KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6732
Rep Gücü : 10015184
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği Empty
MesajKonu: Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği   Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği Icon_minitimePaz Ekim 24, 2010 12:12 pm

Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği

Kâinatın Genişlemesi


Albert Einstein kâinatın sonsuz olmayıp sınırsız olduğunu söylemektedir [1]. O bu teorisinde kâinatındevamlı olarak genişlediğini anlatmaktadır. Einstein'in bu açıklamasından sonra büyük fizik âlimi Edwin Hubble'in nebülözlerin bizim galaksimizden uzaklaştıklarını keşfetmesi [2] ve Belçika'lı astronomi âlimi Abbe Lemaitre'nin de bu keşifden kâinatın devamlı genişlediği teori¤sini çıkartması kâinatın anlaşılması konusuna yeni boyutlar getirmiştir. [3]
Çağımızda ortaya çıkan bu ilmî görüş bazı müfessir ve ilim adamlarına Kur'ân'daki şu âyetin mahiyetini daha iyi açıklama imkânı vermiştir. Bu âyette Cenâb-ı Hak:
“Semâ'yı biz kendi ellerimizle yaptık ve onu biz genişletiyoruz” [4] buyurmaktadır.
Semâ kelimesinin tercümesi olan gökten maksat kendisinden bahsedilen dünyanın dışındaki bütün kâi¤nattır. Bu da birinci kat semâyı teşkil etmektedir ki biz bunu en doğru yorum olarak kabul etmekteyiz.
“Biz onu genişletiyoruz” diye tercümesini yaptığı¤mız kısım âyette ism-i failin cem'i olan mûsi'ûne keli¤mesidir kibu da genişletmek yaymak daha geniş ve daha uzak hale getirmek anlamlarını ifâde eden evsa'a fiilinden gelmektedir. Özellikle eşya söz konusu oldu¤ğunda genişletmek anlamını ifade etmektedir. [5]
Bu âyet hem kâinatın genişliğine hem de kâinatın genişlemesine işaret etmektedir. Zira bu âyetin ifâdesi her iki mânâya da müsaittir. Kâinat o kadar geniş ve sınırsızdır ki içinde milyarlarca nebüle bulunmakta ve sadece bir tanesi bile yüz milyonlarca parlak yıldızlar ihtiva etmektedir. [6]
Kâinatın genişlemesine gelince astronomi âlimleri gözlem âletlerinin en son gördükleri dış nebülelerin düzenli bir harekete sahip olduklarına işaret eden bazı alâmetlere şahit olmuşlardır. Zira galaksi tayfının kır¤mızıya doğru sistematik olarak hareket ettiğini tesbit ettiler. Bundan da kâinatın dış nebülelerinin güneş sis¤temimizde ve birbirinden uzaklaştıkları neticesini çıkardılar. [7] Bu esasa göre kâinat hareketsiz değil sabun köpüğü veya balonun genişlemesi gibi bir genişle¤me durumundadır. [8]

[1] Lincoln Barnett Evren ve Einstein Ter. Nail Bezel İst. 1976 s. 115.

[2] Barnett a.g.e. s.116.

[3] Barnett a.g.e. s. 120.

[4] ez-Zâriyât: 51/47.

[5] Bucaılle Kitab-ı Mukaddes Kur'ân ve İlim s. 248.

[6] Tabbara Ruhu'd-Dîni'l-İslâmî s. 5253.

[7] Tabbara a.g.e. s. 53.

[8] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 164-166.

*******************

Kur'ân'ı Kerîm ve İzafîlik İZAFİYET TEORİSİ


Albert Einstein (1879-1955)'e göre kâinatta her şey izafîdir. Hatta zaman bile. Biz hayatımızla saat veya takvim arasında bir ilgi kurmakla zamanı nesnel bir kavram haline getiriyoruz. Oysa bir saatin ya da takvi¤min sağladığı zaman aralıkları bütün kâinatı etkileyen ilâhî bir emir değildir. İnsanoğlunun kullandığı bütün saatler bizim güneş sistemimize göre ayarlanmıştır. Aslında bir saatlik zaman dediğimiz şey uzayda bir ölç¤me gök küresinin görünüşteki gündelik dönüşününün 15 derecelik bir yayıdır. Yıl dediğimiz ise yerin güneş çevresindeki yörüngesindeki ilerleyişinin ölçülmesidir. Fakat Merkür'de yaşayan birisinin zaman kavramları çok ayrı olurdu. Çünkü Merkür güneş çevresindeki dönüşünü günümüzle 88 günde bitirir. Bu zamanda bir kerre de kendi ekseninde döner.
Böylece Merkür'de yıl ve gün aynıdır. Fakat bilim güneş bölgelerinden ötelere uzandığı zaman yerle bağ¤lantılı bütün zaman kavramlarımız anlamını yitirir. Çünkü oralarda zaman aralığı diye bir şey yoktur [1]. Hatta zaman mefhumudünyamızda bile izafîdir. Mese¤lâ: Herhangi bir kimse güverte boyunca ileri doğru saatte üç mil hızla yürüse gemi de denizde 12 mil hızla gidiyorsa o adamın denize göre hızı saatte 15 mildir. Şayet o adam bu hızla geriye doğru yürüse denize göre hızı saatte 9 mil olur [2]. Bu duruma göre zaman tama¤men izafîdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de de zamanın izafîliği hakkında üç sarih âyet bulunmaktadır:
1. “Senden azabın çabuk gelmesini isterler. Allah va'dinden caymaz. Bununla beraber Rabbinin indinde bir gün sizin saydığınızdan bin yıl gibidir” [3]
2. “Gökten yere kadar bütün dünya işlerini O tedbir eder. Sonra yerden kulların işleri sizin saydıklarınız¤dan bin sene kadar olan bir günde yine O'na yükse¤lir.” [4]
3. “Melekler ve ruh O'na miktarı elli bin sene olan bir günde çıkar” [5].
Birçok İslâm âlimi bu âyetlerin hakiki anlamları¤nın yanında zamanın izafîliğine de işaret ettiğini söyle¤mişler ve bu âyetleri Einstein'in izafîlik teorisine göre yorumlamışlardır [6]. Muhammed İkbâl (ö. 1357/1938)'e göre ise zaman hesabımızın izafîliğini gösteren bu âyet¤lerden başka daha bir takım âyetler mevcuddur. O bu konuda Bergson felsefesinden hareket ederek Kur'ân'daki izafîliğin varlığını izah etmeye çalışır. [7]
Bazı müfessirler mirâc olayını izah ederken zama¤nın izafîliğini bast-ı zaman yani zaman içinde zamanın meydana gelmesi şeklinde ifade etmişler [8] ve İsrâ'yı Hz. Peygamber'in Mekke ile Şam arasındaki 40 gecelik bir mesafeyi bir gecenin az bir müddetinde yol alması olarak açıklamışlardır [9]. Ancak bu konuyu zamanımı¤zın bir kısım İslâm âlimleri daha değişik bir açıdan ele alarak açıklamışlar ve Kur'ân-ı Kerîm'de izafîliğin var¤lığını kabul etmişlerdir. Nitekim Abdürrezzak Nevfel el-Kur'ân ve'l 'İlmü'-Hadîs adlı eserinde Einstein'in izafiyeti teorisini kabul etmekte ve yukarıda zikredilen âyetleri bu nazariyeye göre izah etmektedir. O bu açık¤lamasında Napolyon savaşları I. Cihan Savaşı'ndan; I. Cihan Savaşı da II. Cihan Savaşı'ndan önce olmuştur. Bu durum dünyada yaşayan insanlara göredir. Fakat bu dünyanın dışındakilere göre ise bu durum bunun tam aksi olabilir demektedir [10].
Muhammed Cemâlüddin el-Fendî de Allah ve'l-Kevn adlı eserinde izafiyet teorisine yer vermekte ve Kur'ân âyetlerinin zamanın izafîliğini icmâlen beyan ettiğini söylemektedir [11].
Yusuf Müruvve ise Kur'ân'daki zamanın izafîliğini şöyle açıklamaktadır:
Yeryüzü üzerinde gün dünyanın kendi ekseni etra¤fında tam bir devir yapmasından meydana gelir. Bu dönüş 23 saat 56 dakika ve 4 saniyedir. Yâni bizim dün¤ya günümüz 86.164 saniyedir. Sene ise bugünkü bilgimi¤ze göre dünyanın güneş etrafında tam bir dönüş yapma¤sıdır ki en ince âletlerle yapılan gözetleme ve ölçümle¤re göre bu365 gün 5 saat 48 dakika ve 46 saniyedir. Bunun toplam miktarı ise 31.556.926 saniyedir. Hacc ve Secde sûrelerinde beyân edildiği üzere bir ilâhî gün bin seneye tekabül etmektedir.
Yâni 86.164 ilâhî saniye 31.556.926 dünya saniyesidir. Buna göre bir ilâhî saniye 3.662.2425 dünya saniyesine tekabül eder. Fakat biz dünya sakinlerine göre bir zaman birimi olan saniye ne demektir? Modern ilmin söylediğine göre saniye belirli bir hare¤ket birimidir. Bu tarif ise herhangi bir cismin bir yer¤den diğer bir yere intikalinin mecazî bir ifadesidir. Yâni saniye dünyanın güneş etrafında seyrettiği yörüngenin 31.556.926'da bir parçasıdır. Bu parça en ince rasat âletlerine göre 298 km. uzunluğundadır. Yâni dünya kendi yörüngesinde saniyede 298 km. süratle hareket etmektedir. Diğer bir tâbirle dünya saniyesi dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinde 298 km.'lik harekettir.
İlâhî saniye ve onun karşılığı olan hareket miktarı¤na gelince: Bir ilâhî saniye 366.2425 dünya saniyesi karşılığıdır. Dünya saniyesi de 298 km.'lik bir hareket¤tir. O takdirde bir ilâhî saniye 298 x 366.2425-10.914.0265 km.'dir. Yâni ilâhî saniye en azından 11 milyon km. civarında bir hareketi ifâde eder.
Bir ilâhî günün elli bin seneye tekabül ettiği zikredi¤len Meâric süresindeki hesaba gelince: Buna göre bir ilâhî saniyebeş yüz kırk beş milyon yedi yüz yedi bin üç yüz yirmi beş km. eder. Bu da bir ilâhî saniyenin | 37-1850 ışık saniyesine denk olduğunu gösterir. Bu : demektir ki ilâhî âlemin sür'ati beşer duygularının bil¤diği bu âlemdeki mevcud şeylerin en sür'atlisi olan ışık :. sür'atinden 37-1850 defa daha fazladır.
Saniyede 300.000 km. hızla hareket eden ışık yer¤küresi etrafında bir saniyede 75 kerre dönüyor iken ilâhî nûrbu küre etrafında 2775 ile 13.875 kerre döner; mektedir. Bu açık hakikatin ışığı altında Kur'ân'daki birçok şeylerin mahiyetini anlamak ancak mümkün ola¤bilmektedir. Çünkü bunlar eskiden bilinmiyen fakat çağımızda bilinen izafiyet kavramlarına uygun bir şekil¤de gelmiştir .
İdrâk-i meali bu küçücük akla gerekmez
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez. [13]

[1] Barnett Evren ve Einstein s. 53-54; Einstein İzafiyet Teorisi s. 32-38.

[2] Barnett a.g.e. s. 56.

[3] el-Hacc: 22/47.

[4] es-Secde: 32/5

[5] el-Meâric: 70/4.

[6] A. Nevfel el-Kur'ân ve'l-'İlmü'l-Hadîs s. 110; C.el-Fendî Allah ve'1-Kevn Mısır 1976 s. 344.

[7] Muhammed İkbal The Reconstruction of Religious Thought in İslâm (İslâm'da Dinî Tefekkürün Yeniden Teşekkülü) s. 60-66.

[8] Mustafa el-Merâğî Tefsiru'l-Merâgî cüz 15 s. 10.

[9] eş-Şevkânî Pethu'l-Kadîr 111/206.

[10] Nevfel a.g.e.s. 111.

[11] el-Fendî a-g.e. s. 344-345.

Yusuf Mürüvveel-Ulûmu't-Tabi'iyyetifı'l-Kur'âns. 181-183.

[13] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 175-179.

*******************

Dünyanın Yuvarlaklığı


Dünyanın yuvarlaklığı konusu yeni bir mes'ele değildir. Çok eskilerden beri bu konu insanları meşgul etmiş ve hakkında çok şeyler söylenmiştir. Bu konuda müslümanlar orta çağ Avrupa'sı insanlarının fikir ve düşünce yapılarını çok aşan bir fikir ve düşünce yapısı¤na sahip olmuşlar ve dünyanın yuvarlaklığını Avrupalı¤lardan senelerce önce kabul etmişlerdir.
Avrupa'da dünyanın yuvarlaklığı fikrini ilk defa ortaya atanlardan biri de Christophe Colomb ile ilk devr-i âlem yapan Magellan'dan çok önceleri müslüman âlimler bu fikri benimsemişler eserlerine yazmış¤lar ve hatta bazı Kur'ân âyetlerini bu anlayışa göre tef¤sir etmişlerdir.
Nitekim İslâm âleminde dünyanın yuvarlak olduğu fikrini benimseyen ve bunu eserine ilk yazan kişi ola¤rak Gazâlî (ö. 505/1111)'yi görmekteyiz. Gazali “Tehâfutu'l-Felâsife” adlı eserinde dünyanın yuvarlak olduğu¤nu açık bir şekilde ifâde etmiş ve hatta ay ve güneş tutulmasının bugünkü anlayışa uygun ilmî izahını da yapmıştır [1]. Yine bu fikri Kur'ân âyetleriyle uzlaştırarak tefsir yapan ve tesirinde bu fikre açıkça yer veren ilk müfessir olarak da Fahruddin er-Râzî (ö 606-1209)'yi görmekteyiz. Râzî tefsirinin muhtelif yer¤lerinde bu görüşünü açıkça belirtmiş ve müdafaa etmiş¤tir [2].
Ancak çağımızdaki ilmî tefsire yönelen müfessirler eski çağlardaki müfessirlere nisbeten bu konuya daha çok eğilmişler ve önem vermişlerdir. Bunda ken¤di şahsî anlayış ve metodlarının payı olmakla birlikte çağımızdaki ilmî inkişâfların ve sosyal olayların da rolü büyük olmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm'de sarahaten değilse bile işârî ola¤rak dünyanın yuvarlaklığına temas edilmekte ve bu konuda insanları düşünmeye ve araştırmaya sevkeden bazı temel bilgiler verilmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak:
“Ardından arzı yayıp düzeltti” [3] buyurmaktadır.
Bu âyetin tercümesinde ise Hasan Basri Çantay şu ilginç açıklamayı yapmaktadır:
“Bu âyet-i kerîmedeki (dehaa) lâfz-ı şerifine birçok müfessirler “Allah yeri (ikamete sâlih bir halde) döşeyip düzledi” mânâsını vermişlerdir. Hatta Elmalı'lı (Hamdi Yazır) merhumun Diyanet İşleri Reisliği adına yazdığı kıymetli tefsirin o âyete ait kısmında da bu mânâya ittiba edilmiştir. Gerçi arzı döşeyip düzeltmek ikamete elverişli bir hale getirmek onun yuvarlaklığına mani değildir. Çünkü arz koskoca bir âlemdir. İkamete elverişli bir durumdadır. Nitekim başta “Beydâvî” oldu¤ğu halde bazı müfessirler de buna arzın yuvarlaklığına işaret etmişlerdir. Fakat “dehaa” kelimesinde öyle bir mânây-i aslî vardır ki bunun mülâhazası bugünkü fen¤nin “Arz tam bir küre değil bir katı nakıs (elips) şek¤lindedir.” nazariyesini de tamamen te'yid etmektedir.
“Dahy” ve “dahu” da hakikaten “yayıp döşemek” mânâsı da vardır. Ancak ben bu mânânın aslî değil lâzı¤mı olduğuna inanıyorum. Çünkü arap lügatında görüyo¤ruz ki o kelimenin mekân ismi olan “medhaa”; deve kuşunun yumurtladığı yer demektir. Bundan mekânlık alâmetim alınca aslı olan “dahv dahy” kalır ki onun mânâsının da “deve kuşu yumurtası” olacağı tabiîdir. Nitekim bazı arap memleketlerinde deve kuşu yumur¤tasına “dahv” adı verilmektedir. “Ahterî” sahibi (Mus¤tafa b. Şemseddin) o eserinin 380'inci sahifesinde [4] şöy¤le der: “Dahy” bir nesneyi yayıp döşemek. Cenâb-ı Hakk'ın: “ba'de zâlike dehâha” kavli de bundandır ki döşeyip yaydı demektir. Deve kuşunun yumurtladığı yer de “Medha'n-neaame” dir. Bu lügat “Dal” harfinde olduğu halde o koca Türk lügatçısının orada “Mim” har¤fini ilgilendiren “Medhaa” dan hem o âyeti zikrettik¤ten sonra bahseylemesi kelimenin o asıldan gelmiş olduğunun açık bir delilidir. Gerçi “Okyanus” gibi “Sıhah-ı Cevheri” gibi mu'teber lügatlarda -”Medhaa” yine aynı mânâda olmak üzere zikredilmiştir. Fakat onlar¤dan hiçbiri bizim o Türk âlimi kadar vuzuh ile işarete cesaret edememiştir. Demek (968/1561)'de ölen Türki¤yeli ve “Afyonkarahisarlı Mustafa b. Şemseddindünya¤nın bir deve kuşu yumurtası gibi yani “mücessem kat-ı nakıs” (elips) şeklinde yuvarlak olduğuna âdeta inan¤mış bugün yaşayan bu nazariyeyi bundan üç asır evvel ifşa etmiştir” [5].
Dünyanın yuvarlıklığına işaret eden diğer bir âyet-i ( kerîmede ise Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Geceyi gündüzün üstüne gündüzü de gecenin üstü¤ne örtüyor” [6]. “Kevr” mastarından türeyen “Tekvîr” kelimesinin baş gibi yuvarlak bir cisim üzerine bir şeyi dön¤dürerek dolamak anlamına geldiğini söyleyen M. Reşîd Rıza gecenin gündüze tekvîrini dünyanın yuvarlaklığı¤na ve tabiî coğrafyada mütehassıslarınca bilinen gece ve gündüze ait gerçeklerin beyânına apaçık bir nas ola¤rak kabul eder [7].
Gazı Ahmet Muhtar Paşa da “Serâiru'l-Kur'ân” adlı eserinde (yükevviru) kelimesi başa dolaya dolaya sarık sarmak mânâsına olduğundan gece de gündüz üzerine dolana dolana sarık gibi sarılıyor demektir. Gece ile gündüz arz üzerinde meydana geldiğinden onun da baş gibi yuvarlak olduğu zımmen beyân olunuyor [8] der.
“Tekvîr” tabirini çok dikkat çekici bulan Seyyid Kutub “Gerçi bu Fîzüâl'de Kur'ân'ı insanların keşfetti¤ği nazariyeler üzerine hamlederek tefsir etmekten imti¤na' etmekle beraber bu hususdaki hassasiyetime rağ¤men bu tekvîr kelimesi beni yerin yuvarlaklığı konusu¤na eğilmeye zorlamış bulunmaktadır.
“Bu tekvîr tabiri yeryüzünde görülen bir hakikati tasvir etmektedir. Yeryüzü kendi mihveri etrafında güneşe karşı dönmektedir. Arzın müdevver sathında güneşe karşı olan kısmını aydınlık kaplar ve gündüz olur. Fakat bu aydınlıkkısım kısım devam etmez. Çünkü arz dönmektedir. Yeryüzü hareket ettikçe gece baş¤lar ve üzerinde gündüz bulunmayan kısım karanlığa bürünür. Arzın sathı yuvarlak olduğu için üstündeki gündüzler de müdevverdir. Tabiatıyla onu takibeden gece de münevver olacaktır” [9] der. [10]

[1] GazâlîTehâfütü'l-Felâsife s. 80.

[2] Râzî Mefatihu'1-Gayb V/174; V/525.

[3] en-Nâziât: 79/30.

[4] İstanbul 1310 h.Ahterî'de 301. sayfada Bkz. DHY ve MDH mad¤desi.

[5] H. Basri Çantay Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm III/l 143.

[6] ez-Zümer: 39/5.

[7] Reşîd Rıza el-Menâr 1/211.

[8] Ahmet Muhtar Paşa Serâiru'l-Kur'ân İstanbul 1918 s. 38.

[9] Seyid Kutub Fî Zılâli'l-Kur'ân c. VII cüz 23 s. 12 13. Geniş bil¤gi için bkz. Cevheri el-CevâhirXVIII/52; Mustafa el-Merağî Tefsiru'l-Merâğî Beyrut 1974 XXIII/145; Ferîd Vecdi el-İslâm fî Asri'î-İlmBeyrut 1967 s. 484.

[10] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 180-184.

********************

Kömürün Teşekkülü


Cenâb-ı Hak insanoğlunun yeryüzünde gezip dolaş¤malarını ve mahlûkatı ilk defa nasıl yarattığına bakma¤larını istemektedir. Nitekim bu konuda “Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın ibtidâen mahlûkatı nasıl yarat¤tığına bakın” [1] ve “Göklerde ve yerde olan şeylere bakın” [2] buyrulmaktadır. Bazı İslâm âlimleri bu âyetlerin yeryüzünün araştırılmasına özellikle jeoloji ilmine işaret etti¤ğini söylemişlerdir. [3]
Kur'ân-ı Kerîm'de ilk defa jeoloji ilmine işaret eden âyetlerin araştırmasını 19. yüzyılın ikinci yarısında vefat etmiş olan Muhammed b. Ahmed el-İskenderanî (ö. 1306/1888) yapmış ve daha sonra bunu diğer İslâm âlimleri takibetmiştir. el-İskender anî “Keşfu'l-Esrâr el-Nurâniyye el-Kur'âniyye” adlı eserinde bu eserinin te'lif sebebini açıklarken jeoloji ilmine ve özellikle kömürün teşekkülü mes'elesine de temas etmiş ve bu konuda şöyle demiştir: “Şamlı Mesihî tabibler taşkömürünün tekevvünü mes'elesini ele alarak bunu Tevrat ve İncillerde aramaya kalktılar. Bu hususta orada bir şey bulamayınca bana bunun Kur'ân'da olup olmadığı¤nı sordular ben de bu eseri bunun için te'lif ettim” [4].
el-İskenderanî'nin ve daha sonraları Elmalı'lı Ham¤dı Yazır ve Abdürrezzak Nevfel’in kömürün oluşması ve meydana gelişine işaret ettiğini söyledikleri [5] âyette Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“O Rabbin ki otlakları çıkardı. Sonra da onları siyah ve kuru bir hâle çevirdi” [6].
Bu âyetin tefsirinde Elmalı'lı Cenâb-ı Hak öncele¤ri otlak yayla bahçe ve ormanlardaki her türlü ağacı yetiştirdi ve daha sonraları da bunları kapkara bir güb¤re ve kömür haline getirdi [7]demektedir.
Yine Elmalı'lı bu âyetin jeoloji ve maden ilmini ortaya koyduğunu ilmî gerçekleri ifâde ve te'yid ettiği¤ni söylemekte ve bu konuda el-İskenderânî'nin Keşfu'1-Esrâr adlı eserinden geniş nakillerde bulunarak ezcümle şöyle demektedir:
“Kur'ân'daki bu ifâdeden de anlaşılacağı üzere yer¤yüzü önceleri düz bir satıh hâlinde idi ve dağlar da henüz teşekkül etmemişti. Fakat bu dönemde hava çok sıcak ve rutubetli ve yeryüzü de çok sulu olduğundan bugünkü bitkilere benzemiyen fakat onların'ilk ibtidâî şeklini teşkil eden yosunumsu dev bitkiler meydana gel¤mişti. Bu bitkilerin hacimleri çok büyük ve sayıları da o nisbette çoktu. Hatta yeryüzü bu bitkilerle kaplı idi.[8]
Daha sonraları yeryüzünde meydana gelen jeolojik değişiklikler ve yer hareketleri neticesinde dağlar mey¤dana gelmiş ve yeryüzündeki bu dev bitkiler yerin derinliklerinde kalmıştır. Yerin altı da çok sıcak oldu¤ğundan bu bitkiler bazı unsurlarını ve özelliklerini yitirmiş ve yer altındaki zift ve katranlı maddeleri içmiştir. Neticede bu ziftli ve katranlı bitkiler uzun seneler ve devreler sonunda kömür haline gelmiştir. [9]

[1] el-Ankebût: 29/20.

[2] Yunus: 10/101.

[3] el-Fendî Allah ve'1-Kevn s. 307 - 378.

[4] İ. Cerrahoğlu Tefsir Usûlü s. 306; el-İskenderânî Keşfu'l-Esrar 1/3.

[5] Elmalı'lı Hak dini VII/5747 - (5758); Nevfel el-Kur'ân ve'I-'İlmü'1-Hadîs 84-87.

[6] el-Al'â 87/4-5.

[7] Eimalı'lı a.g.e. VII/5747.

[8] Elmalı'lı Hak Dini1 VII/5757.

[9] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 191-193.


***********


Dünyanın Dönüşü


N. Kopernik (1473-1543) ortaya çıkıp da “Arz güne¤şin etrafında dönüyor” deyince ve bu da çoğunluk tarafından kabul edilinceye kadar geçerli olan nazariye Batlamyus'un nazariyesi idi. Bu nazariyeye göre ise dünya kâinatın ortasında sabit ve sakin durmakta ve diğer bütün yıldızlar dünyanın etrafında dönmektedir. [1]
Batlamyus'un bu nazariyesi Abbasîler döneminde Yunancadan yapılan tercümelerle İslâm âlemine girmiş ve büyük ölçüde de İslâm âlemini etkilemiştir. Daha sonra bu nazariye Sicilya ve Endülüs yoluyla Avrupa'ya geçmiş ve orasını da etkisi altına almıştır.
Yeniliği büyük bir güçle XVI. yüzyılda ortaya konu¤lan Kopernik sistemi ilk defa antik Yunanlılar tarafın¤dan ileri sürülmüş; Fisagor (Pythagoras)'un görüşü ola¤rak ilim dünyasına girmiş fakat kabul görmemiştir [2]. Çünkühareket eden bir vapurun üzerinde bulunan kimseler vapurun hareketini sahildeki eşyada gördük¤leri gibi yer küresi üzerinde bulunan kimseler de yeri sakin ve yıldızları müteharrik ve seyyar görürler. Bu zahirî hale ittiba ile eski astronomi bilginleri yeri sakin ve kâinatın merkezi yıldızları da müteharrik zan¤netmişlerdir [3].
Kopernik'e kadar İslâm âleminde Aristo ve Batlam¤yus'un görüşleri revaç bulduğu ve o çağlarda da ilmî görüş olarak kabul edildiği için diğer islâm âlimleri gibi müfessirler de bu sosyal etkinin te'sirinde kalmış¤lar ve tefsirlerinde kısmen de olsa Kur'ân âyetlerini bu görüşle yorumlayarak tesfîr yapmışlardır. Buna en bariz misâlFahruddin er-Râzî'dir. Zira O dünyanın sakin ve hareketsiz olduğu ve buna karşılık güneşin hareket ettiği görüşündedir. [4]
Buna rağmen bu dönemde dünyanın döndüğünü sarahaten söylemese de bu anlama gelecek ifâdeler kul¤lanan İslâm âlimleri de olmuştur. Meselâ: İmam-ı Gazâlî “Ay tutulması arzın ay ile güneş arasına girmesin¤den ileri gelir” [5] demektedir. Bu ifâdede dünyanın ay ile güneş arasına girmesi söz konusu olduğundan dolayısı ile bu ifadedendünyanın hareket ettiği anlamı da çıkmaktadır.
Bu konudaki Kur'ân âyetlerinin daha açık ve daha net bir şekilde yorumlanması ve tefsiri ancak Koper¤nik sisteminin ortaya çıkıp da ilmî nazariye olarak kabul edilmesi ve İslâm âleminde de revaç bulmasın¤dan sonra mümkün olabilmiştir. Meselâ:
“Sen dağları görür onları hareketsiz ve sabit sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi geçerler” [6] âye¤tini bazı müfessirler dünyanın dönüşüne işaret saymış¤lardır. Hatta bazı İslâm âlimleri de bu görüşe katılmış¤lar ve eserlerinde bunu açıkça belirtmişlerdir. [7]
Nitekim M. Hamdi Yazır bu âyetin değişik vecihlerini ve mânâlarını izah ettikten sonra “Son devir âlim¤lerinden bir kısımları “temurrü” (o geçip gider) fi'linin de hâle ait olması lâzım geleceğine hükmederek bununla dünyanın hareketini isbata çalışmışlardır. Buna göre mânâ şu oluyor:
“Sen bugün dağları görür câmid sanırsın halbuki onlar her gün bulut geçer gibi geçerler”. Bu esas itibariyle güzel bir mânâdır” [8] der.
Vakıa tefsirlerde dağların kıyamet gününde yürü¤yeceği beyân ediliyorsa da Sıddîk Hasan Hân “Fethu'l-Beyân” adlı tefsirinde Kuteybî'nin “Bu dağlar duruyor gibi görünüyor halbuki onlar yürüyor” ve Nesefi'nin “İşte böyle büyük ve adetleri çok dağlar bir sem¤te doğru hareket ettikleri vakitte hareketleri belli olmaz” [9] dediklerini nakleder.
Yine bazı müfessirler Yâsîn süresindeki “Güneş aya yetişemez gece gündüzü geçemez. Hepsi birer felekte yüzerler” [10] âyetinin de dünyanın dönüşüne Ve hatta güneşin hareketine işaret ettiğini söylemişler¤dir.
Nitekim Mustafa el-Merâğî bu âyetin tefsirinde şöy¤le demektedir:
“Dünya güneş ve ay balığın suda yüzerek hareket ettiği gibi onlar da kendi yörüngelerinde yüzerek hare¤ket ederler. Güneş kendi manzumesiyle birlikte yörün¤gesinde akıp gider. Dünya da bir senede güneş etrafın¤da; bir gece ve bir gündüzde de kendi etrafında döner. Ay ise her ay dünyanın etrafında dönmektedir” [11].
Dünyamn hareketinden başka güneşin de hareket ettiğini söyleyen M. el-Merâğî bu hareketi de şöyle açık¤lar:
“Dünyanın hareketinden başka güneşin de hareket ettiği anlaşılmıştır. Güneşte iki türlü hareket vardır; Bu hareketlerden birincisi güneşin kendi mihverinde yaklaşık olarak her yirmi altı günde bir dönmesidir. Bu hareketlerden ikincisi ise güneşin kendi manzume¤sine ait yıldızlar seyyareler ve bunlara ait uydularla birliktesaniyede takriben iki mil sür'atle yıldızlar top¤luluğunun merkezi etrafında dönmesidir. Ve bu güneş yıldızlar topluluğunu oluşturan milyarlarca yıldızlar¤dan sadece biridir.”
Elmalı'lı Hamdi Yazır da “Güneş kendi karargâhın¤da yürür. Bu gâlib kadir ve âlim olan Allah’ın takdiri¤dir.” [13] âyetinin tefsirinde güneşi bir istikrar noktası¤na doğru gitmekte olduğunu ve bu âyetten bu mânânın da anlaşıldığını söyler.
Çağımızda dünyanın döndüğünü ve güneşin hare¤ket ettiğini söyliyen ve bunu da Kur'ân âyetleriyle izah edip açıklayan pek çok İslâm âlimi mevcuddur [15]. Gör¤düğümüz kadarıyla bunların bütün amaçları Kur’ân’ın ilmî ve kevnî i'cazını ortaya çıkartmak ve böylece Kur’ân’ın insanlığa her konuda bir rehber ve kılavuz olduğunu ve kıyamete kadar da olmaya devam edeceği¤ni göstermektedir. [16]

[1] Adnan Adıvar Tarih Boyunca İlim ve Din 1/148.

[2] Bertrand Russel Bilim ve Din s. 16.

[3] Abdüllâtif Harputî: Tenkihu'l-Kelâm s. 87.

[4] Râzî Mefâtihu'1-Gayb 1/224.

[5] GazâlîTehâfütü'l-Felâsife s. 80.

[6] en-Neml 27/88.

[7] Ahmet Muhtar Paşa Serâiru'l-Kur'ân s. 39; Abdüllâtif Harputî: Tenkihu'l-Kelâm s. 91; İsmail Fennî ErtuğrulHakikat Nurları İstanbul 1949 s. 300.

[8] Hamdi Yazır Hak Dini Kur'ân Dili V/3709.

[9] Sıddîk Hasan Hân Fethu'l-Beyân Fî Makâsıdi'l-Kur'ân Kahire Tarihsiz Vll/121.

[10] Yasin: 36/40.

[11] Mustafa el-Merâğî Tefsirul-Merâğî Beyrut 1974 cüz. 23 s. 10.

el-Merâğî a.g.e. cüz: 23 s. 11.

[13] Yasin: 36/38.

Hamdi Yazır Hak Dini Kur'ân Dili V/4030.

[15] Bkz. A. Tabbaâra Ruhul-Dîni'l-İslâmî s. 53-54; Vahîdüddîn Hân el-İslâmu Yetehaddâ s. 213; M. Mahmûd es-Savvâf el-Müslimûn ve İlmü'l-Felek s. 41-48; Beşîr et-Türkî Lillâhi'l-'İlm Tunus 1979 s. 127-140.

[16] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları:184-188.

******************


Hava Basıncı


Yeryüzündeki insanları kuşatan hava tabakası insanlara belli oranlarda bir basınç yapmakta ve aşağı yukarı [1] cm'ye 1 kg. olan bu basınç bütün insan vücudu¤na yaklaşık 10 tonluk bir etki tatbik etmektedir. Tıpkı denizlerde olduğu gibi atmosferde de dipten yukarı doğru çıkıldıkça bu basınç azalmakta ve havadaki oksi¤jen oranı da eksilmektedir. Atmosferin bu basıncı gün¤den güne ve yerden yere değişse de deniz yüzeyindeki bu atmosfer basıncı hemen hemen değişmemektedir ve bu basınç ortalama 101 x 10 newton/m kadardır [2].
Yükseklerdeki bu oksijen azalması dağa tırmanan ve basınçsız bir uçağa binerek yukarılara yükselen insanlara te'sir eder ve onları rahatsız eder. Buna sebeb de yükseklerdeki oksijen azlığından dolayı kan¤daki oksijen oranının azalmasıdır. Zira oksijen azlığı insanlarda sarhoşluk hissi doğurur ve nefes darlığı düşünme konuşma ve görme zorlukları meydana getirir. Baygınlık hatta kalbi zayıf insanlarda kalb krizleri yapabilir [3].
Bu ilmî gerçeği Cenâb-ı Hak bize bundan 1400 sene önce şöyle haber vermektedir:
“Allah hidâyetini dilediği kimsenin göğsünü İslâm için açar. Dalâlete düşürmek istediğinin kalbini de öyle dar ve kasvetli kılar ki iman ona göğe çıkmak kadar zor gelir” [4] insanlar ancak balon ve uçakların keşfedilmesinden sonradır ki yükseklere çıkıldıkça oksijen azalması gibi tabiî bir hâdiseyi idrak etmişlerdir. Çün¤kü yükseklere çıkarlar nefes alıp verme zorluğu ve kalb daralması hissederler. Bu âyetin belirttiğine göre de semâya yükselen bir kimse bir darlık duymaktadır. Bu olay en yüksek hava tabakalarına çıkanların değil yükseklere tırmanan kimselerin dikkatinden bile kaç¤mamaktadır. Üstelik âyette dağa çıkmak değil semâya yükselmek tabiri kullanılmıştır [5].
Mustafa el-Merâğî tefsirinde bu âyetin açıklaması¤nı ve yorumunu şöyle yapmaktadır:
“Bugün artık biliyoruz ki yüksek hava tabakaların¤daki hava yoğunluğu aşağıda olan hava tabakalarında¤ki hava yoğunluğundan daha azdır. Gerçek şudur ki insanlar yüksek hava tabakalarına çıktığında havaya daha çok ihtiyaç duyarlar ve buradaki havanın azlığı neticesi olarak da nefes alıp vermede bir darlık hisse¤derler. Bundan dolayı da insanlar semalardaki uçuşla¤rı sırasında uçtuk'ları müddetçe başarıya ulaşabilmele¤ri için teneffüs cihazları kullanmak zorundadırlar. [6]
Bu ve buna benzer bazı âyetleri İslâm âlimleri celî bir tefsir ile tefsir edememişlerdir. Ancak son asırlarda ilim ilerleyip de bazı ilmî keşifler ortaya çıkınca bu âyetlerin maksatlarını şerhetmek ve ilimlerin ortaya çıkarttığı gerçekler ölçüsünde bu âyetlerden maksadın ne olduğunu açıklamak mümkün olabilmiştir. İlim ve din bir bütünün iki parçasıdır ve asla birbirine düşman değildir. [7]

[1] T.J. Chandler Atmosferin Yapısı Ter. Taşkın Tuna Bilim ve Tek¤nik Nisan 1972 c. V sayı:.53 s. 14.

[2] Fizik Pssc İstanbul 1978 s. 379.

[3] Bkz. el-Fendî Allah ve'1-Kevn s. 421423.

[4] el-En'âm: 6/125.

[5] Tabbâra Rûhu'd-Dini'l-İslâmî s. 55.

[6] Mustafa el-Merâğî Tefsiru'l-Merâğî cüz: VIII s. 25-26.

[7] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 194-196.

********************

Yeryüzündeki Denge


Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde dağların yeryü¤zünde dengeyi sağlamak için dikildiğinden sözedilmektedir [1]. Meselâ: Lokman sûresi 10. âyette:
“Allah yere sizi sarsmaması için ağır dağlar koydu”. Nebe'sûresi 7. âyette ise:
“Dağları kazıklar yapmadık mı?” buyur ulmaktadır.
Yeryüzündeki dağların kazıklar olarak vasıflandırılışını jeoloji ve coğrafya ilmine ait gerçeklerden birisi olarak kabul eden Elmalı'lı Hamdi Yazır dağların yer¤yüzünün dengesini sağlayan titreme ve sallantıları önliyen bir unsur olduğunu söyler [2]. Muhammed Abduh Mustafa el-Merâğî v.s. gibi daha pek çok müfessirînin de aynı kanaati taşıdığını görmekteyiz [3].
Bu konuya daha değişik bir açıdan bakan ve ilmî bir açıklık getiren Vahidüddin Hân ise şöyle demektedir: “Modern ilim on üç asır bu realiteden uzak ve habersiz yaşadı. Fakat coğrafya sahasında yapılan yeni araştırmalar neticesinde bugün bu hakikat denge kanunu (İsostasy) adı altında tesbit edilmiş bulunmaktadır. Ve hâlâ modern ilim bu kanunun esrarına nisbetle çok gerilerde bulunmaktadır [4].
Seyyid Kutub da Fussilet sûresi 10. âyetinin izahın¤da Dr. Ahmed Zeki'nin “Gökte Allah ile” adlı eserin¤den şu satırları naklen almakta ve bu konuyu şöyle açık¤lamaktadır:
“Şüphesiz yeryüzü sathında veya derinliklerinde meydana gelen her olayın dünyaya te'siri olmaktadır. Bir yerden diğer bir yere intikal eden büyük madde yığınları dünyanın dönüşüne te'sir etmektedir.”[5].
Yeryüzü hareketinin yavaşlamasının biricik faktörü med ve cezir olayları değildir. Hatta nehirlerin bir taraftan öbür tarafa taşıdıkları sular bu dönüşe te'sir eder. Rüzgârların gücü deveran hızına te'sir eder. Deni¤zin derinliklerine düşen şeyler yeryüzünün şurasında veya burasında beliren yükseklikler de dünyanın dönü¤şüne te'sir eder. Görülüyor ki bu derece hassas olan yeryüzünde dengenin sabit dağlarla sağlanması hiç de garipsenecek bir durum değildir. Nitekim Kur'ân bu gerçeği 14 asır önce belirtmiştir.” [6]
Dünyanın dıştan karşılaştığı baskı ile kendi içyüzün¤den yaptığı baskı arasında dağlar bir denge unsuru olmaktadır. Tabii bu muhitten muhite de değişmekte¤dir. Biryerde dağların dışa doğru yükselmesi bir başka yerde de derin çukurlar bulunması yeryüzündeki den¤geyi sağlayan en önemli faktördür. Dağlarla yeryüzü arasında hassas bir irtibat ve ince bir denge mevcuddur [7]. Bu ve buna benzer nice meçhul kanunlar ve hakikatler var ki Kur'ân-ı Kerîm onlara işaret etmiş fakat insanoğlu bunların bir kısmına ancak yüz yıllardan son¤ra ulaşabilmiştir. [8]

[1] er-Ra'd 1/3; el-Hicr 15/19; en-Nahl .16/15; el-Enbİyâ 21/31; en-Neml 27/61; Lokman 31/10;Fussilet41/10; Kâf: 50/7.

[2] Elmalı'lı Hak Dini VII/5532.

[3] Hanefî Ahmedet-Tefsîru'l-İlmi li Âyâti'l-Kevniyye Mısır 1960 s. 381; el-Merâğî Tefsîru'l-Merâğî tîüz. XXXs. 8; eş-Şevkânî Fethu'1-Kadîr V/364; Muhammed b. Ahmed b. Cezzî Kitâbu't-Teshî li Ulûmi't-Tenzil.Beyrut 1973 IV/173.

[4] Vahidüddin Hân el -İslâm Yetehaddâ s. 218.

[5] Seyyid Kutub Fî Zılâli'l-Kurân c. VII cüz. 23 s. 116.

[6] Seyyid Kutub Fî Zılâl c. VII cüz. 23 s. 116-117.

[7] Seyyid Kutub a.g.e. c. V cüz. 17 s. 25.

[8] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 189-191.

***************

Güneş ve Ay Yörüngeleri


Kur'ân-ı Kerîm'de üç âyet güneş ve ay'a ait yörün¤gelerden bahsetmekte ve şöyle demektedir:
“(Allah) O'dur ki geceyi gündüzü güneşi ve ay'ı yarattı. Bunların her biri kendilerine mahsus hareketle¤riyle bir yörünge üzerinde hareket ederler. ”[1]
“Güneş ay'a yetişemez gece gündüzü geçemez. Hepsi birer felekte yüzerler.”[2]
“Güneş kendi karargâhında yürür. Bu galip kadîr ve âlim Allah 'in takdiridir.”[3]
Bu âyetlerde güneş ve ay'a ait özel yörüngelerin bulunduğu açıklandığı gibi bu cisimlerin uzayda kendi¤lerine mahsus bir hareketle dolaştıklarına da işaret etmektedir.
Ayette “felek” kelimesi geçmektedir. Bu kelime “yö¤rünge” diye tercüme edilmiştir. Bu kavramın Kur'ân'ın nazil olduğu çağda tam olarak bilinmediği anlaşılmaktadır. Zira bu kavramın geçtiği âyetlerin tef¤sirinde çok zorluk çekilmiş mahiyeti izah edilemediği gibi sadece Arapça karşılıklarının verilmesiyle yetinilmiştir. Ancak günümüzde kısmen de olsa bu kavramın mahiyeti çözülmüş ay'a ve güneşe ait yörüngelerin bulunduğu ve bunların belli bir istikamete doğru hare¤ket ettiği anlaşılmıştır. Bu da bize gösteriyor ki Kur'ân'da ancak yüzyıllar sonra aydınlığa kavuşacak bazı kavramlar bulunmaktadır.
Geçmiş çağlarda yaşıyan müfessirler bu âyetleri tam ve net bir biçimde izah edip mahiyetini açıklayamazken çağımız müfessirleri açıklayabilmektedir. Nitekim Mustafa el-Merâğt Yasin sûresi 40. âyetinin tefsirinde şu açıklamayı yapmaktadır;
“Dünya güneş ve ay balığın suda yüzerek hareket ettiği gibi onlar da kendi yörüngelerinde yüzerek hare¤ket ederler. Güneş kendi manzumesiyle birlikte yörün¤gesinde akıp gider”[4].
Dünyanın hareketinden başka güneşin de hareket ettiği anlaşılmıştır. Güneşte iki türlü hareket vardır. Bu hareketlerden birincisi güneşin kendi mihverinde yaklaşık her yirmi altı günde bir dönmesidir. Bu hare¤ketlerden ikincisi isegüneşin kendi manzumesine ait yıldızlar seyyareler ve bunlara ait uydularla birlikte saniyede takriben iki mil süratle yıldızlar topluluğunun merkezi etrafında dönmesidir. Ve bu güneş yıldızlar topluluğunu oluşturan milyarlarca yıldızlardan sadece biridir. [5]
Elmalı'lı Hamdi Yazır da “Güneş kendi karargâhın¤da yürür” [6] âyetini tefsir ederken güneşin bir istikrar noktasına doğru gitmekte olduğunu ve bu âyetten bu mânânın anlaşıldığını söylemektedir. [7]
Zikredilen bu âyetlerde güneşin bir yörünge üzerin¤de dolaştığı bildirilirken bu yörüngenin yeryüzüne göre durumunun ne olduğu konusunda herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Halbuki Kur’ân’ın vahyedildiği çağda dünyanın dönmeyip sakin bir cisim olduğu güneşin ise dönüp dolaştığı kabul ediliyordu. Bu kuram M.Ö. 2. yüzyılda yaşamış olan Batlamyus'un kuramıydı. M.S. 14. yüzyılda Kopernik'le yıkılıncaya kadar da itibarını koruyacaktır. Kur'ân'ın nuzûlü çağın¤da da yaşıyan bu kuram ne bu âyetlerde ne de Kur'ân'ın başka âyetlerinde bulunmaktadır. Bilâkisdünyanın dönüşü konusunda da açıklanacağı üzere Kur'ân'da bu kurama zıt fakat Kopernik sistemine uygun düşen âyetler bulunmaktadır. [8]

[1] el-Enbîyâ: 21/33.

[2] Yasin: 36/40.

[3] Yasin: 36/38.

[4] Mustafa el-Merâgî Tefsiru'l-Merâğî Beyrut 1974 cüz: 23 s. 10.

[5] el-Merâğî Tesfır cüz: 28 s. 11.

[6] Yasin:36/38.

[7] Elmalı'lı Hak Dini Kur'ân Dili V/4030.

[8] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 167-170.

********************

Yedi Kat Semâ


Kur'ân'da “âlemler” defalarca geçmektedir. “Se¤mâlar” tabiri ise yedi rakamıyla ve çoğul olarak zik¤redilir. Yedi rakamı Kur'ân'da çeşitli konular için 24 defa kullanılmıştır. Bu rakamlardan yedisi yedi kat semâ ile ilgilidir. Bir yerde üstü kapalı olarak gökler¤den bir yerde de gökteki yedi yoldan bahsedilmekte¤dir. [1]
Yedi rakamı ekseriya “müteaddid” anlamına gelir¤se de bu anlamdaki kullanılışı kesin değildir. Kur'ân'da mahiyeti anlaşılamıyan ve ancak Arapça lügat karşılığı verilerek tercüme edilebilen âyetlerden biri de yedi kat semâ ile ilgili âyetler grubudur. Yedi kat semâdan murat nedir? Mahiyeti nedir? Bunu kesin¤likle bilemiyoruz. Tilâvet edilip okunan bir ölçüde Arapça karşılıkları verilerek tercüme edilen fakat mahiyeti henüz bilinemiyen âyetlerdir bunlar. Bu konu henüz astronomi ilminin mevzuları arasına da girmiş değildir. Fezaların keşfedilmesi için büyük gay¤retlerin sarfedildiği çağımızda bile -yedi kat sema astronomi ilminin problemi değildir.
Kur'ân'da zikredilen yedi kat semâ ile ilgili âyetler şunlardır:
“O Allah ki yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi onları yedi kat gök olarak düzenledi. O her şeyi bilir” [2]
“Yedi gök yer ve bunlar içinde bulunanlar O'nu teş¤bih ederler.” [3]
“De ki yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir?” [4]
“Allah yedi göğü ve yerden de onların mislini yara¤tandır.” [5]
“O yedi gökleri kat kat yaratandır.” [6]
“Görmediniz mi ki Allah yedi göğü tabakalar ola¤rak nasıl yaratmıştır.” [7]
“Üstünüze yedi sağlam göğü bina ettik” [8].
İlmî tefsir hareketinin ilk temsilcilerinden Fahruddin er-Râzî yedi kat semâyı eski satronomi bilgisine göre yorumlamış ve bunların sırasıyla Ay Utarit Zühre Güneş Merih Müşteri ve Zuhal olduklarını nakletmiştir. [9]
Çağımızın ilmî tefsire yönelen müfessirlerinden Elmalı'lı Hamdi Yazır ise yedi kat semâ hakkında şun¤ları söylemektedir: “Yedi kat semâ tabiri yedi göğün varlığını kesin olarak ifâde etmekle beraber daha ötesi yok demek değildir ziyadesini nefyetmez.” [10]
er-Râzî'nin bu yorumu çağımızın astronomi anlayı¤şı ile bağdaşmamaktadır. Zira böyle bir yorum yeni astronomi bilgilerinin ışığında geçerliliğini yitirmiş görünmektedir. er-Râzî'nin bu yorumu sadece güneş sistemindeki gezegenlere aittir. Halbuki kâinatta daha binlerce güneş sistemi bulunmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'de “Biz dünya semâsını yıldız zinetleri ile süsledik” [11]ve diğer bir âyette ise “Andolsun biz en yakın göğü kandiller ile süsledik” buyrulmaktadır. Ayette “dünya göğü” tabiri geçmekte ve buna da “en yakın gök” adı verilmektedir. En yakın gök yani dünya göğü binlerce yıldızlarla süslüdür. Bu yıldızlar ise güneşten kırk milyon kilometre uzakta olup güneş ile dünya arasındaki mesafeye sığmayacak kadar da büyük¤türler. Onlar hakkında fazla bir bilgimiz de yoktur.
En yakın göğün gece süsü olarak zikredilen bu yıl¤dızlar bu kadar uzakta ise orta göğün veya uzak göğün yıldızları nerededir? Orta veya uzak semânın sınırları nereden başlamakta ve nerede bitmektedir? Bu sonu gelmez sorulara insanoğlu henüz cevap verememekte¤dir. Ama belki bir gün verebilecektir.
Yedi semâdan bahseden bir âyette üst üste katlı yedi gök veya birbirine tıpatıp uyan ve benzeyen yedi gökten bahsedilmektedir [13]. Ayette verilen bu mânâya göre birbirinin aynı olan yedi gök bulunmaktadır. Diğer bütün semâlar en yakın dünya semâsının genişli¤ğinde ve büyüklüğündedir. Bütün bu-açıklamalar yedi kat semânın mahiyetini tam ve net olarak açıklamaya da yetmemektedir.
Bu kısa açıklamalardan sonra yedi kat semâ ile ilgi¤li konuya bir başka açıdan yaklaşarak yeni bir yorum getirmek istiyoruz:
Albert Einstein kâinatın sonsuz olmayıp sınırsız olduğunu söylemektedir . Buna göre kâinat sonsuz değil fakat sınırsızdır. Bu bize göre olan durumdur. Gerçekte ise kâinat bir balon gibi genişlemekte ve belli bir sınırı bulunmaktadır. [15]
Yukarıda da açıkladığımız gibi Kur'ân yedi kat semâdan bahsetmekte fakat mahiyeti hakkında bilgi vermemektedir. Ancak Peygamberimizin nübüvveti gereği yaşadığı bir olay ve bu olay sırasında gördüğü şeylerden verdiği bazı bilgiler bize yedi kat semâ hak¤kında bir takım çağrışımlarda bulunmaktadır. Bu olay bir bölümü ile Kur'ân'datamamı ile de hemen hemen bütün hadîs kitaplarında yer alan Mirâc olayıdır. peygamberimiz zikredilen bu mirâc hadîsinde yedi kat semâdan bahsetmekte ve birinci kat semâyı dünya semâsı olarak tanımlamaktadır. Sırasıyla birinci ikinci üçüncü dördüncü beşinci altıncı ve yedinci kat semâlara çıktığını ve her kat semâda bazı peygamberle¤ri ve bir takım insanları gördüğünü anlatmaktadır [16].
Kur'ân'da zikredilen en yakın semânın dünya semâ¤sı olduğu gerçeği ile hadiste zikredilen ilk semânın dün¤ya semâsı olduğu gerçeği arasında bir fark olmadığı kanaatindeyiz. Zira birinci kat semânın eski çağ müfessirlerinin yorumladığı gibi Ay ikinci semânın Utarit üçüncü semânın Zühre dördüncü semânın Güneş beşin¤ci semânın Merih altıncı semânın Müşteri yedinci semânın Zuhal olması imkânsızdır. Böyle bir yorum mirâc hadîsi'nde zikredilen yedi kat semâ mefhumu ile çeliştiği gibi “En yakın göğü yani dünya semâsını kan¤dillerle süsledik” [17] âyetiyle de çelişmektedir.
Şayet yedi kat semâyı böyle yorumlayacak olursak ayda Adem'in Utarit'te Hz. Yâsufun Zühre'de Hz. İsa'nınZühal'de ise Hz. İbrahim'in bulunduğunu kabul etmek zorunda kalacağız. Zira mirâc hadîsine göre Peygamberimiz 1. kat semâda Hz. Adem'i ve sırasıyla diğer peygamberleri diğer semâlarda görmüş ve onlar¤la konuşmuştur.
Hadîste zikredilen semâ katlarını ve bu katlarda yaşıyan insanları sembol olarak kabul edemiyeceğimize göreKur'ân'da zikredilen yedi kat semâ ile hadîste zik¤redilen yedi kat semâyı nasıl izah edeceğiz? İşte bütün bu açıklamalardan sonra şu neticeye varıyoruz: Einstein'in sınırsız olarak kabul ettiği ve gerçekte ise belli bir sınırın bulunduğunu kabul ettiğimiz kâinat birinci kat semâyı teşkil etmektedir. Nitekim Elmalı'lı Hamdi Yazır tefsirinde bu konuyu şöyle anlatmaktadır:
Yedi kat semânın yorumunda iki temel görüş bulun¤maktadır: Birinci görüşte olanlara göre semâ sayısı ve tabakaları şöyledir: Yerden Zühre'ye kadar bir Zühre'den Utarid'e kadar iki Utarid'den Güneş'e kadar üç Güneş'ten Merih'e kadar dört Merih'den Müşteri'ye kadar beş Müşteri'den Zühal'e kadar altı Zühal'den daha ilerisi için olanlar da yedidir. Yeni keşfedilen geze¤genler de yediye dahildir. [18]
İkinci görüşte olanlara gelince bunlar semâ sayısı¤nı ve tabakalarını şu şekilde açıklamışlardır: Bütün yıl¤dızların tezyin ettiği maddî âlemin hepsi bir semâdır. Bu da yedi semânın birincisidir. Bunun ötesinde daha altı semâ vardır. Bu semâlar birinci semâ gibi maddî semâlar değil manevî semâlardır. “Biz dünya semâsını yıldız ziynetiyle süsledik” âyetiyle Mirâc olayı bu mânâya işaret etmektedir. [20]
Elmalı'lıya göre hem kendisi hem de diğer meşhur rnüfessirler ikinci görüştedirler. Gerçeğe uygun olan görüş de ikinci görüştür. [21]

[1] Fuad Abdülbâkî el-Mu'cemü'1-Müfehres s. 340

[2] el-Bakara: 2/29.

[3] el-İsrâ: 17/44.

[4] el-Mü'minûn: 23/86.

[5] et-Talâk: 65/12.

[6] el-Mülk: 67/3.

[7] Nun: 7l/1.

[8] en-Nebe: 78/12.

[9] er-Râzî: Mefatihu'1-Gayb 2/156.

[10] Elmalı'lı Hak Dini VI/5077.

[11] Sâffât: 37/6.

el-Mülk: 67/5.

[13] el-Mülk: 67/4.

Lincoln Barnett Evren ve Einstein Ter: Nail Bezel İst. 1976 s. 115.

[15] Bernett a.g.e. s. 116.

[16] İbn Kesîr Tefsir III/2 - 10. Elmalı'l Hamdi Hak Dini IV / 3146-3149.

[17] el-Mülk 67/3-4.

[18] Elmalı'lı Hak Dini 1/393.

es-Saâfîat: 37/6.

[20] Elmalı'lı a.g.e. 1/294.

[21] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 159-164.

*****************

Yaradılış Konusunda Kur'ân-İlimKarşılaştırması


Kur’ân’ın yaradılış konusunda verdiği kesin bilgilerle ilmî nazariyeler arasında yapılacak bir karşılaştır¤mada şu hususların varlığı açıkça görülmektedir:
1. Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hak “Rabbinin indin¤de bir gün sizin saydığınızdan bin yıl gibidir” [1] buyurmaktadır. Açıkça ifade edildiğine göre bizim için bin yıllık bir zaman dilimi Allah için bir günlük zamandır. Bir başka âyette ise “Gökleri yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yaratan sonra arşa hükmeden Allah'tır.” [2] “Gökten yere kadan olan bütün işleri Allah düzenler sonra işler -sizin hesabınıza göre bin yıl tutan-bir gün içinde O'na yükselir.”[3] denmektedir. Diğer bir âyette ise bizim sayabileceğimiz günlerden olduğu zikredilmeksizin meleklerin ve ruhun Allah'a elli bin senede ulaştığı açıklanmaktadır [4]. Her üç âyette de “yevm-gün” kelimesi geçmektedir. Zikredilen bu günün miktarı iki âyette bin diğer âyette ise elli bin senedir. Muteber bir Kur'ân lügati sayılan Râgıb el-İsfehânî'nin Müfredât'ı ile bazı modern tefsirlerde “yevm” kelimesi mutlak zaman vakit ve devir anlamlarında kullanılmıştır.
Yaradılışı konu edinen Kur'ân âyetlerinin en uzun olanlarından biri yer ve gökle ilgili olarak cereyan et¤miş olan hâdiseleri yânyana zikrederek şöyle anlatmak¤tadır;
“Siz yeri iki günde yaratanı mı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? O âlemlerin Rabbidir de. Yeryüzü¤ne sabit dağlar yerleştirdi Onu bereketli kıldı arayan¤lar için yeryüzünde gıdalarını normal olarak dört güniçinde yetiştirmesi kanununu koydu. Sonra duman halin¤de bulunan göğe yöneldi ona ve yeryüzüne: İsteyerek veya istemiyerek buyruğuma gelin dedi. İkincisi de: İste¤yerek geldik dediler. Allah bunun üzerine iki gün için¤de yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu bilen güçlü olan Allah'ın kanunudur.” [5]
Kur'ân-ı Kerîm'in 7 yerinde ise:
“Allah yeri ve gökle¤ri altı günde yaratandır” denilmektedir. Bu âyetlerden elde edilen neticelere göre:
a) 7 yerde göklerin ve yerin yaradılışı 6 gün
b) 1 yerde sadece yerin yaradılışı 2 gün
c) 1 yerde sadece 7 göğün yaradılışı 2 gün
d) 1 yerde yeryüzünde gıdaların yetiştirilmesi 4 gün olarak zikredilmektedir.
Ayette geçen yevm kelimesi devir zaman ve vakit anlamlarına geldiğine göre göklerin ve yerin yaradılışı altı devirde yani altı zamanda oluşmuş demektir. Bu da kâinatın yaradılışından Kur’ân’ın nüzulüne kadar geçen zamandır. Bu âyetlerde yerin yaradılışı ile gökle¤rin yaradılışı birlikte zikredildiğine ve Enbiyâ sûresi 30. âyetinde yer ile göklerin önceleri bir olduğu ve daha sonra birbirinden ayrıldığı açıkça beyân edildiğine göre bir yerde yerin iki günde yaradılışı ile diğer bir yerde 7 göğün 2 günde yaradılışı aynı yaradılış demek¤tir.
Zikredilen bu iki devir göklerin ve yerin yaradılı¤şının altı devrinin ilk iki devri olabilir. Geriye kalan dört devir iseyeryüzünün hayata elverişli bir hale gele¤bilmesi için geçirdiği merhaleler olarak anlaşılabilir.
1. Laplace ve G. Gamow teorilerinde ileri sürülen kâinatın gazlardan müteşekkil tek büyük bir buluttan meydana geldiği ve bu bulutun parçalanmasından yıldız¤ların galaksilerin ve güneş sistemlerinin oluştuğu görüşünde ifâde edilmek istenen devirlerle Kur'ân'da zikre¤dilen altı devir arasında şaşırtıcı bir uyumun var olduğu görülür.
2. Bize ait bin senelik bir zaman Allah indinde bir gün kadar olduğuna göre zamanın izafiliği kendiliğin¤den ortaya çıkmakta ve dolayısıyla yaratılış devirlerine ait kesin ve net rakamlar vermemiz mümkün olama¤maktadır. Bu nedenle Kur'ân'da geçen “altı gün”e altı devir anlamının verilmesi ve böyle yorumlanması daha doğru bir davranış olacaktır. Böyle bir anlayış ilmî anlayışa da ters düşmeyecektir. Bu da Kur'ân'ın modern ilimlerle olan münâsebetinde ne kadar sağlam esaslar getirdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
3. Bilim güneş gibi bir yıldızla onun yer gibi uydu¤sunun veya uydulardan birinin oluşumunun beraber cereyan ettiğini (intrication) isbatlamıştır. Görüldüğü kadarıyla bu durum Kur’ân’ın ifâde ettiği gerçekle tam bir uyum arz etmektedir [6].
4. Kâinatın başlangıç devresinde Kur’ân’ın -gaz durumunun ağır bastığını belirtmek üzere- kendisin¤den bahsettiği o zamanki kâinatı teşkil eden “duman” ile çağdaş bilimin düşündüğü başlangıçtaki nebülöz (bu¤lutsu) arasındaki uygunluk da açıkça meydandadır. [7]
Sonuç olarak diyebiliriz ki Kur’ân’ın ortaya koydu¤ğu bütün mes'eleler bugün bilimsel olarak bütünüyle isbatlanmış olmasa bile Kur’ân’ın yaradılış hakkında verdiği bilgilerle kâinatın oluşumu konusundaki çağ¤daş bilgiler arasındahiçbir surette en ufak bir ayrılık bulunmamaktadır. [8]

[1] el-Hacc: 22/47.

[2] es-Secde: 32/4.

[3] es-Secde: 32/5.

[4] el-Meâric: 70/4.

[5] Fussilet: 41/9-12.

[6] Maurıce Bucaille La Bible la Coran et la science (Kitab-ı Mukad¤des Kur'ân ve Bilim) Ter. Doç. Dr. Suat Yıldırım İzmir 1981 s. 220.

[7] a.g.e. s. 220.

[8] a.g.e. s. 220 Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 153-157.


***************

Kâinatın Yaradılışı


Pozitif ilim metodu ile incelenmesi mümkün olma¤yan konulardan birisi de kâinatın yaradılışı meselesi¤dir. Zira bu konuyu deney metodu ile incelememiz veya yeniden araştırmamız asla mümkün değildir. Bununla birlikte bu konu ilim adamlarının daima merakını çek¤miş ve çözülmesi gereken bir problem olarak zihinler¤de canlılığını muhafaza etmiştir.
Hemen hemen bütün astro-fîzik âlimleri tabiat kanunlarından ve bu kanunların neticelerinden elde ettikleri yeni yeni bir takım bilgilerle kâinatın yaradılı¤şı konusunda kendi kanaat ve görüşlerini açıklamışlar ve bir takım farklı ilmî nazariyeler ve teoriler ortaya koymuşlardır Bunlar arasında Dekart Kant Buffon Laplace Faye BelloGeorge Gamow Sir James Jeans Fred Hoyle ve Velyaminov'un nazariye ve hipotezleri en fazla dikkati çeken hipotezler olmuş ve üzerinde önemle durulmuştur. Fakat bu hipotezlerden bazısı daha doğmadan ölmüş bazısı isecanlılığını günümüze kadar koruyabilmiştir.
Bu nazariye ve hipotezler bir bakıma içtimaî hayat felsefesinin veya sosyal ve ekonomik düzenin ilmî saha¤daki tezahürleri olduğundan zaman zaman dinî ve ide¤olojik sistemlerin müdafaasında da kullanılmış ve belki de bu nazariyelerin hayatiyetini koruyabilmesi büyük ölçüde bu kullanmaya bağlı kalmıştır. Meselâ: Laplace G. Gamow ve J. Jeans'ın nazariyeleri inananlar tarafın¤dan Allah'ın varlığına ve yaratıcılığına delil olarak kullanılırken; BuffonHoyle ve Velyaminov'un nazariyele¤ri ise materyalistler ve inkarcılar tarafından Allah diye bir yaratıcının bulunmadığına delil olarak kullanıl¤mıştır.
Bugün ilim dünyası kâinatın yaradılışı ile alâkalı iki önemli hipotez üzerinde durmaktadır. Bunlardan birincisi Laplace ve G. Gamow hipotezi diğeri ise Hoyle'un hipotezidir. Birincisi inananlarca ikincisi ise inkarcılar ve materyalistlerce kullanılmaktadır. Bunla¤rın dışında ileri sürülen hipotezler ve nazariyeler ilim adamlarınca rağbet görmemiş ve zamanla ölüme terke¤dilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de de kâinatın yaradılışı konusuna temas edilmiş ve bu konu ile ilgili âyetlerde her çağın anlayışına Mtabedecek şekilde bir üslûp kullanılmıştır. Bu nedenle asırlardan beri tilâvet olunan bu âyetlerin mahiyetlerinin anlaşılması kısmen de olsa zamanımızdaki bazı ilmî keşiflerin ve icadların yardımıyla müm¤kün olabilmiştir. Bu konudaki bazı hipotezler kâinatın yaradılışı ile ilgili âyetlerin daha iyi anlaşılmasına yar¤dımcı olmuştur [1]. Bu hipotezlerden en önemlisi Lapla¤ce [2] ve G. Gamow'un hipotezleridir.
G. Gamow'un bu hipotezine göre:
“Önce mekânda gazlardan müteşekkil çok büyük bulutlar vardı. Gaz bulutları sabit durmayıp döndüklerinden cazibe kuvve¤tinin te'siriyle parçalanmıştır. Parçalanan bölümler de yine cazibenin te'siriyle gitgide tekasüf ederek sıkışma¤ya başlamış sıkışan ve dönen cisimler belirtildiği gibi küreye yakın şekiller almış kesafetin artmasıyla içteki hararet de artmış bu yüzden merkezde bulunan hidro¤jen helyuma dönmüş ve ışık ısı neşretmeye başlamış¤tır. İşte bu bölünen parçalanan gaz; küreleri galaksile¤ri yıldızları ve güneş manzumesini meydana getirmiş¤tir” [3]
Kur'ân'ı Kerîm ise kâinatın yaratılışını anlatmakta¤dır:
“Kâfirler görmezler mi ki gökler ve yer birbirine bitişik idiler onları biz ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ iman etmezler mü”[4]
“O Allah ki yeri ve gökleri altı günde yarattı. Arşı su üzerinde idi. ”[5]
“Sonra göğe yöneldi. Gök duman halinde idi. ”[6]
Bereketzâde İsmail Hakkı Bey'e göre de gökler yer ve bütün kâinat adına esir veya sedîm [7] denilen sise benzer bir maddeden yaratılmıştır. O madde tek bir madde iken bölünmüş ve parçalanmış dolayısıyla kendisinden küre şeklinde cisimler meydana gelmiş ve onlardan da diğer küreler oluşmuştur. [8]
Bu nazariyeyi güçlendiren bazı ilmî hakikatler mevcuttur. Bunlardan biri güneşte yerde bulunan ele¤mentlerden 67 tanesinin bulunmasıdır. Yerdeki ele¤ment sayısı 84'dür. Bu konudaki mevcut güçlükler yeni¤lirse güneşteki yer elementi sayısını inceleyen âlimler bu sayının daha da çoğalacağını görebileceklerdir. [9]
Bunlardan diğeri ise yerin içindeki hararettir. Yerin merkezine doğru inildiğinde her 33 metrede bir yerin sıcaklığı 1 derece artmaktadır. Yerin merkezine doğru inildikçe sıcaklık daha da artmakta ve yerin mer¤kezinde 100 dereceyi bulmaktadır [10].
Fred Hoyle tarafından ileri sürülen materyalist anlayışa göre kâinatın başı ve sonu diye bir şey yoktur. Milyonlarca sene zarfında boşlukta dönmekte olan galaksiler arasından yenileri meydana gelmiştir. Bu teşekkül sonunda maddehidrojen atomlarından var olmuştur. Uçan eski kehkeşanların yerine yenisi gelip yerleşmektedir. Sonsuza kadar bu devridaim sürecek¤tir. Yok olup giden eski galaksilerin yerine yenisi teşek¤kül edecektir. Yıldızlar arası sahada bulunan maddeler fasılasız yenilenip tekrar teşekkül etmektedir [11].
F. Hoyle'un bu materyalist anlayışı G. Gamow'un yaratıcı ve tekâmülcü anlayışı ile reddedilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi Gamow'a göre kâinatın şimdiki hali devamlı bir tekâmülün eseridir. Gelişme¤yedevam eden ilk hareket ise birkaç milyar sene önce yekvücut bir halde bulunan maddede yüksek bir basınç¤la başlamıştır. Gamow bu görüşünü kâinatın içinden alıp lâboratuvarlarda tahlil ettiği muhtelif maddelerin muhtemel yaşlarını inceleyerek isbatlamaya çalışır. Meselâ: Thorium ve adi Uranyum'un period denilen yarı hayat devirlerini inceleyerek yaşlarını tahmin etmek pekala mümkündür. Yapılan ilmî incelemeler neticesinde anlaşılmıştır ki bir maddenin kendi aslî miktarının yarısının parçalanması için ihtiyacı olan zaman Throium ve adi Uranyum'da dört buçuk milyar senedir. Bu bilindiğine göre bir maddenin atomlarının şekillenmesi için kaç milyar seneye ihtiyaç olduğunu bulmak zor değildir. U235 ile ifade edilen bir başka cins uranyumun hayat periodu ise 09 milyar senedir. Ve bu duruma gelebilmesi için 7 period devir geçmesi gerekir ki bu aşağı yukarı altı milyar senedir .
Radyoaktif elemana sahip olan potasyum izotopları¤nın da birkaç milyar senelik period içinde bozularak azaldığı ilim erbabınca bilinmektedir. İzotopların tesbiti çekirdeklerin şekillenmesi (formasyonu) ile müm¤kün olur. Kâinatta bir milyar seneden daha az yarı hayat periodlu bir radyoaktif madde bulmak mümkün değildir. Bundan da atomun teşekkülü için ortalama ola¤rak birkaç milyar seneye ihtiyaç olduğu gerçeği ortaya çıkar. [13]
Kâinatın bir başlangıcı olduğunu ortaya koyan diğer delilleri ise şöyle sıralayabiliriz:
“Güneşin komşuları olan yıldızlar arasındaki kine¤tik enerji taksiminin zamammızda dahi bitmemiş olması bilâkis nihâî hedefinden takriben % 2 uzaklıkta olduğunu göstermiştir. Bu teorinin izahlarından yıldız¤lar sisteminin iki milyar ile beş milyar sene arasında vücûda geldiği mânâsı ortaya çıkmaktadır.
Güneşin yaşı içinde bulunan hidrojenin transfor¤masyonu (dönüşümü) ile ölçülmektedir. Çekirdek transformasyonu denilen bu işlemde bir hidrojen ato¤mundan 2 x 10 kalori serbest kalmaktadır. Güneş her saniye 5 x 10 atom parçalanmakta ve 800 milyon ton hidrojen yakmaktadır.
Güneşin hacminin % 50'sini hidrojen teşkil eder [15]. Bu hidrojen miktarının bitip tükenmesi için 5 x 10 sene geçmesi gerekir. Bu tahminlere göre güneşin yaşının 3 milyar seneye yaklaşık olduğu sanılmaktadır. [16]
Evrenin bizzat kendisinin geçirdiği ve geçirmekte olduğu gelişmeleri safha safha devre devre geriye götürerek bir noktaya gelebiliriz. Bu nokta artık başlan¤gıç noktası olur. Hemen ilâve etmek gerekir ki her baş¤langıcın da bir sonu vardır.
Yapılan bütün araştırmalar gözlem ve hesaplar bundan aşağı yukarı 45 ile 5 milyar yıl önce ilk kâinat maddesinin çıplak atomlardan oluşan kocaman bir küre halinde olduğunu bu çıplak atomlar arasındaki karşılıklı çekim ile ilk evren maddesinin açılarak evre¤ne yayıldığını göstermektedir. Ancak bu ilk evren mad¤desinin nasıl meydana geldiğibugün bütün araştırmala¤ra rağmen kesinlikle bilinememektedir. [17]
Bu açıklama ve izahlardan da anlıyoruz ki kâinat ezelî ve ebedî değildir. Onun bir başlangıcı vardır ve mutlaka bir sonu da olacaktır. İslâm inancına göre Allah eşya ve kâinatı kâinatta hiçbir varlık yok iken yaratmıştır. Kur'ân bu gerçeği bize şöyle anlatmakta¤dır:
“Bir şeyi dilediği zaman O'nun buyruğu sadece o şeye “ol” demektir hemen olur”[18].
İslâm âlimleri ilk evren maddesinin yoktan var edildiğine yani Allah’ın ilk evren maddesini hiçbir maddeden yaratmadığına [20] ve sadece ilk evren maddesi¤ne “ol” dediğini ve maddenin de olduğuna inanırlar.
Daha sonra Allah sis ve dumana benzeyen bu ilk kâinat maddesinden kâinatı yaratmıştır. “Kâfirler gör¤mezler mi ki gökler ve yer birbirine bitişik idiler onları biz ayırdık” [21] âyeti bu gerçeği ifâde etmektedir. Ayette geçen “Ratk” kelimesi yaradılıştan bitişik ve kaynaşık anlamındadır [22]. “Fatk” kelimesi ise bitişik iki şeyi ayır¤mak demektir. [23] Bu anlama göre âyetin mânâsı “Gök¤ler yani kâinattaki yıldızlar galaksiler ve güneş manzu¤mesi ve dünya ilk defa tek bir madde halinde bitişik ve kaynaşık bir vaziyette idiler. Daha sonra Allah bu biti¤şik ve kaynaşık ilk kâinat maddesini parçalayarak bir¤birinden ayırdı” ve “kâinattaki bütün galaksileri yıldız¤ları ve güneş sistemini bu parçalama neticesinde mey¤dana getirdi” demektir. Nitekim büyük Türk müfessiri Elmalı'lı Hamdi Yazır “Hak Dini Kur'an Dili” adlı tefsi¤rinde bu âyeti “Kâinattaki bütün ecrâm yok iken yara¤tıldılar ve tek bir şey iken çoğaldılar. İbtidâ duman gibi bir madde iken müteaddid ecrâm ve ecsâm oldular” [24] şeklinde yorumlar.
Sonuç olarak diyebiliriz ki kâinattaki bütün varlıklar yani bütün galaksiler yıldızlar ve güneş sistemleri bu arada dünya adına sedîm denilen “gaz-toz” [25] karı¤şımı bir maddeden yaratılmış ve ilk maddenin meyda¤na gelişinden şu ana kadar tahminen 45 ile 5 milyar yıl¤lık bir zaman geçmiştir. [26]

[1] Celâl Kırca Kur'ân-ı Kerîm ve Modern İlimler s. 130.

[2] Mahmûd es-Savvâf el-Müslimûn ve 'Ilmu'l-Felek' Beyrut Tarihsiz s. 40.

[3] George Gamow The Creation of the Universe (Kâinatın Yaradılı¤şı) Ter: Toygar Akman Ankara 1961s. 28.

[4] el-Enbiyâ: 21/30.

[5] Hûd: 117/.

[6] Fussilet 41/11.

[7] Sedîm: Cevv-i semada olan yufkaca sise ve dumana denir. Alâ kav¤lin mutlaka dumana ve sise denir.

[8] H. Basri Çantay Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm İst. 1962 11/584.

[9] Afif A. Tabara Ruhu'd-Dîni'l-İslâmî Beyrut 1966 s. 50 Şimdi 107.

[10] es-Savvâf el-Müslimûn ve 'Ilmü'l-Felek s. 40.

[11] A. Nevfel Allah ve Modern İlim Ter: Akif Nuri Karcıoğlu İst. 1972 s. 26.

G. Gamow Kâinatın Yaradılışı s. 4.

[13] G. Gamow Kâinatın Yaradılışı s. 4; Nevfel Allah ve Modern İlim s. 24.

G. Gamow a.g.e. s. 20.

[15] Sir James Jeans Etrafımızdaki Kâinat Ter: S.M. Uzdilek İst. 1950 s. 95.

[16] Jeans a.g.e. s. 16.

[17] Toygar Akman Yıldızların Doğumu Bilim ve Teknik Temmuz 1975 sayı: 92 s. 2.

[18] Yâsîn: 36/82.

Ebû Hanife Fıkhu'l-Ekber Şârih Ebûl-Müntehâ Baskı yeri yok 1288 s. 15.

[20] Ebû Hanife a.g.e. s. 15.

[21] el-Enbiyâ: 21/30.

[22] Ragıb el-İsfehânî el-Müfredât Mısır 1970 s. 187.

[23] el-İsfehânî a.g.e. s. 371.

[24] Elmalı'lı Hamdi Yazır Hak Dini Kur'âri Dili İst. 1935.

[25] S. James Jeans Etrafımızdaki Kâinat s. 239.

[26] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 141-149.

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6732
Rep Gücü : 10015184
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği Empty
MesajKonu: Geri: Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği   Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği Icon_minitimePaz Ekim 24, 2010 12:14 pm

Kuran'da Işınlama


İlk Eşya Nakli


Hz. Süleyman Filistin'de hem bir Peygamber hem de bir kraldır. Belkıs ise Yemen'de kraliçedir. Yemen'de bulunan kraliçe Belkıs'ın tahtı Filistine geti¤rilecektir. Hz. Süleyman ordusunun ileri gelenlerini toplayarak onlara:
“Ey ileri gelenler dedi. Onların bana teslim olarak gelmelerinden önce hanginiz onun tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit (kötü bir cin) Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm dedi. Bunu yapmaya gücüm yeter ve ben güvenilir (bir kimse) yim. Yanında Kitab'dan bir bilim bulunan kimse de:
Sen gözünü açıp yummadan ben onu sana getiririm dedi. Süleyman tahtı yanına yerleşmiş görünce dedi ki bu Rabbimin bir lütfudur. Lütfuna şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak isti¤yor. Şükreden kendisi için şükretmiş olur” [1]
Yemen'de bulunan Belkıs'ın tahtı göz kırpması gibi çok kısa bir anda Filistin'de bulunan Hz. Süley¤man'ın yamna getirilmiştir Bu Kur'ân'da anlatılan ger¤çek bir vakıadır. Bir mu'cize olarak da ona inanmak imanın gereğidir. Bununla beraber bu olayın günümü¤ze ışık tuttuğu önemli bir yön bulunmaktadır. Bu olay eşyayı aynen veya sureten göstermenin veya naklinin mümkün olduğuna işaret etmez mü? Çağımızda TV esyayı sureten nakletmektedir. Ancak eşyayı aynen nak¤letmek mümkün olmamaktadır. Bugün için mümkün de görünmemektedir.
Bu ayete müfessirler önemli bir yorum getireme¤mişler. Bununla beraber ayete metafizik açıdan en ile¤ri manayı veren Muhiddîn Arabî (ö. 638/1240) olmuş¤tur. O'na göre Yüce Allah kâinatı her an var edip yok etmektedir. Tahtı yok etme anında Yemen'de yok etmiş ve aynı anda onu Filistin'de var etmiştir. [2] Prof. Dr. Hüseyin Atay bu ayeti birbaşka olaya işaret ettir¤mektedir. O da uzay yolu fılimlerinde gösterilen bir insanı nesneyi veya maddeyi uzak bir yere ışınlamak yoluyla nakletmeye çok benzemesidir. Işınlama ileride şayet gerçekleşirse ayet-i kerime daha iyi anlaşılacak¤tır. [3]
Bugün sadece filmlere konu olan ve düşünce plânın¤da kalan bu olayı insanlık tarihi senelerce önce yaşa¤mış ve kitap ilmine sahip bir kişi tarafından da gerçek¤leşmiştir. [4]
Kitap ilmine sahip kişi bir peygamber değil sade¤ce kitap ilmine sahip bir kişidir. Bu ifâde çok dikkat çekicidir. O kişinin sahip olduğu kitabî bilgiye biz de sahip olabilirsek aynı şeyi yapmamak için hiç bir sebeb yoktur. Bu ayet ilmin gücünü bize gösterirken kitabı bilmeye de teşvik etmektedir. Ayette “kitap” tabiri geç¤mektedir. Müfessirler ayette geçen kitapdan maksadın “İsm-i A 'zam” duası olduğunu söylerler [5]. “İsm-i A'zam” duasını peygamber olmayan bir kişi bilebildiği¤ne göre neden bir diğer kişi bilemesin? Bu duanın Kur'ân'da gizli olduğu ifâde edilir. Kur'ân'ı çok sık ve derinlemesine düşünerek okuyabilenler ve araştıran¤lar aynı imkâna neden kavuşmasınlar?
İnsanlık şimdi değilse bile belki ileride eşyayı maddeten nakletme imkânına kavuşabilir. Bugün sûreten eşya nakledilmekte ve TV de görülmektedir. Sûreten olan bu görüntü fiilen de mümkün olabilir. Zira geç¤mişte bu mümkün olmuştur. Saniyede yüzlerce kilomet¤re sür'at zamanımızın düşünce yapısına ve anlayışına tamamen uygundur. Mühim olan nokta bu hareketi yapmak için tatbik olunacak kuvveti bilmekten ibaret¤tir. Bir yıldırımdabir cereyanda bir telgrafla görülen bu sür'at bir kütlede de görülebilir. Yakından tesir icra ettiğini gördüğümüz iradenin bir telsiz gibi uzakta da âmil olabildiğini gösteren misâller de yok değildir. Bir çekim gücü ile yıldızların fezada uçuştuğu bir irade ile organın bedende oynadığı bir irade ile uzaktaki bir cis¤min yer değiştirmesi de kitapda sabit olan ilimden¤dir. [6] Dünyanın büyük kütlesiyle hareket etmesi ve dönerek yer değiştirmesi de maddenin maddeten nakle¤dileceğini gösteren bir başka delil olabilir. [7]

[1] Neml: 27/38-40.

[2] Yusuf Muruvve İzafiyet Teorisi ve Kur'ân İlkeleri Recep Çalı Ankara 1979 s. 18. Hüseyin Atay'ın takdim yazısı Elmalı'li Hak Dini V/3680.

[3] Muruvve a.g.e. s. 18.

[4] Neml: 27/40.

[5] Kurtubî el-Cami XIII/204.

[6] Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini V/3681.

[7] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 130-132.

******************

Kuran'da Ölçü ve Tartı


İlk defa ölçü ve tartıyı eksik tartan fazla kazanç için ölçü ve tartıda hile yapan ve hileli yollarla kazanç sağlayan toplumun hangi toplum olduğunu yine Kur'ân'dan öğreniyoruz. Kur'ân-ı Kerîm insanî duygu ve fazileti yok edenkarşılıklı güveni iş ve ticaret emni¤yetini gideren bu haksız kazanç sahiplerini bize bildir¤mekte ve bunların Medyen halkı olduğunu açıklamakta¤dır.
Medyen Akabe körfezinden Humus vadisine kadar uzanan denize paralel dağlık arazinin adıdır [1]. Med¤yen adını burada yaşayan kabileden almıştır. Halkın inancına göre alış verişte esas hilekârlık soygunculuk ve hileli tartı idi. Bu durumda olan Medyen halkına Hz. Şuayb peygamber olarak gönderilmiştir. Onlara gerçeği doğruyu hile yapmamayı ölçü ve tartıyı tam yapmayı normal kâra razı olmayı öğretmiştir. Fakat onlar Hz Şuayb'a itaat etmemişler ve isyan etmişler¤dir. [2]
Medeniyet tarihi açısından bu olay ele alındığında bunun bir kültür ve medeniyet olayı olduğu rahatlıkla anlaşılır. Ticârette ölçü kullanmak ölçü için alet yap¤mak bir kültür olayı olduğu kadar bir medeniyet ve teknik olayıdır da. Kur'ân'da “mikyâh ve “mizan” tabir¤leri kullanılmıştır [3]. Mikyâl ölçek; mizan ise terazi ve tartıda kullanılan gram demektir. Kur'ân-ı Kerîm Med¤yen halkının cezalandırılması sebebi olarak ölçü ve tar¤tıda hile yapmayı bizlere ibret olarak gösterirken [4] aynı zamanda o çağda ölçü ve tartının kullanıldığını da anlatmaktadır. Hz. Şuayb Hz. Musa'dan önce yaşamış ve O'na kayınpeder de olmuştur. Zira Hz. Musa Mısır'dan uzaklaşıp da Medyen'e gelince Hz. Şuayb'ın kızı ile evlenmişti. [5]

[1] A.Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiyâ İstanbul 1966 1/27 Zebidî Tec-rîdIX/153.

[2] A’raf: 7/85 Hûd 1 l/84Ankebut 29/38 Hûd 11/86-89-90.

[3] Hûd: 11/85.

[4] Taberî Cami XII/98-99 İbn Kesîr Tefsir IV/272-273.

[5] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 126-128.

*****************


Kur’ân'da Metapsişik Olaylar
Kur’ân'da Metapsişik Olaylar:


“Ruhsal olayların ötesinde kalan hâdiseler” şeklin¤de ifâde edilen metapsişik olaylar “nev'i şahsına münasır” bir araştırma dalıdır. Bugün için pozitif bir ilim dalı haline de gelmiş değildir. Ancak bu konuda önemli çalışmaların ve araştırmaların bulunduğunu söyleyebili¤riz. Ünlü psikologlar metapsişiği şöyle tarif ederler:
“Tabiî hayatta veya zihin hayatında bugünkü ilmî metodlarımızla açıklanması mümkün olmayan olaylara metapsişik ve parapsikoloji denilir” [1].
Kur'ân diğer pozitif ilimler konusunda olduğu gibi bu konuda da bilgi vermiş ve özellikle telepati konusun¤da dikkat çekici bir örnek sunmuştur. Ayrıca son zamanlarda yapılan keşifler dinî bazı hâdiselerin izahı¤nı kolaylaştırmış ve kısmen anlamamıza yardımcı olmuştur. Bunlar arasında nazar'ı (göz değmesini) zik¤redebiliriz. [2]

a. Telepati:


Kur'ân'da zikredilen metapsişik olaya en güzel örnek Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yûsuf un kokusunu uzak bir mesafeden duymasıdır. Kur'ân'da bu konu şöyle anlatılmaktadır:
“Vakta ki kervan Mısır'dan ayrıldı babaları: “Bana bunaklık isnad etmezseniz inanın ki Yûsuf un kokusunu duyuyorum” dedi” [3]. Olay bir muci¤zedir. Zira Hz. Yakub bir peygamberdi ve böyle bir koku¤yu duymasımucize açısından gayet tabiîdir. Ancak âyet bugün cereyan eden bazı metapsişik olaylara ilmî açıdan yaklaşmamıza yardımcı olmaktadır.
Nitekim bu âyetle zikredilen olay arasında bir irti¤bat kuran Elmalı'lı Hamdi Yazır konuyu şöyle açıklar:
“Bu nasıl oluyordu? Seksen fersahlık [4] bir mesafeden bu kokuyu getiren nâkil ne idi? Ve bunu duyan hassasiyet nasıl bir hassasiyet idi? Bilinen hava cereyanının bu sür'ate kâfî gelemiyeceği şüphesiz. Kafilenin Mısır'¤dan ayrılması anında Yakub'un beride duyduğu bu koku¤nun sür'ati en azından bir şimşek ve elektrik sür'atini haiz olmak lâzım geliyor. Ve halbuki bugünkü fende ses nakline kadar tatbikini öğrendiğimiz elektrik cereyanı¤nın henüz koku işine ve koku duyma hissine hizmetini bilmiyoruz.”[5]
Hayatta bulunan iki kişi arasında vukua gelen fikir ve duygu intikallerine telepati denilmektedir. Bu nedenle Uz. Yakub ile Uz. Yûsuf arasındaki bu olayı Elmalı'lı telepatik bir olay olarak izah etmektedir. [6]

b. Nazar:


Nazar klâsik anlamda “bakış” demektir. Dinî folklo¤rumuzda “göz değmesi” olarak bilinir. Bu anlamda ger¤çekten nazar var mıdır? Varsa dinin bu konudaki tutu¤mu nedir? Kur'ân'da nazarla ilgili bir açıklama bulun¤makta mıdır? Bu ve benzeri sorulara verilecek en kes¤tirme cevap “evet” olacaktır. Hz. Peygamber “Nazar haktır (gerçektir)” [7]. “Herhangi bir şey kaderi değişti¤recek olsaydı bu nazar olurdu” [8] demektedir. Her iki hadîs de sağlam ve güvenilir hadis kitaplarında yer almaktadır.
Kur'ân'da ise müfessirlerin çoğunluğuna göre şu âyet nazarın mevcudiyetine işaret etmektedir: “Doğru¤su inkâr edenler Kur'ân'ı dilediklerinde nerdeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi. O delidir diyorlardı. Oysa Kur'ân âlemler için bir öğütten başka bir şey değil¤dir” [9]
Öfkenin insan bedenine etkileri olduğu gibi gözle¤rin de karşılarındakine bakışlarına göre iyi veya kötü bir etkisi olmaktadır. Kimi elektrik gibi dokunur çar¤par mıknatıslar manyetize eder kimi meclûb (celbedilmiş) olur kimi de aldığı teessürle hasedinden bir öfke¤ye düşer. Hangisi olursa olsun bunlara isabet-i ayrı gözdeğmesi veya nazar adı verilmektedir. Nazar hakkında çok şey söylenmiştir. İnkâr edenler olduğu gibi kabul edenler de olmuştur. Mahiyeti ne olursa olsun nazar vardır ve gerçektir. Göze batmak tehlikeli bir şeydir. Allah koruyacağı kulları içinona karşı-bir siper yapar ve böylece o kulunu korur” [10]
Elmalı'lı Hamdi Yazır'dan kısaltarak ve sadeleştirerek naklettiğimiz bu cümleler nazar hakkında İslâm'ın görüşünü yansıtmaktadır. Râzî ve Kurtubî gibi müfessirler de aynı görüştedirler. [11]
Acaba nazar nedir?
Bilim adamları nazarı kuvvetli bir ihtimal olarak şöyle açıklamaktadırlar:
“Bakan kişinin iyi niyet ve yoğuşmasına göre 'alıcı ve verici' uçlardan geçen bir ark” oluşmaktadır. Gıpta özenmeimrenme gibi dostça duygular hatta anne-babanın çocuklarına olan sevgisi küçük dozda nazara uğratma sebebi olmaktadır. Asıl kötü nazar intikamcı nefretin ve düşmanlığın güttüğü kıskançlıktan ibaret olan haset duygusundan gelişmek¤tedir. Yani nazarın ilk şartı haset duygusunun oluşma¤sıdır. 12 Haset duygusu ile başlayan gerilim göz merceğin¤de odaklanarak bir tür lazer gibi bakış aracılığıyla hede¤fe vurucu bir güç olarak fırlatılır. [13]

5. Nazar Nasıl Etki Eder?


Göz iki yanlı gören ve gösteren bir pencere gibidir. Ayarlanabilir göz merceği kem gözlünün menzilini de ayarlar. Buna yakalanan kişi kendi iç göz küresinde odaklanmış olur. Yüklenen yabancı enerji optik sinir (görme siniri) aracılığı ile beyindeki “Görme bilgi işlem merkezine” iletilecekken geri besleme sistemi tarafından yabancı proseseuyku merkezine aktarılır. Uyku merkezi de aldığı magnetik uyarıyla esneme denen uyku hazırlığına girer. Tıp esnemeyi doğal ola¤rak tanımlamıştır. Bu kısaca oksijen yetersizliğinden oluşan bir reflektir. Oysa esnemenin bu tanımıbulaşıcı esnemeyi açıklayamıyor. Esneyen bir kedi yavrusu bile yığınla insanı esnetebilir. Esneme gerçekte “yabancı işgalci bir gücün etkisine girme” hazırlığıdır.
Hipnotizma magnetizma nazar beddua ve benzeri uğramalar trans uyanık uyku halleri yabancı bir kiplik tarafından benliğimizin esir alınması uyku merkezinin yabancı magnetik alana teslim olması demektir. Uyku merkeziyabancı etkiye teslim olur ve bunun hazırlığı içinde esneme geri tepmeleri yapmaya başlar 14. Hz. Peygamber“Esneme şeytandandır” [15] buyurmaktadır. Buna göre nazarla şeytanın bir münasebeti var demektir. Zira nazar da şeytan da insanı esnetmektedir. Ama aralarındaki münâsebet nedir? Bunu şimdilik bilmiyoruz. Ancak şunu kesinlikle biliyoruz ki Hz. Pey¤gamber hem nazara ve hem de şaytanın vesvesesine karşı okumayı tavsiye etmiş ve kendisi de bu iki güce karşı hemen aynı duaları okumuştur. [16]
Nazar'dan korunma nasıl olur?
Hemen hemen bütün dinî kaynakların bildirdiğine göre nazara karşı en etkili silâh ve korunma “okumak”tır. Mâşâallah Âyetelkürsî Felâk ve Nâs sûreleri ve özellikle nazar duası [17] âyetleri nazara karşı okunacak dualardır. Peygamberimiz hem nazara hem de şeytanın vesveselerine karşı bu duaları okumuştur. Özellikle kendisine yapılan büyüden sonra Felâk ve Nâs sûrelerini devamlı olarak okuduğu nakle¤dilmektedir [18]. Okunan âyetlerkem gözlerden çıkan ışınlara karşı sanki koruyucu bir kalkan olmakta veya insan vücudunun etrafında koruyucu manyetik bir alan meydana getirmektedir. Böylece kem gözden çıkan etki¤leyici ışınlar bu koruyucu alana çarpmakta ve geri yan¤sımaktadır. Nazar ve şeytanın vesvesesine karşı en güç¤lü önlem de budur. Bunun dışındaki önlemleri meselâ nazar boncuğu ve saire gibi maskotları İslâm dini kesin¤likle reddeder ve asla bunları tanımaz. Nazar boncuğu vesaire gibi maskotlar bâtıl veya tahrif edilmiş dinler¤den müslümanların hayatına girmiş bâtıl itikatlardan sayılır.
Okumanın nazara karşı en etkileyici bir önlem oldu¤ğu kesin olmakla birlikte fakat okumanın nasıl etki ettiği hususundaki görüşler birer varsayımdan ve tah¤minden ibarettir. Okumanın nasıl etki ettiğini ve nasıl bir önlem oludğunu kesinlikle bilemiyoruz. Ancak bildi¤ğimiz tek şey nazara karşı en etkileyici önlemin oku¤mak olduğudur.
Kur'ân bizzat Kur'ân âyetlerinin şifâ olduğunu açıklamaktadır. “Kur'ân'dan inananlara- rahmet ve şifâ olan şeyler indiriyoruz” 19 âyeti Kur’ân’ın şifâ oluşu¤nu ifâde etmektedir. Kur'ân âyetlerinin şifâ oluşu bu konuda da geçerlidir ve pek çok örnekleri mevcuttur. [20]

[1] O. Pazarlı Din Psikolojisi s. 202.

[2] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 379.

[3] Yusuf: 12/94.

[4] Fersah üç millik bir mesafe.

[5] Elmalı'lı Hak Dini IV/2918.

[6] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 379-380.

[7] Buhârî Sahih K Tıp 36; Müslim Sahih K Selâm 41.

[8] Müslim K. Selâm 42.

[9] el-Kalem: 68/51 52.

[10] Elmalı'lı a.g.e. VII/5305.

[11] Razî Mefatihu'1-Gayb XXX/100; Kurtubî el-Cami'l XVIII/256.

12 Nazar'ın Bilimsel Yönü Yankı Dergisi 30 Mayıs - 5 Haziran 1983 sayı: 635 s. 52.

[13] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 380-382.

14 Aynı kaynak aynı yer.

[15] Buhârî Sahih K. Bed'u-1-Halk 11.

[16] el-kurtubî el-cami' XX/253 254264.

[17] el-Kalem: 68/51 52

[18] el-Kurtubî: el-Cami' XX/264.

19 el-İsrâ: 17/82.

[20] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 382-384.

*************

Kuran'da Bıçak Kullanma


Tarihte ilk bıçağı kim nerede ve nezaman ve ne amaçla kullandı? Bunu kesinlikle bilemiyoruz. Bilmimiz de mümkün değildir. Ancak Kur'ân-ı Kerîm'in açık¤ça ifâde ettiği bir olaydan bıçağın meyve soymada kulla¤nıldığı zamanı ve kullananları açık olarak öğrenmekte¤yiz. Kur'ân-ı Kerîm “Ahsenu'l Kasas” adını verdiği Yusuf suresinde Hz. Yusuf un başından geçen ibret veri¤ci olayları en vecîz ve en güzel bir biçimde gözler önüne serer. Ahlâkî değerler açısından pek çok konuda insan¤lara örnek olacak olayların yanında medeniyet tarihi açısından da onlara örnek olacak olaylar bu surede yer alır. Peygamberler tarihi açısından Kur'ân'da geçen kıssaları ele alıp incelediğimizde bıçağın ilk defa mey¤ve soymada dolayısiyle diğer işlerde kullanıldığı zama¤nın Hz. Yusuf döneminde olduğunu görüyoruz Belki bıçak daha önce de kullanılmıştı. Bunu bilemiyoruz. Bil¤diğimiz tek şey Hz. Yusuf döneminde bıçağın meyve soymada kullanıldığıdır.
Olay Kur'ân'da şöyle anlatılmaktadır:
“(Kadın) onların (dedi-kodu yaparak kendisini dile düşürme) düzenlerini işitince onlara (adam) gönderdi (yemeğe davet etti). Onlar için dayanacak yastıkları hazırladı ve her birine de bitler bıçak verdi. (Kadınlar önlerine konan meyveleri soyup yemekle meşgul iken) Yusufa “çık karşılarına” dedi. Kadınlar Yusufu görünce onu (gözlerinde) büyüttüler (ona hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve Allah için! hâşa bu insan değildir bu ancak güzel bir melektir dediler” [1].
Kur'ân'ı Kerîm bu olayı kadın-erkek ilişkisinde biz¤lere örnek olacak davranışları anlatırkenaynı zaman¤da o dönemde ki örf ve adetleri kullanılan malzemeleri de anlatmaktadır. Nitekim âyette dikkatimizi çeken iki önemli husus bulunmaktadır. Bunlardan birincisi o dönemde ziyafetlerde ve misafirliklerde veya özel top¤lantılarda misafirlere meyve verildiğini ve oturmak için yastıkların kullanıldığını öğrenmemizdir. ikincisi ise meyve soymada bıçağın kullanılmasıdır. Öyle bir bıçak ki bir anlık şaşkınlıkdan dolayı ellerini kesebile¤cek kadar da keskin bir bıçak.
Hz. Yusuf un yaşadığı dönemi ve çağı tarihî açıdan kesinlikle tesbit etmemize imkân yoktur. Fakat yakla¤şık bir tarih tesbit edilebilir. Ancak Kur'ân'da bu konu ele alınıp anlatılmaz. Kur'ân'ın amaçları arasında bu konuya yer verilmez. O'nun amacı tarihî olayları sıra¤layıp anlatmak değildir. Bilâkis tam aksine olayları ibret alınması için muhteva ve konu açısından ele ala¤rak anlatır. Yusuf kıssasında da tarih zikredilmemiş Hz. Yusuf un başından geçen olaylarmuhteva açısın¤dan anlatılmıştır. [2]

[1] Yusuf: 12/31.

[2] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 123-125.

**************


Yeryüzündeki Denge


Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde dağların yeryü¤zünde dengeyi sağlamak için dikildiğinden sözedilmektedir [1]. Meselâ: Lokman sûresi 10. âyette:
“Allah yere sizi sarsmaması için ağır dağlar koydu”. Nebe'sûresi 7. âyette ise:
“Dağları kazıklar yapmadık mı?” buyur ulmaktadır.
Yeryüzündeki dağların kazıklar olarak vasıflandırılışını jeoloji ve coğrafya ilmine ait gerçeklerden birisi olarak kabul eden Elmalı'lı Hamdi Yazır dağların yer¤yüzünün dengesini sağlayan titreme ve sallantıları önliyen bir unsur olduğunu söyler [2]. Muhammed Abduh Mustafa el-Merâğî v.s. gibi daha pek çok müfessirînin de aynı kanaati taşıdığını görmekteyiz [3].
Bu konuya daha değişik bir açıdan bakan ve ilmî bir açıklık getiren Vahidüddin Hân ise şöyle demektedir: “Modern ilim on üç asır bu realiteden uzak ve habersiz yaşadı. Fakat coğrafya sahasında yapılan yeni araştırmalar neticesinde bugün bu hakikat denge kanunu (İsostasy) adı altında tesbit edilmiş bulunmaktadır. Ve hâlâ modern ilim bu kanunun esrarına nisbetle çok gerilerde bulunmaktadır [4].
Seyyid Kutub da Fussilet sûresi 10. âyetinin izahın¤da Dr. Ahmed Zeki'nin “Gökte Allah ile” adlı eserin¤den şu satırları naklen almakta ve bu konuyu şöyle açık¤lamaktadır:
“Şüphesiz yeryüzü sathında veya derinliklerinde meydana gelen her olayın dünyaya te'siri olmaktadır. Bir yerden diğer bir yere intikal eden büyük madde yığınları dünyanın dönüşüne te'sir etmektedir.”[5].
Yeryüzü hareketinin yavaşlamasının biricik faktörü med ve cezir olayları değildir. Hatta nehirlerin bir taraftan öbür tarafa taşıdıkları sular bu dönüşe te'sir eder. Rüzgârların gücü deveran hızına te'sir eder. Deni¤zin derinliklerine düşen şeyler yeryüzünün şurasında veya burasında beliren yükseklikler de dünyanın dönü¤şüne te'sir eder. Görülüyor ki bu derece hassas olan yeryüzünde dengenin sabit dağlarla sağlanması hiç de garipsenecek bir durum değildir. Nitekim Kur'ân bu gerçeği 14 asır önce belirtmiştir.” [6]
Dünyanın dıştan karşılaştığı baskı ile kendi içyüzün¤den yaptığı baskı arasında dağlar bir denge unsuru olmaktadır. Tabii bu muhitten muhite de değişmekte¤dir. Biryerde dağların dışa doğru yükselmesi bir başka yerde de derin çukurlar bulunması yeryüzündeki den¤geyi sağlayan en önemli faktördür. Dağlarla yeryüzü arasında hassas bir irtibat ve ince bir denge mevcuddur [7]. Bu ve buna benzer nice meçhul kanunlar ve hakikatler var ki Kur'ân-ı Kerîm onlara işaret etmiş fakat insanoğlu bunların bir kısmına ancak yüz yıllardan son¤ra ulaşabilmiştir. [8]

[1] er-Ra'd 1/3; el-Hicr 15/19; en-Nahl .16/15; el-Enbİyâ 21/31; en-Neml 27/61; Lokman 31/10;Fussilet41/10; Kâf: 50/7.

[2] Elmalı'lı Hak Dini VII/5532.

[3] Hanefî Ahmedet-Tefsîru'l-İlmi li Âyâti'l-Kevniyye Mısır 1960 s. 381; el-Merâğî Tefsîru'l-Merâğî tîüz. XXXs. 8; eş-Şevkânî Fethu'1-Kadîr V/364; Muhammed b. Ahmed b. Cezzî Kitâbu't-Teshî li Ulûmi't-Tenzil.Beyrut 1973 IV/173.

[4] Vahidüddin Hân el -İslâm Yetehaddâ s. 218.

[5] Seyyid Kutub Fî Zılâli'l-Kurân c. VII cüz. 23 s. 116.

[6] Seyyid Kutub Fî Zılâl c. VII cüz. 23 s. 116-117.

[7] Seyyid Kutub a.g.e. c. V cüz. 17 s. 25.

[8] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 189-191.


************

Kuran'da Şehircilik


Kur'ân-ı Kerîm'in beyânına göre yeryüzünde saray¤ları bahçeleri ve bağları olan ve bu tasvire göre de bir şehir görünümünde olan ilk yerleşim merkezi “Ahkâf” (diğer adıyla İrem) şehridir [1]. Ahkâf hifk kelimesinin çoğuludur. Hifk kum tepesi demektir. Yemen'de sıhr bölgesinde denize nazır kum tepeleri arasına oturduğundan bu bölgeye “Ahkâf” denilmiştir [2].
Ahkâf ın evleri kat kattı ve sarayları çok muhte¤şemdi [3]. Oğulları malları ve davarları vardı. Etrafını bağlar ve bahçeler sarmıştı [4]. Burası yüksek sütunlarla dolu “İrem” şehridir ki şehirler arasında onun bir ben¤zeri daha yaratılmamıştır [5]. Bir benzerinin yaratılma¤mış olması zamanına kadar kurulan şehirler arasında bir benzerinin bulunmaması demektir [6]. Yoksa Kur’ân’ın nüzulü veya günümüze kadar demek değildir. Ad kavmine gelinceye kadar eşine bir daha rastlanamıyan bir şehir yapılmamış ancak Ad kavminin yaptığı “İrem” şehri çağına kadar yapılanların en güzeli ve eşsizi olmuştur [7].
Kurtubî Ad ve Semud kavimlerinin durumu ile ilgi¤li olarak şu bilgiyi vermektedir:
“Ad ve Semud kavmi¤nin durumu Araplarca da bilinen bir husustu. Çünkü onlar Araplar arasında bulunuyordu. Bugün hâlâ Semud harabeleri mevcut bulunmaktadır [8]. “İrem şeh¤ri büyük bir şehir idi saraylarında süs olarak altın ve gümüş bulunuyordu sütunları yakuttandı” [9] İbn Kesîr ise ayrıca şu bilgiyi vermektedir:
Onlar büyük direkle¤riyle yükselen kıldan yapılmış evlerde ikâmet etmek teydiler [10] Ad kavmi Hûd peygamberin kavmiydi. Bu inkişâf ve gelişmeye rağmen inkârlardan ötürü helak olup tarihten silinmişlerdir.
Ad kavminden sonra aynı tür medeniyeti Salih pey¤gamberin kavmi olan Semud kavminde görmekteyiz. Semud'a “Ashâbu'l Hicr” de denilmiştir. Hicr Şam ile Hicaz arasında yer alan bir beldenin adıdır. Semud kav¤mi kayaları oymuş tepelere saraylar yapmıştı. Ovala¤ra inmiş köşkler dizmişlerdi. Taş oymacılığı en önemli bir san'at dalıydı [11]. Taş oymacılığı Semud kavminin en belirgin özelliklerinden biridir ve zamanına göre çok ileri bir san'at dalıdır.
İstahrî Mu'cemu'l Büldân'da taştan yapılmış Semud evlerini gördüğünü söyliyerek şunları anlatmak¤tadır:
Semud kavminin bu evleri bizim evlerimiz gibi tam teşkiâtlı ve dağlar gibi yüksektir. Uzaktan bakıldı¤ğında bu evlerbirbirine bitişik sanılır. Fakat biraz orta¤larına doğru varılınca bunlardan her birinin birbirinden ayrı birer kâşane olduğu görülür. Etrafları dolaşılabilir fakat yukarısına doğru çıkmakta güçlük çekilir. 12
Taş oymacılığı Semud medeniyetinin adeta bir sembolüdür. Kur'ân'da bu mes'eleye özel bir itina göste¤rildiğini ve Salih peygamberin kavmi Semud'a nasihati sırasında şunları söylediğini görüyoruz:
“Bir de ince san'atla dağlardan hayrete değer evler yontuyordu¤nuz” [13] Bu ayet Semud kavminin bu sahadaki san'atını açıkça ifâde etmektedir. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de bir başka kavim için zikredilen bir başka ayete rastlamı¤yoruz. Ancak Hz. Süleyman'ın sarayı için zikredilen ayetlerde sırça saraydan bahsedilmekte ve Sebe' meli¤kesi yürürken yerde su var zannederek eteğini topladı¤ğı anlatılmaktadır. Bu sarayla ilgili bilgi ilerde verilecektir. 14

[1] 46/21.

[2] Taberî Cami XXX/178 İbn Kesîr Tefsir VII/268

[3] Şuarâ: 26/128-129 26/132-134.

[4] Şuarâ: 26/134.

[5] Fecr: 89/7-8

[6] Elmalı'lı Hak Dini VII/5804.

[7] Elmalı'lı a.g.e. VII/5804.

[8] Kurtubî el-Cami XX/44.

[9] İbn Kesîr Tefsir VIII/418 Kurtubî a.g.e. 20/47.

[10] İbn Kesîr a.g.e. VIII/416.

[11] Şuarâ: 26/146-152 Fecr 89/9 Hicr 15/80-81.

12 İstahri Mu'cemu'l Buldan III/221 den naklen Zebidî Tecrîd-i Sarih Ter: Kâmil Miras Ankara 1971IX/137.

[13] Şuarâ: 26/149.

14 Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 121-123.

****************

Kuran'da İlk Gemi


Kur'ân-ı Kerîm'in bildirdiğine göre ilk gemiyi inşâ eden Hz. Nuh'tur Hz. Nuh gemiyi Allah'ın öğretmesi ve O'nun kontrolünde yapmıştır. Bu hususu açıklayan Kur'ân ayetinin mealî şöyledir:
“Biz ona vahyettik ki gözlerimizin önünde ve vahyimiz (öğretmemiz) ile o gemiyi yap” [1] Geminin neden ve nasıl yapıldığını ise şu ayetten öğreniyoruz:
“Tahtadanyapılmış ve mıhla çakıl¤mıştı” [2]. Bu ayetlerden anlıyoruz ki Hz. Nuh'a gemiyi yapmasını emreden Allah'tır. Allah geminin nasıl ve neden yapılacağım da Hz. Nuh'a öğretmiş ve geminin yapılışını da kontrol etmiştir. Hz. Nuh gemiyi tahtadan yapmış ve tahtaları çivi ile birbirine tutturmuştur.
Tahtadan bir gemi yapmak için önce ağaçların tah¤ta haline getirilmesi gerekmektedir. Bunun için de mal¤zemeye ihtayaç vardır. En azından bir kesecek ve yontacak alete O muhtaçdı. Hz. Nuh'un bunlara sahip olduğunu bu zorunlu mantık kuralından çıkartıyoruz. İkinci olarak da tahtaları birbirine tutturacak çiviye muhtaçdı. Kur'ân'dan O'nun çiviyi kullandığını saraha¤ten öğreniyoruz. Demek ki çiviyi ve yapılışını da biliyor¤du. Kur'ân bize ilk geminin yapılışını yukarıda zikredi¤len ayetlerde olduğu kadarıyla anlatmaktadır. Ancak tefsirlerde gemi ve geminin yapılışı ile ilgili geniş bilgi¤ler verilmektedir. Fakat bu bilgilerin sıhhati şüpheli¤dir.
Elmalı'lı Hamdi Yazır geminin durumu ile ilgili olarak şu bilgiyi vermektedir:
“Tûl'u (uzunluğu) üç yüz zira arzı (eni) elli zira semada tulu yani su kesimin¤den yukarı irtifaı otuz zira sacdan ma'mul üç anbarlı bir gemi idi” [3] Elmalı'lı bu bilgiyi verdikten sonra ihtarda bulunmaktadır. Bu gibi tafsilâta girişmek bey¤hudedir doğrusunu tayin etmek imkânsızdır. Ancak bize bu geminin yelkenli bir gemi değil vapur gibi ocak¤lı ve istim gibi feveranlı yani kaynayıp fışkıran bir muharrik kuvvete hâiz gemi olduğunu ifâde eden aye¤tin ifâdesi de son derecede dikkat çekicidir [4]. Ayette şöyle denilmektedir:
“Ta ki emrimiz geldi ve tennur feve¤ran etti” [5].
Tennur lügatte kapalı bir ocak bir fırındır ki lisa¤nımızda en ziyade “tandır” ta'bir olunur. Leys demiş¤tir ki“tennur umumiyetle her lisana geçmiş bir lâfız¤dır.” Feveran da biliniyor ki kuvvet ve şiddetle kayna¤mak ve fışkırmaktır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre tennur gerçek anlamda bir ocaktır. Fakat mahiyeti konusunda görüş ayrılığı olmuştur. Kimine göre tennur Hz. Nuh'a aittir. Kimine göre ise taştan yapılmış¤tır. [6]
Elmalı'lı Ebû Hayyân'ın Bahru'l Muhîd adlı tefsi¤rinden bir nakilde bulunarak tennur'u gemide suyun toplandığı yer olarak da tarif edildiğini hatırlatır ve bu ifâde hemen hemen geminin kazanını andırıyor der.. Biz şimdi bihakkın diyebiliriz ki tennur'un hakikaten bir ocak olması aynı zamanda onun gemide su toplayan bir kazan ile mütefârik olmasına mani'değildir. [7]
Çoğunluğun ocak rivayeti ile bu rivayet arasında bir çelişki yoktur. “Lâm-ı ahd” ile “tennur” buyrulması bunun gemiye ait bir tennur olması daha kuvvetlidir. Tennur ve feveran kelimelerinin hakikî anlamda olduğu ve ayetin bu anlamda gayet açık olduğu şüphesizdir. Binânaleyh nassda hakikati ve zahirî anlamı bırakıp da te'vîl aramaya hiç de sebeb yoktur. Ayetin bu zahirî anlamına göre o zamanda böyle bir gemi nasıl yapılabil¤miştir? Yapılmış ise sonradan bu san'at nasıl ve neden unutulmuştur? Bu gibi sorulara verilecek cevap ancak vehimden ibaret olacaktır. Önceden bilinip de sonradan kaybolmuş nice san'at mevcuttur. Bu da onlardan biri olabilir [8].
Rivayet tefsirlerinden Taberf nin naklettiğine göre Hz. Nuh. gemiyi nasıl yapacağını bilmiyordu. Allah O'na geminin nasıl yapılacağını vahyetmiştir [9]. İbn Kesîr'e göre de geminin yapımı Allah’ın gözetimi altın¤da olmuştur [10]. Çağdaş müfessirlerden Mustafa el-Merâgî'de aynı kanaati paylaşır ve İbn Kesîr'in görüşüne [11] iştirak eder. 12

[1] Hûd: 11/3- Mü'minûn 22/27.

[2] Kamer: 54/13.

[3] Elmalı'lı Hak Dini IV/2780.

[4] Elmalı'lı a.g.e. IV/2780.

[5] Hûd: 11/40.

[6] Elmalı'lı Hak Dini IV/2781.

[7] Elmalı'lı a.g.e. IV/2782.

[8] Elmalı'lı a.g.e. IV/2782-2783 (Elmalı'lı darı özetlenerek ve kıs¤men sadeleştirilerek nakledilmiştir. Hz. Nuh'un gemisiyle ilgili olarak yapılan yorumlar içindeen geniş ve en farklı yorumu Elma¤lı'lı getirmiştir. Bu yorum çağdaş anlayışa uygun ve eski yorumlar¤dan ve rivayetlerden çok farklıdır. Bu yorumun özelliği de farklı oluşundan kaynaklanmaktadır.)

[9] TaberîCami XII/341.

[10] İbn Kesîr Tefsir IV/341.

[11] Mustafa el-Merâğî Tefsiru'l Merâgî Beyrut 1974 XII/34.

12 Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 118-121.


***************


Kuran'da Ziraatçılık ve Hayvancılık


Kültürün ilk form'u ziraattır İnsan ancak toprağı işlemek ve önceden tayin edilemiyen istikbal için ted¤birler almak üzere bir yere yerleştiği vakit medeni olmak için zaman ve vakit bulur [1]. Bugün biliyoruz ki yerleşik “ziraatın ve hayvan ehlileştirip yetiştirmenin başlangıcına sekiz veya on bin yıl kadar önceki Mezopo¤tamya'nın yukarısındaki ilk neolitik köylerde rastlan¤maktadır [2]. Toplu ziraatçılık gibi madencilik de Mezo¤potamya'nın kuzeyindeki dağlarda başlamış ilk siteler Mezopotamya'da kurulmuş ve madenlere dayanan sana¤yi inkılâbı bu gelişmelerde önemli rol oynamıştır [3].
Ziraat yazının ve medeniyetin doğuşunda önemli rol oynamıştır [4]. Bu neolitik ziraat kültürü oldukça yeknasak bir şekilde batıda Avrupa'nın uçlarına doğuda Asya ve Amerika'ya Afrika'da sahranın güneyine ve nihayet paleolitik avcı kültürünün son sığınağı olan Avusturalya'ya kadar yayılmıştır [5].
İnsanlığın ilk dönemi bugüne göre geri ve ibtidaî olsa bile kendi çağına göre geri değildir. Hele insanlı¤ğın ilk başlangıcı evrimcilerin sandığı gibi bir vahşet ve gerilik içinde değildir. Kur’ân’ın açık beyanına göre ilk insan Hz. Adem'dir. Yine Kur'ân'ın beyanına göreilk aile yuvası Hz Adem'in çocuklarından biri ziraatçı¤lık diğeri de hayvancılıkla uğraşmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Adem'in iki oğlu ile ilgili olarak anlatılan kıssada ikisinin Allah'a takdim ettiği kurbandan bahse¤dilmekte birinin takdim ettiği kurbanın kabul diğeri¤nin takdim ettiği kurbanın ise kabul edilmediği anlatıl¤maktadır [6].
Diğer kıssalar gibi bu kıssanın da ibret için olduğu¤nu ve asla mücerret bir hikâye olmadığını anlatan Fah¤rettin er-Râzî (ö. 606/1207) başta olmak üzere hemen hemen bütün dirayet müfessirleri ile rivayet müfessirleri bu olay kahramanlarının Habil ile Kabil oldukları konusunda hemfikirdirler. Kabil'in ziraatçılık Habil'in ise hayvancılıkla uğraştıklarını naklederler [7].
Taberi [8] İbn Kesir[9] gibi meşhur rivayet tefsirleri bu hususu açıkça belirttikleri gibi Kurtubî[10] ve Râzî[11] gibi müfessirler de bu rivayetleri aynen naklederler. Her ne kadar ayette takdim edilen kurbanın cinsi açık¤ça belirtilmiyorsa da tefsirlerde bu konu açıkça belirtil¤mektedir. Bilindiği gibi “kurban” sadece ehlî hayvanlar¤dan olmaktadır. Nitekim Hâbil de ehlî bir hayvanı kur¤ban olarak takdim etmiştir. Kabil ise ziraatçılık ile uğraştığındanonun kurbanı bu cinsten bir şey olmuş¤tur. Neticede Habil'in kurbam kabul olunmuş Kabil'inkurbam ise kabul olunmamıştır. Hz. Adem zamanında ve O daha hayatta iken sosyal bir müessese olan aile müessesesi kurulmuş dinî bir kural olan kurban takdi¤mi diğer bir ifâde ile hediye vermek adeti teessüsetmiştir.
Bu ayetten anlıyoruz ki ilk kurban âdetini ortaya koyan Hz. Adem'dir. Uygulayıcıları da Hâbil ile Kabil'¤dir. Beşerî anlamda rasladığamız ilk kültür örneği de kurbandır. İnsanlığın ilk medeniyet örnekleri arasında gördüğümüz kurbanilk insan Hz. Adem'in Kur'ân'da zikredilen ilk sosyal olayıdır. Ayette şöyle denilmekte¤dir: “Onlara Adem'in iki oğlunu gerçek (bir kıssa) ola¤rak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı (kur¤ban) birinden kabul edilmiş ötekinden edilmemişti” 12
Tarihî başlangıcını ve yaşadığı çağı kesinlikle bile¤mediğimiz fakat bütün kutsal kitapların ve bunlar ara¤sında Kur’ân’ın ilk insan olarak takdim ettiği Hz. Adem'in hayatında olan bu kurban olayı insanlığın bu döneminde belli bir kültürün olduğunu göstermektedir. Bu kültür kurban hayvancılık ve ziraatçılıktır. [13]

[1] W. Durant Medeniyetin Temelleri s. 17.

[2] K. Boulding Yirminci Asrın Manası s. 35.

[3] K. Boulding a.g.e. s. 36.

[4] K Boulding a.g.e. s. 40.

[5] K Boulding a.g.e. s. 76-77.

[6] Maide: 5/27.

[7] Râzî Mefatihul Gayb Tahran Tarihsiz XXI/205 Taberî Camiu'l Beyan VI/196 İbn Kesir Tefsir111/76 Kurtubî el-Cami VI/134.

[8] Taberî Camiu'l Beyân VI/196.

[9] İbn Kesir Tefsir 111/76.

[10] Kurtubî el-Camii VI/134.

[11] Râzî Mefâtihu'l Gayb XXI/203.

12 Maide: 5/27.

[13] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları:110-112.

*******************

Kuran'da Resim ve Heykel


Kur'ân-ı Kerîm'de Nuh suresinin 23. ayetinde beş putun adından bahsedilmekte ve şöyle denilmektedir:
“Dediler ki Tanrılarımızı bırakmayın ne Vedd'i ne Suva'ı Ne Yeğus’u ne Yekuk'u ve ne de Nesr'i bırakmayın”. Zikredilen bu beş isim Taberî'nin naklettiği bir hadise göre Hz. Adem'in oğullarından beşinin adıdır [1]. Buharî'de nakledilen bir başka hadiste ise bunlar Hz. Nuh'un kavminden olan beş kişinin adıdır[2]. Bunlar kavmin salih kişileridir ve ölümlerinden sonra başkala¤rı tarafından resimleri [3] ve heykelleri [4]yapılmış ve Hz. Peygamber zamanına kadar da bu heykeller varlıkları¤nı sürdürmüştür. [5]
Rivayetlerdeki bu farklılığı bir tarafa bıraktığımız¤da dahi ilk insanların resim ve heykel yapabildiklerini görüyoruz. İster Hz. Adem'in çocukları olsun ister Hz. Nuh'un kavminden olsun Hz. Nuh döneminde bu beş kişinin heykelleri mevcuttur ve bu heykellere tapılmaktadır. Ayet puta tapanların bu beş puta tapmaya devam ettiklerini ve bırakmamak için çırpındıklarını anlatır. Nitekim İbn Kesîr Hz. Nuh zamanında bu put¤lara ibadet edildiklerini nakleder [6]. Bundan şunu anlı¤yoruz ki insanlar önce tevhîd inancına sahip oldukları halde daha sonra bu inançlarını kaybederek putlara tapmaya başlamışlar ve putlar yapmışlardır. Sık sık gelen Peygamberlerin geliş amacı da bozulan itikadı düzeltmek içindir. Hz. Adem'in nesli bozulduğundan Hz. İdris onlara peygamber olarak gönderilmiş daha sonra sırayı Hz. Nuh almıştır.
Tapınmak amacına yönelik resim ve heykel'i İslâm dini yasaklamıştır. Bu yasak yok olan bir şey için değil bilâkis var olan şey içindir. Kur'ân'da zikredilen en eski putculuk ve put adlarıdır. Ayet her ne kadar Nuh suresi içinde yer alıyor ve Buharî de bu beş kişinin Hz. Nuh kavmine ait olduğunu naklediyorsa da bu beş kişi¤nin Taberî'nin de naklettiği gibi Hz. Adem'in evlatla¤rından olması ihtimali daha kuvvetli görünmektedir. Zira bir önceki ayet Hz. Nuh'un kavminin taşkınlıkları karşısında Allah'a olan münacaatını nakletmektedir. Akabinde kavmine mensup insanların putlarımızı terketmeyiniz çağrısı yer almaktadır.
Bir grup insanın put derecesine gelebilmesi için zaman faktörünü hesaba katarsak bu beş insanın Hz.Nuh'tan önce yaşamış olması ihtimali daha akla yatkın ve psikolojik ve sosyolojik faktörlere daha uygundur. Konunun üzerinde önemle durmamızın asıl sebebi bun¤ların kimin evlatları oldukları değildir bilakis ilk insan¤ların resim ve heykel gibi medeniyet mahsulü bazı san'at dallarına sahib bulunduklarını göstermek için¤dir. Resim ve heykel yapabilen bir toplumun tekamül teorisine göre de vahşî sayılması mümkün değildir.
Resimle ilgili önemli bir olay da Hz. Süleyman'a mescidler resimler büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yapan Cinlerin olayıdır [7]. Hz. Süleyman'ın emrine rüzgâr [8] ve cinler [9] verilmiş ve cin¤ler Hz. Süleyman için resimler yapmıştır. Sebe suresi 13. ayette geçen ve resim olarak açıklanması yapılan kelimenin Kur'ân'daki ifadesi “Temâsîl” dir. Temâsîl timsâl kelimesinin çoğuludur ve lügatta resim olarak tarif edilmektedir. Timsâl Lisânu'l Arab'da “Allah'ın yarattığı şeylerden birşeye benzetilerek yapılan bir şeyin adıdır” [10] Taberfî [11] ve İbn Kesîr'in 12 naklettiğine göre de temâsîl resimlerdir. Kurtubî'ye göre temâsîl gerek canlı ve gerekse canlılar dışında resmi yapılan her şey¤dir [13]. Zeccâc ve Nehhâs'a göre temâsîl bir şeyin bakır¤dan sırçadan mermerden ve diğer şeylerden yapılmış suretlerdir. Nakledildiğine göre bu timsaller peygam¤berlerin meleklerin bilginlerin ve iyi kişilerin resimle¤ridir. Bunlar mescidlere resmedilmişlerdir. Bundan amaç da insanların bunları görüp ibadet ve itikadlarını artırmasıdır. 14
Mücahîd'e göre temâsîl bakırdan Katade'ye göre ise camdandır [15]. Kurtubî'vin naklettiğine göre Nehhâsresim yapmanın ve resim işiyle meşgul olmanın caiz olduğuna kaildir [16]. Ancak müfessirlerin çoğunluğu¤na göreHz. Süleyman'ın şeriatında resmi yapmak caiz olduğu halde Hz. Muhammed'in şeriatında caiz değil¤dir [17]. Resim ve heykelin haramlığı konusu hadislerle belirlenmiştir. Diğer bir ifade ile hangi resmin haram hangi resmin haram olmadığı konusu hadislerde ifade edilmiş ve İslâm alimlerinin içtihadı kararlarına bıra¤kılmıştır. Ayetin zahirî anlamından anladığımız şey Hz. Süleyman devrinde resimlerin yapıldığı ve resim yapmanın meşru olduğudur. Resimleri yapanlar ise cin¤lerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'den öğrendiğimiz bir diğer olay da Hz. Musa'nın ümmetinden olan Samirî adında birinin yaptığı buzağı heykelidir. Samirî Hz. Musa'nın ümme¤tinden süs eşyalarını toplamış onları ateşe atarak erit¤miş ve böğüren bir buzağı heykeli yapmıştır. Kur'ân bu olayı şöyle anlatır:
“Musa'nın ardından milleti ziynet takımlarından canlı imiş gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler” [18] Canlı imiş gibi böğüren ifâdesi medeniyet tarihi açısından bakıldığında çok manidar bir ifâdedir. Bugün dahi yapamadığımız fakat o günün şartlarına göre yapılmış olan bu heykel canlı imiş gibi böğürmektedir. Teknik ve san'at gücü açısın¤dan bakıldığında insanı dehşete düşüren bir olaydır. İnanç ve din açısından bakıldığında insanlığın içine düştüğü kötü durumu ve gerilemeyi gösterir insanlar bir yandan teknik ve medeniyet yolunda ilerlerken diğer yandan inanç ve ahlâk yolunda düşüş kaydederek gerilemişlerdir. Bunun zıddı olarak da bazen ahlâk ve inanç alanlarında ilerleyip örnek nesiller oluşturdukla¤rı halde teknik ve medeniyet yolunda geri kalıp ilerliyememişlerdir. 19

[1] Taberî Cami XXIX/98-99 İbn Kesîr Tefsir VIII/262 Kurtubî El-Cami XVIII / 730.

[2] Buharî Sahih Tefsiru Surei İnna Erselna VI/199.

[3] İbn Kesîr Tefsir VIII/262 Kurtubî el-Cami XVIII/307-308

[4] Buharî aynı yer.

[5] Buharî aynı yer.

[6] İbn Kesîr Tefsir VIII/262.

[7] Sebe: 34/13.

[8] Neml: 27/15.

[9] Sebe: 34/13.

[10] Lisânu'l Arab M S L maddesi Kurtubî XIV/272.

[11] Taberî el-Cami XXII/70.

12 İbn Kesîr Tefsir VI/487.

[13] Kurtubî El-Cami XIV/273.

14 Kurtubî el-Cami XIV/273. Ayrıca bkz: Şevkanî Fethu'l Kadir Beyrut Tarihsiz XXII/118 s'Sıddık Hasan
Hân Fethu'l Beyân Kahire Tarihsiz VII/435 Ebussuud İrsâr VII/125.

[15] İbn Kesîr Tefsir VI/487.

[16] Kurtubî el-Cami XIV/273.

[17] İbn Arabî Ankâmu'l Kur'ân Beyrut Tarihsiz IV/1600 Cessas Ahkâmu'l-Kur'ân Beyrut Tarihsiz11/410.

[18] A’raf: 7/148 Ayrıca Bkz: Tâhâ: 20/88 Bakara: 2/51 Nisa 4/153.

19 Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 114-118.

*************

Kuran'da İlk Ölü ve İlk Mezar


Beşeriyet tarihinin ikinci kültürü Kur'ân'da zikredildiği kadarıyla ilk ölü Hâbil'in gömülmesi olayıdır. Bir kardeş diğer kardeşi öldürmüş fakat ölüyü ne yapacağını bilememiştir. Dehşet içinde kalan kardeş katili Kabil Hâbil'in ölüsü karşısında çaresizdir. İşte tam bu sırada bir karga diğer bir kargayı öldürmüş ve öldürdüğü kargayı toprağa gömmüştür.
Bu olaya şahit olan Kabil ondan öğrendiğini aynen tatbik etmiş ve kardeşi Hâbil'i toprağa gömmüştür. [1] Bu olayı Kur'ân' şöyle anlatmaktadır:
“Derken Allah bir karga gönderdi (karga) ona kardeşinin nasıl gömülece¤ğini göstermek için yeri eşeliyordu. Yazık bana şu kar¤ga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten acizmiyim (ben)? dedi ve pişman olanlardan oldu” [2]
Bu ayetten anlıyoruz ki Allah bir canlıya bir başka canlı vasıtasıyla yol göstermiş ve eğitmiştir. Bu bir yol gösterme ve öğretme yolu olduğu kadargözlem yolu ile yeni imkânlar ve buluşların da olabileceğini göstermektedir. Elmalılı Hamdı Yazır tefsirinde bu olayı değerlendirirken “karganın gelişi ölüyü nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için” [3] der. Kurtubî ilk ölen kişinin Hâbil ilk katilin Kabil ilk mezarcının da yine Kabil olduğunu söyler [4]. Hz. Peygamber “Allah Hz. Adem'in iki oğlunu size örnek olarak göstermiştir. Onlardan hayırlı olanını yalınız kötü olanını terkediniz”[5] buyur¤muştur.
Yine bu ayet ve hadisten anlıyoruz ki Allah bazı şeyleri ve kültürün bazı kısımlarını bizzat insanlara öğretmiştir. Yani kültür medeniyet ve tekniğin oluşma¤sında ve ortaya çıkmasında Allah'ın bizzat müdahalesi yol göstermesi ve bazı bilgileri öğretmesi söz konusu¤dur. Nitekim Hz. Adem'e eşyanın adlarını öğretmesi [6] Hz. Nuh'a gemiyi nasıl yapacağını vahyetmesi [7] veKabil'e ölüyü nasıl gömeceğini karga vasıtasıyla göster¤mesi [8] bunun açık delilleridir. Ancak insanlık Cenab-ı Hak'tan öğrendiği bu ilk bilgilere akıl zeka ve tecrübe¤leri ile ilâvelerde bulunmuş ve mevcut bilgilerini bu vasıtalarla geliştirip genişletmiştir. Bilgide ve teknikte çok önemli gelişmeler vardır. Fakat bu gelişme sıfır¤dan ve yoktan vara doğru değil mevcut bilgilerden yeni bilgilere ve yeni oluşlara doğrudur. Kur'ân'da “Rabbim ilmimi artır” [9] buyrulmaktadır. İlim ancak mevcut bilgi¤lere yeni yeni şeyler ilâve edilerek artar. Mevcut bilgi¤ler geliştirilerek artar. [10]

[1] Taberî Camiu'l Beyân VI/97

[2] Mâide: 5/31.

[3] Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kur'ân Dili İstanbul 1936 11/1653.

[4] Kurtubî el-Cami VI/141.

[5] Taberî a.g.e. VI/199 İbn Kesîr Tefsir 111/85

[6] Bakara: 2/31

[7] Hûd: 11/37.

[8] Mâide: 5/31

[9] Tâhâ: 20/114.

[10] Prof. Dr. Celal Kırca Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri Marifet Yayınları: 112-114.

**************

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Kuranın Tarihselliği
» Fen ve Teknik Ayetler-Kuranın Bilimselliği
» DİN EĞİTİM ÖĞRETİM TEKNİK
» EĞİTİM-ÖĞRETİM TEKNİK METODLARI
» kURAN vE BiLİM..Kuranın Mucizeliği İspatı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: