KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

  İBNİ SEBE VE FAALİYETLERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6111
Rep Gücü : 14922
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

 İBNİ SEBE VE FAALİYETLERİ    Empty
MesajKonu: İBNİ SEBE VE FAALİYETLERİ     İBNİ SEBE VE FAALİYETLERİ    Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 5:30 am

YAHUDİ MÜNAFIK İBNİ SEBE VE FAALİYETLERİ


Hz.Peygamber (SAV)`in zamanında
İslâmiyet; Mekke, Medine, Hicaz ve civar bölgelerde mutlak hâkimiyetini
kurdu. Artık cehalet ve zulmet devri, yerini saadet ve nûr devrine
bırakmıştı.

Hz.Ebûbekir ve Hz.Ömer (R A)
devirlerinde kısa zaman içerisinde yapılan emsalsiz fütuhatlarla Suriye,
Mısır, Irak ve İran`ın fethine muvaffak olundu.

Bu harikulade inkişaf, İslâm düşmanlarının, bilhassa Yahudilerin[1] hased ve kinlerini kabarttı.

[NOT: M.S.
70 yıllarında Romalıların Yahudileri Filistin`den uzaklaştırmasından
sonra Yahudiler, kabile kabile Arabistan, Hicaz ve Yemen`e yerleşmişler
ve buraları İkinci "Arz-ı Mev`ud"(=Vaad edilmiş topraklar)
saymışlardı. Kısa zamanda buraların servet, mülk ve arazilerini ellerine
geçirmişler, bir taraftan Musevîliği yaymaya çalışırken, diğer taraftan
da halkı alabildiğine sömürmüşlerdi. Bir ara Yemen Hükümdarı Musevîliği
kabul edince, Yahudiler Yemen`de ağırlıklarını hissettirmeye
başlamışlardı. Fakat, İslâmiyetin doğuşu ve hızla yayılması onları
endişeye sevk etmişti. Nitekim Hicaz ve civarında İslâmiyetin
yayılmasıyla yenilmiş ve aşağılanmış olarak oralardan sökülüp
atılmışlardı. Mekke ve Medine`deki Yahudilerin Müslümanlar karşısında
uğradıkları bu mağlûbiyet, Yemen Yahudilerini son derece rencide etmişti]


Yahudiler tarih boyunca nifak ve ihtilâf
çıkarmada ve Müslümanları bölüp parçalamada maharet kesbetmiş hileci bir
millettir. İlâhî iradeye her devirde karşı çıkmış, kendi
peygamberlerini katletmekten çekinmemişlerdir. Bunlar her çeşit ihtilâlı
tezgâhlayan ve bütün ifsat komitelerini sevk ve idare eden, beşerin
huzur, ahlâk ve itikadını bozmayı baş gaye edinen muzır bir millettir.
Münafıklık ve riyakârlıkta hiçbir kavim bunlara ulaşamamıştır.

Bir ayette meâlen şöyle buyrulur:

“(Ey
Muhammed!) İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin
Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların
iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da Hıristiyanlar olduğunu
görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar
büyüklük de taslamazlar.
[ Maide Suresi 5/82 ]

Bunlara, "insanlık âleminin nefs-i emmâresi" denilse yeridir. Kuran’ın: “İşte üzerlerine zillet ve yoksulluk damgası vuruldu”[ Bakara Suresi 2/61 ] âyetiyle Yahudiler, kıyamete kadar üzerlerinden silip atamayacakları bir zillet ve meskenet damgasını yemişlerdir.

Yahudiler, İslâmiyet’in kısa zamanda
gösterdiği büyük inkişaf karşısında dehşete kapılıyor ve beyinleri
çatlayacak gibi oluyordu. Üstelik birçok Yahudi cemaatlerinin İslâm`a
girişi de onları büsbütün çıldırtıyordu. İslâmiyet’in bu hızlı ve parlak
yayılışı mutlaka durdurulmalıydı. Bu gidişle İslâmiyet bütün dünyaya
yayılacak ve Yahudilik yeryüzünden silinip gidecekti. Birkaç bin senelik
Yahudi varlığı artık son bulmuş olacaktı.

Yahudiler vaktiyle, yani İslâmiyet’ten 6,5 asır önce de Hıristiyanlığın ortaya çıkması ile böyle bir yok oluş tehlikesi geçirmişlerdi.
Önce, Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak için büyük gayret göstermişler,
daha sonra bu yeni dinin mensuplarını kaba kuvvetle yenemeyeceklerini
anlayınca hile ve desise yoluna başvurmuşlardı. Şöyle ki:

Hıristiyanlığın esas temellerini yıkarak
onun yerine kendi uydurma hurafelerini ikame etmek üzere âlim ve
filozof bir Yahudi olan Saul`usahneye çıkardılar. Bu zeki Yahudi beyi, güya Hıristiyanlığı kabul ederek Pavlos ismini
aldı ve kiliseye çekilerek uzun müddet inziva hayatı yaşadı. Hıristiyan
dininin gereklerini harfiyyen yerine getiriyor ve gitgide halkın
itimadını kazanıyordu. Sonunda Hıristiyanların hüsn-ü zannına o derece
mazhar oldu ki, kendisine bir havari gibi hürmet etmeye başladılar.
Pavlos, bu hüsni zannı, Hıristiyanlığı bozmakta çok dessas bir şekilde
kullanmasını bildi. Hz.İsa (AS) ile görüştüğüne ve O`ndan talimat
aldığına halkı inandırmayı başardı. Kesif ve plânlı gayretleri sonunda,
Hıristiyanların hem itikad, hem de ibadetlerini hakikatten saptırmaya ve
birtakım bâtıl mezhep ve fırkaları ortaya çıkarmaya muvaffak oldu.[ Ziyaeddin Gümüşhanevî, Netaic-i i’tikadiye, s. 86 ]

Artık tevhid`inyerini teslis almış, yani Hıristiyanlar bir tek Ma`bûd`a bedel, Hz.İsa ve Hz.Meryem`e de ulûhiyet isnat etmeye başlamışlardı.

Fakat, Yahudilerin İslâmiyetin hızla
yayılışı karşısında maruz kaldıkları tehlike, eskisinden çok daha
büyüktü. Yahudilerin bu yeni dine mukavemetleri imkânsızdı. Çünkü,
İslâmiyetin gelişme istidadı fevkalâde idi. Zira, İslâm dini akla,
mantığa muvafık olduğundan kalplere tesir ediyor; sadece Yemen
Yahudilerinin değil, bütün İsrâiloğullarının, doğup yükselmekte olan bu
İslâm güneşi karşısında eriyecekleri muhakkak görünüyordu. Öyle ise, ne
pahasına olursa olsun buna mani olunmalıydı.

Vaktiyle, Hıristiyanlara karşı
tezgâhlanan oyunun, şimdi Müslümanlara karşı oynanması lâzımdı. Uzun
müzakerelerde bulundular ve sonunda Medine`de İbn-i Sebe`yi sahneye
çıkardılar.

Abdullah ibn-i Sebe hahambaşıydı ve büyük
bir komiteciydi. Hz. Osman (ra) zamanında Yemen’den Medine-i
Münevvere’ye gelerek zahiren Müslüman olmuştu, ilk nifak ve ihtilâf
tohumlarını burada atmaya başladı, İslâmiyet’i içinden yıkmak için büyük
gayret gösterdi. Bu Yahudi dönmesinin maksadı, Pavlos’un
Hıristiyanlığa yaptığı gibi, İslâm inanç esaslarını bozarak Müslümanlığı
çığırından çıkarmak ve Müslümanları birer hurâfeci ve hayalperest
haline getirmekti
. Şunu hemen ifâde edelim ki, Yahudilerin
İslam Dini’ne düşmanlıkları Peygamberimizin (sav) doğumu ile başlamıştı.
Onlar,Tevrat’tan öğrendikleri bilgilerle Âhirzaman
Peygamberi’nin gelişini bekliyorlar, fakat onun, kendi milletlerinden
olacağını zannediyorlardı. Zanlarının hilâfına, Âhirzaman Peygamberi
Kureyş’ten gelince, bu hâl onların kin ve hasedini galeyana getirdi.
Bütün gayretlerine rağmen, gerek Resûlullah Efendimiz’in (sav)
hayatında, gerekse Hz.Ebûbekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) devirlerinde
Müslümanlar arasında en ufak bir fitne sokmaya muvaffak olamadılar. Hz.
Osman (ra) devrinin sonlarına doğru ellerine bazı fırsatlar geçti. İbn-i
Sebe de bu fırsatları en iyi bir şekilde değerlendirmeyi başardı.

İbn-i Sebe, tahribat programını başlıca iki esas üzerine bina etti.

1- İlk olarak, Müslümanlar arasında ihtilâf çıkarmakla, İslâm`ın gelişmesine engel olacak;

2- İkinci etapta İslâmî inanç ve itikada hurafeler katarak, onlar arasına, kıyamete kadar sürecek bir fikir ayrılığı sokacaktı.

Bu iki hedefin tahakkuku için komiteler
kuracak ve onlar vasıtasıyla Müslümanlar arasındaki birlik ruhunu,
muhabbet, uhuvvet gibi manevî rabıtaları zayıflatarak ortadan kaldırmak
üzere yoğun faaliyet gösterecekti. Her bir ifsat merhalesinin arkasından
hemen durum değerlendirmesi yapılacak, plânlanan hedeflerle alınan
neticeler kontrol edilecek, değişen ve gelişen şartlar altında yeni
hedeflerin tahakkuku için yeni plânlar yapılacak ve tatbik sahasına
sokulacaktı.

İbn-i Sebe ve arkadaşları halkın
üzerinde olumlu bir etki oluşturabilmek için samimi bir Müslüman,
Allah’tan korkan bir mü`min kılığına girme kararı aldılar. Bu safhada,
İbn-i Sebe, rolünü mükemmel bir biçimde oynamayı başardı. Sabah
namazlarında herkesten önce mescide gidiyor, yatsıda herkesten sonra
mescidi terk ediyordu. Çokça namaz kılıyor, çoğu günler oruç tutuyor ve
daima zikirle meşgul oluyordu. Gittiği her yerde çekici ve câzib
konuşmalar yapıyor ve kendisini İslâm`ın en samimi ve sâdık bir fedaisi
gibi gösteriyordu. Sahâbelerle, bilhassa Hz.Ali ile bol bol sohbet
ediyor, onlara güven telkin ediyordu. Bir taraftan fazilet ve takvâsını
halka gösterirken, diğer taraftan da etrafıyla uyum sağlayamayan gayr-i
memnun kimseleri buluyor ve onlarla gizliden gizliye diyalog kuruyordu.
Bu tiplerin bir kısmını makam ve mevki hırsından, bir kısmını şahsî garazdan, bir diğer kısmını da soy-sop üstünlüğü damarından yakalayıp kendine bağlıyor ve onları birer problem insan haline getiriyordu.

Daha sonra, faaliyetlerini Medine dışına
taşırmaya ve daha önce buralara göndermiş olduğu adamlarıyla temaslar
kurup halkı hilâfet aleyhinde kışkırtmaya karar verdi. O günkü toplumsal
bünye de, maalesef, bu yıkıcı fikirlerin yayılmasına oldukça uygundu.
Devlet aleyhinde istismar edilebilecek hususlar vardı:

a)-Bunlardan birisi Haşimilik - Emevilik rekabetiydi. (Etnik Köken)

Devlet
adamlarının çoğunluğunun Emevîlerden olması, Haşimîler için bir
huzursuzluk kaynağı, dolayısıyla da önemli bir kışkırtma unsuruydu.

b)-İstismar edilebilecek bir diğer husus da; devlet işlerinde Ensâr`dan çok, Muhâcirlerin vazife almış olmasıydı. (Rant Kavgası)

İbn-i Sebe, bu ve benzeri bütün
fırsatları değerlendirmek üzere seyahate çıktı. Önce Basra`ya gitti.
Burada daha önce yerleştirdiği komitacıları vasıtasıyla devletten memnun olmayan kişilerle temaslar kurdu.
Yaptığı faaliyetler, Vali Abdullah bin Amr`ın dikkatini çekince Küfe`ye
geçti. Burada da bir kısım halkın idare aleyhinde olması, İbn-i
Sebe`nin işini daha da kolaylaştırdı ve kısa zamanda komitacılarını
gerekli biçimde organize ederek Şam yolunu tuttu. Şam`da aradığını
bulamadı. Zira, devlet işleri yolundaydı ve istismar edebileceği fazla
bir mevzu yoktu. Buradan Mısır`a gitti. Aradığı şartları maalesef burada
fazlasıyla buldu. Çünkü değişik sebeplerle devlet idarecileri aleyhinde
bulunan çeşitli gruplar, burada toplanmışlardı. İbn-i Sebe dağınık
halde bulunan bu grupları büyük gayretler sonunda bir çatı altında
toplayarak, onları Hz.Osman`a (R.A) karşı harekete hazır hale getirdi.

Bu merhaleden sonra, Hz.Osman (R.A)
aleyhinde tanzim ettiği bir dizi iftira listesini diğer İslâm
vilâyetlerindeki adamlarına göndererek Halife`ye karşı bir kıyam
hareketi başlatmak üzere yeni ve yoğun bir faaliyetin içine girdi ve
adamlarına şu talimatı verdi: "İşe, bütün devlet erkânını
kötülemekle başlayın. Kendinizi de `emr-i bi`l-ma`rûf ve nehy-i
ani`l-münker` ile meşgul gösterin. Halkın hürmet ve muhabbetini
kazanın."


Kendisi de çeşitli vilâyetlere ve
bilhassa Basra ve Kûfe`ye sürekli olarak mektuplar gönderiyordu. Bu
mektuplarda idari ve siyasî meseleler, yalan ve iftiralarla abartılıyor,
Hz.Osman ve valilerinin halka zulüm ve gadrettiği ve bütün vilâyetlerin
müthiş bir kargaşa içinde bulunduğu imajı veriliyordu. Maksat, Medine
dışındaki diğer bölgelerin İslâmî çizgiden gittikçe uzaklaştığı,
anarşinin bütün İslâm beldelerinde yaygınlık kazandığı kanaatini halka
telkin etmek, halifenin bu meselelere karşı ilgisiz ve çaresiz kaldığını
zihinlere yerleştirmekti.

Fitne ve fesat haberleri Medine`ye
ulaşınca Hz.Osman (R.A), Hz.Ali`nin de yardımıyla, durumun araştırılması
için çeşitli vilâyetlere güvenilir ve itibarlı heyetler gönderdi. Bu
heyetler, durumun propaganda edildiği gibi olmadığım, aksine bütün
ülkede huzur ve sükûnun hâkim olduğunu müşahede ederek raporlarında
belirttiler. Hz.Osman (R.A), heyetlerin bu raporları ile de iktifa
etmedi ve bütün valileri istişare için Medine`ye çağırdı. Onlarla
müşaverede bulundu. Gerçekten ortada önemli bir problem yoktu. Yine de
tedbir olarak valileri, halka iyi muamele etmeleri yolunda ikaz etti.
Ancak fitne durmuyordu. Çünkü, düşman gizli ve sinsi idi ve çok plânlı
çalışıyordu. Ortada, üzerine yürünülebilecek açık bir cephe mevcut
değildi. Halk, her gün biraz daha fitnenin içine itiliyordu.

İbn-i Sebe, bu çalkantılar sırasında, Şiîliğin ilk çekirdeği olan Sebeiyye mezhebini kurdu.
[ [Prof. Muhammed Ebû Zehra, Mezhebler Tarihi, s. 39].

Böylece, tasarladığı haince plânını
gerçekleştirmede büyük bir adım atmış oluyordu. Bu mezheb, istikbalde
İslâm`ı parçalayacak fırkaların temelini teşkil edecekti.

İbn-i Sebe, Mısır`da kurmuş olduğu bu
mezhebine yeterince taraftar buldu ve onları Hz.Osman (R.A) aleyhine tam
manasıyla şartlandırdı. Şimdi sıra yeni bir halife adayı tespit ederek Hz.Osman`ı (R.A) katletmeye gelmişti. Bu noktada şöyle bir plânla işe başladı:

"Hz.Osman
kusurlu ve hatalı bir insandı. O`nun yerine gelecek kimse de hatalı bir
insan olursa problemlere çözüm getirilemez; zulmün, haksızlığın önü
alınamazdı. O halde en mühim mes`ele, O`nun yerine gelecek kişinin
hatadan salim, masum bir insan olmasıydı. Bu masum insan ise,
çocukluğundan beri Hz.Peygamber`in (SAV) gözetimi altında yetişen, O`nun
terbiyesiyle olgunlaşan ve O`nun ilmine ve kemaline vâris olan
Hz.Ali`den başkası olamazdı. Her peygamberin bir veziri olduğu gibi,
Hz.Ali de Hz.Peygamber`in veziriydi Hz.Ebûbekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman,
O`nun bu veraset hakkını gasbetmişlerdi..."


İbn-i Sebe bu dâvasını kuvvetlendirmek
için, Hz.Ali`yi (RA) eski masal kahramanları gibi gösteriyor, birtakım
hurafe ve hikâyelerle O`nun, insanüstü bir varlık olduğunu telkin ederek
etrafındaki insanları gitgide birer Hz.Ali meczubu haline getiriyordu.

İbn-i Sebe, plânlarını merhale merhale
icra sahasına koymaktaydı. Şimdi sıra güya Hz.Ali`nin (R.A) hakkını
almaya gelmişti. Bunun için de şu telkin metodunu uyguladı:

Her peygamberin bir vasisi vardır. Hz.Peygamber (SAV) de Hz.Ali`yi
(R.A) vasi tayin etmiştir. Hz.Peygamber`in bu vasiyetini yerine
getirmemek kadar büyük bir cinayet olamaz. Hem Hz.Peygamber (S.A.V),
Hz.İsa gibi tekrar yeryüzüne geri gelecek ve `niçin vasiyetimi yerine
getirmediniz` diye bizden hesap soracaktır. O zaman hepimiz mahcup
olacak ve hüsrana uğrayacağız...

[ İbn-i
Sebe Hıristiyanlıktaki ricat fikrini taraftarlarına kabul ettirerek
onları galeyana getirmeyi başarmıştı.İbn-i Sebe, halka, "Hz. İsa’nın
geri döneceğine inandığınız halde, neden Hz.Peygamber’in (sav) tekrar
geri döneceğine inanmıyorsunuz? Halbuki, şu âyet-i kerîme Hz.
Peygamber’in (sav) tekrar geri döneceğini bize bildirmektedir: “Herhalde
O Kur’ân’ı senin üzerine farz kılan (Allah), seni (tekrar) dönülecek
yere döndürecektir.”
ibn-i Sebe, yukarıdaki âyeti kendi fikrine
delil getiriyor ve Hz. Peygamber’in(sav) geri gelmeye Hz. İsa (as)’dan
daha fazla hak sahibi olduğunu telkin ederek halkı ifsat
ediyordu.Halbuki, bu âyet-i kerîmenin mânâsı İbn-i Sebe’nin iddia ettiği
gibi değildir. Bu âyet-i kerîme, Hicret sırasında nazil olmuştu.
Resûlullah (sav), Mekke’den hicretinde, el-Cuhfe denilen yere geldiği
zaman, doğup büyüdüğü Mekke’den ayrılışın ızdırabını duyarak kederlenmiş
ve Cenâb-ı Hak, Resûl-i Edîb’ini (sav) teskin ve teselli için bu âyeti
indirmiş ve onun tekrar Mekke’ye döneceğini haber vermişti.
]

Bu gibi telkinlerle, çevresindeki
insanların his ve heyecanlarını, arzu ettiği noktaya getirince Medine`yi
basıp Hz.Osman`ı (R.A) öldürmeye karar verdi. İbn-i Sebe, hacca
gidiyormuş gibi yaparak harekete geçirdiği adamlarını Medine yakınındaki
Merve`de topladı. İlk fırsatta Medine`ye girecekler ve Hz.Osman`ı
öldürmek için çareler arayacaklardı.

Katlin, Haşimîler tarafından yapıldığı
intibaını vermek için de Mısırlılar Hz.Ali`nin (R.A) etrafında
toplanacaklar ve güya Hz.Ali`nin (R.A) hakkını müdafaa edeceklerdi. Tâ
ki, Emevîlerle Haşimîler karşı karşıya gelsinler ve böylece dahilî
savaşlar başlasındı.

İbn-i Sebe, daha önce Basra, Mısır ve
Küfe gibi merkezlerdeki adamlarına Hz.Âişe, Hz.Ali, Hz.Talha ve
Hz.Zübeyr`in (R.A) imzalarıyla uydurma mektuplar göndermiş ve onlardan
güya Hz.Osman`ın hilâfetten uzaklaştırılmasını istemişti. İbn-i Sebe`nin
komitecileri bu mektuplarla birçok insanları ifsat ettiler. Böylece
kuvvetlendiler ve yola çıkarak İbn-i Sebe`nin grubuna Medine
yakınlarında iltihak ettiler. Bu yeni kuvvetlerle İbn-i Sebe`nin
eşkıyaları üç bin civarına erişmiş oluyordu.

Mısırlılar Hz.Ali`ye, Basralılar Hz.Talha`ya ve Kûfeliler de Hz.Zübeyr`e başvurarak: "Mektuplarınızı okuduk; Osman`ı hal` edip ümmeti salâha çıkarmak ve sizi devletin başına getirmek istiyoruz," dediler.
Onlar da, kendileri tarafından böyle bir mektubun yazılmadığını, işin
içinde bir nifak olduğunu söyleyerek hemen memleketlerine dönmelerini
tavsiye ettiler. İsyancılar bu defa Hz.Osman`ın yanına gittiler. Bunun
üzerine, Hz.Osman, Hz.Ali`nin de yardımıyla, asileri ve bütün
Medinelileri mescidde topladı. Herkesin şikâyetini dinledi. Onlara:
"Şikâyetlerinizi nazara alacağız, hatâ telâkki ettiğiniz meseleleri
tashihe gayret edeceğiz. Müsterih olun..." dedi.
Bu arada asiler, Mısır valisinin azlini istediler. Hz.Osman (RA) "vali
olarak kimi istediklerini" sordu. Onlar da: "Ebûbekir`in oğlu Muhammed`i
isteriz" diye karşılık verdiklerinde, Hz Osman teklifi kabul etti ve
hemen tayin emrini Muhammed`e verdi. Neticede bütün taraflar mutmain
olarak geri dönmeye başladılar. İbn-i Sebe, bu durumdan fazlasıyla
rahatsız oldu. Geri dönmekte olan Mısır kafilelerini tekrar Medine`ye
döndürmek ve saldırgan bir hale getirmek için şeytanî bir plân
hazırladı. Mısır valisine hitaben, Hz.Osman (RA) adına bir mektup yazdı.
Mektuba, Hz.Osman namına sahte bir mühür basıp, fedailerinden birine
vererek kafile arkasından yola çıkardı. O da devesiyle kafileye
yetişerek, plân gereği şüpheli hareketlerle nazar-ı dikkati kendisine
çekti. Neticede kafiledekiler bu adamdan şüphelenerek onu yakaladılar ve
mektubu ele geçirdiler. Zaten onun istediği de bu idi.

Mektupta Mısır valisine hitaben, "Bu
âsiler geldiği zaman elebaşlarını öldür ve gerisini de hapset," diye
emredilmişti. Bu mektubu dinleyen saldırganlar birden şoke oldular ve
yeniden galeyana gelerek tekrar Medine`yi bastılar. Hz.Ali, Hz.Zübeyr ve
Hz.Talha`nm hâdiseyi yatıştırma gayretlerine rağmen sonunda Hz.Osman`ın
evini bastılar ve kendisini Kur`an okurken şehid ettiler.

Hz.Osman`ın katili Yemenli bir Yahudi olan el-Gafikî idi. Hz.Osman`ın şehadetiyle İbn-i Sebe, dâ vasında büyük bir merhale kat`etmiş oluyordu. Artık
nifak tohumları meyvelerini vermeye başlamıştı. Bu elîm hâdise
Müslümanların İslâm dinini başka ülkelere ulaştırmalarına engel oldu. İslâm`ın fütuhat ve tebliğ devri kapandı, bir duraklama ve keşmekeş devri başladı.

Bu merhaleden sonra İbn-i Sebe, Haşimîlerle Emevîleri karşı karşıya getirmek için yeni bir plân hazırladı.
Hz.Osman (RA) Emevî, Hz.Ali (RA) ise Haşimî olduğu için, Hz.Osman`ı,
Hz.Ali`nin öldürttüğünü ve O`nun yerine geçmek istediğini etrafa gizlice
yayarak Emevileri tahrik etti. İbn-i Sebe, bir taraftan Hz.Ali`ye bu
çirkin iftirayı yaparken, diğer taraftan O`nun halife olması için açıkça
gayret gösteriyor, böylece halkın bu iftiraya kanmasını sağlamaya
çalışıyordu.

Bu maksatla, Mısır`dan gelen kafileden, Yahudi asıllı İbn-i Meymun başkanlığında bir heyet seçerek Hz.Ali`nin (RA) huzuruna gönderdi. Heyet Hz.Ali`ye:

"Malûmunuz olduğu üzere, bu
ümmet başsız kalmıştır. Halifeliğe de en lâyık sizsiniz. Sizden bu
vazifeyi deruhte etmenizi istiyoruz," dediler. Hz.Ali (RA) bu teklifi
reddederek, onları evinden kovdu.

Hz.Ali`den (RA) böyle bir cevap alınması
üzerine Kûfelilerden bir heyeti Hz.Zübeyr`e ve Basralılardan bir heyeti
de Hz.Talha`ya gönderdi. Hz.Zübeyr ve Hz.Talha da, Hz.Ali gibi bunların
hilâfet tekliflerini reddederek, huzurlarından kovdular.

İbn-i Sebe, onlardan da istediğini elde
edemeyince bu defa saldırganları sevk ve idare eden Yahudi Gafikî`ye şu
talimatı verdi: "Medinelileri mescide toplayınız ve onlara hemen
kendilerine bir halife seçmelerini söyleyiniz. Aksi takdirde hepsini
kılıçla tehdit ediniz..."

Gafikî başkanlığındaki âsiler, bu emir
gereğince Medinelileri mescide toplayarak onlara: "En kısa zamanda
kendinize bir reis seçiniz. Şayet siz bugün bu vazifeyi yapmazsanız,
Ali, Zübeyr ve Talha da dahil olmak üzere hepinizi kılıçtan
geçireceğiz," dediler.

Bu tehdidi dinleyen Medine halkı,
Hz.Ali`nin (RA) huzuruna çıkarak, O`ndan halifeliği kabul etmesini
istirham ettiler. Hz.Ali de bu karışık durumu göz önünde bulundurarak
vazifeyi, hiç istemediği halde, kabûle mecbur oldu.

Az zaman sonra Hz.Talha ve Hz.Zübeyr
(RA) Hz.Ali`ye (RA) giderek, O`ndan, kitabın hükmünü icra etmesini ve
Hz.Osman`ın katillerinin cezalandırılmasını istediler. Hz.Ali onlara
hitaben: "Haklısınız; fakat devlet henüz asileri tam manâsıyla sindirmiş
değildir. Onun için devletin hâdiselere hâkim olmasını beklemek
gerekir..." dedi.

Hz.Ali (RA), suçluların tek tek
belirlenerek sorguya çekilmelerini ve gerekli cezaya çarptırılmalarını
istiyordu. Hz.Âişe, Hz.Zübeyr ve Hz.Talha (RA) ise, şu fikirdeydiler:
"Fitne büyümüş, devleti hedef almış ve halife şehid edilmiştir. Mes`ele
sadece Hz.Osman`ın katilinin bulunması değildir. Bu fitne hareketine
katılanların çoğunun öldürülmesi gerekir. Bu sebeble, âsiler hemen
cezalandırılmalıdır."

Hz.Ali (RA), ….. Kur`an`ın nassından hareket ile, "Birinin hatasıyla başkasının sorumlu olamayacağı" görüşünü ileri sürerek, onların bu fikrine iştirak etmedi.[ Görüldüğü gibi, Hz. Ali (ra) ile Hz. Talha (ra) ve Hz. Zübeyr (ra) arasındaki ihtilâf,içtihad farkından ileri geliyordu.]

Hz.Zübeyr ve Hz.Talha (RA), Hz.Ali`nin
içtihadını öğrendikten sonra, Hz.Âişe (RA) ile Mekke`de görüştüler ve
âsilerin üzerine yürümek için kuvvet toplamak üzere Basra`ya gitmeye
karar verdiler.

Hz.Âli de (RA), Hz.Âişe, Hz.Talha ve
Hz.Zübeyr`in (RA) Basra`ya gittiklerini haber alınca devletin
bütünlüğünde bir parçalanma, bölünme olmaması için ordusuyla Basra`ya
hareket etti ve Zikar mevkiinde konakladı. Hz.Ali (RA) meselenin sulh yoluyla halledilmesi için Ka`ka isminde bir elçisini Hz.Âişe, Hz.Talha ve Hz.Zübeyr`e (RA) göndererek onlara, tefrikanın fenalığını, birlik ve beraberliğin ehemmiyetini, her şeyin sulh yoluyla daha iyi hallolacağını anlatmasını
istedi. O da bu emir mucibince, Hz.Âişe, Hz.Talha ve Hz.Zübeyr`in
yanına giderek onlara Hz.Ali`nin (RA) görüşlerini: bu yaranın
ilâcının sükûnet olduğunu, sükûnet oluştuktan sonra her tedbirin
alınabileceğini, aksi halde fitne ve fesat çıkacağını, bunun da İslâm`a
ve Müslümanlara getireceği sıkıntının büyük olacağını
izah etti. Onlar: "Eğer Ali bu fikirde ise, aramızda bir görüş ayrılığı kalmamıştır," dediler.

Bu neticeden her iki tarafın mensupları
da memnun oldular. Böylece bir istikrar, bir sükûn, hali hâsıl oldu.
Herkes kendisini emniyet ve huzur içerisinde görerek çadırlarına
çekildiler.

Bu sulhtan, fazlasıyla rahatsız olan
münafık İbn-i Sebe, taraftarlarını toplayarak onlara: "Ne yapıp yapıp
harbi kızıştırmanız ve Müslümanları birbirine düşürüp kırdırmanız lâzım.
Şayet bir netice alamazsak, bütün gayretimiz boşa gider; hedefe
varamamış oluruz," dedi. Ve
savaşı başlatmak üzere yeni bir plân hazırladılar. Sabaha yakın
saatlerde tatbike koyulacak bu yeni plân gereği, İbn-i Sebe kendi
adamlarım Hz.Ali (RA) ile Hz.Zübeyr ve Hz.Talha`mn (RA) çadırlarının
etrafında yerleştirdi. Bunlar daha sonra her iki tarafın çadırlarına
baskında bulundular. Gürültü üzerine uyanan Hz.Zübeyr ve Hz.Talha (RA) "Ne var, ne oluyor?" diye sorduklarında, İbn-i Sebe`nin adamları, "Hz.Ali`nin adamları (Kûfeliler) bize gece baskını yaptı," dediler.

Bu haber üzerine Hz.Talha ve Hz.Zübeyr (RA): "Anlaşıldı, Hz.Ali, harbi kesmekte samimî değilmiş," dediler.

Öte yandan gürültüyü işiten Hz.Ali (RA): "Ne oluyor?" diye sordu. Yine İbn-i Sebe`nin adamları: "Karşı taraf bize gece baskını yaptı. Biz de püskürttük," dediler. Hz.Ali de: "Anlaşıldı. Talha ve Zübeyr bizimle sulh meselesinde mutabık değilmişler," dedi. Böylece on bin kişinin hayatına mâl olan Cemel Vak`ası meydana
geldi. Hz.Talha ve Hz.Zübeyr de bu savaşta şehit düştüler. İbn-i Sebe,
böylece Hz.Osman`ın (RA) katlinden sonra maksadına doğru önemli bir
merhale daha kat`etmiş oluyordu.

Hz.Ali (RA) Cemel Vak`ası`ndan sonra bir
müddet Basra`da kaldı. Daha sonra oradan Kûfe`ye geldi. Müslümanların
büyük bir kısmı, Fas`tan ta Çin hududuna kadar Hz.Ali`ye (RA) bîat
etmişlerdi. Bîat etmeyen, sadece Suriyeli Müslümanlar kalmıştı.

Hz.Ali (RA) Şam Valisi Muâviye`nin ve
dolayısıyla Suriye`nin biatini te`min etmek için, her zaman olduğu gibi
sulh yolunu tercih ederek kendisine Cerir ismindeki bir adamını elçi olarak gönderdi.

İbn-i Sebe, Hz.Ali`nin (RA) meseleyi
sulh yoluyla halletme teşebbüsü üzerine, her zamanki gibi sulh yolunu
tıkamak için, yine harekete geçti. Çünkü, şayet sulh olursa,
Hz.Ali (RA) bundan sonra ilk iş olarak İbn-i Sebe taraftarlarını ele
alacak, suçlular tesbit edilince de akıbetleri çok kötü olacaktı.
Şu
hâlde, iki taraf da bir esas üzere barışacak olurlarsa âsilerin
hezimete uğrayacakları şüphesizdi. Onun için, mutlaka bu sulha mani
olunmalı ve taraflar karşı karşıya getirilmeliydi. İbn-i Sebe ve
arkadaşları hâdiseleri kendi lehlerine çevirecek bir ortamın oluşmasını
bekliyorlardı. Nitekim, hâdiselerin seyri lehlerine cereyan etti. Çünkü,
Muâviye, Hz.Ali`nin (RA) bu teklifini kabul etmemişti. Neticede her iki
taraf da savaş hazırlıklarını tamamlayıp Muharrem ayında Sıffîn`de karşı karşıya geldiler.

Bununla beraber Hz.Ali (RA) ile
Hz.Muâviye (RA) bu ayda savaş yapmamak için bir aylık bir mütareke
yaptılar. Hz.Ali (RA) bu mütarekeyi(=ateşkes) fırsat bilerek,
Hz.Muâviye`ye barış için yeniden heyetler yolladı.

İbn-i Sebe savaşa mani olmak için giden
heyetler içine Hâtemoğlu Adiy ve Sebt gibi adamlarını soktu. Bu adamlar
Hz.Muâviye`yi saldırgan bir dille tehdit etmişler ve O`na karşı, "Siz de
Cemel Vak’ası`nda hezimete uğrayanlardan daha perişan olacaksınız..." gibi tahrik edici sözler sarf ederek muhtemel bir barışa mani olmuşlardı.

İbn-i Sebe ve adamları, bir taraftan da Hz.Ali`nin ordusunu bir an evvel harbe girmeye teşvik ediyor ve onlara, "Şamlıların da Cemel Vak`ası`ndakiler gibi hezimete uğrayacaklarını" telkin ediyorlardı. Neticede taraflar yine karşı karşıya geldiler ve Sıffîn Muharebesi vuku buldu.

İbn-i Sebe, bu dahilî savaşlarla esas maksadına yaklaşmış oluyordu. Çünkü onun asıl maksadı, İslâm itikadına hurafeler sokarak onu aslî safiyetinden çıkarmaktı.

Bugün kavga eden mü`minler yarın
barışabilir ve tekrar bir araya gelerek İslâm birliğini yeniden te`sis
edebilirlerdi. Müslümanlar arasında tâ kıyamete kadar devam edebilecek
bir ihtilâf çıkararak onları inanç yönünden parçalamak, hiziplere
ayırmak icap ediyordu. Şimdi yapılacak en önemli iş, itikatları aslî çizgisinden saptırmak için dine hurafeler sokmak idi. İbn-i Sebe bu işe, Ehl-i Beyt muhabbetini istismar etmekle başladı.
Ehl-i Beyt`in en ateşli bir taraftarı olarak sahneye çıktı. Hilâfetin
baştan beri Hz.Ali`nin hakkı olduğunu ve O`ndan haksız olarak gasp
edildiğini etrafa yaydı. Hz.Ali ve evlâtlarını, İlâhlar Hanedanı haline
getirerek İslâm Dinini Hıristiyanlıkta olduğu gibi tevhid esasından
saptırmaya tevessül etti. Sonunda İbn-i Sebe başkanlığındaki bir grup,
Hz. Ali’nin (RA), huzuruna çıkarak O`na: "Sen Rabbimizsin,
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İBNİ SEBE VE FAALİYETLERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İNSAN BEDENİNİN FİZYOLOJİK FAALİYETLERİ
» ibni meşiş kimdir
» İbni Sina dan hastalık-şifa
» İbni Hacerin Münebbihatı-TEMBİHLER-ÖĞÜTLER
» İbni Sina Hekim – The Physician FİLMİNE TENKİT

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi :: 7.sınıf :: Alevilik-
Buraya geçin: