koymaktadır. Fakat bizim, şiddetle karşı çıktığımız husus bunu yapanların muttaki olmaları iddiasıyla; hadisçilerin mevzu haberleri anlamadan, onları uyduranların ayı bını, kusurunu ortaya koymadan rivayet etmiş olmaları iddiasıdır. Nitekim İbn Şirin, bu konuda diyor ki: «Daha önceleri, isnad sorulmuyordu. Ne zaman ki, fitne zuhur etti. O vakit, kendisinden rivayette bulunduğunuz kim seleri söyleyin denilmeye başlandı. Sünnet ehlinin hadis leri alınmaya, bidat ehlininki reddedilmeye başlandı.» Sünnet ehli olanlar, inanç ve hattı hareketlerinde dürüst olan kimselerdi. Bidat ehli ise; bunun tam tersi bir ko num içerisinde bulunan kişilerdi. Yine, İbn Şîrîn : «Bu ilim (hadîsler) dindir. Dinînizi, kimden aldığınıza iyi dik kât edin.» diyor. Bunu, Müslim, «Sahih»inin mukaddime sinde rivayet etmiştir. Müslim'in bu konuda bir diğer ri vayeti de, Abdullah b. Mübârek'in şu sözüdür: «îsnad dindendir. Şayet, isnad olmasaydı, isteyen, dilediğini söy lerdi.» İbnu'l-Mübârek'in: «Bizimle hadis rivayet eden şu kavim arasında ayaklar, yani isnad vardır»[503] sözü de, Müslim'in rivayetleri arasında yer almaktadır. Künyesi Ebu'z-Zinâd olan. Abdullah b. Zekvan'dan da : «Medine'de yüz kadar güvenilir insan tanıdım. Ne var ki, bu işin ehli olmadıklarından kendilerinden hadis alınmazdı» dediği rivayet edilmiştir.[504]
îşte bütün bunlar, âlimlerin, yalancı ve uydurmacı ları takibat altında tutup, gerçek yüzlerini oıtaya koymada ne kadar uyanık olduklarına delâlet eder. Daha evvel, müs teşriklerin sözlerini özet olarak eleştirirken, muttaki âlimlerin, değil hadis uydurma hareketine ortak olmak, bu faaliyetler karşısında nasıl cihad ettiklerini izah etmiştim.
işaret etmek istediğim diğer bir nokta da, ilk asır da, ortaya çıkan fitne ve ihtilaflara rağmen, insanlarda ki dinî güdünün, hala kuvvetli olduğudur. Bu dinî güdü, muttaki alimlerde ve hak konusunda eleştiri almaktan sakınmayan kimselerde çok daha kuvvetli ve nettir. Ne kınama ve ne de tehdit onları, hiçbir zaman korkutamamıştir. Her zaman iyiliği emredip, kötülükten sakındır dıkları ise bilinen bir gerçektir. Çoğu zaman, bir âlim, halife ve idarecilere nasihat edebilmiş, hakka ve dine mu halefet ettiklerini onlara söyleyebilmiştir. Mesele, böyle olunca, muttaki âlimler, niçin, münafıklık yapıp, amaç larına yalan ve desise ile ulaşmaya çalışsınlar? Goldzier'in de itiraf ettiği üzere, onlar muttaki insanlardır. Bütün müslümanlann nazarında takva vasfı Rasulullah (s.a.s.)'a yalan isnadiyle çelişir ve onunla, asla, bir arada buluna maz. Hâlife ve idarecilerin gönlünü almak için, hadis uy durma işini, ancak, dinlerini dünya karşılığında satan, şahsiyetsiz, ahlakî ve dinî bakımdan zayıf karakterli kim seler yapabilir.
Öte yandan, halife ve idareciler de zaten, dindar ve ahlaklı insanlardı. Asla, kendileri lehine, Peygamber'e yalan isnadına razı olmazlardı. Bunun en güzel örneği, Gıyâs b. İbrahim'le ilgili şu rivayettir : «Birgün, Halife Mehdi'nin huzuruna giren Gıyas O'nun güvercinlerle oynadığını görür hemen O'na : «Mızrak, tırnak (at, deve) ve kanat (kuş v.b.) müsabakasından başka yarış, meşru değildir» diye bir hadis rivayet ederek Halife'nin gönlünü almak için «kanat» kelimesini hadisin sonuna ilave eder. Bu rada, uydurulan yalnızca son lafızdır, hadisin diğer kısmi sahihtir. İmam Ahmed ve Sünen-i Erbaa yazarlarının eserlerindeki varyantında «kanat» kelimesi yer almamaktadır. Hadisi rivayet ettikten sonra Gıyas, gitmek mak-sadiyle kalktığı vakit, halife O'nun yalan söylediğini fark-etmiş ve O'na : «Senin yalancı bir adam olduğundan emi nim» demiştir. Bilâhere de, Gıyas ve benzeri, münafık, di ni gevşek kimselerin hadis uydurmalarına sebep olduğu için güvercinlerin kesilmesini emretmiştir.
Buna benzer, diğer bir hadiseyi de Hatib el-Bağdadî, yalancı Ebu'KBuhterî'nin terceme-i halinde zikretmiştir. Birgün bu zat, kıssa anlatmak için halife Harun er-Reşid'-in huzuruna girmiş, bir de bakmış ki, halife güvercin uçu ruyor hemen bir hadis uydurmuş ve : «Rasulullah (s.a.s.) da güvercin uçurmuştur» deyivermiş. Harun er Reşid, O'nun yalan söylediğini farketmiş ve azarlayarak : «Defol, huzurumdan, eğer. Kureyşli olmasaydın seni azlederdim» demiştir. Keşke, azletseydi, ya da tutup, cezalandır s aydı, ne vardı?
Bakınız halife Mehdi ve Harun Reşid, gönülleri alın mak için uydurulan hadislere, nasıl da tepki gösteriyor lar. Bu, halifelerin vicdanlarının ve dinî hamiyetlerinin kuvvetli ve diri olduğuna delalet eder. [505]

BÖLÜM VIII

2- Burada ele alacağımız şüphe de, öncekilerde ol duğu gibi, ciddî ve ilmî meselelerde hiçbir mesnede daJ yanmadan, ulu orta, ileri sürülmüş bir iddiadır. Biz, bu şüpheciden Emevi halife ve hükümetlerinin insanları hadis uydurmaya teşvik ettiklerini; canlarının her istediği ni, hadis uydurarak desteklediklerini gösteren delilleri gözlerimizin önüne sermesini beklerdik. Kendisine alda-nanlarm ve onların borazanlığım yapan müsîümanlann nazarında, muhakkik ve yaptığı alıntılarda güvenilir bir zat olan Goldzier'in garipliklerinden birisi de, badis uydurma hareketinin, oldukça erken bir devirde başladığını ileri sürmesidir. Bu rneyanda, Hz. Muaviye'nin, Muğire b. Şu'be'ye söylediği şu sözü de delil getirmektedir : «Aman! Ali'ye hakaret etmeyi, Hz. Osman'ı rahmetle anmayı ve Ali taraftarlarına sövmeyi ihmal etme. Hadislerini de çü rük göster...» Goldzier, maksadına nail olabilmek için, cümleye hemen, «hadislerini de» ifâdesini ilave ediver-miştir. Halbuki rivayetin, Tarihû't Taberî'deki şekli şöy ledir : «Aliyi kınayan, O'na hakaret eden kimselere rah met okuma. Yalnızca Hz. Osman'ı rahmet ve istiğfarla an. Alinin ashabı kınanmaya müstahaktır. Onlardan uzak du rulmalı ve sözlerine kulak verilmemelidir. Hz. Osman'ın taraftarları ise aşırı derecede Övülmeli, onlara yakınlık du yulmalı ve onlarla konuşulmalıdır.»
Biz, bu metinde, Goldzier'in iddiasına delâlet eden birşey göremiyoruz. İşte, müsteşriklerin iktibaslardaki güvenirlikleri böyledir. Bu sözü okuyan kimse şöyle tahay yül eder : İlk asırda, İslâm ümmetini bir dağınıklık sar mıştır. İslâmî ruh bir telâş içinde veya izmihlalle karşı karşıyadır. Aksi takdirde, muttaki âlimlerin, Emeviler aleyhine hadis uydurmaları; Emevilerin de, aynı şekilde onlara karşılık vermeleri neyle izah edilecektir? Eğer, Goldzier yalnızca faziletlere ve karalamaya yönelik hadis leri kastetmiş olsaydı, mesele biraz olsun yumuşardı. Fa kat O, dinî işlerin hemen hemen tamamında, okuyucuya, bu hayâlı durumu tasavvur ettirmek istemiştir.
Diğer taraftan, Goldzier'in bir diğer iddiası da : İster, dinî, isterse itikadî olsun, ihtilafa medar olan her mesele nin sağlam isnadlı bir grup hadise dayandığı yolundaki, iddiasıdır.
Bir defa, ihtilaflı olan her konuda, herkesin sahih ha dislere dayandığı tezini reddediyoruz. Kendisinde ihtilaf edilen o kadar çok mesele var ki, taraflar, hiç de delil ol-mıyacak hadislere sarılmışlardır. Ayrıca, bir konuda mücerred olarak ihtilal edilmiş olması ve onunla ilgili sa hih olduğu ileri sürülen hadislere dayanılması, söz konusu hadislerin uydurma olmalarını gerektirmez. Fıkhı meselelerde ihtilafların makul sebepleri âlimlerin enine boyuna zikrettikleri sahih yorumları vardır.[506]
Kaldı ki, ihtilaflardan bir kısmının, insanlara geniş lik olması bakımından, Rasulullah'm herhangi bir fiili nin farklı şekillerde hikaye edilmesi buna yol açmış olabi lir. Sahabeden birisi Rasulullah'm bir fiilini, başka bir digeri de ayrı bir fiilini nakletmiş olabilir. Bu gibi du rumlarda, gerçekte bir çelişki sözkonusu değildir. Zira, her iki davranışta mubah ve meşru bir davranış olabi lir. Yahut da, biri mubah, diğeri müstahab veya her ikisi de, müstehab olabilir. Bu arada, her ikisi de vacip olup, biri diğerinin yerini tutabilecek nitelikte olabilir.
İhtilaflardan bir kısmı da vardır ki, bunlar, sahabe den bazılarının Hz, Peygarnber'den herhangi bir hükmü işitmiş olması, diğerlerinin de onu işitmeyip, şer'î kaide ve usuller çerçevesinde, ictihad etmesinden kaynaklana bilir, îçtihadları bazen, hadise muvafık düştüğü gibi, ba zen de düşmeyebilir. Bu noktada, sahabenin hepsinin, Rasulullah ile her zaman beraber olma yönünden, aynı dü zeyde olmadıklarını hatırlamak lazım.
Rasulullah (s.a.s.) vefat edince, Sahabe, tslâm âlemi nin çeşitli yerlerine dağıldılar. Kimisinin bildiği hadisler den, kiminin hiç haberi yoktu. Medine v.b. yerlerde; yeni bir problemle karşılaşıldığı zaman, o konuda hadis bulunabiliyor ve hadis doğrultusunda hükme varılıyordu. Fakat, daha sonra, başka bir yerde aynı türden bir problemle karşı karşıya geliniyor, oradaki sahabilerm, ilgili hadisten haberleri olmayabiliyordu. Binaenaleyh, onlar da, mecburen ictihad ediyorlardı. Bilahare, konuya ilişkin bir hadis ortaya çıkıyor. Sahabe bu hadisi rivayet ettiği va kit de, onlar, sözkonusu meselede, kendilerinin haberdar olmadıkları ve fakat bize kadar naklolunan hadise ters bir hüküm vermiş gözüküyorlardı. Onların hadis doğ rultusunda amel etmemeleri, kendilerine ulaşmadığı için, hadis hakkında bir cerh unsuru olamaz.
Bazen de, rivayetlerdeki çelişkinin kaynağı, Hz. Pey-gamber'den müşahede ettikleri hali nakildeki, bakış açılarının farklılığı olabilir. Zaten, bu kabil ihtilafların ço ğu, bu sebeb dolayısıyladır. Bunun, en güzel örneğini,
Rasululllah'ın hangi çeşit hac yaptığını dile getiren riva yetlerde görmek mümkündür. Bu rivayetlerin bir kısmı O'nun, Hacc-ı Kıran (bir ihramla hac ve umreyi birlikte yapmak), bir kısmı, Hacc-ı İfrâd (yalnızca haccetmek), bir kısmı da, Hacc-ı Temettü (Hac ve Umre, her ikisi için ayrı ayrı ihrama girmek) yaptığını ifade etmektedir. Bunun nedeni şudur : Sahabeden bazıları, Hz. Peygam-ber'iıı hac için ihrama girdiğini görmüş ve O'nun Hacc-ı İfrâd yaptığını rivayet etmişlerdir. Bazıları da, haccın ya nında Umre de yaptığını görmüşler ve Haccınm Hacc-ı Kıran olduğunu rivayet etmişlerdir. Hacc-ı Temettü yap tığını rivayet edenler ise, Temettu'nun şer'î ma'nasım değil de, luğat manasını kastetmişlerdir.
Sahabeden gelen rivayetlerdeki çelişki, bazen de, ha disi farklı anlamaktan, ya da, zahiren çelişkili gibi görü nen hadislerin arasını cem'deki yöntem ayrılığından orta ya çıkmış olabilir. Yine, hükmün illetine yahut bir nassı diğerine tercih etmeye değişik yaklaşım tarzı da buna ne den olmuş olabilir.
İhtilafların bir diğer nedeni de, hadislerin âm, has, mutlak, mukayyed, mücmel ve mübeyyen oluşlarıdır. İmamlardan bir kısmı, hadisi âm olarak telâkki ederken, bir diğer kısmı, O'nun tahsis edildiğini söyleyebilir. Yine, bir kısmı hadisin mutlak, diğeri de mukayyed olduğuna kanaat getirebilir, v.b. İslâmî ilimlerde, derinlemesine inceleme yapmayan birisi, ilk bakışta bunları bir çelişki olarak veya uydurma ürünü olarak görebilir. Ancak, ön yargılardan ve taassuptan uzak, etraflı bir araştırma ya pacak olursa hakikat apaçık kendisine görünecektir.
Gelelim diğer şüphesine : Goldzier; Emevilerin Zührî gibi âlimleri elde ettiklerini, onların: da,vfimevi hanedanı lehine hadisler uydurduğunu iddia ediyor ve «sevap mak-sadıyle yolculuk ancak üç mescide; benim şu mescidime, Mescid-i Haram'a ve Mescid-i Aksa'ya, yapılabilir» şeklin deki hadisi de buna Örnek veriyor. Goldzier'in buradaki esas amacı, rivayet ilminin üzerine kurulduğu temel di rekleri yıkmaktır. Bunlar ravilerdir. O'na göre, bu kim seler, halife ve idarecilerin emirlerine tâbi şahsiyetlerdir. Hele, en büyük hadis hafızı, hadislerin yayımında büyük emeği geçen ez-Zührî'nin hali böyle olunca, ilim ve merte be bakımından O'nun altında kalan ravilerin hali ne ola cak? Elbetteki sultanların nzası onları da cezbedecektir. Müsteşrikler ez-Zührî'ye dil uzatmakla, özelde, O'nun ko numunu zedelemek, genelde ise, bütün ravilere gölge dü şürmek istemektedirler.
Okurlarımızın da hatırlayacakları gibi, burada üze rinde durduğumuz şüphe ile ilgili konular üzerinde daha önce de uzun uzadjya durmuştum. [507]

BÖLÜM IX

1- Sünnete ve sünnet âlimlerine karşı kin dolu olan yahudi müsteşrik Goldzier'in, ibadetlere ilişkin hüküm lerde, Medinelilerin tatbikatıyle uyuşmayan haberlerin uydurma oldukları, iddiasına gelince, bu da, öncekiler gibi hiçbir mesnedi olmayan, bir iftiradan başka bir şey de ğildir. Bu, ancak, ilk devir İslâm toplumu hakkında hiç bir bilgisi olmayan veya bildiği halde iftira eden birinin sözü olabilir.
O dönemde, çok sayıda sahabi olduğu gibi dinleri uğruna en kıymetli şeylerini hatta canlarını feda eden, hak uğruna eleştiri almaktan sakınmayan ve yalnızca Allah' tan korkan çok miktarda da tabii vardı. Dinî prensip lere ilâvede bulunmak ya da onları değiştirmek, ne bir halifenin ne de bir başkasının kârı değildi. Zira, din, insanların tahribinden emin kılınmıştır. Müslümanlar, İdarecileri daima tarassut altında tutmuşlar, bazı ibâdet lerde ihdas ettikleri değişikliklere şiddetle tepki göster mişlerdir. Oysa, idareciler de yapmak istedikleri şeylerde, ;bir takım haberlerin te'vilini esas almışlardır. İşte, âlim lerin, sultanları murakabedeki sıkı tutumlarına bazı ör nekler :
Ez-Zehebi, Tezkiretû'I-Huffâz adlı eserinde, İbn Ömer >(r.a.)'in terceme-i hâlini verirken şu haberi nakletmiştir : «Haccac hutbe irad ederken, Abdullah ayağa kalkmış ve .O'na: «Ey! Allah'ın haramını çiğneyip helâl edinen, Allah'm beytini yıkan ve O'nun dostlarını öldüren Allah oryantalistlerin şüphelerine cevaplar düşmanı» diye seslenmiştir. Haccac, kim bu? diye sor muş, Abdullah b. Ömer, denilmesi üzerine: «Sus, ey, bu*nak ihtiyar» diye karşılık vermiştir.» [508]
Başka bir rivayette ise, şöyle denilmiştir : «Haccac bir hutbesinde: «Haberiniz olsun, îbn Zübeyr, Allah'ın kitabını değiştirmiştir» demiş. Bunun üzerine, ibn Ömer : «Yalan söylüyorsun, ne ibn Zübeyr, ve ne de sen,, Allah'ın kitabını değiştirmeye güç yetiremezsiniz» demiş tir. Haccac'ın «sen, bunak bir ihtiyarsın» diye karşıhk vermesi üzerine, O da; «Eğer, sen sözünden dönecek olur san, ben de ancak o zaman dönerim» cevabını vermiştir.»[509] îslârn ümmetine en sert davranan, onları ezik ezik ezmeye, hakkı söyleyen dilleri susturmaya yeltenen Haccac-Zâlime karşı bile Abdullah b. Ömer gibi bir zatın sukut etmedi ğini görüyoruz.
Emevilerin uydurma hadislerle, sultalarını meşrulaş tırma çabalarına, halk tarafından şiddetli bir tepki gösterilmemesi makul olamaz. Kaldı ki, hadis uydurma gibi bir olgu, bu kadar erken bir devirde başlamamıştır. Böy le bir durum, ancak, fıkhı ihtilafların kızışıp, mezhep taassubunun ayyuka çıktığı zamanlarda ortaya çıkmıştır. Faziletlere dâir hadislerde bazı âlimler toleransh davran salar bile, ahkâm hadislerinde, gevşek davranılmayıp, çok sıkı bir tutum sergilenmesi gerektiğinde bütün âlimler it tifak etmişlerdir. Zira, helâl ve haram ifade eden hüküm ler, ancak bu hadislerle bilinebilmektedir.
2 -Şaşkınlığı mucip bir diğer husus da Goldzier'in iftiralarını desteklemek için, Emeviler hesabına zikret'tiği bazı hadislerdir ki, hiçbiri de davasını destekleye cek nitelikte değildir.
Rasulullah (s.a.s.)'m, cuma hutbelerini ayakta irad ettiği, nihayet, Hz. Musaviye'nin gelip hutbeleri oturarak vermeye başladığı, inkârı kabil olmayan bir husustur. Ancak Hz. Muaviye'nin bunu bir mazeretinden dolayı yaptığı aşikardır, ibn Ebi Şeybe : «Muâviye iyice şişman layıp da, irileşince, hutbeleri oturduğu yerden irad etmeğe başlamıştır» şeklinde, bir rivayete yer verirken, Bey-haki de «Sünen» adlı eserinde : «Dermansızlığı, hastalık tan ve yaşlılığından ileri geliyordu» diye ilavede bulun muştur. Biz, müfteri Goldzier'den iddiasını doğrulayacak bir tek hadis göstermesini beklerdik.
El-Beyhâkî, Kab b. Ucre'den de şunu rivayet etmiştir : «Kab, birgün mescide girmiş, Abdurrahman b. Abdülha^kem'in oturduğu yerden hutbe irad ettiğini görmüş. Bu nun üzerine : «şu habise bakın, oturduğu yerden hitab ediyor. Halbuki, Allah Teala : «Onlar bir ticaret ve eğ lence gördükleri zaman, hemen dağılıp, oraya gittiler ve seni a[510]'akta bıraktılar.»3 buyurmaktadır demiştir» İşin il ginç tarafı biz, Îbnû'l-Hakem'in, oturmasının meşruluğu na dair, bir tek hadisi delil getirdiğini göremiyoruz.
Goldzier'in daha önce zikrettiği Reca, b. Hayve ha disine gelince, ona muttali olmak mümkün olmadı. Bu konuda, bize hadisin kaynağını göstermesi icab ederdi. Reca b. Hayve büyük hadis hafızlarından olup, hadis uydurmakla da itham edilmemiştir.
Cabir b. Semure hadisi ise, bu konuda bilfiil bir Ka-dis uydurulduğuna delil teşkil etmez. Bilakis bu, bazı insanların, sonradan çıkan bu değişikliğe Hz. Peygamher'in hadisleriyle işaret etmiş olabileceğini zannetmeleri ihti maline bir cevap aynı zamanda, sultanlara yaltaklanan, zayıf imanlı bazı kimselerin böyle bir değişikliğe kalkış malarına da bir reddiyedir. însan bazen sözünü destek lemek, hasmına da yapmış oldukları şeye sahih sünnetten bir delil olmadığını göstermek için, böyle bir üslûba baş vurabilir.
Bayram hutbelerine gelince, bunu Muavİye ve valile rinin namazdan önceye aldıkları doğrudur. Zira, insanlar, namazdan sonra, oturup hutbeye kulak vermez olmuşlar, onlar da böyle bir çareye başvurmuşlardır. Ancak, ümmetin, bu tutumlarını kınamasından ve şiddetli tepki gös termesinden kurtulamamışlardır. Buna rağmen, biz Muaviye ve valilerinin yaptıklarına birtek hadisi delil getir diklerini bilmiyoruz.
Buharı Sahİh'in'de şöyle bir rivayete yer veriyor, «Muavi'yenin Medine valisi Mervan b. Hakem, bayram hutbesini namazdan önceye almak isteyince, Ebu Said el-Hudri O'na karşı çıkmış ve elbisesini tutup çekelemiş-tir. Mervan da, O'na, aynı şekilde karşılık vererek, çıkıp namazdan evvel hutbeyi irad etmiştir. Bunun üzerine, Ebu - Said «Allah'a yemin olsun ki, tağyirat yaptınız» diye bağır mıştır. Mervan : «Ey Eba Said Senin bildiğin artık kal madı» deyince, Ebu Said «Vallahi, bildiğim, bilmediğim-' den daha hayırlıdır,» demiştir. Mervan da: «Halk namaz dan sonra bizi dinlemeye kalmıyorlardı, biz de böyle yap mak zorunda kaldık.» cevabını vermiştir.
İşte, Mervan, yaptığını haklı çıkarabilmek için, ma zeret beyan etmiş, bir hadis uydurmamıştır. Veya Goldzier'in iddia ettiği gibi, hadis uyduracak birini ayariama-mıştır. Oysa bu zaman uydurmaya en müsait bir zamandır.
Peygamber'in, minberinin basamaklarının çoğaltılması da aynen böyledir. Mervan basamakların sayısını altıya çıkarmış, bunu da, halk çoğaldığı için yaptığını söylemiş tir. Bu, şeriat nokta-i nazarından son derece isabetli bir yaklaşımdır. Ama, Mervan'm bu konuda bir tek hadis uy durduğunu göremiyoruz. Doğrusu, ben bu müsteşriğe, şa şıyorum. Koskoca bir dava ile ortaya çıkıyor, sonra, ona delil getirmek isterken, davasını kökünden yıkıp, atacak birşeyler ortaya koyuyor. Goldzier'e ve araştırmalarına aldananlar, çarpık mantığın ve insaflı bir âlimin el at masıyla seraba karışıp, yok olup gidecek bir delille or taya çıkmanın, sonunun ne olduğunu görsünler. [511]

BÖLÜM X

1-Goldzier'in bazı zayıf yalancı ve gafil raviler hak kında, cerh ve tadil imamlarının sözlerinden getirdiği örneklerde, bizim görüşümüzü desteklemekte, aym zamanda O'nun iddialarını da çürütmektedir. Bu, cerh ve ta'dil imamlarının uyanıklığına, hadise sokuşturulmak istenen mevzu haberleri reddetmekteki gayretlerine, basiretlerine ve dahiyane tenkidciliklerine en büyük delildir. Hatta, öy-leki, onlar, bir ravi ne kadar salih gözükmeye iç yüzünü gizlemeye çalışırsa çalışsın, onun gizli yönlerini ortaya koyabilmişlerdir.
Cerh ve ta'dil imamlarının, ravide aradıkları vasıf lardan bir tanesi «Adâlet»tir. Yani, O'nun zahiren ve ba-tmen âdil bir insan olmasıdır. Ebu Asım en-Nebü'in sö zünü ettiği kimseler ise, sûfi ve derviş meşrebli kişiler dir. Bu gibileri, caiz olan ile olmayanı, helâl ile haramı birbirinden pek ayırd edemezler. Binaenaleyh, tergib ve terhib (yani birşeye teşvik veya kaçındırmak) maksadıy-le, hadis uydurulmasına cevaz vermişlerdir. Veya, sufi-likleri ve dervişlikleri, hadis öğrenmelerine, üstadlarm-dan hadis işitip, almalarına ağır basmıştır da denilebilir. Bu itibarla, her duyduklarına iltifat etmişler, farkında olmadan yalana düşmüşlerdir. İşte, bu nitelikteki insan lardan hadis alınmazdı. Âlimler, bu sözü, dervişmeşrep ve gafil kimselerin zararına karşı, bir uyarı mahiyetinde söylemişlerdir. Müslim, mukaddimesinde, rivayette titiz davranmaktan, itham edilmiş ve zayıf kimselerin rivayetinden kaçınmaktan söz ederken bu söze yer verir. Müsteşrikler ise bu sözü asıl maksadından çıkartıp, fazileti rezalet, mürüvveti âr kılığına sokmuşlardır,
2-Goldzier'i, Ziyad b. Abdullah el-Bekâî, hakkın daki kanaatlerinde, araştırması yanıltmıştır. Veya, ger çeği bilmesine rağmen, bilmiyor gözükerek, âlimlere ya lan isnad etmiştir. Zira, Ziyâd yalancı değildir ve asla yalancılıkla da itham edilmemiştir.
İmam Ahmed, Ziyad b. Abdullah hakkında : «On(un rivâyetin)da bir beis yoktur. Hadisleri, doğru kimselerin hadislerindendir» derken, Ebu Davud İse, İbn Mâin'den naklen : «Ziyâd el-Bekâî, İbn İshak'tan 3'aptığı rivayetler de sikadır. O'nun dışındakilerden rivayetinde ise zayıf gö rülmüştür. İbn îshak'tan meğazi'ye dair rivayette bulu nanların en sağlamı, O'dur» demiştir.
Bu müfteri'nin naklettiği, Veki'in sözünü ise, Tirmizi, Kitabu'n-Nikah'ta, Buharı kanahyle rivayet etmiştir. Bu na göre Veki: «Ziyâd, faziletli biri olmasına rağmen, ha dis rivayetinde yalan söylerdi» demiştir. Fakat, Buhârî'-nin Tarih'inde kaydettiği rivayet buna muhaliftir. O'nun kaydına göre rivayet: «Ziyad, faziletinin yanında, hadiste de yalan söylemezdi» şeklindedir. Bilindiği gibi bir konu da, nakilde bulunan şahısla kendisinden nakledilenin sözleri çelişirse, kendisinden nakil yapılanın sözüne itibar edilir. Buharî'nin nakildeki dikkati ise, izaha muhtaç de ğildir. Özellikle de, burada olduğu gibi, tercih edilmesi açık olan bir yerde. Zira, Ziyad, asla yalancılıkla itham edilmemiştir. Nitekim, Hakim de «El-Kûna» adh eserinde, Buharî'nin kaydettiği şekliyle habere yer vermiştir. Bu durumda, Tirmizi'nin rivayetinde metinden, manaya olumsuzluk kazandıran «lâ» harfinin düştüğü anlaşılıyor.[512] Tabi o zamanda «Yalan söylemezdi» olması gereken ifa de «yalan söylerdi» şeklinde mana kazanıyor.
Ayrıca Buhârî, Kitabu'l-Cihad'da, Mutâbi olarak Zi-yad'm bir haberine Müslim ise, Sahih'inin birkaç yerin de O'nun rivayetlerine yer vermiştir. Şayet, yalancı ve yaltakçılıkla itham edilen birisi olsaydı ne Buharı ve ne de Müslim, O'nun rivayetini eserlerine almazlardı. Bu iki imamın, rivayetini kabul etmek suretiyle, Ziyad'ı tezkiye edip, sika bulmaları, güvenilirliği hakkında delil olarak yeterlidir. Bu arada şunu da hatırlatalım ki, raviler arasında yalancıları bulunmakla beraber, sika, adil ve zabıt olanlar, onlardan kat, kat daha fazladır.
3-Goldzier'in, Yezid b. Harun'dan naklettiği: «Bir kişi hariç, Süfyan b. Uyeyne ve Süfyan es-Sevri'ye varın caya kadar, bütün Kûfe'li hadisçiler tedlis yapardı.» sözü cerh ve ta'dil âlimlerinin, tedlis yapan ravilere dikkat çekmek için söyledikleri bir sözdür. Kesin olarak, tes~ bit edilmedikçe «an'ane» ile yaptıkları rivayetlerin kabul edilmemesi için bir uyarı anlamı taşımaktadır. Üstelik, tedlis, yalan demek değildir. Bu, yalnızca, ravinin, şey hi ile karşılaşmış (lika) olabileceğine de, olamıyacağma da ihtimali olan bir ibare ile, rivayette bulunması de mektir. Süfyan b. Sâid es-Sevrî ve Süfyan b. Uyeyne'nin tedlislerine gelince; bu, rivayetin lika ve sema'a (yani ravi'nin şeyh ile karşılaştığına ve doğrudan ondan işitti ğine) delâlet eden başka bir tarik ile gelmesi halinde.
tedlis ihtimali izale olur. Hadisçiler, bunların ve aynı du rumdaki diğer ravilerin hadislerini nakilde bu esasa göre hareket etmişlerdir. Şu kadarı da var ki : Küfe, İslâm mer kezlerinden yalnızca birisidir. Küfe dışındaki yerlerde ise, hiç tedlis yapmamakla bilinen pek çok ravi vardı.
Hakim, Ebu Abdullah, «Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs» adlı eserinde : «Ben araştırmacıyı, tedlis yapan ve tedlisten kaçman raviler hakkında doğruya sevkedeeek bir nokta ya temas etmek istiyorum,» der. Ve şunları kaydeder; «...Hicaz, Harameyn, Mısır ve Avâlî bölgesinin mezhep lerinde asla tedlis yoktur. Aynı şekilde, Horasan, el-Cibâl, Isbahan, Fâris, Hûzistan ve Maveraun'-Nehir, imam. larmdan,. bir tek kişinin dahi tedlis yaptığı bilinmemek tedir. En çok tedlis yapan hadisçiler, Kûfe'lilerdir. Bas ra'dan ise, çok az kimse buna yeltenmiştir.»
Adı geçen, her iki Süfyan da, ileri gelen hadis imam-larmdandır. Kendilerine isnad edilen tedlis, yerilen ted lis nevinden değildir. Süfyan b. Uyeyne'nin, sadece, sika kimselerden rivayetinde tedlis yaptığı bilinmektedir.
İbn Abdilberr, bu konuda, hadis imamlarının şu söz lerini nakletmiştir : «îbn Uyeyne'nin tedlisi makbuldür. Zira, O, tedlis yaptığı vakit, Ibn Cüreyc, Ma'mer ve ben zerlerini atlamıştır. (Bunlar ise makbul ravilerdir). İbn Hıbbanda bunu tercih etmiş ve bu durumun, dünyada yalnızca, Süfyan b. Uyeyne'ye has bir özellik olduğunu belirtmiştir.»[513]
Süfyan es-Sevrî'nin tedlisi ise : İsim ve künyeleri bir birinin yerine kullanmak kabilinden birşeydir. Beyhaki,
«El-Medhal» adlı eserinde, bu konuda, Muhammed b. Râ-fi'in şu rivayetine yer vermiştir: «Ebu Âmir'e; Süf yan tedlis yapar mıydı?» diye sordum «Hayır,» cevabını verdi. Peki, Kûfe'ye geldiği vakit, onların, herhangi birisinden hadis rivayet etmediklerini anlayınca: «bana fa lan kimse rivayet etti» diyerek, ravi, ismi ile biliniyorsa, künyesini, künyesi ile maruf ise, İsmini zikrederek, riva yet etmez miydi? dedim. Bana: «Bu tezyîn'dir, tedlis de ğil» karşılığını verdi.»
Her halükarda, hadis imamları, tedlis yapanların ri vayetinde ihtiyatlı davranmışlardır. Bunun içinde, tedli-sin bir kısmını, ravinin cerhine sebep saymışlardır. Bu nevi tedlis, zayıf bir raviyi hazfederek, O'nun yerine si ka bir ravi koymak suretiyle yapılan «tedlisü't-tevsiye» adı verilen tedlistir.[514] Bir kısmının ise, ravinin cerhine neden teşkil etmiyeceğini belirtmişlerdir. Bu nevi, tedlis de, her iki Süfyan'dan nakledilen tedlis çeşididir. Bütün hu izahlarımızdan, Goldzier'in kendisine yapıştığı şeyle rin, mesnedsiz şeyler olduğu, hakka zerre kadar gölge düşürebilecek nitelikte olmadıkları ortaya çıkmıştır. [515]

BÖLÜM XI

Goldzier'in : «İkinci asırda nıüslümanlar, bir hadise salıih demenin yalnızca şekîe yönelik olduğunu, isnadları sahih olan hadisler arasında, pekçok uydurma hadisin bulunabileceğini farkettiler» sözüne gelince; buna da birkaç açıdan cevap vermek istiyoruz :
Bir defa bu söz, oryantalistlerin bir iftirasidır. Biz, hiçbir imamın sözlerinde ve hiç bir güvenilir kaynakta bunu göremiyoruz. Hem, nasıl olur da imamlar sahih ha disleri tesbit edebilmek ve onları, uydurma olanlarından ayırmak için, bütün güçlerini sarfeder, ömürlerini vakfe derler de, sonra kalkıp, sahih olduğuna hükmettikleri rivayetler arasında yalan ve uydurma haber bulunabilece ğini öngörürler? Bu mantıklı bir şey değildir.
İlk devir âlimleri, yalnızca bir hadisin sahih, hasen veya zayıf olduğuna hükmetmişlerdir. Bu da zannı galip ve zahire göre verilmiş bir hükümdür. Bize de emredi len, böyle hareket etmektir. Yoksa, onların bu şekilde hükmetmelerinin anlamı, hadisin, hakikatte de böyle ol duğu manasına gelmez. Çünkü, yalancı birisinin doğru söyleme ihtimali olduğu gibi, sadık birisi de yalan söy leyebilir; her ikisi de ihtimal dahilindedir. Tabii bu, yalnızca mantiki bir tasarımdır. Hadis âlimlerini bu şekilde bir kanaate sevkeden, onların aşırı insaf ve tevazularidır; Zira, işin içyüzünü ve mutlak gerçeği yalnızca, Allah Teâlâ bilebilir. Bütün bunlarla birlikte, nasılki, pek çok hadisin kati bir şekilde yalan olduğuna hükmetmişlerse çok sayıda hadisin kesin olarak sahih olduğuna da hük metmişlerdir. Ancak, hadisçilerin sahih veya zayıf oldu ğuna hükmettiği haberlerin kesinliğine inanabilmesi için, bir insanın, onların kaide ve kurallarından haberdar ol ması gerekir. Bunun yanında kişinin hadis kaynaklarına iyice muttali olması, hadis imamlarının ilim deryasına daldıkları gibi, O'nun da kendini bu ilme vermesi bir zarurettir. Pek tabii ki, böyle birisi işin tadına erer bunun somıcu olarak da hadisçilerin faziletini itiraf eder.
Gerçekten hayreti mucib diğer bir husus da; Goldzi-er'in iftiralarının dayanakları arasında, hadisçilerin ha dis olduğu ileri sürülen şu sözden de destek aldıklarını iddia etmesidir : «Yakında, bana isnâd edilen hadisler çoğalacaktır. Kur'an'a muvafık olanları, söylesem de, scy-lemesem de bana aittir.» Halbuki, bu sözün uydurma ol duğunda zerre kadar şüphe yoktur. Yahya b. Mâ'in (ö.h. 233) gibi, pekçok münekkid ve hadis uzmanı âlim, bunun uydurma olduğuna dikkat çekmiştir. İbn Mâin; O'nu zın dıkların uydurduğunu da belirtmiştir. Haberin yalan ol duğuna kani bir diğer zât ise, Abdurrahman b. Mehdî (ö.h. 198)'dir. îbn. Hacer, «Et-Takrib» isimli eserinde, O'nun, hafız, sika, güvenilir; hadis ve ricali konusunda uzman bir zat olduğunu söylüyor. Zayıf ve uydurma ha berlere Örnek olarak da şu sözü Örnek verdiğini kayde diyor : «Benden size bir hadis nakledildiği zaman, hak ka uygun düşüyorsa, onu tasdik edin. Ben onu söylemiş olsam da, olmasam da, siz onu alın...»
Es-Sehâvî, hadisi, Darekutni'nin «El-Efrâd»'da, Ukay-lî'nin «Ez-Zuafâ»da, Ebu Ca'fer İbnû'l-Buhteri'nin «El-Fevâid»'de, Ebu Hureyre'den, merfû, olarak rivayet ettik-*lerini, fakat hadisin münker, olduğunu kaydediyor. Ukayîî 'ise, hadisin sahih bir isnadının bulunmadığını, tariklerin den birini, Taberânî'nin, ibn Ömer'den merfu olarak şöy lece rivayet ettiğini söylüyor : «Yahudilere Musa'yı sordu lar, onlar da, hakkında çok şey söylediler. Bazı şeyleri ilave ederken, bazılarını da çıkartıp attılar ve sonunda kafir oldular. Hristiyanlara da Isa (a.s.) soruldu. Onlar da hakkında çok şey söylediler. Bazı şeyleri ilave eder ken, bazılarını da çıkartıp attılar. Nihayet, onlar da kafir oldu. Bana isnad edilen hadisler de çoğalacaktır. Size bir hadis ulaştığı vakit, onu Allah'ın kitabiyle karşılaştırın. Ve O'na itibar edin. Allah'ın kitabiyle paralellik arzede-ni mutlaka ben söylemişimdir. Ona zıt düşeni ise asla ben söylememişimdir.» İbn Hacer de bu hadisin bütün
'tarikleri hakkında ileri geri söz edildiğini haber vermiş tir. Hadisin bütün tariklerini, Beyhaki «El-Medhal» isim li eserinde bir araya getirmiştir. Es-Sağanî de : «Size ben den bir hadis rivayet edildiği zaman, onu, Allah'ın kitabına arzediniz. Şayet, ona muvafık düşerse kabul edin, eğer muhalif düşecek olursa reddedin» şeklindeki hadisin uydurma olduğunu kaydetmiştir.»[516]
Bunlardan başka daha pek çok âlim, sünnetin, Kur' an'a arzı ile ilgili hadisin uydurma olduğunda ittifak etmişlerdir. Neredeyse hadisçiler arasında bu konuda icma vardır.
Özet olarak, ne biz ve ne de, akıl sahibi herhangi biri, Goldzier'in ileri sürdüğü hadis ile, ibn Mace'nin ri vayet ettiği: «Söylenen her güzel sözü ben söylemişim .gibi (kabul edin)» hadisinin uydurma, metinlerinin çeliş kili ve tutarsız olduğunda en ufak bir şüphe duymayız.
Her iki hadisin de metnine şöyle derinlemesine bir ba kıldığında Peygamber şöyle dursun, zerre kadar aklı olan birisinin bile söyleyemiyeceği hemen anlaşılır. Öyleyse dost-düşman herkesin, en akıllı bir zat olduğunu itiraf ettiği Hz. Peygamber, güzel olduğu sürece, söylemediği bir sözün kendine ait olabileceğini nasıl kabullenebilir? Dahası, nasıl olur da, sarfetsin veya sarfetmesin, böyle bir &Özün, kendi hadisi olarak alınmasını emredebilir? Bu, son derece ilginç bir durumdur.
Goldzier'in ibn Ömer ve Ebu Hureyre'nin «Av ve da var köpeklerinin dışındaki köpeklerin öldürülmesine dair, rivayet ettikleri hadis hakkındaki değerlendirmelerine, daha önce, aynı, konuda, Ahmed Emin'in görüşlerini eleştirirken değinmiş ve cevap vermiştim. Basiretli okuyu cularımız, bu örnek vesilesiyle Goldzier ve Ahmed Emin'in aynı paralelde düşündüklerini rahatlıkla farkedebilecek-tir. Böylece, bu tip Müslüman araştırıcı ve yazarların, müsteşrikleri, nasıl, adım adım takip edip, onlara tabi olduklarını görebilecektir. Ahmed Emin'in, en büyük de hası ise, araştırmalarında fikrini açıkça söylemeyip zehiri altın kupada sunmasıdır. [517]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:17 am

BÖLÜM XII

Oryantalistlerin çoğunluğunun fikirlerine ve yalan yanlış görüşlerine tabi olduğu Goldzier'in, hadis kaynak larını okuduğu, ne var ki pek nüfuz edemediği anlaşılı yor. İçine girdiği sünnetin engin deryasında, dalgaların kendisini yutacağını anlayınca, rasgele yüzme3^e, karaya ulaşabilmek için, bir sağa, bir sola çarpmaya başlamış. Tabi ki neticede de karaya kavuşamamıştır.
Müsteşrikler, edebiyat alanındaki bazı çalışmalarda muvaffak olabilmişlerse de, sünnet ile ilgili incelemelerinde çok büyük hataya düşmüşlerdir. Çünki, hadis ilim leriyle meşgul olan müslüman âlimler bile, uzun bir ça lışma, inceleme ve geniş vakit ayırma sonucunda, bu ilme müteallik bazı gerçeklere ulaşabilirken, islâm ve islâmî ilimlerin yabancısı olan bu kimselerin, hadis konusunu incelemeye kalkıştıklarında, durumları ne olur? Bunla,ra ilaveten, bir de, şarkiyat çalışmalarındaki ard niyet ve kötü maksatları, Kur'an ve Sünneti tahrife yönelik gayretleri de eklenince, tabii, araştırmalarında hata ve yan lıştan geçilmez oluyor. Bu hataların bir kısmı, kasten ve kelimeleri asıl anlamlarının dışına kaydırarak işlenirken, bir kısmı da, cehaletten ve yeterli derecede bilgi sahibi olmamaktan ileri geliyor.
Goldzier'in sözünü ettiği, hadis sahifelerine, hadisçi-lerimiz gereken ihtimamı vermişler, sahih, zayıf ve uy durma olanlarını birbirinden ay^rd edip, beyan etmişlerdir. Ebû Hûdbe, Dİnâr, Eşecc Nastur, Yusr ve Nısaym-gibi bazı kimselerin sahifelerinin uydurma olduklarını da -açık bir şekilde ortaya koymuşlardır.
Hadisçilerin ihtimamına mazhar olan bu nüshalar dan bazıları, Rasulullah (s.a.s.) zamanında yazdırılmış, bir kısmı da Raşid halifeler devrinde kaleme alınmıştır. Bu nüshalar zekatların nisabı ve hangi mallardan zekat verile ceğini ihtiva eden sahifelerdir.
Halife, Ebû Bekir (r.a.)in, Enes b. Mâlik'i Bahreyn'e gönderirken, O'na verdiği vesika, hadisçilerin kanaatine göre, yazılı sahifelerin en sahihidir. Bu vesika, Rasulul-lah'ın koyduğu farizalara dayanılarak tesbit edilen, deve ve davarların nisap miktarını belirlemektedir.
Ebu Muhammed İbn Hazm'm bu vesika hakkındaki görüşü şudur : «Bu mektup, son derece sahihtir. Ebû Be kir es-tSıddîk, sahabenin huzurunda, onunla amel etmiş, fakat hiç kimse kendisine karşı çıkmamıştır.»
Buhârî, Ebû Davud, En-Nesâî, İmam Ahmed ve Da-rakutni'nin rivayet ettikleri, bu vesika ile ilgili hadisin, isnadının sahih, ravilerinin de sika olduğu, Darekutnî tarafından ifade edilmiştir. Hadisi, İmam Şâfîî, Beyhâki ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Ancak, Ebû Dâvud, Tir-mizi ve İmam Ahmed tarafından rivayet edilen Zühri varyantında ise ihtilaf edilmiştir. Zührî'nin, Sâlim'den, O'nun da, babasından yaptığı bu rivayet şöyledir : «Rasulullah (s.a.s.) zekâtları yazdırmış, fakat, valilerine gön-deremeden vefat etmişti; ölümünü müteakip, Ebû Bekir (r.a.) O'nu valilere gönderdi ve kendisi ölünceye kadar da tatbikatı ona göre yaptı.» Tirmizi, bu rivayetin «ha,sen» olduğunu söylemiştir.
Yine Zührî'den.mürsel olarak gelen bir rivayette O, sözkonusu nüshanın, Rasulullah'm zekatlar konusunda dikte ettirdiği mektubun bir nüshası olduğunu, kendi zamanında ise bunun, Ömer'in ailesinin yanında muha faza edildiğini söylemiştir. Ayrıca, Zührî, bu nüshanın, Ömer b. Abdülaziz ve Abdullah b. Ömer'in oğulları olan, Salim ve Ubeydullah tarafından istinsah edildiğini, ken disinin de O'nu bizzat Sâlim'den okuyup, ezberlediğini ifade etmiştir. Buhârî'nin, bu nüshanın, muhafaza edil miş olduğunu umduğu rivayet edilirken, ibn Mâin'in de. hadîsin zayıflığına hükmettiği nakledilmiştir.
Bütün bunlar ortadayken, hadisçilerin, sözkonusu sahifelerin sıhhat ve kaynağını araştırmadıkları söylene bilirmi? [518]

Sığırların Zekâtına Dâir Hadîsler

1- Goldzier'in şüphe düşürmeye çalıştığı ve alimlerin nisab miktarlarını tayinde esas al(ma)dıklarını söylediği, sığırların zekâtma ilişkin hadis'e gelince; bu da muteber kaynaklarda rivayet edilmiştir. îşte Kûtûb-ü Hamse ve «Münteka'l-ahbar»da yer verilen bir haberde, Muâz b. Cebel (r.a.) şöyle demektedir: Rasulullah (s-a.s.), beni Yemen'e gönderirken, her otuz sığırdan bir yaşında bir dana veya düve almamı emretti.» İmam Ahmed'in Yahya b. el-Hakem'den yaptığı bir rivayette ise, Muaz (r.a.)'m : «Rasulullah beni, zekât âmili olarak Yemen'e gönderirken, her otuz sığırdan yaşını tamamlamış bir dana, her kırk sığırda ise iki yaşını tamamlamış bir dana, almamı, emretti» dediği nakledilmiştir. Aralarında, ibn Hıbbân ve Dârekutnî'nin de bulunduğu çok sayıda âlim bu nüsha ların sahih olduğu kanaatine sahip olmuşlardır.
îbn Hazm gibi, bazı âlimler ise, hadisin ravilerinden Mesrûk'un, Muaz b. Cebel'i işitmediği gerekçesiyle, diğerlerine muhalefet ederek, hadisin munkatı olduğunu belirtmişlerdir. İbn Hacer de, Abdtılhak'tan, sığırların, ze katına dair yalnızca bir hadisin sıhhatinde ittifak edil diğini, nakletmiştir.
İbn Abdilber, ise : «Et-Temhid» adlı eserinde, Muaz hadisinin senedinin muttasıl, sahih ve sabit, olduğunu söylüyor. «Eİ-İstizkâr» adlı eserinde de; sığırların zekatı konusunda sünnetin, Muaz hadisinde, belirtildiği gibi ol duğunda, bütün âlimlerin ittifak ve icma ettiklerini kay dediyor. [519]
İbn Hazm'm, hadisin munkatı olduğu yolundaki gö rüşünü, O'nun muttasıl ve sahih olduğuna hükmeden âlimlerin görüşüne tercih ettirecek herhangi bir neden yoktur. Bunu kabul etsek bile, Hadis'in munkatı olması ayrı bir şey, uydurma olması apayrı bir şeydir. İşin il ginç tarafı Goldzier'in bir rivayetin sahih olup olmadığı .yolundaki ihtilaf üzerine hadisin uydurma olduğu hük münü nasıl bina ettiğidir!!! Kaldı ki, bu rivayetin sıh hatinde ihtilaf edilmiş olsa bile, sahih olduklarından it tifak edilen, sığırlardaki zekâtın nisabını havi daha baş ka rivayetler de vardır.
Beyhâki, «es-Sünen» adlı eserinde, Ebû Bekr b. Mu-hammed b. Amr b. Hazm'm, babasından, O'nun da, dedesinden yaptığı bir rivayete yer vermiştir. Rivayet şöy ledir : «Rasulullah (s.a.s.) Yemenlilere ferâiz, sünen ve diyetleri konu edinen bir mektup yazdı ve O'nu da Amr b. Hazm ile onlara gönderdi. İşte bu, onun bir nüshasıdır. Deve, sığır ve davarların zekat miktarını belirtmektedir.»
İmam Ahmed b. Hanbel'e, zekatlara dair bu hadisle ilgili görüşü sorulmuş, O da, sahih olduğunu, umduğunu, söylemiştir. İmamın, hadisin sıhhatini, kesin olarak ifa de etmemesi O'nun takvasının bir işaretidir.
Bütün bunlardan sonra, birtakım hadislerin sıhhati ve bazı nüshaların güvenilirliği konusunda, âlimlerin ihtilaflarından hareket ederek, hadis uydurmacılığının ilk asırda başladığı gibi bir netice çıkarmak, ilim adamına yakışır mı? Ayrıca, bir hadisin sahih olmaması ile uy durma olması arasında fark olduğu da bilinmelidir. Evet, bir hadis sahih olmayabilir. Bu, asla onun uydurma ol duğu anlamına gelmez. Olsa, olsa O'nun hasen olabile ceği ihtimalini taşır.
2- Bana öyle geliyorki, Golcbrier, sözkonusu mek-tub ve nüshaların yalnızca, yazılı olarak nakledildiğini zannediyor. Bu doğru değüdir. Çünkü, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, bu mektup ve sahifeler, sahih ve muttasıl isnadlarla, sözlü olarak da rivayet edilmişlerdir. Nite kim, Buharı, Sümâme b. Abdullah b. Enes'ten, Enes (r.a.) in: «Ebû Bekir (r.a.) bu mektubu, beni Bahreyn'e gön derirken yazmıştır» dediğini kaydetmiştir. Ayrıca, Zührî'-nin, bu vesikayı Sâlim'den okuyub ezberlediği de daha önce geçmişti. Bu durumda, demek ki itimad, yalnızca yazıya değil, aynı zamanda sözlü rivayetedir.
Öte yandan, râvide güvenilirlik vasfı bulundukça ve sika kimselerden rivayet yoluyla alındığı müddetçe, ya zılı bir vasiyete müracaat etmenin, ne mahzuru olabilir, buna da bir mana veremiyorum. Goldzier, sünnet ilmin den haberdar olmayan okuyuculara, Kuzey ile Güney arapları arasındaki anlaşmaya dair bir vesikayı ve insan ların derhal O'nu tasdik edişlerini örnek gösteriyor. Ama, böyle bir anlaşmanın, zekât ve nisap miktarlarını dinde ki mevkiini, helâl ve haramın ne olduğunu bilmek ka dar, ehemmiyeti haiz bir konu olmadığını farkedemiyor. Unutmamak lazım ki, Sünnet teşri'in ikinci aslıdır ve ancak, o bilindiği taktirde helâl ve haramı öğrenebilme imkanı vardır. Bu nedenle, Sünnetin, müslümanların nazarındaki seçkin yerini almış olması, şaşılacak bir durum değildir. Hadis sahifelerini, söz konusu antlaşmayı hâvî sahifeye kıyas etmek, bâtıl bir kıyastır. [520]

SONUÇ

Öyle inanıyoruz ki, bu uzun eleştirilerimiz netice sinde, mantık ve insaf sahibi okuyucumuz, Goldzier'in sünnet'in başına örmek istediği çorabın ne kadar zayıf ol duğunu görmüş, O'nun sünnete yönelttiği şüphelerin, ob jektif ve dürüst bir inceleme karşısında yok olup gittik lerini farketmiştir. Bu meyanda, ileriye sürdüğü bütün iddiaları mesnedsiz ve hayal ürünü olduğuna göre, ha disin, müslümanların, dinî, siyasî ve sosyal gelişmelerinin bir ürünü olduğu yolundaki görüşü de yıkılıp gitmiştir.
Şimdiye kadar ortaya koyduğumuz delillerden ha dislerin sağlam ve kuvvetli temeller üzerine kâim oldu ğu anlaşılmıştır. Hadisler, İslâm'ın ilk asrı, peygamber devrinin doğru bir tasviridir. Zira onlar, Rasulullah'ın söz, fiil ve takrirleri, veya, O'nun, ahlak ve yaratılışla ilgili tavsifleridir. Daha geniş bir ifadeyle, hadisler Ra-sullah'm, inanç, hukuk, İslâm ahlâkı ve İslâm'ın tebliğin-deki en önemli unsurlardan olan meğazi ve seriyelerle ilgili sireti, O günün dünyasındaki kral ve idarecilerin İslâm'a girmelerini teminde takip ettiği metodun en doğ ru bir tasviridir diyebiliriz.
Kur'an ve Sünnet, ashabın, Rasulullah (s.a.s.)m bı raktığı istikâmette devam edebilmeleri için, İslâm'ın do ğuş dönemini yansıtan en doğru iki vesikadır. Birinci ve sika, yani Kur'an, gerek bir bütün ve gerekse tafsilatı itibariyle, katiyyet ve yakin ifâde eden bir tevatürle tesbit edilmiştir. İkinci vesika, sünnet ise, bizlere kadar, güvenilir nakil yollarının en hassas ve en titiziyle, ulaşmış tır. Nitekim bu çalışmamızda zikrettiklerimiz konuyu, ol dukça açıklar bir biçimde ortaya koymuştur. Ben bu kitabın, Allah katında benim için bir azık olmasını umuyorum. Rasulullah (s.a.s.)'dan hadisi, âdil, sika ve son de­rece zabıt olan sahabe nakletmiştir. Sahabeden, tâbiun alıp üstlenmiş, onlardan da, tebeut-tâbi'în almış ve bu şekilde nesilden nesile devam etmiştir. Daha, üçüncü asır tamamlanmadan hadis ve sünnetler, sahih, müsned, sünen, cami ve mu'cem türünden eserlerde tedvin edilmiştir. Bu nedenle, biz, hadislerin çok büyük bir kısmının sa hih, az bir miktarının uydurma olduğunu söylüyoruz. Bütün İslâm âlimlerinin kanaati de bu doğrultudadır ve bu : Allah Teâla'nın : «Zikri biz indirdik, O'nu koruya cak olan da biziz» sözünün bir tecellisidir. [521]

Çağdaş Müsteşriklerin Hadîs Hakkındaki Görüşleri

AH Hasen Abdülkadir, «Nazratön Âmme £î Târîhî'IL Fıkhî'l-îslâmî» adlı eserinde, yerinde bir davranışla, çağdaş müsteşriklerin hadis hakkındaki nazariyelerine de yer vermiş ve şöyle demiştir : «Modern asırda, müsteşrik ler arasında, öncekinin aksine, netice itibariyle, İslâm'ın bakış açısıyla uyuşan ikinci bir nazariye revaç bulmuştur.»
Müsteşrik Wink, bir çalışmasında, hadisçilerin, ha dis tetkiklerinde gösterdikleri gayretlerine değindikten sonra, onlarln oynadıkları role ilişkin olarak şöyle diyor : «Müslümanların, dâhili ve harici bir takım nedenlerle sa hih olmayan hadislerin bütün nevilerini tesbit edememiş olmalarından hareketle, bütün hadislerin güvenilirlikleri ni reddetmek makul bir tutum olamaz. Zira, İslâmî ha dis sağlam bir esası muhtevidir. Hadisin, ancak, birinci ve ikinci asırdaki uydurmalardan ibaret olduğu; Onun, yalnızca Rasulullah (s.a.s.) ve ashabı döneminin tasvirine delâlet edebileceği şeklindeki kanaat, Peygamber'in şah siyetinin, müslüraanlar üzerindeki tesirinden tamamen-ha bersizdir. Aynı zamanda bu kanaatte olanlar, Rasulullah'-m sünnet ve hadisteki tarihi izlerini iptale yeltenen gay retleri de bilmiyorlar, demektir. Böyle bir görüş, mad deci tarih anlayışının bir sonucu olup Kur'an'daki ilâhî, itikâdi meselelerin de vücud bulmasını istememektedir. Bunların, binlerce tasvir ve temsilden ibaret olduklarını düşünmekte, İslâm kültürünün de, ahenkli ve yeknesak olmayıp, muhtelif şekil ve renklerde, çeşitli milletlerle ka rışımın bir ürünü olduğunu zannetmektedir.
Böyle bir yaklaşıma göre sürdürülen incelemeler ve bunun temel varsayımı olan «aksine delil bulunmadık ça, her fıkhı hadis uydurmadır» kanaati, sonsuz bir fa raziye ve şüphe kapısının açılması sonucunu doğuracak tır. O zaman da, sahih, genel ve muteber görülen bir me selede, herhangi bir tenkide itibar etmemiz mümkün olmayacaktır.
Bununla birlikte, yukarıdaki kanaati taşıyan bu kim seler, Peygamber'in ne şahsı ve ne de misyonu ile bağdaşmayan konularda genel bir ittifaka varabiliyorlar. Bu nun en çarpıcı örneği, pekçok meselede şüphe içerisinde olmalarına karşın, Garanik vak'asmdaki ittifaklarıdır.[522]
Müslüman râvilerin, sübjektif ve mutaassıp olduk ları söylenemez" Nasıl söylensin ki, bu raviler, Rasuiullah (s.a.s.)ın «Ben kavmimin dininde iken, Uzza'ya toprak renginde bir koyun kurban ettim» dediğini, yine O'nun; ço cuklarına : «Abdü'1-Uzza, Abdu menaf ve Kasım» gibi isimler koyduğunu rivayet edenlerin ta kendisidir.
Aynı şekilde, Zeyneb binti Cahş kıssası, ifk olayı ve Hafsa hadisesi gibi, Peygamber'in şahsi ve ailevi birta kım meselelerini dile getiren rivayetleri de sahih hadis mecmualarında görebilmekteyiz. Prensip olarak, hadisle rin bir kısmının sahih olduğu itiraf edildiği zaman; Ra-sulullah'in konumu ile uygunluk arzetmeyen çok az sayı da rivayetin sahih olabileceğini, bunun dışında kalanların ise, aksine delil bulunmadıkça uydurma olacaklarını söylemek tutarsızlık olur.
Müslümanların, hayat tarzlarıyla alakalı, küçük-bü-yük her meseledeki ittifakları, sünnete sıkı sıkıya sarıl mayı, değişmez bir gaye hâline getiren hadisin; şartların bir gereği olmadığını, ve daha sonraki müslÜman nesil lerin, tutarsız birtakım fikirleri üzerine bina edilmedi ğini, gösteren en güzel delildir.
Daha sonra, Wink, Goldzier'in içine düştüğü bazı ya nılgıları zikrederek eleştirisini yapmış ve O'nun görüş lerinde hatalı olduğunu vurgulamıştır. »[523]

Müsteşrik Wink'in Sözlerimin Yorumu

Wink ve onun gibi düşünenlerin sözleri, şarkiyat ta rihinde, önemli bir dönüşüm noktası olarak değerlendirilebilir. Pekçok müsteşriğin, iştirak ettiği, Goldzier'in görüşleri, bir müddet revaç bulduktan sonra, yine, ken di içlerinden Wink'in onlara cevap verdiğini, hadis ve ha-disçiler hakkındaki nazariyelerim çürüttüğünü ve hadis konusunda hakkı dile getirdiğini müşahede ediyoruz. Wink, sağlam ve muhkem bir esastan hareketle, hadisi Rasulullah (s.a.s.) dönemine kadar götürmüş, O'nun, Gold zier'in idida ettiği gibi, sosyal, siyasal ve dini gelişimin bir ürünü olmadığını vurgulamıştır. Gerçekten, Wink ve O'nun gibi düşünenlerin görüşleri, hadis konusunda, îs~lâm âlimlerinin/öteden beri söyleyegeldiklerine en yakın, hatta, hemen hemen aynı paralelde görüşlerdir.
Wink'in en hassas mülâhazalarından bir tanesi şu tespitidir : «Müsteşriklerin büyük çoğunluğu, Garanik kıssasının sahih olduğunda ittifak etmişlerdir. Halbuki bu hadise, imkansız ve saçmadır. Zira, Peygamber'in isme tini zedelemekte, Peygamberliğine dil uzatmaktadır. Fa kat, aynı zamanda, bu müsteşrikler, en sahih haberleri, uydurma olarak yaftalamakta veya en azından şüphe dü şürmektedirler. Müttefekun aleyh olan, Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri «Sevap maksadıyle yolculuk, yal nızca üç mescide, benim şu mescidime, Mescid-i Harama ve Mescıd-i Aksâ'ya yapılabilir» hadisi hakkında ne iddia-ettiklerini daha Önce görmüştük.
Müsteşriklerin çoğunluğunun tavrı, sahihi zayıf, mev-zu'yu sahih göstermektir. Onları buna sevkeden yegâne sebep ise; taassuptur: îslâm'a ve İslâm Peygamberine, Kur'an'a ve Sünnet-i Nebeviyye'ye karşı, gönüllerinde gizledikleri hınçtır.»
Yine, Wink'in orjinal tesbitlerinden bir diğeri de, müslüman râvilerin, sübjektif ve mutaassıb sayılamıyacaklarıdır. «Zira onlar, bir taraftan tevhid ve nübüvvete halel getirmeyecek nitelikte, Rasulullah'm ismetine de lâlet eden hadisleri rivayet ederlerken, diğer taraftan, Peygamberliğe ve O'nun ismetine gölge düşürecek unsur ları içeren hadisleri de rivayet edebilmişlerdir. Şayet, ilk kısımla yetinmiş olsalardı bile, bu onlar için nakısa ol mazdı. Ancak, nakildeki emsalsiz emânet anlayışları, sahih akideye dokunsa da, ismeti zedeleyecek unsurlar taşısa da, rivayetlerden hiçbirşeyi gizlememe prensipleri buna mani olmuştur.
Fakat, bunun manası, asla rivayet ettikleri şeylerin, derece bakımından, sahih, hasen, zayıf veya uydurma olduklarını beyan etmedikleri anlamım taşımaz. Onlar, ri vayetlerin yukarıda işaret ettiğimiz vasıflarını da beyan etmişlerdir.
Bütün İslâm âlimleri, mevzu haberin, ancak, uydur ma olduğu söylenilerek rivayet edilebileceğinde^ aksi taktirde, O'nu rivayet edenin son derece büyük bir günah iş lemiş olacağında ittifak etmişlerdir.» [524]

Bütün Âlimlerin Uydurmaolduklarında İcma Ettikleriiki Hadis

Bu arada, Wink'in «el-Kelbî»'nin «Kitâbu'I-Asnâm s. 19» adlı eserini kaynak göstererek zikrettiği: «Ben Kavmimin dinindeyken, Uzza'ya, toprak renginde bir koyun kurban ettim» şeklindeki hadisin hadisçilerin icma'ı ile uydurma olduğunu da hatırlatalım. Zira, hadis, bizzat kendi kendisinin uydurma olduğuna en açık delildir. Çün kü, Rasulullah'm, Peygamberlik öncesi hayatı bile, bıra kın sonrasını, inanç, hukuka riâyet, ilim, amel, ahlak ve davranış bakımından, dünyanın tanıdığı en örnek bir hayattır. Bundan başka, Hz. Peygamber'e isnad edilen söz-konusu davranışın, imkansız olduğuna delâlet eden aklî ve nakli deliller de vardır. Hadis olduğu ileri sürülen bu uy durma haberi müsteşrik E .Dermenghem «Muhammet!'iıı Hayatı»[525] adlı eserinde zikretmiştir. Bu da, bizim, arzu larına uyduğu müddetçe müsteşriklerin, zayıf ve uydur ma haberleri sahih addetmekte bir beis görmedikleri, şeklindeki kanaatimizi doğrulamaktadır.
Nitekim, buna bir diğer örnek de, Hz. Peygamber'in «es-Safrâ» adlı putu sıvazladığı yolundaki rivayettir. Maalesef, Hüseyin Heykel de «Hayât-û Muhammed» adlı eserinde, bu rivayete yer vermekle, büyük bir hata etmiştir.
Bu meyanda nakletmekten haya etmedikleri başka; bir rivayet de, Rasulullah (s.a>.s.)m, Müşriklerin önemli; günlerinde, onların toplantı ve programlarına iştirak etti ğini dile getiren rivayettir.
Bu ve benzeri haberler, itimada şayan olmayan ba zı kitapların ihtiva ettiği haberlerdir. Müsteşrikler ve on ların izinden giden bazı müslüman yazarlar, hiçbir araş tırma ve tetkike tâbi tutmadan onları kitaplarında, sa-hihmiş gibi nakletmişlerdir. Halbuki, Rasulullah (s.a.s.)m en fazla buğzettiği husus, putlara perestiştir. Hatta, on lara dokunmaya bile çok kızar, bunu yapanları, bu dav ranıştan, şiddetle menederdi. İşte, el-Beyhâkî, buna dâir. Zeyd b. Hârise'nin şu sözlerini naklediyor. «Bakırdan yapılmış «İsaf» demlen bir put ile müşriklerin tavaf es nasında sıvazladıkları «Naile» isimli bir diğer put vardı,. Birgün, Rasulullah (s.a.s.), tavaf ediyordu. Ben de, O'nun-la tavaf etmeye başladım. Putun yanından geçerken, O'na dokunuverdim. Rasulullah, derhal, «O'na elini sürme» dedi. Tavafa devam ettik, kendi kendime bir daha doku nacağım, bakalım, ne olacak, dedim ve Putu sıvazladım. Rasulullah hemen, sen bundan men olunmadın mı? diye. karşı çıktı» Zeyd, «Rasulullahı kerim kılan, ve O'na Kur'an'ı indiren Allah'a yemin olsun ki, Allah Ona risaleti ikram edinceye ve Kur'an'ı kendisine indirinceye kadar-bile, asla, bir putu selamlamamıştır.» diyor.
Müslüman râvilerin, sübjektif ve mutaassıp olmadık larına delil olarak, müsteşrik yazar Wink'in zikrettiği di ğer bir haber de.şu idi: «Peygamber (s.a.s.) çocuklarına, Abduluzza, Abdû Menâf ve Kasım ismini vermiştir.» Bu da bir önceki gibi, hadisçilerin uydurma olduğunda icma ettikleri bir haberdir. Nitekim isnadında, Buharı, Yahya b. Said, ve Ebu Davud'un yalancı olduğunu söyledikleri,, Heysem b. Adî et-Tâîy Ebu Abdurrahman el-Menbîcî, var dır, îbn Adr de O'nun çok az müsned hadis rivayet etti ğim, daha çok, birtakım haberlerin rivayeti ile meşgul olduğunu söylemiştir.
Yeri gelmişken şuna da işaret edelim; rivayetle iş tigâl eden ve kendilerine «ahbârîyyun» denilen bir züm re vardırki, bunlar sahih olanı da, olmayanı da rivayet ederler. Hasen'i zayıfı birbirinden ayırdedemezler. Zira onları ilgilendiren, haberleri toplamaktır. Bunlar gece odun toplayan kimse gibidirler.[526] Bu nedenle, hadisçi-Ier «falanca kimse ahbârîVdir, dediklerinde, bununla, o kimsenin, güvenilir ve itimada şayan hadis ehlinden olmadığını kastederler.
İmam Nesâî, çocuklarına ad koyması ile ilgili riva yetin, Peygamber'den sadır olmasının İmkansızlığını belirterek, ravi Heysem'in münkerû'l-hadis olduğunu söy lüyor. Buhari kendisinden rivayet ettiğini söylemekle Heysem'in, büyük bir ihtimalle, Hişam b. Urve'ye iftira ettiğini de vurguluyor.
Ebu Hatim ise, Vâkidî'den nakillerde bulunduğu için Heysem'in, metrukü '1-hadis olduğunu söylüyor el-Iclî'de yalancı biri olduğuna işaret ederken, Ya'kub b. Şeybe: «İnsanların bir takım haberlerini bilirdi, fakat, hadiste kavi olmadığı gibi, bu konuda pek malûmatı da yoktu»
diyor. İmam Ahmed, es-Sâcî, İbnû's-Seken, İbn Şâhîn, İbnû'l-Cârûd ve ed-Dârekutnî gibi bazı âlimler de O'nu
zayıf râviler arasında zikretmişlerdir.
Özet olarak; Wink'in zikrettiği bu hadis, ravilerin-den Heysem sebebiyle uydurma olduğu kaydedilen bir hadistir. Bu konuda, Tahâvî «Müşküûl-Hadis» Beyhâkî «es-Sûnen» en-Nakkâş ve el Cûzekânî, mevzuata dâir yaz dıkları, eserlerinde söz etmişlerdir. Mesûdî'nin «Murû-cû'z-Zeheb» adlı eserinde kaydettiğine göre, Heysem h. 206 veya 207 de vefat etmiştir.[527] Bütün bu sıraladıkları mızdan sonra, haberin uydurma ve yalan olduğunda en ufak bir şüphe kalır mı?
Wink'in: «Müslümanların, dahili ve hârici neden lerden dolayı, sahih olmayan hadislerin bütün nevilerini ayırmaya muvaffak olamadıklarına bakarak, bütün ha dislerin güvenilirliklerini reddetmek ma'kul bir tutum değildir. Zira, İslâm hadisi, sağlam bir esası muhtevidir...» şeklindeki sözlerine gelince; bu konuda biz onunla aynı düşünmüyoruz. Çünki âlimlerimiz her rivayetin, sahih, hasen, zayıf ve uydurma oluşu bakımından vasfını be yan etmişlerdir. Fakat, bunu tesbit edebilmek, sabır, me tanet ve uzun bir inceleme ister. Bunun en güzel delilide, sahih, hasen, zayıf ve uydurma haberlerin her bireri için müstakil eserlerin telif edilmiş olmasıdır. Tabii, bun ların hepsine muttali olmak büyük bir sabır ve metanet ister.
Daha evvelki eleştirimde, hadisçilerin, niçin sened tenkidine gösterdikleri ihtimamı, metin tenkidine de göstermediklerine ve bu tutumlarının haklılığına işaret et miştim. Bunun nedeni olarak da, hadis metninin müteşabih, hakikatten ziyade mecaz olabileceğine, veya Allah'ın, sırrım daha sonraları ortaya çıkarabileceği bir metin ola bileceğine dikkat çekmiştim. Bu noktada şu beklentimizi
ifade etmek istiyoruz : Allah'ın fazlı ve müslüman âlim lerin çabalanyle, Goldzier'in peşinden giden pekçok müsteşrik'in, İslâm teşriatmm asıllarından ikincisi olan sün net hakkındaki kanaatlerini değiştirip, hak söze gelmelerini, bu gün gibi aşikâr gerçeği kabullenerek, içlerin den birisi olan VVink gibi, onu dile getirmelerini bek liyoruz. Bu gerçek şudur: «Peygamberin hadisleri, yüce esas ve sağlam temeller üzerine kâimdir. Onlar, asla ne dinî ne siyâsî ve ne de sosyal, gelişmenin bir sonucu de ğillerdir.» [528]

SONUÇ

Bu kitapta şu ana kadar zikrettiğimiz şüpheler; pek-çoğu mutassıp, İslâm'a ve müslümanlara kin güden müsteşriklerin hazırladığı «İslâm Ansiklopedisinde, uzman-' lan tarafmdn çevirisi gerçekleştirilen oryantalist ürünü eserlerde, iddia ve görüşlerinin çoğunluğunda müsteşrik lere tabi olan müslüman yazar ve araştırıcılann eserlerinde rastlayıp, üzerinde durduğumuz şüphelerdir.
Ancak, buraya kadar değinmediğimiz birtakım şüp heler daha var. Bu nedenle biz, daha evvel zikrettikleri mizle yetinmeyerek, incelememize biraz daha devam ede cek ve bu şüpheleri ele alacağız. Böylece, eserimiz, sünnet ve hadise dil uzatan düşmanlarımn bütün söylediklerini, onlara verilen ilmi cevaplan kapsayan bir eser olacak tır. Zaten, bendeniz, tâ, talebelik yıllarımdan beri, Kur'an ve Sünneti Müdafaa eden bir eser yazmayı kendi kendime ahdetmiştim.
Kanaatime göre, bu çeşit cihad, islâm'daki cihad çe şitlerinin en yücesidir. Biz, İslâm'ın dünyaya hakim ve yeryüzünde hükümrân olduğu zamanlarda bile, buna ih tiyaç duymuşsak, bugün, bu cihada çok daha fazla muhtacız demektir. İmam Ahmed, Ebû Dâvud, En-Nesâi, İbn Hıbbân ve Hâkimin rivayet ettikleri bir hadiste, Rasulullah (s.a.s.) : «Kâfirlere karşı mallarınız, canlarınız ve dillerinizle cihad edin» buyurmaktadır.
Bugün şer güçler, her taraftan azgın dişlerini gös tererek, müslümanların üzerine saldırmaktadırlar. Gerçi, çoğu zaman kâfirlerin, kendi aralarında ihtilâfa düştük leri, birbirlerini her türlü vesileyle yok etmeye çalıştık ları da görülmektedir. Bunun en güzel delili, iki askeri blok arasında mevcud olan ihtilaftır. Bu bloklardan birisi, ismen Hristiyan olan batı bloku, diğeri ise ateist doğu blokudur. Fakat, herşeye rağmen, aralarındaki mücadele nin birbirlerini helak edecek düzeye erişmeden, dengeli bir şekilde sürdüğünü de hatırlatmakta fayda var.
Ancak, mesele, müslümanlarla ilgili olup, İslâm söz-konusu olunca, hepsi bir safta yer ahveriyorlar. Bugün bu, hepimizin, bizzat, müşahede ettiği bir durumdur. Eğer, bir kısmı müslümanlara sevgi gösterisinde bulu nup, sempatik davranıyorsa, bilmek lazım ki, bu men-faatları gereğidir.
Âlimlerimizin «küfür tek millettir» sözünü hiç akıl dan çıkarmamak lazım. Çünkü bu söz, Allah'ın, onların diliyle söylettiği son derece büyük esprisi olan bir söz dür. Bugün, batının veya doğunun imâl ettiği, bazı, sözüm ona müslümanlar, bu sözü bir taassup ürünü sayarak, ondan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Allah biliyor ki, O'nun taassupla hiçbir alakası yoktur. Yalnızca, şaşmaz bir hakikatin ifadesidir.
Bunun en güzel delili, gasbedilen Filistin'de meyda na gelen hadiselerdir. Şayet, ingilizler ve yardakçıları olmasaydı, Yahudiler Filistin'de vücud bulamazdı. Yahudi lerin Filistin'i ihlâllerine imkân hazırlayan onlardır ve yi ne bu söz bir hakikatin ifadesi olmasaydı, İngilizlerin eseri olan bu devlet, Ortadoğu'da kurulamazdı. İşte, bu devleti ilk tanıyan da komünist Rusya olmuştur. Bütün bunlardan sonra, bir müslüman, kâfirlerin tek millet olduklarından hâlâ nasıl şüphe edebilir!?
Allah Teâlâ, tâ ezelden beri, âlimlerden, hakkı söyle yip, onu gizlemiyeceklerine, hak yolunda, batılı zelil et me uğruna cihad edeceklerine dair söz aldığına göre, bu açıklamaları yapmamız zorunludur. Hassaten, vatanları na, dinlerine, kitaplarına ve peygamberlerinin sünnetine; kafir, azgın ve düşman devletlerin musallat olduğu bir dönemde müslüman âlimlerin üzerine, bu bir vecibedir.
Artık, bütün dünyadaki müslüman âlimlerin, İslâm şeriatının güzelliklerini ortaya koyma zamanı gelmiştir, Kur'an ve sünneti müdafa için mücadeleye bilenmeleri bir zarurettir. İslâm düşmanlarının, batıllarına hak, safsatalarına hüccet ve burhanla karşılık verilmelidir.
Bu azametli İslâm dini, tembellik, gevşeklik ve ra hatlık üzerine kaim olmamıştır. Bilâkis O, cihad, müda faa, şehâdet sevgisi, canı, evladu iyâli ve malı kurban etme esası üzerine kurulmuştur. Kılıçla cihaddan evvel, sözle cihad üzerine bina edilmiştir.
Ben, âlim kardeşlerimi ve evlatlarımı, hep birlikte, kendi ihtisas alanları dairesinde, İslâm'ı, Allahm kitabını, Peygamberin sünnetini, İsîâmî ilimleri ve İslâm kültü rünü müdâfa etmeye çağırıyorum. Şayet, İslâm kültürü olmasaydı, beşeriyet bugünkü fikri terakkiye ulaşamaz dı. Bu itibarla, dünya İslâm'a medyundur.
İslâm'ı savunan, O'na davet eden, O'nun faziletlerini ve güzelliklerini ortaya koyan âlimlere, Rasulullah'm tev cih ettiği şu tâc yeter: «Âimler, peygamberlerin varisle ridir. Peygamberler, miras olarak para pul bırakmamış lardır. Onların mirası yalnızca ilimdir. Kim O'nu elde ederse, en büyük nasibi elde etmiş demektir.»
Peygamberliğin üstünde hiçbir mertebe olmadığına, bu mertebeye vâris olmanın Ötesinde bir şeref bulunmadığına göre, Allah'a yemin olsun ki, dünyadaki, mal, mülk, saltanat, makam, mevkii, çoluk çocuk, hepsi, bu varis liğin yanında bir hiç kalır.
Bütün bunlardan sonra, eğer, söylediklerim doğru, ise Allah'tan ve O'nun tevfikiyledir. Yok, eğer hatalı ise, bu taktirde benden ve şeytandandır. Ne varki, ben yal-, nızca hayır murad ettim, o kadar «Ben, sadece, gücümün; yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat, başarmam,; ancak, Allah'ın yardımıyladır. Yalnız O'na dayandım ve.; yalnız O'na dÖneceğtm..» [529]

Temenni Ve Tavsiyeler

Goldzier'in «El-Akide ve'ş-Şeria» adlı eseri, kendisi ne en çok muttali olmak ve içindekilere cevap vermek istediğim bir kitaptır. Ne var ki, Allah buna fırsat ver medi. Öyle zannediyorum ki, içerisinde pekçok mesnetsiz, hayal ürünü iddialar vardır. Bu yüzden sözkonusu ki taptaki şüphe kapılarını kapatacak nitelikli bir reddi yenin yazılması âlimler üzerine bir vecibedir.
Temennim, bu kitabı görüp içerisindeki saçmalıkla ra muttali olan âlimler, ona cevap vermeyi kendine vazife bilsin. Böylelikle, üzerindeki İslâmî bir vecibe'yi gerçek leştirmiş ve Allah'ın kendilerine büyük mükâfatlar vereceği kimseler arasına girmiş olur. «Kim, Allah'a ve Rasû-lüne itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine lutuflar-da bulunduğu, peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar, ne güzel arkadaştır.»[530]
Asil îslâm kültürü için, ciddi tehlikeler arzeden ki taplardan bir tanesi de, Goldzier'in, «Mezâhibü't-Tefsîri'l-Islâmî» adlı eseridir. Bu kitap, müsteşriklerin en büyük putu Goldzierin kaleme aldığı en tehlikeli kitap olarak değerlendirilebilir.
Kitap, Dr. Abdülhâlim en-Neccâr tarafından Arap ça'ya çevrilmiştir. Ne var ki, ihtiva ettiği saçmalıkları, safsataları ve Kur'an tefsirine yaptığı iftiraları reddeden, ikna edici yorumlar yapılmamış, dipnotlar konulmamıştır. Usûlûddin Fakültesi'ne[531] ilk girdiğim yıllar bu kitabı okumuştum. Kitabın her sahifesi tahkik ve yoruma muh taçtı. Tâ o zamandan bu kitaptaki, İslâm kültürüne yönelik iftira, karalama ve tahriflere cevap vermeye az metmiştim. Fakat, Sünnet-i nebeviyenin enine boyuna tedrisi ile meşgul olmam, beni bundan alıkoydu. Hadis ve sünnetlerle olan meşgaleme, bir de, Buhârî'nin şerhi işi eklenince, buna hiç de fırsat bulamadım. Kitap ve sünnet ilimlerinde ihtisas yapanlardan birisi, bu kitap taki sakat ve yanlış görüşlere cevaplar verecek bir ça lışma yapsa, ne kadar da, güzel olurdu. Hatta, bu son derece tehlikeli kitaba verilecek reddiye, bir doktora tezi bile olabilir. Doktora talebelerinden bu görevi üstlenecek birinin çıkmasını, ne kadar, arzu ediyorum, bir bilseniz.!! Allah'ın bunu gerçekleştireceğine inanıyorum.
Çeyrek asırdan uzun bir zamandır, sünnetin tedri siyle, Q'na yöneltilen, şüphe, iftira ve saçmalıklara ce vaplar vermekle geçen uzun ömrümün, kalbimin, aklımın ve zihnimin bir hülasası olan bu kitabın son bölümünde üzerine şüphe düşürülmeye çalışılan bir grup hadisi ele almak istiyorum. Bu arada, daha evvel detaylı olarak bahsettiğim hadislere değinmiyeceğim. Yalnızca, İslâm'a ve müslümanlara hınç besleyen, sünnet düşmanlarının üzerinde münakaşayı yoğunlaştırıp, şüphe sokuşturma-' ya çalıştıkları hadisleri zikredeceğim. [532]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:18 am

Tarihte Ve Modern Zamanlarda Kuşku Düşürülmeye Çalışılan Hadisler

Gerek eskiden, gerek, şimdilerde üzerine şüphe dü şürülmek istenen bazı hadislere değinmek istiyorum. Bunlardan bir kısmı için ileri sürülen kuşkular, oldukça er ken devirlere, tâ ikinci ve üçüncü asra kadar uzanır. Bunları, Muhammed b. Abdullah b. Müslim b. Kuteybe (ö.h. 276) «Te'vil-û Muhtelifî'l-Hadis» adlı eserinde dile getirmiştir. Bu şüpheler, En-Nazzâm[533] ve benzeri mu'-tezilîlerin ileri sürdükleri şüphelerdir, örneğin bu hadislerden bir tanesi «sinek»le ilgili olan, «Ez-Zûbâb» hadisi dir. Bugün bile, hâlâ, etrafında bazı kuşkular vardır. Fa kat modern tıp ilmi, bu hadisin, Rasulullah'm mucize­lerinden biri sayılabileceğini ortaya çıkarmış, tıbbî tah liller O'nun bazı sırlarım tesbit etmiştir. Bunlara ileride değineceğiz.
Buharı, Müslim ve diğer hadis kolleksiyonlarında ri vayet edilen, bu kabil, hadisleri şöylece sıralayabiliriz :.
- Rasulullah'a sihir yapıldığı yolundaki hadis,
- Cessâse hadisi,
- Mesih, deccâl hadisi,
- Ahir zamanda, îsâ (a.s.)nm nüzulü ile ilgili hadis,
- Ölüm meleği ile Musa (a.s.) arasında geçenleri muhtevi hadis,
- İsrâ ve Miraç ile ilgili hadis,
- Rasulullah (s.a.s.)m göğsünün yarılması ile ilgili hadis,
- Şeytanın, Meryem ve oğlu İsa (a.s.) dışında dün yâya gelen her insana ta'n ettiği yolundaki hadis v.b.. birtakım hadisler. [534]

«Ez-Zûbâb» Hadîsi Ve O'munla İlgili Olarak İleri Sürülen Şüpheler

Hadisi, Buhârî iki tarikten rivayet etmiştir. Birisi şöyledir : «Bize, Halid b. Mahled[535], Süleyman b. Bilâl'den, O, Akabe b. Müslim'den, O, Abîd b. Huneyn'den, O da, Ebu Hureyre (r.a.)den şöyle dediğini işittiğini rivayet etmiştir : Rasulullah (s.a.s.) «sizden birinizin içeceği içerisine bir sinek düştüğü vakit, onu iyice daldırsın, ondan sonra çıkartıp atsın. Çünki, sineğin bir kanadında zehir, diğerinde ise şifa (panzehir) vardır, denüştir.»[536]
Diğeri ise şu şekildedir : «Bize, Kuteybe b. Said, İsmail b. Ca'fer'den, O, Benü Temim'in mevlası, Akabe b. Müslim'den, O, Benû Zûreyk'ın mevlası, Abîd b, Huneyn'-den, O da, Ebû Hureyre'den, Rasulullah (s.a.s.)m şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Sizden birinin kabına sinsi-; düştüğü zaman, onu tamamen daldırsın.» [537]
Hadisi, İmam Ahmed,[538] Ebu Dâvud,[539] Nesâîö İbn Ma-ce,[540] Dârimi [541] ve Bezzar d [542] muhtelif tariklerden rivayet etmişlerdir [543]

Hadîs sahihtir:

«Ez-Zûbâb» hadisi, sahih ve sıhhatin de en üst de recesindedir. Bu nedenle O'nu, hadis imamlarından yedi tanesi rivayet etmişlerdir. Herbirerinin isnadı da sahih tir. Bunda hiçbir kuşku yoktur. Metin yönünden ise, tıp, hadisi şüpheye mahal bırakmıyacak şekilde isbat etmiş tir. Hadisin manası sahihtir.
Şayet, sinekte, hastalıklara yol açan mikropların ve öldürücü nitelikte bir maddenin bulunduğu neticesini ve ren deneyleri müslüman doktorlar yapmış olsaydı, birisi çıkıp, onlar hadisi kayırmışlardır, diyebilirdi. Fakat, bu deneyleri yapanların hiçbirinin de İslâm'la ilgisi yoktur. Ne var ki, inceleme ve tıbbi araştırmaları, onları bu neticeye götürmüştür. Müslüman doktorların tek yaptığı ise, deney ve araştırmalardaki bulguları ilmî kaynaklardan terceme etmek olmuştur. Bu hizmetlerinden ötürü, Allah kendilerini engüzel şekilde mükâfatlandırsın.
Varyantlardan bazıları çok basit lafız farklılıkları ile gelmiştir. Örneğin birisinde «iki kanadından biri» anla mına gelen lafız «ihdâ cenâheyhi» şeklinde ise, diğerin de «Ahadi cenâheyhi» şeklindedir. Bunun sebebi de «Ka nat» anlamına gelen «cenah» kelimesinin hem müzekker hem de müennes bir lafız olarak kullanılabilmesidir. Bu gibi unsurlar rivayetin sıhhatini etkileyebilecek nitelikte değildir. Binaenaleyh varyantlarının bu her iki şekli da sahihtir. Hakiki manasıyle «cenah» lafzı kuşlar için kul lanılır. Onun dışındakiler için ise kullanımı mecazidir. Şu ayeti kerimede olduğu gibi: «onları esirgeyerek, üzer lerine kanat ger.» [544]
Ebû Davud'un, Said el-Makburî tarikiyle, Ebû Hurey re'den gelen bir rivayetinde: «Çünkü, o, zehir olan ka nadı ile korunur» ifadesi, diğer rivayetlerden farklı ve fazla olarak yer almıştır. İbn Hıbban'm kanaatine göre, bu fazlalık sahihtir. Kanaatimize göre ise, bu, kanadın daki zehir, O'nun silahı yerine kaim olduğu için böyle dir, îbn Hacer, «Fethul-Bari» adlı eserinde : «Hadisin tariklerinden hiçbirisinde sineğin hangi kanadmda zehir.
hangisinde panzehir olduğunu açıklayan bir ifâdeye rast lamadım. Ancak, bazı âlimler, O'nun sol kanadı üzerine konduğuna bakarak, sağ kanadında panzehir olduğu ne ticesine varmışlardır ki, bu da makuldur.»[545] demekte dir. Bize göre bunun nedeni, sağ tarafta hayır bulun masıdır. Nitekim Rasulullah temizliğine varıncaya kadar" her işini sağdan başlayarak yapmayı itiyad haline getir mişti. Sol tarafla ise, şerre 'işaret vardır.
İbn Mâce'nin, Ebu Said el-Hudrî'den yaptığı bir riva yette : «O, önce zehiri, daha sonra şifâ'yı bırakır.» denmektedir. Buradaki, «Zehir'den murad, hastalıklara ne den olan mikroplardır ve Rasulullah bununla, hastalı ğa' yol açan şeyleri kastetmiştir. «Şifa» ifadesi ise şifa nedeni, anlammadır. Nitekim, modern tıp araştırmaları da bumi-te'yid etmiştir. [546]

Zûbâb [547] Hadisinin İzahı

Sineğin bir takım özellikleri ve ilginç nitelikleri var dır. Çok kaçmasından ve hareketliliğinden dolayı bu is min verildiği söylenmiştir. Kur'an'da da zûbâb kelimesi yer almaktadır. Allah Teâla : «Allah'ı bırakıp da yalvar dıldannız, bir araya gelseler' bile, bir sineği dahi yara* tamazlar. Sinek, onlardan bir şey kapsa, Onud- geri alamazlar. İsteyen de aciz, kendisinden istenen de! »[548] bu yurmuştur.
Halifelerden birinin îmanı Şâfi'ye: «Allah sineği ni çin yarattı?» diye sorduğu; O'nun da : «Kralları rezil et mek için», cevabını verdiği, hikâye edilir. înıam Şâfîi, kendisine soruyu soran, halifeye, daha evvel bir sineğin musallat olup, O'nu çok güç durumlara soktuğunu bil diği için, cevabiyla bu hadiseye telmihte bulunmuştur.
Sineğin içerisine düşebileceği şey de bazı rivayet lerde «kab» bazısında «içecek» bir kısmında da «yiyecek» olarak geçmektedir. Bunlardan en kapsamlısı «kab» laf zıdır. Çünki bu lafız, sıcak olsun, soğuk olsun, yiyecek ve içeceklerin tamamına şamildir.
Sineğin tamamen kaba daldırılması yolundaki emir, panzehirin, zehiri karşılaması için bir yönlendirmeye mtuftur. Tamamının daldırılmasının istenmesi ise, bir kıs mını daldırmakla mecaz kastedilmiş olması tevehhümünü ortadan kaldırmaktadır. Ebû TJbeyde bunu şöyle izah edi yor : «Yani, zehirini çıkardığı gibi, panzehirini de çıkar ması için onu, yiyeceğe ve içeceğe iyice batırırı. Zira bu, Allah'ın ona ilhamı ile olan bir iştir» Bazı varyantlarda «daldırmak» anlamına gelen farklı farklı fiiller kullanıl mıştır.
Rasulullah, daha sonra da, sineğin çıkartılıp, atılma sını emretmiştir. Bu emir için de, rivayetlerde, aynı ma naya gelen farklı fiiller kullanılmıştır. Abdullah b. El-Mü-sennâ'nın, amcası Sümâme'den yaptığı bir rivayette: «Enes'in yanındaydik. Yemek kabına sinek düştü. Enes, parmağıyle Onu, kaba, üç kere daldırdı, sonra da bismillah diyerek (yemeğe başladı). Arkasından, böyle yapma larını, onlara Rasulullah (s.a.s.)m emrettiğini söyledi.» .şeklinde yeralmıştır.
Hadis Sahih'tir
Buhari, Ebu Davud, En-Nesâî, îbn Mâce, İbn Hıb-bân ve El-Bezzâr'dan yaptığımız rivayetler muvacehesin de, araştırmalarında hakkı arayan, insaf sahibi herkes, zûbâb hadisinin pekçok tarikten ye çok sayıda sahabi tarafından rivayet edildiğini görecektir.
Hiçbir hadisemin, bu hadisin senedi hakkında men fi tavır sergilediklerine rastlamıyoruz. Binaenaleyh isnad cihetiyle son derece sahihtir. Metnine yönelik bazı eleş tiriler ise, birtakım cahil, gevşek ve bidat sahibi şahsiyetlerden gelmektedir. Bunların itirazları şöyle Özetle nebilir :
«Pisliklerin üzerine konan, mikrop yuvası bir hay vanda, nasıl olur da, şifa bulunabilir? Sonra Allah, has talıkla, devasını bir yerde nasil birleştirebilir? Kaldı ki, sinek, kanatlarından birini diğerinden önce kullanması gerektiğini bilen akıllı bir varlık mıdır?» vb.
Bu hadis, tâ ilk devirlerden bu yana, üzerinde şüphe lerin yoğunlaştırılmak istendiği bir hadistir. îbn Kuteybe (öh. 276) konuya değinmiş fakat sadece hadisin sahih ve farklı lafızlarla da rivayet edilmiş olduğunu işaret et mek birde, daha evvel kaydettiğimiz, Enes b. Mâlik ri vayetini nakletmekle yetinmiştir.
İbn Kuteybe, bu hadis münasebetiyle, hadisleri hak sız yere eleştirmenin, onları iptal etmek ve islâm'dan çık mak anlamına geleceğini, rivayetleri* reddetmenin, Rasu-lullah'ın getirdiği dine, sahabe ve tabiûn'un metoduna ters düşeceğini vurgulamıştıf» [549]Sünnete dil uzatanlara cevaplar verdiğinden dolayı, Allah kendisind[550]en hoşnud ve razı olsun.
İlk devir âlimlerimizden bazıları bu şüpheleri ce vaplandırmaya gayret etmişlerdir. Allah kendilerinden razı olsun. Bunlardan bir tanesi de akli ve nakli ilim lerde mütebahhir olan, Hammad b. Muhammed b. İbra him b. el-Hattâb el-Bûstî (ö.h. 388)'dir. O, bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor : «... Duyduğumuza göre, na sipsizlerden biri, bu hadis hakkında ileri geri lâf etmiş. Sineğin kanadında da nasıl oluyor da zehir ile şifa bir arada bulunabiliyor? Sinek, kendi kendine bunu nasıl ak-ledebiliyor ki, Önce zehitf olan kanadını, sonra da diğerini koyuyor? O'nu, buna kim zorlamıştır? diye sorular sor muş. Bu sorular yâ câhil veya câhil gözüken birisinin sorularıdır. Zira pekçok hayvan bünyesinde Allah Teâla zıt nitelikleri bir arada yaratmıştır. Böylece, hayvanın kuvvelerini meydana getirmiştir. îşte, arıya, içerisinde bal yapacağı, acaib bir yer edinme güdüsünü vermiştir. Aynı şekilde karıncaya, ihtiyaç zamanı için azık biriktirme ve tohumun yeniden börtleyip bitmemesi için, onu, ikiye böl me güdüsünü vermiştir. Bunları yapan Allah, sineğe de kanadının birini önce, diğerini de sonra koyma güdüsünü vermeye kadirdir.»
Allame, Ebu'l-Ferec İbnül-Cevzi ise (ö.h. 597); bu nakillerde şaşılacak bir tarafın bulunmadığını; çünkü arının ağzıyla bal yaparken, zehirini altından attığını; öl dürücü yılanların, zehirinin etleri ile karışmış olduğunu ve gözü parlatmak için, sineğin, sürmeyle birlikte göze çekildiğini hatırlatmıştır.
Bazı tıp otoriteleri de sinekte zehirli bir maddenin varlığına sokmasından mütevellit, vücudda bir takım şi-şik ve kabarıkların oluşmasını delil getirmişlerdir. Bu ze-hiri, silah olarak kullanır, kendisine eziyet verecek bir yere düştüğünde silahını ona aşılar. Bu nedenle, Allah Teâla, diğer kanadına yerleştirdiği panzehirle, bunun karşılanmasını irade buyurmuştur. Böylece iki madde birbi rine karışmıştır. [551]
İbnul-Kayyım, Şemsûddin, Ebû Abdullah Muham-med b. Ebû Bekir ed-Dımeşkî (ö.h. 751) ise bu konuda şu mütâlâada bulunmaktadır : «Sinekte zehirli bir mad denin bulunduğu bilinmektedir. Bunun delili ise, sokmasından mütevellit, vücutta oluşan şiş ve kabarcıklardır. Bu zehir O'nun silahı yerindedir. Kendisine ezâ verecek bir yere konduğunda, silahı ile korunur. Bu nedenle, Allah Teâla, diğer kanadında, onu karşılayacak bir pan zehir koymayı irade etmiştir. Bu hikmete binaen, Ra-sulullah (s.a.s.) da, yiyecek ve içeceklere düştüğü zaman, iyice daldırılmasını emretmiştir. Bu, o devirdeki tıp oto­ritelerinin ulaşabileceği bir şey değildir. Bilâkis, peygam berlik pınarından fışkırmış hakikatlerden sadece bir ta nesidir. Bununla birlikte, uzman bir doktor, o maddenin ilaç olabileceğini kabullenir, onu haber veren zatın, alel ıtlak, bütün mahlûkatm en mükemmeli olduğunu, beşerî kuvvetlerin dışında, ilâhi vahiyle desteklendiğini ikrar eder. Hatta, pekçok doktor, akrep ve zenbûr (bir tür ısı rıcı sinek) söküğünün sinekle ovulması halinde faydası dokunup, ağrıyı teskin ettiğini söylemişlerdir. Bunun si^ nekte bulunan panzehirden kaynaklandığı gün gibi aşi kârdır.
Yine, kirpiklerde meydana gelen şişiklerin de sinek lerin kafası kopartılıp, sürülmesi halinde iyileştiği söylene gelmiştir.» [552]

Tıbbü'n Nebevi Vahy Ürünüdür

Modern tıbbın «ez-Zûbâb» hadisi ile ilgili görüşünü zikretmeden önce şu noktayı belirtmek istiyorum. Ben, Tıbb-ı Nebevî'nin, Rasulullah (s.a.s.)ın hata yapması caiz olan, dünya işlerinden olduğunu savunan türedilerden biri değilim. Ne yazık ki bunlardan bir kısmı da âlim geçinen kimselerdir. Onlar, bunu, Müslim'in Hz. Enes'ten rivayet ettiği, hurmaların- aşılanması nevinden bir hadise olarak değerlendirmektedirler. Hurmaların aşılanması ile ilgili rivayet şöyledir : «Rasulullah hurma aşılayan bir grup kimsenin yanına gelmiş bakmış ki, erkek tohumları dişi lerinin üzerine gelecek şekilde aşılıyorlar, onlara, keşke böyle yapnıasanız, daha iyi olurdu, demiştir. (Rasulul-lalı'in tavsiyesine uyarak, o işten vazgeçmişler) Fakat, hur malar, o mevsim, iyi ürün vermemiş. Rasuluîlah (s.a.s.) bir ara yine, onların yanına uğradığında «Hurmalarınız dan ne haber?» diye sormuş. Onlar da, «Siz böyle, böyle demiştiniz ama...» diye karşılık vermişler. Bunun üze rine Rasulullah (s.a.s.) : Siz dünya (ilgi alanınıza giren) işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz» demiştir.
Rafi b. Hadîc'ten gelen bir varyantında ise, en son onlara : «Ben de, sadece bir beşerim,, Sîze, dininizle ilgili birşey emrettiğim vakit, onu, alnı. Ama, sizlere, kendi görüşüme göre bîrşey emrettiğim vakit bilin ki, yalnızca, ben de sîzin gibi bir beşerim,»[553]
RasuluIIah (s.a.s.) «Sineğin kanatlarından birinde ze hir, diğerinde Panzehir olduğunu» tekitli bir şekilde söylemişken, onların bunu, hurmaların aşılaması nevinden bir hadise gibi telâkki etmeleri mantıklı bir davranış de ğildir. Böyle tekidli bir davranış, zan ve tahminin carî olduğu dünya işleri kategorisine giremez.
Aynı şekilde, RasuluIIah (s.a.s.)'m Buharî ve Müslim tarafından rivayet edilen : «Kim, her sabah yedi tane Medine hurması yerse, O'na ne zehir ve ne de sihir zarar vermez» sözü de dünyevî nitelikte değerlendirilemez.
Tıbba ilişkin hadislerde kullanılan üslup ile, hurma ların aşılanması hadisindeki üslûp arasında çok fark var dır. Zira, RasuluIIah (s.a.s.) hurmaların aşılanması ola yında, kesin bir ifade kullanmamış : «Keşke, böyle yapmasaydınız, daha iyi olurdu» demek suretiyle temennisini dile getirmiştir. Halbuki, RasuluIIah, tıbbî hadislerin, hep sinde olmasa bile, büyük çoğunluğunda, onların vahiy ürünü olduklarım ima edecek şekilde, kati ifadeler kullanmıştır.
Zaten iki çeşit tedavi vardır. Birisi, Peygamberlerin yaptığı kalp ve inanç tedavisi, diğeri de bedene ait teda vidir. Bu da ruhanî ve cismanî olmak üzere iki kısımdır. Birincisinde, rukye ve dua ile bir tedavi yöntemi uygulanırken, diğerinde, bal, hurma, mantar v.b. mad delerle bir tedavi metodu uygulanır.
Peygâmber'in temel ve esas görevi, kalp ve inanç ların tedavisidir. Ancak, O'nun şeriatı, hem cismani ve hem de ruhani tedaviye ilişkin pekçok hususu ihtiva et miştir. Bunun en güzel delilini de, hadis mecmualarında yer alan «Kitabu't-Tıp» adlı bölümler teşkil eder. Hatta, bazı hadisçiler, bu konuda müstakil eserler de yazmışlar dır. Ebu Nuaym, Es-Suyûtî İbnu'l-Kayyım'm «Et-Tib-bû'n-Nebevî» adlı eserleri buna Örnek olarak zikredile bilir.
Bütün bunlardan sonra, beni esas ilgilendiren, Tıbb-ı Nebevî'nin dünyevî işler katagorisinde sayılacağı kanaatinde olan türedilerin gönlünden bu yanlış inancı silip atmaktır.
Ebû Sâîd el-Hudrî'den gelen bir rivayette: «Bir zat, RasuluIIah (s.as.)'a gelerek, kardeşinin midesinden şika yeti bulunduğunu, bu konuda ne tavsiye edebileceğini sormuş. RasuluIIah (s.a.s.) da O'na, bal şerbeti içirmesini öğütlemiş. Adam birkaç kere böyle aynı nedenle gelmiş. RasuluIIah (s.a.s.) her seferinde de aynı tavsiyede bulun muş. Fakat, dördüncü seferinde, Adam : «Ya RasuluIIah! içirdim, fakat iyileşmedi», demiştir. Bunun üzerine Allah Rasulu : «Allah Teâla, hiç kuşkusuz doğru söylemiştir. Kardeşinin kanımda birşeyler var. Hele, sen bir daha bal şerbeti içir, ona» demiştir. Adam da, derhal, hastaya bal şerbeti içirmiş ve hasta iyileşmiştir.» Bu hadisi, Buhari, Müslim, Tirmizi ve En-Nesaî rivayet etmişlerdir.
Bu noktada, konuya ilişkin olarak, İbnû'l-Kayyım'ın sözlerini nakletmek istiyorum:
«...Doktorların tıbbı'nm, Rasulullah'm tıbbı yanın daki konumu, bazı Sûfî Meşrebli kimselerin ve kocaka rıların tedavi yöntemlerinin tabiblerin tedavisine nisbe-ti gibidir. Nitekim bunu bazı tıp otoriteleri de itiraf et mişlerdir. Zira, bu insanların tababet konusunda esaslı bir bilgileri yoktur. Kimileri bilgi kaynaklarına, kıyas, tec rübe, ilham, rüya ve sezgi derken, pekçoğu da, hayvanlar dan gözlemlenerek birtakım neticelere varıldığını söylü yorlar.
Böyle şeyler, faydalı ve zararlı olan herşeyi Rasu-lüne vahyeden, Allah'ın vahyinde görülemez. İnsanların tıp konusundaki bilgilerinin, Allah'ın vahyine nisbeti, bü tün ilimlerin, peygamberlerin getirdiği bilgiye nisbeti gibidir. Hatta, tedevide kullanılan öyle ilaçlar vardır ki, bü yük tıp uzmanları akıl erdirememiş, ilim, tecrübe ve baş ka ilaçlara kıyaslan da, onlara bir yarar sağlamamıştır. Bu, doktorlann akıl erdiremediği ilaçlar arasında şunları sayabiliriz : Kalbi ye ruhanî bir takım ilaçlar, Allah'a da yanıp, güvenme, O'na dayanıp, hükmüne razı olarak, te-vazuya bürünme, sıkıntıda kalanlara yardım eli uzatma ve meşakkatleri kaldırmaya çaba gösterme, dinlerinin ve mezheplerinin farklılığına rağmen bütün milletler bu ilaç lan tecrübe etmişler ve tıp otoritelerinin,ne bilgi, ne de ney ve ne de kıyaslarının erişemiyeceği şifayı verdiğini gözlemlemişlerdir.
Herkes gibi, bizler de bu konuda tecrübelerde bulun duk ve bu çeşit ilaçların, maddî ilaçların yapamadığını gerçekleştirdiğini gördük. Bilâkis, Rasulullah (s.a.s.)m tavsiye ettiği ilaçlar yanında maddî (tıbbî) ilaçların, tıbbî tedavi metodlarma nazaran sûfilerin tedavi şekilleri me sabesinde kaldığını müşahede ettik. Bu, ilâhi hizmet kanununa göre tahakkuk eden bir durumdur. Tabii sebeplerin farklı farklı olabileceğini de unutmamak lâzımdır. Binaenaleyh insan âlemlerin Rabbı olan derdin de deva nın da yaratıcısı, bütün kainatı idare edip, dilediği gibi tasarruf eden birtek Allah'a inandığı zaman, Cenab-ı Hak'tan yüz çevirip uzaklaşan kimselerin asla müşahede edemiye-ceği ilaçlan elde edebilir. Malum olduğu üzere, ruh, beden, ve insan tabiatı kuvvetli oldukça, hastalıklann definde ve bastırılmasında birbirlerine yardımcı olurlar. O takdirde, nasıl olur da, tabiatı ve bedenî kuvvetli olan, Allah'a ya kınlığı, ansiyet ve sevgisiyle, O'nu zikrederek kavuştuğu nimetlerle, bütün kuvvelerini O'na yöneltip, O'nda birleş-tirmesiyle, yardımı O'ndan dileyip, O'na tevekkülü ile fe­raha kavuşmuş birisine, bütün bunların en büyük ilaç ola cağı, O'nun bütün sıkıntılarını gidereceği, inkâr olunabilir. Bunu yalnızca, insanların en câhil, en kaba, Allah'tan ve hakiki insanlıktan en uzak olanı inkâr edebilir...» [554]

Zûbâb (Sinek) Hadisi Peygamberin Mûcizelerindendir

Sinekte panzehir bulunduğuna dair, 1927 yılında bi limsel deney ve tıbbi incelemeler gerçekleştirilmiştir. Bu incelemelerin bulguları bir makale halinde «İngiliz Tıp Mecmuasında» yayınlanmıştır. O günden, bu güne kadarda, bu tür deney ve araştırmalar sürdürülmüştür. Bunlarm neticesinde, açık ve seçik olarak, Zûbâb hadisinin, Hz. Peygâmber'in mucizelerinden biri olduğu ortaya çık mıştır. Binaenaleyh, bundan sonra, değerli okuyucuları mızın ve basiret sahibi araştırmacıların, zübab hadisinin, hem rivayet ve hem de dirayet bakımından sahih oldu ğuna kati olarak, kanaat getireceklerini umuyoruz. Aynı zamanda, Rasulullah (s.a.s.)dan, sahih olarak gelen haber leri kabul edip, benimsemenin titiz bir mü'mine yakışan en güzel davranış olacağının da farkına vardıklarını ümid ediyoruz.
Günbegün gelişmekte olan, bilimsel tesbitler saye sinde, Allah Teala, Kur'an ve Hz. Peygâmber'in doğrulu ğuna delâlet eden ,enfûsî, afakî ve kevni âyetlerini orta ya çıkarmaktadır. Nitekim o, şöyle buyurmuştur : «Ufuk larda, (yer, gök, ve dünya memleketlerinde) ve kendi ne fislerinde, insanlara, âyetlerimizi göstereceğiz ki, o (Kur'-am)'nin[555] gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabb'ı-nin, herseye şahid olması yetmez mi?»[556] Evet, Ya Rabbi! ben buna şahid olanlardanım. [557]

İzah ve İkâz

Burada, Rasulullah'ın sineğin iyice batmlıp, sonra da çıkartılıp, atılmasına ilişkin emrinin vücüb için değil, yalnızca talim ve tavsiye için olduğuna işaret etmek is tiyorum. Aynı şekilde, hadiste, kendisine sinek daldırılıp, çıkarılan yemeğin veya içeceğin, yenilmeye devam edile ceği yolunda da bir emir yoktur. Bilakis, bu, her insanın kendisine bırakılmış bir durumdur. Kim, yemeğe veya içmeğe devam etmek isterse buna bir mani yoktur. Kimde, tiksinirse onda bir mahzur sözkonusu değildir. Birşey, helâl olduğu halde insan bazen ondan tiksinti duyabilir. Bu gayet tabii bir hadisedir. Bunun engüzel örneği, ke-ler'dir. Rasulullah ondan tiksinmiş ve yememiştir. Zira, O, memleketinde yenmesi adet olan bir hayvan değil di. Üstelik, şârii hakim ve vahye mazhar olan birisinin tavsiyesi, malı zayi olmaktan korumaya yönelik olarak değerlendirilmelidir.
Fakir muhitlerde pek çok insan, içine sinek düşen yiyecek ve içecekleri dökmüyorlar. Bilakis, hiçbir mahzur görmeden ve tiksinmeden, sineği çıkartıp attıktan sonra, onları yiyip içmeğe devam ediyorlar. Çünkü, bu yiyecek ve içecekleri çok büyük sıkıntı ve meşakkatlere katlana rak elde edebiliyorlar. Bendeniz, bilfiil bunu yapanları gördüm. Yiyecek ve içeceklerinden gözleri gibi memnun dular.
Bu arada bir diğer noktaya daha değinmek ve dikkât çekmek istiyorum. Biz hadisçilerin, hadisi şerifin rivayet ve mana yönünden sahih olduğunu savunmamız, insan ları sineklere karşı korunmaktan, evleri, cadde ve sokak ları onlardan arındırmaktan, yiyecek ve içecekleri sinek lerden muhafaza etmeye teşvik etmekten vazgeçtiğimiz anlamına gelmez. İslâm, kelimenin tam anlamıyle bir te mizlik, hastalıklardan ve kötülüklerden korunma dinidir. Ayrıca, İslâm, tedaviye yönelik tıbbi yöntemler getirdiği gibi koruyucu tedavi usulleri de önermiştir. Hatta, ancak modern çağlarda tesbit edilebilen bazı yöntemleri ilk de fa o getirmiştir. Buharı ve Müslim'in, Câbir b. Abdullah' tan yaptıkları bir rivayette, Allah Rasulu: «Yemek kap-îanmn üzerini örtün, içecek kaplarının da ağzını bağ layım ki, sular pislenmesin, zararlı böcekler girmesin. Ak şam, karanlığı bastığı vakit çocuklarınızı yanınıza alnı»
buyurmuştur. İşte, Hz. Peygamber bizlere, yemek ve su kaplarımızı korumamızı, olaki, gece karanlığında başları na birşey gelir diye, çocuklarımızı muhafaza etmemizi öğütlüyor. Ne hazindir ki, hadisin uydurma olduğunu sa vunan bazı cahil gûrûhu, O'nun hem isnad ve hem de mana yönünden sahih olduğunu müdâfaa edenlere, «Si-nekçîler» diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Allah yoluna davette, kitab ve sünneti müdafada incitilmek, biz âlim leri müteessir etmemektedir. Ayrıca, Rasulullah (s.a.s.)'m zaman zaman yalancılıkla, bazende şairlik ya da kahin likle itham edilmesinden dolayı çektiği sıkıntılar ile As-hab'm İslâm'a davet ve O'nun yayılması yolunda göğüs-Iedikleri zorluklar yanında, bugünkü âlimlerin basma ge lenler nedir ki?.. Sahabeden sonra gelen müslünıanlarm karşılaştıkları sıkıntıların hepsi bir ara3^a getirilse hor lanmak, hakarete uğramak ve ezilmek suretiyle Rasulul lah (s.a.s.) ve ashabının basma gelenlerin binde biri biîe etmez.
Sonra, en ufak bir şüpheden dolayı hemen sahih ha disleri yalanlamamızı veya zayıf görmemizi isteyenlerin görüşleri ne oldu? Bilahere, modern ilim ve tıp geldi, zûbâb, hadisinde olduğu gibi, bu sahih hadislerde gizli olan, insaf ehlinin, Rasulûllah'm mucizelerin elen telakki ettiği, sırları ortaya çıkarmadı mı? Bundan sonra, daha evvel uydurma olduğuna hükmedip, yalanladığımız ha dislerin, dönüp, sahih olduklarını mı söyliyeceğiz? Yoksa, ne yapacağız?
Sünnet ve hadislere karşı içlerinde hmç duyan bu kimseler, bizim, hadisleri, eğlence ve oyuncak edinme mizi istiyorlar. Dün, ulemanın sahih bulduklarını, bugün bizim yalanlamamızı ve yine, dün, kendi yalanladık!arı mızı, bugün tashih etmemizi arzuluyorlar. Bu mümkün değildir ve Allah Teâlâ, kıyamete kadar hakka davet ede cek bir zümreyi daima varettikçe mümkün de olmıya-caktır! Nitekim, Allah Rasulu (s.a.s.) şöyle buyuruyor: «Ümmetimden bîr taife, sürekli hak üzere ve galip ola caklardır. Onlar, hakim bir vaziyette iken, Allah'ın emri gelinceye kadar muhalifleri onlara bir zarar veremiye-ceklerdir.»[558] Hadisi, Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir. Bu taife, insanların Allah'ın huzuruna gidecekleri güne kadar, iman, yakin, hüccet ve burhan ile hakim olacaktır. Allah Teâla, destek ve yardımını, onlardan esir-gemiyecektir Muhalifleri ise, asla, onlara bir zarar vere-miyeceklerdir. [559]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:18 am

Hz. Peygamber'e Sihir Yapıldığına Dâir Hadisler

ilk devirlerden bu yana, şüphe düşürülmeye çalışı lan, münakaşa konusu yapılan hadislerden bir kısmı da, Hz. Peygamber'e sihir yapıldığını ifade eden hadislerdir. Halbuki, bu hadisler, Buhari, Müslim ve diğer hadis imamlarının rivayet ettikleri, son derece sahih, hadis lerdir.
Buhari ve Müslim'in Hz. Âişe'den yaptıkları bir ri vayette şöyle denilmektedir: «Benî Zûreyk'ten [560]Lebid b. el-'Asam, denilen birisi, Rasulullah (s.a.s.)'a sihir yapmış tı. Öyleki, Hz. Peygamber bunun etkisiyle yapmadığı birşeyi, yaptığını zannediyordu. Nihayet bir gün akşam, be nim yanımda bir müddet dua etti ve : «Ey Âişe! Allah'ın isteğime icabetle bulunduğunu, farkettin mi? Yanıma iki kişi geldi. Birisi baş ucuma, diğeri de ayak ucuma oturdu. Biri diğerine, (beni kast ederek), bu adamın sıkıntısı nedir? diye sordu. Öbürü: O'na sihir yapılmış, dedi. Diğeri: Kim sihir yapmış? deyince, öteki: Lebid b. el-' Asam, cevabını verdi. Öbürü, tekrar; sihiri nereye yapmış? diye sorunca, öbürü; Bir saç kılı ile, hurma tohumu içerisine, diye karşılık verdi. Diğerinin peki şimdr nerededir? şeklindeki sorusuna da. Zervân kuyusunda, ce vabını verdi» dedi. Daha sonra, Rasulullah (s.a.s.), asha bından bir grup kimse ile oraya, gitti geldi. Sonra da : «Ey Âişe! Kuyunun suyu, sanki kına rengi gibi bulanıktı; hurma tohumlarının tepesi de, şeytanların kafası gibiydi», dedi. Ben de; «Ey Allah'ın Rasulû! Onu çıkarttın mı?» diye sordum. Bana; Allah, Teâla, beni afiyete kavuşturduktan sonra, insanların arasında bir fitne olmaması için onu çı kartmadım,» dedi. Sonra da, kuyunun kapatılmasını em retti ve kuyu doldurularak, kapatıldı.»[561]
Aynı hadisin, başka bir varyantında ise şu farklılık lar vardır. Birincisi, sihir yapılan maddenin saklandığı kuyunun ismi «Zû Ervân»[562] olarak geçmektedir ikincisi ise, Rasulullah (s.a.s.)'m : «...sihir yüzünden insanların fit neye düşmelerinden endişe ettim» ifadesidir.
Yine, Buhari'nin bir rivayetinde, bunu ilk rivayet ede nin, İbn Cûreyc [563]olduğuna işaret edildikten sonra, Hz. Peygamber'in yapmadığı halde, yaptığını zannettiği fiilin ne olduğu sarahaten zikredilmektedir. Şöyleki: «O, hanımları ile cinsi münasebette bulunmadığı halde, kendi sini birleşmiş zannederdi»[564]denilmektedir.
Bu hadisi birbirine yakın lafızlarla, Buharı; Müslim, îmam Ahmed,[565] îbn Sa'd[566] ve İbn Mâce de[567] rivayet etmişîerdir. [568]

Bu Konudaki Şüpheler Ve Eleştirileri

Sihir hadisi hakkındaki şüpheler, ilk asırlara kadaruzanır, ibn Kuteybe, «Tevil-i Muhtelefil-Hadis» adlı ese:rinde, dini yönden gevşek olan, Nazzam ve benzerlerinin[569]
dil uzattıkları hadis ve sünnetler arasında, bunu da zik reder [570]
Son asırda da, aklı herşeyde hakim kılan cerh ve tadil ilminden nasibini almamış bazı kimseler de bu hadisi reddetmeye yeltendiler.
Bu asırda, sözüm ona, bir ilim adamı! [571]çıkıp, sün net konusunda bir kitap yazarak, sünnet ve hadislere göl ge düşürecek ne varsa, hepsini orada bir araya getirdi. Bu hadisi reddederken de Muhammed Abduh'un apa çık, delillerle O'nu inkar ettiğini kaydetmiştir.
Abduh'un ve ondan çok daha evvel, Mu'tezili âlimle rin, bu hadisi reddederken dayandıkları hususlar, şun lardır :
a) Hadis, her ne kadar, Buharı ve Müslim'in riva yeti olsa da, ahad bir haberdir. I?u itibarla, itikadı ko nularda, delil olamaz. Peygamberin, sihir ve benzeri şey lerle akli fonksiyonlarını yitirmesi, O'nun masumiyeti ile doğrudan ilgilidir, İsmet ise itikadi bir meseledir. Bi naenaleyh böyle bir meselede, ancak, mütevâtir ile amel edilebilir. Zan ile yetinilemez.
b) Hadis, Rasulullah (s.a.s.)'a asla, sihir yapılmadı ğını söyleyen, sarih Kur'an ayeti ile çelişmektedir. Ayet, Peygamber'in sihire dûçâr olduğu iddiasını, müşriklere nisbet etmekte ve bu iddialarından dolayı onları kınamaktadır.
Allah Teâla: «...Ve zâlimler: «saz, başka değil, sa dece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz,» dediler. Bak, senin için nasıî misal verdiler de saptılar. Artık, bir daha yolu bulamazlar»[572] buyurmaktadır. Bir başka ayette de : «Biz, onların, seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini, kendi aralarımda, gizli konuşurlarken de, o zalimlerin : «siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz» dediklerini gaye iyi baliyoruz. Bak nasıl misal verdilerde saptılar. Artık, bir daha yolu bulamazlar»[573] buyurmak tadır.
c) Şayet, Rasulullah (s.a.s.)'ın bir şeyi yapmadığı halde yaptığını zannetmesi caiz olsa, bu durumda, tebliğ etmediği halde bir şeyi tebliğ ettiğini, veya kendisine indir ilmemesine rağmen, bir şeyin, indirildiğini de tahayyül etmesi caiz olurdu. Bunun imkansızlığı ise; izaha ih tiyaç duymayacak kadar açıktır.
Cevap :
Hakkın insanlarla bilinmeyeceği, büakis, insanların hak ite bilineceği bir gerçektir. Nitekim, Ali b. Ebü Tâlib bir sözünde : «Hakkı tanı, ehlini de tanırsın» demiştir.
Üstad Muhammed Abdüh, sihir hadisi hakkında ilk konuşan şahıs değildir. O, sadece kendinden önceki, Mu'tezililere ve onların izinden gidenlere tâbi olmuştur! Âlim lerin sözlerinden delil getiren (Ebu Reyye), hakkı insan larla tanıdığına göre, biz de, mukabelede bulunarak ken dilerine şunu izah ediverelim : Sahih hadislerle amel edip, onları hemen reddetmemek, akıl ve mütevâtir nakil ışı ğında te'vil etmek, âlimlerin çoğunluğunun kabul ettiği bir görüştür. En ufak bir şüpheden dolayı veya akla ve Kur'an'a ters düştüğü kuruntusuyla, hadisleri reddetmek,
asîa bilimsel bir davranış değildir. Sahih hadisler, âhi-rete müteallik itikadi konularda, kesinlik ifade etmese ler bile, en azından bir zannı galip ifade ederler. Bizler, Allah'ın varlığı, tevhid, öldükten sonra dirilme, Peygamberlerin elçiliğini ispat gibi temel itikad esaslarında, an cak, kesinlik ifade eden delillerle hareket edileceğini, za ten inkar etmiyoruz.
Eğer, Abduh, sihir hadisini inkâr etmiş ise, akli ve nakli ilimlerde söz sahibi, el-Mâziri, el-Hattâbi, Kadı îyaz, îbn Teymiyye, İbnû'l-Kayyım, îbn Kesir, en-Nevevi, İbn Hacer, el-Kurtubî ve ÂIûsî gibi pek çok âlim de, O'nun hem rivayet ve hem de dirayet yönünden sahih olduğunu isbat etmişlerdir.
Bu imamlar gibi düşünen Buhari, Müslim ve daha sonra gelen âlimler hadisi değerlendirirken; Rasululiah'a arız olan hususun, Peygamberlerin başına gelmesi caiz olan, bedeni hastalıklar ve beşerî arızalar kabilinden bir şey olduğunu söylemişlerdir. Hadis, Buhari ve Müslim'in dışındaki hadis kaynaklarında' da, çok sayıda sahabiden gelen tariklerle rivayet edilmiştir. Bu sahabiler arasın-^ da, Hz. Aişe, İbn Abbas, Zeyd b. Erkâm ve hata, unut ma ve yalan söyleme ihtimali çok uzak olan nice kimse ler vardır.
Hadisin bazı varyantlarında : «Öyle ki, O'na birşey, yapmadığı halde, yapmış gibi gösterildi» denilmektedir. Ancak, Süfyan b. Uyeyne'den gelen sahih bir rivayet, bu radaki kapalılığı gidermektedir. Bu rivayeti, Süfyan'dan, Buhari'nin hocası olan iki büyük zat rivayet etmiştir. Bunlardan bir tanesi: «el-Müsnedî» diye bilinen Abdul lah b. Muhammed b. Abdullah b. Ca'fer el-Cûfî, Ebu Ca'fer el-Buhari'dir. İbn Hacer, O'nun; Onuncu tabakadan, sika ve hafız bir zat olup, müsnedi cem' ettiğini ve h. 229'da vefat ettiğini,[574] söylemiştir. Bu zat kanalıyle, gelen rivayet, Buhari'nin «Kitabu't-Tıb» bölümünde kaydedil miştir.
İkinci imam ise : Abdullah b. ez-Zûbeyr b. Isa el-Humeydî, el-Kureşi el-Mekki, Ebu Bekir'dir. Bu zat îbn Uyeyne'nin ileri gelen talebelerinden olup, onuncu taba ka'dan sika ve hafız bir zattır; h. 229'da vefat etmiştir.[575]
Hakim, Buhari'nin, hocası Humeydî'nin rivayet etti ği bir hadis bulunduğu vakit, başkasına, iltifat etmedi ğini söylüyor. Bu iki zatın Süfyan'dan yaptıkları rivayet ise şöyledir : «Rasulullah (s.a.s.)'a sihir yapılmıştı. Öyle-ki, hanımları ile cinsi münasebette bulunmadığı halde, bulunduğunu zannederdi.» Süfyan, bunun en şiddetli si hir çeşidi olduğunu söylemiştir.
İtimada şayan olan rivayet budur. Bu yüzden, Kadı îyaz : «Rasulullah, daha evvel, cinsi temasa dair iktidarı konusunda ünsiyet ettiği dinçliği hisseder, ancak, eşine yaklaştığı zaman, bağlanmış (sihir yapılmış) kimselerde olduğu gibi bunun kaybolduğunu farkederdî»[576] diyor.
Öte yandan ilmî araştırmalarda; maksad'ın hilafına delalet eden bir haberle, maksada uygun bir haber riva yet edildiği zaman, kural, ikincisine göre âmel etmektir.
Bu durumda, ortada, Rasulullah'm ismetini ihlâl ede cek birşey kalmadığından; hadisi inkar edenlerin esas aldıkları temel de yıkılmış demektir.
Öte yandan, hadisin Kur'an'a ters düştüğü iddiası na da katılmıyoruz. Zira, müşrikler, «siz, ancak, kendi sine sihir yapılmış bir adama tâbi oluyorsunuz,» derken, bununla, Rasulullah'a bir müddet tesir edip, daha sonra Allah'ın şifa verdiği bir sinirlenmeyi kastetmiyorlar. On ların, yegane kastı; Rasulullah'm getirdiklerinin vahiy ol mayıp, her söylediğinin bir hayal ve cinnet eseri olduğu dur. Binaenaleyh amaçları, risaletini ortadan kaldırmak tır. Kafirlerin hiç bir söz ve tutumda sebat etmedikleri de bilinmektedir. Onlar, Rasulullah'a bazen şair, bazen kâhin, bazen de sihirbaz demişlerdir.
RasuluIIah (s.a.s.)'ın, dinî olmayan meselelerde ta hayyüle maruz kalması, dini konularda da vehme kapilabileceği anlamına gelmez.
Daha önce hadisi açıklarken söylediklerimiz hatırla nacak olursa bunun ne derece tutarsız bir görüş olduğu anlaşılacaktır. Zira, sihir O'nun, bedenine tesir etmiş, akimi etkilememiştir. Şayet, rivayetin zahiren delâlet et tiği husus, kabullenilecek olsa bile, yine onların dedik leri anlama gelmez. Çünki, vahiy ve risalete müteallik işleri, dünya işlerine kıyas etmek batıldır. RasuluIIah, di ni konularda, hata, tağyir ve tebdilden korunmuştur. Dün ya işlerinde ise, böyle bir durumu sözkonusu değildir.
RasuluIIah (s.a.s.)ı iki yönüyle yani bir beşer ve bir de peygamber olması yönüyle değerlendirmek gerekir. Be şer olması bakımından diğer insanlar için sözkonusu olan bütün hususlar O'nun için de geçerlidir. Risalet yönün den ise, masum olduğuna dair, akli ve nakli delillerin bulunması nedeniyle, risaletini ihlal edecek bir durum O'nun için asla caiz değildir.
Sonra, hadisi inkâr eden bu kimseler, Musa (a.s.)'nın, sihirbazların iplerini ve bastonlarını, canlı bir yılan şeklinde tahayyül ettiğine dair, Kur'an ayetlerine ne diye cekler, acaba? Mütevatir ve kat'i olan Kur'an'ı da inkar edebilecekler mi? Yoksa, bu durumun, Hz. Musa'nın, pey gamberlik ve tebliğ makamma halel getirdiğini mi söyle yecekler?
Kur'an'm ortaya koyduğundan kaçamıyacaklarına göre, niçin sihir hadisindeki, tahayyülü, ismete münafi olarak değerlendiriyorlar?
Allah Teala, insanlara, peygamberlerin de, tıpkı ken dileri gibi birer beşer olduklarını göstermek için, onları çeşitli musibetlere duçar kılmış, risalet görevlerini ye rine getirirken ve Allah'ın dinini tebliğ ederken katlandıkları belâ ve meşakkatler sebebiyle, sevaplarım ve mev kilerini daha da yükseltmek için, onları, muhtelif mu sibetlerle yüzyüze getirmiştir.
Akli ve nakli ilimlerde otorite olan, âlimlerin bu ko nudaki sözlerini fazla uzatmak istemiyorum. Ancak on lardan yalnızca iki tanesinin görüşünü nakletmeden de geçemiyeceğim. [577]

İmam El-Mazerî'nîn Görüşü

Peygamberlik makamına şüphe düşürüp halel getir diği iddiasıyle bazı bidatçılar, bu hadisi inkâr etmişler ve bu neticeye götüren herşeyin de batıl. olduğunu söy lemişlerdir. Hadiste belirtilen hususu mümkün görme nin, Peygamber'in şeriat konusunda vaz' ettiklerinde de, güvenilirliğini zedeleyeceğini, çünkü buna göre, Cebrail'i görmediği halde, gördüğü, kendisine vahyedilmediği hal de vahyedildiği zannına kapılabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bunların hepsi de merduddur. Çünkü Peygamber'in Allah'tan tebliğ ettiği konularda, sadık ve masum oldu ğuna dair kesin deliller vardır. Mucizeler de bunu tas dik eden delillerdendir. Bu münasebetle, aleyhinde kesin bir nas bulunan şeyin muhtemel olduğunu kabullenmek batıldır.
Peygamberlerin görevleri arasında yer almayan dün-[578] işlerine gelince; Hz. Peygamber de, bütün beşere arız olan, hastalık v.b. unsurlara yakalanabilir. Bu itibarla, dini meselelerde masum olmasına rağmen, hiçbir gerçekliği bulunmayan dünyevî bir meseleyi, olmuş gibi ta hayyül edebilmesi mümkündür. Nitekim bazıları, hadisi izah ederken : «Rasulullah'm eşleri ile cinsi temasta bu lunmadığı halde, kendisini onlarla birleşmiş zannettiğini, bu gibi şeylere insanın genellikle uykuda maruz kaldığım ancak, Rasulullah'm böyle bir şeyi uyanıkken de tahay yül etmiş olmasının düşünülebileceğini, söylemişlerdir.» [579]

İbnu'l-Kayyım'ın [580]Görüş

«...Bu hadis, hadisçiîer tarafından sahih görülerek kabul edilmiş ve sıhhatinde hiçbir ihtilafa düsülmemistir. Pek çok kelâm âlimi ise, hadisi anlayamadıkları için, şiddetle karşı çıkıp, inkâr etmişlerdir. Hatta, bazıları, bu konuda müstakil eser yazarak, hadisin ravilerinden Hi-şam b. Urve b. ez-Zübeyr'e sataşmış ve en iyimser kabul edilebilecek bir ifade ile şöyle demiştir: «...Böyle bir şey yoktur. Ravi (Hişâm) hata etmiş ve karıştırmıştır. Çünkü, Rasulullah'a sihir yapılabilmesi mümkün değil dir. Zira bu, kafirlerin : «Siz ancak, sihir yapılmış bir adama tâbi oluyorsunuz» sözünü tasdik etmek anlamına gelir. Allah'ın, kendilerini himaye etmesi ve şeytanlardan koruması sebebiyle, Peygamberlere sihir yapılması müm kün değildir.»
Bu gibi sözler âlimlerin yanında merduddur. Çünkü Hişam en sika ravilerden birisidir, imamlardan hiçbirisi, hadislerinin reddini gerektiren bir sebeple O'nu cerh etme mişlerdir. Böyle bir konuda kelâmcılara söz düşmeyece ği kanaatindeyiz.[581]
Hadis, Hişam'dan başka, Hz. Aişe'den de rivayet edil miştir. Buhari ve Müslim, hadisin sahih olduğunda ittifak etmişlerdir. Ayrıca, hadisçilerden hiçbir kimse bu hadis hakkında ileri geri laf etmemiştir. Hadis, tefsir, tarih ve
fıkıh ehli tarafından bilinen meşhur bir hadistir. Bu kim seler, böyle konuları, kelâmcılardan çok daha iyi bilir ler. Sonra, Rasulullah (s.a.s.)'m başına gelen sihir, gelip geçici, Allah'ın kendisini şifayab ettiği bir hastalıktı. Bun da ise, ne bir ayıp vardır, ne de bir kusur. Çünkü, Pey gamberler de, pekala hastalanabilirler, hatta bayılabilirler de. Nitekim, Rasulullah (s.as.), bir hastalığı esnasında bayılmıştır. Ayağı çıktığı zaman da, düşmüş ve böğrü yüzülmüştür. Bunlar, birtakım belalardır ki, Allah onlar la Rasulunün derecesini artırır. Bilindiği gibi, insanlar içerisinde en şiddetli musibetlere dûçâr olanlar peygam berlerdir. Bu itibarla onlar, ümmetleri tarafından dövülmek, öldürülmek, hakarete uğramak ve hapsedilmek gibi şeylerle karşı karşıya kalmışlardır. Binaen aleyh, Ra-sulullah'm da düşmanları tarafından bazı sıkıntılarla yüz-yüze bırakılması yeni birşey değildir. Nitekim, birisi ok atıp, O'nu yaralamış, başka birisi de, secdede iken, dışkı dolu işkembeyi üzerine bırakmıştır. Bunların hepsi bir takım belalardır ve peygamberler için ne bir noksanlık ve ne de âr değildir. Bilakis, onların kemalinden ve Allah katındaki derecelerinin yüksekliğindendir.» [582]

SONUÇ

Mutezilî Nazzâm ve benzerlerinin zamanından, gü nümüze kadar, İslâm düşmanlarının, hadis ve sünnetler hakkında ileri sürdükleri şüphelere uzun uzun temas et tikten sonra, bu etraflı incelememizin sonunda ulaştığı mız neticelerin de bir özetini vermede fayda görüyoruz.
1- İslâm, Allah Teâla'nm buyurduğu üzere, O'nun bütün beşeriyet için hoşnud olduğu genel ve ebedî bir dindir. «Allah katında din, İsîâm'dir»[583] «Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa bilsinki, (O din) ondan kabul edilme yecek ve O, âhirette kaybedenlerden olacaktnv>[584]
Bu din, Rasulullah döneminde, müşrik, putperest, Yahûdî ve Hrîstiyanlar tarafından, apaçık düşmanlığa maruz kalmış, insan ve cin şeytanlarının vesvesesiyle or taya atılan şüphelerle yüzyüze gelmiştir. Fakat bu düş manlıklar cihad ve verilen mücadeleler neticesinde yok olup, sönüp gitmiştir. Binaenaleyh, şirk ve müşrikler, ba tıl ve ehli, zevale mahkum olmuş, geriye, yalnızca, apaçık hak kalmıştır. Nitekim, Allah Teâla; «Deki: Hak geldi, batıl zail oldu. Zaten, bâtıl yok olmağa mahkumdur. Biz, Kur'an'ı mü'minlere rahmet ve şifa olarak indiriyoruz, ve O, zalimlerin ziyanım artırmaktan başka onlara bir katkıda bulunmaz» [585] buyurmuştur. Başka bir ayetinde ise;
«Hayır, Biz, hakkı batılın üzerine atanz da, O, onun bey nini parçalar. Derhal batılın canı çıkar. Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden ötürü de vay siz(in haliniz)'e»[586]bu yurmaktadır.
Rasulullah (s.a.s.)'m vefatım müteakip, sahabenin eliyle, dünyanın dört bir tarafına erişip yayıldıktan son ra İslâm, bir takım Rum, Fârîs ve Yahudi zındıkları, Hris-tiyanlar ve bazı münafıklar tarafından tezgahlanan yepyeni komplolarla yüzyüze gelmiştir. Bu zümreler, yeryü zünde hakim olan Allah'ın dinine ve yeryüzünde tatbik edilen şeriatına harp açmalarından dolayı, Allah'ın onlar hakkındaki hükmünden emniyette olabilmek için, küfürlerini gizleyip, müslüman gözüküyorlardı.
Onlar, kuvvete baş vurmadılar. Zaten, adil ve mer hamet sahibi Allah'ın, yeryüzündeki sultanına karşı çıka bilecek güçte de değillerdi. O zaman, desise, uydurma, Al lah ve Rasulune yalan isnad etme yolunu tercih ettiler. Onlardan bir kısmı, bazı senbollerin ardına saklandı. İs lâm'ın yiğidi Hz. Ali'nin ve ehl-i beytin sevgisiyle ortaya çıktıkları gibi. Bu sapık güruhun başında da, habis ya-hudi, hilebaz Abdullah b. Sebe, vardı. O, maksadına erişebilmek için, bütün âlimlerin uydurma olduğunda itti fak ettikleri, şu hadisi ortaya attı: «Her peygamberin bir vasisi vardır. Benim vasim ise Ali'dir.»
îbn Sebe ve avânesinin sapıklığı, bu noktada da kal madı. Bilakis, daha şiddetli ve akide bakımından daha da zararlı bir boyuta ulaştı. Onlar, mülhid ve kafirlerin tav sifinden münezzeh olan Allah'ın, efendimiz Ali'ye hulul ettiğini iddia ettiler.
Bunları, önce Hz. Osman, ondan sonra da, Hs. Ali takibat altında tutmuş, bir kısmının cezasını vermişler, ancak bir kısmı kaçıp, gözlerden uzaklaşmayı başarabil mişlerdir. İşte bu yahudi Abdullah b. Sebe, İslâm tari hindeki en büyük fitnenin sebeplerinden biridir. Hz. Os man'ın öldürülmesiyle neticelenen büyük bir fitnenin ka pısını açmış ve bu, önce Hz. Ali ve Osman taraftarları, sonra da Ali ve Muaviye arasında, kanlı çarpışmalara neden olmuştur. Gerçi biz, onların ihtilaflarını içtihadı bir farklılık olarak görüyor; isabet edenin iki, hata ede nin, ise bir ecir aldığına inanıyoruz. Bunun yanında İs lâm birliğini zedeleyen en büyük darbenin, bu habis, hi lebaz yahudi ve muhtelif renk ve cinsteki zındıklardan geldiğine kaniyiz.
İslâm'ı kabul edenlerin büyük bir kısmının, kendi arzu ve istekleri ile onu benimsedikleri iyice bilinme lidir. Onlar, İslâm'la haşir neşir olmuşlar ve içlerinden İslâm'a ve îslâmî ilimlere, İslâm kültürüne son derece yararlı şahsiyetler çıkmıştır. Bunun en güzel delili, İslâmî ilimlere ve İslâm kültürüne hizmet edenlerin, Allah'ın di ni uğruna, cihada hayatını vakfedenlerin büyük çoğun luğunun Arapların dışındaki müslümanlardan olmasıdır.
İslâm'a ve nıüslümanlara karşı kin dolu zındıklar ise, eskiden kalma batıl inançlarından, cahili âdetlerinden ve fasid törelerinden arınıp, kurtulamamışlardır. Cins, din ve dil taassubu onlara hakim olmuştur. Fakat bu kimse ler, mü'min olanların yanında yok denecek kadar azın lıkta kalmışlardır. Bu azınlığı, halifeler, idareciler ve âlim ler sürekli tarassut altında tutmuşlar; idareciler cezaî müeyyideyi hak edenleri idama mahkum ederken, âlim ler de iddialarını çürütüp, saçmalıklarını ortaya koymuş lardır.
2- İslâm, usul ve furu' bakımından iki yüce asıl da temessül eder. Bunlardan, birincisi, dinin aslı ve dos doğru yolun kaynağı olan Kur'an-ı Kerim, diğeri ise; Kur'an'm izah ve tefsiri olan, sünnet ve hadislerdir. Sün net, Kur'an'ın mücmelimi izah, âm'mını tahsis ve mut-lak'ını takyid ettiği gibi, müstakil olarak hükümler de koymuştur.
Zaman zaman, İslâm düşmanları bu iki asla ilişmiş ve onlara şüphe düşürmeye yeltenmiştir. Kuran-ı Ke-rim'i, binlerce kadın, erkek, mekteplerdeki çocuklar, med rese ve fakültelerdeki talebeler ezberlediğinden dolayı, O'na ilavelerde bulunma veya bir takım eksiltmeler yap mak imkansız denilemese bile, son derece güç bir işti. Bu nedenle de, İslâm düşmanları, O'nun tefsirinde uy durma ve manalarında tahrif yöntemini seçtiler. Binaen aleyh, rivayet ve dirayet tefsirlerinin ihtiva ettiği, çok miktardaki, uydurma haberler, israili rivayet ve hurafe ler; böylece oluşmuş oldu.[587]
Her asırda ve her yerde, gulatı şîa, karmâtiler, bâ-tmîler, cahil sofu ve zındıklar, bidatçı, sapık düşünce ve kötü niyet sahibi kimseler, Kur'an âyetlerinin tefsiri sa-detinde, hayretamiz ve saçma te'viller yapagelmiştir. Öy le te'viller ki, bunlar ne Kur'an dili, ne davetteki üslu bunun güzelliği ve ne de O'nun belagatıyle uyuşmayan, şeriat ve akim tasvip etmediği yorumlardır. Ne hazindir ki, bu cahili ve batıl yorumlar, kendilerine kulak vere cek, hasta kalpli, dini gevşek, ebleh kafalı kimseler bu labilmiş ve bu kimseler, insanlar arasında onların revaç bulup, yaygınlaşması için çaba sarfetmişlerdir.
Ancak, bu ümmetin içindeki mü'min, selim akıllı ve aydın fikirli âlimler, sözkonusu saçmalıkları ve tahrifat ları tespit edip, ortaya koymuşlardır. Böylece, bu kimse lerin hilelerini kendilerine geçirmişler, Rasulullah (s.a.s.) m buyurduğu gibi Kur'an baki kalmıştır : «Kur'an'a tâbi olan arzular sapıtmaz, O'nu okurken diller dolaşmaz, ilmine âlimler doymadığı gibi, çok okunarak tekrarından dolayı bir bıkkınlık da gelmez insanı hayran bırakan yön leri ise asla tükenmez.»[588]
Metinde yeraîan «Lâ tezûgu bihi» ifadesi, O'na tâbi olmakla arzular hakdan uzaklaşmaz» anlamına geldiği gi bi, sapık arzular O'nu istikâmetten, eğriliğe çeviremez ma nasına da gelebilir.
O'nu okuyan dillerin dolaşmıyacağmdan maksat ise Arap olmasalar dahi, mü'minlerin O'nu okurken bir sıkın tı çekmiyeceklerine işarettir. Nitekim, Allah Teâla : «And-olsun ki, biz Kur'an'i öğüt alınması için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?»[589] buyurmaktadır.
Başka bir âyetinde ise : «Biz, o (Kur'an)'ı, senin di linle (indirerek) kolaylaştırdık ki, O'nunla, korunanları müjdeleyesin ve inatçı bîr kavmi, O'nunla uyarasın.»[590]
buyurmuştur.
Kur'an'a her zaman sataşan ve O'na şüphe düşürmek isteyenler olmuştur. Fakat bunlar, her seferinde âdeta sert kayaya çarparak paramparça olup gitmişlerdir. O'na diî uzatanların hali şairin benzetmesine nasıl da uyuyor :
Parçalamak için kayaya toslayan (keçi gibi) Onu parçalayamadı, lâkin boynuzlarını kırdı.
Kur'an, ondört asırdan fazla bir zamandır Hz. Pey gamber'in en büyük mucizesi, bir müjde, ikaz, nûr ve hidayet kaynağı olarak, kalmıştır. Kıyamete kadar da, böyle devam edecektir. Kur'an'a dil uzatanlar beyhude uğ raşmayıp saçmalıklarından ve safsatalarından vaz geç- -meli ve kendilerini O'nunla huzura kavuşturmalıdırlar. Zi ra, Kur'an, tahrif ve tebdilden korunmuş ilahi bir kitap, Allah'ın muhafazasını üstlendiği yegane eserdir. Allah Teâla «Kur'anı biz indirdik, O'nu koruyacak olan da bi-ziz»[591]buyurmaktadır. Bu ilahi kitap ondört asırdır, müs-Iüman olan ve olmayanlar için, insan fikrinin bir muhar riki ve meşalesi olmuştur.
Müslümanlara gelince : Kur'an, onların, hidayet kay nağı, inançlarının, hukuk ve ahlak düzenlerinin, siyasî ve iktisadî yapılarının menba'ıdır. Gayri müslimler için ise, O'nun meş'ale oluşu; bütün zamanlar boyunca, insanlık. için yaratılmış en hayırlı ümmetin, inancında, hukuk ve ahlâkında, hayat anlayışında (adil) vasat ümmetin teşekkülüne sebep olan, psikolojik, bilimsel, siyasî, toplum sal, ahlakî ve dinî temelleri, Kur'an'ı tahlil etmek suretiyle görebilmeleri bakımındandır. Nitekim Allah Teâla şöyle buyurmaktadır : «Böylece, sizi orta bir ümmet yap tık ki, insanlara şahid olasınız, Peygamber de size şahid
olsun» [592] «siz insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten menedersiniz...»[593] Allah Teâla, Kur'an'a yöneltilen şüpheleri redde dip, batıl olduklarını ortaya koyacak, âlimler zümresini her zaman varedegelmiştir.[594]
3- Malûm zümreler, Kur'an'a dil uzattıkları gibi, sünnete ve hadislere de sataşmışlardır. Sünneti tahrif et menin kendileri için, Kur'an'dan daha kolay olacağına inanmışlardır. Zira, Kur'an-ı Kerim, gerek bütün halin de, gerekse tafsili olarak, kesinlik ve yakin ifade eden bir tevatürle [595] sabit olmuştur. Sünnet ve hadislere göre, müslümanlarm gönlünde daha büyük bir kudsiyeti haiz dir. Çünki, sünnet ve hadislerin çoğunluğu, âhad isnadIarla [596]tesbit edilmiştir. Ve onların kudsiyeti müslüman larm nazarında, Kur'an kadar değildir.
Sünnet ve hadislere aşağıdaki yollarla ilişilmeye ça lışılmıştır :
a) Öncelikle, sahabe ve onlardan sonraki hadis ra-vileri karalanmaya çalışılmıştır. Zira, onları nakledenle rin güvenilirliği azaltıldığı zaman, haliyle, nakledilen şe yin de aynı vasfı azalacaktır. Onların da istedikleri, bu-dur zaten. Bu amaçlarına ulaşabilmek için, sahabe içe risinden, en fazla hadis rivayet eden Ebu Hureyre ve tabiundan, Şam ve Hicaz'ın imamı İbn Şihâb ez-Zührî'yi dillerine dolamışlardır. Bu iki imamın güvenilirliği aza-lmca, evleviyetle, diğerlerinin ki de azalacaktır.
b) İsnad sistemini kötüleyerek, onun konumunu ze delemek. Genellikle bu konuya değinirken şöyle derler : «Müslümanların nezdinde, isnad tenkidi ve rical tarihine ilişkin incelemeler had safhaya erişmişse de, senedlerin tetkiki esnasında, bazı noktalan farketmemiş, onlara yö-nelip, gerekli itinayı sarf etmemişlerdir.»
İslâm öncesi, hiçbir ümmette, müslümanlardaki ka dar geliştirilme diği bilinip dururken ve tsnad sisteminin müslümanlara has bir yöntem olduğu değerlendirmesi ya pılırken, onlar, yine de bu sözü söylemekten çekinmezler. Hatta, sahih, muttasıl isnad uygulamasının, dünya ta rihinde yalnızca müslümanlarda görülen bir metod oldu ğunda ittifak edilmiştir.
c) Bu arada ortaya attıkları diğer bir iddia da, müs-lüman âlimlerin, rical tarihi ve isnad tenkidi ile çok sıkı ilgilenmelerine karşın, metin tenkidini ihmal ettikleridir.
Bu iddialarını da, birtakım hadislerin birbiri ile çe liştiği, bazısını da vakıanın yalanladığını söyleyerek, desteklemeye çalışırlar. Ayrıca, astronomi, tıp v.b. modern ilmin elde ettiği verilerin de bazı hadisleri çürüttüğünü, birtakım hadislerin de, sahih olup, olmadıklarını anla yabilmek için tecrübe ve deneyime ihtiyaç olduğunu, ge velerler.
4- Müsteşrikler, Yahudi bilim adamları, Hristiyan papazları, İslâm düşmanı Yahudilerin, Fâris ve Rum zmdıklarmm ve Yunan felsefesi kalıntılarının iftiralarını onaylamışlar, bunlara, canlarının İstediği herşeyi de katmak suretiyle ilavelerde bulunarak, sonunda pireyi deve yapmışlardır.
Bu iftiralarda da yahudi asıllı, müsteşrik Goldzier başı çekmiş, bu konuda pekçok oryantalist de O'na tâbi olarak, hadis hakkındaki mütalâalarını, münakaşaya da hi gerek göstermeyen kesin yargılar olarak kabul etmiş lerdir. Avrupa ve diğer ülkelerde bunları yaymışlar, ba tı üniversitelerinde master, doktora gibi ilmî payeler ka zanmak maksadıyle, oralara giden bazı müslümanlar da, maalesef, onlara aldanmıştır. Geri döndüklerinde ise, İs lâm memleketlerinde, bu iftiraları efkârı umumiyeye sun mak suretiyle, özellikle üniversite öğrencilerine telkin etmişlerdir. Ve nihayet oryantalist fikirler, İslâm âlemi nin büyük bir kısmında yayılma imkânı bulmuştur. Mesele, yalnızca talebelerle de sınırlı kalmamıştır. Üniversi telerde, gözde yerlere gelmiş, kürsü sahibi, bazı ilim adamlarının da, müsteşriklere tâbi oldukları kitapları va-sıtasıyle, onların zehirlerini, İslâm ümmetine şırınga etmeye çalıştıkları görülmüştür.
5- Bazı yahudi ve papaz müsteşriklerinin hadis in-cemelerinde görülen hataları, İslâm'ı ifsâd etmek, müslümanları kopmaz İslâm ipinden ayırabilmek için işlen miş kasıtlı hatalardır. Tek maksatları, bu ilâhî dinin gü venilirliğini sarsmaktır. Bunu da İslâm'ın iki yüce aslı, Kur'an ve Sünneti karalamakla gerçekleştirmek istiyorlar. Bu konular üzerinde daha evvel Örnekler verip, uzun uzun durmuştuk.
Aslında, oryantalist çalışmaları, ne ilme ve ne de islâm kültürüne hizmet etmek için var olmuş değildir.
O'nun arkasında, sadece, İslâm'ı karalama ve müslüman-lan dinlerinden çevirebilme politikası yatmaktadır. Özel likle de Kur'an ve sünnetten soğutabilme politikası. Bu uğurda, onlar, müslümanlarm gönlündeki cihad ruhunu takviye eden, çok sayıda Kuran ve sünnet nassını tahrif et mek istiyorlar. Müslümanlarm gönlündeki cihad ruhunu sarsmadan, İslâm memleketlerine sahip olamayacaklarına, oraların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüremiyecek-lerine inanıyorlar. Bu iki asla itimad sarsıldığı zaman, mü'minler, cihad farizasından kopacaklar ve böylece, va tanlarının düşman eline geçmesi kolaylaşmış olacaktır. Nitekim, bu gerçekleşmiştir de. Çünkü, batı, İslâm bel delerini tahrip etmeyi, ancak, onlardaki cihad ruhunun zayıflaması ve dünyaya yönelmelerinden, sonra, başara bilmiştir. Buhari'nüı, Ebu Ümâme el-Bâhilî'den yaptığı bir rivayette, Ebu Ümâme, bir saban ve tarım aleti gör dükten sonra, şöyle demiştir: «Rasulullah'ın şu hangi kavmin eline girerse, mutlaka Allah onları zelil kılar» de diğini işittim.[597] Yanlış anlaşılmasın, hadis, müslümanla-rı ziraat ve tarımla meşgul olmaktan nehyetmemekte-dir. Nasıl nehyedebilir ki? Bizzat sahih hadislerle böyle bir anlayış reddedilmektedir. Buhari, Müslim ve diğer, hadis kaynaklarında, Enes b. Mâlik (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir : «Rasulullah (s.a.s.) «Ağaç diken veya eldn eken her müslümana onlardan, kuş, hayvan ve in sanın istifadesinden dolayı, Allah sadaka ecri verir» de miştir. Allah Rasulu, birinci hadisinde, cihadı tamamen terkederek, kendini tarım, ziraat ve dünya işlerine veren kimseleri kastetmiştir. Allah Rasulü, ne kadar da doğru söylemiştir. İşte, İslâm düşmanları, müslümanlara, ancak onlardaki cihad ruhu gevşeyip, Allah yolunda şeha-det aşkı yok olduktan, cihadı terkedİp, başka şeylerle meş gul olmaya başladıktan sonra, hâkim olabilmişlerdir. Ra sulullah'ın ashabı, ticaret, ziraat ve bostanlarıyle ilgileni yorlardı. Fakat, daima gönülleri, cihaddaydı. Cihada çağı rıldıkları zaman, derhal icabet ediyorlardı. Onlar cihada koştukları gibi, ne eşe, ne evlada, ne eve ve ne de mala koşuyorlardı.
Ebu Hureyre (r.a.)'nin bir rivayetinde, Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır : «İnsanların en hayırlı yaşı-yanlarmdan birisi Allah yolunda, atinm dizginini tutup, onun sırtında uçan, düşman sesi veya düşmana hücum çağrısı işittikçe at koşturan, Öldürmeyi ve Ölümü, harp meydanlarında arayan adanıdır.»[598] Bu sözün anlamını müslümanlar iyi düşünmelidirler ve yeniden izzetlerini yeryüzündeki sultalarını elde etmek istiyorlarsa, cihada hazır, cihad aşkı ile dolu olmalıdırlar. Bu arada, düşman larına karşı, gerekli olan silahlarını da hazırlamak zorun dadırlar.
6- Bazı müsteşriklerin ve hadis tetkiki ile uğraşan kimselerin hataları ise; Sünnet ilimlerini anlayamayıp, bu yolda Ömrünü vakfetmiş âlimlerin sözlerini kavraya-mamaktan ileri geliyor. Bunun sebebi ise, sünnet ilimlerinin, sabır, metanet ve uzun zaman isteyen bir alan, en gin bir derya olmasıdır. Bu nedenle, orada yüzecek olan birinin, nasıl yüzüleceğim, hangi kıyılarda durulabileceğini bilmesi gerekir. İnci; mercan ve yakutlarını tetkik ede cek birisinin, satıhtakilere ve yüzeydeki taşlara takılıp kalmayan, mahir bir uzman olması icab eder. Şayet, on lar, derinliklerine inebilmiş, maksat ve meramını anlayabilmiş olsalardı, içine düştükleri hatalara maruz kal mazlardı. Hadis ve sünnetlerle meşgul olan pekçok müs-lüman bile bu dereceye ulaşamadığına göre, müslüman olmayanlar nasıl ulaşacaklardır?
7- Müsteşrik Goldzier ve ekolü, bir müddet, pek çok oryantalisti hakimiyeti altında tutmuştur. Fikirleriyle, O'nu kendilerine en büyük put ittihaz edinmişler; Sünnet ve hadis tetkiklerinde, eserlerini yegâne kaynak olarak görmüşlerdir. Bu arada, çok az müsteşrik O'nun bütün fikirlerine iştirak etmemeyi başarabilmiş; bazı kanaat lerini eleştiri konusu edebilmişlerdir. Hatta, sünnet hak kındaki yargılarının, büyük bir zulüm olduğunu söyleyebilmişlerdir. Muhtemelen, oldukça az sayıdaki müs teşriki, sözkonusu tavırlarını sergilemeye sevkeden, on ların hür düşünceli oluşları ve müslüman âlimlerin, Gold-zier'in Kur'an ve sünnet hakkındaki iddialarına verdik leri, cevaplar olsa gerektir.
Aslında, Goldzier, habis yahudi Abdullah b. Sebe'nin bir uzantısıdır. İslâm'ı yıkmayı kendilerine biricik gaye edinen çağdaş, taraftarlarından bir tanesidir. Bütün dün ya müslümanları, özellikle de, üniversitelerde öğrenim gören mü'min gençler bu gerçeğin farkında olmalı, bu müsteşriğin Kur'an ve sünnet tetkiklerindeki saçmalıklarına ve sunmak istediği zehirlerine karşı uyanık bulun malıdırlar.
8- Bazı müsteşriklerin, sünnet ve hadis ilimleri sa hasında şükranla karşılanacak, inkarı gayrı kabil çalış malar yaptıkları da bir gerçektir. Bu çalışmalar, hadis ilminin kaynak eserlerini neşretmek ve bu sahada incele me yapanları kaynaklara ulaştırmada anahtar rolü oyna yacak, te'lif eserler vermek suretiyle tezahür etmiştir.
Bunun en güzel örneği, müsteşrik Winsek'in «Mîftâh-u Kûnûzi's-Sünne» adlı eseri ile bir grup müsteşrik tarafından hazırlanan «El-Mu'cemü'1-Müfehres li elfazî'1-Ha-disi'n-Nebevî» adlı eserdir. Bu tür çalışmaları şükranla karşılamamız, bizim, faydalı, ilmî gayretleri takdirimizin bir göstergesidir. Biz, ne müsteşriklerin tamamını yeri yor ve ne de hepsini övüyoruz; tek yaptığımız iyi yapan la, kötü yapanı tefrik etmektir. Şurası da bir gerçek ki, bu bahsettiğimiz, teşekkürle karşılanan çalışmaları ya panlara, tamamen kendilerini bu işe vakfetmelerini temin edecek, maddî ve manevî yardımlar, yapılmış, gerekli ko laylıklar sağlanmıştır. Şayet bütün bu yardım ve imkan lar müslüman âlimlere de sağlanmış olsa, İslâm kültürü için çok daha hayırlı sonuçlar ortaya çıkardı.
Ancak, esefle belirtmeden geçemiyoruz. Aslında, sö zü geçen iki faydalı eserin benzerlerini yapmak müslümanlarm işiydi. Lâkin yapamadılar ve yine, maalesef, İs lâm üniversiteleri, ilim ve ilim adamlarını teşvik konu sunda, batı üniversitelerinin yaptıklarını yapamıyorlar. Bu durum bizi üzüntüye boğuyor; fakat bu bir hakikat tir. Gönül, bunları söylemek istemezdi, ama, unutmamak lazım, hakkı itiraf etmek de bir fazilettir.
9- Hadis sahasında araştırmalar yapan, Ebu Reyye gibi, âlim geçinen, bazı müslüman araştırıcılar, söyledik leri her hususta, adım adım müsteşrikleri takib etmiş lerdir. Bunun da ötesinde okuyucuların kafasına daha da yatkın hale getirmek için, onların görüşlerini süslemeye, hak elbisesine büründürmeye gayret etmişlerdir. Böyle ce bu kendileri için, kambur üstüne kambur, olmuştur. Bu neîdüğü belirsiz herif, büyük sahabi, Ebu Hureyre (r.a.) yi, ele alırken, O'na sövüp, hakaret edecek kadar ileri gitmiş ve alçalmıştır.
Hakikat şu ki, yahudi müsteşrik Goldzier, bu büyük sahabiyi tenkid ederken, Ebu Reyye'den çok daha iffetli ve edepli davranmış; O'nun kadar basitleşmemiştir. (Da ha önce bu konuya temas etmiştik)
10- Müslümanların aklî hayatı, îslâmî ilimlerin do ğuşu, gelişmesi ve tarihi konusunda eserler veren bazı müslüman araştırmacılar da, görüşlerinin büyük bir kıs mında müsteşriklere tâbi olmuşlar, ancak, bazı meselelerde onlara katılmayarak, çok faydalı münakaşalarda da bulunmuşlardır. Örneğin, Ahmed Emin, «Fecru'l-İslâm» ve «Duha'I-îslâm» adlı eserlerinde böyle yapanlardan bir tanesidir. Ahmed Emin, Edebiyat Fakültesi dekanlığına kadar yükselmiş, İslâm âleminde büyük ünü olan bir zat tır. Biz, O'nun ve benzerlerinin, müsteşriklerin fikirlerine tâbi olmaktan kaçınmalarını, aynen bizlerin yaptığı gibi, sünnet ve hadis kaynaklarını kendilerinin tetkik etmele rini beklerdik. Şayet böyle yapmış olsalardı, bizlerle aynı neticeye ulaşır, sünnetin sağlam bir^ esas üzerine kâim ol duğunu, hadislerin çoğunun, Rasulullah zamanına kadar uzandığını görürlerdi. Ayrıca, Allah Teâla'nm, bu hadis leri, Rasulullah (s.a.s.)'dan alıp, rivayet eden, âdil ve za bıt insanlar yarattığınında farkında olurlardı. Bu insan lar, sırasıyla adalet ve zabt vasfını haiz sahabi, tabiun, tebeut tabiin vâ onlardan sonra gelen kimselerdir. Hadis ler, sahih, müsned, sünen, mu'cem ve cami' türünden eserlerde toplanmcaya kadar, bu nitelikteki raviler riva yet yöntemini devam ettirmişlerdir.
Hadislerin tenkidi, sahih, hasen ve zayıflarının bir birinden ayırımı işlemi, tâ sahabe ve tâbiun zamanından beri rivayetten ayrılmamış, hadislerin cem'i ve tenkidi hep birlikte sürdürülmüştür. Bu meyanda, büyük sahabi, îbn Mesud: «Kişiye yalan olarak her duyduğunu söylemesi yeter» derken, İbn Abbâs : «Bir zamanlar, bir kimseyi «Rasulullah şöyle buyurdu» derken işittiğimizde, hemen gözlerimizi ona diker, kulaklarımızı ona verirdik. Ne za man ,ki, insanlar, sahih zayıf ayirdetmeksizin hepsini rivayet etmeye başladılar artık, biz de bildiklerimizden baş kasını onlardan, almaz olduk» demektedir.
İmam Mâlik de : «Haberiniz olsun ki, her işittiğini söyleyen kimse, selâmete eremez. Her duyduğunu söyle yip dururken (hadiste) imam da olamaz» diyor.
Ebû'z-Zinâd ise: «Medine'de hepsi de güvenilir yüz kişi gördüm, hadiste ehil olmadıkları gerekçesiyle hiçbirinden hadis alınmazdı» demektedir.
İbn Şirin de : «Fitne çıkıncaya kadar, eskiden, isnad sorulmazdı. Ne zaman ki fitne çıktı. O vakit ravilerin isimleri sorulmaya, sünnet ehlinin hadisleri kabul edilmeye bidat ehlinin ki ise reddedilmeye başlandı» diyor.
Abdullah b. El-Mübarek de : «İsnad dindendir. Eğer isnad olmasaydı, dileyen, dilediğini söylerdi. Bizimle (ha dis nakleden) şu kavim arasında ayaklar, yani, isnad var dır» diyor.
Süfyan ; «İsnad, mü'minin silahıdır.» derken Abdur-rahman b. Mehdî de : «Bir insan, işittiği şeylerin bazısın da, dilini tutmadıkça, ^hadiste) tâbi olunacak bir imam olamaz»[599] diyor.
İmam Şafiî de, isnadsız, hadis taleb edenin, gece odun toplayan kimse gibi olacağına dikkat çekiyor. İsnad ve ravilerin tenkidine dair daha, buna Kenzer pekçok söz söy lenmiştir. Şayet böyle olmasaydı, İslâm düşmanı zındilar karşılarında yalanlarını ortaya çıkarıp, hilelerine ce vaplar verecek hiç kimse bulunmadığı için, hadisler yo luyla, din ve ahlakı tahrib etme fırsatını, çok rahat bu labilirlerdi.
Yukarıda, bu meyanda kaydettiğimiz sözler, nasıl oluyor da müslünıan araştırıcıların gözünden kaçabili yor? Biz, Ahmed Emin ve benzerlerinin, müsteşriklere kuyruk olmalarını değil, tetkiklerinde müstakil şahsiyet lerini ortaya koymalarını arzu ederdik.
11- Bugün, müslüman adı taşıyan bazı kimseler, eski bir bidati, hadis ve sünnetleri bırakarak, yalnızca, Kur'an'la yetinme bidatini hortlatmaya çalışmaktalar ve «Bize Allah'ın kitabı yeter» (sloganını) ağızlarından ek sik etmemekteler. Oysa onlar, bu sözleriyle bizzat, Allah'ın kitabına ters düştüklerinin farkında değiller. Çünkü, «Ra-sul, sîze neyi verirse onu alın, sizi, neden men ederse on dan da sakmın.»[600] «Biz sana da, kendilerine indirileni, insanlara açıklayasın diye, zikri indirdik»[601] «Biz, sana ki tabı, ancak, ihtilâf ettikleri konuları onlara, açıklayasın diye indirdik»[602] gibi, sayılanııyacak kadar çok Kur'an âye tine ters düşmektedirler.
Maalesef, bazı İslâm beldelerinde bu çirkin bidate ar ka çıkanlar var. Halbuki bu, ahmakça ve aptalca ortaya atılmış bir bidattir. Bu bidat, en azından, îslâm ümmetini Kur'an'ı (doğru) anlamaktan uzaklaştıracaktır. Sünnet ve hadisler terkedilip, Kur'an da anlaşılmaz bir hale gelince, İslâm'ın ruhuna fatiha demekten başka birşey kalmayaçaktır. Fakat, Allah'ın izniyle bu gerçekleşmiyecektir. Ferdlerin yapması bile çirkin görülen bu daveti, müstem leke olan bazı îslâm memleketlerinin idarecilerinin üst lenmesi, pek tabii ki daha ahmakça.ve daha çirkindir. Za ten onlar, bu işe kalkışmakla, bilmediklerini saçmayla-yan, bir konuma düşmüşlerdir.
Benzerlerinin, tarihte gömülüp gittiği gibi; modern asırda hortlayan bu iddia da yok olup gidecektir, islâm âlimleri ve mü'minlerin büyük bir çoğunluğu, apaçık, hak ka ve sıratı müstakime davet ettikçe ona hayat hakkı
olmayacaktır.
Bugün, İslâm âleminde, samimi olarak, Allah'ın kitabı ve Rasulu'nun sünneti ile amel etmeye çağıran, şayan-ı tak dir olan bir diriliş vardır. Zaten, müslümanların, kendi lerini çepe çevre kuşatan tehlikelerden kurtulmaları için, bu iki yüce asla sarılmaktan başka çareleri yoktur. Pek çok İslâm ülkesinde bu dirilişin alametleri ortaya çıkmış; Allah'ın kitabı ve Rasulu'nun sünneti ile amel edilmesine dair çağrılar, karşılık bulmuştur. İslâm toplumları kitap ve sünneti hakim kıldıkları zaman muzaffer olacaklardır. Çünkü, kim Allah'ın dinine yardım ederse, Allah da O'na yardım eder. Nitekim, Allah Teâla : «Allah, kendi (dini)ne yardım edene, elbette yardım eder. Şüphesiz, Allah kuv vetlidir, galiptir»[603] buyurmaktadır.
İslâm toplumları, Kur'an ve Sünneti hakim kıldıkları zaman, kendilerini tanıyacaklar. Onları, başkalarından ayıran,, inanç, hukuk ahlak, hayat tarzı v.b. hususlarda îslânıî şahsiyetlerini yeniden kazanacaklardır.
Ey İslâm ümmeti! Allah'ın kitabı ve Rasuiu'nün Sün netine sıkı sarılın, size âlemlerin Rabbından tebliğ eden zatın şu sözü yeter : «Size iki şey bıraktım. Onlara, sa rıldığınız müddetçe sapıtmazsınız. Bu iki şey Allah'tı ki tabı ve benim sünnetimdir.»
12- Allah Teâla, her asırda ve her yerde, dinini mü-dafa eden O'nun güzelliklerini ve meziyetlerini ortaya ko yan, Kur'an ve Sünnete yöneltilen şüpheleri tek tek redde den âlimler var etmiştir, Hakkı savunan ve müdafa eden böyle bir taife her zaman var olacaktır. Çünkü Allah Te-ala'nın kanunu budur. Şayet, batıl üstün gelse, yardımcıları çoğaîsa bile, mutlaka hakka arka çıkan O'na des tek veren de bulunur. Buhari ve Müslim, Muğire b. Şu'be tarikiyle gelen bir rivayette, Rasulullah (s.a.s.)'ın şöyle dediğini kaydetmişlerdir : «Ümmetimden bir taife daima üstün olacaklardır. Bu halleri, Allah'nı emri (kıyamet) ge linceye kadar devanı edecektir.»[604] Müslim'in kaydettiği başka bir varyantta ise : «Ümmetimden bir topluluk, in sanlara daima üstün olacaklardır...» şeklindedir. Yine, Bu hari ve Müslim, Muaviye b. Ebû Süfyan'm şöyle dediğini rivayet etmişlerdir : Rasulullah (s.a.s.) : «Ümmetimden bir topluluk, Allah'ın enirini tatbike devam edeceklerdir. Onları, aşağılayan veya muhalefet edenler, onlara bir sa rar veremeyecek, nihayet Allah'ın emri, onlar üstün bir vaziyette iken gelecektir» derken, işittim.»
Buradaki üstünlük, hüccet ve delil bakımından üs tün gelmek anlamınadır. Bu itibarla, o, her zaman ve me kanda cari olabilen bir şeydir. Bazen, ilk asırlarda olduğu gibi, güç ve sulta ile birlikte de bulunabilir.
İslâm devleti, oniki asırdan fazla bir zaman zarfın da dünyaya hükmetmiştir. Sonunda, önceki ümmetlerin basma gelen, tefrika, bölünme ve Allah'ın kitabını terket-me gibi hususlara o da maruz kalmış, bunun neticesinde ümmet çözülüp dağılmış ve düşmanlarının önünde par çalanmış bir av haline gelmiştir. İşte bugün, bu ümmet, uykusundan kalkmış, gafletten uyanmış, esaret ve kölelik bağlarından, zorba gasipların sultasından sıyrılmıştır. Bü tün İslâm devletleri hür ve kendi kendilerini idare et mektedirler (!) Biz böyle bir ortamda safların yeniden birleştirilmesini, tek kelime etrafında toplanılıp, yeniden bu devletlerin Allah'ın ipine sarılmalarını umuyorduk. Ne var ki, hâlâ aralarında bir tefrika ve parçalanma var hatta, bazı müslümanlar, birbirleri ile savaş halindedirler. İnanı yoruz ki, yegane güç ve kuvvet Allahm'dır. Sulhu sükûnu temin etmeye; ümmeti birtek kelime etrafında toplamaya va safları birleştirmeye O, kadirdir o vakit, İslâm üm meti, izzet ve kuvvetini yeniden kazanacak, yeryüzünde elinden kaçırmış olduğu gücünü yeniden elde edecektir.
Buhari ve Müslim, Muaviye (r.a.) tarikiyle, Rasulullah (s.as.)'m şu sözüne yer vermişlerdir: «Allah, kime hayır murad ederse, O'nu dinde fakih lalar. Müslümanlardan bir cemaet, daima, kıyamete kadar, hak uğruna savaşa cak ve düşmanlarına üstün gelecektir.»
İmam Müslim de, Sevbân (r.a.)'dan Rasulullah'm: «Ümmetimden bir topluluk daima üstün olacaktır. On ları aşağılayan veya muhalefet edenler, onlara bir zarar veremiyecek nihayet, onlar üstün bir vaziyette iken, Allah' ın emri (kıyamet) gelecektir.» dediğini kaydetmiştir, Câ-bir (r.a.)'in: «Rasuîllah (s.a.s.) «ümmetimden bir toplu luk, daima hak uğruna savaşacak ve kıyamete kadar üstün olacaklardır» dediğini işittim, sözü de, Müslim'in bu meyanda zikrettiği rivayetlerdendir.
Bugün, İslâm ümmetinin maruz kaldığı, za'fiyet, tef rika ve parçalanmaya bakarak, bazı müslümanlarm ümidsizliğe düşmemeleri için bu müjdeleyici hadislerin hepsini zikretmeye özen gösterdik. Allah'ın rahmetinden ve bu rahmetin İslâm ümmetine erişeceğinden ümid kesmek ne bir müslümanm ve ne de bir mü'minin ahlakı ile uyuş maz. Allah Teala Peygamberi Hz. Yakub'un, oğullarına söylediklerini hikaye ederken bakınız ne diyor : «Ey Oğul larım! gidin. Yusuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rah metinden ümid kesmeyin. Zira, kafirlerden başkası, Allah' ın rahmetinden ümidini kesmez.»[605] Bu âyet, hak din ve hak davet uğruna canlarını kurban eden mücahidlerin kalbine sebat versin, her nekadar, sıkıntılarla karşı kar şıya gelseler, belâlara dûçâr olsalar da, bu apaçık yolda devam etmeleri için, onlara bir teşvik olsun.
Yukarıda zikrettiğimiz hadislerdeki, hak üzerine se bat eden topluluğun kimler olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Buhari, «Onlar, ilim ehlidir» derken, İmam Ah-med; «eğer, bunlar hadisçiler değilse, başka kim olabilir?» demiştir. Kadı îyaz, İmam Ahmed'in bu sözÜj'le, ehli sünnet ve'1-cemaati ve hadisçilerin mezhebince itikad edenleri, kastettiğini söylemiştir. Bu sözü daha farklı an layanlar da olmuştur. Bu yüzden, biz, bütün ilim ehlinin, hadiste kastedilenin kendileri olduğunu izaha çabaladık larını görüyoruz. Gerçek ise, imam Nevevî'nin Müslim şer hinde yaptığı yorum doğrultusundadır. İbn Hacer, bazı ilâvelerle, O'nun yorumunu şöyle naklediyor.
«Bunun, mü'minler içerisinden müteaddid cemaat lar olması mümkündür. (Şu kimselerden herbireri kast edilmiş olabilir) kahramanlar ve harp sanatını bilen kim seler; fukaha, müfessir ve muhaddisler, iyiliği emr kötü lükten sakındırma görevini ifa edenler, zahid ve abid kim seler v,b. Ayrıca, bunların hepsinin bir memlekette bulunmaları da icab etmez. Bilakis, hepsi bir yerde toplanmış olabilecekleri gibi, bütün yeryüzüne dağılmış da olabilirler. Yine bir memlekette bulunup, bazılarında bulunma yabilirler. Ayrıca, bütün yeryüzü, peyderpey, sadece bir memlekette, içlerinden tek bir fırka kalıncaya kadar, di ğerlerinden boşalmış olabilir. Onlar gittikten sonra da, Allah'ın emri (kıyamet) gelir...»[606]
Kitap ve sünneti müdafa etmenin insana kazandır dığı şerefle, hiçbir şey mukayese edilemez. Zaten herşey mevzusunun şerefi ile şerefyâb olur. Allah (c.c.)'m sözü, sözlerin en şereflisi, Rasulu'nun sözü ise, O'nunkinden sonra en şerefli sözdür. Bununla, ne soy, ne mevkî, ne mal isterse Karun'unki kadar olsun ne emirlik ve nede vezirlik şerefi kıyaslanamaz. Çünkü bunların hepsi, arı zi, iğreti ve fanidir. Fakat, Allah'ın kitabını ve Rasulu'nun sünnetini müdafanm şerefi bakidir, cennete ulaştıran yol ların en yücesidir.
Genel olarak bütün ilim adamlarının, özellikle de ha disçilerin bu noktayı iyi kavramalarını rica ediyoruz. Kur'an ve sünneti müdafaa bir çeşit cihaddır, Nitekim, Hz. Peygamber, bunu şöyle dile getirmiştir: «Müşrik lerle mallarınız, canlarınız ve diLerinizle cihad (Hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.)
Kafirlere karşı, dille yapılacak olan cihadın içerisine kalemle, yani kitap ve makale ile yapılan cihad da girer. Mal ve canla savaşın yerini kalem ve kitapla mücadelenin aldığı, müslümanlann tepesine şer unsurların tebelleş ol duğu, en büyük kavganın sözle yapıldığı bu çağda, bu ba zen basın, bazen radyo, zaman zaman da televizyon ka-nalıyle öyle önemli bir konuma gelmiştir ki, müslüman-larm herşeyden çok ona yönelmelerinin zarureti apaçık ortadadır.
13- îşin en ilginç yanı da şudur. Onca, cahillerin te'villeri, sapıkların saçmalamaları ve şüphecilerin vesve seleri tepesine üşüşmesine rağmen, Kur'an ve Sünnet, ondört asırdan beri, oldukları gibi, aynı sağlamlık, aynı hakkaniyet, aynı sebat ve aynı kuvvet üzere kalabilmiştir. Ne bir za'fiyet, ne bir gevşeklik ve ne de bir çözülmeye dûçâr olmamışlardır. Çünki Kur'an ve Sünnet her ikisi birden Hakk'm katından indirilmiş iki gerçektir. Bu iki sini getiren, Peygamber de haktır. Bu itibarla, Allah Teâla'nın, hak olan peygamberinden ve yine hak olan Kur'anye Sünnetten, hakkı soyup alması, hem aklen ve hem de şer'an imkansızdır. Bunu, İtalyan müsteşrik «Carediu» da itiraf etmekten kendini alamamış ve: «Kur'an'm üzerin den, on asırdan fazla zaman geçmiştir, fakat, o hâlâ, san ki dün dünyaya yeni gelmiş gibi taze ve diridir.» demiştir. Bu, gayri müslim birisinin, hak adına yaptığı doğru bir tanıklıktır.
Bu noktada, Kur'an ve Sünnetin bunca zamandır, sa fiyetini kaybetmemesinin hikmeti sorulabilir. Bu yerinde bir sorudur ve izaha muhtaçtır.
Allah'ın bütün beşeriyet için razı olduğu genel ve ebe dî bir din olan islâm'da, çok üstün manevî unsurlar vardır. Bu unsurlar, hür iradesi ve imanı ile ona teslim olan insanları, onun yolunda, dünyanın en büyük sıkıntı ve belâlarını omuzlamaya, canlarını, ailelerini, evlatlarını ve dünyadaki en değerli şeylerini yoluna kurban etmeye sevkeder. Bu manevî unsurlar, kitap ve sünnette temes-sül ederler. Tarih buna en güzel tanıktır. Eğer, İslâm tarihini, ondört asırdır onu yok edip, silmek gayesiyle tez gahlananları şöyle bir araştıracak olursak, bunun sayilamıyacak kadar çok örneklerini bulabiliriz.
İşte İslâm'da mevcud olan bu manevî unsurlar, O'nun bir peygamber, bir erkek, bir kadın, bir hür, bir köle ve bir çocukla başlaması ve. nihayet bugün dünyanın beş kı tasına yayılmasını sağlıyan unsurlardır.
Allah yolunda azaba duçar olan Bilâl b. Rebah ve benzerlerinin, dinlerinden dönmeyen kararlı kahramanlar olarak, dayanılamıyacak kadar, ağır işkencelere taham mül etmelerini sağlayan da işte bu çok üstün manevî unsurlardır.
Azgm ve zorba Ümeyye b. Halef, Bilâl b. Rebah'ı anasından doğmuş (çıplak) bir vaziyette alır, kızgın yaz günlerinde Mekke sıcağının etleri dağlayacak kadar, bey nini eritecek derecede şiddetli olduğu vakitlerde, kum lar üzerine yatırır, göğsünün üstüne de kocaman bir ka ya koyarak ona «Muhammed'i ve Tanrısını inkâr etme dikçe seni bırakmıyacağım» derdi. Halbuki bu durum, O'nun dinindeki ve inancındaki sebatını artırır, bir an olsujı «Allah bir, Allah bir» demekten ayrılmazdı. Böy lece, azabın acısı, imanın tadına karışır, imanın tadı iş kencenin acısına üstün gelirdi. Sanki azâb O'na serin ve salim olurdu.
Yâsİr ailesi!, Ammar b. Yâsir, babası ve annesi, hiç bir ailenin tahammül edemiyeceği, işkence ve acılara katlanmıştır. Ammar'ın baba ve annesi işkence altında ölüp; gitmiştir. Melun Ebu Cehil, annesinin edep yerine bir mızrak saplamış ve kadıncağız ruhunu teslim etmiştir.. Böylece islâm'daki ilk şehid kişi bir kadın olmuştur. Sonra, pek fazla zaman geçmeden, babası da inancı uğ runa şehâdet şerbetini içmiştir.
Hz. Peygamber, onlar Allah yolunda işkence görür ken, yanlarından geçer de, «Sabredin ey Yâsir ailesi! Sabredin. Şüphesiz varacağınız yer, cennettir» demekten baş ka birşey yapamazdı. Fakat, bu sözler, onların kalbine serinlik ve rahatlık verirdi.
Müşriklerin, onlara işkence yaparken kullandıkları-aletlerden biri de zırh idi. Onu ateşte kızdırırlar, sonra, da Ammar'a giydirirlerdi. Ammar'm azabı, o kadar şid-. detlenirdi ki, artık, ne dediğini bilemez bir hale gelirdi. Bu arada, kalbi imanla dolu olduğu halde, ağzından küf rü gerektiren sözler kaçırır, sonra da ağlayarak doğru^ Rasulullah'ın yanma gelirdi. Rasulullah, O'na: «Neyin var?' ne oldu?» diye sorar, O da : «felâket, ey Allah'ın Rasulü. felaket! Sana dil uzattım, onların ilahlarını hayırla an dım» derdi. Rasulullah, «peki, kalbin nasıldı?» diye so rar, O da: «îmanla dop dolu» derdi. Bunun üzerine,, Allah Rasulü, Ammar'ın gözlerini eliyle sıvazlar ve: «Eğer sana, tekrar işkence edecek olurlarsa, sen de ora lara, daha önce söylediklerini, yine tekrarla.» derdi.
Ammar'ın işkence esnasında, istemeyerek söyledik leri yüzünden, bazı kimseler, O'nun kafir olduğunu söyleyecek oldular. Fakat nevasından konuşmayan Allah Ra sulü : «Hayır, (hayır, şüphesiz İd Ammar, tepesinden tu*-nağina kadar İmanla doludur. İman, O'nun eti ve kanıyla karışmıştır» dedi. Bilâhere de, Ammar'ın sadakatine dair Allah'ın tanıklığını ifade eden vahiy geldi ve Allah Teâla: «İnandıktan sonra, Allah'ı inkâr eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde (inkara) zorlanan değil, fakat küfre göğüs açan-kimselere Allah'tan bîr gazap iner ve onlar için büyük bir azab vardır»[607] buyurdu.
Ayeti kerime, Allah yolunda işkence çeken bu kim selere, kalpleri imanla dolu olduğu sürece, ağızlarından küfür sözünü kaçınvermelerinin bir vebal getirmiyece-ğini, bunun, Ölümle tehdid edilen kimselere bir ruhsat olduğunu ifade ediyordu. Yasir ailesinden başka, daha pek çok kimse işkenceye çarptırılıyordu.
İnanç uğruna, işkencelere tahammüldeki kahraman lıklar, yalnızca erkeklere has bir olgu olarak kalmamış tır. Allah younda pekçok kadın da işkenceye reva görül müş, onlar da büyük bir sabır, direnç ve kahramanlık Örneği göstermişlerdir. Bunun en güzel örneği, Ömer b. el-Hattâb'm cariyesi Zenîre'dir. Ömer, kolları yorulup, takati kesilinceye kadar, O'nu döver, hatta Ebu Cehil de O'na yardımcı olurdu da, bütün bunlar sadece O'nun, di nindeki sebatını artırırdı. Bundan, başka Benû Zühre'nin kölesi, Ümmü Üneys, Bilâl b. Rebah'm annesi Hamâme, Benu'I-MüemmÜ'in cariyesi, yine En-Nehdiye isimli bir cariye ve kızı bunlara misal verilebilir.
Ebu Cehil bu insanları görünce kızar ve; «şunlara ve peşlerinden gidenlere şaşmıyor musunuz? Şayet, Muhammed'in getirdiği hayır ve hak olsaydı, bizden önce, bunlar O'na gitmezdi. Zenire bizden Önce mi, hakka gidip, erecek? derdi.
Evet, ey Ebu Cehil! Senin hiçbir üstünlüğün yok. Zenire senden önce hakka kavuşmuştur. Yeryüzünde bir-tek müslüman oldukça, o şeref ve hoşnudlukla anılacak, sana ise, kıyamete kadar herkes lanet edecektir. Ey Ebu Cehil! artık, soy sop gitmiş, geriye yalnızca, takva kal mıştır : «Allah katında en üstün olasımız, en muttaki o!anıiîizdır.»
Allah'ın İslâm'a ve sadık müsîümanların kalplerine yerleştirdiği bu, gizli ve üstün manevî unsurlar, Şam ve Beytü'l-Makdis'i istilaya çalışan, haçlı savaşlarında, ba tı ittifakına ve ordularına karşı müslümanlara dayanma gücü veren unsurlardır. Hristiyan taassubunun hortlat tığı bu haçlı saldırılan, doksan seneden fazla bir süre, o beldeleri istila etmiştir. Fakat, büyük İslâm kahrama nı, Selahaddin Eyyübi komutasındaki İslâm orduları, Şam ve Beytü'l-Makdis'i geri almış, rüsvay ve perişan bir vaziyette onları püskürtmüştür. En büyük komutan larından birisi Mısır, Mansurc'de esir edilmiş, çok kısa bir süre sonra da, Mısır ve Şam'da İslâm orduları onları kahru perişan edip, denize dökmüş ve unutamıyacakları bir ders vermiştir.
Moğolların İslâm memleketlerini istila edip, tahri binden, insanları katledip, İslâm medeniyetinin emare lerini yok etmesinden sonra, müslümanlara yeniden eski gücünü veren, yine bu, İslâm'da saklı manevî unsurlardır.
Ve yine, bu unsurlar, Moğol imparatorunu müslü-manlarm hiç bir güç ve kuvvetinin bulunmadığı bir za manda, İslâm'a sokmuştur. Oysa, o vakit, tek güç kuv vet ve hakimiyet Moğolların elindeydi. O'nun müslüman oluşuyla, çok sayıda Moğol da İslâm'ı kabul etmiş ve İslâm'a karşı muharip olduktan sonra, O'nun davetçileri ve koruyucuları haline gelivermişlerdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor : «Allah, kimi doğruya iletmek isterse, O'ııun göğsünü İslâm'a açar. Kimi de saptırmak dilerse, O'nun göğsünü (adeta) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar.»[608] «Muhakkak İd, bunda, kalbi olan ve-yahııd şahid olarak kulak veren kimse için bir öğüd var-dır»[609]
Son iki asırdır, azgın şer güçlerin üşüşmesi karşısın da, müslümanlara direnç veren yine bu manevî unsurlar dır. Hristiyan haçlıları eski hallerine dönmüş, belki daha beter bir vaziyete düşmüşlerdir. O'nun yerine yeni' bir şer güç ortaya çıkmıştır. Bu güç, eski ve yeni her türlü tahrip vasitasıyle, bütün memleketleri kasıp kavuran, harap eden siyonizmdir.
Ne var ki, İslâm hakkında, hertürlü kötülükleri dü şünen O'nu yok etmeye çalışanların önüne dikilip, gözün de büyüyen de yine bu manevî unsurlardır. Müslümanla ra, bütün düşmanları karşısında direnç veren bu unsur lardır ve Allah'ın izniyle, kıyamete kadar da, bu hak din ve; onu savunan bağlıları baki kalacaklardır. Bu söylediklerimizle tebliğ görevimizi yapmış sayıyoruz. Allahım şa hid ol. [610]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:19 am

Tavsiye Ve Temenniler

1- Dünyada, Sünnet ve hadis tetkikleri ile meş gul olanların, koordineli olarak, ortak bir strateji çerçe vesinde hareket etmeleri kaçınılmazdır. Doğu'da, Hint Okyanusu'ndan, Batı'daki, Atlas Okyanusu'na kadar bütün İslâm âleminde sünnet-i nebeviyeye hizmet için ortaya çıkmış cemaatlar vardır. Bu cemaatler bir birleri ile irtibat halinde çalışacak olsalar, şüphesiz bun dan çok hayırlı neticeler elde edilir. Dünyanın dört bir yanma yayılmış olan bu cemaatlerin sünnet'e hizmette ortak bir plan ve projeye ihtiyaçları vardır. Plân ne ka dar iyi; proje ne kadar belirgin olursa, o zaman, bu mü-teaddid cemaatler daha iyi ürün verebilir ve Allah'ın iz niyle her vakit bunun meyvesi görülür.
Şayet, Rasululah'ın sünnetine hizmet için ortaya çık mış bulunan bu cemaatler, İslâm âleminin çeşitli yerle rinde, yıllık konferans ve toplantılar düzenlemiş olsalar; bu vesileyle tanışıp, kaynaşma sağlanır ve bu ulvî gaye etrafında bir yardımlaşma zemini oluşturulurdu. Nitekim, Allah Teâla şöyle buyuruyor : «İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve düşmanlıkta yardunlaşmaym»[611] Allah'ın kitabına ve Rasulü'nün sünnetine hizmetten daha büyük iyilik var mı ki?
îlk asırlarda, hadisçiler, hadisleri toplamak gayesiy le, üstadlarla karşılaşmak, onlardan hadis dinlemek su retiyle bu tanışmayı ve yardımlaşmayı gerçekleştirmiş lerdir. Bu uğurda pek çok meşakkatli ve sıkıntılı yolcu luklar yapmışlardır. Ta sahabe devrinden beri, hadisçi-lerin, hadis ve sünnetlerin toplanma işi tamamlanıncaya kadar, bu yolda sürdürdükleri seferler sonraki nesille rin hâlâ saygıyla andıkları bir davranıştır. Bu durum yal nızca İslâm ümmetine has bir olaydır.
Buhari, Cabir b. Abdullah (r.a.)'m Rasulullah (s.a.s.) dan bizzat hadis işiten, büyük sahabi, Abdullah b. Üneys'_ten birtek hadisi öğrenebilmek için, bir aylık bir yolcu luğa katlandığını rivayet etmiştir.
Cabir (r.a.)'in «Mısır'da bulunan bir zatın, Rasulul lah (s.a.s.)'dan bir hadis naklettiği kulağıma geldi. Hemen bir deve satın alıp, Mısır'a kadar gittim ve hadisi bizzat kendisinden dinledim» dediği de rivayet edilmiştir. Aynı hadiseyi Taberani, Mesleme b. Mahled tarikiyle rivayet etmiştir.
îmam Ahmed de, birtek hadis için, büyük Sahabi, Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.)'nin Ukbe b. Amir'in yanma yolculuk ettiğini kaydetmiştir.
Ebu Davud da, bir sahabinin aynı gaye ile.Mısır'daki Fudale b. Ubeyd'e kadar gittiğini nakletmiştir.
Aynı şekilde, bu uygulamayı, tâbiun ve onlardan soru • ra gelen hadis imamları da devam ettirmişlerdir.
El-Hatib el-Bağdadi, Abdullah b. Adîy'nin şöyle de diğini rivayet etmiştir : «Ali'nin bir hadis rivayet ettiğini duydum. Eğer, ölürse, başkasında bulamanı diye, yola çıkıp Irak'a kadar gittim.»
İmam Malik de, Said b. el-Müseyyib'in: «Birtek ha dis için günlerce ve gecelerce yolculuk yaptım» dediğini nakletmiştir.
Yine, el-Hatib, Ebu'î-Âliye'nin : «Rasulullah'm asha bından nakledilen hadisler duyardık, gönlümüz razr ol mazdı, kalkıp, bizzat kendilerine gider, dinlerdik» dedi ğini rivayet etmiştir.
Şa'bi de bir konuda fetva verdikten sonra, fetvayı sorana : «Sana, bunu hiçbir karşılık olmadan verdik. Bir zamanlar, bundan çok daha basit bir şey için, ta Medine'ye yolculuk yapılırdı» demiştir.
Darimî de, Büsr b. Ubeydullah'm, birtek hadis için muhtelif şehirlere yolculuk yaptığını, nakletmiştir.
Ebu Kılâbe ise; sırf, acaba bir tek hadis işitebilir mi yim diye, işi olmadığı halde üç gün Medine'de kaldığını söylemiştir.[612]
Mesafelerin uzaklığına, yolculuğun sıkıntısına, mal ve vasıtanın azlığına, rağmen ilk asırlarda bunlar gerçekleştiğine göre, yolculuk sıkıntılarının ortadan kalktı ğı; güçlüklerin kolaylaştığı, yolculuk vasıtalarının ve kon forun son derece bollaştığı asrımızda, neden bu tanışma ve kaynaşma gerçekleşirilemesin?
2- Sünnet'i Nebevi'ye hizmet gayesiyle ortaya çı kan bu cemaatlara düşen diğer bir görev de; sünnet ve hadislerin muhtelif cihetlerinde hizmet verecek birim ler oluşturmaktır. Bir birim, îslâm kültüründe, hadis ilimlerine dair eserlerin neşrini üstlenirken; diğeri bu sa hada şerh edilmemiş bulunan eserlerin şerhini veya şerh edilmiş olupda, çok muhtasar bulunanları genişletmek görevini yerine getirecektir. Böyle olan eserlerin başında Müslim'in Sahih'i, İmam Ahnıed'in Müsned'i, Sünen-i Nesei ve Sünen-i îbn Mâce gelmektedir. Bu arada, bir diğer birim de müşkil hadisler üzerinde çalışacaktır. Ha dislerde görülen bu problemler, bazen açık bir şekilde farkedilebilir. Yahut da akla ve müşahedeye ters düş mekten ileri gelebilir. Veya, tabiat ve astronomi ilimle rinin gelişmesi sonucu elde edilen bulgularla çelişmekten ileri gelebilir. Bu birim, kapsamlı bir inceleme ve araştırmadan sonra, ele alman konuda tek bir görüş oluş turacaktır. Böylece, bugünkü müslüman gençler, müşkil hadisler konusunda ileri sürülenleri cevaplarken, kültür ve düşünce farklılığı sonucu, içine düştükleri fikrî bulanıklığa maruz kalmıyacaklardır.
İslâm düşmanları, ki bunlara sünnet ve hadis düş manları da denilebilir sünnete bu müşkil hadislerden hareket ederek dil uzatmaktadırlar. Bugünkü müslüman gençler, bu şüphelerden kendilerini uzak tutacak, kültü rel birikime, hadis bilgisine ve dinî gayrete sahip değil lerdir.
Bu gençler, biz âlimlerin boynundaki birer emanet tir. Onları, bu şüphe ve kuşkularla başbaşa bıraktığımız taktirde fitnenin kucağına atmış oluruz. İslâm'ın istikbâli bu gençlere bağlıdır. Gücümüz nisbetinde, inançlarını ko rumak, fitnelerle aralarında perde olmak en başta gelen görevimizdir.
Diğer bir birimin görevi de, hadis ve hadis ilimleri üzerindeki çalışmaları, gençlerin anlıyacağı bir seviyeye getirmektir. Hadis sahasında ihtisas yapan öğrencilere bi le, ilk hadis kaynaklarına müracaat etmek güç geliyor;
anhyamadıklan için şerhleri okumakta sıkıntı çekiyorlar sa, hadis talebesi olmayanlar ne yapsın?!
Bu kolaylığın sağlanması için, kapalı ifâdelerden uzak açık ve akıcı bir üslupla kitap ve kitapçıklar yazılmalıdır. Hadis ve hadis ilimlerine dair çalışmalar, ancak, böyle sevdi rilebilir.
3-Sünnet ilimlerinde ihtisas yapan, severek, sün net kitaplarım okumanın faydasına inanan âlimler, ön ceki muhaddisler gibi bunu sırf Allah rızası için yapma lı; mal ve vazife kaygusu ile bu işe kalkışmamalıdırlar.
Birisi, Sahihi Bulıarî'yi sened ve metniyle okutmalı; bu arada, metinde geçen garib kelimeleri açıklamalı, fık hı ve ilmî bakımdan, psikolojik, ahlakî sosyal ve eğitim yönünden hadislerden ne gibi sonuçlar elde edilebileceği ne değinmelidir. Bir başkası, aynı yöntemle Sahih-i Müs lim'i okutmalıdır. Bu arada bir diğeri mutabi ve şahid olarak kaydedilen rivayetlerdeki, hadis ilmi bakımından or taya çıkan inceliklere değinmeli, ihtiva ettiği ahlakî ve hukukî noktalan belirtmelidir.
Aynı tarzda, Ebu Davud, Neseî, Tirmizi, İbn Mace, Ahmed, Darekutnî (Sünen), Hâkim, Beyhâki, (Sünen) gibi zatların eserleri de okutulmalı; imkan nisbetinde izahları yapılmalıdır. Böylece hadis kitaplarının hepsi üzerinde, uzman bir âlim veya bir grup mütehassıs çalışma yapmış olmalıdır. Ayrıca, bu derslerin halka açık olan cami ve mescidlerde yapılmasında da büyük faydalar sÖzkonu-sudur.
Bu noktada, hadis tedrisi ile uğraşanların geçimleri ni nasıl temin edecekleri sorulabilir. Geçmiş dönemler deki âlimlerimiz nasıl geçinmişlerse onlar da öyle geçineçeklerdir. İlk devir âlimlerimizin büyük bir kısmı; hadis rivayeti, hatta ilm öğretme karşılığında ücret almanın ha ram olduğu görüşündeydiler. Pekçok, tefsir, hadis, fıkıh ve usûl âlimi, aza kanaat etmiş, Allah'ın vereceği müka fatla yetinmişlerdir. Kaldı ki bugün, çok sayıda İslâm dev letinin hazinelerinde bu görevi karşılayacak kadar zekât ve diğer gelirler de mevcuttur. Allah'ın ihsan .ettiği kay naklardan, bu âlimlerin geçimim sağlayacak, hayatlarının idamesine yetecek kadar meblağ da temin edilebilir. Hep sinin de ötesinde, İslâm üniversitelerinin sahip oldukları mülkiyet de, bu âlimlerin ihtiyacını karşılayabilecek güce sahiptir. Zaten, kitap ve sünnete hizmet etmek, İslâm dev letlerinin ve üniversitelerinin en büyük yükümlülüğüdür.
4- İslâm üniversitelerinden her birerinin bütün ih tiyaçlarına yetecek kadar konforu sağlamak suretiyle, bir grup samimi âlimi, kitap ve sünnetin hizmetine tah sis etmesi gerekir. Bu aynen gayrı müslim devletlerin yaptıkları gibi yapılmalı; ilmî cemiyet mensuplarına ilgi göstermeli; araştırma yapanların araç ve gereçleri tamamlanmalıdır. Batılılar bundan dolayı büyük netice ler alabilmiş; faydalı çalışmalar ortaya koyarak ilme büyük katkıda bulun abilmişlerdir.
5- İslâm üniversitelerinin pek çoğu, hâlî hazırdaki durumlarıyla hiçbir branşta, hüküm, fetva, hitabet ve vaaz sahalarında kendisine başvurulabilecek nitelikte âlim yetiştirmemektedir. Bunun sebebi ise, İslâm'ın altın devirlerinde olduğu gibi, eğitim ve Öğretimin, ilim için, ilim anlayışı üzerine bina edilmemesidir. Bugün, üniversiteler deki eğitim kap kaç esası üzerine kurulmuştur. Bunun ne deni ise, devlet görevinde çalışabilecek, görevli memur ve öğretmen nesli oluşturabilme kaygusudur.
Günümüzde Üniversiteden mezun olan pek çok.kim seyi, yalnızca para ilgilendirmektedir. Böylelerine devlet-işinde görev almasını sağlayacak bir diploma veya belge de verilebilir. Hakiki manada öğretimi için seneler gereken ilimlerin tahsilinde, saat veya saatcikler ne ifade ede bilir ki? Dahası, hastalığı istisnasız bütün İslâm üniver sitelerini saran şu tezler, uzun uzun yazılan eserlerin ne kadarından insanı müstağni kılabilir ki? Bunlar, ancak, bir fitil, lambadan; bir damla, deryadan ne kadar müstağ ni kalabilirse, o kadarını yapabilirler.
Üniversitelerimizin, kuruluş gayeleri, metodlan, eği tim ve öğretim yöntemleri konusunda, yeniden kendile rini gözden geçirip, değerlendirmeye tâbi tutmaları, in sanî bir fazilet, edebî bir şecaat olacaktır. İstisnasız bü tün üniversite yetkililerine bu meyanda, Hz. Ömer'in, yar gı ve edepleri konusunda, Ebu Musa el-Eşa'ri'ye söylediklerini hatırlatıyorum : «Dün verdiğin bir hüküm, doğrasu sana gösterildikten sonra, önceki kararını yeniden gözden geçirmene mani olmasın. Zira, hakka dönmek, batılda ıs rar etmekten çok daha hayırlıdır.»
Allah'ın salât ve selâmı, efendimiz Muhammed. (s.a.s.)'e, O'nun âl ve ashabına olsun.
Muhammed b. Muhammed Ebu Şehbe [613]

Sünnetin Hüccet Oluşunu İnkâr Edenlerin Ortaya Attıkları Kuşkular Ve Bunların Eleştirisi

Bu bölüm, Abdülğâni Abdülhâlık tarafından kaleme alınmış olup, yazar, ötedenberi sünnetin hüccet oluşunu reddedenlerin ortaya attıkları dört temel kuşkuyu ele al makta ve bunlara cevaplar vermektedir. [614]

Sünnet'in Hüccet Oluşunu İnkâredenlerin Ortaya Attıkları Kuşkularve Bunların Eleştirisi

I. ŞÜPHE

Deniliyor ki; «Allah Teâla kitabında «Biz, kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık,» [615]ve «...Bu kitabı sana, herseyin bir açıklaması olarak indirdik,[616] buyurmaktadır.
Bu âyet-i kerimeler, Kur'an'm, dine tealluk eden her-şeyi, ve dinî hükümlerin tamamını içerdiğini ifade eder. O'nun, dini her bakımdan izah ederek, tafsilatıyla ortaya koyduğunu belirtir. Bu durumda, sünnet gibi başka bir şe yin, dini hükümlere kaynaklık etmesine, onu açıklayıp tafsilâtını ortaya koymasına gerek kalmamıştır. Bunun ak sini savunmak; kitabın din konusunda yetersiz kaldığını ve herşeyin bir açıklaması olmadığım söylemek olur. Böy­le bir söz ise; Allah Teâla'nm bizzat kendi haberine mu halefet etmesi demektir ki,- bu da imkansızdır.»
Cevap:
Herşeyden önce, birinci âyet-i kerimede geçen «el-Ki-tâb» ile kastolunan, Kur'an-ı Kerim değil, «Levh-i Mahfuz»dur. Çünkü, herşeyi içeren, bütün mahrukatı, büyüğü,
küçüğü, geçmişi hâli ve istikbâli, bütün detaylarına varmcaya kadar kuşatan O'dur. Nitekim, Allah Rasulu., (s,a.s.) : «Kıyamete kadar, meydana gelecek olan bütün hu suslarda kalem kurumuştur (Yâni; herşey takdir edilmiştir)» buyurmaktadır.
Ayet-i kerimeleri, siyak ve sibaklarına göre anlamak ; gerekir. Dikkat edilecek olursa, ilk ayet-i kerimenin Öncesinde, Allah Teâla : «Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kanadı ile uçan kuşlardan (ne varsa) hepsi sizin gibi ümmetlerdendir (topluluklardır.)»[617] buyurmuştur. Bunun arkasından, ayete verilecek en uygun mana bizim işaret ettiğimiz manadır. Burada, hayvanlardan oluşan diğer üm metlerle, insan arasındaki benzerlik ise şu noktadadır. Hayvanların da, ömür, rızık, ölüm, saadet ve meşakkat gibi bütün halleri, tıpkı insanmki gibidir. Kitabu'1-Mah-fuz'da hepsi en ince detaylarına kadar tesbit edilmiştir.
Eğer bu âyette de, Kitab'tan maksadın, ikinci ayeti kerimedeki gibi, Kur'an olduğunu kabullensek bile, her iki ayeti de genel manada zahirlerine hamletmek mümkün olamıyacaktır. Çünkü, bu, Kur'an'ın, ister dine tealluk etsin, ister dünyaya, her hükmün tafsilatını ve izahını kap sadığı, hiçbir şeyi eksik, gedik bırakmadığını söylemek olur. Aksi takdirde, Allah Teâla'nm kendi haberine mu halefet etmiş olması icabeder. Kur'an'ın dünyevî meseleleri en ince detaylarına kadar zikretmediği açık bir şe kilde görülmektedir. Aynı şekilde, dinî hükümlerdede, yalnızca, Kur'an'la yetinmenin ne kadar güç bir iş olduğu ortadadır. O halde ayetleri zahirlerine hamletmekten ka çınıp te'viline yönelmek bir zarurettir.
Âlimlerimiz, bu ayetleri muhtelif şekillerde te'vil et mişlerdir. Bazıları; Kitabın (Kur'an) indirilmesin deki ye gane gayenin Allah'ın bilinmesi, hükümlerinin insanlığa sunulması ve dinin izah edilmesi, olduğundan hareketle, O'nun yalnızca, dinin kapsamına giren herşeyi beyan etti ğini söylemişlerdir.
Ancak, burada söz konusu olan «beyan» iki kısımdır :
a) Nass yoluyla yapılan beyan : Bu da; Kitabın iti-kad esaslarını beyanı, Namaz, Zekât, Oruç ve Hacc'm farz, alış veriş ve nikahın helâl, Faiz ve fuhşiyatm haram olu şunu beyanıdır. Ayrıca, temiz ve pis olan yiyeceklerin hükümleriyle ilgili beyanı da bu kısma girer.
b) Şârî'in, kitabında, delil ve hüccet olduğuna itibar ettiği diğer delillere havale etmek suretiyle yapılan, beyandır. Böyle olunca : Sünnet, icma', kıyas ve muteber olan diğer delillerden herhangi birisinin beyan ettiği her hü küm de Kur'an tarafından beyan edilmiş sayılır. Çünkü, bize o delilin meşruiyetini beyan edip, bizi ona yönelten ve sevkeden, kendisiyle amel etmeyi üzerimize vacip kılan Kur'an'dır. Eğer, O, bizi bu delile irşad etmemiş, gereği ile amel etmeyi vacib kılmamış olsaydı ne biz bu hükmü elde edebilir ve ne de onunla amel adebilirdik. Bu takdirde Kur'an, teşriin (yasamanın) esası olup, şer'î hükümlerin tamamı O'na dayanmaktadır.
Bu meyanda İmam Şafiî, şu görüşlere yer verir : «mü'minlerin başına gelebilecek her türlü hadiseye dair, o konuda, doğru yolu gösterecek bir delil Kur'an'da mutlaka mevcuttur. Zira, Allah Teâla şöyle buyurmaktadır. «Bu Kur'an, Rab'lerinin izniyle, insanları karanlıklardan aydin-Iığa, (yâni) herşeye galip, (ve) övgüye layık olan, Allah'ın, yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz bir kitaptır.»[618] «Sana da, kendilerine indirileni, insanlara açıklayasın diye Bikri indirdik.», «Sana bu kitabı, herşeyin bir açıkla ması (beyan) bir hidayet ve rahmet, müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.», «Aynı şekilde, sana da emrimiz den bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir biîmiyordun. Fakat, biz onu, kullarımızdan dilediklerimizi, kendisiyle hidayete kavuşturduğumuz bir nûr kıldık. Mu hakkak ki, sen doğru yola iletensin.»
.Burada beyan, usûl ve furû ile ilgili herşeyi kapsa yan bir kelimedir. Bu manalar için, en azından söylenebi lecek şey şudur : Kur'an, bu manaları aralarında tedavül eden kimseler için bir beyandır. O zaten onların lisanı ile indirilmiştir. Beyan nokta-i nazarından, bu manaların bir kısmı diğerinden kuvvetli olabilir. Fakat, her halükarda, dili konuşanlar için anlaşılmaları yönünden seviyeleri bir birine yakındır. Arap lisanını bilmeyenlerin yanında ise bu manalar birbirinden çok farklıdır...
Allah'ın kitabında verdiği hükümlere göre, kulları nın ubudiyette bulunmaları için beyan edilenler birkaç yönden ele alınabilir :
a) Bunlardan bir kısmı, bizzat Kur'an'da, açıkça zikredilerek (nâs'la) beyan edilmiştir : Namaz, zekât, hac ve oruç gibi, kulların üzerine düşen farizaların tamamı, açık ve gizli fuhşiyatm hepsi, zina, içki, domuz eti, kan ve ölü eti gibi şeylerin haram olduğunun açıklanması bu beyan çeşidi ile tesbit edilmiştir. Ayrıca, Allah Teâla, ab-destin farziyeti ve daha başka buna benzer hususları, biz zat nas ile beyan etmiştir.
b) Farziyeti, kitabla hükme bağlanan, keyfiyetinin izahı ise peygambere bırakılan hususlar : Namaz ve ze-katm miktarı, vakitleri vb. konular buna örnekdir.
c) Allah'ın hakkında nas zikretmeyip, Hz. Peygam-ber'in sünnetiyle hükme bağlanan hususlar : Allah Teâla. Kur'an-ı Kerim'de, Rasul'e itaati ve hükmüne müracatı farz kılmıştır. Rasulullah'ın verdiği hükümleri kabul eden, Allah'ın bunu farz kılmasından dolayı kabul etmektedir.
d) Allah Teâla'nm, hakkında içtihadı farz kıldığı hu suslar: Allah Teâla, bizzat farz kıldığı konularda, nasıl kullarının itaatini deniyorsa, böyle durumlarda da, onların ic-tihad hakkındaki tutumlarını denemektedir. Nitekim, âyetlerinde şöyle buyurmuştur : «Yemin olsun ki, içiniz den cihad edenlerle, sabredenleri belirleyinceye kadar ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar, sizi imtihan edeceğiz.»[619] «Allah içhüzdeldleri yoklamak, ve kalplertnizdekileri te mizlemek için (böyle yaptı)...»[620] «Umulur ki, Rabbınız, düşmanınızı helak eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hakim kılar da, nasıl hareket edeceğinize bakar.[621]
İmam Şafii sözlerine şöyle devam eder :
«... (Bir diğer beyan çeşidi de) Kur'an'da zikredilme yen konularda, Hz. Peyganıber'in sünneti ile koyduğu hükümlerdir. Bizim, bu kitabımızda, kaydettiğimiz, üzere Allah Teâla'nm kullarına kitab ve sünneti öğrenmelerine, ilişkin, yaptığı tavsiyeler, hikmetin, Hz. Peygamber'in sün neti olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, Allah'ın, Rasule itaati farz kıldığına, O'nun dindeki konumuna dair
zikrettiklerimiz de bunu desteklemektedir. Kur'an'da biz zat zikredilerek farz kılınanların beyanı ise şu şekillerde olur :
a) Kur'an'm son derece açık bir şekilde beyan ettik leri : Bu durumda, Kur'an'm yanında başka bir şeye ihti yaç duyulmaz.
b) Gayet açık bir şekilde farz kılınanlar: Allah Teâla, Rasulune itaati farz kılmıştır. Binaenaleyh O da; Allah'ın emri ile, farziyyetin niceliğini, kimlere farz oldu ğunu, ne zaman farziyettinin icab edip, hangi durumlarda ortadan kalkabileceğini beyan eder.
c) Kur'an'da, hakkında hiçbir nas bulunmayıp da, Hz. Peygamber'in sünneti vasıtasıyle beyan edilenler: Sünnetteki herşey Kitab'm beyanıdır. Allah'ın kitabındaki farzların tamamını kabullenen bir kimse, O'nun, kullan üzerine Rasulü'ne itaat etmelerini ve hükmüne müracaat edip, boyun eğmelerini farz kılışından ötürü, Rasulullah (s.a.s.)'m sünnetini de kabullenirler. Kim, Rasulullah (s.a.s.)'m hükmünü kabullenirse, filhakika, Allah'ın hük münü kabullenmiş demektir. Çünkü Allah Teâla, O'na ita ati farz kılmıştır.
Her nekadar, Yüce Allah dilediği gibi[622], muhtelif ne denlerden dolayı farz kılmak helâl veya haram etmek suretiyle hüküm koysa da, Yine, Allah ve Rasulünün herbire-rinden hükümleri kabul etmenin sebepleri farklı, farklı ol sa da, Kur'an'daki hükümlerle, sünnetteki hükümleri ka bullenmek, aslında, herikisini birden Allah'tan kabullen mek anlamına gelir.»
Bu son mütalaadan, Dr. Tevfik Sıdkı'mn «İslâm Yal nızca Kur'an'dan İbarettir»[623] adlı makalesindeki: Niçin, dinin bir kısmı Kur'an, diğer bir kısmı hadis olsun ki? Bunun hikmeti, ne olabilir? Şeklindeki sorularına verilecek cevap anlaşılabilir, Nakledildiğine göre, İmam Şafiî, birgün Mescid-i Ha-ram'da otururken : Bana, ne sorarsanız sorun, cevabını Allah'ın kitabından verebilirim, demiştir. Bunun üzerine birisi, ihramh iken, eşek arısı öldürmenin hükmünü sormuş, îmam, bir şey gerekmiyeceğini, söylemiş, soru sa hibi. Peki, bu, Allah'ın kitabının neresinde? deyince, İmam : Allah Teâla : «Rasul size neyi verirse onu alın...» buyuruyor, karşılığını vermiş ve şu rivayeti zikretmiştir «Benim sünnetime ve benden sonraki raşid halîfelerin sün netine yapışınız.» Daha sonra da Hz. Ömer'in: «îhramlı birisi, eşek arısı Öldürebilir» dediğini hatırlatmıştır. Böy lece, imam, üç delille, Allah'ın kitabından hüküm çıkararak, kendisine tevcih edilen sorunun cevabını vermiş tir. Benzeri bir rivayet de, döğme yaptıranlar hakkında İbn Mesud (r.a.)'dan rivayet edilmiştir.
Hatırlanacağı üzere, zina eden işçi ile ilgili hadiste, işçinin babası, Hz. Peygamber'e: «Bize, Allah'ın kitabıyla hükmet» demiştir. Rasulullah (s.a.s.) da; Sizin, aranızda, Allah'ın kitabıyla hüküm vereceğim» demiş, daha sonrada; işçiye bir yıl sürgün ve sopa cezası, kadına da, itiraf ettiği takdirde, recm, cezası hükmünü vermiştir. Buradan hareketle, el-Vahidî: «Allah'ın kitabında ne recm ve ne de sürgün cezası zikredilmemektedir. Öyleyse bu, Ra-sulullah'-m verdiği bütün hükümlerin, tıpkı, Kur'an mesabesinde olduğuna delalet eder» demektedir.[624]
2- Ayet-i kerimelerin bir diğer te'vili ise şöyledir : Kur'an bir bütün olarak, dine tealluk eden hiçbir şeyi ek sik bırakmamış, detaylarına işaret etmeksizin, şeriatın te mel prensiplerini beyan etmiştir. İbadet ve muamelata dair hususların, araştırılıp, tesbit edilmesi esnasında müc-tehidlerin istinbatta bulunabilmeleri için bunun yeterli olmadığı malumdur. Bu yüzden, mutlaka, mücmeli tafsil edip açıklayan bir kaynağa müracaat etmeleri gerekmek tedir. Sünnetin teşri'de müstakil oluşundan bahsederken, bu konu üzerinde durulacaktır.
Ebu Süleyman el-Hattabi, «Mealimu's-Sünen» adlı-eserinde, Süneni Ebu Davud'u dinlerken, îbnu'l-Arabi'nin, eliyle önündeki nüshaya işaret ederek, şöyle dediğini nak leder : «Eğer bir kimsenin yanında, Allah'ın kitabı, ve bir de şu kitap (Ebu Davud'un Süneni) bulunsa, ilim konu sunda, asla, başka bir şeye ihtiyaç duymaz» İbn Arabi, sö zünde yerden göğe kadar haklıdır. Zira, Allah Teâla, kita bını herşeyi açıklamak üzere göndermiş ve «Biz kitapta, hiçbirşeyi eksik bırakmadık» demiştir. Allah Teâla, dinin kapsamına giren her konuyu, Kur'an'ın içermekte oldu ğunu haber vermiştir. Şu kadar var ki, beyan iki şekilde olur:
a) Beyan-ı Celi (Açık beyan) : Bizzat nass zikredile rek* yapılan beyandır.
b) Reyan-i Hafi (Gizli beyan) : Kur'an lafızlarının zımnen ifade ettiği manalardır. Bu çeşidin etraflıca izahı,
Hz. Peygamber'e bırakılmıştır. Allah Teâla'mn : «İnsan lara! lindirileni, kendilerine aeıklayasin diye, sana da kitabı verdik, umulur ki tefekkür ederler» âyetinin ifade et tiği mana da budur. Kitab ve Sünneti, her ikisini birden idrak eden kimse beyanın iki yönünü de elde etmiş olur.
3- Ayetlerin bir başka şekilde tevili konusunda, müfessir Alûsi bazı âlimlerin şu görüşünü nakleder : İşler, dinî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır. Dünyevî olan ları ile, Peygamber'in bir ilgisi yoktur. Çünkü, onlar için gönderilmemiştir. Dinî olanlar ise : Ya aslî'dir veya ferî'-dir. Aslî konuların yanında ferî meselelerin pek ehemmi yeti yoktur. Zira herşeyden önce, peygamberlerin gonde-rilmesindeki yegane hikmet tevhid ve benzen hususlar dır. Dahası, kullar, Allah'ı bilmek için yaratılmışlardır. Nitekim Allah Teâla : «Ben, insanları ve cinleri. a*3cak, bana, kulluk etsinler diye yarattim.»[625] buyurmaktadır. Müfessirler buradaki «kulluk» kelimesini «marifet; Allah' ın bilinmesi» olarak yorumlamışlardır. Ayrıca, tasavvuf ehlinin sahih kabul ettiği, meşhur bir kudsî haberde de : «Ben gizli bir hazine idim. Tanınmayı arzuladım ve bu maksatla mahîukatı yarattım»[626] denilmektedir. Kur'an-ı azimüşşâri, dinin aslî meselelerini, en kâmil bir şekilde te keffül etmiştir. Ayette geçen «herşey» den maksat da bu olsa gerektir.» [627]

II. ŞÜPHE

Sünneti inkâr edenlerin, bir diğer iddiaları da şudur : «Allah Teâla «Kur'an'ı biz indirdik. O'nu muhafaza edecek olan da biziz» buyurmaktadır. Bu ayetin ifade ettiği ma na; Allah'ın yalnızca, Kur'an'm muhafazasını tekeffül ettiğidir. Sünneti değil. Eğer, sünnet de, Kur'an gibi, hüc cet ve delil olmuş olsaydı, Allah Teâla, mutlaka, O'nu da koruması altına alırdı.»
Cevap :
Allah Teâla, kitabıyla, sünnetiyle, bütün şeriatı mu hafaza etmeyi tekeffül etmiştir. Şu sözü de, buna delâlet etmektedir : «Allah'ın nurunu ağızlanyle söndürmek is tiyorlar. Allah ise : Kâfirler istemese de, nurunu tamamlamayı murad etmektedir»[628] Allah'ın nurundan maksat, O'nun şeriatı, kulları için hoşnud olup, onları, kendisiyle mükellef tuttuğu dindir. Bu din insanların maslahatlarını içermektedir. Zira, Allah Onu; gerek Kur'an ve gerekse Kur'an dışında gönderdiği vahiyle, Rasulune inzal etmiş tir. Ta ki, insanlar onunla amel ederek dünya ve ahirette saadet ve hayırlarına olan şeylere erişebilsinler.
Allah Teala'nm : «Zikri biz indirdik, O'nu koruya cak olan da biziz» sözüne gelince; ayetin metnindeki «lehu» zamiri hakkında iki görüş ileri sürmüşlerdir :
a) Bu zamir, Hz. Muhamrned (s.a.s.)'e işaret etmek tedir. Eğer böyle anlaşılacak olursa, ayet-i kerimeden kendilerine delil getirmelerine imkân yoktur. (Zira bu durum da, kastolunan, Kur'an değil, Peygamber (s.a.s.) olmuş olur.)
b) Zamir, daha önce geçen «ez-Zikr» kelimesine işa ret etmektedir. Eğer «Ez-Zikr»i de, kitap ve sünnet ile beraber, şeriat'm tamamı olarak yorumlarsak, yine O'nunla delil getirmelerinin imkânı kalmayacaktır. Kur'an olarak tefsir etmek durumunda kalırsak, o zaman da, ayette, Kur'an dışındakilere nisbetle hakiki bir tahsisin varlığını söylemekten kurtulamıyacağız. Çünkü, Allah Teâla, Kur'-an'dan başka, daha pekçok şeyi muhafaza etmiştir. Ör neğin, Rasulullah (s.a.s.)'ı ölümden ve hileden korumuş, kıyamete kadar, arş, gökler ve yeri yok olup gitmekten muhafaza buyurmuştur. Şayet, buradaki tahsis izafi olup, özel bir şey (Kur'an) için ise, bu durumda, ona işaret eden karine veya delil olması gerekir. Halbuki, ister sünnet ol­sun, isterse başka birşey, böyle bir delil söz konusu de ğildir. Metindeki «lehu» câr ve mecrurun öne alınması da, hasr için olmayıp, ayetler arasındaki münasebetten do layıdır.
Dahası, ayet-i kerimede, özel bir şeye nisbetîe izafi bir hasr bulunsaydı, bu sünnet olamazdı. Çünkü, Kur'an'in muhafazası, sünnetin korunmasına dayanmakta ve bunu gerektirmektedir. Çünkü, sünnet, Kur'an'm en sağlam ka-r leşi ve kalkanı en güvenilir muhafızı ve en açık sarihidir. O, Kur'an'ın mücmelini tafsil, müşkilini tefsir, müphemi ni tavzih, mutlakmı takyid ve has ifadelerini genelleştirir. Bununla birlikte O'nu, hevâlarına uyan ve abesle iştigâl edenlerin keyfi te'villerinden korur. Do.layisıyle, sünnetin muhafaza edilmesi, Kur'an'ın korunmasının bir gereği ve yine O'nun korunması, Kur'an'ın muhafazası demektir.
Allah Teâla, aynen Kur'an'ı muhafaza buyurduğu gi bi, sünneti de muhafaza etmiş, bunun bir sonucu olarak da, her ne kadar, ümmetin her ferdi tek tek tamamını öğremnese de, İslâm ümmetinin bütününe sünnetin hiç bir unsuru gizli kalmamıştır.
İmam Şafii, Arap dilinden söz ederken şu görüşlere yer vermiştir : «Arap dili, lisanlar arasında, en fazla lafız ve en geniş manaları içeren bir dildir. Peygamber'in dışın da, bu dilin bütününü ihata eden birisini bilemiyoruz. Ancak dilin hiçbir şeyi Onu konuşanların tamamına gizli kal mamıştır. Binaenaleyh, dili bilen kimsei yoktur denilemez (Yani, bir dili konuşanların, o dil hakkındaki tek tek bilgi leri bir araya gelince dilin bütünü ortaya çıkar) Arapların lisan bilgisi, fukahanm sünnet bilgisi gi bidir. Hiçbir şeyi kendisine gizli kalmamak üzere, sünne tin tamamını ihata eden birisini bilmiyoruz. Fakat, sünnet âlimlerinin hepsi bir araya getirilince, sünnet ilminin tamamı elde edilmiş olur. Herbirerinin bilgisi ayrılınca, ba zısı bir kısmından yoksun kalır. Ama, ona gizli kalan, baş ka birisinin yanında mutlaka mevcuttur.
.Sünnet âlimleri derece derecedir. Bir kısmı, sünnet lerin çoğunu bilmektedir. Bazıları, daha azmin bilgisine sahiptir. Sünnetlerin çoğunu bilen birisinin, bilmediğini,: ille de kendi düzeyinin üstün dekilerden öğrenmesi diye bir zaruret yoktur. Pekâla kendi seviyesinde olanlardan da öğrenebilir. Neticede de, bütün bir sünnet bilgisini elde eder. Sünnetlerin tamamı hususunda, âlimlerin cüm lesi tek bir fert gibidir. Ama, her bireri, belledikleri sün net oranında derece derecedirler.»[629]
Allah Teâla, kitabını, her asırda, bir önceki nesilden diğerine nakledecek, çok sayıda güvenilir hafızlar yarattığı gibi, aynı şekilde, sünneti için de, bir o kadar, belki de daha fazla itimada şayan insanlar yetiştirmiştir. Bu insanlar, ömürlerini sünneti tetkike vakfetmişler, kendileri gibi adil ve güvenilir kimseler vasitasiyle (isnadla) hadis leri, Rasulullah (s.a.s.)'dan nakledegelmişlerdir. Sonunda, sahihini sakinimden ayırarak, her türlü şüpheden ari ve herçeşit şaibeden beri olarak bize kadar ulaştırmışlardır. Bu durum, bütün berraklığı ile ortadadır. Böylece sün net, hilebazların şüphelerine ve münafıkların saptırma larına karşı keskin bir kılıç, her zaman zındıkların gözünde bir pıtrak ve mülhidlerin boğazında bir düğüm olmuştur.
Allah Teâla, aynen Kur'an'ı koruduğu gibi, Rasulunun sünnetini de muhafaza buyurmuştur. O'nu kitabının ka lesi ve kalkanı, bekçisi ve sarihi kılmıştır.
Hiç şüphesiz, İslâm düşmanlarının, sünnetin hüccet oluşunu ibtal etmekteki yegane gayeleri dini yıkmaktır. Fakat, «Kafirler hoşlanmasalar da, Allah nurunu tamam lamayı dilemektedir,» [630]

III. ŞÜPHE

Bir diğer iddiaları da şudur : «Sünnet hüccet olsaydı, Hz. Peygamber, yazılmasını emreder. Sahabe ve tâbiûn da, cem' ve tedvini için gerekli girişimlerde bulunurlardı. Çün kü, sünnetin hüccet oluşu, ona, gereken ihtimamın veril mesini; korunması için icab eden titizliğin gösterilmesini ve bu uğurda gerekli çalışmaların yapılmasını zorunlu kı lar. Zira, böylece sünnet, tahrif ve tebdilden, unutularak kaybolup gitmekten ve ehliyetsiz kimselerin, onda, hata etmelerinden korunmuş olur. Bu ise; ancak, gelecek ne sillerin, subutu kati bir tarzda, onu, elde etmelerine im kan sağlamakla mümkündür, subutu zaıınî olanlarla ih-ticaeta bulunmak doğru değildir. Nitekim, Allah Teâla : «Bilmediğin şeyin peşine düşme», «onlar ancak, zanna tabi oluyorlar» buyurmaktadır. Subutunun kati olabilme si ise; ancak ve ancak, Kur'an'da olduğu gibi, yazıya ge çirilmesi ve tedvin edilmesi ile mümkündür. Fakat, böyle yapılmamıştır. Çünkü, Rasulullah (s.a.s.) yalnızca, hadis lerin yazılmasını emretmemekle kalmamış, daha da ileri ye giderek yazılmalarım yasaklamıştır. Önceden yazılmış bulunanların da imha edilmesini emretmiştir. Sahabe de aynı tarzda hareket etmişler, hadis rivayetinden kaçın makla kalmayıp, başkalarını da çok hadis rivayet et mekten menetmişlerdir. Aralarından bununla iştigal eden ler de çok az rivayette bulunmuşlardır.
Sünnetin yazım ve tedvini ise, hata, nisyan, tebdil ve tağyirin arız olmasına imkan verecek kadar uzun bir müddet geçtikten sonra gerçekleştirilmiştir. Bu da, bir kıs mında şüphelere yol açıp, katiyyetine bölge düşürmüş ve O'nu itimada şayan olmaktan uzaldaştırmıştır.»
Hasih, Rasulullah'm, sahabe ve tabiun'un davranışla rı, şariin, sünnetin kati bir şekilde sübutunu murad etmediğine en açık delildir. Aynı zamanda bu irade, şariin na zarında, sünnetin muteber bir delil olmadığının ve hüccet olarak kullanılamıyacağınm da bir delilidir. İddiamız şu rivayetler tarafından da açık bir şekilde teyid edilmek tedir :
e Ebu Said el-Hudri, Hz. Peygamber'in şöyle dedi ğini haber vermiştir : «Benim sözlerimi yazmayınız, kini, benden, Kur'an dışında birşey yazmışsa, onu derhal yok etsin. Benden, rivayette bulunmanızda ise bir mahzur yok tur. Kim, bana yalan isnâd ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.» (Müslim)
•Yine, Ebu Said el-Hudri şöyle demiştir : «Biz otur muş Rasulullah (s.a.s.)'dan işittiklerimizi yazıyorduk. Bu arada, Rasulullah çıkageldi ve : «Ne yapıyorsunuz?» dedi. «Senden işittiklerimizi yazıyoruz» diye karşılık verdik. Bu nun üzerine : Allah'ın kitabının yanında, başka bir kitap daha mı istiyorsunuz? O'nu herşeyden tecrid edin» bu yurdu. Bizler de, yazdıklarımızın hepsini bir araya top ladık ve ateşleyip yaktık. Sonra da; «Ey Allah'ın, Rasuluî senden hadis rivayet edebilir miyiz?» diye sorduk, O da : «Evet, İsrail oğullarından da, rivayette bulunmanızda bir sakınca yoktur. Çünkü, sizin onlardan rivayette bulundu ğunuz şeylerin, daha da garipleri onlarda vardır» karşı lığını verdi.» (Müsned-i Ahmed)
•Muttalib b. Abdullah b. Hantab şöyle demiştir; «Birgün, Zeyd b. Sabit Muaviye'nin huzuruna girdi, Mua-viye O'na bir hadis sordu. Zeyd, hadisi haber verince de birisinden onu yazmasını istedi. Bunun üzerine Zeyd; «Rasulullah, bizlere, hadisleri yazmamamızı emretmişti» diye hatırlattı. Muaviyede isteğinden vazgeçip, yazıyı sildirdi.» (Sünen-i Ebu Davud)
• Kasını b. Muhammed şöyle demiştir : «Hz. Aişe di yor ki: Babam, Hz. Peygamber'in beşyüz kadar hadisini bir araya getirmişti. Bir gece O'nu çok sıkıntılı bir halde gördüm. Ben O'nun bu durumundan husursuz oldum ve bir rahatsızlığından dolayı mı yoksa kötü bir haber ne deniyle mi kederlendiğini sordum. Sabahleyin, yanımda bulunan hadisleri getirmemi istedi; ben de, götürdüm. Ateş istedi ve onları yaktz. Sonra da «içerisinde kendilerine itimad ettiğim kimselerden rivayetler vardı. Düşündüm de; onlar, ashnda bana rivayet ettikleri gibi olmayabilir. Binaenaleyh, onları üstüme almaktan endişe ettim. Onlar senin yanında iken ölüp gitmekten korktum dedi.» (Hâ kim)
• Aynı rivayetin, başka bir varyantında ise şu ilâve yer almaktadır : «...Burada benim kaydetmediğim bir ha dis olabilir. O zaman insanlar : Eğer, Hz. Peygamber bunu söylemiş olsaydı, Ebu Bekir'in bundan haberi olması gerekirdi, derler. Bilemem, belki de, ben size naklettiğim rivayetleri harfi harfine işitmemiş olabilirim.»[631] (Muntahab-û Kenzi'l-Ummâl) Hz. Peygamber'den işittikleri
Ez-Zehebî «Tezkiretû'I-Huffaz» adlı eserinde, Hâkim tarikiyle nakletmiş ve sahih olmadığını söylemiştir.
Yine O, aynı eserinde şunu kaydeder : İbn Ebi Mûley-ke'den gelen bir rivayete göre : Hz. Ebu Bekir (r.a.) Rasulullah (s.a.s.)'m vefatını müteakib insanları toplamış ve onlara şöyle demiştir : «Sizler, Hz. Peygamber'den hadis rivayet ediyor ve onlarda da ihtilafa düşüyorsunuz, sizden sonrakilerin ihtilafı ise daha fazla olacaktır. Bunun için, Rasulullah (s.a.s.)'dan hiçbirşey rivayet etmeyin. Kim siz den, rivayette bulunmanızı isterse, O'na; aramızda, Allah' ın kitabı var helâlim helâl, haram kıldıklarını da haram olarak kabul edin, deyin.»[632]
• Karaza b. Ka'b da şöyle demiştir: «Bizler, Irak'a gidiyorduk. Hz, Ömer de bizimle birlikte «sırâr» mevkiine kadar geldi ve azalarını ikişer kere yıkamak suretiyle bir abdest aldı. Sonra da : Sizinle, niçin yürüdüğümü biliyor musunuz? diye sordu. Evet, Allah Rasulu'nun ashabı oldu ğumuzdan dolayı, bizimle yürüdün, dedik. Bunun üzeri ne O : «Kuşkusuz siz Kur'an okurken an uğuldaşir gibi uğuldaşan bir beldeye gidiyorsunuz. Onları hadislerle Kur'an'dan alıkoyup meşgul etmeyin. Rasulullah'tan ha dis rivayetini azaltın Kur'an'ı herşeyden tecrid edin, haydi şimdi gidin,» dedi. Karaza, Kufe'ye geldiği vakit, hadis rivayet etmesini istemişler. O : «Ömer, bize bunu yasak ladı» karşılığını vermiştir (İbn Abdilberr Câmi-u Beyâni'l-İlm. Ez-Zehebi de muhtasar olarak kaydetmiştir.)
• «Ebu Hureyrc (r.a.) ye : «Sen, Ömer (r.a.) zama nında da, böyle rivayette bulunabiliyor muydun?» diye sormuşlar, O da «Eğer ben, Ömer devrinde, şimdiki gibi rivayette bulunsaydım, beni sopalardı, demiştir.» {Ez-Ze hebi, Tezkiretû'l-Huffaz)
• Şu'be, Sa'd b. İbrahim'den, O da, babasından, Hz. Ömer'in, hadis rivayetinde çok ileri gittikleri gerekçesiy le, İbn Mesud, Ebu'd-Derdâ ve Ebu Mesud el-Ensari'yi hapsettiğini, rivayet etmiştir.
• Urve b. Zübeyr, şöyle demiştir : «Ömer b. el-Hat-tâb, Sünnetlerin yazılmasını istedi ve bu konuda, ashâb ile istişare etti. Onlar da, yazılması yönünde görüş beyan ettiler. Ömer (r.a.) bir ay süreyle, Allah Teâla'ya istiharede bulunduktan sonra, Allah O'nun kalbinin bir yönde itmi nan bulmasına yardım etti ve bir sabah O; «Ben, sünnetlerin yazılmasını istiyordum. Fakat, sizden önceki birta kım milletleri hatırladım. Onlar, bazı kitaplar yazmışlar ve Allah'ın kitabını terkederek, onların üzerine üşüşmüş-îerdi. Allah'a yemin olsun ki, ben O'nun kitabına hiçbir şeyi karıştırmak istemem» dedi.» (Beyhâki, «El-Medhal», İbn Abdilberr, Câmîu Beyânil-ihn.)
• İbn Vehb, İmam Malik'in şöyle dediğini haber vermiştir : «Hz. Ömer, hadisleri yazmak istemiş veya yazdırmıştı. Bilâhere, Allah'ın kitabı ile birlikte, başka bir ki tabın daha olamıyacağım söyledi.»
İmam Mâlik, îbn Şihab'm, yalnızca, kavminin nese bini içeren bir kitaba sahip olduğunu, zira, o zamanki hadisçilerin yazma adetlerinin bulunmadığını, söylemiş tir. O vakit âlimler, yalnızca ezberlerlermiş. Yazanlar da, ezberliyebilmek için yazar, sonra da onu imha ederler- . miş.» (İbn Abdilberr.)
9 Yahya b. Ca'de'den : Kz, Ömer'in, bir ara, sün netlerin yazılmasını arzu ettiği, ama, daha sonra, yazıl maması gerektiği kanaati kendisinde hasıl olarak, şehir merkezlerine yolladığı bir tamimle; yarımda, yazılı ha dis bulunanların, onları imha etmelerini, istediği rivayet edilmiştir... (İbn Abdilberr.)
• Cabir b. Abdullah b. Yesar, Hz. Ali'nin bir hutbe sinde : «Yanında, yazılı hadis sahifesi bulunan herkesin, onları imha etmesini istiyorum. Zira, Önceki milletler, âlimlerinin sözlerine tâbi olup, Allah'ın kitabını terkettikleri için helak olmuşlardır.» dediğini haber vermiştir. (İbn Abdilberr)
• Ebu Nadra, şöyle demiştir : «Ebu Said el-Hudri (r.a.)'ye «Hadisleri bize yazdırır mısınız? diye sorulmuş, Oda; «Hayır, yazdırmayız. Biz, nasıl Rasulullah'tan aldıy-sak, siz de, öylece, bizden alın, demiştir.» (İbn Abdilberr)
Başka bir varyantında ise : «Senden işittiğimiz ha disleri, yazabilir miyiz?» dedik. «Hayır, yoksa siz onları, mushaflar haline getirmek mi istiyorsunuz? Peygamber (s.a.s.) bizlere konuşur, biz de ezberlerdik. Biz, nasıl ezberlediysek, sizler de öylece ezberleyin» dedi. (İbn Abdil berr.)
• Cabir (r.a.) şöyle demiştir : Ebu Said el-Hudri (r.a.) ye : «Sen bize, Hz. Peygamber'den güzel hadisler ri vayet ediyorsun. Biz ise : Onlara birtakım ilavelerde bu lunmaktan veya bazı şeyler çıkarmaktan korkuyoruz, de dim. O da : Siz hadisleri, Kur'an mı yapmak istiyorsunuz? hayır, hayır. Biz, Rasulullah'tan nasıl almışsak, sizde, bizden öylece alın» dedi, (İbn Abdilberr)
• Ebu Kesir, Ebu Hureyre (r.a.) nin : «Biz, hadisleri ne yazar, ne de yazdırırdık, dediğini haber vermiştir.
• İbn Abbas'tan da : «Biz ilmi (hadisleri) ne yaza rız ve ne de yazdırırız» dediği rivayet edilmiştir.
0 İbn Abbas'm hadisleri yazmaktan nehyettiği, ve : «sizden evvelki milletler, yalnızca, bu tür kitaplarla ilgilenmişlerdir» dediği rivayet edilmiştir.
• Ebu Bürde de; babasından pek çok kitap yazdı ğım, birgün babasının onları isteyerek, su ile sildiğini, söylemiştir.
• Süleyman b. el-Esved el-Muharibî ise; îbn Me-sud'un hadislerin yazılmasından hoşlanmadığını, haber vermiştir,
• Esved b. Hilâl de şöyle demiştir : «Abdullah b. Mesud, içerisinde hadis yazılı olan bir sahife getirdi. Su isteyerek, Onu yıkayıp, üzerindeki yazılan sildi. Sonra da, yakılmasını istedi. Arkasından «Allah aşkına, yanında ya zılı sahife bulunan birini bilen varsa, onu bana söylesin. Eğer, o sahifenin tâ, Hind diyarında olduğunu bilsem, kalkar, oraya giderim. Çünkü, sizden önceki, kitap ehli, Allah'ın kitabına yüz çevirdikleri için, helak olmuşlardır» dedi.»
• Abdurrahman b. Esved, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Alkame ile birlikte, bir sahife bulduk ve doğru îbn Mesud'un yanına gittik. Bu sırada vakit, öğle sulan olduğu için, kapıda bir müddet oturduk. Sonra cariyesine : Bak, bakalım kapıdakiler kim? dedi. Alkame ile Esved, diye karşılık verdi. Öyleyse, müsade et de, içeriye girsinler, dedi içeriye girdik. Bize : çok beklemişe benzi yorsunuz, dedi. Evet, dedik. Peki, neden izin istemediniz? deyince. Uykuda olduğunuzu zannettik diye karşılık ver dik. Bunun üzerine. Hakkımda, böyle düşünmenizden hoşlanmam. Zira bu vakit öyle bir vakit ki, biz onu gece na mazıyla kıyas ederdik, dedi. Bir müddet sonra, biz sahi-feyi çıkartarak : şu sahifede güzel bir hadis var bir bakar mısınız? dedik. Hemen, cariyesinden bir tas su isteyerek, onu eliyle silmeye başladı. Biryandan da, Allah Teâlanm :' «Biz sana kıssaların en güzelini haber verdik» ayetini oku­yordu. Biz : Bak hele, onda çok enterasan bir haber var, dediysek de, O, hiç aldırış etmeden, bir yandan onu sil meye çalışıyor, bir yandan da; «Bu kalpler, birer kap mi salidir, onları Kur'an'la meşgul edin, başka şeylerle oyala mayın diyordu.» (İbn Abdilberr)
•Ebu Bürde şöyle demiştir : «Ebu Musa, bizlere ha dis rivayet ediyordu. Onları, yazmaya yeltendik, Benden işittiklerinizi mi, yazacaksınız? dedi. Evet, karşılığını ver dik. Getirin, onları bana dedi ve su isteyerek, onları sildi sonra da : Biz nasıl ezberîediysek, sizler de öylece ezber leyin, dedi.» (İbn Abdilberr)
• Said b. Cûbeyr de şöyle demiştir : «Kûfelilere bir takım meseleleri yazmıştım. Orada, İbn Ömer'le görüş mek istiyordum. Nihayet O'nunla karşılaştım. Mektuptan haberi olup olmadığını sordum. Eğer, yanımda yazılı bir-şeyler bulunduğundan haberi olsaydı, aramızda iş bi terdi.» Başka bir rivayette ise :
«Biz, bazı konularda ihtilaf eder, onları da yazardık. Sonra ben, onları İbn Ömer'e götürür, gizli gizli yazdıklarımıza bakarak, sorardım. Şayet, onların yazılı olduk larım farketse, aramızda iş biterdi.» demiştir.» (İbn Ab dilberr)
•Mesruk'un, Alkame'den bazı fıkhı meseleleri yazı-vermesini istediği, O'nun da, yazmanın mekruh olduğunu hatırlatarak karşı çıktığı, bunun üzerine, Mesruk'un yalnızca, ezberlemek maksadıyla yazmayı arzuladığı, rivayet edilmiştir.
• İbn Şirin, Ubeyde'ye : «Senden işittiklerimi yaza bilir miyim? diye sormuş O da : Hayır, cevabını vermiş tir. Peki, hadislerin yazılı olduğu bir kitap bulursam, O'nu, sana okuyabilir miyim? demiş, yine, hayır, karşılığım ver miştir.» (İbn Abdilberr)
• İbrahim de şöyle demiştir : «Ubeyde'nin rivayet lerini yazıyordum. Bana : Benden duyduklarınızı, kitap haline getirerek, ebedileştirmeyin» dedi.
• Ebu Yezid, el-Muradî de, Ubeyde'nin ölüm döşe ğinde iken bütün yazdıklarını isteyip, imha ettiğini, haber vermiştir.
• Nu'man b. Kays da şöyle demiştir : «Ubeyde, Ölme den önce, yazdıklarını istedi ve onları imha etti. Kendisine müdahale edilmek istenince de : Bir neslin, gelip, on ları maksatlarının dışında kullanmalanndan endişe ediyo rum, dedi.»
• Kasım b. Muhammed ve Said b. Abdülazizin de asla hadis yazmadıkları, rivayet edilmiştir.
• Şa'bi de : «Ne beyaz bir kağıda çizgi çizdim, ne de bir hadisi iki kere tekrarlattım» demiştir. Başka bir rivayette ise : «Eğer ehli olanlar, ezberlememiş olsalardı, bir hayli hadisi unutmuş olacaktım» demiştir.
• İbrahim en-Nehaî'nin de, hadislerin yazılmasını kerih gördüğü ve : «Hadisleri yazmayın, aksi taktirde gevşekliğe düşersiniz» dediği rivayet edilmiştir.
•İshak b. İsmail et-Tâlekani şöyle demiştir : «Cerir b. Abdulhamid'e Mansur b. el-Mu'temir'in hadislerin yazılmasını kerih görüp, görmediğini sordum. Evet, Man sur, Muğire ve Ameş hepsi de hadislerin yazılmasından hoşlanmazlardı, dedi.»
• Yahya b. Said ise şöyle demiştir: «Bir zamanlar, insanların kitabetten sakındırdıklarını görmüştük. Şimdi, onların hepsi hadis oluverdi. Eğer biz, yazacak olsay dık. Said'in ilminden ve rivayetlerinden çok şeyler yazardık.»
®️ El-Evzâî de şöyle demiştir : «Bir zamanlar bu ilim, çok kıymetli ve değerli bir şeydi. O vakitler, insanlar, birbirleri ile karşılaşmaları ve müzakereleri esnasında, sözlü olarak onları naklederlerdi. Ne zaman ki, kitaplara geçti. O vakit, hem nuru kayboldu, hem de, ehli olma yan kimselerin eline düştü.»
İbn Salah «Ulumu'l-Hadis» adlı eserinde, el-Evzâî'nin bu sözünü şöyle nakleder : «Bu ilim, insanlar onu mülakat yoluyla tahsil ederlerken çok değerliydi. Ne vakit, kitap lara geçti. O zaman ehli olmayanlar ona karıştı.»
Cevap :
Bu şüpheler, birkaç meseleyi birden içine almakta dır. Bunları ileri sürenler, hak yoldan çıkmış, doğru yol dan alabildiğine uzaklaşmışlardır. Bu itibarla, bize de, onları mesele mesele açıklamak, herbirerindeki hata ve yanlış düşünceleri ortaya koymak düşmektedir. Böylece, ileri sürülen şüpheler, her yönüyle izah edilsin, bâtıl ol dukları ortaya çıksın ve okuyucularımız onların yanlış lığına iyice kani olsunlar, [633]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:19 am

Delillerin Korunmasında Ravilerin Adaleti

Hüccet olabilecek delillerin, muhafaza edilip, korun masında, yegane dayanak, onları, adil ve güvenilir olan kimselerin, yine kendileri gibi, aynı vasıfları taşıyan kimselerden nakledegelmeleridir. İster bu nakil, rivayetlerin lafızlarını ezberlemek, isterse yazmak yoluyla olsun. Ya hut da manasına net bir şekilde delâlet edecek lafızlar la, yani mana yoluyla rivayet edilsin farketmez. Bu üç şekilden hangisiyle olursa olsun adalet şartı kamilen bulunduğu sürece, delil, güvenilirliği haizdir. Eğer, bir de, bu üçü birden, adalet şartıyîe birleşecek olursa o taktirde, delilin korunması en ideal biçimde gerçekleşmiş demek tir. Fakat, bu üç unsur bulunmasına karşın, adalet şartı olmasa, bu taktirde, onların birleşmesi hiçbir mana ifade etmez. Zira, böyle bir durumda, delilin tahrif edildiğinden emin olamayız. Hele yazma işi de ezberden olduğu, yazı lı nüshayı rivayet edenin adaletine de bakılmadığı durum­larda, biz o yazılı nüshaya asla itimad edemeyiz. İşte, Yahudi ve Hristiyanlar, Tevrat ve İncili yazdıkları halde, onlarda nasıl tahrifat yapıldığım hepimiz biliyoruz. Bu, onların yazım esnasında adalet şartını aramamalarından kaynaklanmıştır. Bu nedenle, bugün, her iki kitapta bulu nanlardan herhangi bir şeyin sıhhatini kestirip atamıyo ruz. Bilâkis, asıllarına muhalif olduklarını kesin bir şekil de söyleyebiliyoruz. Nitekim Allah Teâla şöyle buyuruyor : «Vay haline o kimselerin, kitabı elleriyle yazarlar, son ra, O yazdıkları şeyi az bir para karşılığında satmak için; «Bu Allah katmdandir» derler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların! Yine yazdıklarından ötürü vay haline onların.» [634]

Hadis'in Hüccet Oluşunda Kitabet (Yazım) İne Hükmü

Hangi yolla nakledilirse edilsin, delilin korunmasın da önemli olan, Onu nakledenin adaleti olduğu için, hadişlerin yazımı hüccet olabilmelerinin bir şartı değildir. Ayrıca, yazım da, delillerin muhafazasında tek yol değil dir. Bu son derece açık bir mesele olmakla birlikte biz, aşağıda zikredeceğimiz deliller muvacehesinde konuyu bi raz daha aydınlatmaya çalışacağız.
a) Hepimiz, Rasulullah (s.a.s.)'m, bazı sahabileri, muhtelif kabileleri İslâm'a davet etmek, onlara dinlerini Öğretmek ve aralarında dinin kurallarını tatbik etmek için, elçi olarak gönderdiğini biliyoruz. Rasulullah, her bir elçi ile birlikte, gittikleri yerlerdeki insanlara ulaştıra cakları ahkamın bütüne delil olabilecek, onları bağlayacak bir Kur'an parçası da göndermiyordu. Hiç kimse de bunun aksini ispat edemez. Rasulullah (s.a.s.)'ın çoğu za man yaptığı, elçinin elçiliğini isbatlayan. Peygamber ta rafından oraya gönderildiğini doğrulayan bir mektup yaz-mâsıydi. Bazen de, Kur'an nass'ı bulunmayan veya tebliğ edilecek ahkamın tamamım içerecek miktarda âyet olma yan konularda, sünnetle tesbit edilen hükümleri havi ge nişçe bir mektup yazardı.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Rasulullah (s.a,s.) elçilerinin adil olması ile Kur'an ve Sünnet'ten bildiği ka darını tebliğ etmesini davet edilen topluluk için hüccet olarak yeterli görmüş, itaatleri için kafi addetmiştir.
b) Yine biz hiçbir müctehid'in İslâm'ın ikinci temel prensibi olan namazın nasıl kılınacağını yalnızca Kur'an'-dan hareketle ortaya koyamıyacağmı da biliyoruz. Bilâkis, bu konuda, mutlaka, Rasulullah (s.a.s.)'m beyanına ihti yaç duyacaktır. Halbuki, Rasulullah (s.a.s.); söz ve dav ranışlarıyla izah ettiği namazın keyfiyetinin yazılmasını, hiçbir zaman emretmemiştir. Eğer, yazım, hücciyetin ge reklerinden olsaydı; Hz. Peygamber'in, tabiun ve sonra len müctehidlerin mücerred akılları veya yalnızca Kur'an'-dan yaptıkları ictihadlarla, mahiyetini ortaya koyamıyacakları, bu son derece önemli hususu yazılmasını em retmeden geri durması caiz olmazdı.
c) Biz, daha evvel, Sünnetin dinî bir zaruret ve hüc cet olduğunu beyan etmiş, bunun üzerine, şüphe ve inkara yer vermiyecek deliller serdetmiştik. Bununla birlikte, Hz. Peygamber, kendisinden sadır olan herşeyin mutlaka yazılmasını da emretmemiştir. Eğer, Sünnet'in hüccet olu şu, yazılı bulunmasına bağlı olsaydı, Rasulullah'm bu işi ihmal edip, sahabeyi bununla görevlendirmemesi, asla, caiz olmazdı.
Sonra, eğer Yahudi ve Hristiyanlar, bu şüphenin sa hiplerine gelseler : «Kur'an hüccet değildir. Çünkü o, gök ten yazılı olarak inmemiştir. Şayet hüccet olsaydı, sari ona önem verir, İncil ve Tevrat'ı indirdiği gibi, O'nu da yazılı olarak indirirdi,» dese yazımın hücciyetin gerekle rinden olduğunu savunup duran, bu kişiler, acaba, on lara ne cevap verirlerdi?
Eğer, onlara : Peygamber (s.a.s.)'in Kur'an'ı tahrif et mekten masum olduğunu, bunun da, .Kur'an'm yazılı ola rak nüzulüne gerek bırakmadığım, söylecek olsalar, onlar da : «Musa ve îsa (a.s.) dahi senin bahsettiğin gibi masum idiler. Fakat, sâri, O ikisinin kitabına Önem vermiş ve ya zılı olarak indirmiştir. Bu da yalnızca böyle bir konuda, İsmet'in kifayet etmiyeceğindendir» şeklinde cevap vere ceklerdir.
Halbuki, biz müslümanlarm kanaati şudur : Hz. Pey gamber'in masum oluşu. Kur'an'm yazılı olarak inzaline gerek bırakmamıştır. Aynı şekilde ravilerin adil olması da, Kur'an ve sünnetin hüccet oluşlarında,buna gerek bırakmamıştır. Bu konuda, yegane söylenebilecek şey : İs met, bize yakın ifade ederken, adalet'in zan ifade ettiğidir. Şârii hakim, furua ait meselelerde bizim zanla kul lukta bulunmamızı yeterli görmüş, sıkıntı ve meşakkate sokacağından dolayı, her hükümde yakini bilgiyi ara makla bizi mükellef tutmamıştır. «Allah, bir nefse, ancak takatinde olanı yükler.» [635]
Ancak, delili bize nakledenler, tevatür derecesine ulaş tıkları vakit her ne kadar yazım yoluyla olmasa da, on ların nakli bizim için yakın ifade eder. Aynen İsmet'de olduğu gibi. Zaten sünnetlerin pekçoğu da bu yolla nakledilmiştir.[636]
Bu şüpheyi ileri sürenler, sünnet hiçbir şekilde hüc cet değildir. Tek hüccet varsa, o da, Kur'an'dır, diyebilir ler. Fakat, eğer müslüman iseler; bizimle birlikte düşü nüp, hücciyyet konusunda yazımın şart olmadığını itiraf etmek zorundadırlar. Bununla birlikte : Ravilerin herbi-reri, adalet ve zabt sahibi kimseler olması hasebiyle, te vatür derecesine ulaştıkları vakit, bu, delilin korunmasın da ve hücciyetin isbatmda, Peygamber'in ismeti yerine kaim olmaktadır. Bunu da Yahudi ve Hristiyanların yö nelttikleri sorulara cevap verebilmek için kabul etmek zorundadırlar. [637]

Kitabet (Yazı) Katiyyet İfade Etmez

Görüldüğü üzere, adil olmayan birisinin kitabeti, bi zim için ne katiyyet ne de zan ifade etmektedir. Aynı şekilde adil birisinin yazdığını, adalet vasfına sahip olma yan bir başkası bize nakledecek olsa, bu da, ne zan nede katiyyet ifade etmez.
Adalet vasfını haiz birisinin yazdığını, aynı vasıfta bi risi bize nakledecek olursa, bu da, katiyyet değil, zan ifade eder. Zira, adalet sıfatına rağmen, zayıf bir ihtimal olmak la birlikte, hata ve tahrifat imkanı sözkonusudur. Evet, eğer, yazanlar ve rivayet edenler, hepsi tevatür derecesine ulaşacak olsalar bu durumda delil katiyyet ifade eder. Yi ne, bir kişi hadisi yazar, yazılan nüshayı, tevatür dere cesinde bir kalabalık ikrar eder, aynı nitelikte bir cemaatda bize naklederse, işte bu da, katiyyet arzeder. Herhalukarda, katiyyet yazımdan ileri gelen bir husus ve O'nun belirgin bir vasfı değildir. Ancak birinci du rumda yazılı bir tevatür, ikincisinde ise ikrardan dolayı sözlü bir tevatür söz konusudur. [638]

Kitabet (Yazım) Ve Hıfz (Ezberleme)

"Bilindiği üzere, kitabet zan ifade etmektedir. Bu du rumda mertebe itibariyle O, ezberlemenin altındadır. Bu nedenle, usûl âlimlerinin işitilerek alman bir hadisle ya zılı olarak alınan hadisin çelişmesi gibi durumlarda, birinciyi tercih ettikleri görülür. El-Amidî rivayet yoluyla gelen haberlerin tercihini şöyle izah eder :
«Haberlerden birinin ravisi, Onu, Hz. Peygamber'den bizzat işiterek almış, diğeri ise kitabet yoluyla almıştır. İşitme (sema) yoluyla alman rivayete, hata ve tahrif arız olması ihtimali daha az olduğu için, bu kabule daha evlâdır. »[639]
Öte yandan, hadisçiler, sema' yoluyla yapılan riva yetin sıhhatinde ittifak ettikleri Jıâlde, münavele ve mü-katebe tarikiyle yapılan rivayetlerin sıhhatinde İhtilaf et mişlerdir. Bazıları mükatebe'nin cevazına kail olmuşlar ve Buhari'riin muallak haberlerinden biri olan, şu rivayeti delil getirmişlerdir : «Rasululîah bir seriye kumandanına mektup vermiş ve onu belli bir yere kadar açmamasını tenbih etmiş. Oraya varıncaya kadar okumamasını istemiştir. Kumandan da söz konusu yerde açmış ve Rasu-lullah'm emrini maiyetindekilere duyurmuştur.»
Bazı hadisçiler ise : Hz. Peygamber'in bu mektubu ile delil getirmenin vacib olmasını sahabenin adaletine bağlamışlar, bu sıfatın tebdil ve tağyire imkan bırakma dığını söylemişlerdir. Sahabeden sonraki nesillerde ise -böyle bir nitelik bulunmadığından mükatebeyi delil ka bul etmemişler ve kitabete cevaz vermemişlerdir. Ancak, bu itiraz zayıftır. Doğru olan; ravide adalet vasfı bulun duğu, yazılı nüshada da, ona şüphe düşürecek bir unsur bulunmadığı müddetçe her iki yolla da rivayetin mute ber olmasıdır.
İbn Kacer bu konuda şu görüşlere yer vermiştir : «Mükatebe yoluyla hüccetin olabilmesi için mektubun mü hürlü ve onu taşıyanın güvenilir olması şarttır. Bununla birlikte : Mektubu gönderen şeyhin yazısını (hattını), ken disine mektup gönderilen zatın bilmesi gerekmektedir...»[640]
Hülasa; yazma yoluyla yapılan rivayetlerde hata ih timali şifahi tarzda yapılanlardan çok daha fazladır. Bu yüzden İbn Hacer'in de temas ettiği şartlara riayet edil diğinde, kendisine itimad etmek caiz olmakla beraber,"
yine de, kitabet yoluyla rivayette ihtilaf sözkonusu ol muştur.
Arapların ümmi bir millet olup, içlerinde yazı bilene ender rastlandığı, herkesin bildiği bir husustur. Bilenler de güzel bir surette yazamaz, dolayısiyle, yazdıklarına hata karışına ihtimali çok kuvvetli olurdu. Yazanlar, gü zel bir biçimde yazsalar, bile, bu sefer de içlerinden oku ma bilenler, doğru dürüst okuyamazlardı. Bunun bir ne ticesi olarak, özellikle, Abdülmelik b. Mervan döneminden evvel, harekeli ve harekesiz harflerin birbirinden ayrılmasını, temin eden noktalama işaretleri tesbit edilme diği için, yazıda hata ve karışıklık ihtimali oldukça fazlaydı. Bu itibarla, tarihî vakaların kaydında, haberleşme, alış veriş ve sair işlerinde tele güvenceleri hafızaları ol muştur, öyle ki, sonunda bu melekeleri, bir hayli gelişmiş ve ezberledikleri konularda, hata ve unutkanlığa maruz kalmaları ihtimali oldukça azalmıştır. Bu durum, yazıya güvenen yazıyı alışkanlık haline getirmiş milletlerde bu nun aksinedir. Çünkü, onlarda ezberleme melekeleri ge rilemiş, bunun bir sonucu olarak da, ezberledikleri hu suslarda hata ve unutma oranları fazlalaşmıştır. Bu du rumları, günlük hayatımızda müşahede edebiliyoruz. Ör neğin, âmâ olan birisinin, gözleri görenden daha kuvvetli bir hafızaya sahip olduğunu görürüz. Bunun nedeni, O'nun bütün güvencesini hafızasına vermiş olmasıdır. Ama, gö ren kimsede bu, böyle değildir. Çünkü O, ihtiyaç duyduğu zaman bakabileceği bir kitaba itimad etmektedir. Aynı şekilde, okuma yazma bilmeyen bir tüccar da, bir günde yüzlerce satış, yapar, buna rağmen, kime ne verdiğini, kendine düşenin ne olduğunu, bir tanesinde dahi yanılıp, unutmadan hafızasında tutabilir. Ancak, aynı şeyi, eğitim den geçmiş bir tüccarda görmek mümkün değildir. Çünkü O, ticarethanesinde defter tutar, ne. gibi anlaşmalar yap tığı, alacağının vereceğinin ne olduğu konusunda, defterlerine itimad eder. Bu yüzden, yazmadıkları vakitlerde, onların çok çabuk unuttuklarını müşahede ederiz.
Bunun bir benzerini de, körlerin işitme duyularında görmek mümkündür. Onların bu duyuları gözleri görenlerinkinden çok daha kuvvetlidir. Bunun nedeni ise: görme hassalarını yitirdikleri vakit, daha önce gözleri ile temyiz edecekleri pekçok eşyayı anlamada, işitme organ larını kullanıyor olmalarıdır. Böylece işitme duyuları kuv vetlenmiştir.
Yine, yırtıcı hayvanların görme, işitme ve koklama duyularının, insanmkinden kat kat kuvvetli olduğu da müşahedelerimiz arasındadır. Zira onlar, hayatlarında, bu duyulara insandan daha fazla muhtaçtırlar.
Arapların, hafıza melekelerinin güçlenmesine de, hiç şüphesiz, içinde bulundukları tabiat şartları, hayat şartla rı, keskin zekaları, anlayışlarının kuvvetli oluşu dillerinin üslubu ve beyan yolları konusundaki engin yetenekleri yardımcı olmuştur. [641]

Sahabe Ve Tabiun'un Ezberleme Güçleri Daha Fazladır :

Yukarıda işaret ettiklerimiz, Arapların cahiliyye dev rindeki durumlarıdır. Allah'ın, şeriatı muhafaza etmek ve onu daha sonraki nesillere nakletme görevi için halketti-ği Sahabe'nin hafızası çok daha güçlüdür. Allah onların kalplerini iman, takva ve kendi korkusuyla doldurmuş tur. Ta ki, sonraki nesillere dinin ahkâmını ve Rasulullah'tan görüp, işittiklerini sağlam bir şekilde nakletsin ler. Onlar, Hz. Peygamber'in sohbetinin bereketine ermişler, önünde diz çöküp, O'nun tarafından yetiştirilmişler dir. Kalpleri Rasulun (s.a.s.) nuru ile aydınlanmış, O'nun edebiyle edeplenmişler, hidayetine tâbi olup, sünnetine yapışmışlardır. İbn Abbas ve Ebu Hureyre (r.a.)'nin riva yetlerinde varid olduğu üzere, Rasulullah (s.a.s.), onların hıfzı, ilmi ve fıkıhları için dua ve niyazda bulunmuştur.
Sahabeye bu mertebede en yakın olanlar ise, hiç şüp hesiz, onlarla bir araya gelen, hallerini müşahede edip, peşlerinden giden Tabiilerdir. İşte bütün bunlar, sahabe den hadis işiten birisinde, hata, unutkanlık, tebdil ve uydurma bulunması gibi endişeleri neredeyse ortadan kal dırıyor.
Arapların hafıza güçlerine delâlet eden, avam havas herkesin bildiği çok sayıda haber vardır. Sahabe ve tabiundan, İbn Abbas, eş-Şa'bi, ez-Zührî, En-Nehaî ve Ka-tade gibi pek çok kimse hafızaları ile temayüz etmiş kim selerdir. İşte İbn Abbas, Ömer b. Ebu Rebia'nın yetmiş-beş beyitlik kasidesini bir sefer dinlemekle ezberieyiver-mistir. Ve yine, İmam Zührî'nin şu sözü : «Ben, Baki'den geçerdim, bu sırada kulağıma kötü lafların takılmasın dan korkarak, kulaklarımı kapatırdım. Allah'a yemin ot sun ki; duyduğum hiçbir şeyi asla unutmadım.» dikkate değerdir. Bunun bir benzeri de eş-Şa'bî'den nakledilmiş tir.
Hulasa; ezberleme ve kitabet, bir şeyi muhafazada, birbirinin yerine kaim olan unsurlardır. Genellikle, birisi geliştiği vakit, diğeri zayıflamaktadır. İşte, buradan ha reketle; Sahabenin öğrencilerini, niçin ezberlemeye teşvik edip, yazmaktan alıkoyduklarını anlayabiliyoruz. Çünkü onlar, yazıya itimad etmenin, ezberleme melekelerini kö relteceğini biliyorlardı. Ezberleme Onların tabiatlarında
var olan kuvvetli bir melekeydi. Elbette ki nefis, tabiatın da olan şeylere meyleder. Ona muhalif düşen veya güç gelen şeyleri ise, hoş karşılamaz. [642]

Ezberlemenin Faydaları

Çoğu zaman ezberleme, anlamak, manayı özümsemek ve hakikatine ermekle gerçekleşir. Böylece insan, lafızları unutmamasına destek edinmiş olur. Daha sonraları da, zaman zaman, ezberlediklerini tekrarlamak ve hatırlamak, suretiyle, bir an gelir ki, artık onları unutma diye bir endişesi kalmaz. Ayrıca, ezberinde olan şey her an ve mekanda onunla birliktedir. Hiç bir meşakkat ve sıkıntıya duçar olmadan ihtiyaç halinde, her durum ve şartta, ona müracaat imkanı vardır. Ama, yazı böyle değildir. Çünkü o, genellikle manası anlaşılmadan gerçekleştirilir. İleri de, yazılanların kaybolması veya ihtiyaç anında yanın da hazır bulunmaması ya da onlan anlayıp izah edecek birinin bulunmaması ihtimali de mevcuttur. Ayrıca, ya zan insan, çoğu zaman yazdıklarım yeniden gözden geçirmek için bir saik bulamıyabilir. Bundan başka, her zaman ve her yerde yazılı nüshaları bulundurmakta sıkıntı ve meşakkat sözkonusudur. Bütün bu nedenlerden dolayı da, ilim nakliyle uğraşanlar cahil olurlar, onların misali kitap yüklü merkeplerin misali gibidir. îlmin kaybolup gitmesi, cehaletin yayılması için, bu ne kadar da büyük bir vasıta!!!
Okuyucularımızı, bütün bu söylediklerimize, İbrahim en-Nehaî'nin: «Yazmayın, gevşersiniz» sözü irşad edebi lir. Ayrıca daha evvel kaydettiğimiz el-Evzâi ve benzerle rinin sözleri de bu konuya ışık tutabilir. Bundan başka Arapların «kalbindeki bir harf, kitaplardaki on harften
daha hayırlıdır» sözü ile Yunus b. Habib'in : »ilmi kağıt parçalarına terketti de, ondan yoksun oldu. O /imi, kağıt parçalarına terkeden kimse, ne kötü kimsedir» diyen biri sini işitince : «İlm ve hafızanın korunması konusunda ne kadar da titiz, çünkü, insanın ilmi ruhundadır malı da be deninde Öyleyse, ruhunu muhafaza ettiğin gibi, ilmini de koru, bedenini muhafaza ettiğin gibi de malını» demesi de söylediklerimize ışık tutabilir.
Halil b. Ahmed de : «İlim, sandıkların içinde değil; ilim ancak, göğüslerdedir» demiştir. Bu meyanda daha çok şeyler söylenmiştir. [643]

Kuranın Katiyyeti Lafzi Tevatürle Sabit Olmuştur

Kur'an'm bütün lafizlarıyle birlikte, katiyyetine olan itimadımız, O'nun lafzi tevatür yoluyla bize kadar gel mesine dayanmaktadır. Her ne kadar, zan ifade ettiği, için bir te'kid aracı olsa bile, kitabetin bunda bir fonksiyonu yoktur. Eğer, Kur'an'm lafzi tevatür derecesine ıtaştığı nı, ama yazılmadığını farzetsek, bu durumda yine de Kur'an katiyyet ifade edecektir. Fakat, aksi farze.dilse ka-tiyyet sözkonusu olamıyacaktır. Zira vahiy katiplerinin yazmış oldukları nüsha veya nüshalar, bugün, elimizde yoktur. Var olduklarını farzetsek bile, onlardaki hatt'in, vahiy katiplerine ait olduğunu nereden bilebileceğ:z? Yine herhangi bir değişiklik, eksiklik veya fazlalığa duçar ol madığım, nasıl kestirebileceğiz? Bu durumda, ona katiy yet nazariyle bakabilmemiz için, mutlaka tevatür derece sinde bir kalabalığın, hiçbir noksanlık ve fazlalık olmak sızın, tahrife de uğramadan, yazıların vahiy katiplerine ait olduğunu bildirmelerine ihtiyacımız olacaktır. Aynı şekilde, vahiy katiplerini, Kur'an'ı yazarlarken gören, her harfin yazımı konusunda ittifak eden, tevatür derecesin deki kitlelerin şehadetlerine ihtiyaç duyulacaktı". Herke sin, pek tabii olarak bildiği gibi bu, tahakkuk etmemiş tir. Ama vahiy katiplerini Kur'an'ı yazarken gören ilk ne sil hariç, biz ve bizden öncekiler bunun tahakkukunu farzedip de lafzi tevatüre dayanarak, bu yazının vahiy katiplerine ait olduğunu kabulleniyoruz. Eğer bu lafzi tevatür bulunmasaydı, asla katiyyet tahakkuk etmezdi. Bu konuda söylenebilecek yegane şey şudur : Bizler, Kur'-anm lafzi tevatürünü, ilk Kur'an nüshalarındaki hattın, vahiy katiplerine ait olduğunu bildiren bir tevatür ola rak telakki ediyoruz. Vahiy katiplerini, Kur'an'ı yazarken görenlere gelince; onların Kur'an lafızlarını kesin olarak tayinde, ne kitabete ve nede lafzi bir tevatüre ihtiyaç ları yoktur. Çünkü vahiy katipleri nasıl Kur'an'ı Rasu-îullah'tan işitmişlerse, onlarda öylece O'ndan işitmişler-dir. Böylece, yukarıdaki hususlara ihtiyaçları kalmamıştır.
Buradan, Kur'an'm katiyyetinin, hiçbir nesilde kita bete dayanmadığı neticesini çıkarabiliriz. Ama, birisi kal kıp, şöyle diyebilir : «Bizim, ne vahiy katiplerinin yazdığı nüsha veya nüshalara ve ne de, bahsettiğin nitelikte bir topluluğun haber vermesine ihtiyacımız yoktur. Çünkü Raşid Halifelerden sonraki dönemde ortaya çıkan yazılı tevatür, ikinci asırda ve daha sonraları, bütün harfle rinde ittifak edilen yazılı nüshaların, herhangi bir tahrif, fazlalık veya eksikliğe meydan vermeyecek şekilde çoğal mış olması, bize yetmektedir. Zira, bu kadarı, yazılı ola nın tamamının Kur'an olduğu hakkında kesin bir kanaate sahip olmamıza yetmektedir.»
Bu durumda şöyle söylenebilir : «Elimizde olan son raki dönemlere ait nüshaların, bahsedilen nitelikteki, ilk
müteaddid nüshalardan istinsah edildiğini nasıl tesbit edeceğiz? Hepsinin kaynağının Hz. Osman veya Zeyd b. Sabit'e ait, tek bir nüsha olduğunu söylemek mümkün değil midir? Bilakis, Kur'an tarihi hakkında birazcık malumat sahibi olanların da bildiği gibi, vakıa böyledir. Ana nüsha tek olunca, ondan alınanlara katiyyet nazariyle bakmamız, nasıl mümkün olacaktır? Eğer, nüshalara ke sin gözüyle bakmanın, sahabe'nin hemen hepsinin, ana nüshadakileri ikrar etmelerinden ve sıhhatini itiraf etme lerinden kaynaklandığı söylenecek olursa, bu durumda da şöyle denilir : îşin sonunda, ana nüshadakilerin hiç bir değişikliğe uğramadan, Kur'an'm tamamını teşkil et tiği yolundaki lafzi tevatüre gelinmiş olur. Halbuki, da ha evvel, katiyyet konusunda, lafzi tevatür yeterli görül müyor, bu konuda yegane dayanağın yazmak olduğu sa vunuluyordu.» [644]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:20 am

Konuya İlişkin Deliller

Mushaflar konusunda, İbn Hacer şöyle diyor : «Hz. Osman'ın mushafları, diğer şehir merkezlerine göndermesinden anlaşılan; onların yazım sitilini kendisine isnad için böyle yaptığıdır. Yoksa, Kur'an'm aslını isbat için değildir. Çünkü bunu, zâten, tevatüren bilmektedirler.»
İbnû'l-Cezerî ise bu konuda şu mütalâda bulunu yor : «Kur'anın naklinde yegane dayanak hıfz'dır. Mushaf ve kitaplarda yazılması değil. Bu, Allah Teâlâ'hm, İslâm ümmetine tahsis ettiği yüce bir şereftir. Zira; Müslim'in rivayet ettiği sahih bir hadiste, Hz. Peygamber, şöyle de mektedir : «Rabbım bana : Kalk, Kureyşi inzâr et, dedi. Ben de: Yâ Rabbi! O vakit, başımı'ezip tuz gibi dağı tırlar, dedim. Allah Teâla; «Ben, hem seni ve hem de seninle insanları imtihan etmek için gönderdim, Sana, su yun yıkayıp silemiyeceği, uykuda da, uyanıkken de oku yacağın, bir kitap indirdim. Onlara karşı, sen bir ordu gönder beraberinde bir mislini de biz gönderelim. Sana itaat edenlerle birlikte, isyan edenlere karşı savaş. Allah yolunda infak et ki, sana da infakta bulunulsun.» buyurdu Allah Teâlâ : Kur'an'm muhafazası için, sahifelere ihtiyaç olmadığını, zira bımlardaki yazının suyla silinemiyeceğini haber veriyor. Bilâkis : Kur'an'm her daim okunabilecek bir nitelikte olduğuna da işaret buyuruyor. Nitekim; Hz. Peygamber de, ümmetini tavsif ederken; «Kitapları, gö-ğüslerindedir» demektedir. Bu durum, İslâm ümmetin de, Ehl-i Kitâb'ın aksinedir. Çünkü onlar, Kitaplarım, an cak, yazılı olarak muhafaza ederler ve ezberden değil, O'na bakarak okurlar...
Allah Teâla, Kur'an'a ehil olan kimselerin, O'nu ezberlemelerini murad edince, bu iş için güvenilir insan lar yaratmış, onlar da, kendilerini Kur'an'm tetkikine ve rerek, Onu en büzel biçimde zabtetmek için bütün güç lerini sarfetmişler ye Rasulullah'tan harf harf telakki et mişlerdir. Kur'an'ı büyük bir titizlikle hiçbir eksiklik veya fazlalığa meydan vermeden, tesbite gayret etmişlerdir. İçlerinden bir kısmı, Kur'an'm tamamını, bir kısmı pekçoğunu, bir kısmı da, birazını ezberlemişlerdir. Bunların hepsi, Hz. Peygamber1 zamanında, olup bitnıiştir.» [645]
Furu'a Âit Meselelerde Zanni Delillerle Amel'inf Hükmü

Daha evvel de işaret ettiğimiz gibi, bazı kimseler, de lilin tespitinde, yalnızca, kitâbet'in katiyyet ifade ettiği zehabına kapılmışlardır. Bunun ne kadar yanlış olduğu nu, önceki kısımlarda görmüştük. Daha sonra, bu anlayışlarından hareketle, Şarî'in sünnetin yazımını yasakla masını, O'nun tesbitinde katiyyetin meydana gelmesini istemediği anlamına yormuşlardır. Bunun bir neticesi olarak da, şariin bizzat O'nu delil kabul etmediği, hü kümlerin tespitinde hüccet olarak kullanılmasına itibar etmediği sonucuna varmışlar ve «Sübutunkati olması, de lilin bir şartıdır. Bu şartın meydana gelmemesini istemek, O'na ihtiyaç duyan şeyin de tahakkuk etmemesini iste mek demektir.» demişlerdir.
Bu anlayışın üzerine bina edildiği, sübutun kat'i ol ması, delilin bir şartıdır, görüşüne katılmıyoruz. Bilakis bu, fıkhı meselelerin ve fer'î hükümlerin dışında, usûlü'd-Din ve itikat esaslarının tespitinde aranan bir vasıftır. Bu, usûl ilminde kaydedilği üzere, haber-i vâhid'le taab-büdde bulunma meselesidir ki, konumuzun dışında kalmaktadır. Ne var ki, Sünnetin hücciyetini iptalde, bir esas olarak ele alındığı için, kısaca izahında fayda görüyoruz.
Bu konuya girmeden önce, bir noktaya temas etmek te yarar vardır. Tevatür'ün ilim (katiyyet) ifade ettiği nok-ta-i nazarında, müslümanlar arasında, hiçbir ihtilaf söz konusu değildir. Ancak, nübuvvet'i inkâr eden Brahman^lardan, Sümniyye isminde bir taife bunu reddetmiştir. Bu tavırlarının akla karşı, apaçık bir enaniyet olduğu bi linmekle beraber, bu taifenin çok uzak memleketlerde ve geçmiş milletlerde türedikleri de malumdur. Bu neden le, bu konudaki İcmâın ihlâline, en ufak bir tesirleri ol-miyacaktır. Çünkü, bunlar müslüman olmayan bir gü ruhtur. Yalnızca kitâbet'in ilim ifade edeceği yolundaki iddiayı çürüten bir diğer husus da, işte bu, tevatür hak-fadk icma'dır.
Evet, müslümanlar tevatürle elde edilen bilginin na zari mi, yoksa zaruri mi olduğunda ve tevatürün tahak kuku için gerekli olan şartlarda ihtilaf etmişlerdir. An cak, bu ihtilaf, söz konusu iddia sahiplerine hiç bir şey kazandırmaz. Zira, müslümanlar arasında, Hz. Peygam-ber'den tevatüren sabit olan bir haberle taabbüdde bulunulacağı konusunda, hiçbir ihtilaf mevzubahis değildir. Ve bu İcma; Yalnızca, Kur'an'm kat'i olduğunu ileri sü rerek, O'nun dışında delil bulunmadığı yolundaki iddia yı çürüyüp atacaktır. Çünkü, Rasulullah (s.a.s.)'dan tevatür yoluyla bize kadar nakledilen bir hayli haber mevcuttur.
Haber-i Vahid'e[646] gelince, ravisi âdil olmadığı tak tirde, ne ilim ve ne de zan ifade eder. Ancak, herhangi bir karine veya tariklerinin çokluğuyla desteklenecek olur sa, bu ikisinden neş'et eden bir te'kit sözkonusu olabilir.
Eğer, ravi adalet şartım taşıyorsa, bu nitelikte bir haberin, delil olma bakımından kıymet ifade ettiğinde icma vardır. Ancak, ilim mi, yoksa zan mı ifade ettiği noktasında yine ihtilaf edilmiştir.
Âlimlerin cumhuru, bu nevi bir haberin, zan ifade edeceğini, şayet, ilim ifade eden bir karineyle desteklenir se, o zaman kati bilginin hasıl olacağını savunmuşlardır, îmam Ahmed ise; bu nitelikte bir haberin, doğrudan, ilim ifade edeceği kanaatine sahiptir.
Bu mesele üzerinde, sözü daha fazla uzatmak iste miyoruz. Zannı galibimize göre, muhataplarımız da, Ha ber-i Vâhid'in zan ifade ettiği konusunda bizim gibi dü şünüyorlardır. Ama, enâniyet damarları kabanp da, O'nun ne ilim ve ne de zan ifade etdiğini söyleyecek olurlarsa icma' burunlarım yere sürtecektir. Yok eğer, İmam Ah med gibi düşünüyorlarsa, bizi rahatlatmış, şüphelerini de izale etmiş olurlar.
Râvisi adil olan bir Haber-i Vâhid'in, zan ifade etti ği tesbit edildikten sonra : Bu Haber-i Vâhid'in içerdiği hükümlerle amel etmenin de, mutezili imamlardan el-Cûb-baî hariç, cumhur âlimlere göre, aklen caiz görüldüğü bilinmelidir. Usul yazarlarının pekçoğu bu konuda ortaya çıkan ihtilaflara temas etmişlerdir. Ancak, «Cemu'1-Cevâmi'» yazarı, bu konuda onlara muhalefet etmiş ve bu mevzuya değinmemiştir. O'nun, Haber-i vahid'le amel ko­nusunda, el-Cubbâî'den naklen zikrettikleri şunlardır :
en az «El-Cûbbâî, Haber-i Vahid'le amel edilebilmesi için : 17 iki kişinin rivayet etmesini veya başka bir delil-le takviye edilmiş olmasını şart koşar. Nitekim, Sahabe den bazıları da, bu şartlar muvacehesinde O'nunla amel etmişler ve aralarında bu anlayış yaygml aşmıştı »[647] mü ellifin, Cûbbâî'den yaptığı bu nakli, diğer müellifler, O'nun rivayet şartları konusundaki, görüşleri arasında zikretmişlerdir.
Öte yandan, İbnü's-Sübkî, «Şerhu'l-Minhâc» adlı eser de, bu iki nakli çelişkili bulmuş ve şu şekilde cevap vermiştir : «Eğer, ileride kendisinden naklolunacağı üze re; Cûbbâî'nin bir taraftan, Haber-i Vâhid'le amel etme yi, aklen mümkün görmezken, diğer taraftan, sayı şar tını ileri sürmesi, Haber-i Vâhid'le ameli onaylamak an lamına gelir denilirse bu çelişki şöyle te'vil edilebilir : Bi rincisi, O'nun reddettiği Haber-i vâhid, İstılah anlamın daki, yani; mütevatir derecesine ulaşamayan her Haber-i vâhid, değil, bilakis, adalet şartını taşıyan tek bir kişinin yaptığı rivayettir (Yani, fert haberdir). Bu itibarla, İmâ-mül Harameyn şöyle demiştir : «El-Cûbbaî, bir kişinin haberinin kabul edilemiyeceği görüşündedir. O'na, göre kabul edilebilmesi için, mutlaka sayı gerekmektedir. Buda, en az, iki kişi olmasıdır.» ikincisi ise; O bu meseleyi şehadet konusunda olduğu gibi, mütala etmektedir.[648]
El-Cübbâî'nin, Haber-i Vâhid'le amel etmeye mani ol duğunu ileri sürdüğü şüpheye bakıldığında, aynı engelin, tevatür derecesine ulaşmadıkça, iki veya daha fazla kim senin yaptığı rivayetlerle amelde de, mevcut olduğu görü lür. Çünkü, bunların rivayetleri ancak, zan ifade etmek tedir.
Fakat, el-Cûbbâî, Ebu İshale ve İbn Fûrek gibi dü şünüyor; Müstefiz (meşhur) haberin, nazari ilim ifade ettiği yolundaki kanaata katılıyorsa, bu takdirde, sözko-nusu şüphenin ileri sürülemeyeceği gayet açıktır. Eî-Cûb-bâî'nin bu görüşte olduğuna delâlet ederi diğer bir husus da Adududdin (el-îycî)'nin, O'nun, rivayette adedin şart olduğu konusundaki, istidlallerini zikrederken : «Bilme diğin şeyin peşine düşme» v.b. ayetlere yer vermiş olmasıdır. El-Cûbbâî'nin bu ayeti kerime ile istidlalde bulun ması bize; yeterli sayı bulunduğu takdirde, Haber-i Vâ-hid'in O'na göre, ilim ifade ettiği hissini vermektedir.
Bununla birlikte, şöyle söylemek de mümkündür : El-Cûbbâî, bir ara, taabbudî konularda, Haber-i Vahidle amel edilemiyeceği görüşünde olabilir. Sonradan, bu ka naatinden vazgeçerek, O'nunla amel edileceğini belirtmiş tir. Ne var ki; bazıları, hala O'nun evvelki görüşünde de vam ettiğini zannederek, ilk görüşünü bir kısmı da, ikinci görüşünü nakletmiş olabilirler. Bilahere de, Usûl yazar ları, ikisi arasındaki çelişkiyi farketmeden, her iki görüşüde bir arada zikretmişlerdir.
Belki de; İbn Sûbkî, «Cemu'l-Cevânıi» adh eserini yazarken, en son bu kanaat kendisinde hâsıl olmuş ve aklen taabbudî konularda, Haber-i Vâhid'le, amel edilip edilemiyeceğinin cevazına dair ihtilafı nakletmemiştir.
Haber-i Vâhid'le amel'in cevazına delâlet eden diğer bir husus da; racih olanla (kuvvetle muhtemel) amel etmenin zaruriliğidir. Zira, haber, Allah'ın hükmünü tayin de, en azından bir zan ifade eder. Kuvvetle muhtemel olan delille amel etmenin ise, ma'kul olduğuna, hiçbir şekilde itiraz edilemez. [649]

El-Cûbbâî'nin Bu Konudaki Şüpheleri

a) «Taabbüdî konularda, Haber-i Vahidle amel et mek, ravinin yalan'söylemesi halinde, helali haram, ha ramı da, helalleştirrneye yol açar. Zira Haber-i Vahid ra vinin doğruluğunda katiyyet ifade etmez. Bu ise her ne-kadar, uzak bir ihtimal de olsa, O'nun yalancı olabileceği anlamım taşır. Bunun gerçekleştiğini farzedersek; haber de, haram olan bir şeyin helâl olduğunu belirtiyorsa, bu durumda, haramın helalleştirilmesi söz konusu olacak tır. Eğer, tersi olduğu farzedilse; o zaman da, bir he lâl haramlaştırılmış olacaktır. Böyle bir şeyin vukuu im kansızdır. Binaenaleyh, O'na götüren şey de, tabiatıyle imkansız olacaktır. »[650]
El-Cûbbâî'nin ileriye sürdüğü bu şüpheye, şu şekil de cevap vermek mümkündür :
1-Herşeyden önce, «Cemu'I-Cevâmî'» adlı eserde de nakledildiği gibi, Müfti ve sahicilerin beyanına daya narak, taabbüdî konularda, amel etmenin cevazına dair icma' vardır.[651] MÜfti ve şahidlerin de yalan söyleme ih timalleri olduğu için, söz konusu icma', yukarıdaki itirazı yok eder. Bu yalanın tahakkuk ettiği farzedilecek olursa, el-Cûbbâî'nin burada da aynı görüşü ileri sürmesi gerekir. Fakat O, bu konuda böyle düşünmemektedir.
2- Diğer taraftan; bir müctehid, adil bir ravinin ha berini işitir, içtihadı sonunda da, ravinin adil, haberinin doğru olduğuna kanaat getirirse, o taktirde, bu görüşü tasvip edenlere göre haberin içerdiği hüküm, Allah'ın kendisiyle mükellef tuttuğu hükümdür. Onlara göre bu müctehidin içtihadına muhalif düşen bir hükmün olabi leceğinden bahsedilemez. Binaenaleyh, bu gibi durumlar da, helali haram, haramı helal etmek gibi birşey mevzuba his değildir.
Ancak, böyle düşünmeyenlere göre, bir helalin veya haramın değiştirilmesi sözkonusudur. Ancak biz, zannı galip ve ictihaddan neşet ettiği için böyle bir şeyin imkan sız olduğunu söyleyemiyoruz. Ama, filvaki' mevcud olan hükmün, zaten O'nun üzerinden düşmüş olacağım söylü yoruz. Nasıl ki; mükellef olan birisi eşi zannederek, ya bancı bir hanımla birleşse, bu taktirde üzerine haramhk terettüp etmez; aynı şekilde temiz zannı ile, necis bir suyla abdest alınsa, abdest sahih olur. Yine bir kimse kıbleye yöneldiği zannıyla, başka bir yöne doğru namaza dursa, namaz, sahih olur. Buna herkesçe malum olan, da ha pekçok misal verilebilir.
b) «Aynı düzeyde iki adil ravi, çelişkili rivayette bulundukları taktirde, bu haberlerle amel etmek, iki zıt şeyi birleştirmek, demek olur. İki zıttm bir araya gel mesi ise, muhaldir. Pek tabii olarak, bu neticeyi doğu ran şey de muhal olur.»[652]
El-Cûbbâî'nin bu şüphesine de, şu şekilde karşılık verilebilir :
1 -Daha evvel zikrettiğimiz, müfti ve şahidlerin be yanları ile amel'in meşruiyyetine dair icma bunu da çü rütür.
2-Burada, iki zıt şeyin birleştirilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü, müctehid, aralarındaki çeliş kiden dolayı, bu haberlerden herhangi biriyle amel et mez. Bilakis, birisini tercih etmesine yardımcı olacak bir delil buluncaya kadar, tevakkuf eder.
c) «Eğer, furûa ait meselelerde, Haber-i Vahid'le amel etmek caiz olsaydı, aynı şekilde; itikad, Kur'an'm nakli ve mucize göstermeksizin peygamberlik iddiasını kabulde de, amel etmek caiz olurdu. Halbuki bu, batıl dır. »[653]
Bunun cevabı da şudur :
1-Evvela, adeten, davranışa ait konulardaki haber lerle, itikad v.b. konulardaki haberler arasında görülen ba riz farktan dolayı el-Cûbbâî'nin olmasını düşündüğü ge reklilik sözkonusu değildir. Çünkü, itikadı konularda, hata etmek kafir olmayı ve sapıklığı doğuracağından, bu ko nulardaki haberlerde aranan, ilim (kesin bilgi) ifade etmesidir. Haber-i Vahid ise, ilim ifade etmez. Kur'an'a ge lince; hıfzını ve naklini icap ettiren o kadar çok şey var ki, yalnızca, bir kişi naklettiği zaman, yalan söyleyip söylemediği kesinlikle bilinebilir. Mucizesiz peygamberlik iddiası ise, adeten muhaldir. İtikad ve peygamberlere it-tiba konularının dışında, her meselede, delilin kati olma-sım aramak son derece güç bir iştir.
2-Haber-i Vahid'le furûa ait konularda, amel et mek ille de, itikad v.b. meselelerde de, O'nunla amel et meyi gerekirmez. Çünkü, bu meselelerde, Haber-i Vahid'le amel edilemiyeceği, akli değil, şer'î bir gerçektir. Şer'an imkansız olması, aklen de imkansız olmasını gerektirmez. Ancak, bizim üzerinde durduğumuz konu, bunun, aklen de imkansız olup olmadığıdır.
Rafızî ve Zahiriler'in dışında, Haber-i Vahid'le, iti kadı konularda, amel etmenin aklen caiz olduğunu söy leyenler, bunun şer'an da mümkün olduğunu belirtiyor lar. Buna dair de, pekçok delil zikrediyorlar. Biz, sade ce, en önemlilerinden bir kaçını kaydetmek istiyoruz :
1- «Ravisi adil olan bir Haber-i Vahid, içerdiği hük mün Allah'ın hükmü olduğu hususunda, zannı galip ifa de eder. Böyle bir durumda da, aynen Kur'an'm zahiri gibi, kendisiyle amel etmek vacip olur. Haber-i Vahid'in zann-ı galip ifade ettiğine dair zannımız, sünnetin hücci-yetini ele alırken delilleriyle birlikte, daha önce geçmişti. Orada kaydettiklerimiz muvacehesinde, Sünnetin katiy-yetini gerektiren şeyler, O'nunla amel etmeninde vacip ol masını gerektirir. Bu ise; amel edilen hükmün hiç şüp hesiz Allah'ın hükmü olmasını icap ettirir. Çünkü, ittifa-ken; yalnız Allah'ın hükmüyle amel etmek vaciptir. Ni tekim, bir şeyin vacip olmasını gerektiren şey de vaciptir. Binaenaleyh, Sünnetin katiyyeti bir zorunluluktur. Öy leyse, içerdiği hükümlerin Allah'ın hükmü olması da bir zorunluluktur. Aynı şekilde, (unutmamak lazım ki,) ge reği ileri sürülen şeyin kesinliği, onu gerektiren şeyin de kesinliğini ifade ettiği gibi, gereğine inanılan şeyin zanni-Hği, onu icab ettiren şeyin de zanniliğini icab eder. Bu itibarla; ravileri adil olan bir Haber-i Vahid, içerdiği sünnetin zanniliğini ifade eder. Bu ise; o haberin de zanni olması demektir.»
Sadece «Müsellemü's-Subût»ta yer verilen bu delili, kitabın sarihi izah etmiş, bu arada, müellife itirazda bulunarak şöyle demiştir: «Mutlak olarak, delilin zan ifa de etmesinden hareketle, bunun o delille amelin vücubiyetini gerektireceği şeklindeki kanaate katılamıyoruz. Şayet, zannilik, Kur'an'm zahirinde olduğu gibi, kati bir metinden kaynaklanmaktadır denilecek olursa; o zaman şöyle cevap verilir : Bunu birbirinden ayırmak tahaltküm. olur. Zira metnin zanni oluşu, ancak, tesbit edilen hük^ mün de zanniliğiiii ifade eder. Nitekim, Kur'an'ın zahirin de de durum böyledir. (Yani o da zan ifade eder). Eğer bu zannilik, orada (Kur'an'da) vücûbiyet ifade ediyorsa aynı şekilde, burada (hadisler) da vücûbiyet ifade eder.» Kanaatimize göre her kim, hüküm istinbat ederken, sünnetin getirdiği şer'î mana ve lafızları terkederek, Arap dili kaidelerine göre, Kur'an'a dayanmak isterse, bu du rumda da, takip ettiği metodun zanniliğinden kurtulaını-yacaktır. Zira Kur'an lafızlarının, şarî'în ıstılahiaştırdığı anlamda değil de mücerret luğavî manalarında kullanıl dıklarını farzetse bile, Arapların manalandırırken göz-önünde bulundurdukları şartlar olmadan, o lafızlar, lu-gavî anlamlarına delalet edemiyeceklerdir. Çünkü bu şart ların, o manalara delâlet etmeleri, mücerred aklî bir ha dise değildir. Ne insan, bunları doğuştan bilebilir ve ne de akıl tek başına bu şartları idrak edebilir. Bunlar an cak, başka birilerinin haber vermesiyle öğrenilebilir. La fızların taşıdıkları manaların pek çoğu ise, ister sözlü, ister yazılı olsun, bize ahad yolla ulaşmıştır. Son asır larda, meşhur veya mütevatir olan manaların ekseriyeti, asıllarında ahaddırlar. Eİ-Esmâî veya Ebu Ubsyd gibi birtek kişinin nakline nasıl güvenilebilir ki? Çoğu zaman onlar, bu manaları, yalan, uydurma ve fıskla meşhur ol muş, Ömer b. Ebu Rabi'a, Beşar ve Ebu Nuvas gibi kim selerin şiirlerinden almışlardır.
Hulasa: Kur'an, her ne kadar, lafzı itibariyle kat'î olsa da, sünnetin yardımı olmadan, manalarını anlamak
lafızların lügavî anlamlarının tesbitindeki metodun, zan-niliğine dayanır. Bu zannilik, Allah'ın kullarına ihsanı olan, Kur'an'ı açıklayan, sünnetin zanniliğinden çok daha zayıftır. Çünkü, sünneti, masum olan peygambciıne, biz zat Allah indirmiş ve dinlerine dört elle sarılan, iblas sa hibi, muttaki, güvenilir insanlar da, onu nakledegelmiş-lerdir.
Sahabe, Zühri, Malik, Şafii, Ahmed, Buharı ve Müs lim gibi zevat ile, haklarında söylenmedik söz bırakıl mayan Halef el-Ahmar gibi lugatçıları kıyas etmek müm kün müdür? Bunun benzeri, yalan, dolanla meşhur ol muş pek çok dilci vardır. Onların, lügavî uğraşılarmdaki yegane gayeleri, dünya şöhreti, sultanlara yaltaklanıp, on lara yaklaşabilme arzusudur. Nitekim, Onlardan herhangi birini lafızları kendi arzusuna göre yorumlayıp, iddiası nı kuvveltendirmek için, bir beyit uydurarak, İmduî'-Kays ve benzeri şairlere isnad etmekten, ne dini ve ne de Allah korkusu alakoymazdı. Bu nedenle, lafızların lügavî anlam larında pek çok uydurma ve çelişki meydana gelmiştir.
Evet, dinlerine ihlasla yapışıp, Allah'ın rızasını ka zanmak isteyen, o ilk devir muttaki âlimlerle, bu gibilerini kıyaslamak, asla, mümkün değildir. Şairin dediği gibi :
Süreyya Yıldızı nerede, Yeryüzü nerede? Ali'nin yanında, Muaviye" nerede?[654]
Şayet bu iki zümrenin arasında bir mukayese yap mak, bu iki yoldan hangisinin daha üstün olduğunu ortaya koymak doğru olsa hadisçilerin metodu daha hayırlı, zan icab etmesi bakımından daha kuvvetli, gönüllerin yatışması için daha uygun ve netice itibariyle daha garan tilidir.
Diğer taraftan; eğer, mutlaka, Arap'tan nakledilen lere itimad etmemiz gerekiyorsa; Allah'ın kelamını izah sadedinde söylediklerinde, Arab'ın en fasihi ve beliği olan Peygamber, O'nun hidayetine tâbi olan sahabe, fısk ve iş ret meclislerinde, sarhoş sarhoş sözler sarfedip, şiirler inşad eden diğer Araplar'dan çok daha itimada şayandırlar.
Tekrar, delile dönecek olursak; muarızlarımız, bu noktada, şöyle diyebilirler : Burada yapılan, usulden kaynaklanan bir kıyastır. Biz onu, hüccet olarak kabul etmi yoruz. Sonra, bir anlık kabullenecek bile olsak, bu ancak zan ifade edebilir. Halbuki, üzerinde durduğumuz mese le, katiyyet meselesidir.»
Kanaatimize göre : «Müsellemü's-Subût»'un müellifi, kendisine tevcih edilen bu itirazdan şu şekilde kurtulabilirdi. Birincisi: delilini şu şekilde, mantıkî bir kıyas ola rak sunacaktı: «Ravileri, adalet vasfını taşıyan Haber-i Vahid, içeriğinin, Allah'ın hükmü olduğu yolunda, müc-tehide zannı galip kazandırır. İşte bu durumda olan bir delille de, amel etmek vaciptir.» İkincisi: Küçük Önerme (Kazıyye-i Suğrâ) ye de, fer'deki illetin beyanını isbat hususunda, daha evvel geçtiği üzere delil getirmeliydi. Büyük önerme (Kaziyye-i Kübra)'ya ise; imam Şafiî'nin «Er-Risale» îmam Gazalinin de «El-Mustasfa» adlı eser lerinde naklettikleri şekliyle, fıkhın tarifinde zikrettikleri gibi cevap vermeliydi. Yani; müctehidin zanni galibiyle
amel etmesinin vacib olduğuna dair, icma'yı delil getir-meHydi.[655]
2 -«İkinci delil : Aralarında Ali (r.a.)'nin de bulundu ğu sahabenin, ravileri adil olan, Haber-i Vahid'le amelin vacip oluşuna dair icma'larıdır. Mütevatir derecesine ulaş masa bile, tek tek rivayetlerin, muhtelif vak'alarda, üzerinde birleştikleri nokta, mütevatir kabul edilir. Bu ka bil rivayetleri tek tek ele alıp göstermeye ne takat yeter ve ne de kağıt. Fakat biz, bütün bu rivayetlerin üzerin de ittifak ettikleri noktanın şu olduğunu biliyoruz: «Sa habe, yeni ortaya çıkan hadiselerde, problemleri çözmek için haber-i vahid'e müracaat eder. İlgili konularda, Hz. Peygamber'den nakledilen haberlerin ne manaya geldiği ni anlamaya çalışırlardı. Kendilerine, bir hadis rivayet edildiği vakit, hiçbir itirazda bulunmaksızın, derhal, O'nunla amel etmeyi şiar edinmişlerdi.» İşte bu, inkârına veyahut da birkaç meseleye inhisarına imkan olmayan bir keyfiyettir.
Fakat, şöyle bir itirazda bulunulursa : «Evet, saha benin, Ahad haberlerle amel ettiklerine dair rivayetler var. Ancak, O'nu reddettiklerine ilişkin rivayetler de görmek mümkün. İşte, Ebu Bekir (r.a.) : Nine'nin mirası konusun da îbn Mesleme rivayet edinceye kadar, Muğire'nin ha berini reddetmiştir. Aynı şekilde : Hz. Ömer (r.a.), Ebu Said el-Hudri (r.a.), gelip rivayet etmedikçe, İsti'zan konu sunda, Ebu Musa el-Eşâri'nin rivayetlerini kabuî etmemiş­tir. Yine, Hz. Ali Ma'kil b. Sinan (r.a.)'m böyle bir habe rini reddetmiştir. Zaten Hz. Ebû Bekir dışmdakilerden, rivayetleri kabul ederken, yemin ettirmek O'nun prensi biydi. Hz. Alişe'nin de, ölünün yakınlarının ağlamasından dolayı, azab gördüğü yolundaki, îbn Ömer rivayetini reddettiği de bilinmektedir.»[656]
Şöyle cevap verilir : «Böyle durumlarda, sahabenin duraksaması, ravi'nin sıdkmda veya hafızasındaki endi şeden kaynaklanmaktadır. Yoksa, haberin ahad oluşun dan değil. Nitekim, yeminle veya başka birisinin daha rivayet etmesiyle desteklendiği durumlarda, haber-i va-hidle amel etmişlerdir. Halbuki, her iki halde de, haber ahad olma vasfını korumaktadır. Muarızlarımız, taabbüdî konularda, Haber-i Vahidle ameli inkâr ettikleri vakit, iki kişinin de, yeminle beraber bir kişinin de rivayetiyle ameli reddetmiş oluyorlar. Bu durumda, Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Ali'nin uygulamaları onların aleyhine bir delil teşkil eder. Bizim, Haber-i Vahid'in makbul olduğunu söylememiz, O'nun şüpheden ari, muarızı bulunmayıp, za yıflatıcı bir unsur da taşımadığı durumlardadır. »[657]
3-Üçüncü delil de şudur : Hz. Peygamberin, helâl ve haranı] arı açıklamak, İslâmî hükümleri tebliğ etmek maksadıyle elçiler gönderdiği tevatüren bilinmektedir. Bu elçilerin beraberinde, ancak bazen yazılı birşeyİer bulun duğu olur. Rasulullah'm emirlerini nakletmeleri ahad ta rikiyle gerçekleşirdi. Hiçbir zaman, elçilerin masum ol maları aranmadığı gibi, bazen, itimad etmiyenlerin töh-metleriyle de karşı karşıya gelmişlerdir. Eğer, ahad haberler, delil olmasalardı, tebliğ bir mana ifade etmez, bilakis, insanları sapıklığa sevketmek anlamına gelirdi.
Şayet, «münakaşa mevzuumuz, müçtehidin amelinin vacip olup olmadığı noktasındadır. Yoksa; elçi olarak gönderilen kimseler, mukallid olabilirler,» denilecek olursa, şöyle karşılık verilir :
Hz. Peygamber'in müctehid olan sahabilere hüküm lerin tebliğ edilmesinde, tevatür derecesinde bir sayıya ihtiyaç duymadığı, bilakis, tek tek ferdler göndermekle yetindiği tevatüren bilinmektedir.
Eğer, «Öyleyse, itikadı konuların da zannî delillerle tespit edilmesi, ya da, haber-i vahid'in ilim ifade etmesi gerekir. Çünkü, elçi olarak gönderilenlerden, Hz. Muaz'a RasuluIIah (s.a.s.) : «Sen, Kitap ehli olan bir topluluğa gidiyorsun, onları, ilk önce, Allah'tan başka ilah olmadı ğına şehâdet etmeye çağır,» demiştir» denilecek olursa; karşılığı şudur :
«Şehadetle emretmek, herkesin tevatürle bildiği bir keyfiyetti. Kaldı ki, hiç kimsenin, Hz. Peygamber tara fından gönderilen elçilerin, bunu yerine getirmekle görev lendirildiklerinde en ufak bir şüphesi yoktu. Muaz (r.a.)'a ise. Sadece RasuluIIah (s.a.s.) herseyden evvel ona davet etmesini emretmiştir. Zira, Kafirlerin onu kabule çağrıl maları kati ve mesnun bir durumdur. Hemen imana gire rek büyük bir sevaba nail olmaları arzulanan bir hu­sustur[658]
Rafızîler ve onlar gibi düşünenler, Haber-i Vahid'in yalnızca, zan ifade ettiğini, bu nedenle böyle bir haberle amel etmenin mümkün olmadığını, ileri sürmüşlerdir. Allah Teala, zanna tabi olmayı yasaklamış ve yermiştir. O «Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düş-me»[659], «Onlar, başka değil, sadece, zanna tabi oluyorlar. Zan ise; hak konusunda hiçbir şey ifade etmez.»[660]
buyurmaktadır. Bu ayetlerdeki, kınama ve yasaklama, (hürmete) zan'la amelin haram olduğuna delalet etmektedir,» demişlerdir.
Bu anlayışı, birkaç noktadan ele almak mümkündür :
a) Mevzubahis edilen konu, kat'i bir konudur. Ayet ler ise, her ikisi de, âm kabilinden olduğu için zannidir-ler. Bu kabil ayetler tahsis edilmedikleri sürece, yukarı da adı geçen zümreler nezdinde de zan ifade ederler. Şa yet, Hanefilerin dediği gibi; Âm olan ayetler, tahsis edil medikleri sürece katiyyet ifade eder, denilecek olursa, bu sözkonusu zümrelere birşey kazandırmaz. Zira, Hanefile rin kastettiği katiyyet daha umumi manada bir katiyyettir. Yani; Ayet'in, herhangi bir delilden ötürü, ihtimaliy-yet arzetmemesi demektir. Sözkonusu mesele ise, daha özel manada bir katiliği haizdir. Yani, bir delilden dolayı olsun veya olmasın herhangi bir ihtimale imkan verme mesidir. Bu itibarla, umûmî anlamda kat'i oldukları farz-oîunsa bile bu iki ayet, daha özel manada katiyyeti haiz bir meseleye delil getirilemez. Çünkü, bu her an kendisine ihtimal arız olabilir demektir. Böyle olan bir şeyle def asla ihtimale mahal olmayan bir mesele tesbit edilemez.
b) Ayetlerin zanla ameli iptal ettikleri sahih olsa, o zaman, Kur'an'm zahiriyle de amel etmenin iptal edil mesi gerekecektir. Çünkü, bu zanla ameldir. Böyle bir şey ise icma'en batıldır. Kaldı ki, biz, her iki ayetin de Kitab'ın zahirinden olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle, Kur'an'm zahiriyle ameli iptal ettikleri zaman, hüküm kendilerine de raci olacak ve ayetlerle istidlalde buluna-mryacaklardır.
c- Ayet-i kerimelerde, amel etmenin haram olduğu, sözkonusu edilen zan, Allah'ın birliği gibi, itikada ve usulu'd-Dine müteallik meselelerdeki zandır. Amelî mev zularda ve fıkhı meselelerde zanna itibarın vacip olduğu, daha evvel geçen kati delillerle ortaya konmuştu. Bu nedenle, ayetlerde geçen zannı, belirttiğimiz şekilde an lamak gerekir.
d- Zan ile, amelin haramlığmı ifade eden bu ayet lerin bizi muhatap aldığım kabul etmiyoruz. Çünkü; ilk ayet, doğrudan, Hz. Peygamber'e hitap etmektedir. Rasu-lullah (s.a.s.)'m vahyi bekleyerek, yakini bilgiyi elde etme imkanı varken, zanna tabi olmasının haram oluşu, yakini bilgiyi elde edebilme imkanına sahip olmayan bizler için de haramlığmı icap ettirmez. Ayrıca, ayette geçen ilim'-den, zannı da içeren, mutlak bir tasdik kastedilmiş ola bilir. Zira, zanna da, ilim isminin ıtlak edildiği yaygındır. O zaman mana şöyle olur : «Bilmediğin veya endişelendi ğin ya da şüphe ettiğin şeyin peşine düşme.» Yine : «Hak kında bilgi sahibi olmadığın şey»'den maksat da : «Aksi, sana malum olmayan şey» olabilir. Bu durumda, ayet, zan nı içine almaz. Çünkü sadece, aksi bilinmemekte ve vehme, dilmektedir.
îkinci ayette ise, zannın yerilmesi, sadece bazı vakit lerde ona tâbi olunduğundan dolayı değildir. Bilakis, on ların, her zaman zanna tâbi olup, hiçbir vakit ilme tâbi olmamalarından dolayıdır. Bunun da yerilen bir davra nış olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü, böyle bir dav ranışta kati olarak bilinen şeyleri de terketmek söz konusudur. [661]

Yalnızca Kur'an'ın Yazılmasını Emir'dekî Hikmet

Madem ki, Hz. Peygamber Kur'an'm yazımım hucci-yetini tesbit etmek için emretmiş ve yazı da, katiyyet ifade etmiyorsa, böyle bir emrin verilmesindeki hikmet ne ola bilir? Aynı şekilde, sünnetin yazılmasının istenmemesindeki hikmet ne olabilir? diye sorulacak olursa, buna şöy le cevap veririz :
Kur'an'm yazılmasına dair emirdeki hikmet; ayetlerin tertibini izahtır. Bu itibarla âlimler, bu tertibin Ceb rail (a.s.) tarafından, Rasulullah (s,a.s.)'a getirildiğinde ve tevfikî olduğunda ittifak etmiştir.
Bir diğer hikmet ise; sûrelerin tertibim beyandır. Kuvvetli ve tercih edilen görüşe göre sûrelerin tertibi de tevfikîdir.
Biz, yazının, herhangi bîr şeyi tespit yollarından biri oluşunu inkâr etmiyoruz ne var ki, bu yöntem, bırakın lafzı tevatürü, mücerred sözlü rivayetten dahi zayıf bir yöntemdir. Ancak, daha kuvvetli bir tespit yöntemiyle birleştiği zaman herhangi bir hususun zabtında te'kid ara cı olabilir.
Diğer taraftan, Kur'an'm yazınıma ihtiyaç gösteren, daha başka unsurlar da vardır. Bunlar, şöylece sıralana bilir : Kur'an, Allah'ın kitabı ve Kıyamete kadar bütün mahlûkata gönderilmiş bir elçi olan, Hz. Muhammed
(s.a.s.)'in en büyük mucizesi olması hasebiyle, O'nun zab-tındaki te'kidi artırmak! Zira, O, Hz. Peygamber'in inuci-.zeleri arasında, sonraki nesillere, O'nun nübüvvetini ispat eden en kati ve en açık bir delil olarak kalacaktır. Bir di ğer husus. Kur'an'm, İslâm şeriatının esası olmasıdır. Şa-rîin delil olarak itibar ettiği diğer asıllarda ona racidir. İtikada ve furua ait ana meseleler de Kur'an'da tespit edil miştir. Bu nedenle, Kur'an'm yok olup, kaybolması, bütün .bu hususların da ortadan kalkmasını ve şeriatın yok ol masını intaç edecektir. Ayrıca, Allah Teâla, gerek namazda ve gerekse, namaz dışındaki ibadetlerimizde, O'nu okuma mızı bizden istemiş, birtek harfini dahi değiştirmemize izin vermemiştir.
İşte Kur'an, bu son derece önemli mevzuları ihtiva et tiğinden dolayı, Sâri olan Allah Teâla, Ona çok büyük bir önem vermiş, O'nu kendi gözetimine almıştır. Bu sebep le de, insanların, sübutu konusunda tamamen mutmain olmaları için, lafızlarını vö metnini, önemli önemsiz, kuv vetli zayıf, mümkün olan her türlü tespit vasıtalarıyla zabdetmiş, kıyamete kadar gelecek olan insanların elinde bu lunmasına imkan hazırlamıştır. Aynı şekilde, Kur'an'm manalarını da, O'nun sarihi olan, Sünnet vasitasıyle mu hafaza buyurmuştur.
Hadislerin birbirleri ile münasebeti bakımından bir tertip sözkonusu olmadığından sünnet, tanzim nokta-i nazarından Kur'an gibi değildir. Sünnet, mucize de olma dığı gibi, Allah Teâla, lafızlarını okumak suretiyle ibadet etmemizi de bizden istememiştir. Hakiki manasını ko rumak şartıyle, lafızlarının değiştirilmesine müsade edil miştir. Çünkü, Sünnetin gayesi kitab-i izah etmek ve hü kümlerini vuzuha kavuşturmaktır. Binaenaleyh, bu ama cın gerçekleşmesinde, mananın anlaşılması yeterlidir. Anlam bozulmadıktan sonra, lafızlann Rasulullah (s.a.s.)'dan sadır olması ile, bir başkasından sadır olması önem arz-etmez.
Kur'an, diğer delilerin tesbitinde, itikad esaslarının tayini ve furûa ait temel prensiplerin ortaya konmasında, bize yeterli olmaktadır. Bundan dolayı Şârî, Kur'an'a gös terdiği ihtimamı, sünnete göstermemiş, O'nun naklinde bir tek delili, yani, sözlü rivayeti yeterli bulmuştur. Eğer, sözlü rivayet, yazım ve tevatür gibi bütün tespit vasıtaları bir arada bulunmuş olsa, bu taktirde aliyyü'1-âlâ olur.
Bütün bunların yanında, Kur'an'm hacmi ile, göre vi O'nu açıklamak ve izah etmek olan Sünnetin hacmi arasındaki, apaçık farkı da gözardı etmemek lazımdır. Bi lindiği üzere, şerh, her zaman, şerh edilenden daha ha-cİmli ve daha kabarık olur. Adeten, hacmi küçük olan şeyin ise, bütün nakil imkanları ile nakli daha kolaydtr. Ama, hacmi kabarık olan şey böyle değildir. Özellikle de, Ümmi bir toplum olan. Arapların bu şeyi nakletmeleri söz konusu olunca. Yine Sünnetin, Rasulullah (s.a.s.) m söz, fiil ve takrirlerinden meydana geldiği göz önünde bulun durulunca, bütün tespit vasıtalanyle zabtı güçleşmekte dir. Rasulullah (s.a.s.)'m her halinde, tevatür derecesinde bir kitlenin ve yazma imkanına sahip bir grup sahabinin, O'nunla birlikte bulunması mümkün değildir. Binaen aleyh, her duyduklarını ve müşahede ettiklerini, kendile rinden sonrakilere veya yanlarında bulunmayanlara, hem yazılı ve hem de sözlü tevatür yoluyla bildirmeleri ne mümkün ve ne de zorunludur.
Bilâkis, Rasulullah (s.a.s.)'m, bazen, bir sözü ya da ey lemi, okuma yazma bilmeyen bir tek sahabinin önünde vuku bulnıuş ve bir daha da, Hz. Peygamber, onu tekrarlamamış olabilir. Ama, Kur'an'da durum böyle değildir. Çünkü, Rasulullah (s.a.s.), ayet ve sûreleri muhtelif kitlele rin huzurunda okuyordu. Bu kitlelerin içerisinde okuma yazma bilen de, bilmeyen de bulunabiliyordu. Yine, Kur'an ayetleri, Hz. Peygamber tarafından farklı zaman ve ze minlerde hiçbir değişikliğe uğratılmadan, birtek lafızla tekrar ediliyordu. İşte, bütün bunlardan dolayı, Kur'an'in zabt ve naklinde, nakil vasıtalarının hepsini bir arada bul ma imkânı söz konusu olmuştur. [662]

Sünnetin Yazımının Yasaklanması Onun Delil Olmadığı Anlamına Gelirmi?

Şayet; «Mesele, yalnızca, sünnetin yazılmasını emret-memekle kalmış olsaydı, söyledikleriniz iknaya yeter, şüphelen giderebilirdi. Ne var ki, mesele, bununla kalma mıştır. Bilakis, sünnetin yazımının yasaklanmasına, hatta, daha Önce yazılmış olanların yok edilmesine kadar uzan mıştır. İşte bu da, Hz. Peygamber'in, sünnetin sonraki nesillere nakledilmemesini istediğine bir delil teşkil eder. O'nun bu arzusu ise, sünnetin hüccet olamıyacağı neti cesini doğurur. Zira, hüccet olsaydı, nakil yollarından her hangi birisiyle nakline asla engel olunmazdı» denilecek olursa, şöyle cevap veririz : -
Daha evvel de izah ettiğimiz üzere, yazılı bulunmak delil'in şartlarından değildir. Üstelik, yazı katiyyet de ifa de etmez. Bir anlık, yazının katiyyet ifade ettiğini kabul-lensek bile, delilin kati bir yolla tespit edilmiş olma zaru reti yoktur. Bu münasebetle, Hz. Peygamber'in sünnetin yazımını .yasaklamış olması, suret-i katiyyede ne O'nun naklini istemediğine ve ne de sünnetin hüccet olamıya-cağma delil teşkil etmez. Rasulullah (s.a.s.), bu yasağın he­men ardından, daha etkili ve kuvvetli bir nakil yoluyla, hadislerinin rivayet edilmesini emretmişken, nasıl olurda, söz konusu yasağının, sünnetin hüccet olamıyacağma delil teşkil ettiği ileri sürülebilir? Müslim'in, Ebu Said el-Hudrî (r.a.) tarikiyle rivayet ettiği bir haberde, Hz. Pey gamber'in; kendisine kasten, yalan isnadında bulunan kimselere, şiddetli bir azabı vadettiği de unutulmamalıdır.
• Buhari ve Müslim'in Ebu Bekir (r.a.) tarikiyle yap tıkları bir rivayette ise, Hz. Peygamber şöyle demektedir : «Burada bulunanlar, bulunmayanlara (sözlerimi) iletsin. Zira, sözümü duyan birisi, onu kendisinden daha iyi kav rayacak birisine ulaştırmış olabilir.»
• İmam Ahmed'in, Zeyd b. Sabit'ten yaptığı bir ri vayette de : «Bir hadisimizi işitip te, onu bir başkasına nakiedinceye kadar belleğinde tutanın, Allah yüzünü ak etsin. Nice kimseler vardır ki, kendilerinden daha fakih olanlara fıkıh (malzemesi) aktarırlar. Nice fıkıh (malze mesi) taşıyanlar vardır ki, fakih değildirler.» buyur muştur.
•Tirmizi'riin, İbn Mes'ud kanaliyle yaptığı bir riva yette de : «Bizden birşey işitip de, duyduğu gibi onu, baş kalarına ileten kimsenin, Allah yüzünü, ak etsin. Kendiler-rine haber iletilen, nice insanlar var ki, O'nu bizzat işitenden çok daha iyi kavrarlar.» demiştir.
° İmam Ahmed, Cûbeyr b. Mut'îm tarikiyle yaptığı bir rivayette ise, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini kaydet miştir : «Allah sözümü işitip, belleyen, sonra da onu işitmeyenlere nakleden kimsenin yüzünü ak etsin. Zira, nice fıkıh (malzemesi) taşıyanlardan, çok daha fakih olan kim seler vardır.»
• Buhari'nin kaydettiği bir rivayette ise, Hz. Pey gamber, Abdü'1-Kays heyetine, bir takım tavsiyelerde bu-Hmduktaıı sonra şöyle demektedir : «Bunları iyi belleyia ve (memleketinize) döndüğünüz vakit hemşehrilerinize iletin.»
• İmam Şafii'nin Ebu Rafi'den yaptığı bir rivayet te ise : «Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış bir vaziyette,
bir emrin veya yasağın kendisine ulaşıp da: Biz anlama yız, Allah'ın kitabında ne buluyorsak, sadece ona, tâbi r-oluruz, derken görmeyeyim.» demiştir. Bu kabil rivayet leri daha da çoğaltmak mümkündür.
Hz. Peygamber'in, hadislerin ezberlenip, rivayet edil-:3nesini emretmesiyle, kendisine yalan isnad edilmesine karşılık şiddetli bir cezayı va'detmesi; diğer taraftan, sün nete muhalefet etmekten sakındırarak, hem işitenler ve .Ihem de, kendilerine iletilenler için, O'nun ne kadar önem li bir konumunun olduğunu vurgulaması, sünnetin inananlar için büyük faydalar içeren bir hüccet olduğunun en açık delilidir.
Daha önce zikrettiğimiz rivayetlerde geçtiği üzere, Hz. Peygamber'in, hadislerin tebliğini emrettikten son-. ra : «Nice fıkıh (malzemesi) taşıyanlar vardır ki, fıkıh nedir bilmezler. Ve yine, nice fıkıh (malzemesi) taşıyanlar vardır ki, onlardan çok daha fakih olanlar vardır.» buyur-'-ması, sünnet'in dinde bir hüccet ve şer'î hükümlerde bir kaynak olduğuna en güzel bir delildir. Rasulullah'm bu : sözü; hadisleri bizzat işiten kimselerin, onları, sonraki nesle iletmelerindeki gayenin, bu neslin hadislerin içer-, diği fıkhı ve şer'î hükümleri istinbat etmelerine imkan verme anlamı taşır, Bu ise; hadisler hüccet kabul edil emeden, tazammun ettikleri hükümler tespit edilmeden, mümkün değildir. Zerre kadar aklı ve imam olan birisi, : Hz. Peygamber'in, hadislerin rivayet edilmesine dair em erini, bir takım idareci ve sultanların, muhataplarım tes- Üyeye ve meclislerde konuşma mevzuu edilmeye yönelik irad ettikleri emirnamelerine kıyas edemez. Allah Rasu-lu (s.a.s.), ümmetine oyun ve eğlence olacak, onlara hiçbir fayda sağlamayacak şeyleri emretmekten çok yüce ve be dridir.
İşte, İmam Şafii (r.a.)'nin, İbn Mesud hadisini yorum larken kaydettikleride, bizim kanaatlerimizi desteklemektedir : «Hz. Peygamber, sözlerine kulak verilip, ez berlenilerek, onların, başkalarına iletilmesine teşvik et tiğine göre; bu, Rasuluİlah (s.a.s.)'m, ancak duyan kimse ler için hüccet teşkil edecek nitelikteki şeylerin, kendi sinden nakledilmesini, emrettiğine delalet eder. Binaen aleyh, Rasul'den ancak, yerine getirilmesi icab eden bir helal veya kaçınılması gereken bir haram ya da tatbik edi lecek bir had (ceza-i müeyyide) yahut, alınıp verilecek bir mal, yahut da, din ve dünyaya müteallik bir nasihat tebliğ edilebilir. Ayrıca bu; fakih olmayan ve fıkhına eremediği halde hadisleri ezberleyen kimselerin de fikhî (nitelikli hadisleri) nakledebileceklerine delalet eder.»[663]
Üstelik, Rasuluİlah (s.a.s.)'a yalan isnad edilmesi ne den büyük bir günah telâkki edilmiş ve bunun üzerine çok şiddetli bir cezanın terettüp edeceği va'dedilmiştir? Başkalarına isnad edilen yalan da haram olmasına karşın, böyle değerlendirilmemiştir. Başkalarına yalan isnadı ile, Rasuluİlah (s.a.s.)'a yalan isnadı aynı düzeyde bir cürüm olsaydı, bunun ayrıca zikredilmesinin bir hikmeti olmazdı.
Şüphesiz, Rasuluİlah (s.a.s.)'m, kendisine yalan isnad edilmesine, özellikle işaret etmesi, bu cürüme karşılık şiddetli bir azabı müjdelemesinin, bir hikmeti vardır. Çünkü, böyle bir durum, şeriat hükümlerinin tebdilini, helâlin haram, haramın da, helâl telakki edilmesini in taç eder. Böyle bir tehlike ise; Sünnetin hüccet oluşun dan ve şeriat hükümlerine kaynak teşkil etmesinden ileri geliyor.
Bu görüşümüzü, Buhari ve Müslim'in, Muğire (r.a.) kanalıyla yaptıkları şu rivayet de doğrulamaktadır. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur : «Bana isnad edilen ya lan, herhangi birine isnad edilen gibi değildir. Kim, kas ten, bana yalan isnadında bulunursa, cehennemdeki yeri ne hazırlasın.»
Bu meyanda, ayrıca, Müslim Ebu Hureyre (r.a.) den şunu rivayet etmiştir: «Rasuluİlah (s.a.s.) şöyle buyurmuş tur «Ahir zamanda, yalancılar, deccallar çıkacak. Ne siz lerin ve ne de, babalarınızın duymadığı hadisleri size getirecekler. Aman onlardan sakının, sizi saptırmasınlar, sizi fitneye düşürmesinler.»
Allah için soruyoruz; Hz. Peygamber'in hadisleri, din de hüccet olmasaydı, O'na İsnad edilen uydurma hadis lere karşı, sakındırmanın ne anlamı olurdu? Niçin böy le bir durum, fitne ve sapıklığı beraberinde getirirdi? Şayet hadisleri rivayetteki gaye, Arapların ve diğer mil letlerin haberlerini ve bir takım şiirleri rivayette olduğu gibi, mücerred, teselli ve eğlence olsaydı; bu noktada, yalancı ile doğru söyleyenin eşit olması icap etmez miydi? Aralarında bir fark olsa bile, bu, fitne ve sapıklıktan, has sasiyetle sakındıracak kadar büyük bir fark olur muydu? Özet olarak, buraya kadar zikrettiklerimizin hepsi, sünnetin hüccet olduğunu apaçık ortaya koymaktadır. Bütün bunlar, akıl ve idrak sahibi olanların yanında, Hz. Peygamber'in bizzat kendi açıklaması mesabesindedir. Ve O'nun, sünnetin nakil ye muhafazasına olan rağbetinin bir ifadesidir. Bunlar ortadayken, nasıl olur da Rasuluİlah (s.a.s.)'m sünnetlerinin korunmasına önem vermediği; bi naenaleyh dinde hüccet olamayacağı iddia edilebilir? Fa kat, Allah Teala şöyle buyurmaktadır : «Elbette sen, ölü lere duyuramazsın; arkalarını dönüp giden sağırlara da veti işttiremezsin. Ancak, (can-ı gönülden) teslimiyyet gös teren ve ayetlerimize inananlara duyurabilirsin.» [664]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:21 am

Sünnetin Yazımna Getirilen Yasağın Hikmeti

Eğer şimdiye kadar, Kur'an'm yazılmasıyla, sün-net'in kay dedi lmemesine ilişkin emrin hikmetlerini beyan ettiniz. Ne var ki, söyledikleriniz, sünnet'in yazımım ya saklamanın da bir gerekçesi olamaz. Çünkü, O'nun mucize olmayışı, okunmak suretiyle ibadet edilmeyişi, Kur' an'm izahı ve açıklayıcısı konumunda bulunması, yazımı nın yasaklanmasına bir neden teşkil etmez. Bu, olsa olsa, ancak, sahabenin yazıp yazmamada serbest bırakılmasını icab ettirebilir. Ayrıca, siz sünnetin hüccet oluşuna dair delillerden hareketle, söz konusu yasağın, O'nun hücciye-tini iptal edemiyeceğini ileri sürdünüz. Fakat, yasakla manın da bir nedeni olması gerekmez mi? Bunun ne ol duğunu bize izah edebilir misiniz?» denilecek olursa, şu şekilde cevap veririz:
Âlimlerimiz yasağın hikmetine dair, birkaç ri sürmüşlerdir.
a) Hz. Peygamber, Sünnet'in, Kur'an'a karıştırılma sı endişesiyle, ashabı bundan men etmiştir.[665]
Bu noktada şöyle bir itiraz vaki olabilir: «Böyle bir karışıklığın herhangi bir zaranndan bahsedilemez. Zira, Kur'an da, Sünnet de, şer'î hükümlerin kaynağıdır. Bina enaleyh, bizim için önemli olan, hükümler tesbit edilirken dayandığımız delilin Rasulullah'tan sadır olmasıdır.
Bunun Kur'an veya sünnet olması o kadar Önemli değil. Yeter ki, bu ikisinden başka birşey olmasın.»
Bu itiraz, makul değildir. Çünkü Kur'an pekçok ba kımdan, Sünnetten temayüz edip ayrılmıştır. Herseyden önce, tilaveti ibadettir. İcazı ile, Peygamber'in elçiliğine delalet etmesi, kıyamete kadar baki kalacak bir keyfi yettir. Bu itibarla, O, her ne kadar, hüccet olma bakı mından, sünnetle bir birliktelik ifade ediyorsa da, ayrıl dığı noktalardan dolayı, mutlaka sünnetten farklı değer lendirilmesi gerekir.
Yine: «Kur'an'm icazı O'nun sünnetten farkedilme-si için yeterlidir. Ayrıca yazıyla temyizine gerek yoktur.» şeklinde bir itiraz gelebilir. Ancak, bu da tutarlı bir itiraz olamaz. Çünkü; Kur'an'm icazını, ancak, Arap belagatının zirvesinde olduğu ilk devirlerdeki, belagatta otorite olmuş kimseler anlayabilir. Fakat, hangi asırda olursa ol sun, belagatla ilgisi olmayanlar ki bunlar hep çoğun lukta olmuştur O'nu sünnetten ayırt edemezler. Özellik le de, kavlî sünnetin, Arab'ın en fasihi ve beliği bir zattan sadır olduğunu ve neredeyse belagat bakımından Kur'an'a yakın bulunduğunu nazar-ı dikkate aldığımız vakit, bu nu daha iyi anlayabiliriz. Bu nedenle, Sünnetle Kur'an'ı birbirinden temyiz edebilmek, sadece parmakla gösteri len belagat ve beyan ustalarının işidir. Belagatla ilgisi bu lunmayanlar, Kur'an'm icazını kendiliklerinden kavraya-mazlar. Onlar bunu ancak, Hz. Peygamber'in, belagat ve fesahat ustalarına, Kur'an'm en kısa sûresinin bir ben zerini yapmaları yolundaki meydan okumasından hare ketle farkedebilirler. Bu şekilde Kur'an'm icazı tespit edil diği vakit, Onlar için, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Peygam berliği de sabit olmuş demektir. Binaenaleyh, bu durum da, O'nun şu sûre veya şu ayet, ya da şu kelime Kur'an'dandır diye haber verdiğinde doğru söylediği bedihi olur. Peygamber'in bu şekilde haber vermesi de, Arap Acem beliği beliğ olmayanı bütün ümmet için, Kur'an'm, Pey gamber'in dışında bir kaynaktan geldiğini ortaya koyma ya yeter.
Pek tabii olarak, Rasulullah'm bizzat haber vermesi yalnızca kendi asrındakiler için mümkündür. Bütün üm met için böyle bir şey söz konusu değildir. Bu nedenle, Hz. Peygamber, Kur'an'ı işitenlerin iyice belleyememesi, insanlar arasında tamamen yayılmaması sebebiyle, uzun zaman sonra, O'nda birtakım karışıklıkların meydana gel mesinden endişeleniyordu, özellikle de ayet, kelime veya harflerinin karıştırılması O'nu tedirgin ediyordu. İşte bu yüzden, Kur'an'm yazılmak suretiyle, kendisinden sadır olan diğer sözlerden temyiz edilmesine şiddetle özen gös teriyordu. Bu itibarla, Kur'an herkes tarafından güzelce öğrenilip, halk arasında yayılıncaya ve diğer sözlerden tefrik edilebilir hale gelinceye kadar, herhangi bir ihti laf vukuunda ya da birisinin hata etmesi halinde kalaba lık halk kitlelerinin sözkonusu hata ve ihtilafları düzel tebilecekleri bir konuma gelinceye kadar yazıyı sadece Kur'an'a tahsis etmiştir. Ne zaman ki, bu konuma gelin diğine kanaat getirmiş, işte, o zaman sünnetin yazılma sına müsade buyurmuştur. Nitekim bu konuya ileride değinilecektir.
b) Rasulullah, sünnet'in yazımını; Sahabenin yaz dıklarına güvenerek, gevşemeleri, bu nedenle de en belir gin vasıfları olan, ezberleme hassalarını ihmal etmeleri sonucunda, bu melekelerinin giderek zayıflaması endişe siyle yasaklamıştır.[666]
Yazıya dayanıp, güvenerek ezberlemeyi ihmal etme nin, ilmin kaybolmasında ne derece etken olduğu herkes çe malumdur. Bunu daha evvel izah etmiştik.
Bundan ötürü, yazım yasağı, yalnızca hafızası kuv vetli, unutkanlıktan emin olan kimselere getirilmiştir. Bu nun yanında, Ebu Şah kıssasında değinileceği üzere, hafı zası zayıf olanlara izin verilmiştir. Aynı şekilde, kuvvet li bir hafızaya sahip olup da, çok sayıda hadis topladı ğı için, hepsini ezberlemekte güçlük çeken, Abdullah b. Amr gibilerine de müsade edilmiştir.
Eğer; «hafızanın zayıflamasına, ilmin yok olup git mesine neden olacak kadar, yazıya güvenip gevşeme, Kur'an için de söz konusudur. Bu taktirde, niçin O'nun yazımı yasaklanmamıştır?» denilecek olursa, şöyle deriz :
Burada, Kur'an söz konusu olunca, bu hikmetle çe lişen ve Kur'an'm yazılmasını gerektiren birtakım sebep ler vardır. Öyle ki bu sebepler, sözkonusu hikmete ağır basmış, O'na üstün gelmiştir. Binaenaleyh, Kur'an yazıl dığı vakit meydana gelebilecek zararları bertaraf etmiş tir. Bilindiği gibi bu sebepler, Kur'an'm icazı ve kıraatiyle ibadet olunması keyfiyetidir. Bundan başka daha önce temas ettiğimiz hususlardır. Böylece, Kur'an'm niçin yazılmasının emredildiğini anlamış oluyoruz. Kur'an'ın yazımından doğabilecek olan, zararların gi derilmesi ise şu nedenle mümkündür : Bir defa, Kırati ile ibadet edilmesi şartı, mükellefin onu ezberlemesini ge rektirir. Ayrıca O'nun yazımı, icazı, nazmının akıcılığı, üs lûbunun cazibesi gibi hususlar da, yazanı ezberlemeye teşvik eder.
c) İslâm'ın ilk devirlerinde yazma bilenlerin oranı oldukça azdı. Bu da, ehemmi mühimme tercih ederek, yazı bilenlerin gayretlerini Kur'an'm yazımına teksif et melerini ve ondan maadasını yazmakla uğraşmamalarını icap ettirmiştir.[667]
Bu yüzden, yazma bilenler artınca. Rasulullah (s.a;s.) hadislerin yazılmasına izin vermiştir. Nitekim, Abdullah b. Amr'a söylediği ile, ölüm döşeğinde iken yazmaya ni yetlendiğine dair rivayetler ileride gelecektir.
d) Ashab, istenilen düzeyde yazı bilmedikleri için, kelime ve harfleri güzelce yazamamaktan mütevellit, sünnetlerin kaydında hata etmeleri endişesiyle, yazmaktan menedilmişlerdir.[668]
Buna göre, Hz. Peygamber'in yazmamalarını istediği kimseler, güzel yazı yazamayan kimselerdir. Bu işi iyi becerenlere ise müsade edilmiştir.
Buna, belki şöyle bir itirazda bulunulabilir : «Sün netlerin yazımmdaki yasağın tesbitinde yegane delil, Ebu Said el-Hudrî'nin rivayetidir. Ondan ilk bakışta anlaşılan ise, Sünneti yazmaları yasaklanan kimselere, Kur'an'ı yazabilecekleri yolunda izin verilmiş olduğudur. Eğer, ya sağın illeti, yazıda meydana gelebilecek hata endişesi ise, onların Kur'an'ı yazmalarına, nasıl müsade edilebilir? Bunun makul olduğunu ispatlayabilmek için, Ebu Said rivayetinden ilk bakışta anlaşılanın tersini ispat etmek mecburiyeti vardır. [669]

Sünnetin Yazımına Müsade Edilmesi

Sünnetin yazıyla tespit edilmemiş olmasından dola yı hüccet olamıyacağı şeklindeki şüpheyi kökünden yok edecek diğei4 bir husus da, Hz. Peygamberin sünnetin ya zımına izin vermiş olmasıdır.
İbn Abdilberr, Abdullah b. Müemmil, İbn Cûreyc ve Ata tarikiyle, Abdullah b. Amr'ııı şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Rasulullah (s.a.s.)'a ilmi kaydedeyim mi, diye sordum bana; «Evet kaydet,» cevabını verdi. Ata, «ilmin kaydedilmesi nedir?» diye sormuş, Abdullah da, «yazil-masıdır,» karşılığını vermiştir.[670]
Başka bir rivayette ise: Abdullah İbn Amr: «Ey Allah'ın Rasulu! İlmin kaydedilmesi ne demektir? diye sormuş. Rasulullah (s.a.s.) da : «yazilmasıdır,» şeklinde cevap vermiştir.[671] Aynı rivayeti, İbn Kuteybe de, îbn Cû reyc ve Ata tarikiyle kaydetmiş, «İlm»den muradın «ha dis» olduğunu söylemiştir.[672]
İmam Ahmed de, Abdullah b. Amr'm şu sözünü riva yet etmiştir : «Rasulullah'tan her duyduğum şeyi yazıyor ve ezberlemek istiyordum. Kureyşliler, beni bundan men ettiler ve «Sen Rasulullah'tan her işittiğini yazıyorsun. Halbuki O'nun, neşeliyken de, sinirli halinde de konuş tuğu oluyor, dediler. Ben de, yazmaktan vazgeçtim. Bilahere konuyu, Rasulullah'a açtım bana : «Yazabilirsin. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben yalnızca hakkı konuşurum» dedi.
îbn Abdilberr ise, aynı rivayeti şöyle kaydetmiştir : «Ey Allah'ın Rasulu! Senden her duyduğumu yazabilirmiyim? dedim. Evet, yazabilirsin, buyurdu. Peki, neşeli ol sanız da, sinirli olsanız da mı? dedim. Yine : «Evet, çün kü, ben herhalükarda haktan başka birşey söylemem,» karşılığını verdi.»
Eğer; İbnü'l-Müemmil ve İbn Şuayb tarikleri ihti-cacta bulunulacak nitelikte değildir, çünkü İbn-û Main, En Nesai, Darekutni ve el-Münzirî, İbnu'l-Müemmil'in za yıf olduğunu söylemişlerdir. Ebu Hatimle Ebu Zur'a hadiste kavi olmadığını belirtirlerken, İbn Main'den hadis lerinin tamamının münker olduğu nakledilmiştir. Keza, İmam Ahmed'in de aynı kanaatte olduğu nakledilirken, İbn Adi, hadislerinin tamamının zayıf olduğunu söylemiştir, îbn Şuayb, Ebu Davud'a; Amr'in babası vasıta sıyla, dedesinden yaptığı rivayetler, dinde hüccet olabi lir mi?» diye sorulduğunda, O'nuh, «Hayır, delil olmala­rının sözü bile edilmez,» diye cevap verdiğini, söylemiş tir. Yine, İbn Şuayb; Ahmed b. Hanbel'in : «Hadisçilerin, Amr'in babası vasıtasıyla dedesinden naklettiği haberleri bazan kabul edip, bazan da etmediklerini söylediğini, ha ber vermiştir. Tabii ki, bununla, Amr b. Şuayb'in ha lindeki endişelerini kastediyor Abdülmelik b. Meymun ise; Ahmed b. Hanbel'in, «Amr b. Şuayb'm, babası ka-nalıyle, dedesinden yaptığı pek çok münker haber var dır. Biz, hadislerini, sadece öğüt almak maksadıyla ya zardık. Hüccet olmaları ise, asla mümkün değildir.» de diğini haber vermiştir. Ayrıca, Yahya b. Said el-Kattan da, hadislerinin zayıf olduğuna dikkat çekmiştir. Abbas ise, İbn Main'in : «Şayet babası vasıtasıyla dedesinden rivayet ederse, bu haberi kitaptan almış demektir. (Zayıf olması da buradan ileri gelmektedir). Fakat, Said veya Süleyman b. Yesar ya da, Uruc kanalıyla rivayet ederse, o zaman, sikadır. Veya öyle kabul edilebilir.» dediğini, söylemiştir. İbn Ebi Şeybe de : «İbnu'l-Medini'ye, Amr b. Şuayb'm durumunu sordum, bana : «Eyyûb ve îbn Cûreyc kanalıyla gelen rivayetlerinin hepsi, sahihtir. Ama, babası kanalıyla dedesinden naklettiklerini bir kitaptan almıştır. Dolayısıyla zayıftır.» karşılığını verdi» demiştir. Kaldı ki, Îbnu'l-Müemmil ve Amr b. Şuayb'm bu tari kiyle, sadece cerh ve ta'dil de gevşek davranan bazı son devir âlimleri ihticacta bulunmuşlardır. Bildiğimiz kada-ııyle, rivayetin üçüncü bir isnadı da yoktur. Binaenaleyh haber sahih değildir.»[673] denilecek olursa, cevabımız şu olur :
İbn Sa'd, Îbnu'l-Müemmil'in «sika» olduğunu söyle miştir, îbn Huzeyme, İbn Hıbban ve daha başkaları ise, hadislerini sahih bulmuşlardır. îbn Main # de iki rivaye tin de sika, birinde zayıf olduğunu söylemiştir.[674]
Görülüyor ki, imamlar, cerh edilip edilmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. Cerhedenlerden bir kısmı ise, hadisle rinin tamamını terketmemişler, bilakis bazısını kabul et mişlerdir. Ayrıca; özellikle O'nun bu rivayetini, İbn Ab dilberr ve ez-Zehebî'nin, Abdulhumeyd b. Süleyman, Ab dullah b. el-Müsenna ve Sümame tarikiyle, Enes (r.a.) den merfu olarak rivayet ettikleri : «timi, yazıyla kaydedi niz »[675]seklindeki hadis de, desteklemektedir.
• İbn Main, İbnu'I-Medinî, en-Nesaî ve Darekutnî'-nin Âbdulhumeyd'i zayıf bulmalarının buna bir tesiri ola maz. Zira, Ebu Davud ve daha başka kimseler, O'nun sika olduğuna hükmetmişlerdir. Enes (r.a.) rivayetini ise, Hakim-i Tirmizi'nin yaptığı, merfu bir rivayet de destekle mektedir.
•ibn' Şuayb'a gelince; Zehebî, O'nun, zamanının alimlerinden birisi olduğunu söylemiştir.[676] İbn Main, İbn Raheveyh ve Salih b. Cezre ise, sika olduğunu belirt mişlerdir. El-Evzaî de; «Amr b. Şuayb'dan daha kâmil bir Kureyşli görmedim, Mekhul otururken, O, bana hadis rivayet etmiştir» demiştir. îshak b. Raheveyh de : Amr b. Şuayb'm, babası kanalıyla, dedesinden yaptığı rivayet lerin Eyyub'un Nafi vasıtasıyla İbn Ömer'den yaptığı rivayetler mesabesinde olduğunu söylemiştir. Ebu Hatim ise : «Amr'm babası kanalıyla dedesinden naklettiği ri vayet, Behz b. Hakim'in babası aracılığıyla, dedesinden naklettiği rivayetlerden, bana çok daha sevimlidir» demiştir. Ayrıca O, Yahya b. Main'e, Amr b. Şuayb'm duru munu sorduğunu, O'nun da kızarak: «Ben ne diyeyimki? İmamlar, ondan rivayette buulnmuşlardir.» şeklinde cevap verdiğini söylemiştir. İbn Main'İn, O'nusika bul duğunu nakledenlerden bazıları da, Abbas ve Muaviye b. Salih'tir. İshak b. Mansur, Ebu Ya'kub el-Mervezî, el-Kevsec de, O'nun : «Amr'm hadisi yazılır» dediğini nak-letmiştir. Ebu Zür'a ise : Kendisinin sika olmasına kar şın, O'ndan gelen münker haberlerin ekseriyetinin, el-Mü-, senna b. es-Sabah ve İbn Lûheya'dan kaynaklandığını be lirtmiştir. Yahya b. Said el-Kattaıı da; Ondan sika bir ravi rivayette bulunması şartıyla, haberinin hüccet ola cağı görüşüne kail olmuştur.[677]
• İmam Ahmed'den, nakledilen hadisiyle ihticacta bulunulamıyacağı şeklindeki görüş şayet sahih ise, O'nun bu konudaki tereddüdünün bir ifadesidir. Kesin kanaati nin bir sonucu değil. Nitekim, bilahere bu tereddüdü kalkmış ve hüccet olduğu görüşünü belirtmiştir.
İmam Ahmed'in söz konusu görüşünün tereddüdün den kaynaklandığına, El-Esrem'in şu sözü delalet et mektedir : «Ahmed b. Hanbel'e, Amr b. Şuayb'm durumu sorulduğu vakit: Bazan, hadisleriyle ihticacta bulunuyo ruz. Fakat, bazen de kalbimizde, bir şüphe belirdiği olu yor, demiştir. »[678]
İmam Ahmed'in söz konusu endişesinin kalkıp, ha dislerinin hüccet olabileceğine kail olduğuna ise, Buha-rinin «Et-Tarihi»ndeki şu sözü delalet etmektedir : «Amr b. Şuayb'm hadisleriyle Ahmed b. Hanbel, Ali b. El-Me-dinî, İshak b. Raheveyh, Humeydî, Ebu Ubeyd ve diğer hadisçilerin delil getirdiklerini gördüm. Müslümanlardan hiç kimse, O'nu metruk addetmemiştir.»[679] Buharı'nin nak li (diğerlerinden) daha sahih ve daha kuvvetlidir.
• Abbas'm, Yahya b. Main'den, söz konusu isnadın zayıf olduğu yolundaki nakli de, O'nun Önceleri müte-reddid bulunduğuna, fakat bilahere bu tereddüdünün kalkarak, isnadla ihticacta buîunulabileceğine kail oldu ğuna hamledilir. Aksi taktirde, bu rivayetin, Ebu Hatim, el-Kevsec, Muaviye b. Salih ve bizzat Abbas'm kendi rivayetine ters düşmesi sözkonusudur. Ayrıca, Buhari'nin şu sözüyle de; çelişki arzetmektedir : «Ali, Yahya b. Main, Ebu Huzeyme ve ilim ehlinden bazı meşayih bir araya geldiler ve Amr b. Şuayb'ır» hadisleri konusunda müzake rede bulundular. Bunun sonunda, hadislerinin hüccet olduğu kanaatine vardılar.»[680] Burada söylenebilecek tek şey, Buhari'nin naklinin, Abbas'mkinden çok daha kuv vetli olduğudur.
• İbn-i Ebi Şeybe'nin, Îbnu'l-Medinî'den yaptığı na kil de aynı şekilde değerlendirilmelidir.
• Ebu Davud'dan yapılan, O'nun zayıf olduğu yo lundaki rivayet de, bizzat Ebu Davud'un kendi tutumuyla çelişki arzetmektedir. Çünkü O; Habıb b. Muallim'in, Amr b. Şuayb, tarikiyle naklettiği, şu hadise yer vermiştir: «Cuma'da bir kısmı dua eden, bir kısmı lakırdı, bir diğer kısmı da sukut eden, üç sınıf insan bulunur.»[681]
Özet olarak O'nun mecruh olduğu yolundaki azınlık görüşü ile sika olduğu şeklindeki kuvvetli ve cumhura ait olan görüş çelişmektedir. İşin ilginç tarafı ise, itiraz sa hiplerinin bu noktaya hiç temas etmemeleridir. Adeta, hakkında pek çok imamın «sika» olduğuna dair görüş be yan ettiği birisinin, mecruh olduğu iddia edilirken, hiç kimsenin bunu tetkik etmeyeceğinden emin olmuşa ben ziyorlar.
• Bundan başka, tereddüde ve cerhe şu hususlar da neden olmuş olabilir : Birincisi; bazı imamlar hadisin mürsel bir tarikle geldiğini zannederek, O'nunla ihticacta bulunmamış veya tevakkuf etmişlerdir. İşte İbn Adiy : «Amr b. Şuayb'm kendisi sikadır. Fakat, babası vasıta sıyla, dedesinden rivayet ettiği vakit, haberi mürsel ol maktadır.» demiştir. Ez-Zehebî de O'nun dedesi Muhammed b. Abdullah b. Amr ile görüşmediğine işaret etmiş tir.[682] İbn Hıbban ise: «Amr b. Şuayb hakkında doğru olan, O'nun sika ravilerden olduğudur. Çünkü, adaleti tespit edilmiştir.[683] Babası kanalıyla, dedesinden yaptığı münker haberlerin hükmü ise, sika ravilerin, maktu ve mürsel rivayetlerinin hükmü gibidir. Böyle bir durum da, maktu ve mürsel olan rivayetleri terkedilir. Sahih olan haberleriyle ihticacta bulunulur.» demiştir.
İkincisi; O'nun bu tarikle yapmış olduğu rivayetle rin ,ya tamamı bir sahifeden «vicade» yoluyla yaptığı rivayetlerdir veya bunların bir kısmı vicade bir kısmı da sema tarikiyle yapılmış rivayetlerdir. Sözlü (sema) olarak yapılan rivayetlerin aksine, sahifelerden yapılan ri vayetlerde tasnif ihtimali olduğundan, onlara itimad etmek sahih değildir. Nitekim Muğire, «Abdullah b. Amr'm sahifesine sahip olmam beni, iki hurma tanesine veya iki kuruşa sahip olmak kadar sevindirmez» demiştir.[684]
Kanaatımiza göre, bu her iki ihtimal de tutarsızdır. Birincisi hakkında ez-Zehebi, şöyle diyor: «Bu birşey ifade etmez. Çünkü, Şuayb'm, Abdullah'ı işittiği bilinmek tedir- Zaten, kendisini yetiştiren de O'dur. Hatta Muhammed'in, babası Abdullah'ın sağlığında öldüğü, Şuayb'm bakımını ise, dedesi Abdullah'ın üstlendiği, söylenmek tedir. Bu nedenle, isnadda, önce «an Ebihî-babasından» sonra da «an ceddihi-dedesinden» denildiği vakit, bura da Şuayb'm dedesi kastedilmektedir.»[685] Ali b. el-Medi-nî, Şuayb b. Muhammed'in, Abdullah b. Amr'ı işittiğini
söylerken, Ez-Zehebî buradaki Şuayb'm, Abdullah'ın to-runu olduğuna dikkat çeker.[686] Hafız el-Irakî ise; Şuayb'-m, Abdullah b. Amr'ı işittiğinin sahih olduğunu kayde derek, bunu, Buhari'nin «et-Tarih»'in de, Darekutnî ve Beyhakî'nin de «es-Sünen»de sahih bir isnadla rivayet ettiklerini işaret eder. Ayrıca îmam Ahmed de bunu rivayet edenler arasmdadır.[687]
Bu konuda, İbnü's-Salah da şöyle kaydeder : «Ha-dişçilerin çoğunluğu, buradaki «ced» ifadesini Şuayb'm babası olan oğlu Muhammed'e değil de Sahabi Abdul lah b. Amr'a hamlederek hadisleriyle ihticacta bulunmuşlardır. «Ced» kelimesinden bunu anlamışlardir.»[688]
İkinci ihtimal hususunda da, ez-Zehebî şöyle diyor : «Hadislerinin vicade yoluyla veya bir kısmının Sema' bir diğer kısmının da vicade'yle olduğu, üzerinde düşünül mesi gereken bir husustur. Biz, hadislerinin, sıhhatin en üst derecesinde olduğunu iddia etmiyoruz. Bilakis, onla rın hasen kategorisinde olduğunu söylüyoruz.»[689]
Amr b. Şuayb'm rivayetlerinin, sözlü değil de, sahi-feden yapıldığını kabul etsek bile, her ikisi de sika olan Amr,ve babası Şuayb'm, sahifedeki yazının bizzat Abdul lah b. Amr'a ait olduğunu, metinlerde en ufak bir tashifatm meydana gelip gelmediğini tetkik etmeden rivayet etmiş olmaları kanaatime göre uzak bîr ihtimaldir.
Kuşkusuz, sika âlimlerin, hepsi diyemesek bile, bü yük bir ekseriyeti, sahifedeki rivayetlerin sahih olduğunu ve onlarla ihticacta bulunulabileceğini söylemişlerdir. Ah med b. Salih; Abdullah'ın ailesinin, sahifenin O'na ait olduğunda ittifak ettiklerini, söyîemiştir.[690] İbnu'l-Kayyım ise : «Abdullah b. Amr'dan gelen sahih rivayetlere göre O, hadîslerini yazardı. Yazdıkları arasında bir de sahife vardı ki, ona «es-Sadika» denirdi. Bu sahife en sahih ha­disleri içermektedir. Bazı hadisçiler onu isnad yönünden Eyyub'un, Nafi kanalıyla, İbn Ömer'den yaptığı rivayet ler seviyesinde kabul etmektedirler. Dört büyük imam ve daha başkaları O'nunla ihticacta bulunmuşlardır» de miştir. Bundan başka İbnu'I-Kayyım, Amr b. Şuayb'm babası vasıtasıyla dedesinden naklen yaptığı rivayetlere, sadece, İbn Hazm, Ebu Hatim el-Busti ve benzeri, fıkıh ve fetva ile ilgisi bulunmayanların dil uzattığını da kay-detmiştir.[691]
Muarızlarımız burada : «Bizim delil getirdiğimiz ha dis, o sahifede bulunan bir hadis değildir. Bilakis o, çok sayıda hadisi içeren bu sahifenin yazılmasına izin veril diğini ifade eden bir başka hadistir. Bu hadisin söz ko nusu sahifenin rivayet edildiği isnadla rivayet edilmiş ol ması, bu hadisin de sahifedeki hadislerden olmasını gerektirmez » diyebilirler.[692]
• Bu isnadla yalnızca, cerh ve ta'dil konusunda gev şek davranan, bazı son devir âlimlerinin ihticacta bulun duğu iddiası asılsızdır. Nitekim, Buharı, Îbnu's-Salah ve İbnü'l-Kayyım'm, daha evvel naklettiğimiz sözleri de buna işaret etmektedir. Buna, bir diğer delil de, Ahmed b. Said ed-Darimî'nin : «Ashabımız hadisiyle ihticacta bulunxnuştur[693]şeklindeki sözüyle, el-Munziri'nin : «Cum hur, O'nun sika olduğu, babası vasıtasıyla dedesinden naklen yaptığı rivayetlerle de, ihticacta bulunulacağı gö rüşündedirler» sözüdür.[694]
• Hadis'in bir üçüncü isnadının daha olmadığı id diası da aynı şekilde asılsızdır. Ebu Davud ve İmam Ah-med, Yahya b. Said kanalıyla, Abdullah b. Amr'm : «Ko nuyu, Rasulullah'a açtım. Parmağı ile ağzını işaret ede rek: «Yaz Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey sadır olmaz,» diye karşılık verdi.»[695] dediğini kaydetmişlerdir. Bu rivayetlerin isnadı ise son derece sahihtir. Aynı şekilde, Beyhakî «El-Medhal» ve Darinıi «Es-Sünen» de rivayete yer vermişlerdir.
«El-Fethur'r-Rabbanî» de şöyle denilmektedir : «Bu nu, Hakim de rivayet etmiş ve «îsnadı sahih, hasen bir hadistir» demiştir. Hadislerin yazımı konusunda asıl olan bir haberdir. Buharı ve Müslim eserlerinde habere yer ver memişlerdir. Ancak onlar, hadisin ravileri arasında, Şam âlimlerinden Abdulvahid b. Kays ve hadis imamlarından, oğlu Ömer b. Abdulvahid ed-Dımeşki, dışında bütün ra-vileriyle ihticacta bulunmuşlardır» demiştir. Ez-Zehebî de bunu te'kid etmiştir[696]
Bütün bunları daha da kuvvetlendiren, İmam Ah-med, Buhari ve Tirmizi'nin, Vehb. b. Münebbih'in karde şi Hemmam'dan naklettiği şu rivayete yer vermektedir : «Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini işittim : Rasulullah'm ashabı içerisinde, benden daha fazla hadise sahip olan yoktur. Ancak, Abdullah b. Amr. bundan hariçtir. Çünkü, O hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum.» Bunu, Ab-dürrezzak da «Musannef»inde kaydetmiştir.
Bedruddin el-Aynî ise, şöyle demektedir : «Sahabenin en faziletlilerinden olan, Abdullah b. Amr, Rasulullah'tan duyduklarını yazıyordu. Şayet, yazmak caiz olmasaydı, O asla bunu yapmazdı. Sahabenin fiili hüccettir dediğimiz de, münakaşaya mahal yoktur. Aksi taktirde ise, yazımın cevazına, Rasulullah'm O'nun fiilini takrir etmesiyle, de lil getirmek icapeder. Ebu Hureyre'nin bu hadisine, Tir-mizi, «Kitabu'1-İîm» ve «Kitabu'I-Menakip»te yer vermiş, «hasenun-sahihun» demiştir. İmam Nesaî de «Kilabu'l-İlim»de hadisi rivayet etmiştr.»[697]
e Rasulullah (s.a.s.)'m Abdullah b. Amr'a izin verdi ğine dair bir diğer haberi de, Amr b. Şuayb vasıtasıyla Mücahid ve Muğira b. Hakim'den naklen İmam Ahmed ve Beyhaki zikretmişlerdir. Raviîer şöyle demişlerdir : Ebu Hureyre (r.a.) : «Rasulullah (s.a.s.)'m hadislerini, Ab dullah b. Amr'm dışında benden daha iyi bilen kimse yoktu. Abdullah, hadisleri hem yazar, hem de ezberler di. Ben yazmazdım. Sadece, ezberlemekle yetinirdim. O, Rasulullah'tan yazım için, izin istemiş, Hz. Peygamber de bu izni kendisine vermiştir.» demiştir.
İbn Hacer bu rivayetin isnadının «hasen» olduğunu, bundan başka bir isnadını da, Ukaylî'nin, Abdurrahman b. Süleyman'ın terceme-i halinde zikrettiğini kaydetmiş tir.[698] Haberi aynı isnadla ed-Darimî de «eıı-Nakz» adlı eserinde rivayet etmiştir.[699]
• Buharı ve Müslim de; Ebu Hureyre'nin şu riva yetine yer vermiştir : «Allah Teâla, Mekke'nin fethini na sip ettiği vakit, Hz. Peygamber, cemaatın içinde ayağa kalkmış, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra, şöyle de miştir : «Allah Teâia, Mekke'de savaş çıkmasına mani olarak fil ordusunu oradan uzak tutmuştur. Fakat, Ra-suluyle mü'mirileri, orayı fethe muvaffak kılmıştır. Mek ke, benden Önce, hiç kimseye katiyyen helal olmamıştır. Bana ise, yalnızca gündüzün birkaç saatinde helal kılın mıştır. Benden sonra da, yine hiç kimseye helal olma yacaktır. Binaenaleyh, Mekke'de av hayvanı ürkütüle-mez, dalları kesilemez, ortada kaybolan eşya helal olmaz. Meğer ki, onu alan, ulan etmek amacıyla almış olsun. Ki min bir yakını öldürülecek olursa, iki şeyden birini tercih edebilir : Ya kendisine verilen fidyeyi kabullenir, ya hut da katilin öldürülmesini isteyebilir : «Rasulullah'ın bu sözleri üzerine Hz. Abbas : «Ya Rasulullah «İzhir» (otu var), biz onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanıyoruz ona ne dersin?» dedi. Rasulullah : «Öyleyse, İzhir (otu) müstesna kılınmıştır, (Onu koparabilirsiniz)» karşılığın] verdi. Bu arada, Yemenli bir zat olan Ebu Şah, ayağa kalktı ve : «Ey Allah'ın Rasulu! (bu hutbeyi) benim için yazdınverir misin?» dedi. Hz. Peygamber de : «Ebu Şah'm isteğini yerine getiriverin,» buyurdu.» [700]
• Buharı ve Müslim, hutbenin irad sebebini açık layan fazlalığı da havi bir diğer varyantı, yine, Ebu Hu-reyre kanalıyla rivayet etmişlerdir : «Huza'a kabilesi, Mek ke'nin fethedildiği sene, Beni Leys kabilesinin kendilerinden birini öldürmesine karşılık, bir adamı öldürmüş lerdi. Bu durum Rasulullah'a haber verilmiş, O da binitine binerek gelmiş ve bu hutbeyi irad etmiştir.[701] Rivayetle rin lafızları arasında ufak tefek farklılıklar mevcuttur.
• Beyhaki de, Ebu Hureyre (r.a.)'den gelen şu ri vayete yer vermiştir : .«Ensar'dan bir zat, Rasulullah'a gel miş ve : «Ey Allah'ın Rasulu! hadislerinizi dinliyorum, fakat ezberleyemiyorum» diye dert yanmıştı. Rasulul lah da : «(eline işaret ederek) elinden faydalan (Yani yaz)» karşılığını vermiştir. «Buna Tirmizi de Cami'inde yer vererek, haberin sahih olduğuna dikkat çekmiştir. Ne var ki, bazıları O'nun : İsnadı o kadar sağlam bir hadis değil dir. Çünkü Buharı, isnadmdaki Halil b'. Mürre'nin «Mün-keru'I-hadis» olduğunu söylemiştir.» dediğini kaydetmiş-lerdir.[702]
° İmam Ahmed, Buharı ve Müslim : Yezid b. Şerîk et-Teymi'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir : «Ali b. Ebu Talip, bizlere bir hutbe irad etti ve şöyle dedi : «Her kim, yanımızda, Allah'ın Kitabı ile şu kılıcımın kınında asılı olan sahife'den başka bir şey olduğunu iddia eder se, O yalancının tekidir. Bu sahifede develerin yaşlan ile, yaralamalara ait bazı hükümler yer almaktadır. Ay rıca, bir de Rasulullah'ın şu buyruğu vardır : Medine'nin Avr ile Sevr (dağlan) arası haremdir. Kim orada bir bidat işler veya bidatcıyı banndırırsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti O'nun üzerine olsun. Allah, kıya met gününde, O'nun ne tevbesini ve ne de fidyesini kabul edecektir. Bütün rnüslümanlarm zimmeti eşittir. Sıra dan bir mü'minin dahi buna hakkı vardır. Her kim, babasından başkasının oğlu olduğunu iddia ederse veya (bir köle) sahiplerinden başkasına intisap ederse, Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti O'nun da üzerine olsun. Kıyamet gününde Allah, O'nun da, ne ma'zeretini ne de fidyesini, kabul edecektir.»[703]
• İmam Ahmed ve Buharı, Ebu Cuhayfe'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir; «Hz. Ali'ye, yanında herhan gi bir kitap var mı? diye sordum. Bana : «Hayır, Allah'ın Kitabı, O'nun raü'min insana verdiği anlayış ve bir de şu sahifedekiler var» cevabını verdi. O, sahifede, neler var ki?» diye sordum. «O'nda, diyet, esirlerin salıverilmesi ve bir kafire karşılık müslümanın öldürülemeyeceğine dair hükümler var,» dedi.»[704]
• Müslim de, Ebu't-Tufeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Hz. Ali'ye, Rasulullah (s.a.ş.), özel bir şey ve rerek, size herhangi bir ayrıcalık tanıdı mı? diye sorul du. O da : «Kılıcımın kınında asılı bulunan şu sahifeden başka, insanların haberdar olmadığı bir şeyi vermek su retiyle, Rasulullah bize bir ayrıcalık tanımamıştır.» dedi. Daha sonra da, sahifeyi çıkardı. Orada şunlar yazılıydı : «Allah'tan başkası adına kurban kesene, Allah lanet et sin. Yerin alametlerini çalana (sınırları değiştirene) Allah lanet etsin. Babasına lanet okuyana, Allah lanet etsin. Bidatçıyı barındırana da Allah lanet etsin.»[705]
• İmam Nesaî ise, Kays b. Ubad'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Ester ile birlikte, Hz. Ali'ye gittik ve O'na; Rasulullah'm, diğer insanların dışında, yalnızca sa-na verdiği bir şey oldu mu? diye sorduk, O da : «Hayır, yalnızca, şu yazdıklarım müstesna» dedi ve kılıcının kı nından bir sahife çıkardı. İçinde şunlar yazılıydı: «Mü'minlerin kanları eşittir. Onlar, kendi dışındakilere karşı yekvucuddurlar. İçlerinden, sıradan birinin dahi zimmet verme hakkı vardır. Haberiniz olsun ki, bir kafire kar şılık bir mü'nıin öldürülemez. Ahd-i eman sahibi kimse lerde Öldürülemezler. Kim bir bidat işlerse, vebali boy-nunadır. Kim de bir bidatçıyı barındırırsa, Allah'ın, me leklerin ve bütün insanların laneti, O'nun üzerine olsun.»
• İbn Hacer'in söylediğine göre, İmam Ahmed de «hasen» bir isnadla Tarık b. Şihab'm şöyle dediğini ri vayet etmiştir : «Hz. Ali'yi minberin üzerinde, şöyle der ken gördüm : «Allah'a yemin ederim ki, yanımızda, Allah' ın kitabı ve bir de şu sahifede olanlardan başka, size okuyabileceğimiz bir kitap yoktur. Bunu Rasulullah'tan aldım. İçerisinde ise, zekatla ilgili hükümler var.»
İbn Hacer, bu rivayetlerin arasım şöylece birleştir menin mümkün olduğunu söylüyor : «Sahife bir tanedir ve rivayet edilenlerin hepsi de bu sahifede yazılıdır. An cak, her ravi ne kadarını ezberleyebilmişse, O'nu rivayet etmiştir. Doğrusunu Allah bilir Katade, bu hadisi, Ali'den Ebu Hasan vasıtasiyle rivayet edilen bir isnadla rivayet etmiş ve bizim işaret ettiğimiz noktaya temas etmiştir. Hz. Ali'ye bu sorunun niçin sorulduğu konusuna da açıklık getirmiştir. Rivayeti, Ahmed «Müsned»'inde, Beyhaki de «Delâilû'n-Nübüvve»'sinde, Ebu Hasan tarikiyle kay detmişlerdir. (Rivayetin öncesi şöyledir) : Hz. Ali bir ta kım emirler verirdi de O'na : «Biz onu yapmıştık, deni lirdi. Bunun üzerine O, «Allah ve Rasulu doğru söyle miştir,» derdi. Bir gün Ester : «Bu söylediğin husus, sulullah'm diğer insanların dışında, yalnızca sana vadettiği bir şey mi? diye sormuştur...».
• İbn Abdilberr de; Ebu Cafer Muhammed'b. Ali'nin şu sözlerini rivayet etmiştir : «Hz. Peygamber'in kılıcının İcabzasmda bir sahife bulundu. İçerisinde şunlar yazılıydı: «Bir insanı doğru yoldan saptıran, sınırlar değiştiren, efen disinden başka efendi edinen mel'undur, kendisine iyi likte bulunanın iyiliğini inkar eden de mel'undur.»[706]
• Ebu Davud ise, Ebu Said el-Hüdrî'den gelen şu rivayete yer vermiştir : «Biz, teşehhüd ve Kur'an'dan baş kasını yazmazdık.»
Bilindiği üzere, teşehhüd de sünnetle sabit olan hu suslardandır. O'nun yazıldığını ise, alelıtlak sünnetin yazımının yasaklandığına dair rivayetin, sahibi olan, Ebu Said el-Hudri haber vermektedir.[707]
• Er-Ramahürmizî'niıı ise, Rafi' b. Hadîc'in şu sö züne yer verdiğini görüyoruz : «Ey Allah'ın Rasului Siz den bazı şeyler işitiyoruz, onları yazalım mı? Ne dersin? dedim. «Bir mahzuru yok, yazabilirsiniz,» karşılığını ver di. »[708]
• Ed-Deylemî de, Hz. Ali kanalıyla gelen bir haberi şöylece kaydetmiştir : «Hadisi yazdığınız vakit, isnadiyîa birlikte yazınız.»[709]
• İmam Buhari, birbirine yakın lafızlarla, üç tarik ten, Ez-Zühri'nin, Abdullah b. Abdullah b. Utbe'den, O'nun
da, İbn Âbbas'tan naklen rivayet ettiği şu haberi kayde der : İbn Abbas şöyle demiştir : Rasulullah (s.a.s.) ölüm döşeğinde idi. Bu sırada evde de bir takım kimseler var dı. Bunlardan biri de, Ömer b. el-Hattâb idi. Rasulullah (s.a.s.) : «Getirin, size birşeyler yazdırayım da bu sayede, daha sonra ebediyen sapıtmayasınız,» dedi. Hz. Ömer : «Rasulullah (s.a.s.)'m ağrıları çoğaldı, aklını başından al dı. Yanımızda Kur'an var. Bize Allah'ın kitabı yeter,» diyerek müdahale etti. Bunun Üzerine evdekiler anlaşmazlı ğa düşerek, münakaşaya başladılar. Bir kısmı, «Getirin, Allah Rasulu ne yazdırmak istiyorsa yazdırsın, bu sayede, daha sonra sapıtmayalım,» diyor, bir diğer kısmı da Ömer'in görüşünü tekrarhyorlardı.[710] Huzurunda gürül tü ve münakaşayı ilerlettiklerini görünce Rasulullah (s.a.s.) onlara «Yanımdan çıkın» dedi. [711]Abdullah, İbn Abbas'in : «En büyük musibet ihtilaf ve gürültüleri ne­deniyle, Rasulullah'm arzu ettiği şeyi yazdırmasına engel olan şeydi, dediğini"naklediyor. (Bu rivayetlerden bir ta nesi ne Ömer'in, ne de başka birisinin ismini tasrih et memiştir). Bunu, İmam Ahmed, Müslim, îsmailî ve İbn Sa'd da rivayet etmişlerdir. İmam Ahmed'in rivayetinde, yazmakla görevlendirilen zatın, Hz. Ali olduğu kaydedilmektedir.
• Buhari ve Müslim, Said b. Cûbeyr'in şöyle dedi ğini rivayet etmişlerdir: «Perşembe günü nedir bilir mi siniz? O gün, O; «Bana (kâğıt kalem) getirin, size daha sonra ebediyyen sapıtmamanız için birşeyler yazdırayım.»
demiştir. Bunun üzerine orada bulunanlar anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Halbuki bir Peygamber'in yanında böyle
bir davranış hiç de hoş değildir, Kendi kendilerine : «Ra-sulullah'a ne oluyor? (hastalığından mütevellid) ne dedi ğinin farkında değil mi yoksa? diyerek, durumunu anla maya çalışmışlardı. Yanma vardıklarında, onlara! «Beni yalnız bırakın. Benim bu halim, sizin arzu ettiğinizden daha hayırlıdır. Size üç şeyi tavsiye ediyorum...» demiş tik [712]
İbn Hacer genel olarak üzerinde durduğumuz bu ko nuda şu değerlendirmeyi yapmıştır: «Buhari, ilk olarak, Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'den yazdığına dair rivayete yer vermiştir. Bunda, Rasulullah'm vefatından sonra, yazı nım yasaklandığına dair rivayetin Ali'ye ulaşmamış olma ihtimali vardır. îkinci olarak ise Buhari, Ebu Hureyre hadisini zikretmiştir. Bu hadis, yazımın yasaklanmasına ilişkin rivayetten sonra varid olmuştur. Dolayısıyla onu neshetmiş olur. Buhari, üçüncü olarak, Abdullah b. Amr hadisini nakletmiştir. Ben bu rivayetin bazı tariklerinde, Hz. Peygamber'in yazmaya izin verdiğine dair ifadeler bulunduğu üzerinde durmuştum. Binaenaleyh bu haber, yazımın cevazı hakkında, Ebu Şah'Ia ilgili rivayetten da ha kuvvetlidir. Çünkü onda, Ebu Şah'm okuma yazma bilmemesi veya âmâ olması gibi hususiyetlere nazaran yazıverilmesi emrinin bulunma ihtimali vardır, Buhari, son olarak da, İbn Abbas rivayetine yer vermiştir. Bu ri vayet, Ümmet'in ihtilaftan kurtulmaları için, Rasulullah'ın onlara birşeyler yazdırıvermeye dair arzusunu ifade et mektedir. Rasulullah'm sadece hak olan bir şeye ilgi duyup, ona ihtimam göstereceği ise aşikardır.» [713]
Rasulullah'm, diyet, miras ve daha pekçok konuda mektuplar dikte ettirdiği bilinmektedir. Nitekim, Amr b.
Hazm'ı, Necran'a, Muaz b. Cebel'i de, Yemene gönde rirken bunu yapmıştır. Eğer, konuyu uzatma ve okuyu cuyu da sıkma endişesi olmasaydı, bunların sahih kay naklarını da zikrederdim. Okuyucularımız, bu kaynakla ra müracaat ederek, konu hakkında teferruatlı bilgi edi-nebilirler. [714]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:22 am

Sünnetin Yazımına İzin Veren Hadislerle, Yasaklayan Hadislerin Te'lifi

Eğer; «sünnetin yazımını yasaklayan rivayetler, bu na izin verenlerle çelişki arzetmektedir. Bunların araları nı telif etmek nasıl mümkün olacaktır? Üstelik, bu konu üzerinde kalem oynatan bazılarının da dediği gibi, [715] yasaklayan rivayetlerin izin verenleri neshetmiş olması mümkün değil mi?» diye sorulacak olursa, şu şekilde cevap veririz :
Bu iki çeşit hadislerin, aralarının te'lif edilmesi hu susunda, âlimler birkaç görüş ileri sürmüşlerdir :
a) Yazının yasaklanması. Kur'an'a hariçten bir ta kım şeylerin karıştırılması endişesinden dolayı, yalnızca, Kur'an'ın nazil olduğu döneme hastır. Bu konudaki izin ise, daha sonraki dönemlere aittir.[716]
b) Yasaklama, yalnızca. Kur'an ve hadis metinleri nin aynı sahifeye yazılmasını içermektedir. Zira, saha be ayetlerin yorumuna dair, Hz. Peygamber'den işittikle rini ayetlerin yanına yazıyorlardı. Karışıklık meydana gelebilir endişesiyle bundan men olundular. İzin ise, Kur' an'ın bulunmadığı, müstakil sahifelere hadislerin yazılabileceğine dairdir.[717]
Yoı-unıların, ayetlerin kenarlarına yazılmış olduğun dan hareketle, bazı âlimler, şâz kıraatlarm meydana gelmesine bunun sebep olmuş olabileceğini ileri sürmüşler dir. Çünkü, daha sonra gelen Tabiîler bu izahları, Kur'an ayeti zannetmişlerdir. Sahabe, ayetlerin izahını ta-biun'a zikretmiş, onlar da bunları, Kur'an'la birlikte aynı yere yazmışlar, daha sonra gelenler de, izah sadedinde kaydedilenleri Kur'an'dan zannetmiş olabilirler.
c) Yasaklama, Peygamber'in evinde korunmak üze re, ana nüshayı yazmakla mükellef, onu tek tek sayfalara yazan, vahiy katiplerine getirilmiştir. Onların, hadisleri de yazmalarına izin verilmiş olsaydı, bu taktirde, Kur'an'la hadisi birbirine karıştırmayacaklarından emin olu namazdı, îzin ise, vahiy katibi olmayan kimselere verilmiştir [718]
d) Bu yasak, unutma endişesi olmayan, bu itibar la hafızasına güvenen ve fakat yazdığında, ona dayanıp, gevşekliğe düşeceğinden endişe edilen kimselere matuf tur. İzin ise; unutma korkusundan dolayı, hafızasına güvenmiyen, yazdığı vakit, ona güvenip de gevşekliğe düş me kaygusu olmayan kimselere verilmiştir.[719]
e) Hz. Peygamber bu izni, sadece Abdullah b. Arar'a vermiştir. Çünkü O, hem eski kitapları okuyabiliyor, hemde Süryânîce ve Arapça'yı yazabiliyordu. Zaten, sahabe nin içerisinde okuma yazma bilen tek tük kimse vardı. Onlar da iyi düzeyde yazamıyorlardı. Hata yapmaları en dişesiyle onlara söz konusu yasaklama getirilmiş, Abdullah b. Amr'a ise nıüsade edilmiştir. Bu görüşü îbn Kutey-be «Te'vil-ü Muhtelefi'I-Hadis» adlı eserinde zikretmiştir. [720]
Kanaatime göre, Rasulullah'in : «Benim hadislerimi yazmayınız. Kim benden, Rur'an dışında birşeyler yaz mışsa, onu imha etsin» sözü ile, «Allah'ın kitabını her-şeyden arındırın» sözlerinden anlaşılan; O'nun sünneti yazmalarım yasakladığı kimseler, Kur'an'ı yazabilecekle-rine dair izin verdiği kişilerdir. Binaenaleyh, Rasulullah'-ın, hata yapmaları endişesiyle onları yazıdan men edip, diğer taraftan, Kur'an'ı yazmalarına müsade buyurmuş olması ma'Jkul olmasa gerektir. Çünkü Kur'an, daha bü yük bir ihtimam gerektirmektedir.
Buraya kadar zikrettiklerimizden anlaşılmaktadır ki, yukarıda geçen her iki görüşün sahipleri de, yazım konusundaki birbirine zıt iki çeşit haberden, birinin diğe rini neshettiği kanaatinde değildirler. Nesh görüşünü yalnızca, aşağıda kanaatlerini kaydedeceğimiz âlimler ileri sürmüştür.
f) Buradaki yasaklama, sünnetin yine sünneti nes-hetmesi kabilinden bir olaydır. Adeta, Rasulullah (s.a.s.), Önce sözlerinin yazılmasını yasaklamış, fakat, daha son ra; Sünnet'in fazlalaşması sebebiyle, muhafazasındaki güçlüğü sezerek, yazılıp, kaydedilmesine müsade etmiş tir, îbn Kuteybe de, bu kanaattadır. El-Hattabî ise: «Meâîimü's Sünen» adlı eserinde şöyle demektedir : «Öy le görünüyor ki, yasaklama önceleri söz konusuymuş. Fa kat, son görüş yazmanın mubah olduğu yolunda vuku bulmuştur. »[721]
Bu âlimlerin sözlerinden anlaşılan, hem yasaklama nın ve hem de iznin, bütün zaman, şahıslar ve her türlü sahifeleri içerdiğidir. Daha evvelki görüşlerde ileri sürül düğü gibi, bu konuda hiçbir tahsis söz konusu değildir. Buradan anlaşılan diğer bir husus da; karıştırma endi şesi olsun-olmasın yasaklamanın ilk zamanlarda kondu ğu, daha sonra ise, mutlak olarak yazmaya izin verildi ğidir.
Ancak, bu görüşlere, şu nedenlerle katılmak müm kün değildir: Öncelikle, karışıklık endişesinin bulunma dığı bir ortamda, yasak getirmenin bir anlamı olamaz. Fakat mesele taabbûdî'dir denirse, elbette o müstesnadır.
ikincisi; karıştırma endişesi var olduğu müddetçe, yazıya izin verilmesi makul değildir. Ancak, şöyle deni lebilir : Hadislerin yazınıma izin verildiği vakit, Kur'an kafalarına iyice yerleşip, aralarında tevatür derecesine ulaşmış, O'nu diğer unsurlardan ayırt edebilecek duru ma gelmişlerdi. Vaziyet, kıyamete kadar öylece devam edebilecek bir nitelik kazanmıştı. Binaenaleyh, Kur'an'-m başka şeylerle karıştırılması diye bir endişe tamamen, ortadan kalkmıştı.
Ne var ki, bu da, pek akla yakın gözükmüyor. Çünkü, İslâm'a yeni giren bazı kimseler, Kur'an konusunda kendilerini doğruya irşad edecek birisini bulamayarak, pe kala, onu başkasıyla karıştırabilirler. Böyle bir durumda ise, bizden kendilerine Kur'an'ı yazmamızı istedikle ri vakit, (onun yanında) başka şeyleri de yazmamız caiz olmayacaktır. Öyleyse; sünnetin yazılabileceğine dair ve rilen izni, karıştırılma endişesinin bulunmamasıyla kayıt lamak gerekmektedir.
Bu nedenle, îmam Suyutî, sözkonusu görüşü destek leyerek şöyle" demiştir : «Rasüllah (s.a.s.), Sünnetin, Kur'anla karıştırılması endişesi bulunduğu sürece, yazılması nı yasaklamış, bundan emin olunduğu vakit ise, yazıma izin vermiştir.» Binaenaleyh, (O'na göre) yasaklamaya dair emir neshedilmiştir. Aynı ifadeleri Nevevi'nin Müs lim Şerhi'nde de görmek mümkündür.[722] İbn Hacer de, yasaklamanın daha önce vuku bulduğunu, karışıklıktan emin olunduğu zamanlarda ise yazıma izin verildiğini, bunun da ilk emri nesh ettiğini, söylüyor .[723]
İbn Hacer'in sözlerinden, burada bir nesh olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü, mutlak olarak serdettiği sözünün ifadesi, yasaklamanın evvel olup, karıştırma en dişesi bulunsun-bulunmasm, her iki durumda da bu yasağın cari olduğudur. Ancak, bilahere, karışıklık endişesinin ortadan kalktığı zamanlarda yazıma izin verilmesi, daha evvel, aynı durumda sözkonusu olan yasağı ortadan kal dırmıştır. Geriye ise, karıştırma endişesi bulunduğu süre­ce, daimi olarak yazımın yasak olduğu hususu kalmak tadır.
Suyuti ve İmanı Nevevi'nin sözlerine gelince; bun lardan nesh olduğunu anlamak mümkün değildir. Çünkü, ilk zamanlarda getirilen yasaklama, karıştırma endişe si bulunduğu taktirdedir. İzin ise; bu endişenin olmadı ğı durumlara hastır. Bu nedenle, iznin, nehyi ortadan kaldırması sözkonusu olamaz. Zira, her ikisi de aynı nok tada varid olmamışlardır. Bilakis, her bireri ayrı bir durum ve ayrı bir illetten neşet etmiştir. Binaenaleyh kı yamete kadar da hükümleri müstakil olarak devam ede cektir. Karıştırma endişesinin bulunduğu durumlarda yasak devreye girecek, bulunmadığı zamanlarda ise, izin tahakkuk edecektir. Öyleyse nesh aramak beyhudedir.
Ancak, şöyle bir itirazda bulunulabilir: «Yasakla ma, Kur'an'm îslâm ümmeti tarafından özümsenip, di ğer unsurlardan tamamiyle tefrik edebilecekleri bir or tamın teşekkül etmemesinden dolayı meydana gelebile cek bir karışıklık endişesinin varolduğu döneme hastır. Yazıma izin verildiği vakitten, kıyamete kadar ise; Kur' an'm tevatür derecesine ulaşması, ümmetin tamamıyla O'nu ayırt edebilecek bir niteliğe kavuşması nedeniyle, böyle bir karışıklık korkusu sözkonusu olamaz. Eğer, bi risinin böyle bir karıştırmaya maruz kaldığını farzetsek bile, Onu bu konuda, aydınlatıp, doğruya irşad edecek, pekçok kimseye müracat etme imkanına sahip olduğun dan dolayı, neticede karıştırmadan emin olacaktır. Ya saklamaya neden olan illet ortadan kalktığı, iznin veril diği tarihten itibaren bir daha ortaya çıkması sözkonusu olmadığı için, yasaklama sona ermiş demektir. İşte bu da, nesh'in tâ kendisidir.»
Bunda ihtilaf vardır. Zira; ileriye sürdükleri sözle rin doğru olduğu farzedilse bile, iznin yasaklamayı nesh-ettiği söylenemez. Söylenebilecek yegane husus ise şudur : İlletin sona ermesi ve daha sonra bir daha ortaya çıkmamasından dolayı, hükmün bu illetle ilgisi sona ermiştir. Buna ise nesh denilemez. Çünkü nesh, Şer'î bir hükmün, yine şâriin hitabiyla ortadan kaldırılmasıdır.
Bir başka ihtilaflı nokta da daha önce bahsettiğimiz, İslâm'a yeni giren kimselerle ilgili kısımdan anlaşılabilir.
Neshi, yalnızca, İbn Kuteybe, Hattabî ve İbn Ha-cer'in sözlerinden anlamak mümkündür ki bunlara da ha evvel temas etmiştik şu kadarı var ki, ilk ikisinin sözlerinde nesh olayı, hem karışıklık endişesinin var ol duğu ve hemde bundan emin olunduğu durumları kapsamaktadir. İbn Hacer'in görüşüne göreyse sadece, gü ven ortamındaki yasağı içermektedir.
Âlimlerin çoğunluğu nesh görüşüne kail olmuşlardır. Müteahhirundan bazı âlimler de bu kanaattadır. Kanaa timize göre ise, asla, bir nesh sözkonusu değildir. Karı şıklık endişesi söz konusu olduğunda yasak, bunun ortadan kalktığı durumlarda ise izin sözkonusudur. Her ne zaman ki, böyle bir korku ortaya çıksa, o zaman derhal yasak gündeme gelir; ne zaman da böyle bir korku bulunmazsa, izin gündeme gelir. Zira, nesih görüşünü, iki durumu cem' etme imkanının bulunmadığı pozisyon larda kabul etmemiz gerekmektedir. Burada ise; yasa ğı, endişe haline, izni de, böyle bir endişeden emin olun duğu duruma tahsis etmekle (arasını bulma) cem' imka nımız vardır. Bu da gayet makuldür. Öyleyse, bizi nesh görüşüne zorlayan nedir?
Sonra daha evvel geçtiği üzere (bu meyandaki emir leri) birtakım şahıs, sahife ve zamanla tahsis yoluna gitmeninde bir anlamı yoktur. Bilakis, yasaklamanın söz konusu olduğu durum, karıştırmanın doğabileceği her du rumdur : Bunun Kur'an'm Sünnet'le bir araya (aynı say faya) veya müstakil olarak yazılmasından doğabilecek bir karişılık olması ile vahiy katipleri ya da başka ya zanlardan kaynaklanan bir karışıklık olması yahut da vahyin nazil olduğu dönem veya daha sonraki dö nemlerde olması fark etmez, bu sonucu değiştirmez. İzin ise, hangi durum sözkonusu olursa olsun, karıştırma en­dişesinden emin olunduğu dönemde geçerlidir.
Yasaklamaya dair emrin, müsadeye ilişkin emri nesh-etmesi ise, üç nedenden dolayı doğru olamaz;
a) Birincisi; müsadenin, yasaklamayı neshettiği yo lundaki görüşü iptal sadedinde zikrettiklerimizdir. Nesh
görüşüne, ancak, birbiri ile çelişen iki delilin arasım bul ma imkanı olmadığı zamanlarda, gidilebilir. Burada ise, delillerin arasını bulmak mümkündür. Bu nedenle biri nin diğerini neshettiği doğru olamaz.
b) İkincisi; Yazıma müsade eden hadisler, daha son ra varid olmuşlardır. Ebu Şah hadisi, Rasulullah'm ve fatına yakın, Mekke'nin fethi yılında vuku bulmuştur. Ebu Hureyre'nin, Abdullah b. Amr'la, kendisi arasında mukayeseyi içeren rivayeti de daha sonraki dönemlere aittir. Çünkü, Ebu Hureyre (r.a.)'nin müslüman oluşu son zamanlara rastlar. Bu da, O'nun müslüman olduğu vakit, Abdullah b. Amr'ın hadisleri yazdığına delalet eder. Rasulullah'm ümmeti sapıtmaması için, onlara birşeyler yaz dırma arzusu da, O'nun ölüm döşeğinde vukubulmuştur. Ebu Said el-Hudrî rivayetinin, özellikle Rasulullah'm yaz maya teşebbüsü ile ilgili rivayet başta olmak üzere zaman bakımından, bütün bu rivayetlerden sonra vuku bul ması uzak bir ihtimaldir. Sonra olsaydı, sahabenin mutlaka bundan haberi olurdu.
c) Üçüncü neden ise şudur : Sahabe ve Tabiun as rından sonra, İslâm ümmeti, yazmaya izin verilip, bunun mubah olduğunda ve iznin yasaklamadan sonra vuku bulduğunda icma' etmişlerdir. Sahabe asrından sonra vücud bulan, İslâm ümmetinin bu icma'ı tevatüren sabit oîmuştur [724] Hatta, asrımızda yasaklamanın, izni neshettiği görüşünü savunanlar bile, eserlerinde, Hz. Peygam-ber'in hadislerine yer vermektedirler. [725]

Sünnetin Sahebe Devrinde Yazımı Ve Tedvini

Şayet: «Rasulullah'm vefatmdan sonra, sahabe ve Tabiun'un tutumuna bakmak lazım. Zira onlar, sünneti yazıp, tedvin etmekten kaçınmışlar, başkalarını da bun dan men etmişlerdir. Hatta yazdıklarını alıp yakmışlar dır. Bunu yaparken de, Rasulullah'm, sünnet'in yazılma sını yasakladığı yolundaki rivayetleri delil getirmişlerdir. Bütün bunlar, Sünnetin hüccet olmadığına, Rasulullah'm getirdiği yasağın, izinden sonra olup, onu neshettiğine dair bir delil teşkil etmez mi? Aksi taktirde onların, iz nin icabı, hareket etmeleri gerekmez miydi?» denilecek olursa; şöyle cevap veririz :
Sahabeyi bu konuda bir bütün olarak değerlendir meye tabi tutmak gerekir. Çünkü, onların pek çoğu, ya zıya cevaz veriyor, yazılı sünnetleri yanlarında muha faza ediyorlardı.[726] Bazısı da, bilfiil yazıyordu.[727]
İşte bu konuda varid olan haberler :
Buhari, Ebu Davud ve Nesei'nin kaydettikleri bir rivayette, Hz. Ebu Bekir'in, Enes (r.a.)'i, Bahreyn'e zekat görevlisi olarak gönderirken, onlara şöyle yazdığı belirtil mektedir : «Bunlar, Rasulullah'm bütün müslümanlara vecibe kıldığı, zekat farizalarıdır. Onları, Rasulüne Allah Teâla, emretmiştir. Kim onları, usulü dairesinde isterse,
müslümanlar versinler, kim de, daha fazlasmı talep eder se, o taktirde vermesinler.»
İbn Abdüberr'in, Abdülmelik b. Süfyan'dan naklet tiği bir rivayette ise; Hz. Ömer'in : «İlmi, yazıyla kayde diniz» dediğine yer verilmiştir: Bunu, Hakim ve Dari-mide rivayet etmiştir. İbn Abdilberr, benzeri bir rivaye ti, Yahya b. Kesir kanalıyla, İbn Abbas'tan nakletmiştir.
İbn Abdilberr, îbn Abbas'm, Harun b. Antere'nin ba basına, yazı için müsade verdiğini, rivayet etmiştir. Ay rıca, Said b. Cübeyr'in, İbn Abbas'la birlikteyken, ondan işittiği hadisleri, binitinin üzerinde yazdığını, indikten sonrada, yazdıklarını çoğalttığını, rivayet etmiştir.
İmam Müslim ise; îbn Ebî Müleyke'nin şu sözüne yer vermiştir : «îbn Abbas'a, bana bazı şeyleri yazıver-mesi için bir mektup gönderdim. Bu arada bazı şeyleri de gizli tutmasını istedim. O da (hakkımda) : «Samimi bir çocuktur. Ben O'nun namına herşeyi adam akıllı se çiyor, bazılarını da kendisinden gizliyordum,» deyesiy-nıiş (Ravi diyor ki) : İbn Abbas, Hz. Alinin mahkeme ka rarlarını istedi ve onlardan bazı şeyler yazmağa başladı. Bu arada, öyle şeylere rastlıyordu ki: «Allah'a yemin olsun, bu hükmü Ali vermemiştir. O'nun bu hükmü ve rebilmesi için, ancak, sapıtmış olması gerekir, diyordu.»
Süfyan b. Uyeyne tarikiyle de, Tavus'un şöyle dedi ğini rivayet etmiştir: «İbn Abbas'a, Hz. Ali'nin mahke me kararları getirilmişti de, O, onlardan (Süfyan, dirse ğini işaret ederek) şu kadarı hariç, hepsini imha etti.»
İmam Ahmed, Ka'ka' b. Hakim'in şöyle dediğini ri vayet etmiştir: «Abdülaziz b. Mervan, İbn Ömer'e bir mektup yollayarak, ne ihtiyacı varsa kendisine bildir mesini söylemiştir : İbn Ömer de cevaben O'na : Rasu-lullah (s.a.s.) «veren el, alan elden daha hayırlıda*, infaka
ehlinden başla» demiştir. «Ben senden herhangi bir şey istemiyorum. Ama, senin vasıtanla, Allah'ın bana vereceği rızkı da, reddetmek istemem» diye yazmıştır.
İbn Hacer, «Fethu'1-Bari» adlı eserinde şöyle demek tedir : «Ebu Kasım b. Münde'nin «Kitabu'l Vasiyye»sinde Buhari'nin, Ebu Abdurrahman el-Hubûlâli'ye kadar va ran sahili bir isnadla zikrettiği şu rivayete rastladım : «Ebu Abdurrahman, Abdullah'a, içerisinde hadis yazılı olan bir kitap getirmiş ve : Şu kitabı incele. Bildiğin ha disler kalsın, bilmediklerini aradan sil, demiştir.» Bura daki Abdullah'ın, Ömer b. el-Hattab'm oğlu olması muh temeldir. Çünkü, el-Hubulali, O'ndan hadis işitmiştir. O'nun, Amr b. el-As'm oğlu da olması muhtemeldir. Zira, el-Hubulali, G'ndan yaptığı rivayetlerle meşhur olmuştur.
İbn Abdilberr, Mücâhid'den gelen şu rivayete yer ver miştir : «Abdullah b. Amr söyle demiştir : «Beni havata teşvik eden iki şey var : Bunlardan birisi, «es-Sâdıka», di ğeri ise «el-Veht»tir. «Es-Sâdıka» «Rasulullah'tan yazdı ğım hadisleri muhtevi sahifedir. «El-Veht» ise; Amr b. As'ın bana tasadduk ettiği arazîdir.»
Yine, îbn Abdiîberr, Fudayl b. Hasen b. Amr. b. Ümeyye ed-Damrî'nin, babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Ebû Hureyre (r.a.)'nin yanında, bir ha dis zikrettim. O'nu hemen reddetti. «Bu hadisi, senden işittim», dedim. «Eğer O'nu benden işittiysen mutlaka, yanımda yazılı olması gerekir,» diye karşılık verdi. Elim den, tutup, beni evine kadar götürdü. Bize, Rasulullah'm hadisleri yazılı olan, pekçok kitap gösterdi. Kitaplardan bu hadisi de buldu ve bana «Eğer bu hadisi ben rivayet ettiysem mutlaka yanımda yazılıdır diye söylememişmiydim?» dedi. îbn Hâcer de, benzeri bir rivayete yer vermistir. İbn Abdilberr, Ebu Hureyre'nin bu rivayetinin, da ha önce geçen kendisinin yazmayip, Abdullah b. Amr'm yazmış olduğu yolundaki rivâyetiyle çelişki arzettiğini, evvelki rivayetin nakil bakımından daha sahih olduğunu söylemiştir.
İbn Hacer ise, şöyle demektedir: «Bu rivayet daha önce geçen Abdullah b. Amr'm yazıp da, kendisinin yazmadığı şeklindeki, rivayetle çelişki arzetmez. Çünkü, ara larını bulma imkânı mümkündür. Şöyle ki; Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah zamanında hadisleri yazmazken, daha sonra yazmaya başlamış olabilir. Kaldı ki, hadislerin ya zılı olarak, yanında bulunması, onları kendisinin yazdı ğı anlamına gelmez. Çünkü, (daha önce) yazmadığı bilin mektedir. Bu durumda, yanındaki yazılı hadislerin başka ları tarafından kaleme alındığı ihtimali kuvvet kazanır.
İbn Abdilberr, Beşîr b. Nehîk'in de şöyle dediğini ri vayet eder : «Ben, Ebu Hureyre'den işittiklerimi yazar dım. O'ndan ayrılacağım vakit, yazdıklarımı getirdim ve O'na; Bunları senden işittim, ne dersin? dedim. O da, bunu onayladı.»
Müslim de, Enes b. Malik'ten gelen şu rivayete yer vermiştir : «Bana Mahmud b. Rebî', Itbân b. Malik'ten rivayet etti ve dedi ki: «Medine'ye gelmiştim. Orada, It bân ile karşılaştım. Senin bir hadisini işittim, ne dersin? dedim. Şöyle cevap verdi: «Gözlerimden rahatsızlanmış-tım. Rasulullah'a haber gönderdim ve evime gelip namaz kılmasını, zira namaz kıldığı yeri, kendime namazgah edin mek istediğimi, söyledim. Rasulullah da bir grup ashabiy-le birlikte geldi. Eve girdiler. Rasulullah, bir köşede na maz kılarken, ashabı da kendi aralarında konuşuyorlardı. Sonra, (sözkonusu olan şeylerin) en çoğunu ve en büyü-
günü, Malik b. Dühşum'a isnad ettiler. Peygamber'in, O'na beddua etmesini ve bu sebeple O'nun helak olmasını is tediler. Bu arada, Rasuîullah namazım bitirdi ve : «O, Allah'tan başka ilâh olmadığına, benim de, Allah'ın elçisi olduğuma şehadet etmiyor mu?» diye sordu. Ashab; «Evet, bunu söylüyor, ama, kalbiyle ona inanmıyor,» dediler. Ra sulullah : «Allah'tan başka ilâh olmadığına, benim de, Allah'm elçisi olduğuma, şehâdet getiren hiç bir kimse, ce henneme girmeyecek ve onu tatmayacaktır,» dedi » Enes (r.a.) «Bu hadis, benim çok hoşuma gittiği için, oğluma yazmasını söyledim. O da, yazdı,» demiştir.
İbn Abdilberr, Sûmâme'd£n, Enes (r.a.)'in : «Yavrula rım! İlmî, yazıyla kaydedin,» dediğini rivayet etmiştir. Aynı haberi, Hâkim de kaydetmiştir.
İbn Abdilberr, bu konuda, ayrıca, şu rivayetlere yer vermiştir :
• Rabi' b. Sa'd : «Câbir b. Sebât'ı levhalara yazar ken gördüm,» demiştir.
• Abdullah b. Huneys de : «(bazı hadisçileri), el-Be-râmn yanında, ellerinde kamış, yazarken gördüm,» demiştir.
• Ma'n şöyle demiştir : «Abdurrahman b. Abdullah b. Mesû'd, bana bir kitap gösterdi, ve O'nu bizzat baba sının yazdığına da yemin etti.»
e Hasan b, Câbir de : «Ebu Umâme'ye İlm (hadis-ler)'in yazılmasında, bir mahzur olup, olmadığım sordum. Bunda bir sakınca olmadığım belirtti,» demiştir.
• Hârre gününde, Hişâm b. Urve'nin babasının ki tapları yanmış ve O, şöyle demiştir : «Keşke bütün ma-hm ve ehlim gitseydi de, kitaplarım yanımda kalsaydı.»
• Serîb. Yahya, Hasen'in ilmîn yazılmasında bir beis görmediğini, Tefsirini imlâ ettirdiğini, kendisinin de yazıverdiğini söylemiştir.
• İbrahim en-Nehâî, «el-Atr&fVm yazılmasında bir beis yoktur,» demiştir.
• Ebu Kîrânî, Dahhâk'ın : «Birşey duyduğun vakit, duvara bile olsa, onu yaz» dediğini, Hasen b. Âkil'in de : «Dahhak bana, Haccm menâsikini imlâ ettirdi» dediğini rivayet etmiştir.
• Halid b. Nizâr, şöyle demiştir : «Hişam b. Abdül-nıelik, Zührî'nin rivayetlerini yazmak üzere iki tane kâtip tutmuş, bir sene boyunca yazmışlardır.»
• Ma'mer de şöyle demiştir : «Yahya b. Kesir, bana bazı hadisler zikretti ve «falanca hadisleri, bana yazıver,» dedi. İlmin yazılmasını kerih görmüyor musun? diye sor dum! Yaz; Çünkü, yazmazsan ilmî kaybedersin veya onda yetersiz kalırsın,» dedi.»
• Âmir eş-Şa'bî de : «Yazı ilmin kaydıdır» demiştir.
• Vehb b. Cerîr ise, Şu'be'nin kendilerine bir hadis rivayet ettiğini ve O'nu bir sahifede bulmuş olduğunu, belirttiğini nakletmiştir.
• Şcbâbe de şöyle demiştir : «Şu'be; «hadisleri ar ka arkaya sıralayıp, zikrettiğimi gördüğünüz vakit, bilin ki, ben onları kitaptan ezberlemişimdir,» dedi.»
• Süleyman b. Musa da : «Âlim üç kişinin yanma oturur. Birincisi, her işittiğini alan kimse; bu gece vakti
odun toplayan gibidir. İkincisi, yazmayıp, yalnızca din lemekle yetinen kimsedir; buna, âlimin meclisinde bulunan kişi denilir. Bir üçüncüsü de vardır ki; Rivayetleri seçer. İşte O, en hayırlılarıdır. bir başka seferinde ise İşte O, esas âlimdir, demiştir.»
° Süfyan ise; «Bazı idareciler, ibn Şübrüme'ye : «ne bu Rasulullah'a isnad edilerek, bize rivayet ettiğin hadis ler? diye sorduğunu O'nun da : «Onları, yanımızda bulu nan bir kitaptan naklediyoruz» diye cevap verdiğini,» nakletmiştir.
• Hatim el-Fâhîri de şöyle demiştir : «Süfyân es-Sevrî'nin; «hadisi üç şekilde yazmak hoşuma gider : Ba zı hadisleri din edinmek üzere yazarım. Bazılarını da sa dece yazanın, ne terkeder ve ne de din edinirim. Bir de zayıf hadis vardır, O'nu tanımak hoşuma gider, fakat O'nunla pek ilgilenmem,» dediğini işittim.»
8 Hâlid b. Hıdâş el-Bağdâdî de : «Mâlik b. Enes'e veda ediyordum. «Ey Ebu Abdullah! bana ne tavsiye eder sin, dedim.» «Gizli ve aşikâr, her hâlinde, Allah'tan sakın, müslümanlara nasihat et. Ehlini bulduğun vakit de, İlmî yaz,» dedi.» demiştir.
• İshâk b. Mansûr da şöyle demiştir : «Ahmed b. Hanbel'e «Ilm (hadisler)'in yazılmasını kimler kerih görüyordu.» diye sordum. «Bir kısım âlimler bunu kerih görürken, bazısı da buna ruhsat vermiştir,» dedi. Eğer, İlim yazılmamış olsaydı, kaybolup, gitmez miydi? dedim. Evet, ilim yazıhnasaydı, şimdi hâlimiz ne olurdu (bilmeni ki?) dedi.»
İshâk b. Mansur diyor ki : «Aynı soruyu, İshâk b. Râheveyh'e sordum, O da, tıpkı, Ahmed b. Hanbel gibi
cevap verdi.»
• Ebu Kılâbe; yazmak bana, unutmaktan çok daha sevimlidir,» demiştir,
• Ebu Melîh şöyle demiştir : «Yazdığımız için, bizi ayıplıyorlar. Halbuki, Allah Teâla : «De ki : «Onların bil gisi, Rabbımm yanında bir kitaptadır. Rabbım şaşmaz ve unutmaz» [728]buyurmaktadır.» Bunu, Suyûtî de «Tedrî-bûV-Râvi» adlı eserinde rivayet etmiştir.
• Abdurrahman b. Hermele de : «Ben, hafızası, pek iyi olmayan birisiydim. Bu nedenle, Said b. el-Müseyyib yazmama müsade etti,» demiştir.
• İmam Malik de, Yahya b. Saîd'in : «her işittiğimi yazmam, bana, malımın bir misli daha fazlalaşmasından çok daha sevimlidir,» dediğini haber vermiştir.
• Sevâde b. Hayyân da, Muaviye b. Kurra'mn : «İlmi yazmayan kimseyi, âlim saymayın» dediğini nakletmistir.
• Abdurrahman b. Ebu'z-Zinâd, babasının şöyle de diğini haber vermiştir : «Biz (yalnızca) helâl ve haram(a dair rivayetler)i yazardık. İbn Şihâb ise, her işittiğini ya zardı. Kendisine ihtiyaç hissedildiğini görünce, O'nun insanların en âlimi olduğunu anladım.»
• Bd-Derâverdî de şöyle demiştir : «İlm (hadisler)'i ilk tedvin eden kişi îbn Şihâb'tır.» İmam Mâlik de aynı sını söylemiştir. Ma'mer ise, Zührî'nin şu sözünü naklet mistir : «Emirler zorlaymcaya kadar, biz ilm (hadisler)'in yazılmasını hoş karşılamıyorduk. Sonunda, müslüman-larm hiçbirinin bunu yapmasına mani olmamamız gerektiğini anladık.»
• Eyyûb b. Ebi Temizi de, Zührî'nin şu sözünü nak letmistir : «İdareciler, benden yazmamı istediler. Ben de bunu yaptım. Onların bu isteklerini yapınca, başkalarına da yazıvermemekten dolayı haya ettim.»
• Ma'mer, Salih b. Keysân'm şu sözünü nakletmistir: «İbn Şihab'la birlikte ilm (hadisler)i öğreniyorduk. Bir-gün, sünnetleri de yazmaya karar verdik ve Rasulullah'-tan gelen herşeyi yazdık. Sonra O : «Sahabeden gelenleri de yaz,» dedi. Ben : «Hayır, olmaz. Çünkü, onlar sünnet değildir,» dedim. O; «Bilâkis, onlar da sünnettir» dedi ve yazmaya devam etti. Ben ise yazmadım. Böylece, O ba şarılı oldu, ben ise kaybettim.»
• Ebu Zür'a da : «Ahmed b. Hanbel ile Yalıya b. Main'in : «Hadisleri yazmayan bir kimsenin hata yapmayacağından emin olunamaz,» dediklerini haber vermiştir.
° Er-Riyaşî de,'Halil'in: «Yazdıklarını beytü'l-mal say ezberlediklerini de nafaka,» dediğini nakletmistir.
• Müberrid de, yine Halil'in : «İşittiğim herşeyi yaz dım. Yazdığımı da ezberledim. Ezberlediğim herşeyin ise, mutlaka faydasını gördüm» dediğini rivayet etmiştir. [729]

Sahabi'nin Bu Konudaki Tutumlarının Değerlendirmesi

Bu konuda, bazı sahabilerin tutumunu esas alsak bi le, bu asla, Sünnetin hüccet olamıyacağı anlamına gelmez. Çünkü, Hz. Peygamber'in yazmaktan nehyettiğine dair emri herkesçe malumdur. Nitekim daha önce de bu hususlar üzerinde durmuştuk. Burada ise, sahabeyi yazmak tan alıkoyan diğer nedenlere temas etmek istiyoruz :
Bazı sahabilerin, hadisleri yazmaktan kaçınması, ya saklamanın, izinden sonra olduğuna ve onu neshettiğine dâir bir delil olamaz. Çünkü, İbn Kuteybe ve el-Hattabî'-nin kanaatları doğrultusunda; hem yasaklamanın ve hem-de iznin bütün şahıs ve durumları kapsadığını söyleyecek olursak, o taktirde, sahabenin, Hz. Peygamberin vefatından sonra da, önceki hâl üzere devam ettiklerini belirt memiz gerekir. Onlar, Rasulullah'm müsadesine mutta li olamamış, önceki hükmün nesh' olunmayıp, devam et tiğini zannetmişlerdir. Yoksa, yasağın, izinden sonra olup, onu neshettiği gibi bir anlayışa sahip olmamışlardır. Böy le olsaydı, onlardan sonraki neslin, yazmaya izin verilip, O'nun mübahlığmda icma' etmemeleri gerekirdi.
Yasak ve iznin herbirerini, daha önce zikredilen hu suslarla, tahsis edenlerin görüşünü benimsediğimiz tak tirde ise; yazmaktan kaçman, başkalarına mâni olan ve yazılı olan sahifeleri imha eden, sahabi ve Tabiilerin, yaz maya engel teşkil eden unsurlardan herhangi birisi sebebiyle, böyle yaptıklarını söylememiz gerekecektir. Bu se bepler; Kur'an ve sünnetin yazılmasının karışıklığa yol aç ması, yazıya güvenilerek, gevşekliğe düşülmesi, bunun sonucu olarak da, ilim, fıkıh ve anlayışın kaybolması gibi nedenler olabilir.
Aynı şeyleri, Sünnetin tedvin edilip, tıpkı, Kur'an gibi bir kitapta toplanılması konusunda da söyleyebiliriz. Kaldki tedvinin, hücciyetin şartlarından olduğu yolundaki görüş tamamen yanlıştır.
Eğer tedvin edilmeyiş, hücciyete mani bir unsur ol saydı, şöyle demek doğru olurdu: «Hz. Ebu Bekir ve Zeyd b. Sabit, ilk etapta, Kur'an'm, cem edilmesinden ka çındıkları vakit, Kur'an'ın hüccet olmadığı anlayışıyla böy le yapmışlardır.» Bu ise, bu iki şahıs hakkında, tasavvu ru mümkün olmayan bir husustur. Fakat, gerçek şu ki, onlar, ilk etapta Kur'an'ın cem' edilmesi fikrine yanaş madılar. Çünkü, Rasulullah, bunu yapmamış, yapılması nı da emretnıemişti. Sonradan, maslahatın ve hayrın cem' edilmesinde olduğunu görünce, derhal bu işi gerçekleştirmişlerdir.
Bulıari, İbn Şihâb tarikiyle yer verdiği bir rivayette Zeyd b. Sabit'in şöyle dediğini kaydeder: «Yemâme savaşında öldürülenlerden dolayı, Hz. Ebu Bekir beni ça ğırttı. Vardığımda, Ömer (r.a.) de oradaydı. Ebu Bekir (r.a.) bana : «Ömer geldi ve Yemâme gününde çok sayıda Kur'an hafızı ölüp gitmiştir. Ben, diğer bölgelerde de Kur' an hafızlarının Öldürülmesinden ve bu sebeple, Kur'an' ın ekseriyetinin kaybolmasından endişe ediyorum. Ka naatimce, Kur'an'ın cem' edilmesini emir buyurmanız ye rinde olur,» dedi. Ben de O'na: «Rasulullah'ın yapmadığı bir işi, nasıl yapabiliriz ki?» dedim. Ömer : «Allah'a
yemin olsun ki, bu hayırlı bir iştir.» diyerek, ısrarla bana müracaatta bulundu. Sonunda, Allah, benim de kalbimi Ömer'in görüşüne ısındırdı. Ben de O'nun gibi düşünme ye başladım.» dedi.
Zeyd diyor ki: «Hz. Ebu Bekir: «Sen genç ve akıllı bir adamsın. Üstelik, hakkında menfi bir şeyde bilmiyo ruz. Daha önce, Rasulullah'ın vahiy katipliğinde de bu lunmuştun (üzerinde) Kur'an {yazılı olan) parçalan araş tır onları bir araya getir,» dedi. Allah'a yemin olsun ki, eğer bir dağın yerini değiştirmek gibi bir görev verseler-di, bu bana, Ebu Bekir'in, Kur'an'm cem' edilmesi işini emir buyurmasından daha ağır gelmezdi.
Onlara : «Rasulullah (s.a.s.)'ın yapmadığı bir şeyi, na sıl olur da, sizler yapmaya kalkışırsınız,» dedim. Ebu Be kir: «Allah'a yemin olsun ki, bu çok hayırlı bir iştir, dedi ve bana bu konuda, çok ısrar etti. Sonunda, Allah benim de kalbimi, o ikisinin kanaatlerine ısındırdı. Kur'-'an'ı cem' edebilmek, için; hurma yaprağı, taş ve Kur'an'ı ezbere bilen kimseleri, araştırmaya, toplamaya başladım. Tevbe sûresi'nin son âyetini : «Andolsun, içinizden size Öy le bir peygamber geldi ki; sıkıntıya uğram&mz, O'na ağır gelir...» Yalnızca, Ebu Huzeyme el-Ensari'nin yanında bulabildim. Başka, hiç kimsede bulamadım. Mushaf (ta mamlandıktan sonra) Ölünceye kadar, Ebu Bekir (r.a.)'in yanında kaldı. Sonra, hayatı boyunca Ömer'de, kaldı, Ölü münü müteakip ise, Hz. Hafsa'ya intikal etti.»
İşte bu da, tedvinin hücciyete tesir etmediğinin en açık delilidir. Sünnet'in tedvin edilmeyişinin daha başka sebepleri olabilir. Bunlara ileride temas edeceğiz.
Sonra biz; Hz. Ömer'in, Sünnetin tedvini ve bir ki tapta cem'edilmesi konusunda mütereddid olduğunu, bu konuda, Ashâb ile istişarede bulunduğunu görüyoruz. Ni tekim, içlerinden bir kısmı, tedvin edilmesi yolunda fikir beyan etmişlerdir. Eğer tedvin edilmiş olmak, hücciyet'in bir şartı olsaydı, O taktirde, Hz, Ömer'in tedvin konusun daki tereddüdünün, sünnetin hüccet olup olmadığmdaki tereddüdünden kaynaklandığını, söylemek gerekirdi. Kim bunun böyle olduğunu söyleyebilir? Hz. Ömer'in müslü-man oluşundan itibaren, hilafeti zamanında tedvin konu su ortaya çıkıncaya kadar, Sünnetin hücciyetinden tered düt ettiğini söylemek asla mümkün değildir. Çünkü O, çok daha basit meselelerde Rasulullah'm hükmünün ne ol duğunu Öğrenmeye büyük özen gösterirdi. Bu durumda, O'nunla ilgili olarak iki şey söylenebilir. O, ya Sünnet'in hüccet olduğu görüşündeydi, yahut da bu kanaatte değil di. Ama, her halükarda, tedvin konusundaki tereddüdü, Sünnet'in hüccet olusundaki teretdüdünden kaynaklanmış olamaz. Ancak, tereddüdünün, O'nu Sünnet konusunda araştırmaya sevkeden diğer sebeplerden neş'et etmiş ol ması mümkündür.
Bazı sahabilerin tedvinden kaçınmaları veya tedvin edilmiş bulunan sahifeleri yakmaları konusunda ise, iki sebep zikredilebilir :
a) Bu sahabiler son derece muttaki ve verâ' sahibi kimselerdir. Bu nedenle kendilerinden sonra, bazı kimse lerin, onların tedvin etmiş oldukları hadislerle amel et mesinden endişe etmişlerdir. Bunun sebebi ise; hadisi kendilerine rivayet eden şahsın, zahiren sika görünmekle be raber, aslında yalancı olması ihtimali veya hafızası kuv vetli gibi gözükmekle birlikte, gerçekte zayıf olması, ya hut da, bizzat kendilerinin Rasulullah'tan işittikleri hadis lerde, hata yapmaları ihtimalidir. Nitekim, Hz. Ebu Bekirin, tedvin ettiği hadis sahifelerini, niçin yaktığını, Hz. Aişe'ye izah ederken söyledikleri de buna işaret etmek tedir. O şöyle demiştir : «O, senin yamnda iken ölüp, git mekten korktum. Ola ki, içerisinde kendisine güvenip, sika zannettiğim bir zatın rivayetleri bulunur da, aslında, ha disleri bana rivayet ettiği gibi olmayabilir. Fakat, sorum luluğu ben üzerime almış olurum.» Başka bir rivayette ise, sözleri şöyledir: «Size bir takım hadisler rivayet ettim. Kimbilir, belki de kelimesi kelimesine işitmemişimdir.»
b) Kur'an'da olduğu gibi, Sahabeden bir iki, on veya yüz tanesinin, Rasulullah'tan sadır olan her şeyi bir ki tapta toplama imkanları yoktur. Çünkü, bütün risâleti boyunca, her an Rasulullah (s.a.s.)'îa beraber olan birini göstermek mümkün değildir. Bunun bulunabileceği farz-edilse bile, bu sefer de, her işittiğini ezberlemesi, onları hatırlaması ve tedvin etmesi imkân dahilinde değildir, Yi ne, içlerinden belli sayıda kimsenin, nöbetleşe, Rasuluîlah'la beraber oldukları ve ondan sadır olan herşeyi ha fızalarına aldıkları da mümkün gözükmemektedir. Ba zen, içlerinden birisi bir vakit Rasulullah'la yalnız kalmış ve bu arada başkalarının muttali olamadığı bazı şeyleri müşahede etmiş olabilir. Bu itibarla, sahabeden herbiri, diğerlerinin sahip olmadığı sünnet bilgisine sahip olabi-bilirler. Ne kadar yetki verilirse verilsin, hiçbir kimse nin, Rasulullah'm vefatından sonra, sayıları yüzbinleri buîan sahabiyi bir araya toplayarak, sünnet bilgilerini bir araya getirmesi mümkün değildir.[730]
Sahabe, buna muktedir olmadıklarını anlayınca; ken dilerinden sonra gelenlerin, aynen Kur'an da olduğu gibi, onların bütün güçlerini sarfederek, sünnetin tamamını bir kitap haline getirdikleri inancına düşerler korkusuyla, ted vin işinden kaçınmışlardır. Bu nedenle, daha önce yazıl mış olanları da yakmışlardır. Ayrıca; sözlü rivayetlerin sünnetten olmadığı inancına kapılıp, çelişki halinde, ted vin edilmiş- bulunanları, sözlü rivayetlere tercih ederler endişesini de taşımışlardır. Halbuki, böyle bir durumda sözlü rivayet, tedvin edileni neshetmiş de olabilir, O zaman, Şer'î hükümlerin büyük bir kısmının kaybolması tehlikesiyle karşı karşıya kalınmış olurdu.
Sünneti, tedvin edenler, Rasulullah (s.a.s.) ile, uzun müddet beraber yaşamış, ileri gelen sahabiler olacağı için, Özellikle de, Hz. Ebu Bekir ve Ömer (r.a.) gibileri sonraki müslümanlarm, sözkonusu muhtemel inanca sa hip olacakları aşikârdır. Hz. Ebu Bekir'in : «Benim bu lamadığım hadisler kalmış olabilir. Bu nedenle de; eğer Rasulullah, bunları söylemiş olsaydı Ebu Bekir'in mutla ka onlardan haberdar olması gerekirdi.» sözü de, kanaatimizi kuvvetlendirmektedir.
Fakat, tedvin işini, Rasulullah ile uzun müddet bir arada kalmadığı bilinen birisi gerçekleştirecek olursa, o taktirde böyle bir endişeye mahal kalmaz. Bundan da ha uzak olanı ise; Zührî, Buhari ve Müslim gibi, hadis leri toplayıp, tedvin etmeye son derece gayret sarfetmiş bir imamın, Sünnet'in tamamını bir araya getirme im kanına sahip olduğunun zannedilmesidir. Çünkü aradan uzun zaman geçmiş, İslâm toprakları genişlemiş, sahabe nin pekçoğu ölmüştür. Tabiun ve onlardan sonra sünnet bilgisine sahip olanlar ise; alabildiğine çoğalmıştır. Öyle-ki, akıl, Zülırî gibi bir tek kişinin bütün bunlarla karşı laşmasını ve rivayetlerinin tamamını almasını imkan da hilinde görmemektedir.
Söz konusu İhtimal, bu kimseler için mevcut olma yınca, tabii olarak, onların ve benzerlerinin, sünneti ted vin etmelerinde de bir sakınca kalmamaktadır. Bilakis, aradan uzun zaman geçmesi, güvenilir ravilerin vefat et miş olmaları ve ezberleme melekesinin zayıflaması nede niyle, bu tedvin İşi zaruret kesbetmiştir.
Bir taraftan, Acemler, Araplarla karışmış, medeniyet leri Araplar arasında yayılmıştır. Bunun sonucu olarak pekçoğu yazı öğrenmiş ve O, evvelki hafızaya güvenen
tabiatlarından sıyrılmışlardır. Öte yandan; mezheplerin çoğalıp, fırkaların tezahürü, zındık ve mülhidlerin ortaya çıkması sonucu, Hz. Peygamber'e uydurma hadis isnadı, o kadar çoğalmıştır ki, artık, Rasulullah'tan sadır oldu ğu bilinenlerin, güvenilir ve tenkidci âlimler tarafından yazılıp, tedvin edilmesi bir zaruret haline gelmiştir. Tâ ki; böylece, sahih olanları, yalanlarından tamamen ayırmak mümkün olabilsin.
îbn Hacer, «Fethu'1-Bâri» adlı eserinin mukaddime sinde şöyle demektedir : «Hadislerin, Sahabe ve Tâbiûn'-un büyükleri zamanında, câmî' türünden eserlerde top lanıp, tertip edilmediği bilinmelidir. Bunun iki sebebi vardır : Birincisi : (İslâm'ın) ilk devirlerinde, hadislerin Kur'an'la karıştırılması endişesinden dolayı, tedvin işinin sahabeye yasaklanmış olmasıdır, ikincisi ise : Sahabenin kıvrak zekâ ve kuvvetli ezberleme gücüne sahip olmasıdır. Çünkü pekçoğu yazı bilmiyordu. Sonraları, Tâbiûn asrının sonuna doğru, âlimler muhtelif şehir merkezleri ne dağılmışlar. Bu arada, Harici, Rafizi ve kaderi inkâr eden pek çok bidat sahibi fırkalar zuhur etmiştir. Bu se beple, hadislerin tedvin edilip, bablara ayrılması zaruret? hasıl olmuştur. »[731]
İşte bu nedenlerle, Ömer b. Abdülaziz, vali ve âlim lere, hadisleri toplayıp tedvin etmelerini emretmiştir. Ya zılı olan nüshalardan da her şehre, birer tane gönder miştir.
Büharî'nin muallak olarak kaydettiği bir haberde şöyle denilmektedir: «Ömer b. Abdülaziz, Ebu Bekir b. Hazm'a bir mektup göndererek; Rasulullah'm hadislerini araştır ve yaz. Çünkü ben, âlimlerin ölüp, ilmin yok olmasından korkuyorum. Yalnızca, Rasulullah'm hadis lerini kabul et. İlmi yayın. Bu maksatla, ilim meclisleri oluşturun da, bilmeyenler de öğrensin. Zira, ilim, gizli kal dığı zaman yok olur.» demiştir. Muvatta'm Muhammed b. Hasen, rivayetinde de rivayete, muhtasar olarak yer verilmiştir.[732]
El-Herevî de «Zenunül-Kelâm» adlı eserinde, Yahya b. Said vasıtasıyla, Abdullah b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Ne sahabe ve ne de Tabiun, hadisleri yazmışlardır. Zekâtla ilgili mektuplar ve az miktarda ki hususlar dışında, hadisleri ezber yoluyla alıp, sözlü ola rak nakletmişlerdir. Ne zaman ki, hadislerin yok olmasından endişe duyuldu, âlimler ölüp gitmeye başladı, o vakit, Ömer b. Abdülaziz, Ebu Bekir b. Hazm'a bir mektup göndererek, sünnet ve hadisleri araştırıp yazmasını em retti. »[733]
Ebu Nuaym ise : «Tarih-u Isbahâıt» adlı eserinde ri vayeti şöyle nakletmiştir : «Ömer b. Abdülaziz, taşra'ya mektuplar göndererek : «Rasulullah'm hadislerini araş tırın ve onları toplayın» emrini verdi.»[734]
Abdurrezzak ise «Musamıef»inde, İbn Vehb'in şöyle dediğini kaydetmiştir : İmam Malik'in : «Ömer b. Abdül aziz, şehir merkezlerine mektuplar göndererek, onlara sünnet ve fıkıh hakkında bilgi verirdi. Medine'ye yazdığı mektuplarda ise, daha evvelki tatbikatlarının nasıl oldu ğunu sorar, yanlarmdakilerle amel etmelerini isterdi. Ebu
Bekir b. Hazm'a da bir mektup göndermiş, sünnetleri toplayarak, kendisine göndermesini istemiştir. Bunun üzerine; Ebu Bekir b. Hazm da, hadisleri bir kitapta top lamış; ne var ki, göndermeden evvel, Ömer b. Abdülaziz vefat etmiştir.»[735] dediğini işittim,
İbn Abdilberr de, Zübeyr'in mevlâsı Ziyâd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir : «İbn Şihab'ın, Sa'd b. İbra him'e : Ömer b. Abdülaziz, bize sünnetleri toplamamızı emretti. Biz de onları defterler halinde yazdık. O da : emi-ri bulunan her bir bölgeye, bir defter gönderdi, derken işittim.»
İbn Hacer ise «Fethu'l-Bâîi»nin mukaddimesinde : -daha evvel iktibas ettiğimiz sözlerinden sonra— şöyle demektedir : «Hadisleri ilk defa cem' edenler, Rabi' b. Sabîh, Said b. Arûbe ve benzerleridir. Üçüncü tabakanın büyük âlimleri ahkâm (hadislerini) tedvin edinceye ka dar, imamlar, her babı müstakil olarak tasnif ediyorlar dı, îmarn Mâlik «el-Muvatta»ını tasnif etti ve O'na, Hi-cazlı hadisçilerin, kuvvetli olan rivayetlerini almaya itina gösterdi. Bu arada, sahabe sözlerine, Tâbiûn ve onlardan sonra gelenlerin fetvalarına da yer verdi. Mekke'de, Ebu Muhammed Abdüîmelik b. Abdülaziz b. Cûreyc; Şam'da, Ebu Amr Abdurrahman b. Amr el-Evzâî; Kûfe'de, Ebu Ab dullah Süfyân b. Sâid es-Sevrî; Basra'da ise, Ebu Seleme Harnmad b. Seleme b. Dînâr, ilk tasnif işlemini gerçek leştirenlerdir. Daha sonra da, kendi asirlamıdaki pekçok kimse, tasnif işleminde onları takip etmişlerdir. Ta ki, yalnızca, Rasulullah'm hadislerinin bir araya getirilme si gerektiği görüşüne sahip olan imamlar gelinceye ka dar, böylece devam etmiştir. Bu ise, h. 2. asrın başları­na tesadüf eder. Ubeydulîah b. Musa el-Abesî eî-Kûfî,
Müsedded b. Müserhed el-Basrî, Esed b. Mûsâ el-Ümevî, Mısır'a yerleşmiş olan; Nuayrn b. Hammad el-Huzâî birer «müsned» hazırlamışlardır. Sonra gelen imamlar da on ları takip etmişlerdir. Pekçok imam, hadislerini «Müs ned» halinde bir araya getirmişlerdir. Bunlara, Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Râhaveyh, Osman b. Ebu Şeybe ve di ğer seçkin hadisçiler örnek verilebilir.
Ebu Bekir b. Ebu Şeybe gibi, bazı hadisçiler ise; hem müsned ve hem de bablara göre haberleri, birlik te tasnif etmişlerdir. Ne zaman ki, Buharı bu musannef-. leri görüp, tetkik etti; onların sahih ve hasen rivayetlerin yanında, pek çok zayıf haberleri de ihtiva ettiğini, bu iki çeşit haberlerin ise biribirinden tefrik edilemiyeceğini farketti, o vakit, sıhhatinde hiç kimsenin şüphe edemiye-ceği sahih hadisleri toplamaya azmetti. Üstadının bu ko nuya ilişkin teşviki de, O'nun azmini kamçıladı; İshâk b. Râhaveyh, içlerinde Buhari'nin de bulunduğu bir grup kimseye: «Keşke, Rasulullah'm sahih sünnetlerini ihti va eden, muhtasar bir eser meydana getirseniz (ne iyi olur),» demiştir. Buhari diyor ki: «Bu söz, kalbime yer etti ve «el-Câmiü's-Sahlh»'i yazmaya başladım.»
«Kavaidû't-Tahdis» adlı eserin yazan el~Kâsimî de şöyle diyor: «İmam Suyûtî: hadisleri ilk cem' eden zat lar olarak isimleri zikredilen bu şahısların hepsi, h. ikin ci yüzyılın ortalarında yaşamışlardır» diyor. Hadis ted vininin başlangıcı ise h. birinci yüzyılın başlarında, Ömer b. Abdülaziz'in hilafeti zamanına rastlar.
Bunu, İbn Hacer de «Fethul-Bârî»'de ifade etmiş tir : Şöyle ki; «Ebu Nuaym'm, Muhammed b. Hasen ta rikiyle, İmam Malik'ten naklettiği: «İhn (hadisler)'i, ilk tedvin eden ibn Şihâb ez-Zührî'dir şeklindeki rivayete
göre : Ömer b. Abdiilaziz'in emriyle, hadisleri ilk tedvin eden zât ibn-Şıhâb'tır.»[736]
İşte bu yüzden, Tâbiûn asrından sonra, Yazmanın ve Sünnet tedvin etmenin mubah olduğuna dair bir icma' tahakkuk etmiştir. Hatta bazıları, bunun mendûb ve va cip olduğu görüşüne sahip olmuşlardır.[737]
Kadı İyâz şöyle diyor: «İlrn (hadislerdin yazımı ko nusunda, Sahabe ve Tâbiûn arasında, pek çok ihtilâf var dı. Çoğu bunu kerih görürken, bir kısmı da caiz olduğu nu söylüyordu. Daha sonra müslümanlar bunun caiz olduğunda icma' ettiler. Böylece, daha önce var olan ih tilaf ortadan kalktı.»[738]
İbnû's-Salah ise : «îlk devir müslümanlan, hadisle rin yazımı konusunda ihtilâf ettiler, içlerinden bir kıs mı, hadislerin ve ilmin yazımını kerih görüp, ezberleme yi emrederken, bazısı da buna cevaz verdi. Sonradan bu ihtilâf ortadan kalktı ve müslümanlar yazının caiz ve mu bah olduğunda icmâ* ettiler. Eğer hadisler, kitaplar halinde tedvin edilmemiş olsaydı, sonraki asırlarda kay bolup giderlerdi...» demiştir.[739]
İbn Hacer de şöyle diyor : «Selef âlimleri yazımın yapılıp, yapılmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Gerçi, da ha sonra mesele vuzuha kavuşmuştur. Ilm (hadisler)'i yazmanın caiz, hatta müstahap olduğuna dair, icma' hâ sıl olmuştur. Kaldı ki, hadisleri tebliğ ile yükümlü olup da; onları unutma endişesi taşıyanların, yazmalarının va cip olacağı, gayet açıktır.»! [740]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:23 am

Sahabenin Sünnetleri Rivayetten Kaçınmalarıve Bunu Yasaklamaları

Eğer; Sahabe'nin, sünnetin yazım ve tedvininden ka çınmalarının hikmeti anlaşılmıştır. Fakat, sünneti riva yetten sakınmalarına ve O'nu yasaklamalanna ne denile cektir? Bu tutumları, sünneti hüccet olarak görmedik lerinin bir delili olamaz mı? Ayrıca, şer'î hükümlerde de lil olarak kullanılmaması için, Şârîin, O'nun nakledilme sini istemediğine muttali oldukları anlamına gelmez mi?» denilecek olursa; şöyle cevap veririz :
Sahabenin, mutlak olarak hadis rivayetinden kaçın dıklarını zannetmek doğru değildir. Bazı durumlarda, ha dis rivayetinden kaçınmış olmaları da, sünnetin hüccet olamıyacağı manasını taşımaz.
Rasulullah (s.a.s.), onlara, hadisleri rivayet etmele rini ve kendilerinden sonrakilere tebliğde bulunmaları na emretmişken, bu kuruntu nasıl doğru olabilir. İbn Ab-bas Hz. Peygamberin : «Sizler (hadisleri) işitiyorsunuz. Sonrakiler de, onları sizden duyup (alacaklardır),» dedi ğini, haber vermiştir.
Sahabe'nin hemen hepsinin; ister hadis rivayetin den, kaçınan, ister bunu yasaklayan, isterse bunda bir beis görmeyenleri olsun; sünnete en çok sarılan, ve bir mâni olmadıkça, sünnetin rivayetine ve tebliğine en çok özen gösteren kimseler olduğu tevatüren bilinmektedir. Onlar, muarızlarına karşı sünnetle delil getirmişler, kendilerine de, sünnetle karşı çıkıldığı zaman, görüşlerinden dönerek, ikna olmuşlardır. Yeni zuîıûr eden hâdiseler kar şısında, sünnete müracaat etmişler, başkalarını da, onun la amele teşvik etmişlerdir. Böyle davranırlarken de, hiç kimse onlara karşı çıkmamıştır.
İşte, Hz. Ebu Bekir; Sakife gününde, Ensar'a karşı «İmamlar, Kureyştenclir..» hadisini delil getirmiş ve onlar da ikna olmuşlardır. Hz. Fatıma'ya karşı : «Biz, peygam berler topluluğu miras bırakmayız. Geriye bıraktıkları mız sadakadır.» hadisini ileriye sürmüş ve O da ikna ol muştur. Yine, O; Muhammed b. Mesleme'nin rivayetiyle pekiştirdikten sonra, ninenin miras(daki pay)ı hususunda Muğire (r.a.)'nin rivayetiyle hüküm vermiştir. (Zekâtları nı vermeyenlere karşı, savaş ilân ettiği vakit) Hz. Ömer' in : «İnsanlar, Allah'tan başka ilâh yoktur deyinceye kav dar, onlarla, savaşmakla emrolundum» hadisiyle karşı çıkması üzerine, hadisin sonundaki «Hakkın alınması için (savaş) müstesna» ifadesiyle cevap vermiştir,
işte, Hz. Ömer; Hacerû'I-Esved'i Öperken: «Eğer, Allah Rasulunu, seni öperken görmeseydim, asla öpmey dim» demiştir. Rasulullah'ın minberinden, insanlara: «Ameller, niyetlere göredir» hadisini bizzat O, rivayet et miştir. Ebu Said'in, sıhhatine şehadette bulunması üze rine, Ebu Musa (r.a.)'nın, isti'zân'a dair rivayetini, kabul etmiştir. Yine, pek çok vesileyle insanlara : «Rasulullah'-tan (herhangi bir konuda) birşeyler bilen varsa, onu ge tirsin» diyen de, Hz. Ömer'dir. Kadınm, kocasının diye tine mirasçı olabilmesi, iskat-ı cenin meselesi ve daha evvel zikrettiğimiz diğer konulardaki, İmam Malik ve di ğer hadisçilerin naklettiği rivayetler de misal verilebilir. Bütün valilerine mektup göndererek: «Kur'an'ı öğrendi ğiniz gibi, Sünneti ve Arap dilini de öğreniniz» diyen
yine, Hz.' Ömer'dir. «Re'y'den sakınınız. Çünkü, re'y sa hipleri, sünnetlerin düşmanıdırlar. Hadisler onları, sünnet leri ezberlemekten âciz bırakmıştır.» diyen; «Hida3'etle-rin en hayırlısı, Muhammed'in hidayetidir.» diyen; «İle ride bir takım insanlar, Kur'an'ın müteşabihatı ile kar şımıza çıkacaktır. Onlara karşı, sünnetlere sarılın. Zira, sünnetlere vakıf olanlar, Kur'an'ı en iyi bilenlerdir» di yen de Hz. Ömer'dir.
Ve işte Hz. Ali : «Size, Rasulullah'tan bir hadis ri vayet edildiği zaman, Rasulullah'ın ondan daha nezih ve daha muttaki olduğunu bilin,» demiştir. Başka bir riva yette ise : «Rasulullah'ın daha nezih, daha muttaki ve daha fazla hidayet üzere olduğunu biliniz. (Çünkü, Ra sulullah'ın şanına bu yakışır ve O yalnızca hayrı emre der.) »
İşte, Abdullah b. Mesud: (DÖğme yaptıran bir kadı na karşı) : «Allah, dövme yapan ve yaptıranlara lanet etmiştir.» hadisini delil getirmiştir. Ebu Davud'un, Alka-me tarikiyle yaptığı bir rivayette, Hz. Osman'a, Rasulullah'ın şu hadisini rivayet etmiştir : «Alkame diyor ki: «Mina'da, Abdullah b. Mesud'la yürüyordum. Hz. Osman' la karşılaş iverdi. O'nunla yalnız kalmak istedi. Abdullah, Hz. Osman'ın bir ihtiyacı olmadığını görünce bana «Ey Alkame, buraya gel» dedi. Gittim. Bu arada, Hz. Osman O'na «Ey Ebu Abdurrahman! Seni bakire Bir cariyeyle evlendireyim mi, (ne dersin?). Belki de, nefsinin alışagel diği şeyi, sana yeniden kazandırır,» diyordu. Bunun üze rine Abdullah «Sen böyle diyorsan, ben de, Rasulullah'ın şu sözünü işittim : «Sizden kim evlertmeye güçyetirir-se, evlensin. Çünkü bu, gözü korumak ve iffeti muhafa za etmek için daha elverişlidir. Kim de evlenmeye güçy retiremezse, oruç tutsun, zira oruç O'nun için bir mu hafazadır» dedi.
İşte, Ebu Hureyre (r.a.), İbn Ömer (r.a.)'i Överek, şöyle diyor: «Birlikte, Rasulullah'm yanında bulunduk ve hadislerini öğrendik,» «Allah O'na rahmet etsin, Pey gamber 'lerinin hadislerini, müslümanlara muhafaza edi-veriyordu.»
Buhari «Et-Tarih»'in'de, Beyhaki de «el~Medhal» ad lı eserinde, Muhammed b. Umâre b. Hazm'm şöyle dedi ğini rivayet etmişlerdir: «On kişi kadar yaşlı sahabenin
bulunduğu bir meclise iştirak etmiştim. Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah'tan, oradakilerin bazılarının bilmediği, hadisler rivayet etmeye başladı. Onlar, hadisler hakkında sona sorup, Ebu Hureyre de cevaplayarak kendilerini ay dınlattıktan sonra başka bir hadise geçiyordu. Bu böyle birkaç kere tekrar etti. İşte, O zaman anladım ki, Ebu Hureyre insanların en fazla hadis bilenidir.»
Buhari, başka bir rivayetinde, Ebu Hureyre'nin şöy le dediğini kaydetmiştir : «İnsanlar, Ebu Hureyre hadis rivayetinde çok ileri gidiyor, diyorlar. Eğer, Allah'ın ki tabındaki, şu iki âyet olmasaydı, bir tek hadis dahi riva yet etmezdim : «İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz kitapta, insanlara açıkça belirttikten sonra gizle yenler (varya), işte onlara, hem Allah lanet eder, hem bü tün lanet edebilenler lanet eder. Ancak, tevbe edip, (durumlarını) düzeltenler, (gerçeği) açıklayanlar başka, on-lan bağışlarım. Çünkü ben tevbeyi çok kabul edenim. Çok esirgeyenim.» [741]Muhacirinden olan kardeşlerimiz çarşı pazarda, alış verişle meşgul olurken, Ensar'dan kardeşIerimiz de mallan ile ilgilenirken, Ebu Hureyre, karın tokluğuna Rasulullah ie birlikte kalıyor, onların elde ede mediklerini Öğreniyor, belliyemediklerini ezberliyordu. O, Hz. Âışe'nin hücresinin yanma gelir, oturur ve «dinle, ey hücrenin sahibesi» diyerek, hadis okurdu.»[742]
İşte Ebu Zer (r.a.) : «(Eliyle kafasını göstererek) Eğer, kılıcı şuraya dayasanız, ben de, kafam kesilmeden önce Rasulllah'tan işittiğim bir kelimeyi söyleyebileceği mi bilsem, onu mutlaka söylerdim, diyor.»
İşte, Berâ b. Âzib (r.a.), Ahmed b, Hanbel'in yaptığı bir rivayette : «Bütün hadisleri, Rasullah'm ağzından işit miş değiliz. Develerimizi gütmek bizleri meşgul ettiği için, arkadaşlarımız O'ndan duyduklarını bize rivayet ederlerdi.» demiştir.
Müslim'in kaydettiği bir rivayette ise Mücahid, İbn Abbas'la ilgili olarak şunu naklediyor : «Büşeyr el-Adevî, İbn Abbas'a geldi ve: «Rasulullah şöyle dedi... Rasulul lah böyle dedi...», diyerek, hadis rivayet etmeye başladı. İbn Abbas ise, sözlerine kulak vermeyip, O'na bakmadı bile. Bunun üzerine; Ey îbn Abbas! Ne oluyor da, hadisime kulak vermiyorsun? Ben, sana Rasulullah'tan hadis rivayet ediyorum. Sen İse, dinlerruVorsun bile, dedi. İbn Abbas da : «Biz bir zamanlar birisi :«Allah Rasulu şöyle buyurmuştur» dediği vakit gözlerimizi dört açar, iyice kulak verirdik. Ne zaman ki, insanlar, sahih, zayıf deme den her şeyi nakletmeye başladılar, biz de, iyice bildikIerimizden başkasını kabul etmez olduk.» diye cevap verdi.»
Bu konuda, pekçok sahabî'den sayılamayacak kadar çok haber vardır. Sünnet'in hücciyeti konusunda bir kismma değinilmişti. Bunların hepsi bize, sahabenin hadis rivayetinden kaçınmalarının, ne bizzat hadisin kendisin den ve nede, Onların nazarında hadisin hüccet olmadı ğından, ileri gelmediğini kati bir şekilde gösteriyor. Bu tutumlarının, sözkonusu bir takım engellerden kaynak landığım ifâde ediyor. Ayrıca, onların yanında sünnetin seksiz şüphesiz hüccet olduğuna, bu konuda icnlâ ettik lerine de işaret ediyor.
Bu durum, bizim, onları hadis rivayetinden kaçınma ya ve onu yasaklamaya sevkeden sebepleri araştırmamı zı gerektirmektedir. (Buna ileride değineceğiz). Çünkü, Rasulullah'm hadis rivayeti ve tebliğini emrettiği; sahabe'nin sünnetin hüccet olduğuna dair icmaları ve Rasu lullah'm sözkonusu emrine imtisâldeki gayretleri bilindikten sonra; bunun yanında, sünnetin hücciyeti ile ilgili kesin deliler ortada olduktan sonra, onların sünnet hüc cet olmadığı için hadis rivayetinden kaçındıklarını zan netmek doğru olmasa gerektir.
Sahabe'nin hadis rivayetinden kaçındıklarının ve bu nu yasakladıklarının tesbit edildiğini farzedelim. Aynı şekilde, farzedelim ki; bu tutumları da, sünnetin hüccet olmadığına delalet ediyor. Peki bu durum; akıl sahibi birisinin, Kur'an'dan başka delil olmayıp, İslâm yalnız Kur'an'dan ibarettir demesine yetecek mi? Yine, vahye muhatap olup hevasmdan konuşmayan peygamberin fiili veya sözü bile olsa, hükümlere delâlet edemiyeceğini, bu hususta yegane delilin Kur'an olduğunu savunan kimse; Rasulullah'm sözleri, Ümmetin icma'ı, bizzat Kur'an'ın delâleti ve sünnetin hüccet olduğuna dair pekçok diğer delil varken, bir kaç sahabinin hadis rivayetinden kaçın malarının; Şariin nazarında, sünnetin hüccet olarak ka bul edilmediğine delil teşkil edeceğini, söyleyebilecek mi?
Hayır, bunu yapmak asla caiz olamıyacaktır. Çünkü bu, bizzat iddia sahiplerinin, îslâm yalnızca Kur'an'dan ibarettir şeklindeki kaidelerine terstir. Bu aynı zamanda bizim de; Sünnet ve Sahabe'nin icma'ı aynen Kur'an gibi birer hüccettirler, şeklindeki kaidemizle de çelişecek tir. Sahabenin ameli ve sözü hüccet değildir. Hüccet olabileceğini farzetsek bile, rivayetten kaçınmaları ve onu yasaklamaları, çeşitli sebeplerden olabilir. Bunun, hüccet olup, olmamanın dışında bir sebepten kay naklanmış bulunması, iddia sahiplerinin ileri sürdü ğü nedenden kaynaklanmasından daha fazla ihtimâl dahilindedir. Nitekim, daha önce kaydettiğimiz ve ileride temas edeceğimiz haberler de buna delâlet etmektedir. Diyelim ki, Sahabeden bazılarının bu tutumları, yalnız ca, iddia sahiplerinin ileri sürdüğü hususa muhtemil ol sun; o zaman da bu; rivayetten kaçman ve bunu yasak layan sahabelerin yaptıkları rivayet ve çoğunluktaki sa habelerin rivayetleriyle çelişki arzedecektir. Bundan baş ka, sahabenüı bu konudaki icma'lan ve Rasuluîlah'dan geldiği sabit olan rivayetlere de ters düşecektir. Biz, çe lişki tâbirini kullanmakla aslında, iddia sahiplerine kar şı gevşek davranmış oluyoruz. Çünkü; bize göre, Sahabe sözü veya icma' ile, Rasulullah'm sözü arasında bir çe lişkinin bulunabileceğini söylemek doğru olamaz. Bize göre, her ne kadar iddia sahipleri hoşlanmasalar da, Ra sulullah'm sözü ve icma' diğerlerinden önceliklidir.
İddia sahiplerinin ileri sürdükleri ne onların ve ne de bizim kaidelerimize uygun düşmediğine göre, onlar sadece laftan ibarettirler. Binaenaleyh, onlarla istidlalde bulunulması da, bağlayıcılıkları olması da doğru olamaz. [743]

Sahabeyi Hadis Rivayetindenkaçınmaya Ve Bunu Yasaklamaya Sevkeden Sebepler

Ortada, en ufak br şüphe kalmaması için biz; Sa habeyi hadis rivayetinden kaçınmaya ve onu yasaklama ya sevkeden sebepler, ve bu yolda onlardan nakledilen haberler nelerdir, bunları da açıklamak istiyoruz :
1-Şüphe sahiplerinin, sahabe'nin hadis rivayetin den kaçındığına ve çok hadis rivayetini yasakladığına dair, kendisine yapıştıkları haberler; bütünüyle, ashabın hadis rivayetinden kaçındıkları ya da buna- mani olduk ları anlamını taşımamaktadır. Bunun yegane sebebi çok hadis rivayet edenlerin, farkında olmadan, hata yapmala rı ve kendisinde yanlışlık meydana gelen hadisin, kıya mete kadar amel edilecek bir hüccet telakki edilmesi endişesidir. Evet, çok rivayette bulunmanın bu rizikosu vardır. Gerçi, bu şekil bir hatada, günah söz konusu değildir. Şu kadar var ki; hatanın sudur edebileceği unsu ra teşebbüs etmek, yalana teşebbüs etmek mesabesindedir. Çünkü: «Koru etrafında dolaşan kimsenin, oraya düşmesi mümkündür.»
işte bu nedenle : Sahabe rivayetten son derece sa kınmışlar, mümkün olduğu kadar bunu azaltmaya çalı şarak ancak, emin oldukları hadisleri rivayet etmişler dir. Bununla birlikte, çokça rivayette bulunduğu zaman dahi kendilerinden emin olabilenler fazlaca rivayet et mişlerdir.
İşte onların, bol miktarda hadis rivayetinden kaçın malarının ve bunu yasaklamalarının yegane sebebinin,, hataya düşme endişesi olduğuna ve ancak güvenip, iti-mad ettikleri haberlerle amel ederek, onları rivayet ettiklerine dair rivayetler :
İmam Ahmed, İbn Abbas tarikiyle, Hz. Peygâmber'in şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Ben'den hadis ri vayet ederken dikkatli olunuz. Yalnızca çok iyi bildikle rinizi rivayet ediniz. Çünkü; kim; bana kasten yalan is-şadında bulunursa, cehennemdeki yerine hazırlansın.»
• İmam Ahmed, İbn Mâce ve ed-Dârimî, Ebu Ka-tade'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir : «Rasulullah'-m şu minber üzerinde: Ey insanlar! Benden çok fazla hadis rivayet etmekten salanınız. Kim, bana bîr söz isnad ederse, sadece hak ve doğru olanı söylesin. Çünkü, kim bana söylemediğim bir şeyi asnâd ederse, cehennemdeki yerine hazırlasın,» dediğini işittim.» Bunu, Hâkim de riva yet etmiş ve Müslim'in şartlarmı taşıdığını söylemiştir.
9 İmam Ahmed, Semure b. Cündüb tarikiyle, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Kim ya lan olduğunu bile bile, benden bir hadis rivayet ederse, O yalancılardan birisidir.» Başka bir rivayette ise; «Çok yalan söyleyenlerden birisidir.» şeklinde geçmektedir. Ri vayeti, Müslim, Tirmizi, İbn Mace ve diğer imamlar da eserlerinde kaydetmişlerdir. Ayrıca, benzeri bir rivayete, Muğire b. Şu'be tarikiyle de yer verilmiştir.
• Müslim, Ebu Hureyre (r.a.)'nin : «Rasulullah, ki şiye yalan olarak her duyduğunu söylemesi yeter, buyurmuştur.» dediğini rivayet etmiştir.
• îbn Abdilberr de, İmâm Mâlik, Mâ'mer ve daha başkaları tarafından gelen bir isnadla Sakife hadisin-de Hz. Ömer'in bir cuma günü hutbe irâd ederek : Allah'a hamd ve sena ettikten sonra, şöyle dediğini riva yet etmiştir: «...Benim için söylenmesi mukadder olan ne varsa, hepsini söyleyeceğim. Kim onu beller, anlar ve ezberlerse, binitinin varabildiği yere kadar, insanlara teb liğ etsin. Kim de, belîeyemeyeceğinden korkarsa, onun bana yalan isnad etmesini helâl görmem. Allah Teâla, Hz. Muhammed'i peygamber olarak gönderdi, beraberin de de bir kitap indirdi. Recm de O'na indirdikleri cüm-lesindendi...»
• İbn Abdilberr, Müslim b. el-Haccâc'm, Kays b. Ubâde'den şunu naklettiğini zikreder : Ömer b. el-Hat-tab'ın şöyle dediğine tanık oldum: «Kim bir hadis işitir. İşittiği gibi de O'nu rivayet ederse, kurtulmuştur.»
• Müslim de, Hz. Ömer'in; «Kişiye yalan olarak her duyduğunu söylemesi yeter,» dediğini rivayet etmiştir.
• İbn Uleyye ise, Recâ b. Ebu Seleme'nin şöyle de diğini rivayet etmiştir : «Muâviye'nin : Hz. Ömer devrin de mevcud olan hadisleri alın. Çünkü O, insanları, Ra-sulullah'tan (gelişigüzel) rivayette bulunmalarına karşı, korkutmuştu.» dediğini duydum.» Bunu, ez-Zehebî de «Tezkiretü'l-Huf£az»'da kaydetmiştir,
• İmam Ahmed ve el-Beyhaki de, Hz. Ali'nin şu sö zünü rivayet etmişlerdir : «Rasulullah (s.a.s.)'dan bir ha dis işittiğim zaman, Allah ondan ne kadar istifade etmemi dilemişse, ondan o kadar faydalanırdım. Ama, ashabın dan birisi, O'ndan hadis rivayet ettiğinde, O'na yemin ettirirdim. Yemin ederse,' O'nu tasdik ederdim. Ebu Be kir (r.a.) Rasulullah'ın şöyle dediğini, işittiğini bana ha ber verdi: «Yakinen imân eden bir kul, günah işler, sonra da güzelce abdest alarak, iki rekât namaz kılarsa ve Allah'tan da bağışlanmasını dilerse, Allah, mutlaka O'nu affeder.»
• Ei-Beyhakî'riin, Hasen'den yaptığı bir rivayette ise, Semûre şöyle demiştir: «Rasulullah'tan iki yerde «sekte» yapıldığını öğrendim. Birisi, tekbir getirdiği za man, diğeri de, sûreyi okumayı bitirdiği zaman'dır.» Bu nun üzerine, îmrân b. Husayn, konuyu bir mektupla, Ûbey b. Ka'b'a sormuş; O da; Semûre'nin doğru söy^lediğini ifade eden bir mektupla : «Semûre, hadisi Ra sulullah'tan Öğrenmiştir,» diye cevap vermiştir.»
6 İmam Ahmed, Mutarnf b. Abdullah'ın şöyle de diğini rivayet etmiştir : «îmrân b. Husayn bana dedi ki; «Ey Mutarnf! Allah'a yemin olsun ki; isteseydim, bir tek hadisi dahi tekrarlamadan, iki gün üstüste, Rasululiah'-tan hadis rivayet edebilirdim. Ama bu konuda bana bir ağırsama ve hoşnudsuzluk geldi. Çünkü, Hz. Muhamnıed (s.a.s.)'in ashabından bazıları, gördüklerini, benim de gör düğüm, işittiklerini yine benim de işittiğim bazı hadis ler rivayet ediyorlar. Fakat, aslında, onlar, söyledikleri gi bi değil. Sahabenin hayırdan geri durmayacaklarım da biliyorum. Ama, ben de, onların rivayet ederken karıştır dıkları gibi karıştırmaktan korkuyorum...» Bazen de (îmrân) şöyle derdi : «Keşke, doğru söylediğimden emin olsam da, Rasulullah'm şöyle, şöyle dediğini işittim diyerek size hadis nakletsem.» Bazı kere de; «Rasulullah'ı şöyle derken işittim,» derdi.»
• Müslim, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet et miştir : «Beni, sizlere çokça hadis rivayet etmekten, Rasulullah'm : «Kim bana kasten yalan isnad ederse, ce hennemdeki yerine hazırlansın,» sözü alıkoymaktadır.»
• îmam Ahmed, İbn Sirin'in şu sözünü rivayet et miştir : «Enes b. Mâlik, Rasulullah'tan bir hadis rivayet ettikten sonra «ya da, Rasulullah'm dediği gibi» derdi,» «El-Fethu'r-Rabbânî» adlı eserde, bu haberin sahih bir isnadı olduğuna işaretle, rivayete, Suyûtî'nin «Câmîu'İ-Kebir»'inde yer verdiği, ayrıca, Ebu Yala, Beyhâki ve İbn Asâkir'in de rivayet ettiklerine işaret ettiği kaydedil miştir.
• «El-Feth»[744] adlı eserde ise şöyle denilmektedir: «Hürmüz'ün kölesi Attâb'm rivayetinde şöyle kaydedil miştir : Enes (r.a.) «Eğer, hata yapmaktan korkmasay-dım. Rasulullah'm söylediği şeyleri size rivayet ederdim.» demiştir.»
• Buhari, Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini ri vayet etmiştir : «Zübeyr'e, senin falanca, falanca kimse ler gibi. Rasulullah'tan hadis rivayet ettiğini, niçin, işit miyorum? dedim. Ben, Rasulullah'tan hiç ayrılmış deği lim. Fakat, O'nun : «Bana yalan isnad eden, cehennem deki yerine hazırlansın» buyurduğunu, işittim, cevâbını verdi.»
8 Müslim de, Tâvus'un şöyle dediğini rivayet et miştir : «Büşeyr b. Ka'b, İbn Abbas'a gelerek, hadis ri vayet etmeye başladı. îbn Abbas O'na; falanca, falanca hadisleri bir daha tekrarla, dedi. O da, tekrarladı. Sonra, yine rivayete devam etti. İbn Abbas; şu, şu hadisleri tek rarlar mısın? dedi. O da; tekrarladı ve : «Bilemiyorum. Bütün hadislerimi bildin de birtek bunu mu tanıyamadm?
Yoksa, hepsini münker buldun da, yalnızca bunu mu, bildin?» dedi. Bunun üzerine îbn Abbas : «Bizler, Rasulullah'a yalan isnad edilmezken, O'ndan hadis rivayet edi yorduk. Ne zaman ki, insanlar, sağlam, çürük demeden (rivayete başladılar) O vakit, O'ndan hadis rivayet etmez olduk» dedi.»
• Beylıaki, Berâ b. Âzib'in şöyle dediğini rivayet et miştir : «Bizler hepimiz, işimiz gücümüz olmasından do layı, Rasulullah'ın huzurunda bulunanlar, bulunmayan lara anlatıyorlardı. Fakat, insanlar asla yalan söylemi yorlardı.»
• Beylıaki, Katâde'den gelen şu rivayete yer ver miştir : «Birisi, Hz. Peygamber'den bir hadis rivayet etti. Başka bir zat da O'na : «Sen, bunu Rasulullah'tan işittin mi?» diye sordu. O da «Evet. Fakat, yalan söyleme ihti mali bulunmayan birisi de, bunu bana haber vermiş ola bilir. Allah'a yemin olsun ki, bizler, yalan söylemez, yalan nedir bilmezdik.» cevâbını verdi.»
° Buhari ve Müslim, Urve b. Zübeyr'in şöyle dedi ğini rivayet etmişlerdir : «Hz. Aişe dedi ki: «Ey kızkar-deşimin oğlu! Duyduğuma göre, Abdullah b. Amr hacca giderken, buradan geçecekmiş, O'na yetiş de sor. Çünkü O, Rasulullah'tan pek çok ilim almıştır.» Urve diyor ki: «O'na yetiştim ve Rasulullah'tan naklettiği bazı konular hakkında, kendisine sorular sordum. Bahsettikleri ara sında, şu da vardı: «Allah Teâîa ilmi, insanlardan çekip almaz. Fakat, âlimlerin ruhunu alır. İlim de onlarla bir likte kalkar gider. Böylece, insanlar arasında câhil önder ler kalır ve bilgisizce fetva verirler. (Buhari'de: «re'yle-riyle fetva verirler» şeklindedir.) Böylelikle, hem kendile ri sapıtır, hem de başkalarını sapıklığa sevkederler.» B-nu, Hz, Aişe'ye söylediğim vakit, gözüne büyüdü ve onu garipsedi. Sonra da : «Bunu, Rasulullah'tan işittiğini sana söyledi mi? diye sordu. Ben de : Evet, söyledi, dedim. Ertesi yıl, bana : «İbn Amr' gelmiş, git ve meseleyi aç sana, ilm konusunda, rivayet ettiği hadisi, bir daha sor, dedi. Ben de gidip, O'nu buldum ve meseleyi sordum, O da, ilk sefer ne dediyse, aynısını tekrarladı. Durumu,. Hz. Âişe'ye haber verdiğim vakit; «İnanıyorum ki, îbn Amr doğru söylüyor, Rivayete ne bir ilâvede bulunmuş ve ne de bir eksiklik yapmıştır» dedi.» Buhari'nin rivaye tinde : «Allah'a yemin olsun ki, Abdullah b. Amr. bunu iyice öğrenmiş» şeklindedir.
• îmam Müslim, Ebu Rafi' kanalıyla, îbn Mesud'dan gelen bir rivayette, Rasulullah'ın şöyle dediğini kaydet miştir «Allah Teâlâ'nın benden evvel gönderdiği pey gamberlerinin, mutlaka, sünnetlerine yapışan, emirlerine sarılan bir ashabı ve havarileri olagelmişin*. Fakat, onlar dan sonra birtakım kimseler gelmiş, yapmadıklarını söy ler, emrolunmadıklannı yapar olmuşlardır. Onlara karşı, kim diliyle cihad ederse, O mü'mindir. Onlara karşı, kal biyle dh&d eden de mü'mindir. Bunun ötesinde ise, îıardaî tanesi kadar imandan eser yoktur.» Ebu Rafi' diyor ki «Bunu, Abdullah b. Ömer'e, rivayet ettim. Bana itiraz et ti. (Bu arada) Abdullah b. Mes'ud gelmiş (Medine'nin vadilerinden) Kanât'da konaklamıştı. Abdullah b. Ömer çabuk davranıp, ziyaretine gitmek isteyince, ben de gittim. Yanma oturduğum vakit, O'na bu hadisi sordum. O da, tıpkı benim, İbn Ömer'e naklettiğim gibi hadisi rivayet etti.»
2 -Sahabe, İslâm'a yeni girmiş, Kur'an'ı henüz özümseyememiş kimselere rivayette bulunmayı yasakh-yor, kendileri de böyle kimselere rivayet etmekten kaçı nıyorlardı. Çünkü onların, Kur'an'dan başka şeylerle meş gul olmalarından korkuyorlardı. Çünkü, Kur'an ilmin as lı ve temeli idi.
Hz. Ömer (r.a.)'in şu sözü de buna işaret etmekte dir : «Siz bir memlekete gidiyorsunuz ki, halkı Kur'an okurken, arı uğuldaşır gibi uğuldaşirlar. Hadislerle on lara mani olmayın.» Yani, bu belde halkı, islâm'a daha yeni girmişlerdir. Kur'an'i bellemeye başlamışlar ve he nüz O'nu ezberlemeleri de tamamlanmamıştır. Bu yüz den onları, daha önemli olan Kur'an'dan alıkoymayın.
3- Sahabe'nin fazla miktarda hadis rivayetinden kaçınmaları ve bu yasaklamaları, çok sayıda hadis du yanların, onları ezberlemekle meşgul olurken, anlamak, manalarını tefekkür etmekten uzaklaşmalan korkusuna mebnidir. Nitekim, çok hadisle meşgul olanların, hemen her zaman hadisleri anlamayıp, manasına eremedikleri müşahede olunmaktadır.
4 -Sahabe, kıt akıllı, sıradan kimselere; anlayamı-yacakları; bu nedenle de, kastedilen mananın aksine an lamlar çıkararak, beyinsizlerin ortaya attığı birtakım şeylere, hadislerin zahiriyle istidlalde bulunmak suretiy le mesnedler bulmaya çalışacakları ihtimali olan kim selere, müteşâbih olan hadisleri rivayetten kaçınmışlar ve bunu yasaklamışlardır. Yahut da, kıt akıllanyîa, bu tür hadislerin manalarını anlayamadıklarından dolayı, itiraz temelleri, bu sebeple de Allah ve Rasuiünü yalanla mış olmakla karşı karşıya gelmeleri endişesiyle bu tavrı takınmışlardır.
Bu yüzden, Müslim'in bir rivayetinde îbn Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir : «Bir topluluğa akıllarının ermeyeceği bir söz söylersen, bu söz, onların bazısının fitneye düşmelerine yol açar.»
Buhari'nin rivayetinde ise : Hz. Ali: «Allah ve Rasu-lünün yalanlanmasından hoşlanır mısınız?» demektedir.
îbn Hacer ise, şöyle demektedir : «Adem b. İyâs, «Ki-tâbu'l-îlm»'de, şu fazlalığa yer vermiştir : «İnsanların yadırgıyacakları (anlamakta güçlük çekip, inkâr edecek leri) şeyleri bırakın.» Bir takım haberlerin rivayet edilmesine taraftar olmayanlardan birisi de, İmam Ahmed'-dir. O, zahirleri, Sultanlara karşı ayaklanmayı ifâde eden haberlerin rivayet edilmesini hoş karşılamazdı. İmanı Ma lik, Cenâb-ı Hakk'm sıfatlarına dair, Ebu Yusuf da gârâib ile ilgili haberlerin rivayetini hoş bulmazlardı. Onlardan önce, Ebu Hureyre (r.a.), Buhari'nin kaydettiği bir riva yette şöyle demektedir : «Rasulullah'tan iki kap (dolusu) ilim öğrendim. Birisini yaydım (anlattım, herkese duyur dum). İkincisini söyleyecek olsam, şu boğazımdan beni keserler.» Âlimler, Ebu Hureyre'nin gizlediği türden ha berleri, kötü idarecilerin hallerini ve dönemlerini sözko-nusu eden hadislere hamîetmişlerdir. Bunlar, şer'î hü kümleri içeren haberler değillerdir. Aksi, taktirde gizlen mesi caiz olmazdı. Nitekim, ilmi gizlemeyi kınayan âyeti kerimeyi bizzat Ebu Hureyre zikretmiştir. Yine, sözko-nusu türden haberlerin, kıyamet alâmetleri, insanların durumunun değişmesi ve melâhim cinsinden hadisler ol ması da, ihtimâl dahilindedir. Çünkü, bunlara ünsiyet peyda etmeyen kimseler, inkâr edebilirler muhtevasına intibak edemiyenler itiraz edebilirler. Yahut da bunlar, Buhari ve Müslim'in, Enes (r.a.)'den rivayet ettikleri şu hadiste olduğu gibi, ekseriyeti, insanları gevşekliğe sevk-edecek nitelikte hadisler olabilir;» Birgün, Rasulullah, terkisinde Muaz b. Cebel'le devesine binmiş.
- Ey Muaz! diye seslenmiş. Muaz :
- Lebbeyk Ya Rasulullah ve Sa'deyk, demiş. Ra-sulullah yine:
- «Ey Muaz,» diye seslenmiş, Muaz :
- «Lebbeyk, Ya Rasulullah ve Sa'deyk» demiş. Pey gamber (s.a.s.) üçüncü sefer, aynı şekilde seslenmiş ve :
- «Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammet!'in, O'nun kulu ve Rasulu olduğuna şahadet getiren hiç bü kül yoktur ki, Allah, O'nu cehenneme haram kılmasın,» buyurmuşlardır. Muaz:
- «Ey Allah'ın Rasulu! «Bunu, insanlara haber ve reyim de, sevinsinler mi?» demiş. Hz. Peygamber :
- «Ama, o taktirde, itimad ederler de (ameli boş-larlar)» demiştir., Bunun üzerine, Muaz (r.a.) da, tâ (ölüm döşeğine düşünceye kadar O'nu haber vermemiş) ancak, ölüm esnasında, günahı boynundan gitsin diye O'nu rivayet etmiştir.
Bu, gevşekliğe düşmeyeceğinden emin olunan kim selerden, ilmi gizlemenin günahıdır. Muaz (r.a.)'m bu ana kadar susup, söylememesi ise; bu hadisin yayilmama-sma dair emre itaattan ileri gelmektedir. Nitekim, Buhâride, hadise «Anhyarnamalan endişesiyle, bir cemaatı bı rakıp, diğer bir cemaata ilmi konularda ayrıcalık, tanı ma» isimli babda, yer vermiştir.
İbn Hacer, bu konuda etrafındaki görüşleri naklettik ten sonra, şöyle devam etmiştir : «Muaz (r.a.) şu hadise ye bakarak. Rasulullah'm yasaklamadan gayesinin ha ram kılmak olmadığını anlamıştır. Rasulullah böyle bir
şeyle insanları müjdelemesini, Ebu Hureyre'ye emretmiş, O da, Hz. Ömer'le karşılaşmış (ve O'na müjdelemiştir.) Bunun üzerine, Ömer (r.a.); Ebu Hureyre'ye; «Dön git,» demiştir. Peşisirada kendisi gelip; Rasulullah'a : «Ey Allah'ın Rasulu. böyle yapma. Ben, onların, buna daya nıp, gevmemelerinden korkuyorum. Bırak, insanlar, amel etsinler,» demiştir. Rasulullah da : «öyleyse, bırakın,» de miştir.
Rivayete, Müslim de yer vermiştir. Anlaşılan,'Rasu lullah'm, Muaz'a : «Onların gevşemelerinden korkuyo rum» sözü, Ebu Hureyre kıssasından sonra olmuşa ben ziyor. Bu durumda, yasak maslahat için olup, haram kıl ma gayesine matuf değildir. Bu nedenle, Muaz (r.a.); teb liği emreden ayetin umumu ile amel ederek, ölmeden önce, hadisi rivayet etmiştir.» [745]

IV. ŞÜPHE

Sünnet'in Hüccet Olmadığına Daîr,Rasulullah'tan Rivayet Edilen Haberler

«Rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.s.) Yahudi leri çağırmış ve onlara bazı şeyler sormuştur. Onlar da, anlatmışlar ve bu arada Hz. îsâ'ya bir hayli yalan isnad etmişlerdir. Bunun üzerine, Rasulullah minbere çıkarak, bir hutbe irâd etmiş ve : «(İlerde) bana çok sayıda ha dis isnad edilecektir. Onlar'dan, Kur'an'a muvafık olarak size gelenler, bana aittir. Kur'an'a ters düşenler ise, asla, bana ait değildir.» demiştir.
Bu meyanda, muhtelif isnadlarla rivayet edilen çok sayıda haber vardır. Bu haber; Rasulullah'a isnad edi len hadislerin, Kur'an'a arzedilmesi gerektiğini onlardan yalnızca, her bakımdan Kur'an'a uygunluk arzedenlerin alınabileceğini ifade etmektedir. Bunun dışında, müsta kil olarak getirdiği hükümlerle, Kur'an'ın mücmelini izah sadedinde ortaya koyduğu hükümler kabul edilemezler. Çünkü, bunların her ikisi de, Kur'an'da mevcut değildir. Bu durumda, sünnet'in görevi, yalnızca (Kur'an'i) te'kit-ten ibaret olmaktadır.
Öyleyse, sünnet, şer'î bir hükme delil olamaz. Zira, herhangi bir konudaki delilin ona delâleti, o konunun başka bir delille tesbit edilmiş olmasına dayanmaz. Da hası, sünnetin te'kid için bile olmadığı söylenebilir. Çünkü, te'kid, bir hükmün tesbitinde tek başına yeterli olan delilin bir fer'îdir. O zaman, te'kid için gelen şeyin an cak, delile uygun olması gerektiği söylenebilir.»
Ayrıca, Rasulullah'm şöyle dediği de rivayet edil miştir : «Bana isnad edilerek size rivayet edilen bir ha dise kalbiniz yatışıyor ve onu kerih görmüyorsanız, ben onu söylemiş olsam da olmasam da, onu tasdik edin. Çünkü ben, münker olanı değil, ancak, m a3 ruf olanı söy lerim. Yine, size, bana isnad edilen ve fakat kalbinizin yatışıp, hoşgörrnediği bir şey rivayet edilirse, onu tasdik etmeyin, çünkü ben, münker olan veya ma'ruf olmayan birşeyi söylemem.» Bu manada bir hayli rivayet mev cuttur. Bu da, Rasulullalı'a isnad edilen hadislerin, in sanların Kitap ve akla dayanarak hoşgördükleri şeylere arzını ifade etmektedir. Öyleyse sünnet tek başına hüc cet değildir.
Yine, Rasulullah'm şöyle dediği de rivayet edilmiş tir : «Ben, Allah'ın, kitabında helâl kıldığından başkası nı helâl etmedim. Yine, Allah'ın kitabında haram kıldık larından gayrisini da haranı etmedim.»
İmam Suyuti, Şafii ve Beyhâki'nin, Tavus'tan gelen-bir isnadla, rivayeti böylece naklettiklerini kaydeder.» [746] (İmam Şafii'nin) «Cimau'î-İhn» adlı eserinde ise rivayet şöyledir : «Rasulullah (s.a.s.) : İnsanlar beni hiçbir şeyle muaheze etmesinler. Ben, onlara yalnızca, Allah'ın helâl kıldığını helâl ve yine O'nun haram kidığını haram ettim, demiştir.»
İlk rivayet, Rasulullah'tan sadır olanların, mutlaka, Kur'an'a uygun düşmesi gerektiğine, binaenaleyh, daha evvel geçtiği üzere, sünnetin hüccet olamıyacağma delâ let etmektedir.
İkincisi ise : Sünnete yapışıp, onu delil getirmeyi ya saklamaktadır. »
Rivayet edildiğine göre, sahabe'den bazıları, Hz, Peygamber'e : «Kusma'dan dolayı, yeniden abdest almak icap eder mi? diye sormuşlar. O da : «Eğer gerekseydi, mutlaka, Allah'ın kitabında bulurdum,» cevabını ver miştir.
Bu da, sadece kitapta bulunanların yükümlülük ge tireceğini, sünnetin hiçbir şeyi zorunlu kılamıyacağmı ifa de etmektedir.
Cevap :
Hadisler'in Kur'an'a arzını ifade eden rivayetlerin hepsi de zayıftır. Bu münasebetle, onlardan delil getir mek doğru olamaz. Bu rivayetlerin bir kısmı munkatı; bir kısmının ise ravilerinden bazıları, ya sika değil veya meçhuldür. Bazısı ise hem sika değil hem de meçhuldür. Bu durumu, İbn Hazm; «Eİ-İhkâm» adlı eserinde [747] Su-yutî de «Miftâhul-Cenne»'de [748] Beyhakî'den naklederek, taf silatıyla izah etmişlerdir. İmam Şafii ise «Er-Risâİe»'de şöyle demektedir. «Büyük küçük, herhangi bir meselede hadisi kabul edilen hiçbir ravi, bu haberi rivayet etmemiştir : Dolayısıyla bize; siz bunu rivayet edenin hadi sini şu meselede (delil olarak) kabul ettiniz, denilemez. Üstelik, bu rivayet meçhul bir raviden gelen, munkatı'- bir rivayettir. Biz böyle bir haberi, hiçbir meselede ka bul edemeyiz. »[749]
İbn Abdilberr de «Cami-u Beyâıü'1-İlm» adlı eserin de şu görüşlere yer vermektedir : «Abdurrahman b. Meh di, bu hadisi, zındıkların uydurduğunu söylemiştir. Sa hih haberleri, zayıfından temyiz kudretini haiz ilim ehline göre, bu lafızların, Hz. Peygamber'den sadır olması müm kün değildir. Bazı âlimler ise, bizzat bu hadisi Allah'ın Ki tabına arzetmişler ve şöyle demişlerdir : «O'nu, Allah'ın Kitabına arzettiğimiz vakit gördük ki,. Allah'ın kitabına ters düşmektedir. Çünkü, Allah Teâla'nın Kitabında, ha-disler'den yalnızca, kendisine uygun düşeni kabul etmemiz gerektiğine dair, hiçbir şey göremedik. Bilâkis O'nun, mutlak olarak Peygamber'in örnek alınmasını, O'na itaat edilmesini, herhal ve şartta emrine muhalefetten ka çınılmasını tenbihlediğini gördük,[750] Böylece, haber ken di kendinin asılsız olduğunu ortaya koymuş oluyor.
Ayrıca; hadisin Ebu Hureyre (r.a.)'den, merfu olarak gelen bazı tariklerinde, Rasulullah (s.a.s.) : «Benden size muhteif hadisler gelecektir. Onlardan, Allah'ın Kitabına ve Sünnetime uygun düşenler, bana aittir. Bu ikisiyle çelişki arzedenler ise, bana ait değildir.» demektedir.[751]
Bu rivayet de zayıf olmakla beraber, diğerlerinden daha zayıf değildir. Bu münasebetle O da bizim görüşü müzü desteklemektedir. Aleyhimize bir husus ihtiva et memektedir.
Bu haberin uydurma olduğuna delâlet eden diğer bir husus da, Rasulullah'ın, bize kadar sahih olarak gelen,
şu sözüdür : «Sizden birini, koltuğuna yaslanmış bir va ziyetteyken, emirlerimden veya yasaklainnııdan biri kendisine gelip de; ben anlamam, biz, Allah'ın Kitabında ne buluyorsak, ona tabi oluruz, derken görmeyeyim.»
İmam Şafii «Er-Risale»'de, bu hadisi rivayet ettik ten sonra : «Allah'ın, Peygamber'in emrine itaati farz kılmasıyla, Allah Rasulü, insanların, emirlerini reddetmeleri yolunu yice kapatmıştır.» demiştir.
Hadis'in Kur'an'a arzı ile ilgili haberin sahih ola bileceğini farzetsek bile; hiçbir müslümanm, Rasulullah'-tan sudur edenlerin iki kısım olduğunu; bunlardan bir kısmının Kur'an'a uygun düşüp kendisiyle amel edilebi lecek nitelikte; diğerinin de Kur'an'a ters düştüğü için reddedilebilecek vasıfta olduğunu düşünebileceğine ihti mal vermiyoruz. Nitekim, rivayetlerden birisinde : «O, bana aittir», denilirken; diğerinde :.«O, bana ait değildir» denilmektedir. Ayrıca, İbn Hazm'm naklettiği bazı var yantlarda ise; «Allah kendisine hidayeti nasip etmişken; Allah'ın Rasulune ne oluyor ki, Kur'an'a uygun düşme yeni söylesin?» denmektedir.
Rasulullah'ın, Kur'an'a muhalefet etmekten masum; insanların en kuvvetli hafızaya sahip; Kur'an ayetlerini en fazla düşünen ve Kur'an'ı en çok zikreden; olduğu it tifakla kabul edilmişken, nasıl olur da, söz konusu ha disin, Rasulullah'ın da Kur'an'a muhalefet edebileceği ih timalini ifade ettiği söylenebilir? Halbuki, Allah Teâla şöyle buyurmaktadır : «De ki; ben, Onu kendi arzuma göre değiştiremem. Ben, sadece bana vahyolunana tabi oluyorum.» Her müslüman, pek tabii olarak, Rasulullah'-tan Kur'an'a muhalif hiç bir şeyin sadır olmayacağına inanır.
İmam Şafii, «Cimau'1-İIm» adlı eserinde şöyle de mektedir : «Allah Teâla, Peygamberi'nin Kur'an'daki ve dindeki konumunu, Kur'an'da belirtmiştir. Bu nedenle, Kullarına farz olan; Allah'ın kendisine vahyettiği konularda, Peygamber'in, sadece vahyolunanı söyleyeceğini; Allah'ın kitabına asla muhalefet etmeyeceğini ve O'nun; Allah'ın indirdiklerindeki maksadının ne olduğunu beyan ettiğini bilmeleridir. «Hiçbir Sünnet ebediyyen Kur'an'a muhalif değildir.»[752]
Hadisin sahih olduğu farzedilirse, anlamı şu olur : «Size bir hadis rivayet edildiği zaman, doğru olarak an lamakta güçlük çekerseniz, O'nu, Allah'ın Kitabına arz-edin. Çelişirse reddedin, çünkü O, benim sözlerimden değildir.»
Sonra, Rasulullah'tan sadır olan şeylerin, Kur'an'a muhalif düşmemesi, sünnetin hüccet olamıyacağı anla mını ifade etmez. Yine, O'nun, Kur'an'ın, mücmelini izah, âmm'ım tahsis, mutlakmı takyit edemiyeceği; bir hük mü sona erdirip, nesh edemiyeceği ve müşkil ifâdeleri ni açıklığa kavuşturamıyacağı, anlamı da taşımaz. Çün kü (Rasulullah'm) beyanı, Allah'ın muradına tamamıyla uygun düşmektedir. Kur'an lafızlarının zahirine bakıldığında, söz konusu beyanın onlara uygurt düşmeyip, ih-timalli olduğunu bir anlık kabullensek bile; bu, Kur'an'a muhalif telakki edilemez. Rasulullah ise, yalnızca Kur'-an'la çelişenlerin reddedilmesini emretmiştir. Bundan, Kur'an'a uygun düşmeyen ve fakat O'nunla çelişki de arz-etmeyen haberlerin reddedilmesi gerektiği anlaşılamaz.
Bu hususa, îbn Hazm'ın rivayet ettiği, konuyla İlgili şu rivayet de delâlet etmektedir : «Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur : «Bana isnad edilerek rivayet edilenler üç çeşitdir. Allah'ın kitabına baktığımızda, ma'ruf olduğu nu gördüğünüz her hadisi kabul edin. Allah'ın kitabıyla karşılaştırıp da kendisini reddedebilecek birşey bulamadığınız; fakat, Kur'an'daki yerini de tesbit edemediğiniz hadisleri de kabul edin. Benden size rivayet edilen; ancak, kalpleriniz titreyip, derilerinizin ürperdiği, Kur'an'da da tam tersini gördüğünüz her hadisi reddedinz.»
Görüldüğü gibi, Kur'an'a uygun düşmeyen ve fakat O'nunla çelişki de arzetmeyen haberlerin kabulü zorun lu kılınmıştır. Bu rivayet, zayıf olmakla birlikte, şüphe sahiplerinin delil getirdiği hadislerle aynı çeşitdendir.
Bu durumda, söz konusu rivayetlerde; Kur'an'da te mas edilmeyen, sünnetin müstakil olarak tespit ettiği hükümlerde, bizzat sünnetten deliî getirmenin muteber plmadığma dair bir delâlet sözkonusu değildir. Çünkü böy le bir hüküm, Kur'an'a ters düşmemektedir. Yalnızca, Kur'an O'na temas etmemiştir.
Kaldı ki, Allah Teâîa : «Rasul, size neyi verirse, O'nu alın; neden sakmdırirsa, ondan da kaçının» demekle, Rasulullah'm Kur'an'la genel bir uygunluk içerisinde oldu ğuna temas etmiştir. Üstelik bu uygunluğu umumileştir-miş, Rasulullah'm O'na, hem icmâlî, hem de tafsili ola rak her bakımdan uygun düşmesi gerektiğini belirte rek tahsis etmemiştir. Çünkü, Rasulullah, Kur'an'dan, başkalarının anlayamadıklarını, idrâk edebilecek nitelik tedir. Binaenaleyh, bizim Kur'an'da mevcut olmadığını zannettiğimiz birşeyin, O'nda bulunduğunu pekâla Rasu lullah bilebilir.
Nitekim, kendisine «el-Hamr» sorulduğunda; bu ko nuda bana, şu kapsamlı âyetten başkası indirilmemiş tir, demiş ve : «Kim zerre ağırlığınca hayır yaparsa onu gö rür, ldm de, zerre miktar, şer işlerse onu görür,» ayetini okumuştur.
Şimdi Sünnete dayanmadan, hüküm istinbatında, sa dece Kur'an'a dayanmak gerektiğini ileri sürenler, bak sınlar bakalım, bu âyetten söz konusu hükmün çıkabi leceğine akılları yetiyor mu?
İbn Mesud (r.a.) şöyle demiştir : «Herşey, Kur'an'da beyan edilmiştir. Fakat bizim aklımız, onları idrak et mekten acizdir. Bu nedenle, Allah Teâla : «Kendilerine in dirileni, insanlara açıklayasin diye sana da Kur'-an'i İn dirdik,» buyurmaktadır. Sahabenin ileri gelenlerinden ve ilk müslümanlardan biri olan, îbn Mesud'un bu sözü iyi düşünülmelidir.
Herkesin bildiği «arz» hadisine gelince; Beyhakî, İbn Hazm ve daha başkalarının dediği gibi, bütün tarikleri munkatı'dir. Üstelik : «Söylemiş olsam da, olmasam da, size gelen o haber bana aittir,» denmekle, Rasulullah'a yalan isnadını içermektedir.
Beyhaki «El-Medhal» isimli eserinde şöyle demek tedir : «Bu manada nakledilen rivayetlerin isnadları içe risinde en iyi olanı «Rebi'a'mn, Abdülmelik b. Said'den, O'nun da Ebu Hamid'den veya Ebu Üseyd'den» oluşan isnaddır. Ve bu haberde Rasulullah şöyle demektedir : «Kalplerinizin yatışıp, derilerinizin ve tüylerinizin yu muşadığı, kendinize de yakm bulduğunuz bir hadis duy duğunuz vakit, (bilin ki) ben ona, sizden daha evlâyım. Kalplerinizin hoşlanmadığı, deri ve tüylerinizin ürperip, diken diken olduğu bir hadise ise ben sizden daha uzağım.»
Bükeyr, Abdülmelik b. Said'den, O, İbn Abbas b. Sehl'den, Ö da, Ûbey'den naklen, O'nun şöyle dediği ri vayet edilmiştir: «Rasulullah'tan duyunca derilerinizin yumuşayip, ma'ruf olduğunu bildiğiniz bir şey size ula şınca bilin ki o, Allah Rasulüne aittir. Çünkü, O, yalnızca hayır olanı söyler, başkasını söylemez.»
Buharı, bu rivayetin daha sahih olduğunu söylemiş tir. Yâni O'nun, Ebu Hamid veya Ebu Üseyd'den rivayet edenlerin rivayetlerinden daha sahih, olduğunu söyle miştir.
Aynısını, İbn Lûheya, Bükeyr b. el-Eşec'ten, O, Ab dülmelik b. Said'den, O ise, Kasım b. Süheyl'den O da, Ûbey b. Ka'b'tan rivayet etmişlerdir. Böylece müsned olan bu hadis'in illetli olduğu (anlaşılmıştır).
Her halükârda, Rasulullah'tan geldiği sabit olan bu hadis, hem akla yakın ve hem de usûle uygundur. Allah' ın dinde, Rasulüne verdiği konumu kavrayan, O'na itaat etmelerim farz kıldığını bilen birisi bunu inkâr edemez. Rasulün sözlerinin doğrulanması, hükümlerine ittiba edil mesi gerektiğine inanan birisinin kalbi de ondan nefret edemez. Nitekim bu hadis, şer'î bakımdan muteber ol duğu gibi, akıl sahipleri yanında da, ahlaki yönden de muteberdir. Bu haberlerin lafızlarından sahih olarak anla şılabilecek olan da budur.» Beyhaki'nin sözleri burada bitiyor.
Rasulullah'dan sadır olan herşey, iyidir ve güzeldir. Selim akıl sahiplerine göre ma'ruftur. Bizim aklımız O'nun iyiliğini ve güzelliğini idrâk etmeyebilir. Dolayısıy la böyle olması, onların, Rasulullah tarafından söylenilip, yapılamıyacağma veya hüccet olaimyacaklarma sebep teşkil edemez. Bilâkis, güvenilir kimseler rivayet ettikleri za man; O'nu kabul etmemiz, hakkında iyi duygu besleme miz, icâbı ile amel edip, acziyyeti kendi aklımızda arama mız, üzerimize vacip olur.
İbn Abdilberr «Ebu İshak İbrahim b. Seyyar'm şöy le dediğini nakletmiştir : «Ben hadis rivâyetiyle meşgul ken, Rasulullah'm, su kaplarının ağzını açık bırakmak tan ve böyle bırakılan kaplardan su içmekten nehyetti-ğini duydum. Daha evvel ben, bu hadiste bir şey var. Kabın ağzından su içmenin nesi var ki, bu yasaklama söz konusu olsun? dedim. Ne zamanki bana, bir adamın bu kaplardan su içerken, yılan tarafından sokulduğu ve bu yüzden Öldüğü; yılanların su kaplarının ağzından içeriye girdikleri söylendi, O vakit; hadiste te'vilini bilemedğimiz bir noktanın var olabildiğini, biz bilmesek de O'nun ifade ettiği bir yönünün bulunabileceğini, anladım.»
İbn Abdilberr, Said b. el~Müseyyib'in, İbn Abbas'tan naklettiği şu haberi rivayet etmiştir : «Üç hasleti taşıdığım sürece ben kâmil bir insanım. Onun ötesinde ben de, diğer insanlardan biriyim. Rasulllah'tan işittiğim her sö zün, Allah tarafından (gönderilmiş) bir hak olduğunu bil-mişimdir. Hiçbir namazda, sonuna kadar, gönlümü başka bir şeyle meşgul etmemişimdir. Her cenazede, mutlaka kendimi hesaba çekmişinıdir.» Said : «bu hasletlerin yalnızca bir Peygamberde bulunacağını zannederdim» de miştir.
Tavus'tan nakledilen rivayete gelince, Şâfîi, Beyhâkî ve İbn Hazm'm dediği gibi, her iki isnadı da munkatı'dır. İbn Hazm, yine Tavus'dan gelen bir başka isnadla da haberi rivayet etmiştir.
Sahih olduğunu farzetsek bile, iki rivayette de, Sün netin hüccet olamayacağına, Rasulullah'm, helâl ve haram konusunda, yalnızca, Kur'an'da bulunan hükümleri te'kid edebileceğine dair bir delâlet yoktur. Çünkü rivayetteki, Kitap'tan maksat, Kur'an değildir. Bilâkis, Beyhakî'nin de dediği gibi, Hz. Peygamber'e vahyedilenlerin tamamıdır. O'na gelen vahiy de «tilâvet olunan» ve «tilâvet olun mayan» vahiy olmak üzere,.iki kısımdır.
Bizi bu te'vili yapmaya sevkeden ise, Rasulullah'ın da ha önce geçen «El-Erîke» hadisidir. Zira, O, Hz. Peygamber'in Kur'an'da bulunmayan bazı şeyleri helâl veya ha ram kılabileceğine delâlet etmektedir. Hadislerde, «Ki-tab» ifâdesinin, Rasulullah'a inzal olunanların tamamı an lamına kullanıldığı variddir. «Eî-Ümm»'de şöyle bir riva yet vardır :. «Bir adamın oğlu, başka birisinin hanımıyîa zi na etmiş. Delikanlının babası, kadının kocasına bir hiz metçi ve bir de koyun vermek suretiyle anlaşma yapmış tır. Bunu Rasulullah'a söylediğinde ise, Rasulullah şöyle demiştir : «Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim, ki, sizin aranızda Allah'ın kitabıyla hüküm vereceğim. Koyun ve hizmetçi sana geri verilecektir. İtiraf ettiği takdirde, ha nım recmedilecektir.» Rasulullah delikanlıya ise yüz sopa vurmuş ve bir yıl sürgüne göndermiştir.
Görüldüğü gibi, Rasulullah, recm ve sürgün cezası hükmünü, Allah'ın kitabından saymıştır. Bu ise, Hz. Peygamber'in, bu ifadeyle, mutlak olarak kendisine indirilen leri kastettiğini gösterir.
«Kitap»tan maksadın, Levhu'l-mahfuz olması da mümkündür. Nitekim : «Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık,» âyetinin tefsirinde bazı müfessirler bu yoru mu yapmışlardır.
Eğer «Kitap»'tan muradın, Kur'an olduğunu kabul edecek olsak bile, Kur'an'da zikredilmediği halde, Rasulullah'm helâl veya haram kıldığı şeyler, yine de, Kur'an'-m helâl veya haram kıldığı şeyler demektir. Zira,'Allah Teâla : «Rasul, size neyi verirse, O'nu alın. Sizi, neden ka-çmdırırsa ondan da kaçının,» buyurmaktadır. Nitekim, daha evvel buna değinmiştik.
İkinci rivayetteki, Rasulullah'm : «insanlar, beni hiç-birşeyle muahaze etmesinler» sözünün anlamı, O'ndan sa dır olan bir şeye yapışmayı haram kılmak veya Onunla ihticacta bulunmayı yasaklamak, değildir. Bilâkis, Onun manası şudur : «İnsanlar, Allah'ın bana tanıdığı ayrıca lıklardan ve benim için tayin ettiği hususi hükümlerden birisiyle beni muahaze etmesinler. Bana, itirazda bu lunup da; Rasulullah bazı şeyleri bize haram kılar ken, kendisi, niçin onları yapıyor? veya, bize helâl kıl dığı şeyerden, O niçin kaçmıyor? demesinler. Veya, bu gibi konularda, kimse kendini bana kıyas etmesin. Çünkü; benim onlarla, kendim arasında bazı farklılıklar gözete rek, helâl veya haram kıldığım, her konuda, hâkem Allah Teâla'dır. Yine, bazı hükümlerde, onlarla beni eşit sayan, bir kısmında da benim hükmümü, onlarmkinden ayıran, Allah Teâla'nın tâ kendisidir.»
İmam Şafiî, Tavus hadisini rivayet ettikten sonra, şöyle demiştir: «Rivayet, munkatı'dır. Biz Tavus 'un fık hını biliriz. Eğer, Rasulullah'tan geldiği sabit olsa bile rivayetin, benim tavsif ettiğim manada olduğu gayet açık tır. Rasulullah : «İnsanlar beni, herhangi birşeyle muaha ze etmesinler,» demiştir. «Bana sarılmayın» dememiştir. Bilâkis, kendisine yapışılmasını emretmiştir. Allah Teâla da bunu istemiştir. » [753]
İbn Uyeyne, Ebu Nadr'dan, O, Ubeydullah b. Ebi Ra-fî'den, O ise, babasından, Rasulullah'm şöyle dediğini ha ber vermiştir : «Sizden birinize, emrettiğim veya yasalda-dîğim birşey gelip de : O'nu, koltuğuna yaslanmış bir vaziyette : Biz bunu bilmeyiz, Allah'ın kitabında ne varsa, biz ona tâbi oluruz, derken görmeyeyim.» Rasulullah (s.a.s.) bize, emirlerine tabi olup, yasaklarından kaçınma mızı emretmiştir. Allah, bunu, kitabında, kullarına farz kılmıştır. Bu konuda, insanların yapabileceği yegâne şey; Allah ve Rasulünden gelenlere yapışarak, onların delâle tine uymaktır.
Ancak, şayet söylemişse bile, Rasulullah'm : «İnsan lar, beni hiçbirşeyle muahaze etmesinler,» sözü, yalnızca şuna delâlet eder : «Rasulullah en güzel örnektir. O'na,3İr takım hususiyetler tanınarak, insanlara mubah kılınmayan bazı şeyler O'na mubah kılınmıştır. Aynı şekilde, in sanlara haram kılınmayan birtakım hususlar da O'na ha ranı kılınmıştır. Bu itibarla O da : «insanlar, kendileri dı şında, bana helâl veya haram kılman herhangi, bir şeyden dolayı; beni muahaze etmesinler. Kendilerinin dışında, lehime veya aleyhime olan şeylere yapışmasınlar.
Kusmak sebebiyle, abdest gerekip gerekmeyeceğine dair soruya gelince; bunu, yalnız, «Mecelletu'l-Menars'da yayınlanan, Dr. Tevfik Sidkı'nm makalesinde görüyoruz.[754] Ne senedi ve ne de, nereden nakledildiği belirtilmiştir. Belki de, modern asrın bir uydurmasidır.[755]
Sahih olduğu farzedilse büe, nasıl cevap verileceği Tavus, hadisinin ilk rivayetinde kaydedilmiştir.
Dr. Sıdkı'nın : «Bu hadis, sahih olsa da, olmasa da, akla yatıyor ve akıl O'nu destekliyor. Bunun müslüman-larm, asla, kendisinden ayrılamayacakları bir prensip ol ması ise zaruridir» sözü de, zikrettiğimiz deliller muvacehesinde, saçma bir sözdür.
Allah'a hamdolsun, müslümanlarm selim akıllan, Ra-sulullah'm, Allah ile kulları arasında bir elçi olması ha sebiyle, her ne kadar, Kur'an'da zikredilmese de; O'nun getirdiklerini almayı, zorunlu görmektedir. Nasıl ki, Sultanın teb'asma düşen, elçiliği sabit olduktan sonra, her ne kadar onlara yazılı bir mektup getirmese de, sultanın sözünü dinleyip, elçiye itaat etnıeleriyse, bu da böyledir.
Bu tabii olarak herkesçe bilinen bir keyfiyettir. Belki de, kusmakla ilgili haber'in zahirini makul gören akıl, sadece Dr. Sıdkı'nın aklıdır.
Müslümanlarm akılları ise; kusmuk haberiyle pis lenmemiş, tertemizdir. Allah, hepimizi hayır ve doğru olana hidâyet etsin.
Hamd, iyilik ve güzelliklerin, nimetiyle tamamlandı ğı Allah'adır. [756]
Abdulhalık, Abdulgâni: Hucciyetü's-Sünne.
Abdu'lkadir, Ali Hasan: Nazratu'n Amme fi Tarihi'I-Fikhi'Hs-lâmî.
El-Acluni, İsmail: Keşfu'I-Hafa ve MuziIû'l-EIbas. Ahmed b. Hanbel: el-Müsned. Âlusî: Ruhu'l-Meânî.
EI-Âmidî, Seyfüddin : el-îhkâm fi Usuli'l-Ahkâm. Aynî, Bedruddin : Umdetu'1-Kârî. El-Azimâbadî: Avnu'l-Ma'bud. .
Bezzar: Mecmau'z-Zevaîd. Buhari, îsmail: el-Camiu's-Sahih. el-Cezairî, Tahir: Tevcihu'n-Nazar. ed-Dârimî: enNakz, ed-Dârimî : es-<Şünen.. ed-Dihlevi : Huccetu'llah el-Bâliga. Ebu Dayud: es-Sünen.
Ebu Şehbe, Muhammed: es-Siretu'n-Nebeviyye fi-Dav'ü-Kur'an
ve's-Sünne. Ebu Şehbe, Muhammed : el-îsrâiliyyât ve'1-Mevzuât fi Kütübi't
Tefsir.
Ebu Şehbe, Muhammed : el-Medhal li Dirâseti'I-Kur'ani'l-Kerim. Ebu Yusuf : Kitabu'l-Haraç. Emin Ahmed : Duha'I-îslâm. Emin Ahmed : Fecru'l-İsİâm, E. Dermenghem: Hayat ü Muhammed. el-Firuzabâdî : Kamusu'l-Muhit. Goldzier, I. : Dirasat İsJâmiyye. el-Hattabî: Mealimu's -Sünen. İbn Abdilbcr: Camiu Beyani'1-İlm ve Fadüh. îbn Abdu'ş-Şekur, Muhibbullah : Müsellemu's-Sübût. tbn Arrak : Tenzihu'ş-Şerİâ.
İbn Hacer : İbn Hacer İbn Hacer İbn Hazm :
İbnu'I-Cezerî: en-Neşr.
Îbmı'1-Esir, Mecduddin : Camiu'J-Usul ilâ Ahadisi'r-Rasûl.
tbıı Hacer: Fethu'I-Barî.
Hedyu's-Sârî fî Mukaddimet-i Fethî'1-Bârî. Takribu't-Tehzib' Lisanu'I-Mizâu. el-İlrkâm fi Usuü'l-Ahkâm. İbn Kayyım : İ'Iamu'l Muvafckıîn. îbn Kayyım : Zâdu'1-Meâd. İbn Kayyım : Telbisü'l-îblis. İbn Kuteybe : Te'vil-i Muhtelefi'l-Hadis. îbn Mâce : es-3ünen. îbn Sa'd : Tabakatü'I-Kübra. İbn Salah : UIumu'I-Hadis.
îbn Sellâm, Ebu Ubeyd Kasım : Kitabu'I-Emvâl. İbn Teymiyye : Refu'I-Melâm ani'I-Eîmmeti'l-'AIâm, el-Kasımî, Cemaleddin : Kavaidu't-Tahdis. el-Kureşî: eİ-Marac. el-Münziri: et-Tergib ve't-Terhib, Müslim : el-Caıniu's-Sahih. en-Nesaî : es-Sünen. en-Ne^'evi: Şerh-u Müslim. er-Razi, Fahruddin : Mefatüıu'1-Gayb. es-Sahâvî: Fethu'l-Mugis. es-Sehâvi: Şerh-u Elfiyeti'l-Irakî. es-Suyııti: Tedribu'r-Ravî fi Şerhî Takribi'n - Nevevî es-Şuyuti:
Miftahu's-Süniıe. Şakir Ahmed : el-Baisu'1-Hasis. eş-Şafii: er-İlisâ!e. eş-Şafiî : Cimau'1-îlm. eç-Şatıbi: el-Muvafakat. Şclebi, Muhammed : UsuIi'I-Fikto'l-İslâmî. eş-Şevkânî: Neyhı'l-Evtâr. Tac Abdurrahman ve Seyis Muhammed : Müzekikiret-u Tarilıi't
Teşri'i'1-İslâmî.
et-Tirmizî: es-Sünen (el-Camiu's-Sahih). ei-Tirmizî : eî-İIei. ez-Zehebî : el-Mizan. ez-Zehebi: Tezkiı-etu'l-Huffaz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:23 am

Sünnet Müdafaası II

Günümüzde bir takım insanlar, "Size düşen
Kur'ana sarılmaktır, onun hela! dediğini
helal, haram dediğini de haram saydığınızda
kurtuluşa erersiniz!" diyerek inanan insanları
sadece bir kaynağa yöneltmekte ve bilerek Allah'ın
Rasulunü ve hadisi devreden çıkartarak: "sünnetsiz bir hayat" m savunuculuğunu
yapmaktadırlar.
Tam bir müsteşrik kafasıyla hareket eden bu
yerli "oryantalist işbirlikçileri" nin asıl amaçlan
sadece sünneti devreden çıkartmak değil, koskoca
bir hadisler deryasını bir çırpıda yok saymak ve
dolayısıyla da onları rivayet eden eşsiz sahabiyi
neredeyse "yalan hadis" gibi ağır bir ithamla
suçlayarak İnananların gözünden sahabinİn
etkinliğini silmektir.
Bu yüzden olsa gerek, şimdilerde her önüne gelen bir ahkâm kesmekte, hadisleri reddetmekte, sünneti kabul etmemekte ve eşsiz sahabiye dil
uzatabilmektedir. Bu hastalığın şifası da hiç
şüphesiz Rasulullah sevgisinde, sünnet ve hadis
sevgisinde yatmaktadır. Nitekim Âli Imran
Sûresinin 31. ayetinde: "De ki, Allah'ı
seviyorsanız hana uyun, Allah da sizi sevsin"
denilerek bu reçete vahiyle teyid edilmiştir.
Günümüzde hadis, sünnet, mezhep ve tasavvuf
inkarcılarına karşı bu sahada yazılmış en ciddi
reddiye mahiyetinde olan Prof. Dr. Ebu
Şehbe'nin "Sünnet Müdafaası" adlı elinizdeki
iki ciltlik bu eserle, insanımız Rasulullah'a ve onun
sünnetine daha çok yaklaşacak ve bu değerlere
daha sıcak sarılacaktır.




[1] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/13-15.
[2] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/17-33.
[3] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/35-36.
[4] Merfu olan şu hadis buna delâlet eder: «Ruhu'l Kudüs kal bime hiçbir nefsin rızkını tamamlamadan ölmeyeceğini ilka etti, öyleyse Allah'tan korkun ve rızkı güzel taleb edin...-Bu hadisi el-Hâkim ibn-i Mşsud'dan rivayet etmiş ve sahih olduğunu vurgulamıştır. Ebu Nuaym ve Tabarani Ebû Uma-me'den, Bezzar Huzeyfe'den Müsnedu'l Firdevs sahibi ise Câbir'den rivayet etmişlerdir.
[5] A lak 1-5.
[6] Necin 1-4.
[7] HİCR9
[8] Sebeüer; Küfrünü gizleyip müslüman gözüken Abdullah b. Sobe'nin taraftarlarıdır.

[9] Bu tezimi ben H, 1365, M' 1946 yılında kaleme, aldım.
[10] H. Muharrem'den Şaban 1378 H. yılına kadar (1058-1959) iTemmuz 1958 don Şubat. 10501 Yani Merhum Dr. Mustafa Sıbai'nin «es-Sünnetu ve mekannatuhp. fi't-Tegrü'1-İslam» (Sün net ve İslâm Teşri'indeki yeri) adlı eserini sunmadan bir yıl önce. Çünkü ilk baskısının önsözünde belirtildiğine göre bu oser 15 Şaban 1370-12 Şubat 1060 tarihinde yazılmış tır. Merhum Sıbai kitabının 46. sayfasında kendisi Kahire'de tedavi görürkon 1961 m. yılında basıldığını belirtir
[11] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/37-45.
[12] Nlahl 44.
[13] Şûra 52-53.
[14] Enam 32
[15] înşikak 7-9.
[16] Nisa 15.
[17] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/47-48.
[18] Maide 38.
[19] Maide 90.
[20] Nur 2.
[21] Tevbe 118.
[22] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 49-51.
[23] Kur'anda belirtilen neseb dolayısıyla evlenilmesi haram olan lara ilaveten,51.
[24] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 51.
[25] eş -ŞevkAnî, Irşâdu'l Fuhûl, s. 29.
[26] Kanaatimizce sünneti toptan reddeden hiçbir fırka olmamış tır. Ancak çoşitli yönlerine itiraz ettikleri için böylo sayıl mıştır, HAriciler fitneden önce vftrid olan sünneti kabul et mişlerdir. Sünnetin delil olmasını reddettikleri söylenen rû-fızilor en çok hudis uyduranlardır. Bu konuda goniş malu mat için bkz. AbduİKani Abdulhalık, HucciyycLu's-Süiuıo, s. 245-270. Darul Kur'an, Beyrut 19üO.
[27] Âl-i Imran 31
[28] Nisa 50.
[29] Nisa 65.
[30] Nisa 80
[31] Nur 63.
[32] Ahzab 21.
[33] (Bkz, Azim Amâdi, Avnu'l Ma'butl Şerhu Sunen'j Ehi Dâvud c. l'J. s :i5(i Meluubetu'sselefiyye, Medine 19(39). E bu Davud Mıııl No: 45(10, Tirnıizi 5/3U/2<Sf>4, İbn Mâca 1/6/m. 12 Musnud 4/132 el-Hakİnı el-Mustedrek 1/109, ed-Dûrımi, es-Sünen 1/453/536.
[34] Kurtııbî, Tefsiru'l Kur.'.ubî, c. I. s. lifi. bkz. Avnu'l Ma'bud, Şerhu Sunen-i Ebi Davud, c. 12/s. :i5Ö,t mire.)

[35] Avnu'l Mabut. 9/509.
[36] bkz. tbnu'J Esir, -en-Nihaye fi G&ribi'l Hadis», c. 3, s. 468, Bey rut, t. y. (mire).
[37] bkz, Ömer Hıza Kchhâİe, Âlanm'n-Nisa. c. 5, s. 299, Muesse-sotur'-llisale, iioyrul, t.y._ (mire).
[38] bkz. Ahmet Davudoglu, SaJıih-i Mastım Ter. ve Şerhi, c. 9, s. 150, Sönmez Nuşr. istanbul 193. (mtrc)
[39] Kitabın tanı adı -Camili Beyan'il ilmi ve fadlihi ve ma yen-beği fi rivayetihi ve İmmlihi
[40] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 51-58.
[41] e$ Ştîvkitiıi İı-fjâdu'l Fühul, :i. 29.
[42] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 58-59.
[43] Sakinlerine izafeten bu semte bu isim verilmiştir.
[44] Buhari, Sahih, Kitabu'l Um, Babu'l Tenavtıbifi'l llm.
[45] Onlardan bilisi Resulullahm meclisi no giderken «gel de bir saut iman edelim- dordi. lYani imanımızı urttırahm.J
[46] Müslim'in rivayet ettiği bir hadis şöyledir: -Kim ilim taleb eünek için bir yola girerse, Allah da buna karşılık ona cennete giden bir yoi bahşeder.
[47] Ibn-i Hacer el-Askalani, Fethu'l Bari, c. 1, s. 12Ö-149.
[48] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 59-61.
[49] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 61-64.
[50] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/64-65.
[51] Talik; isnadın başından bir ya da daha çok ravinin düşürül mesidir. Bullarının Sahihinde bunlar çoktur. Ancak bu gibi rivayetler kitabın aslında olmayıp, bab başlıklarında ve şa-hid olarak getirdiği haberlerde olur,
[52] Babasının dedesine nisbet edilen bu zatın dedesi Amr sahu-bidir. Babası ise Resululluh'ı (küçükken) görmüştür. Tabii bir fakihtir. Ömer b. Abdulazİz Medine'ye vali yaparak yjırgı İşlerini onu devretmiştir. Ebu Bekr'dun başka bilinen ismi yoktur. Künyesinin Abdulmelik olduğu söylenir, H. 12n yılın da vuial etmiştir.
[53] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 65-66.
[54] Fethu'l Bari, c. 1, s. 165.
[55] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/67-68.
[56] lbn-i Hacer, Fethu'l B&ri, c. X, 8. 141-142.
[57] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/68-71.
[58] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/71-72.
[59] Buhari; Bkz. Kitabu'd Daavât, 31, İbnü'l Hacer, Fethü'l Bari, c. 1, a. 189, (mire).
[60] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/72-74.
[61] İbnu's-Salah, Mukaddime ,s. 185.
[62] Câmİu'l Usul, c. 1, s. 72, Şerhu *Nuhbetu'l Fiker, İstikamet Matbaası, s. 32:
[63] İbnu'l Muflih, el-Âdabu'ş-Ser'iyye, c. 2, s. 155.
[64] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/74-79.
[65] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/79-80.
[66] el-Adabu'ş-Şw'İyye, c. 2, s. 129.
[67] tt.g.e. c. 2, s. 132.
[68] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/80-81.
[69] Câmiu'l-Usül, c. 1, s. 54, (İbn-i Kesir), el-Sâlsu'l Hasis, s. 166.
[70] tbnu's Salah, el-Mukaddime, s. 189.
[71] Sebe, m.
[72] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/82-84.
[73] Kitap -Muhammedi Sünne,tin Aydınlatılması- adı ile Muhar rem Tan tarafından tercüme edilmiş va Aralık 198ü tarihin de Yöneliş Yayınevi tarafından basılmıştır. Yanlılarla dolu bu tercümenin tenkidi için bkz. Islâmî Araştırmalar Dergisi, c, 3, sayı, 4.
[74] Birçok kimsenin kullandığı bu haber hakkında îbn-i Hazra mursel bir haber olup, delil olartık kulhmümaz demiştir. Bey-haki de iiyni kunuute varmıştır. Zira seneddo yeralım İbra him b. Abduı-ruhmun, Hz. Ömer'e ulaşmamıştır. U3k/.. İbn-i Ili'/.m. cl-lhkam fi usuli'l Ahkam, tahk. Ahnved Muhummed Jjtıkir c. 2, s. J.3Ö. Daru'l Afaki'ı Cedide Beyrut i!»i:i uy nen "bki. Ibnu't Arabi, el'A vâsim mine'I Kavasım» (»hk. MııhibbıtdUin ül Hatib, s. 87, Dııru'l Cuyl. Beyrut 101(7, ı mire. ı.
[75] Ar&f 157.
[76] el-İsabe'de rivayet edildiğine göre Mudurtb b. Cüz söyle de miştir. -Gece yürüyordum, birden bir adamın tekbir getir-digini duydum. (Baktım ki Ebu Hureyre) Uu nedir? diye sordum -Ben, busre bint-i Guzvan'ın hizmeiçişiydim. Onun için Allah'a şükrüm arttı dedi vo yukarıdaki kıssttyj anlattı., (bk/.. el-lsabe, c. 7, s. 2(Xi).
[77] Ebu Royye'nin Ebu Hureyre hakkındaki sözü budur. İmam tbn-i ishok ise onun hakkında şöyle diyor «Devs beldesin-den olup faziletli ve asalet sahibi biriydi». İki sözün ara. sındaki farka bakan!..
[78] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/85-93.
[79] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/95-97.
[80] el-Va/.'u fi'l Hadis- (Hadislo Uydurmacılık) adlı kitabımda uydurma boiirtilerinden 14 tanesini belirttim; bunların çogunluyu rııt'tiK! yönelik olanlardır.
[81] Aliyyu'l Kâri, ei-Mevzuut, s. 119.
[82] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/97-100.
[83] Buharı, Sahih'inde Ebu Zor'den şöyle rivayet eder; «Hz. Pey gamber güneş batanken bana «güneşin nereye gittiğini bi-liyormusun?» diye sordu. Ben de Atla h ve Resulü dunu iyi bilir dedim* Dedi ki «Arşın altına secde etmeye gidiyor; izin ister vû ona îzin verilir. Tam sucde edeceği zaman ka bul tîdilmuz; izin ister ana izin verilmez vo geldiğin yero geri dün denir; o da battığı yerdon doğur. Allah'ın «güneş bülli bir yörüngede yüzer. Bu A/.İZ ve Alim olan Allah'ın koyduğu ölçüdür» ayetinde ulduğu gibi. IBuhari, Tefsir Sure
[84] Dr. Muhammed Vasfi, el-tslâmu Ve't-Tıbb, s. 206.
[85] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/100-104..
[86] îbn-i Hacer Fethu'1-Bârî, c. 13, s. 211.
[87] Hadisin farklı anlamlan için bkz. İbnü'1-Esir, en-Nihaye fi Garİbi'l Hadis c. i, s. 15 Beyrut; Ahmet Davutoğlu, Sahihi Müslim Tercüme ve Şerhi c. 10 s. 478 Sönmez neş. İst (Mtrc)
[88] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/105-108.
[89] MütevaLir; âlimlerin İstılahında: aklın yalan üzere birleş melerini imkansız bulduğu bir topluluğun rivayetidir. Ve bu yakini »ı:-ıı oluşturur, fak ut ahad haberler için aynı şey denemez
[90] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/108-109.
[91] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/109-110.
[92] İbn-i Hazm, el-İhkanı, c. 2, s. 139.
[93] «Nazra/.u'n fi Tarihil tıklû'l-İslâmi» adlı ener a bakan bu hu-beri aıu'jiıniittya Uıbi luLmadun uıılıudım kaptığını görür.
[94] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/110-112.
[95] C. 1, s. i(i-i ve sonrası.
[96] Ibn-i Hucer (u.^.ej'cle sahih ve hasen tariklerle kendilerin den rivayet, üdikm sahabenin isîmlurini serdetini,
[97] Ijuhuri, Sahih KiLabu't ilnı, Müslim, Sahih Nevevi Şerhi ile1, t,. Ü5-7O.
[98] Fethıı'l-Bari I, s. 162
[99] C. 1. s. 69.
[100] T bnu's Salah, el-Mukaddime (Iraki şerhi ile birlütte) s, 110. • Müdrcc; ravisi tarafından isnad veya metine aslından olma yan btızı sözler sokulmuş hadis demektir (mtrc).
[101] c.l. s. iü4 Ezheriyyc matbaaa^ (Kahire).
[102] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/113-118..
[103] İbnu's-Salah; el-Muküddime Üraki şerhi ile birlikte) s. 110,Şam.
[104] Miftahu's-Süiuıe; s. 18.
[105] bkz. Ömer Kıza Kühhale Mucemil Müellifin c. 2, s. 238.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:24 am

[106] Hadîse mevzu hükmünü verirken gevşek davranan Cüzekani ve ibnu'l Covzi bu hadisin mevzu olduğunu belirtmişler. Bu nun için bunları belirten es-Sehavi bu şüphelidir demiştir. bkz. us sehavi Fethu'l-Mugis, c. 2,fs.217.
[107] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/118-123.
[108] El-Muğni Ve'ş-Şerhu'1-Kebir; C. 1, S. 579.
[109] Buna Vakıf Olmuk İçin Bkz. Fethu'1-Bari, C. 2, S, 2Sl-A52 Ve Übn4 Kudame) A.G.E.
[110] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/123-125.
[111] Yazarın -hadisleri- hadis diye zikretmesi hepsinin tek ha dis olduğunu zannotmesindendir, oysa hakikat bunun aksi nedir.
[112] Fethu'l Bari, c. 3. s. 204.
[113] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/126.
[114] ibn-i Dakik üi id, Ahkamül Ahkam Şerhi Umdeti'1-Ah-kani. c. 4, s. 4ü. Daru'I-Kııtibn-nmlyye, Buyrut ImtrO.
[115] Fethu'l-Bari, c. 9, s. 176.
[116] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/127-129.
[117] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/129-131.
[118] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/131-132.
[119] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/132-133.
[120] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/134.
[121] Rkz. tîl-İstiab ffi marifeti'I-Ashab) (el-isabenin kenarında) e. 3, s. 395 ei-isabe (fi lcmyizis-saha.be), c. 3, s. 433, Fethu'l-Bari, c. 6, s. 82.
[122] Fethu'l Bari, c. fi, s. 62,80.
[123] c. 8, s. 210 ve sonrası.
[124] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/135-139.
[125] C. 3, S. 569.
[126] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/139-141.
[127] Yani hadis sadece -köle için iki ecir vardır» sözünden iba ret ulup gerisi Ebu Hureyre(ra)'nin sözüdür (mtrc).
[128] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/141-142.
[129] el-Kevseri; el-Makalatt s. 31.
[130] el-Kevseri, el-Mak&Iât, s. 31 lîbn-i Abbas'ın bu ifadesini Kev. seri'nin bu kitabında bulamadık imtrcl).
[131] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/143-145.
[132] lbn-i Haldun; Mukaddime, s. 368.
[133] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/145-146.
[134] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/146-147.
[135] Iİbn-i Teymiyyel Mukaddimetu't-Tefslr b. 46 selefiyye mat-baası.
[136] c. l. s. 8 el-Menar matbaası.
[137] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/147-149.
[138] Araf, 156-157.
[139] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/149-151.
[140] Rk/.. en-Nevevî MüâUm Şerhi, c. 6, s. 198, Zâdti'1-Mead, c. t, S. 121M27.
[141] El-Muğni vo eş-Şerhu'I-Kebir, c. 2, s. 295.
[142] Şayet Ka'b, Enes hadisinin bir ravisi olsaydı veya Enes, ehl-i kitaptan haber almakla bilinseydi yazarın dedikleri aklen mümkün olurdu. Ancak rivayetin uzaktan yakından Rab ile hiç bir ilgisi yoktur, öyleyse tüm ihtimal yolları kapan mıştır.
[143] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/151-153.
[144] c- 5, ş. 143.
[145] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/154-156.
[146] el-isra l.
[147] [Rsdrııd Din Ayni! Umdetu'I-Kârî, c. ?. s. 202.
[148] Orijinali «es-Sukla» olan bu kelime çocuğunu kaybeden ma nasına gelmektedir. Ancak dilimizde bu tabirin karşılığı kay dettiğimiz şekilde olduğu için böyle ifade ottik Imlrcl. T
[149] İbnu's-Salah, el-Mukaddime, s. 121 Halep.
[150] Umdetu'l Kari, c. 7, s. 253.
[151] el-Mugnl ve's-Şerhu'l Kebir, c. 11. s. 352.
[152] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/156-160.
[153] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/160-163.
[154] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/163.
[155] Sahih-i Müslim Nevevi şerhi ile; c. 16, s, 78-84.
[156] c. 1, s. 183.
[157] Ciisiyo. 21.
[158] c. 3, S. 497.
[159] c 1.1, S. 275.
[160] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/164-167.
[161] Sahihi Müslim (Nevevi Şerhi ile beraber), c. 16,,s. 58-78, Fet-hu'l Btot, c. 13, a. 78-90,
[162] Nemi, 82.
[163] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/167-169.
[164] Al-i İmran, 36.
[165] Hicr 39.
[166] Bkz. Ez-Zemahşeri, Tüfsiru'l Keşşaf, Dârul Mushaf c. 1, s. 172, Kahire IMtrc).
[167] Hicr Al, lsrâ 05.
[168] Hicr 40, aâd 03.
[169] Fethu'İ Bftrİ, c. 8, 3. 170.
[170] Yazarın dilediğini alıp dilediğini terketüği konusunda bu rada yaptığı alıntı da bunu kuvvetlendirmektedir. lbn-i Ha-cer'in, Zemahşeri ve Râzi'nin hadisten şüphe duymaları ile. ilgili naklettiği sözleri nakledurken Hafızın hadise verdiği manayı vermemiştir ki biz bu manayı buraya aldık. Tabikt yazar bunu içinde gizlediği düşünceyi doğrulamak İçin yap mıştır
[171] c. 4, s, 68.
[172] Bkz. Fahru'd-Din er-Râzi, e,t-Tefsiru'I-Kebir, c. 2, s. 658 Bolak.
[173] Aynı yerde bu alıntıyı bulmak mümkün olmadı (Mtrc.J. ,174
[174] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/169-174.
[175] c. 7, -s. 161.
[176] NiSa157-158.
[177] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/174-177.
[178] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/179.
[179] en-Nuhbe Şerhi, s. 37.
[180] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/179-180.
[181] Bakara, 143.
[182] âi-i imrân no
[183] Tevbt: 100
[184] Feth18.
[185] Feth.29
[186] İbnu's-Salah, Mukaddime, s. 263.
[187] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/181-184.
[188]Aslında imam ibn-i Kuteybe kitabında, Nazzam ve benzer lerinin genel olarak Muhaddislero Özel olarak da Ebu Hu reyre'ye ulan hücumlarını zikreder sonra da âlim vo araş tırmacı bir eda ile hadis ve ehlini müdafaa eder, ümid edi-yoruzki Allah bu sebeple kendisini mükafatlandırır.
[189] C. 8, S. 109.
[190] C. 4, S. 210.
[191] C. 8, 3. 113.
[192] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/185-189.
[193] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/189-190.
[194] Yazar bu ismi diğer bir kitabına isim olarak seçmiş ve -Şey hu'l Madire Ebu Hureyro- adlı bir eser kaleme almıştır (mtrc).
[195] el-Madire:Kesilmiş ayrandan pişirilen bir çorbadır. Daha Çok süt ile karıştırılır. O zaman en güzel yemeklerdendi.
[196] til-İstiâb fi Ma'rifoti'l Ashiib, c. 4, s, 209 (el-isabe'nin kena-' nnda),
[197] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/191-193.
[198] Bakara, 273.
[199] c.8, s. 110.
[200] «Msûbo, c. i, s. im.
[201] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/193-197.
[202] Ebu Hureyre Yazar bu kıssadan şüphe duymuş vo onu inkara kalkışmış tır. Onun bu konudaki önderi yahudi müsteşrik Goldzier'dir.
[203] es-SuyüU. el-İtkan, c. 2, s. 187.
[204] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/197-201.
[205] D&iretu'l Maû.rifi'1 Islamiyye İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s.
[206] el-Bldâye ve'n-Nihâye, c. 8, s. 111.
[207] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/201-205.
[208] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/205-207.
[209] Muhaddislere göre tediis, mutaki olduğu şeyhten işitmediği halde hadis rivayet etmesidir. Veya muasır olup karşılaş madığı birisinden ondan işitmiş gibi, hadis nakletmesi d ir. Tediis bir kaç kısma ayrılır: en kötüsüne «tedlisu't-Teüviyc» adı verilir bu da senedinde zayıf ve kuvvetli raviler olan ancak sonunda senetten zayıf ravileri düşürülen hadislerdir. Bilmeyen de sika nıvitardım geldiğini zanneder. Bazı hadis-ciler müdellis ravinin hadislerini tamamen reddeder. Bazı ları da sarahaten kimden işittiğini söyleyenlerinkini kabul eder. Şu'be tedlisi tamamen reddedenlerdendi. Hatta O'nun bu konuda «bana göre tediis yapmak /.imi işlemekten be terdir- dediği rivayet edilir.
[210] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/207-209.
[211] el-Mihras oyulmuş büyük bir taşür kişi taşımaya güç yet ine/, su İle doldurur ve içinde yıkanırlar = (küvet).
[212] Hadid 22.
[213] Hz. Ömer birçok meselede bir görüş beyan etmiş ve o doğ rultuda vahy gelmiştir. Vtıhy onun bu görüşlerini onayladığı için bunlara muvufakat-ı Ömer adı verilir (Mtrc).
[214] Fâtır 18e
[215] Fâtır 22.
[216]Geniş malumat için tak?. Bedrud-Din ez-Zerkeşi, el-lcûbe lı IriUH Ma İstedrekethu Aişetu uics-Sahabe tahkik Said el-Aİ-gâni s. (, 91-100 Mektebu'l tslûmi Beyrut İ085 (Mtrc).
[217] Buharı, c. 3, s. 123, Müslim, c. ti, s. 230.
[218] Bakara 187.
[219] Geniş bilKİ için Vık/.. el-I-tozımi, el-ittbar fi'n-Nâsİhi ve'l Men-sühi ıninc'l Asar, tahkik Abtlu'l Mu'ü f*'.min Kftl'acı -s. 208-211, Ûâru'l Va'y Halep, (Mtrci.
[220] Buhari, bâbu'l isticnıar, Müslim (Novevi şerhi ile), s. 3, s, 177.
[221] c. [i, S. 285.
[222] Hadid 22.
[223] Buhari, Kitabu'l Cihad, Müslim, c. 14, s. 220-221.
[224] ibni Teymiy diye şöhret bulan Ebu'l Berekat Mecdu'd-Din Abdusselam e) Hamini adlı alimin ahkam hadisleri ite ilgili eseridir. Muhammed bin Ali eş ŞevUâni tarafından -Neylu'l Evtar» adı ite şerhedilmiştir t Mire).
[225] Geniş bilgi için bkz. tsI-Mübarekfârf, Tuhfetu'l Ahvezi bi Şerhi Camii*t-Timıizi c. -i, s. 71, Medine 1965 (Mtrc)
[226] El-isâbe, c. 4, s. 209 us-Suodot matbaası.
[227] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/209-223.
[228] en-Nehâî, en-Nehâ Kamusta da geçtiği gibi Yemendo bir ka bilenin adıdır.
[229] Musarrât: memesinde süt bekletilen hayvana verilen isim dir, bkz. Sadi Ebu Ceyb, el-Kâm.usü'1-Fıkhi, 211 Daru'l-fikr Sam IMtrc».
[230] (Buna göre) Hz. Peygamber şöyle demiştir: •Koyun ve develerin meme lerinde süt bekletmeyin. Her kim memelerinde süt olan bir hayvanı satuı alırsa iki şeyi yapmakta muhayyerdir: Ya sağ dıktan sonra hayvanı yanında tutar, ahn ya da bir ölçek hurma ile tekrar İade eder.-
[231] et-Tevhİd Mâ Telvih, c. 2, s. 434, İstanbul.
[232] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/223-225.
[233] el-İsâbe, c. ı. s. 12.
[234] El yazması olun kitap Mekke Haremi Şerif kütüphanesinde-dir. Vı; çok kıymetli bir.kitaptır
[235] Asıl adı -Gayetut-Tuhkik» olan bu eser Abclu1) Aziz b. Ah met el-Buhari'nin kulemi; aklığı meşhur usûl kitabıdır, bkz. Abdu'l llîiyy el LokntA'i, el-rovairii'l »elıiyye fi Terâcimi'J e, H. D-t Da.ul Marifo, Beyrut (Mtrc).

[236] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/225-229.
[237] c. 6, s. 22Ö.
[238] c, 9, S. 320.
[239] Kitabu Bed'il Halk, babu sıfatiş-şomsi ve'I kamer, Fethu'lBari, c. fi, s. 229.
[240] Enbiya, 98.
[241] bkz. el-HAkim el-Mustedrek, c. 4, s. 287, Dâru'l Mârifö Beyrut (Mtrc).
[242] bkz. Keşfu'l Hala ve muzilu'l ilbas c. 1, s. 414.
[243] imam Nevevi Müslim şerhinde (c. 17. s. 176) şöyle der: Şey htin ve Ceyhan, Seyhun ve Ceyhun nehirleriyle aynı doğri-dir. Hadisle cennet nehirleri oiarak güçeu Seyhan ve Ceyhan ErmenİHlan'daki nehirlerdir. Ceyhan yosunlu Seyhan ise morcanlıdır, ikisi do oldukça büyüktür. el-Ezheri'nin Sahîlı'-inde Ceyhan'ın Şam'da, olduğunu söylemesi yanlıştır. Herkes Ceyhun'un Belh'Len çıkan Horasan arkasında bir nehir ol duğunda müttefiktir. Aynı şekilde Ceyhan nehrinden ayrı olduğu da herkes tarafından vurgulanmıştır. Seyhım'un da Seyhiüi'dun ayrı olduğu da bilinmektedir. Daha sonra Ne-vevi Seyhan'ı Seyhun, Ceyhan'ı Ceyhun nehirleriyle aynı ol­duklarını söyleyen Kadi Iyaz'a karşı buruda itiraz eder.
[244] Muharamed, 15.
[245] Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 5, s. 332-333.
[246] Yazar, bu ibareyi Fethu'l-B&ri'den naklederken metne sâdık kalmamıştır.
[247] Mâıdo, -48
[248] Fethu'l-Bâri, c. 11, s. 6.
[249] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/229-240.
[250] âl-i lmran 7
[251] Buharî, Kitabul. Tevhid... Mttslipi, c..., S. 25.
[252] Müslim, c…, s. 25.
[253] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/240-242.
[254] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/242.
[255] cl-Esmai veVSifat, s. 384.
[256] el-Bidayo ve'n-Nlhâye, c. 1, s 17. 18, ibn-i Kesir Tefsin, c. 3, s. 4Q0.
[257] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/243-245.
[258] Yazar, hadisi Kudsiyi Peygamber'e izafe etmekle hata etmiş tir. Şayet, bu ilmi bilseydi Sahihi Buhari "do geçtiği t:'W -Allah Teâla dedi- diye ballardı. Zira bu, hadisi kudsidir. Sadece düşünerek nakletseydi yine bu sözlerin Peygambere isnad edilemeyeceğini anlardı, çünkü hadiste geçen peyler sadece Allah'a isnad edilebilir.
[259] Kitabu'r-Rikiik babu't-Tevazu-, bkz. Fethu'1-Bari, c. 11, s- 28ö.
[260] c- 11, s. 286.
[261] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/245-249.
[262] Bari, v. (i. s. 251. SH Kitubu lifîdu'l Halk, babu bifuü'l. cenne (Had No:Cool; Fetlm'l
[263] KiUtbur'Kikıık, taubu sılati'I-Cenneti vo'n-Nar. Fethu'l Bari, c. II., ü, 355.
[264] S&hih-i Müslim (Ntîvevi $erhi ile) c. 17, s. 167-160.
[265] Ul c. ti, a. İîj? ifıü.
[266] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/249-250.
[267] Dairetu'l Maarifi'l tslamiyye (islam Ansk.) c. 1, s. 408
[268] bkz. Fethu'l Bari, c. 1, s. 7(1-174. Musüm iNevevt şerhi) c. i(j. s. 52.
[269] el-l8âbe fi Temyizi's-Sahabu, Ebu Huroyre raad.
[270] Kiuıbu'l Muzftrao, babu mu câe İTİ Cares.
[271] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/251-254.
[272] Buhari, 19.
[273] Buhari43, 54.
[274] Müslim, (Nevevi Şerhi ile), c. 14, s. 213-218.
[275] Buharı, 54.
[276] Fethu'lBûri, c. 10, s. 190.
[277] Ebu'l Abbos b. Ömer el-Kurtubî, meşhur müfesslr Kurtubl'nin hocası olup eserinin tam udi: -el-Mufhim fi Şerhi Sahih-i Milsllm-'diı- (Mtrc-J.
[278]«Hastalıklar sirayet etmez» hadisi ile «cüzzamlıdan kaçın» hadisi ve buna benzer «hastalıklı sağlıklı ile kalmasın* gibi hadislerin arasım te'lif etmek için âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunların en güzeli şudur: -hastalıklar sirayel etme/.» demek varlığı ve tabiatıyla sirayet edip geç me.-/, demoktir. Çünkü cahiliyye ehli Allah'a nîsbet etmeden hastalıkların bizzat kendilerinin sirayet gücüne sahip olduk larını söyksrdi. Hz. Peygamber, bu inancı kırdı ve eüzzamlı İle yemek yiyerek insanı esas hasta eden ve şifa verenin Allah olduğunu açıkladı. Cüzzamlıya yaklaşmamayı ifade eden hadisler ise sebepler kaidesi gereği Allah'ın kanununda yer alan sebepleri aramak gerektiğini bildiriyor. Hz. Pey gamberin fiili do te'sirin hastalıktan. değil Allah'tan oldu ğuna işarettir. Çünkü Allah dilerse edert dilemezse etmez
[279] Fethul -Bari, c. 3, s, 75.
[280] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/254-259.
[281] Fethul-Bari.c.10.s. 451, Buhâri, Kitabu'l Edep, 92.
[282] Fethu'l Bari, c. 10, s. 452.
[283] c. 15.s.14
[284] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/259-261.
[285] Sebe 12.
[286] Fâlır ıa.
[287] Yazar bu hatasını anlamış olmalı kt kitabının beginci bas kısından bu iddialarını çıkarmıştır (Mtrc
[288] Tevbe 14.
[289] Yasin 60.
[290] Tefsirii'İ Alûsi, c. 29, s. 53-54.
[291] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/262-265.
[292] C 1. 8. 72.
[293] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/265-268.
[294] c. 6, s. 109.
[295] c, 1. s. 175.
[296]-indirdiğimiz açık deljİleri ve hidayeti gizleyenler...» (Ba kara, 15D) ayetinj kastediyor.
[297] lbn i Mesud'clan gelen şöyle bir mevkuf haber vardır: «bU* toplumu akıllarının almadığı bir şey anlatsan bu sadece bir kısmı için fitnu olur.»
[298] Fetlıu'l-Bari.C. 1, S. 165.
[299] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/268-273.
[300] Müslim (Nevevi Şerhi ile) c. 16, s. 52-53.
[301] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s, 506-514.
[302] Buhari, Kİtabu'l ilm, babu'i Hırsu ale'l Hadis, (Ruh: 8/22).
[303] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/273-276.
[304] cl-Bidâye vtfn-NIMT* c 8. S. !08. «tete. c. 4 Ebu Hureyre mad.
[305] el-Bidayc vc'n-Nihâye, c, 6, s. 74.
[306] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/276-282.
[307] Suyutî, el-Leâli'l Masnüa, c. 1, s. 216-218.
[308] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/282-283.
[309] el-İstiâb; c. 4, s. 209 (ol-îsâbe'nin kenarında).
[310] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/283-284.
[311] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/285.
[312] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/285-286.
[313] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/286.
[314] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/287.
[315] Buhari, 4/130; 2/92, Müslim, 4/1842. Fethu'l Bari, c. 6. s. 342, Novevi Şerhi c. 15, s. 127-12a
[316] Adlan geçen iki eser.
[317] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/287-289.
[318] Felhu'l Bari, c. R, s. 484, Müslim Nevevi Şerhi c. 17, s. îao. 07
[319] Müslim4/2186.
[320] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/290-292.
[321] Fethu'l Bari, c. 11, s. 353
[322] Nüvcvi Müslim Şerhi, l\ 17, s 186. Te'viLu MuhU-defi'lHudis s. 10.
[323] Fethu'l Bari, c. 11, s. 354.
[324] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/292-294.
[325] Buhari 4/100, Ibn-i Mâce 2/1159) Ayrıca bkz. ibn-i Kuteybe, Te'vilu Muhtelefi'l Hadis, s. 10.
[326] el-Ezher» dergisi yıl 1378 h. (Kahire).

[327] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/294-302.
[328] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/ 302.
[329] Ebu Reyye buradaki Yatsı (el-işa) kelimesi yerine kadın fen-Nisa) kelimesini yazmış ve bu yazar tarafından düzel tilmiştir (bkz. Hâkim, el-Müsiı?drek, c. 4, s. 140; İbn-i Mâce, 2/1129.
[330] Buhari, Kitabu Bodi'l Halk.
[331] Buharı, Kitabu Bedi'l Halk.
[332] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/303-305.
[333] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/306.
[334] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/307.
[335] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/307-308.
[336] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/308-309.
[337] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/309.
[338] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/310.
[339] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/310-311.
[340] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/313-314.
[341] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/314.
[342] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/314-315.
[343] Bkz. Buhari (i/30; Müslim t/138.
[344] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/315.
[345] Müslim 1/12; Zâmilelûyn müfredi »zâmilo'dir. Yük yüklenen deve demektir. Abdullah b. Amr b. As Yermuk savaşında ehl-i Kitab'ın kitaplarından iki deve yükü elde etti. Bazen. Jlz. Peygiimber'ü nisbet etniuden onlara bakarak haberler veriyordu, liımun it,în taû/ı râviler O'ndan rivayet ederkea ihtiyatlı hare kol elıui^lerclhr.
[346] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/315-316.
[347] Buhari 7/30.
[348] Müslim 3/1618.
[349] Zâdu'l Meâd, babu havassi'l Acve, Fethu'l Bari, s. iflâ-197.
[350] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/316-318.
[351] Müslim 1/291.
[352] Araf, 27.
[353] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/318-319.
[354] Müslim -i/1940.
[355] Sahlh-l Müslim (Nevevi şerhi ile), c. 18, s. 63.
[356] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/319-320.
[357] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/320-321.
[358] Müslim, 4/2270.
[359] Bu eserin udi «Müşkilu'l-Âsâr-dir. Bkz. Kadı Yusui' b. Musa, «ei-Mu'ia-sar mînıs'l-Muhtasar inin Müşkili'l Âsiır» o 2, a. 263, Beyrut.
[360] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/321-323.
[361] et'Tevhid fi Tevaturi Macâe fi'l Mehdiyyil Muntazar ved'Deccâll ve'l Mesih (Mire).
[362] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/323-324.
[363] c. 13, s. 180
[364] c. 13, s. 181.
[365] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/324-326.
[366] Buhari, Fiten 28; Müslim, Fiten 115.
[367] ibn-i Kesir, el-Bai.su'I Hasis ila tlmj'l Hadis, s. 23.
[368] el-Bâisu 1 Hasis, s. 25.
[369] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/326-329.
[370] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/329-330.
[371] Cinn, 20-27.
[372] Tevbe, 101.
[373] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/331-336.
[374] Muhammod Ebu Şehbe, A'lamu'l Muhaddlsin, Tedvin bahsi.
[375] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/336-338.
[376] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/338-340.
[377] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/340.
[378] Yazarın bu görüşü Ahmet Emin'den aldığını tesbit etmiş bulunuyoruz. Ahmed Emin'İ böyle bir düşünceye sevkeden de, bazı müsteşriklerin Ömer b. Abdulaziz'in hadisleri ce-metmeyi emretmesi rivayetine şüpheler sokmalarıdır. Ah med Emin, Ouha'l İslâm adlı kitabının c. 2, s. 106'da Ömer b. Abdulaziz'in, Ebu Bekir Muhammed b. Hazm'a hadisleri toplamasını emrettiğini belirttikten sonra şöyle der: -peki bu emir infaz edildi rai? Bütün bildiğimiz o gün derlenen sayfaların bize gelmediğidir. Daha sonra hadis toplayanlar da buna işaret otmemişlerdir. Bunun için bazt müsteşrikler bu haberden şüphe etmişlerdir. Zira bu kabilden bir der leme olsaydı hadis toplayan kimselerin en önemli kaynağı olurdu. Fakat şüphe edilecek bir durum yok, çünkü haber Ömer b. Abdülaziz'in bunu emrettiğini bildiriyor yoksa ha dis com'inin tamamlandığını söylemiyor. Muhtemelen Ömer b. Abdülaziz erken vefat ettiği için Ebu Bekr lbn-i Hazm, .bunu yerine getirmekten vazgeçti.» Ben de diyorum ki muh temelen bu görevi infaz, etti ki bu daha yakındır ancak .selefin eserlerinden saçılan saçıldı ve hor te'lif ettikleri oseı* bizo gelmedi. Zira unları lakib eden tabakadan bite büyük Inıum Malik b. Enes'in el-Muvalta'ındun başka bir şey bize ulaşmamıştır.Görüldüğü gibi ya/ar müstakil bir arıujtırıcı olarak kendi sini göstermek istiyor fakat mukallidin mukallidi olduğu açı-gu çıkmıştır.
[379] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/341-343.
[380] Bu konuda bkz. Hamidullah, el-Vesaikus-Siyasİyye (Daru'n-Nefais Beyrut 1987).
[381] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/343-345.
[382] FetlıuU, Bari, c. 1, s. 4.
[383] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/345-346.
[384] Fecru'l îsl&m, s. 272.
[385] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/346-347.
[386] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/347-348.
[387] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/348.
[388] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/349
[389] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/349-350.
[390] el-Uslubu'I Hadis fi Ulumi'l Hadis, c. 2, s. 7.
[391] İbn-i Hacer, Nuhbetu'l Fiker ve Şerhi, zabt bahsi.
[392] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/350-353.
[393] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/353-354.
[394] Kısas-ı Enbiya, s, 516-534.
[395] Nisa, 154-158.
[396] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/354-357.
[397] Yunus 36.
[398] Necm, 28.
[399] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/357-359.
[400] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/359-360.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:24 am

[401] Kurtubl Tefsiri, c, 1, s. 37-36, (Ebu Davud 4560, bkz. Avnu'l MAbud 12/355).
[402] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/361-363.
[403] S. 140.
[404] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/363-368.
[405] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/369-370.
[406] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/370-372.
[407] Furkan B-9.
[408] îsra 47-48.
[409] Fethu'l Bari, c, 10, b, 1B8.

[410] Fethu'l c. I, s. 185.
[411] et-Tefsiru'l Kayyım, s. 564-572.
[412] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/372-379.
[413] Buhari K. Rikak 53.
[414] Müslim (Nevevi Şerhi ile), s. 16 ,s. 53-56.
[415] Fethu1] Bari, c. 1, s. 303.
[416] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/379-38/2.
[417] el-lntika, s. 18-32.
[418] el-İnttka, s. 23.
[419] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/382-384.
[420] Fethu'l Bari, c. l, s. 186.
[421] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/384-387.
[422] bkz. c. 2,,s.111.
[423] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/387-388.
[424] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/388-389.
[425] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/389.
[426] C. 1, S. 27.
[427] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/390-391.
[428] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/392-395.
[429] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/395-397.
[430] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/398.
[431] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/398.
[432] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/399.
[433] cl-İsliâb, c. 1, s. 55, el-İsâbe, c. 1, s. 147.
[434] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/399-401.
[435] ibn-i Teymîye, Usıılut-Tefsir, ibn-i Kesir do tefsirinde bu ri vayetleri gereği gibi tenkid (itmişlerdir,
[436] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/401-402.
[437] İstılahta sahabi ismi no göre tasnif edilen kitapların ismi olan «Müsned-, isnadı zikredilen^ hadisler için de ıtlak olun muştur.
[438] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/402-403.
[439] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/403.
[440] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 1/404-406.
[441] Ahmed Emin, Duha'l-îslâm, c. l, s. 340.
[442] Suyûtî, Tedribu'r-Râvii bi Şerhi Takribi'n-Nevev!, s. 187-188.

[443] Şûra, 13.
[444] Enbiya, 25.
[445] Burada «el-Kitap»dan kastedilen cins isimdir. Dolayisıyle geç miş semavi kitapların hepsini kapsamaktadır.
[446] Mâide, 48.
[447] Bakara, 271.
[448] Necm, 37-3».
[449] Haşr, 9
[450] Haşr, 8.
[451] Buharî, Kitabu'1-Ezan, Müslim, Kitâbu'z-Zekât.
[452] Buharî, Kitabu'I-Fiten, Müslim, K Imâre

[453] Tevbe, 58.
[454] Bilinmesi gereken diğer bir husus, batılıların bu sözle, din ile devletin birbirinden ayrılması gerektiğine delil getirme lerdir. Bu anlayış, İslâm'ın dışındaki dinlerde caiz olsa bile", böyle bir şey, İslâm'da asla sözkonusu değildir. Çünkü İs lâm kulların din ve dünya saadetini te'min edecek, ticâret, sanat, ziraat, idare, iktisat, siyaset ve beşerî münasebetlere dair, devleti ilgilendiren her hususta hükümler getirmiştir.-Bütün bunları Kur'an ve sünnette bulmak mümkündür,
[455] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/13-21.
[456] Ahmed Emin, Duha'i İslâm* c. 2t s. 122.

[457] Buhârî, Kitabu Fadâüu's-Sahabe.
[458] Buharî, Müslim, K. el-Fadâil.
[459] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/23-26.
[460] Ahmed. Emin, ag.e., c. 2, s. 130-131.
[461] Buh&ri, Kitabu't-Tıbb, MüsHim, Kitâbu'l Eşribe.

[462] Zâdu'I-Meâd, c. 4, s. 359.
[463] Şerhu Sahilı-i Müslim, (Kastalani kenarı) c 8, s. 312; Fert-hu'I-Bâri, c. 10, .s. 165.
[464] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/27-31.
[465] Afrmed Emin, Duha'l İslâm, c. 2, s. 131-132.

[466] Müslim.
[467] en-Nevevi, Şerhu Sahih-i Müslim, c. 10, s. 234.

[468] Muhammed Şelebi, Usûlül-Fıkhî'I-İsIâmî, c. 1, s. 142.
[469] A.g.e., c. 1, s. 146.
[470] A.g.e., c. 1, s. 147.
[471] Aynı Yer
[472] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/33-42.
[473] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/42-43.
[474] Ali Hasan Abdülkadir, Nazratûn âmme fi Târihi'1-Fıkhi'l-İs-lâmî, s. 16.
[475] Buhârî, Kitâbu'z-Zekât.
[476] Ibnû'1-Eslr, Câmiu'1-Usül, c. 4, 55.

[477] Nahl, 44.
[478] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/45-50.
[479] İbn Sa'd, Tabakâtû'l-Kübrâ, c. 5, s. 140.
[480] Ez-Zehebi, Tabakâtû'I-Huffâz, c. 1, s. 7.
[481] Ed-Düüevî, Hûccetû'Uâh el-Bâliğa, c. 1, s. 141; Ali Hasen Ab-düLkâdir, Nazratün âmme fi'1-Fihki'l-îslâmî, s.
[482] Müslim, Kitâbü'1-Adâb.
[483] îbn Hacer, Fethu'İ-Bâri, c. 11, s. 30.
[484] Müslim, Kîtâbul-Kasâme Ve'l-Muhâribin, bâb 11, no. 34.
[485] İbn Hazm, EHhkâm fi Usûli'l-Ahkâm, c. 2, s. 139.
[486] İbn Hacer, Tehzibü't-Tehzîb, c. 1, s. 139.
[487] îbn Hazm, Ei-îhkâm fi Usûlî'l-Ahkâm, c. 2, s. 139.

[488] Müslün, Kitabû't-Talâk.
[489] Bu naklettiğimiz görüş, Goldziher'in »Dirâsât İslâraiyye» adlı eserinden alınmıştır.

[490] Bkz. îbn Abdi'l-Ber, Câmi-u Beyânl'l-İlm; tbnü'l-Cevzî, Tel-bisü'l-İblis, s. 117.
[491] Ebu Asım en-Nebil, îsmi, Ed-DahMk b. Mahled'dir lö.h. 2121.
[492] ö.h. 192.
[493] Es-Şatibİ, edfMuvâfakât, c. 4, s. 18.
[494] Müslim, Kltâbu's-Sayd.
[495] Ali Hasen Abdûl'Kadir, A.g.e., s. 126.
[496] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/51-63.
[497] Nahl, 44.
[498] Nahl, 64.
[499] Hucurât, ia
[500] Hafız, Şeyhu'l-İslâm, İbrahim b. Muhammed b. el-Haris. el-Kûn (ö.îı. 185-6)'dır.

[501] Mâide, 3.
[502] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/63-73.
[503] Burada, hadislerin kendisiyle kâim olduğu isnad, hayvanın üzerinde durduğu ayaklara benzetilmiştir. Nasıl ki, hayvan dan ancak, ayaklan varken istifâde edilebilirse, aynı şekil de, hadislerden de, yalnızca isnadlan olduğu vakit istifâde edilebilir, denmek istenmektedir.
[504] Müslim, Nevevî Şerhi, c. ı, s. 78-88.
[505] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/75-78.
[506] Bkz. İbn Teymiye, Refu'l-Melâm ani'l-Eimmeti'I-A'Iam, Huc-cetulJah el-Baliğa, c. 1, s. 110.

[507] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/79-83..
[508] Ez-Zehebî, TezMretü'l-Huffâz, c. 1, s, 37.
[509] a.ge,, c. l, s. 37.
[510] Cum'a, 11

[511] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/85-89.
[512] Tehzibü't-Tehzib, c. 3, s. 375-377; Takribû't-Tehzib, c. 1, s. 238; Ebu Huzeyfe Şerefûddin Hicâzî, Tirmizi'nin, eL-ÎIel'indfr (2/974) Buhâri'nin -Ziyâd b. Abdullah el-Bekâî, Sadûk bir râ--vidir» diye naklettiğini söylemiştir.
[513] Şerh-u Elfiyeti'l-Irâkî, c. 1, s. S*. ; '
[514] Bu en tehlikeli tedlis çeşididir. Zira, zayıf râvi hazfedildiği için, sened, sikanın sika'dan rivayeti şeklinde gözükmekte dir. Çoğu zaman da bunu farkedemeyenler sahih olmadığı halde, hadisin sıhhatine hükmedipı O'nunla ihticaeta bulu nabiliyorlar.
[515] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/91-95.
[516] El-Aclûnî, Keşfû'J-Hafâ, c. 1, s. 86.
[517] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/97-100.
[518] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/101-103.
[519] Es-Şevkâni, Neylû'l-Evtâr, c. 4, s. 182-192.

[520] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/103-106.
[521] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/107-108.
[522] Gâranik Vak'ası, îslâm düşmanı zındıkların uydurduğu bir hadisedir. Özet olarak şöyledir: Rasuiullah. (s.a.s.1, Mekke' de «Necm.» suresi geldiği vakit, O'mı okumuş ve : «Gördünüz-mü O lât ve Uzza'yı ve üçüncüleri olan öteki menatı» âye tine gelince, şeytan Resulullah'a : «Bunlar, yüce Garanikler-dir. Onların da şefaatlan umulur.» dedirtivermiştir Ne Re-sulullah ve ne de müslümanlar, Cebrail uyarıncaya kadar, bunun farkına varamamışlardır.» Bu hem naklen ve hem de aklen batıl bir kıssadır. Geniş bilgi için bkz. «es-Siretü'n-Nebeviye fî Dav'i'1-Kur'ân-i ve's-Sünne», c. 1, s. 375-387.Kur'an Meali Yazan, Fransız Müsteşrik R.L. Blachere emâne te hlyânet etmiş ve «en-Necm» suresinin mealini yaparken, bu yalanı da Kur'an nassma sokuşturmuştur. Bu bir emânet-sizlik olmanın yanında, Blachere'nin yaptığı âdi bir desise ve Allah'a karşı apaçık bir iftiradır.
[523] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/109-111.
[524] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/113-114.
[525] E. Dermenghem, Hayat'ü Muhammed, Arp. Çev. Adil Zuay-tır, s. 20.
[526] «Hatıb'u leyi» Gece odun toplayan kimse demektir. Bu gibi ler gece karanlığında odunun iyisini kötüsünden ayırdede-mezler. Hatta çoğu zaman odun zannıyla akrep ve yılan avuçlar da bu yüzden sokulurlar.

[527] tbn Hacer, Lisânû'l-Mizân, c. 6, s. 209-210.
[528] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/115-119.
[529] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/121-124.
[530] Nisa, 69.
[531] Usûlûddin Fakültesi, doğu ve batı üniversitelerinin anası sa yılan El-Ezher Üniversitesine bağlı fakültelerden bir1 tanesidir.
[532] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/125-126.
[533] ö.h. 220.
[534] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları 2/127-128.
[535] Ebu'l-Heysem, Hâlid b. Mahled, el-Katavânî, el-Kufî, Kufe'de Katan isimli bir yere nisbeten bu ismi almıştır. Bubari'nin önde gelen üstadlarmdandır. Buharî O'ndan hem doğrudan ve hem de dolaylı olarak rivayette bulunmuştur. Hakkında ihtilâf edilmiştir. Bazıları sika olduğunu söylerken, bir kıs mı da hakkında menfi beyanda bulunmuşlardır. Bunlardan birisi Ahmed b. Hanbel'dir. O'nun münker rivayetleri oldu ğunu söylemiştir. Kınandığı yegâne nokta ise şia taraftarı ol masıdır. Böyle birisinin ise hadisi, ancak, bidatinin propogan-disti olduğu ve hadis bidatini destekler mahiyette bulundu ğu zaman reddedilebilir. Aksi takdirde reddedilmez. Özellik le de râvi sıdk ve emânetle biliniyorsa, İbn Hacer, O'nun münker rivayetlerini ibn Adr'ııı araştırıp, «El-Kâmil»'inde kaydettiğim, bunlardan hiçbirisinin Buhari'nin rivayetleri arasında yer almadığım, belirttiğini söylemiştir. İbn Hacer, Buhari'nin ondan yalnızca Ebu Hureyre'ııin "Kim benim bir dostuma düşman olursa...» diye başlayan hadisini rivayet et tiğini de vurgulamıştır. Bunun dışında kalan hadislerinin rivayetine ise, zâten başkaları da muvafakat etmiştir. Yine îbn Hacer, O'nun sadûk ve şia taraftan bir râvi olduğunu da haber vermiştir. Müslim, Tirmizi, en-Kesâî, îbn Mâce,. Mâlik ve Ebu Davud da O'ndan rivayette bulunanlardandır. Hakkında menfi konuşanların görüşü, bu âlimlerin tevsiki ile çelişki arzetmektedir. (İbn Hacer, Hedyû's-Sârî Mukad-dimet-û Fethul-Bâri, s. 400; Takribû't-Tehzib, c. 1, s. 213) Halid b. Mâhled'in ölüm tarihi h 213'tür.
[536] Buharı, Kitab-u Bedi'1-Halk.
[537] Bulıâ!1!, Kitâ"bu: t-Tıb.
[538] Ahmed, Müsned, c. 3, s. 34, 67.
[539] Avnü'l-Mâbûd Şsrh-ü Sünen-i Ebi Dâvud, c. 3, s. 430
[540] Sünen-i Nesâî, Kitabu'l-Fer'i ve'1-Atira, c. 7, s. 178-179.
[541] Sünen-i İbn. Mâce, Kitabu't-Tıb, h. no. 3505.
[542] Sünen-d Dârimî, Kitabul-Et'ime, c. 2, s. 98,
[543] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları 2/129-130.
[544] İsrâ, 24.
[545] îbn Hacer, Fethu'I-Bârî, c. 10, s. 251.
[546] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/ 130-132.
[547] Bu kelimenin Etimolojisi için, bkz : «Kâmusu'l-Muhit» «z.b.b.»-maddesi.
[548] Hac, 73.

[549] İbn Kuteybe, Te'vil-u Muhtelefi'l-Hadis, s. 228-229.
[550] îbn Hacer. Fethu'l-Bâri, c. 10, s. 251, 252.
[551] a.g.e., Aynı Yer.
[552] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/132-137.
[553] Âlimler, Rasulullah'm buradaki re'yimn, teşri' konusunda de ğil, dünya işleri ve geçimiyle ilgili olduğunu belirtmişlerdir, îçtihad ve reyine dayanarak söylediği hususlarda, onunla amel etmek vaciptir. Fakat hurmaların aşılanması teşrii d'e-ğil, dünyevi bir hadisedir. Âlimler, Resulullah'm buradaki sözünün bir haber olmadığını, bilakis, her iki rivayette de belirtildiği gibi, bir zan olduğunu da belirtmişlerdir.

[554] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/137-141.
[555] Kur'an ve sünnet kastedilmektedir.
[556] Fussilet, 53.
[557] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/141-142.
[558] Buhârî, Kitabul-Menâkib, bab 2, Müslim, Kitâbu'Mmâre.
[559] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/142-145.
[560] Eenû Züreyk, Ensar'm Hazreç kabilesine bağlı bir koludur. İslâm öncesi Yahudilerle Ensar arasında bir dostluk anlaş ması vardı. İslâm gelip de, Ensâr müslüman olunca, Yahu dilerden ayrıldılar. Bu kıssa Resulullah (s.a.sj'ın Zilhicce ayında, Hudeybiye'den dönüşünü müteakip, H. 7. yılı, Mu harrem'inde vuku bulmuştur.
[561] Buhârî, Kitâbû't-Tıb, C. VII. Bâbü's-Sıhr; Fethu'I-Bârî, C. 10, s. 181,
[562] Çok kullanıldığı için halk arasında «Zervân» denilegelmiştir.
[563] Abdülmelik b. Abdûlaziz b. Cüreyc, âdil ve sika bir râvidir.
[564] Bunun anlamı şudur: «Hz. Peygamber hanımları ile cinsel temasa güç yetireceğini zanneder, fakat onlara yaklaşınca, düğümlenmiş (sihir yapılmış) bir kimse gibi, kendisinde bir istek bulamazdı." Bu rivayet, diğerlerindeki kapalılığı izâ le etmektedir.
[565]Buharı, Kitabu Bed'i'1-Halk, 17. bab; Kitabu'1-Edep, 56. bab, Kitabu'd-Daavât, 57. bab. Ahmed, Müsned, C. 4, s. 367; C. 6, s. 57, 63, 66.
[566] İbn Sa'd, Tabakâjt, C. 2, s. 4.
[567] S . İbn Mâce, es-Sünen, Kitâbu't-TYb, bab. 45.
[568] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/147-149.
[569] Hadisin bazı varyantlarında, sihirde kullanılan maddenin ku yudan çıkartılması konusunda farklı ifadeler yer almakta dır. Örneğin, Müslim'in ibn Nûmeyr'den yaptığı rivayet ile, ibn Uyeyııe rivayetinde: «Nihayet, onun çıkartılmasını is tedi» denilirken, Buhâri ve Müslim'in Ebu Usâme'den yap tıkları bir rivayette; Rasulullah'm çıkartılmasına istemedi ği, belirtilmektedir. İbn Uyeyne zabt ve hıfz yönünden daha kuvvetli olduğu için, ibn Battal, O'nun rivayetini tercih et miş, sonra da, «kuyudan çıkartıldığı söylenilen şey hurma ;. kozalaklarıdır. Çıkartılmadığı ifade edilenler ise; bu koza lakların içerisindekilerdir» demiştir. Buna göre, kozalakların .içerisinde Rasulullah'in timsâli bulunduğu ve ona düğümler atılmış olduğunu belirten rivayetlere şüphe düşmektedir. Ka naatimize göre ise; kuyudan çıkarıldığı söylenen şeyler ko zalak ve O'nun içindekilerdir. Kuyudan birşey çıkarılmadığı şeklindeki rivayetlere gelince, bu, insanlar arasında niza ve çekişmeye yol açmaması için, kozalaklarla ilgili durumun, yayılıp, ilân edilmediğine dikkat çekmektedir. Bu yorumun İbn Battal'mkinden daha tutarlı olup, hiçbir itiraza meydan bırakmadığı inancındayız.
[570] tbn Kuteybe, Te'vil-i Muhtelefi'I-Hadis, s. 177.
[571] Bu zat, Etm Reyye'dir. Kitabı ise : «Adv.â ale's-Sünneti'I-Mu-hammediye*' adlı eserdir.
[572] Furkân, 8-8.
[573] İsrâ, 47-48.
[574] îbn Hacer, Takribu't-Telızib, C. 1, s. 447.
[575] a.g.e. C. i, s. 415.
[576] Fethu'1-Bâri, C. 10, s. 227.
[577] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/149-155.
[578] Ebu Abdullah, Muhammed b. Ali b. Ömer b. Muhammedi et-Temimi el-Mâzeri; Sicilya adasının güneyinde bulunan «Mâzere» veya «Mâzer» ismindeki yere nisbeten bu adı al mıştır. Mezhebte müctehid derecesine kadar erişmiş bir Mâ liki fakihidir. Çok sayıda ilimle iştigal etmiş, hayli eser bı rakmıştır. Eserleri arasuıda «El-Mu'Iim fi Şerh-j Sahih-i Müs lim» de vardır. Bu eseri, Kadı İyâz tamamlamış ve : «îkmâ-lû'I-Mu'Iim» adını vermiştir. Mâzerî, h. 536'da vefat etmiştir.
118 Fethul-B ari:C.10,s;226-227
[579] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/155-156.
[580] Muhaddis, Müfessir, Fakih, Şemsüddin Ebu Abdullah Mu hammed b. Ebu Bekir ed-Dımeşki, ö.h. 751. îbn Teymiyye'nin talebesidir. Çok sayıda kıymetli eseri vardır. -Zâdû'l-Meâd», «İ'Iâmu'l-Muvakkıîyn», «et-Turuku'1-Hükmiyye», -Miftâhu's-Sâadei» ve «Tariku'l-Hicreteyn» adlı eserleri bunlardan ba zılarıdır.
[581] Onların dirayet ve rivayet bakımından hadis ilmine vakıf olmadıklarını söylemek istiyor. İbnu'l-Kayyım haklıdır. Onlar hadis ve hadis ilimlerinin ancak zahirini bilebiliyorlar. Allah bilir ya, hadisleri reddetmedeki hatalarının çoğu bu cehaletlerinden kaynaklanıyor.
[582] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/157-158.
[583] Ali İmrân, 19
[584] Âli İmrân, 85.
[585] İsrâ, 81-82.
[586] Enbiyâ, 18.

[587] Bkz. Ebu Şehbe, El-iisrâüiyyât ve'1-Mevzuat fi Kütübi't-Tefs*. 162
[588] Tirmizi'niıı, Haris el-Aver'den naklettiği rivayetlerdendir. Ona göre isnadı meçhuldür. Harisin rivayeti hakkında da ileri geri söz edilmiştir. Suyûti, Tirmizi ve Darimi'nin rivayet et tiğini söylemiştir. İbn Kesir de, hadisi <.FazaiIu'l-Kur'an»da zikretmiştir.
[589] Kamer, 17, 22, 32, 40.
[590] Meryem, 97.
[591] Hicr, 9.
[592] Bakara, 143.
[593] Âli îmrân, 110.
[594] Bkz. Ebu Şehbe: «EI-medhâl li Dirâseti'l-Kur'ani'l-JCerim»,
Yazar, bu eserinde Kur'an'm cem'i, yazımı, resmi, Mekki ve Medeni âyetler gibi konular hakkında ileri sürülen elli ka dar şüpheyi ele almış ve onlara cevaplar vermiştir.
[595] Mütevâtir : Istılahta; adeten ve aklen yalan üzerine anlaşıp, ittifak etmeleri imkansız olan bir kalabalığın yine aynı ni telikte diğer kalabalıklardan naklen rivayet ettiği haberdir.
[596] Ahad : Meşhur, müstefiz, aziz, garib, haberler de dahil, mü tevâtir olmayan "bir haberdir.

[597] Buhârî, Kitabu'1-Hars ve'1-Müzâm'a.
[598] Müslim, Kitabul-tmâre, bab. 34.

[599] Bu rivayetlerin hepsi, Müslim'in mukaddimesindedir.
[600] Haşr, 7.
[601] Nahl, 44.
[602] Nahl, 64.

[603] Hac, 45.
[604] Buhârî, Kitabu'l-Menâkıb; Müslim, Kitabu'l-îmâre.
[605] Yusuf, 87.
[606] İbn Hâcer, Fetiıu'I-Bârî, C 13, s, 295.

[607] Nahl, 106,
[608] En'âm, 125.
[609] Kâf, 37. .
[610] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları: 2/159-185.
[611] Maide, 2.
[612] îbn Hâcer, Fethu'1-Bârî, C. 1, s. 174.

[613] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/187-193.
[614] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/195.
[615] En'âm, 38.
[616] Nahl, 89.
[617] Enaâm, 38.
[618] ibrahim, 1.

[619] Muhammed, 31.
[620] Âli îmrân, 154.
[621] Ârâf, 129.,
[622] Enbiyâ, 23.
[623] Dr. Tevfik Sıdki'nın «El-îslâmû Hûve'1-Kur'ân-u Vahdeh» isim. li makalesi «el-Menâr» dergisinin (9-12) ciltlerinde yayınlan mıştır. Yazar bu makalesinde sünneti kökünden reddetmiş tir. Bkz.: Abdülgâni Abdülhâlık, Hucciyyetû's-Süime, s. 22. (çev.).
[624] Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu'1-Gayb, C. 4, s. 40-41;
[625] Zâriyât, 56.
[626] İbn Arrâk, Tenzihu'ş-Şeria, >C. i, s. 148. İbn Teymiyye bunun uydurma olduğunu söylemiştir.
[627] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/197-205.
[628] Tevbe, 32.

[629] Şafii, er-Risâle, s. 42-43.
[630] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/207-210.
[631].İbn Kesir, rivayetin, bu şekliyle garip olduğunu söylemiştir. Zira, her iki varyantta da Ali b. Salih isimli bir ravi vardır ki, ma'ruf olmayan birisidir. Rasulullah (s.a.s.)'dan rivayet edilen hadisler, bu miktardan binlerce kat daha fazladır. Belki de, Ebu Bekir (r.a.) ancak bu kadarını toplamaya muvaf fak olabilmiştir. Daha sonra da; sözünü ettiği kanaat kendi sinde oluşmuştur. Suyutî bunu şöyle değerlendirir: Belki de Ebu Bekir tr.a.) bizzat kendisinin
ile, yalnızca, bazı sahabilerin rivayetlerini toplamıştır. Zahir olan da, böyle rivayetlerin bu miktardan fazla olamayaca ğıdır. Bilâhere de haber verdiği hususların meydana gelme sinden korkmuş ve endişelenmiş olabilir.
[632] Ez-Zehebı, Tezktretü'l-Hııffâz, C. 1, s. 3-4.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Empty
MesajKonu: Geri: SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab   SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 8:25 am

[633] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/211-220.
[634] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/220-221.
[635] Bakara, 286.
[636] Bu görüş, yani sünnetlerin pekçoğunun tevatürle nakledil diği görüşü müna&aşaya açıktır (mtrc).
[637] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/221-224.
[638] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/224-225.
[639] El-Amidi, El-îhkâm, C 4, s. 334.
[640] İbn Hâcer, Fethu'1-Bârl^ C. 1, s. 115.
[641] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/225-228.
[642] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/228-230.
[643] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/230-231.
[644] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/231-233.
[645] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/233-234.
[646] Cumhur'a göre, Haber-i Vâhid, mütevâtir derecesine ulaş mayan haberdir. Bazen «meşhur» diye de isimlendirilen, «müstefiz» de, Hâber-i Vâhid nevindendir. Müstefiz haber : İlk râvisinden sonra, çoğalıp, yaygınlaşan haberdir. Râvi sa yısının, en az iKi, üç ve dört olması gerektiği yolunda görüş ler ileri sürülmüştür. (Bkz, Şerh-u Cemi'I-Cevâmİ', C. 2, s. 88). Müstefiz haber de, diğer vâhid haberler gibi zan ifâde eder. Ebu İshâk ve İbn Fûrek gibi bazı âlimler, bunun, na zari bir ilim ifâde edeceği görüşündedirler.
Hanefilerin geneline göre ise : Meşhur, mütevâtir; ve Hâ ber-i Vâhid'in karşılığıdır. Onu, kaynağı (ilk râvileri) âhâd iken, ikinci ve üçüncü asırda, ümmetin kabulüyle birlikte tevatür derecesine ulaşan haber olarak, tarif etmişlerdir. O'nun delilin kendisinden kaynaklanan en ufak bir ihtimal ve şüpheye mahal bırakmıyacak şekilde, yakîn mesabesinde, kuvvetli bir zan ifâde edeceğini söylemişlerdir. Bu ilme de «İlm-i Tume'ninîye» adını vermişlerdir. Ebu Bekir el-Cassas ise : O'nun «İlm-i Zarurî" ifâde eden mütevâtirlerin dışında, «İlm-i Nazarî» ifâde eden bir mütevâtir türü olduğu kanaa tindedir. (Bkz. Şerhu'l-Müsellem, C. 2, s. 111). Burada, Ha ber-i Vâhid'in, Peygamberin haber verdiklerinin dışında ka lanlar olduğu bilinmelidir. Çünkü, Masum'un haberi (bizzat kendisinden dinleyenler için) yakîn İfade eder.
[647] Suyûti bu konuda şöyle demektedir : «Mutezile'den Ebu Ali el-Cübbâî, adalet vasfını taşıyan adil bir râvinin haberini, ancak aynı nitelikte başka bir ravinin rivâyetiyle O'nu des teklemesi veya Kitabın zahirine ya da, diğer bir haberin zahirine muvafık düşmesiyle kabul eder. Sahabe arasında şöhret bulmuş olması veya bir kısım sahabenin onunla amel etmesi de kabulünde etkendir. Bunu, Ebu'l-Hasen el-Basri «EI-Mu'temed» adlı eserinde kaydetmiştir. Ebu Nasr et-Te-mimi ise : Cûbbâî'nin, Haber-i Vâhid'i, ancak, dört kişinin rivayet etmesi koşuluyla kabul ettiğini kaydetmiştir. (Bkz. Tedribü'r-Râvî, s. 17).
[648] C. 2, s; 197.
[649] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/234-240.
[650] Bkz Şerhu'l-Mulıtasar, C. 2, s. 58; Şerhu'l-Müsellem, C. 2, s. 131-
[651] Cem'u'l-Cevâmî, s. 159.
[652] Şerhu'tMüsellem, C. 2, s. 131.
[653] Aynı Yer.

[654]Allah yazara rahmet etsin. O'na yakışan, bu beyitle delil getirmekten içtinap etmekti. Çünkü, bunda, her ikisi de sahâbi vahiy katiplerinden olan, Hz. Ali veya Hz. Muaviye'ye sataşma, sözkonusudur. Ehl-i Sünnetin, fitne konusundaki tu-tamu, yorum yapmamaktır. Yine Ehl-i Sünnet nezdinde Hz.' Ali, Hz. Muâviye'den daha faziletli olsa da, bu, ikincisinin kıymetini düşürmek için aralarında bir mukayese yapmayı gerektirmez (Naşir).
[655] Es-Sübkî, Şerhu'I-Minhâc, C 1, s, 22.
[656] Şerhu'L-Müsellem, C, 2, s. 133-134.
[657] Şerhu'I-MüseUem, C. 2, S. 133-134.
[658] Şerhu'l-Müsellem, C. 2, s. 134.
[659] El-Isrâ, 36.
[660] EnNecm, 28.

[661] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/240-251.
[662] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/253-256.
[663] Eş-Şafii, Er-Risâle, s. 462.
[664] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/257-261.
[665] Tevcihıi'n-Nazar, s. 5.
[666] Es-Suyuti. Tedr'ibu'r-Ravi, s. 150.
[667] Miftahu's-Sünne, s. 17.
[668] îbn Kuteybe, Te'vil-ü Muhtelefi'I-Hadis, s. 366; Tevcihu'n-Na-zar, s. 10.
[669] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/263-267.
[670] İbn Kuteybe, TeVil-i Muhtelefil-Hadis, s. 365.
[671] A.g.e. c. 2, s. 27.
[672] îbn Abdilberr, Cami-u Beyani'1-İlm, c. 1, s. 70-71.
[673] Mecelletû'I-Menar, yıl 10, sayı 10, s. 765-766.
[674] El-Munzirî, et-Tergib ve't-Terhib, c. 4, s. 286.
[675] îbn Abdilberr, Cami-u Beyani'1-İlm, c. 1, s. 72; Ez-Zehebi, El-Mizan, c. 2, s. 95.
[676] Ez-Zehebi, El-Mizan, c. 2, s. 289.
[677] A.g.e. s. 291.
[678] Aynı yer.
[679] FetÜıu'KMuğis, c. 4, s. 67; El-Mizan, c. 2, s. 290.
[680] Fethu'l-Muğis, c. 4, s. 68.
[681] ElJMizan, c. 2, s. 289; Sünen-i Ebu Davud, c. 1, s. 291 (Burada ki lafızlar, el-Mizan'dakinden farklıdır.) Ebu Davud aynı tarikle «Diyetu'z-Zimmi» babında da bir habere yer vermiştir.
[682] Ez-Zehebî, El-Mizan, c. 2, s. 289-290.
[683] a.g.e. s. 291.
[684] a.g.e. s. 290-291,
[685] Aym yer.
[686] Aynı yer.
[687] Fethu'l-Muğis, c. 4, s. 68-69.
[688] Fethu'I-Muğis, c. 4, s. 68-69.
[689] El-Mizan, c. 2, s. 291.
[690] İ'Iâmu'l Muvakkûyn, c, 1, s. 116-317.
[691] Zâdu'I-Mead, Şerhu'l-Mevahib'in kenarında, c. 4, s. 352-353.
[692] namu'I-MuvaJckiîyn, c. 1, s. 116-317.
[693] Fethul-Mugis, c. 4, s. 68.
[694] El-Munziri, Et-Tergita ve't-Terhîb, c. 3, s. 284.
[695] Es-Sünen, c. 4, s, 289.
[696] El-Fethu'r-Rabbani, c. 1, s. 172-173.
[697] Ayni, Umdetü'I-Kari, c. 2, s. 168-169.
[698] Fethu'1-Bari, c. 1, s. 148-149.
[699] Ed-Darimi, en-Nakz, s. 131.
[700] Buharı, c 3, s. 125; Müslim, c. 4, s. 110.
[701] Buhari, c. 1, s. 29-30; Müslim, c. 4, s. 111.
[702] Teysiru'l-Vusul, c. 3, s. 176.
[703] Buhari, K, îtisam, 5-6; Müslim, K. Hac, 403.
[704] Fethu'I-Bari, c. 1, s. 146; îbn Hacer, E"bu Cuhayfe'nin taunu sormasına, Ehl-i beytin yanında, özellikle de Ali'de Hz Pey-gamber'in başkalarından gizlice, onlara verdiği bir vahyin olduğu yolundaki şia iddiasının neden olduğunu söylemiştir.
[705] Müslim, c. 4, s. 45.
[706] Muhtasar Cami-u Beyani'1-İIm, s. 36-37.
[707] Ebu Davud, Sünen, c. 3, s, 319.
[708] Tedribu's-Ravi, s. 150.
[709] Aynı yer.
[710] Fethu'l-Bari^ c. 1, s. 149-150.
[711] Buhari, c. 9, s. 111-112; C. 6, S. 9-10; C. 1, s. 30.
[712] Buhari, c. 6, s. 9; Müslim, c. 5, s. 75; Fethu'1-Bari, c. 8, s. 93-94.
[713] Fethu'1-Bari, c. 1, s. 150.
[714] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/269-287.
[715] (Bu zât, Reşid Rıza'dır) Mecelletü'l-Menâr, Yıl 10, Say: 10, s. 767.
[716] Tedribü'r-Râvî, s. 151; Fecru'l-îslâm, C 1, s 248.
[717] Tedribti'r-Râvî, s. 150-151; Fethu'I-Muğis, C 2, s. 18.
[718] Müzekkiret-ü Tarihi'I-Teşrl', s. 197-198; îbn Salah, Ulûmül-Hadis, s. 171.
[719] Tedribü'r-Bâvî^ s. 150; Fethu'i-Muğis, C. 2, s, 18; Ulûmü'l- Hadis, s. 171.
[720] Ulmnü'l-Hadis, s. 365, 366.
[721] Meâlimü's-Sünen, C. 18, s. 130.
[722] En-Nevevi, Şerh-i, Müslim, C. 18, s. 130.
[723] Fethu'î-Bârî, C. 1, s. 149.

[724] Ahmed Şâkir, El-Bâîsu'1-Hasis, s. 159.
[725] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/289-296.
[726] Kadı Iyaz, C. 2, s. 167.
[727] Dârîmî, ea-Nakz, s 130-132.

[728] Tâha, 52.
[729] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/297-305.
[730] Suyûtî «Tedrîbü'r-Râvî», (s. 206)'da şöyle demektedir: «Bi risi Ebu Zûr'a er-Râzi'ye : Rasulullah'm hadislerinin dörtbin tane olduğu söylenemez mi? diye sormuş. Bunun üzerine : Kim söylüyor bunu? Allah, O'nun dişlerini döksün. Bu zm-
dîklarm sözüdür, Rasulullah'm hadislerini, kim sayabilir ki? O, vefat ettiği vakit, kendisinden rivayette bulunan 114 bin sahâbi vardı.» diye cevap verdi, Peki, bu sahâbiler neredey diler ve nasıl Rasulullah'ı işittiler? diye sorulunca; Mekke, Medine ve bu ikisi arasında yaşayan Araplar; Veda haccın-da hasır "bulunanlar ve hayatında O'nu görüp, Arafat'ta dinleme imkanı bulanlardır», karşılığım vermiştir. El-Irakî : İbnü'l-Medini'nm verdiği rakamın da, Ebu Zur'a'nmkine ya kın olduğunu söylemiştir. Îbnu'l-Medinî, Rasulullah vefat et tiğinde, O'nu gören, kadın, erkek 100 binin üzerinde insan vardı, diyor. Bu itibarla, her tarafa dağılmış olan sahabeyi tesisi t etmek mümkün olmayan bir iştir.'Buharı, Ka'b b. Mâ-!ikrin, Tebük seferine iştirak etmemesiyle ilgili' rivayette, O'nun şöyle dediğini kaydetmiştir: «Rasulullah (s.a.s)'ın ashabı o kadar çok ki, Onların (isimlerini) bir dîvanda top lamanın imkânı yoktur.» El-Irâkî de, Es-Sâcî'nin «el-Menâliib» adlı eserde, Er-Rafi'm, şöyle dediğini kaydettiğini, nakleder : «Rasuhıliah vefat ettiği vakit, müslümanlarm sayısı altmış bindi Bunlardan 30 bini Medine'de, geri kalanı da şâir yer lerdeydi.» Bununla beraber, Rasulullahzamanında vefat eden leri, O'nun çağdaşı olanları ve O'nu küçükken görenleri' bile zikretmelerine rağmen, Sahabe hakkında eser yazanların kaydettikleri sayı onbîne ulaşmamaktadır.
[731] Fethu'I-Bârt, C. 1, s. 4.
[732] Kasımı, Kavâîdü't-Tahdis, s. 46-47.
[733] Kasimî, a>g.e., s. 46-4
[734] A.g.e.
[735] A.g.e.
[736] Fethu'I-Bârî^ C 1, s. 146-149.
[737] El-Ayni, Umdetü'1-Kârî, C Z. s. 158.
[738] Nevevî, Müslim Şerhi, C. 18, s. 129-130.
[739] Îbnu's-Salâh, Ulûmu'I-Hadis, s. 164-171.
[740] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/307-318.
[741] Bakara, 159-160.
[742] Ebu Dâvud, C. 3, s, 320.

[743] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/319-325.
[744] Mutlak olarak hadis kitaplarında «El-Feth.» denildiği zaman anlaşılan, İbn Hacer'in «Fethu'1-Bâri»'sidir. Fakat burada da^ ha önce İmam Ahmed'in Müsned'înin şerhi olan «El-Fethu'r-Rabbani» zikredildiği için O'nun olmasıda muhtemeldir.

[745] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/327-337.
[746] Suyûti, Mıftâhû'l-Oenne, s. 19.
[747] C. 2, s. 76-79.
[748] s. 6-13-19.
[749] s. 225.
[750] C. 2, s. 191.
[751] Aynı Yer.
[752] s. 118-134.

[753] Cimau'l llm, s. 113-115.
[754] Yıl 9, Sayı 7, s. 515.
[755] Mesele müellifin dediği gibi değildir. Hadis sabittir. Yazar bunu, kitabının asıl nüshasında, dipnotta zikretmiştir. Şöyle demektedir: «Bu sözleri yazıp, eserini takdim ettikten son ra, hadise, Zeyd b. Ali'nin «El-Mecmu»'undan naklen, Şev-kânî'nin . «Neytü'l-Evtâr» adlı eserinde rastladım. Bu durum da cevabım, hadisin bir aslının olduğunu gözönünde bulundu rarak, biraz değiştirmesi gerekiyordu. Fakat, Allah rahmet etsin. Yazar cevabım değiştiremeden vefat etmiştir.»
[756] Prof. Dr. Muhammed Ebu Şehbe, Sünnet Müdafası, Rehber Yayınları:2/339-352.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
SÜNNET MÜDAFAASI ..kitab
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Sakal Bırakmak Sünnet mi?
» AHKAM-I ŞERİYDE SÜNNET DELİLİ
» Sünnet Ve Hadise Dair Kaynaklar
» sünnet düşmanlarına Ömer b.Abdulaziz'in Cevabı
» Kırık testi.. VE daha bir çok sesli kuran şiir kitab sitesi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Hadis -Sünnet-
Buraya geçin: