KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6732
Rep Gücü : 10015184
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI Empty
MesajKonu: ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI   ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI Icon_minitimeÇarş. Eyl. 14, 2011 6:36 am

Abdulaziz Bayındır'ın Tutarsızlığı ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI Pdf_button ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI PrintButton ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI EmailButton



Mehmet ÖZÇELİK tarafından yazıldı.

Cumartesi, 25 Eylül 2010 16:21
ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI

Her şey 2008-in yazında
başladı.Malatyalı Mehmet isminde bir meslektaş gönderdiği
a-mailde;Bayındırın 4 dvd-sinden oluşan 250 kişiye adreslerini
göndermeleri halinde tefsirini göndereceğini söylemesi üzerine bende
adresimi gönderdim ve bir müddet sonra bir zarfta 3 dvd,zarf biraz açık
olduğundan dördüncüsü herhalde düşmüştü,bana ulaştı.

Bir çok sesli,arapça ve türkçe tefsirlere hayran duyup incelediğimden dolayı kavuştuğuma sevinmiştim.

Ancak durum hiç de öyle olmadı.Kendimi sıkarak,zorlayarak,bizzat
kaynağından duymak amacıyla kahrolarak 3 dvd-yi dinledim.Kendime yarar
ve not alacağım bir yer bulamadım.Sadece dvd-lerin içerisinde İlahiyat
Prof-u Mehmet Çelik beyin 5 yıl kaldığı kilisedeki tecrübelerini anlatan
konuşmalarını dinledim ve oradan faydalandığım izahlar doğrultusunda
güzel de bir makale yazdım.

Hangi ayette nasıl izahta
bulunmakta ve buna karşılık cevap vermek üzere teker teker tahlil etmeyi
düşündüm.Ancak o konuda Avni (Avnullah) ÖZMANSUR Hocanın yazdığı
eser,beni teker teker tahlil etmenin gerekliliğinden vazgeçirdi.

Artık kendimden şüphe eder olup,acaba bu zatın bu yanlışını ve
tutarsızlığını sadece ben mi görüyorum deyip,bana dvd-yi gönderen
arkadaşla mesajlaşarak,Bayındırı tenkid etmek üzere bir yazı kaleme
alacağımı söylediğimde,acele etmememi söyledi.Onu anlamaya çalışmamı
tavsiye etti.

İnternette yani Google-de ‘Abdulaziz Bayındır-ın Tutarsızlıkları’başlığında bir araştırma yaptım.

Karşıma çıkan sonuçlar beni gerçekten ürküttü.Özelikle Avni (Avnullah)
ÖZMANSUR Hocamızın bu konudaki açıklamaları beni rahatlattı.

Yine de yazmayı zamana bırakmayı düşündüm.

Ancak hoca ehli olan Bediüzzamanı ebced-cifir hesabı konusunda ehliyetsizce tenkid edince yazmaya karar verdim.

Ebced cifir hesabı islamiyetten önce de kullanılmış ve en fazla Hz.Ali-nin kullandığı ilmi bir yöntemdir.

Hurufilik manasındaki olur-olmaz her şeyi uydurmanın zaten ilmi ve mantıki hiç bir ciheti yoktur.

Bediüzzaman Hazretlerinin ‘Sikke-i Tasdik-i Gaybi’ ve diğer eserlerinde
bahsettiği ilmi cifir tahlilleri hem çıkmış,hem çıkmaktadır.

Tamamen mesnedli ve bilimsel ifadelerdir.

Hacı bayramı Velinin ‘Beldetün Tayyibetün’ayetine dayanarak İstanbulun
fethedileceği tarihi vermesi bu ebced-cifir hesabına dayanaraktır.Ve de
bu ilmi ilk ve tek kullanan kişi de Bediüzzaman değildir.Bu konuda
yazılmış bir çok eserler mevcuttur.

Abdulaziz Bayındır-ı tanımak fikirlerini daha da iyi tanımaya vesiledir.

Avni (Avnullah) ÖZMANSUR-un araştırmamda şu ifadesi çok dikkatimi çekmiş ve işin önemini,hassasiyetini ortaya koymuştu.

“İkinci kitab sonlara yaklaşmışken; bu defa: beni derinden yaralayan bu
yanlışlara, hiç tahammül edemediğimden ikinci kitabı öyle bırakıp Ahmet
Hulusi’nin yanlışlarına cevap olan üçüncü kitabın yazımı devam ederken;
Abdülaziz Bayındır’ın “Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış” ile “Din ve
Devlet İlişkileri”.isimli iki kitabını getirdiler. O kitapları okudum.
Ne göreyim: Tarikat şeyhleri ile yani; meşhur Mahmut efendi, Esat Coşan
hoca efendi ve Mehmet Zahit Kotku efendinin kitaplarını eleştirerek ve
Mehmet Zahit Kotku’nun dışında ki her iki şeyh efendi ve meşhur cübbeli
Ahmet hoca efendi ile yüz yüze tartışırlarken: (Banda alınan bu
konuşmaları sonra kitap haline getirdiğini bildirmektedir.) bu zatları
tenkit ederek; solu gösterip sağa vururcasına tüm resullerin ve
peygamberimiz efendimizin itibarını o kadar düşürmeye çaba sarf ediyordu
ki, ancak resulullaha rakip olan bir kişi bunu yapabilirdi.

İstanbul
müftülüğünde 9 sene fetva dairesinde başkan olarak görev yapan
ilahiyatçı Doçent Doktor sayın Abdülaziz Bayındır can evimize el atarak;
tüm resullerin yani peygamberlerin ve kainatın efendisinin, görev ve
yetkisini tanzim edercesine, yetkili olduğu konular ve yetkisiz olduğu
konuları belirtmeye çalışarak kitaplarında “Resulullahın yetkisi dışında
kalan hususlar” başlığı altında: Resulullahın görevini tanzim ediyor ve
kendisine göre sınırlama getiriyor.

Rahmeten lil alemin olan;
Allah Resulünün şahsında diğer insanları uyaran ne kadar tehdit ayetleri
varsa hepsini sıralıyor ve nihayet öfkesi geçmeyince, daha da ileri
giderek, “Resullerde aynen bizim gibi birer insandır. Mucize onlara
verilen bir belgeden ibarettir, onlara olağanüstü kişilik vermek için
değildir.” Daha da ileri giderek, “Resulullah Allah’ın kölesidir”
diyerek; herhangi bir kimsenin kendisine söylemesine müsaade etmeyeceği
bu küçültücü sıfatı, peygamberimiz efendimize layık görüyor, o ulu zatı
mele-i ala’dan indirip sıradan bir köle durumuna düşürüyordu:

Tabi Ahmet Hulusi’ye karşı hazırlanan kitabımın yazımını yarıda kesip sayın Bayındır’a cevap yazmaya başladım:

Bundan
dolayı ikinci kitab gecikti. Ama Rabbime sonsuz şükürler olsun bu üç
kitabın, aynı anda yayınlanması nasib oldu. Büyük lütuflarını
esirgemeyen Rabbime sonsuz hamdü senalar olsun. Bütün övgülerin hepsi
O’na mahsustur. O’nun Resul-ü Kibriyasına; temiz ve yüce aile halkına,
Ehl-i Beytine ve Ashab-ı Kiramına sonsuz salat-ü selamlar, esenlikler
olsun. O’nun sünnetini takip eden tüm inananlara, sonsuz kurtuluşlar ve
Rabbime yakınlıklar diler, bu yanlışlıklara düşmüş kardeşlerimize ve
bütün insanlığa hidayetler dilerken; bu kitabın dizgisinden baskısına
kadar maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen bütün dostlarımıza
teşekkürlerimi bildirir, değerli okurlarımın olumlu tenkitlerimi
beklerim.”[1]

Bayındır ‘doğru bildiğimiz islamiyet
budur’sözüyle,Kur’an-ı Kerim-e dayandırarak ifade ettiği şeyler,aslında
tamamen kendi kariha ve yorumunun bir sonucudur.

Böylece kendisi Kur’an-a göre konuşmaktan ziyade,Kur’an-ı kendine göre konuşturmaktadır.

Sonuç olarak da ona göre,ne şimdi ne de şimdiden öncesine kadar doğru bir islamiyet söz konusu olmamıştır.

Buna yenilikçilik denilmiş,bir yandan,eskilere,eser vermiş insanlara
bağlanmayı bırakıp,tek delil olarak Kur’an gösterilmekte,kendileri de ön
plana çıkarılmış olmaktadır.

Oysa İslamın temel esasları dörttür;Kur’an-Sünnet-İcma-Kıyastır.

Aslında bu insanları Efendimiz asırlar ötesinden bildirmiştir.Şöyleki;

*Ebu Râfi radıyallahu anh, Peygamberimiz Efendimiz"in şöyle buyurduğunu naklediyor:

* "Sakın sizden birinizi, benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde, koltuğuna yaslanmış olarak:

"- Biz onu bunu bilmeyiz; Allah"ın kitabında ne bulursak ona uyarız, işte o kadar" derken bulmayayım."[2]

*Ahmed,
Ebu Davud ve Hakim’in Sahih senedle tahric ettikleri ve Mikdam b Ma’di
Kerib’in rivayetine göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) şöyle
buyurdu:

“Biliniz ki Allah Kur’an-ı Kerim ile beraber onun
mislini bana vahyetmiştir Mütenebbih olunuz ki karnını doyurmuş bir adam
koltuğuna yaslanarak “Yalnız Kur’an’a sarılırız Onda helal olanı helal,
haram olanı haram kılınız diyeceği günler yakındır ”(Ahmed, Ebu Davud,
Hakim)

*Ebu Davud ve ibn-i Mace’nin sahih senedle Ebu Rafi’in
oğlundan çıkardıkları onun da babası Rafi’den, onunda Peygamber Kavl’den
rivayet ettiği hadise göre Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem)
şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz koltuğuna yaslandığı halde,
kendisine emrettiğim veya yasak ettiğim hususlardan bir husus tebliğ
edildiğinde, “Biz bunu tanımayız, biz ancak Kur’an-ı kerim’de olanlara
tabi oluruz ”diyerek bunu alışkanlık haline getirmesin ” (Ebu Davud,
İbn-i Mace)

*Hasan b Cabir dedi ki; Mikdam b Madi Kerib’in şöyle dediğini işittim
Rasulullah
(Sallallahu Aleyhi Vessellem) Hayber günü bazı şeyler haram kıldıktan
sonra şöyle buyurdu “Sizden birinizin koltuğuna yaslanarak: ”Aramızdaki
hakem Allah’ın kitabıdır Ondan helaldan ne bulduysak helal, haramdan ne
bulduysak da haram kılarız,” sözünü sarfetmesinin yakın olmasından
korkulur İyi biliniz ki Allah Rasulünün bir şeyi haram kılması Allah’ın o
şeyi haram kılması gibidir ” (Hakim,Tirmizi, İbn-i Mace)

Bunun
örneğini bir beldede duymuştum.Lise çağındaki gençler bir araya
gelir,mealden kısa bir yer okuduktan sonra,birbirlerine sen bu ayetten
ne anlıyorsun,sen ne anlıyorsun diyerek,adeta dört mezheb imamı oturmuş
ve onların talebeleri olan İmam-ı Yusuf,Muhammed,Züfer gibi çok rahat
içtihatta bulunurlar.



**Ebû Davud ve Beyhâki Resûlullah (s.a.vj'ın şöyle buyurdu­ğunu rivayet ettiler.

«Yemek yiyenlerin çanağı hazırlama da yardimlaştığı gibi, ümmetle­rin sizin aleyhinize yardımlaşması yakındır. Birisi:

— O gün sayıca az olmamızdan dolayı mıdır? Resulullah:


Bilâkis o gün sayıca çok olacaksınız. Fakat selin köpüğü gibi
ola­caksınız. Muhakkak ki Allah o gün, düşmanlarınızın göğsünden size
karşı olan korkuyu çıkarır. Sizin kalplerinizi de gevşeklikle doldurur.

Birisi:

— Ya Resûlullah, gevşekliğin (nedeni) nedir? dedi. Resûlullah:

— Dünya sevgisi ve ölümü çirkin görmektir, buyurdu.»

*”Bir hadiste Ebû Hureyre (R.A.) Hz. Peygamberin (S.A.V.) şöyle
buyurduğunu rivayet etmektedir.”İleride bazı fitneler olacaktır. O
dönem­de, oturan kimse ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen
ise ko­şandan daha hayırlıdır. Kim o fitnelere yönelirse onlar da ona
yönelir. O zaman sığınacak bir yer bulan ona sığınsın.”



*Şeytanı taşlamaktan Rahmanı anmaya,şeytanı lanetlemekten peygambere salavat getirmeye vakit bulamıyoruz.

*Yıllar
öncesi Malatyalı Said çekmegil-in ‘tenkid ibadettir.”sözünden dolayı
kendisine itiraz edip ileride buna dair bir tenkid yazısı yazacağımı
söylemiş ve yazmıştım..ağırıma gitmişti.

Peki ya Abdulaziz Bayırdır hocanın kiler???

*Çok
patavatsız konuşmalar..ölçüsüz ifadeler..tamamen yoruma yönelik
beyanlar ve en tehlikelisi onun tamamen Kur’an-dan olduğunu
söyleyerek,adeta Kur’an-ı kendi hesabına bir konuşturma durumu.

-Ölçü yok,ölçüsüz ifadeler..ölçü kendi..bunca ölçüleri reddedip kendisini ölçü gösteren bir hal.

-Mealleri
beğenmezken,kendi mealini öne çıkarıp kabul edilebilecek kendisininkini
önerir.Farklılığıyla değil,başkalarının tenkidiyle öne çıkmaya çalışır.

-Kendisine
hep ihtiyatlı yaklaştım.DVD gönderildiğinde araştırıcı bir kimse
olmasaydım,keşke istemeseydim,diye de düşünmeden edemedim.Üç DVD-sini
dinledim.Biraz daha ilmi boyutta bir tefsir anlatımı yapılabilirdi.

-İfratları düzeltirken tefrit etmektedir.İfrat tefriti doğuruyor.

Mesela kabir ziyaretlerindeki ölçüsüzlüğü kendisine ölçü alıp,ölçüsünü ölçüsüzlük üzerine bina ediyor.

Bin
yıldır islamiyete hizmet etmiş olan tarikat ve ehli
tarikatları,zihninde oluşturduğu olumsuzluklar üzerine bina ederek,çürük
temellere bina ettiriyor.

-İcma için;delilsiz delil,bulaşıcı hastalık örneğine benzetmektedir.

-Cin suresindeki ayette ‘min duni-yi ‘aşağısında diye anlamlandırırken, ğayrı,diğeri manasına hiç hak tanımaz.

-Peygamberlerin beş sıfatından olan İsmeti kabul etmez.

-Kur’anda olmayan şeyi kabul etmeme düşüncesiyle,bununda Kur’an-da olup olmadığına da kendisi karar verir.

*Akif’in;Doğrudan
doğruya Kur’andan alıp ilhamı/Asrın idrakine sunmalıyız İslamı…manasına
zıt olarak,asrın anlayışına uzak yorumlarda bulunulmaktadır.

-Geçmişlerin
görüşlerine gelenek deyip ’Gad halet min kablikum’işte onlar gelip
geçmişler,deyip onları ve hizmetlerini basite alır.Bu anlamda meal ve
tefsirleri bir problem olarak görür.

-Tarikat ve kerameti
ilmi,dini,mantıki açıdan ve islamın içinde bir kurum olarak
değerlendirmekten öte,basite irca edip,önemsiz olarak değerlendirir.

-İstifade edilebilinir ancak ihtiyatlı davranılmasında fayda vardır.

Sık
sık kendisinin herkes tarafından tenkid edildiğini ifade
etmektedir.Demek ki ortada bir problem var.Ancak herkesin kendisini
tenkid ettiği kişi de bu problem vardır.

Konuştuğunda bazılarının
kalkıp gittiğini,sorular sorulup başkaları cevap verdikten sonra
kendisine sıra geldiğinde,önce cevap verenin kalkıp gittiğini, sürekli
söyleyip tekrar etmek dengeli bir davranış değildir.

Veya neden
herkeste olmasın diye düşünülürse,bu daha da kötü olur ki,şeytani bir
kibir devreye girmiş olur.Yapılacak en güzel iş,kendini başkası hesaba
çekmeden evvel,kendini hesaba çekmektir.

-Şeyhe olan teslimiyeti,ona tanrı deyip tapmayla aynı olarak değerlendirmektedir.

Şeyhin önündeki mürit,Gasilin önündeki meyyit gibidir,sözünün ilah edinme gibi olduğunu söyler.

Beni bende deme ben bende değilem,bir ben vardır bende,benden içeru,sözünü hulul olarak değerlendirir.

-Çok
rahat tenkid etmektedir.Hz.Osmanı rahatça tenkid edebilmekte ve bunu
yaparken de bunu Kur’an-a isnad edip,orada görmediğinden kaynaklandığını
söylemektedir.Onu orada nasıl görüyorsa?

-Hazreti bile
kullanmaya hurafe denir.Hazır anlamına olup,eğer Hazret derse o insanın
ruhu hemen orada hazır olur olup,bu da hurafe diye nitelendirir.

-Gelenekleri yok etmeye adeta kendisini adamış bir kahraman görür.

-ÂL-İ İmran 7-de;’Alimlerde bilir’diyene,niyetine göre kafir denilir,diye rahatça tekfir edebilmektedir.

-Kandil
gecelerini kutlamanın önemli olmayıp,o zamanlarda yapılan ibadeti de
hafife alıp yaptığı kıyas,kıyası maal farık kabilindendir.

-Müslümanların
elinden diğer kitapları almak,Kur’anı vermek,diyerek islama neşir
yoluyla yapılan hizmeti görmezden gelmekle kalmayıp,o boşluğa kendi
yazdıklarıyla oturmaya başlar.

-Kur’an-ı kendine kalkan
yaparken,adeta kendi söz ve yorumlarını Kur’an-dan bir ayet gibi
göstermeye çalışır.Kendi sözünün Kur’andan olduğunu söyleyip
kuvvetlendirmeye çalışırken,Kur’an-ı zayıflattığının farkında değildir.

-Eyüp
Sultandan istemeyi sağlıklı yolunu söylemekten uzaklaşarak,kısa yoldan
onu şirklikle değerlendirir.Tamamen kökten reddederek,ucuz tekfirde
bulunur.

-Başkalarını tenkid etmekten Kur’anı anlatmaya vakit
kalmamaktadır. Böylece derslerini başkalarının tenkidi üzerine bina
etmektedir.

-Hz.Musa-nın arkadaşlık yaptığı kişinin Hızır olmayıp
bir melek olduğunu, o üç olayında bir insan tarafından yapılamayacağını
iddia etmektedir.Sırf velayetteki farklılığı kerameti göstermemek
amacıyla böyle bir tekellüfe kendisini zorlar.

Bütün
müfessirlerin Hızır olarak kabul ettiği bu kişiyi,Allah’ın emriyle
yaptığı işi katillikle değerlendirir,oysa savaşta öldürmeyi de cinayet
ve katillik olarak değerlendirmesi gerekir,bu mantığa göre…

-Mezheblerin Kur’anın dışında oluştuğunu iddia eder.Bu durumda onlara uymanın da din dışı olduğuna da zehab etmektedir.

-Tabiin
döneminden itibaren insanların Kur’andan koptuklarını söyler.Oysa
üçüncü asır en fırtınalı asır olsa da islamın en çok yayılmaya ve islami
tedvinin en çok yapıldığı,Kur’an hakikatlarının daha vuzuha
kavuştuğu,tefsir-hadis-fıkıh-kelam ilimlerinin islami ilimlere resmen
katıldığı dönemlerdir.

-Vehhabilik islamın kimliğini ve İslami
şeairi ortadan kaldırıyor.İslamı asırlardır gittiği yerde
dalgalandıran,onun simgeliğini yapıp yine ona çağıran dış göstergeleri
ve özellikleri ortadan kaldırıyor.



Doç. Dr. Mehmet Ali Büyükkara’nın kitabında Vehhabilik hakkında şu bilgiler verilmiş:[3]

“Uyeyne’ye
bağlı tüm beldelerdeki türbeler, yüksek mezarlar ve kendilerine
kutsallık atfedilen mağaralar ve ağaçlar, İbn Abdülvehhab, Osman b.
Hamad ve adamları tarafından tek tek ortadan kaldırıldı. Sahabeden Zeyd
b. Hattab’ın Cübeyle’deki türbesini ise İbn Abdülvehhab bizzat kendi
elleriyle tahrip etti.” (s.22)

“Vehhabi görüşleri kabul
etmeyenler müşrik kabul edilerek canları ve malları helal sayılır. Cihad
sırasında, şirk ve bid’at alameti saydıkları yapıları da hedef alan
Vehhabiler, özellikle Hicaz’daki bu tür eylemlerinden dolayı bazı tarih
kayıtlarında ‘mezar yıkıcılar’ olarak tavsif edilmişlerdir.” (s.27)

“Vehhabiler
şiddetli çatışmalar neticesinde 18 Şubat 1803’de Taif şehrini ele
geçirdiler. Çok sayıda Taifli öldürüldü ve malları talan edildi. Türbe
ve mezarlar tahrip edildi. Abdullah b. Abbas’ın türbesi de yıkılan
binalar arasındaydı. Mekke ise, 30 Nisan 1803 günü Vehhabilerin eline
geçti....Başta Hz. Hatice’nin evi olmak üzere ileri gelen sahabilere ait
oldukları bilinen ve hatıra olarak korunan evler yıkıldı.” (s.32)

“[1805’de
Medine’yi ele geçirdiler ve] Başta Baki kabristanındakiler olmak üzere
şehirdeki türbeler ve mazar taşları yıkıldı. Hz. Peygamber’in
türbesindeki tezyinat yağmalandı, değerli eşyalar gasp edildi.” (s.33)

“İhvan,
1912’den, tasviye edildikleri tarih olan 1930’a kadar Abdülaziz bin
Suud’un askeri kuvvetlerinin belkemiğini oluşturdu.” (s.75)

“Kendilerinden
olmayan veya kendileri gibi olmayan insanlar, Vehhabi ulema ve İhvan
açısından kafir veya en azından kınanmayı haketmiş mücrim ve fasık
kişilerdir.” (s.66)

“Önlerine çıkan kadın, erkek, yaşlı, çocuk, kim olursa olsun genellikle sağ kurtulamazdı. Esir alma adetleri yoktu.” (s.78)

Prof. Dr. Erman Artun da şu bilgileri veriyor [4]:

“Vehhabiler,
pek çok sünni ve şii ulemayı, halktan binlerce kişiyi kılıçtan
geçirdiler. Kuran ve Hadisler dışındaki kaynakları bidat kabul ettikleri
için dini, tarihi ve edebi eserleri parçaladılar, İslam büyüklerini ve
ashabın mezarlarını yıktılar. ... Kerbela, Taif, Mekke, Medine ve
Hicaz’ı alıp yağmaladılar.”

Prof. Dr. Z. Kurşun şunları yazıyor [5]:

“İbn
Suud'un, kendilerine uymayan Mekke ve Medine ahalisini "mezhebi
muktezasınca şirk ile ittiham ederek tecdid-i imana davet ettiğini"
kaydeden Harem-i Nebevî müderrisi Abdurrahman, daha sonra "Yapılan
münazara ve görüşmelerden elde edilen bilgilere göre; Vehhabîler, bu
mezhebe mensub olmayan diğer ehl-i İslâm'a müşrik nazarıyla bakmakta ve
bunların mezheblerine girmeleri için zorlanmalarını kendilerine vacib
görmektedirler. Ayrıca, davetlerine uymayanların katlinin de
gerekliliğine inanmaktadırlar"demektedir.”




*Hocada
burada islamın sadeliğini ve uygulanan yanlış uygulamaları kökünden
kaldırayım derken,İslami çağrı ve şeairi de yaraladığının farkında ve
bilincinde değildir.

Ortada olup hakikat olan bir yanlış ve
ifrat hareketi veya bazılarının yanlışını umuma ve umumi uygulamalara
şümullendirerek kendiside tefritle ayrı bir yanlışa düşmektedir.Oysa
yapılacak yanlışı ve uygulayanları tekfir veya tahkir değil tashih ve
bilinçlendirme olmalıdır.

En büyük kendisini haklı çıkartmaya
çalıştığı hedefin,doğrularını yalan üzerine bina etmesindendir.Yalanı ve
yanlışı referans göstermesidir.Oysa tenkid ettiği yanlış tashihe
ihtiyacı olduğu gibi,kendi ifadelerinin de fazlasıyla tashihe ihtiyacı
vardır.

Aslında selefliği savunup geçmişe ve geçmişte ortaya
konulan eserlere itiraz ederken,kendisi de ortaya koyduğu eserlerle
selefin tarzına aykırı hareket etmektedir.

Eyüp Sultana giden
insan manevi özelliğinden oraya gitmektedir.Oraya gitmeyi ortadan
kaldırmaktansa,doğrusunu söylemeli,onun manevi atmosferini izah etmeli.

Oysa kendisini ziyarete gelen veya kendisinden dua isteyen bir kimse bile tenkid ettiği noktaya düşmüş olabilir.



Birde kör bir nokta olan Gelenek kavramı içerisinde içi boş bir ifadeyle tenkidte bulunulmaktadır.

Oysa insanlar o gelenekle iç içedir,onunla hayatlarını yönlendirirler,bir vakıayı ve realiteyi iptal ne kadar mümkün olur?



*Selefilik neticede tehlikeli yola götürür.

Selefilikte
esas alınan;”En hayırlı asır benim asrım-sahabe asrı-,onsan sonra gelen
–tabiin asrı-ve ondan sonra gelen –tebe-i tabiin asrı-dir.”

Oysa islamın ve islamı ilimlerin organizesi bundan sonraki dönemde gerçekleşmiştir.

Ve yine İmam-ı Azam tabiin döneminin alimlerinden ve müçtehidlerindendir.

“Ebubekir
Sifil bu konuda:” Selefilik, İslam'ı, yukarıda tanıttığımız Selef-i
Salihin'in anlayıp yaşadığı gibi anlayıp yaşama iddiasının vücut verdiği
bir akımdır. İlk defa Mısır'da Cemaleddin Efgani ve öğrencisi Muhammed
Abduh tarafından başlatılan 'İslami ıslah' hareketi, daha sonra
Selefilik adıyla anılan zümrenin doğmasına kaynaklık etmiştir.
Aşağı-yukarı aynı dönemde bugünkü Suudi Arabistan'ın sınırları içinde
bulunan Necid bölgesinde ortaya çıkan ve Mısır'daki hareket ile benzer
söylemleri dillendiren Muhammed b. Abdulvehhab'ın yürüttüğü 'Vehhabilik'
hareketine de daha sonra 'Selefilik' denmiştir. Bu iki hareket arasında
temelde önemli farklılıklar bulunmamakla birlikte, söz konusu iki akım
şu noktalarda birbirlerinden ayrılır :

1. İ'tikadi sahada
vehhabiler kelam mezheplerini kabul etmezler. Ehl-i Sünnet'in iki büyük
kelam alimi Ebu Mansur el-Maturidi ve Ebu'l-Hasan el-Eş'ari, vehhabilere
göre, saf İslam akidesini kelami deliller kullanmak ve aklı nakle (ayet
ve hadislere) hakem kılmak suretiyle bulandırmışlardır. Özellikle
müteşabih ayet ve hadislerin Allah Teala'nın şanına ve yüceliğine uygun
olarak te'vil edilmesine şiddetle itiraz eden vehhabiler, tasavvufa da
aynı şiddetle karşı çıkarlar. Efgani-Abduh çizgisi ise i'tikadi sahada
kelam alimlerinin kullandığı metoda temelde itiraz etmez. Felsefe,
mantık ve kelam gibi ilimleri reddetmez ve müteşabih ayet ve hadislerin,
Allah Teala ile mahlukat arasında benzerlik kurulmaması için te'vil
edilmesi taraftarıdır.

2. Vehhabiler, fıkhi mezhep olarak İbn
Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyım'ın çizgisini izler. Diğer mezhepleri
ise istihsan, ıstıslah, mesalih-i mürsele... gibi delillere yer
verdikleri için bid'atçilikle itham ederler. Efgani-Abduh çizgisi ise
genel olarak bir tek mezhebe mensubiyeti reddederek, bütün fıkhi
mezhepleri birleştirme eğilimindedir. Aralarındaki ihtilafları kısaca
zikrettiğimiz bu iki cereyan, zaman içinde birbirine yaklaşarak 'selefi'
diye anılmışlardır. Ortaya çıkış döneminden günümüze doğru ilerledikçe,
selefilik akımının içine başka görüşler de katılmıştır. Dolayısıyla
'selefilik' dendiği zaman akla her ferdinin aynı şekilde düşündüğü
homojen bir gruptan ziyade, aşağıda zikredeceğimiz görüşleri benimseyen
kozmopolit bir kitle gelmektedir.

....Selefiliğin en bariz
vasıflarından birisi, müteşabih ayet ve hadisleri lügat anlamını esas
alarak olduğu gibi kabul etmek şeklinde kendisini göstermektedir. Buna
göre Kur'an'da ve hadislerde Allah Teala hakkında zikredilen 'el, yüz,
gelme, oturma, inme, Arş'a istiva etme, gazaplanma, gülme...' gibi
sıfatlar, mahlukat hakkında neyi ifade ederse, Selefiler'e göre Allah
Teala hakkında da aynı şeyi ifade eder. Oysa Kur'an'da yer alan pek çok
ayet, Allah Teala'nın bu gibi sıfatlarını mahlukatın sıfatlarına
benzetmenin doğru olmadığını ortaya koymaktadır.



....
Günümüzde selefiler olarak anılan grup içinde, kıyasın şer'i bir delil
sayılamayacağını, çünkü kıyasın, 'Allah'ın dininde şahsi görüş ile hüküm
vermek' olduğunu söyleyenler mevcuttur. Oysa fıkıh usulü kitaplarında
ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi, gerek Kur'an ayetleri, gerekse
hadisler, vakıa olarak sınırlıdır ve insanlığın karşılaştığı her olayın
hükmünün, ayetlerde ve hadislerde zikredilmiş olması mümkün değildir.
Kur'an ve Sünnet konusunda biraz malumatı olan herkes bu noktayı kabul
ve itiraf eder.

... Kıyas'ı inkar eden İbn Hazm, bu iddiası
sebebiyle, bırakalım bir 'İslam alimi'ni, aklı başında sıradan bir
kimsenin bile gülüp geçeceği şeyler söylemiştir. Mesela Kur'an ve
Sünnet’te domuz etinin haram olduğu zikredilmiştir. Ama domuzun yağının
haram olduğuna dair ne Kur'an'da, ne de Sünnet'te herhangi bir hüküm
yoktur. Sırf bu gerekçeyle İbn Hazm, domuzun yağının haram olmadığını
söylemiştir. İşte kıyasın reddedilmesi sonucunda varılacak komik nokta
budur.“[6]



Önce fıkıhın insan sözü karışmasıyla
reddedilmesine başlanırken, arkasından peygamberimizin de sözüne insan
sözü karıştığı söylenerek basitleştirilmeye ve sonunda inkarına ve delil
olmayacağına kadar gidilmektedir.



*Selefilik islamın ve
İslami ilimlerin zenginliğini öldürmektir.Hüseyin Atay’in İmam-ı
Neveviye küfredip hakaret etmesi,onun zenginliğine karşı çıkmasıdır.Oysa
aynen kendisi de o yolda yürümekte bir başkasının da kendisine hakaret
etme yolunu açmaktadır.



*Mustafa Özcan:” Muhammed Abduh
birçok şaz ve aykırı fetva vermiştir. Bunlardan birisi şapka ile
alakalıdır. İskilipli Atıf Hoca da İbni Teymiyye´ye hayran olmasına
rağmen şapka meselesine dair yazdığı Frenk Mukallitliği kitabından
dolayı idam edilirken Muhammed Abduh maslahatçılık veya tarihselcilik
anlayışıyla şapkaya cevaz vermiştir. İttihat ve Terakki´nin kural ve
kanun haline getirmek istediği şekilde taaddüdü zevcatın
sınırlandırılması ve kadının boşanmasının zorlaştırılmasına dair bazı
içtihadlarda da bulunmuştur. İctihad kapısını açmış ve Hanefi olmasına
rağmen hiçbir mezheple tam olarak mukayyet olmamış ve teflik-i mezahibi
hem fıkıhda hem de fıkh-ı ekber´de yani akaid alanında uygulamıştır.
Sigorta ve faiz meselelerinde de buna benzer bazı görüşleri vardır.
Bunlar da İslam fıkhının arzileştirilmesinden başka bir şey değildir.
Mekasıd anlayışını talak meselesine uygulamıştır. Daha önce fakihler
sarahaten talakın geçerli olduğunu kinayelerde ise niyete bakılacağını
söylerler. İkisi arasında ayırım yaparlar. Muhammed Abduh ise ister
sarih isterse kinaye olsun boşamalarda niyetin geçerli olduğunu ve
ayrıca boşama sırasında şahit veya mezun´u şer´i ( yargıç veya benzeri)
bulundurulması gereğinden sözeder.

……… Cemaleddin Afgani ile
Muhammed Abduh´un birçok noktada kaderleri benzeşmiştir. Taraftarları
onları çığır açan bir müceddit olarak nitelendirirken hasımları da din
kaçkını ve zındık ve dinden çıkmış olmakla suçlamışlardır. Son
yıllarında hem Hidiv´le hem de ulema ile bu yüzden arası açılan Muhammed
Abduh inzivaya çekilmiş ve gamından kederinden kısa bir süre içinde
vefat etmiştir. Ezher´in Maliki ulemasından, eski tüfeklerden ve kadimci
muhafızlardan Şeyh Muhammed Aliş gibiler yenilikçilerin ve ceditçilerin
canına okumakta ve onları zındıklıkla itham etmektedirler. Merhum
Şeyhülislm Mustafa Sabri ve akabinde Ahmet Davudoğlu Türkiye´de bu
akımın devamı olmuşlardır.”[7]



*Hadisler üzerinde şüphe
iras etmek isteyen ve hadisleri Kur’an bahane gösterilerek kaynak kabul
etmeyenler;Fazlurrahman,Mısırlı Mirza Bakır,Tevfik Sıdkı,Mısır müftüsü
Muhammed Abduh dahi bu rüzgardan etkilenmiş,ittifak edilenlerin kabul
edilerek,çoğunun reddini savunur.Ebu Reye sahih hadislerin azlığından
bahseder.En çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre olup,tüm şüpheler onun
üzerine çekilir.O dışarıya atılmaya çalışılarak,hadislerin büyük bir
bölümü inkar edilmiş olur.

Hadislerin inkarındaki en önemli sebeblerin başında,akla aykırılığı,

zamana
ters düşme kuruntusu,hadisleri zamana uydurma düşüncesi,dinde reformu
savunma,batı dünyasının etkisi,hadisleri gayet sınırlı sayıda tutma,kısa
ömre kısa hadisleri yerleştirip,bu kadar ömre bunca hadisin
sığdırılamıyacağını düşünme,rasulullahı kendi zamanıyla sınırlayıp,diğer
zamanlarda delil ve kaynak alınamıyacağı,tek kaynağın Kur’an
olacağı,böylece kendileride onu çok rahatlıkla yorumlayarak istedikleri
yorumu yapmanın önünü açmaya çalışmakta,her şeyi maddi ölçüler ve
kalıblarla muvazene etme düşünceleridir.

-“Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'la berâberliği fazla olanlardan Hz. Câbir
(radıyallahu anh)'in de tek bir hadîs için Mısır'a kadar gitmesi
meşhurdur. Sâd İbnu'l-Müseyyib gibi Tâbiînden olan büyüklerin de tek bir
hadîs için günler geceler boyu devam eden meşakkatli seyahatler
yaptıkları, bir hadîs dinleme fırsatı elde edebilmek için hadîs bilen
büyüklere "hizmetçilik" ettikleri rivâyetler arasında mevcuttur.

Selef
âlimlerinin, sâdece "tek bir hadîs" değil, yerine göre bir "kelime" ve
hattâ tek bir "harf" için bile meşakkatli seyahatleri göze aldıkları
bilinmektedir. Sünnet'e hizmet aşkıyla yola düşen öyle âlimlerimiz
olmuştur ki uzun yıllar gurbette kalmış, Mâverâünnehr, Bahreyn, Mısır,
Remle, Tarsus, Hicaz, Yemen gibi ilim merkezlerini yaya dolaşmış, aç
kalmış, susuz kalmış, üzerindeki elbiselerini satacak kadar maddî
sıkıntılar çekmiş, eşkiyalarca yağmalanmış... ama şevkinden bir şey
kaybetmemiştir. İslâm medeniyetinin mimarları Sünnet'e bu nazarla
baktılar. “[8]



*Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumu:


Maide suresinin 38. ayetinde geçen "Elin Kat'ı" deyimini tefsir etmek
için Yusuf suresinin 31 ve 50. ayetlerini tercih ediyor Yaşar Nuri
Öztürk. Ve bu ayetlere dayanarak şöyle diyor: "Maide 38'deki el kesmenin
anlamı, hırsızın elinin bir şekilde kanatılıp hırsızlığına tanık olacak
biçimde işaretlenmesidir."[9]



*Tefsir:Allah benim gibi düşünüyor veya ben Allah gibi düşünüyorum!!!

Bazen
kendi kendime soruyorum.Böyle bir şeye radyo ve televizyonda devam
etsem mi.16 yıldır radyo sohbeti yapmama rağmen,muradı ilahinin ne
olduğu konusunda ne kadar isabet edeceğiz?Düşünmek gerek.Allahu A’lem
bissevab.



*İbni Mesud bunu ifade etmiştir; "Kur'an kıyamete kadar anlaşıl­maya devam edecektir."

Kur’an hakkında anlatılacak olan son değildir.sadece benimki demek de değildir.





*”Bilinen ilk Türkçe Kur’an meali Samanoğulları lideri Mansur bin Nuh’un döneminde yapılmıştır.”

…Türkçe tefsir ve meal geleneği Tanzimatla başlamış ve Farsçadan
Türkçeye çeviri ile başlamış ve ilk olarak Elmalı tefsiri 1935-39
yıllarında basılmıştır.[10]



*"İbn Vehhâb, ‘bir kimse
Peygamber'e tevessül ederse kâfir olur’, der. Kardeşi Şeyh Süleyman İbn
Abdilvehhâb, âlim bir adamdı. Birgün kardeşine sordu: “Erkân-i İslâm
kaçtır?” O da, “beştir”, cevabını verdi. O da, “sen bunlara altıncısını
ilâve ediyorsun, sana tâbi olmayı din erkânından sayıyorsun”, dedi. Bir
diğeri ona “İslâm'ın şartı müslümanları tekfir etmek değildir”,
demişti.”[11]



*Bayındır,Aslında Kur’an-ı Kur’an-la yorumladığını söylese de yine de ayrı olarak yorumlamaktadır.Şefaat konusu gibi.



*
Bayındır,Kendisi için sorulan;Vehhabi misin?,sorusuna,bu konuda bir çok
vehhabi kaynağı eser aldığını ancak okuyamayıp arkadaşının okuduktan
sonraki tahlilde görüşlerinin % 10-15 civarında uyduğunu söylemektedir.



*Rasulullahın
sevgisi öyle bir sevgidir ki,ihlaslı,samimi olup kesinlikle şirke mecal
bırakmaz.Hayatında kendisinin o üstün özelliklerine rağmen Allah
denilmemiş,Hz.Aliye denilmiş,ona ilahlık isnadında bulunulmamış.O Hz.İsa
gibi de değildir.Ona olan sevgi arttıkça o sevgi kişiyi doğrudan Allaha
götürür ve Allah sevgisini arttırır.



*Her şeyin ifrat ve tefriti mezmumdur..her türlü ifrat insanı helakete ve de zarar götürür..aksi maksadıyla tokat yer.

Ancak bir muhabbet varki,Allahın resulü Muhammed Aleyhis selatu vesselama yapılan muhabbetin ifratı da tefrittir.

-Rabbım affetsin-O zat bize yakın ve de bizden olduğu içindir ki,Allaha
muhabbetten önce gelir.Onu sevmeyen Allahı da sevmez ve de sevemez…

O ne kadar sevilirse,Allaha olan muhabbet de o nisbette artar.

O’nu seven her şeyi de sever.

Her şey O’na muhabbetten geçer.

İlahi sevgiye hiçbir zaman gölge olmaz.

Bayındır,-n bu noktada Peygamber Efendimizi normal gösterip,diğer
insanlarla eşdeğerde değerlendirmesi,değer ölçüsünün değersizliğini
gösterir.





*Resulullah (asm.) birgün sahabelerine:
“Ah
keşke bana doğru, havuza gelen kardeşlerimi bir görsem de, içlerinde
şerbetler olan kaselerle onları karşılasam. Cennet’e girmeden önce,
onlara (Kevser) havuzumdan içirsem.”

Bu sözleri üzerine ona denildi ki:
“Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz?”

O şöyle cevap verdi:
“Sizler
benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). Benim kardeşlerim de beni
görmedikleri halde bana inananlardır. Mutlaka ben Rabbimden sizinle ve
beni görmeden iman edenlerle gözlerimi aydınlatmasını istedim”

Bir başka benzer hadis-i şerifte de şöyle buyurur:
“Mutlaka kardeşlerime kavuşmamı arzuladım.” (Bunun üzerine kendisini dinleyenler) şöyle dediler:
“Biz senin kardeşlerin değil miyiz?”

O şöyle cevap verdi:
“Sizler benim ashabım ve kardeşlerimsiniz. Benden sonra da beni görmedikleri halde bana inanan bir topluluk gelecektir”.

Bir zaman geçtikten sonra da şöyle buyurdu:
“Ey
Ebû Bekir, senin beni sevdiğini duyduklarından dolayı seni seven bir
kavmi sevmek istemez misin? Sen de Allah’ın kendilerini sevdiği
kimseleri sev.” buyurdu.



*Rasulullah kâinatın ön-sözü ve
son sözüdür.Söz onunla başlar ve onunla biter.Onsuz söz başlamaz ve de
bitmez.Söz onunladır ve ondadır.Söz odur..söz ondadır..ses onunladır…





*Bayındır ve diğerleri Hakkındaki tenkidler:[12]



*İnsanın
cennetten çıkarılışındaki cennetin dünya bahçesinin olduğu
yorumu,tekellüflü bir yorumdur.Zira Âyette ‘İniniz’ifadesi yüksek bir
yerden inmeyi ifade etmektedir.Dünya kelimesinin de aşağı ve alçak
anlamına olması,cennetin bu dünya olmadığını göstermektedir.

Birde
kıyamet vakti bu yer başka bir yere tebdil edilirken,cennet burada
nasıl kurulacaktır.Ve de cennetin el’an mevcut olması onun bu dünyada
olmadığının da bir göstergesidir.Cennet imtihan yeri değildir,dünya ise
bir imtihan yeridir.

Eğer dünya olmuş olsaydı,Şeytanın onları cennetten çıkarma uyarısı neden gerekli olmuş olsun ki,zaten dünyadalar!



*”Sayın
Öztürk’ün hocam diye takdim ettiği Sayın profesör Hüseyin Atay: Ceviz
Kabuğu programında ve Sayın Öztürk’ün yanında; “Akıl Kur’an’dan
üstündür” iddiasında bulunurken birisi çıkıp da: Allah, (c.c.) Tevbe
sûre’sinin 28. ayetinde: “ Ey iman edenler! Müşrikler ( Allah’a ortak
koşanlar) necistir (pistir.) Bu yüzden bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a
yaklaşmasınlar…” buyurmaktadır. Nasıl oluyor da, bu müşriklerin
kafirlerin, canilerin, teröristlerin, zanilerin, ateistlerin uyuşturucu
tutkunlarının akılları Kur’an’dan üstün oluyor? demediler. Kaldı ki;
Kur’an kelamullah’tır, Allah kelamıdır, Allah’ın sözüdür. Kadimdir,
ezelidir, ebedidir, hiçbir akıl ondan üstün olamaz.
………..Zaten
bunların dışında Edip Yüksel gibi: Hz. Peygamber (s.a.s.) kitab’ı
getirmiş görevi bitmiş diyorlar. Hatta Tv Kanal 6 da Ceviz Kabuğu
programına; telefonla iştirak eden bir konuşmacı sayın Öztürk’e hitaben:
“ Ne diyorsunuz! Resulullah’ı bir müvezzi’ye (postacıya)mı
benzetiyorsunuz?” demişti de sayın Öztürk de: “ Ne diyorsun Kur’an’a
müvezzi (postacı)olmak az bir şeymi?” demişti. Aynı konuşmaya Metin
Yüksel de Amerika’dan telefonla iştirak etmiş: “hocam artık reformu
başlatalım.” demiş sayın Öztürk ise, tebessümlü bir sukutla cevap
vermişti…”KUR’AN’DAKİ ASIL İSLÂM BU-YAŞAR NURİ ÖZTÜRK’e CEVAP-1-M.Avni
(Avnullah) ÖZMANSUR)
(…Y.Nuri Öztürk ve Süleyman Ateş-in
reenkarnasyona inandıkları ve bunun yanlışlığı eserde
anlatılır.(Kur’andaki İslam-Y.N.Öztürk- adlı eserYazar Süleyman ateş
için:” ayetlerde yanlış ve sapık yorumları çoktur..”der.(age)
*”Hayrettin
Karaman Kanal 7’de, Sayın Ahmet Hakan ile yaptığı bir programda;
izleyicilerden biri telefonla –“Hocam insanlar cinlerle ilişki kurabilir
mi? diye sormuş, hoca efendi de, “Hayır katiyen böyle bir şey olamaz.
Ne Kur’ân-da, ne de hadiste böyle bir şey yoktur.” demişti.

Birkaç
gün sonra Sayın Karaman hoca efendiye telefonla ulaştığımda, “bu
verilen cevabın doğru olmadığını söyleyerek ilgili ayetleri
bildirdiğimde; biz onu öyle anlamıyoruz, bazı müfessirler de öyle
anlamamışlardır.” demişti.

Tabi Kur’an ve hadisi şerifler söz
konusu olunca: Var olana yok demek, yahut yok olana var demek, büyük
sorumluluk yükleyeceğinden, çok sevdiğimiz hoca efendinin bu görüşünün
doğru olmadığını izah etmek durumunda kaldık. Çünkü bu görüşün
yanlışlığı o kadar bariz ve açık ki, bunun inkârı mümkün değil. Önce
ayetleri görelim:”Diyerek Avnullah Özmansur-KUR’AN’DAKİ ASIL İSLÂM BU!-
İKİNCİ KİTAP ve aynı kitapta şu isimlerin yanlışlarına da cevaplar
verilmektedir.

Prof. Yaşar Nuri ÖZTÜRK-prof. Hüseyin ATAY-prof.
Süleyman ATEŞ-Edip YÜKSEL-prof. Zekeriya BEYAZ-prof. Hüseyin
HATEMİ-Kezban HATEMİ-prof. Hayrettin KARAMAN-İskender EVRENESOĞLU-prof.
Bayraktar BAYRAKLI vb.’lere Cevap …

*Problemli ilahiyatçılar,ilahiyatın problemleridirler.Mesela:

1-Abdestsiz
Kur’anın ele alınır,ifadesindeki tutarsızlık.Sebeb olarak insanların
faydalanmasının gerekçe olarak gösterilmesi.Almasın diyen;ta ki gitsin
abdest almış olsun,böylece nur üstüne nur olsun.

2-Kadınların cumaya gitmesi veya kıldırması.

3-Faiz konusu,yüzdesi az olanlarda cevaz verilmesi.

4-Telfik.

4-Dar-ı harb.Delil olarak Rasulullahın darı İslam olmayan Kubada Cuma namazını kıldırması.



MEHMET ÖZÇELİK

www.tesbitler.com





--------------------------------------------------------------------------------

[1] http://www.avnullahozmansur.com/index.php/eserleri/kurandaki-asl-slam-bu-2.html

[2] Ebu Davud, Sünen: 5, Tirmizi, İlim: 10.

[3] Doç. Dr. M. Ali Büyükkara, İhvan'dan Cüheyman'a Suudi Arabistan ve Vehhabilik, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2004.

[4]
Prof. Dr. Erman Artun, 19. Yüzyıl Osmanlı Dönemi Ortadoğu’nun Sosyal
Tarihine Bir Kaynak : Aşık Esrari’nin Vehhabi Destanı. (Çukurova
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.)

[5] Doç. Dr. Zekeriya Kurşun, Tarih ve Medeniyet, Sayı 30.

[6] http://darussunne.noadforum.org/viewtopic.php?f=1&t=277

[7] http://inkisaf.net/sayi-05/muhammed-abduh-orneginde-yeni-selefilik-ve-tasavvuf.aspx#more-302

[8] Hadis meseleleri.i.canan.

[9] İslam Nasıl Yozlaştırıldı? s.196.

[10] Bak.Kur’an Yolu.Heyet.1/9.

[11] Bkz. Yusuf Ziya Yörukan, "Vehhâbilik", İFD., 1953-1/61-63.

[12] http://nedir.antoloji.com/abdulaziz-bayindir/


_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
ABDULAZİZ BAYINDIR’IN TUTARSIZLIĞI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Abdülazîz Bayındır açmazları
» Abdülaziz Bayındır-imsak 45 dakika erken e DİYANETTEN CEVAP
» Abdulaziz BAYINDIR'a Cevabı Sert Değil Yine İLMİ Oldu
» aBDULAZİZ bayındırın iddiaları ve cevabları
» sünnet düşmanlarına Ömer b.Abdulaziz'in Cevabı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: YENİ VE EN SON :: Soru --Cevaplar-Tartışmalı Konular-
Buraya geçin: