https://ismailhakkialtuntas.com/2016/08/16/tasavvuf-ve-mistisizm/
İsmail Hakkı ALTUNTAŞ
TASAVVUF VE MİSTİSİZM
16 Ağustos 2016 · ihramcizade
ISLAMIC SUFİSM AND MİSTİSİZM
It’s the differences between mistisizm and Islamıc sufısm that is view. When the subfects go into detail the differences increase. Thas, there are subjects parallel to eachother. Although they incinde human spiril, godnature, life and events in the mistic consepts. neither indian nor christian mistisizm and the new Eflatun’s mistisizm, despite inciuding a lot of subjects in sufizm, are different disciplines than sufısm.
Hakikati bulmak, bütün insanlığın tarih boyunca peşinden sürüklendiği bir cazibe merkezi olmuştur. Bunun için insanlar çeşitli metotlar geliştirmişlerdir. Hakikatin, duyu organları ve akıl ile kavranan varlık âleminin dışında olduğuna kanaat getiren insanlar, gerçeği bulmak için varlıktan ve benden geçerek amaçlarına ulaşmayı denemişlerdir. Literatürde bu denemenin adı “Mistisizm” olarak geçmektedir. İnsanlığın müşterek malı olan mistisizm, esas itibarıyla tek ve aynıdır.
Müşahhas bir mistiğin herhangi bir dine mensup oluşu bu gerçeği değiştiremez. Mistisizm insan ruhunun yaratıcı kudretle doğrudan ilgi kurmasına yönelik, sonsuz isteğin sürekli belirtisidir. Burada şunu da belirtmemiz gerekir ki tasavvuf ve mistisizm iç yaşantıyla ilgilidirler. Gözlemlenebilir değildirler. Yaşamayanların mutasavvıf ve mistiklerin hallerinden anlamaları mümkün değildir.
“İlim, felsefe, sanat ve hatta dinin dış yüzünü de aşan bir iç tecrübenin verileri geride bıraktığı disiplinlerin terimleriyle açıklığa kavuşamaz. Bunun içindir ki biz tasavvufun dili “haller”dir kelimeler değil diyoruz. Ancak izah edilmezliğin de bir izahı olmalıdır o halde susmak doğru değil.”
“Mistisizm kelime olarak ilk defa M.I yy’da Hıristiyan azizlerden Dengsl Aaseopayite tarafından ortaya atılmıştır. Fakat mistisizm bu adı almadan ve Hıristiyanlıktan çok önce uzak doğuda, Hint’de, Çin’de doğmuştur. Kelimenin aslı. Yunanca’dan “sırlar ve gizli törenlerle ilişkileri” kapsayan bir deyimden gelmektedir. Geniş manasıyla, belli belirsiz yüce ve mantığı aşan şeyler için kullanılır. Düşünürlere göre ise mistisizm “vasıtasız”, “içten doğmuş” bir duygunun (benliğin) “mutlak” denilen kendisinden daha üstün bir şeyle birleşmesidir.”
TASAVVUFUN TANIMI
Genel kam tasavvuf kelimesinin “sufı” kelimesinden kaynaklandığı yolundadır. Kimlere “sufi” denildiği konusunda başından beri bir görüş birliğine varılamamıştır. Bazıları için, “dış görünüş” tanımlara ana kaynağı oluşturarak giyimden yola çıkılırken, bazıları için ise söz konusu kişilerin “amaçlan” ana kaynağı oluşturmuştur. Kimlere sufı denildiği konusunda Kelebazı “İçleri saf, dışlan pak olduğu için sufîlere (sufîyye) adı verilmiştir” derken bazı mutasavvıfların görüşlerine değinerek “Sufı, Allah’la olan muamelesini saf hale getirdiği için aziz ve çelil olan Allah’ın saf ikramına ve kerametine ‘nail olan kimsedir” şeklinde açıklamıştır. Aym eserde sufı kelimesinin farklı anlamlarına ilişkin olarak Kelebazı; “Bir başka sufı gurubuna göre sufiler vün manasına gelen “sof’ tan yapılan elbiseler giydikleri için sufi (sufıyye’den) adını almışlardır,” demektedir.
İslam Dininin daha çok ahlakî kurallarından ve varlık birliği inancından erdeme kavuşmayı (İnsan-ı Kamil) amaçlayan; olgun insanın toplumdaki hizmetleriyle de erdemli topluma, olgun topluma (Toplum-u Kamil) ulaşmayı amaçlayan bir sistem” şeklinde tanımlayabiliriz.
Tasavvuf, Tanrı’nın niteliğini ve kainatın oluşumunu Vahdet-i Vücut anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefî akımdır. Tasavvufta esas fikir, kainatta bir tek vücudun tecellilerinden ibaret addetmektir.
Suf (yün) kökünden geldiğinin üstünde daha çok durulmaktadır, “suf (yün): Bize göre Tasavvuf kelimesinin suftan türediği şüphesizdir. Dil. tarih ve mana bakımından en tutarlı görüşün bu olduğu görüşündeyiz.”
Tasavvuf eğitimi de Tefsir. Fıkıh. Hadis gibi ilimlerle aynı dönemde sistemleşmiştir. Hicri III. asır tasavvufun tedvin ve sistemleşmesi uğrunda yoğun faaliyetlerin yapıldığı bir zaman dilimidir. Ma’ruf el-Kerhi’nin tasavvufu tarif etmekle açtığı çığır, Zunnun Mısri’nin (öl 245/859) ilk defa tasavvuf! işaretleri tefsir ve “ehl-i velayet” in hal ve makamlarına açıklamasıyla devam etmişür.
Kali hâle tebdil etmek şekliyle ifade edilen tasavvuf, her dinin veya her felsefi düşüncenin bir vere yöneliş esâsını teşkil eder. İslâm’da ise dinin ihtiva ettiği bilgi sisteminin kuvveden-fiile. yani kaiden hâle, nazarriveden- amelivyeye dönüşüdür.
İSLÂM TASAVVUFU VE MİSTİSİZM ARASINDAKİ FARKLAR
1) İslâm tasavvufu dinî kaynaklıdır. Bütün kurallarım dinden almaktadır. Mistisizm ise bünyesinde dinî motifler taşısa da felsefî yönü ağırlıktadır. Tasavvuf İslâm dininin en hassas şekilde yaşanmasıdır. Şeriat kılı kırk yarmaksa tarikat kırkı kırka yarmaktır. “Bunun için mutasavvıflar tarikata girilmeden önce şeriat ilimlerinin öğrenilmesini istemişlerdir.” Bu gerçeğe işaret etmek üzere bir Mevlevi şeyhi şöyle demektedir. “Tekkeler ilim tahsil ederek şeyh ve terakkîyat koşanlar için kurulduğundan, ilimde mertebesi olmayan cahiller önce ilim için medreseye gönderilmeli yahut tekkede kabiliyetli kişiler tarafından okutul-malıdır. Bunun lüzumuna İmam Malik (öl 179/795) şu sert tutumuyla işaret eder: fıkıh okumadan tasavvufa yönelen zındık, tasavvufu bilmeden fıkha dalan fasık olur. İkisinin birleştirilmesinden hakikat doğar” demiştir. Tasavvufun din kaynaklı olması felsefî bir mistisizm olan
Eflatunculuktan ilk anda ayrılır. Çünkü biri temel olarak valiyi diğeri Platon’un fikirlerini almaktadır.
Aynı şekilde diğer mistik düşüncelerde de temel, mistiklerin sözleri üstüne kurulmuştur. Mistiklerin inzivaya çekilmesiyle elde ettikleri düşünceler mistisizmin kaynaklanın oluşturur. “Mundika Upanisad’da” yazılı olduğu gibi bilincin enerjikliğinden Brahman’ın kitlesi teşekkül etti; bundan madde doğdu, maddeden de hayat, zihin ve dünyalar…
2. Mistisizmde pasiflik vardır ve belli bir metodda yoktur. Mistiklerin mistisizmi diğer insanlara yaymak gibi bir endişeleri yoktur. Sadece kendilerinin mutluluğa ermeleri ile ilgili çalışmalar yaparlar. Pasiflikleri buradan kaynaklanmaktadır. Metodlarında ise tasavvufta olduğu gibi amel ve teori gibi bir düzenlilik yoktur.
İnsanın nereden başlayıp, nereye gideceği asla bilinemez. Başlangıç ve bitiş yoktur. Kabiliyeti olanlar direkt içine girer ve nirvanaya (sonsuz mutluluğa) ulaşmaya çalışırlar.
Tasavvufta ise pasiflik söz konusu değildir. Müntesiplerinin kullukta pasif kalmalarını yeterli görmez. Onların hayırda aktif olmalarım ister. İslâm’ın cihad anlayışı bunu gerektirmektedir. Bu anlayışladır ki mutasavvıflar İslâm’ı günümüzde özüyle yaşamaktadırlar. Mutasavvıfların “Emr-i bil ma’ruf ve nehyi anil münker” gereği aktif olmaları İslâm dinine zarar vermek isteyenlerin tarikatları halkın gözünden düşürmek için nifaklar sokmasına sebep olmuştur. Şeyhim diyen sahtekârlar bu nifak tohumlarını ekmeye çalışmışlar ve hâlâ çalışmaktalar. Bu arada şunu belirtmeliyiz. Sahte şeyh tabiri yanlıştır. Şeyh’in sahtesi olmaz. Çünkü sahtesinden şeyh olmaz. Ancak şeyhim diyen sahtekârlar vardır.
3. İslâm tasavvufu ile mistisizm arasındaki en büyük farklardan biri de dünya hayatı ile ilgili görüşleridir. Mistikler mutlak yaratıcıya ulaşmak için dünyadan el etmek çekmekteler. Toplumsal hayata karışmazlar. Oysa tasavvuf tamamen hayatın içindedir. Tasavvuftaki “dünyadan el etek çekmek” deyimi, dünyevi isteklerden heva ve hevesten el çekmek anlamındadır. Bunun dışında İslâm’ı kuralları hayata tamamen uygulamaya çalışır. Müritlerin siyasetten ekonomiye, bilimden sanayiye yani hayatın bütün katmanlarında aktif olarak bulunmalarını ister. Tasavvufta halk ile beraber olmak esastır. Mistisizm gibi insanları hayattan soyutlamaz. Tasavvufun bu yönünü Osmanlı döneminde açık olarak görürüz. Padişahların çoğu bir şeyhin yanında büyümüştür. Osmanlının ilerlemesinde tarikatların katkısı olmuştur.
Hatta daha önceki dönemde Anadolu’nun Türkleşmesinde çok büyük rol oynamışlardır.
4. Bir diğer konuda Tasavvuf ve mistisizme giriş konusudur. Tasavvufa girmek ve manevi olarak ilerlemek için Şeyhe ihtiyaç vardır. Şeyh öğretmendir. Mistisizmde şeyh ve intisap söz konusu değildir.
Mısır’daki mistikler mürit olacakları kişileri pek çok korkulu yerlerden geçirirler. Bu imtihandan sonra şehvet testine tabi tutarlar bunları geçen müritliğe kabul ederlerdi. Doğu’da isteyen mabetlere gider mistiklere katılırdı. Durum bu şekilde olduğundan bir belirginlik yoktur ve gerçek mistisizmi sahtesinden ayırmak zordur. Tarikatlarda silsile esastır. Gerçeğini sahtesinden ayırmak kolaydır. Kökü Peygamberimize dayanan bir silsile mevcuttur.
5. Mistisizm sadece pratikten ibarettir. Mistisizmin pratikliği Nirvana’ya ulaşmak için mistiklerin uyguladıkları metotlardan oluşur. Bu metotların sonucunda da tecrübeler üretirler. Örneğin “sakin ve karanlık bir odada mum yakın. Yarım saate yakın bir müddet durabilecek şekilde rahat bir vaziyet alın. Bedeninizi ve zihninizi teskin edip kaşlarınızın arasındaki noktada tefekküre dalın. Dilerseniz kaşlarınızın arasındaki noktayı ıslatın ya da o noktaya bastırın ki dikkatinizi oraya teksif etmeniz daha kolay olsun.
Kendinizi mumun karşısında, eriyen mumun, titreyen alevin karşısında görün. Bir kere daha kaşlarınızın arasındaki merkeze girin burada da bir alevin olduğunu tasavvur edin. Bu alevi gördüğünüzde gözlerinizi kapayıp sizi çepeçevre saran karanlığı düşünün. Varolan tek ışık kaşlarınızın arasındaki titreyen, gittikçe güçlenen alevdir. Bu alevin ortasında bir insan gözü hayal edin, güzel, parıldayan göz kapağıyla bırakın bu göze aksın.
Dikkat edin bu artık bir alev değil, bu mükemmel gözün içinden bakınasım öğrendiğinizde mistikler sizin, dünyayı tanrıların gördüğü gibi görmeye muktedir olacağınızı söylüyorlar. Geçici olarak bulundukları trans halinde müşahede ettiklerim evrenle ve insanla ilgili açıklamalarında kullanırlar. Fakat teoriler için bu yeterli değildir. Mistik o halini her zaman yakalayamamaktadır. Bu da beraberinde çelişkiler getirmektedir.
Tasavvufun pratik ve teorik anlayışı çok farklıdır. Tasavvufun teorik (nazari) diğeri pratik (ameli) olmak üzere iki yönü vardır, ibadet, taat ve ahlak, tasavvufun ameli cihetim; keşf. keramet, marifet ise nazari cihetini teşkil eder. Ameli gerçeği “ahlâk” (tahalluk). nazari gerçeği ise “hakikat” (tahakkuk) adı verilmektedir.
Pratik boyut yani amel olmadan (bedeni ibadet) kalp temizliğim (hakikat gerçeği) iddia etmek yalancılıktır. Bedenle yapılması gereken ibadetler yapılmadan kalbe ait hallerin alışması mahaldir.
Aynı şekilde mutasavvıfların karakteristik özellikleri metafizik teoriler geliştirmek değildir, bunu filozoflar yapar. Onların asıl özellikleri, insanın iç hayatına muazzam bir zenginlik kazandırmaları ve imanın tam manasıyla yaşanması hususunda bize bir çeşit öğretmenlik yapmalarıdır.
6. Tasavvufla mistisizmin ayrıldığı bir noktada fena ve nirvana konusudur.
“Ferdiyyetin üniverselde erimesi veya Mirvana’ya yok olmak Hint Mistisizminin gayesidir. Sûfılikteki fenâ ise çok başka bir mana taşır. Süfı fena’ya ulaşmakla işini bitirmiş en büyük görevin eşiğine gelmiş olur. Fena fillâhtan sonra, varlığın, olayların içine dalmak ve Allah’ın halifesi sıfatıyla eşya ve olayları, tanrısal yönde yürütmek onun biricik meşgalesi olacaktır. Gerçektende, insanlardan ayrılıp uzlete çekilmekle başlayan sülük, yedi aşamadan geçtikten sonra “nefs-i kâmil”e mertebesine ulaşmaktadır. Sufı bir mertebede, ayrıldığı topluma dönerek onlara hizmete başlayacaktır. Bu onun kemâlinde zirvedir. Tasavvufta bu incelik. “Nihayetin (sonun) kemâli bidayete (başlangıca) dönüştedir” şeklinde ifadeye konmuştur.
Anlaşılan odur ki, süfinin iç tecrübesi yaratıcı bir tecrübedir ve aktiviteye yöneliktir. Bu tecrübe, temel mânâsıyla ele esas alınırsa Peygamberâne tecrübenin bir uzantısı olup onunla avm ideal ve gayeyi izler ve aym, psikolojik temele oturur. Böyle olunca da, mistik şuuru, peygamberâne şuurla karşılaştırılırken tasavvufu mistik şuur hanesine değil, nebevi şuur hanesine yazmak gerekir.17
7. İslâm tasavvufu ile mistisizmi aynan bir diğer özellik de iki tarafında göstermiş olduğu olağanüstü hallerdir. Tasavvufta kişinin bunlan gizlemesi öngörülürken, mistisizmde belli bir noktaya gelindiğini ispatlamak için bunlan göstermek esastır. Örneğin Himalayaların buzlu eteklerinde bir hatha-yogi tekniği olan Tum-mı ustalarının çok az ya da hiçbir giysiye ihtiyaç duymayacak kadar çok vücut ısısı hasıl edebilecekleri söylenir. Çeşitli tasavvuf ve teneffüs egzersizlerinden geçerek usta, bel kemiğinin dibinde ufacık bir alev hayal eder. İlave konsantrasyonla usta, daha sonra ateşin vücudun sınırlarını aşıp evrenin tamamını doldurmasına sebep olur.
Ustanın Tum-mo’daki başarısını sınamak için grup, ustayı bir dağın eteğinde soğuk bir kış gecesi boyunca çıplak olarak oturmaya mecbur tutabilir. Bu müddet zarfında usta buzlu suya daldırılmış çarşaflan birbiri ardınca kendi etraflarında katlayıp onları iç sıcaklığının alevine tutarak kurutmalıdır. Mademe Alexandra David- Neel, birbirleri arasında, akşamla sabah arasında mümkün olduğu kadar çok sayıda, sulu ve buzlu çarşaf kurutma yarışı yapan çırak Tum-molar arasındaki rekabeti anlatır. Başarılı yogilerin santimetrelerce kalınlıktaki buz kütüklerini sadece üstüne oturarak eritebilecekleri söylenir. Burada ustalar kendilerini gösterirler, insanların faydalarına sunulan birşey yoktur. Birşeylerde öğretilmemektedir.
Tasavvufun bu konulara bakış açısını Ebu Nasr Serrac şöyle ifade etmektedir. Bir kimse küçük ve büyük haramlardan sakınmadıkça, kolayı ve zoruyla bütün farzları yerine getirmedikçe, mü’minlere lazım olanı hariç, dünyayı azıyla ve çoğuyla dünya ehline terk etmedikçe havada yürüsc. hikmetli sözler söylese ve herkes tarafından kabul görse de sufı sayılamaz.
8. Tasavvufta tespit edilmiş belli bir “ezkâr ve evrad”m bulunması mistisizmle arasındaki farklardandır. Mistisizmde tespit edilmiş zikir ve evrad yoktur. Zatin bu mistisizmin istisnailik ve gaye-i nizamilik dediğimiz karakterlerinden hemen anlaşılır. Ayrıca ibadet tarikatlarda temel şart iken mistisizmde bu bağ zaruri değildir.
9. Tasavvufta müntesiplerin çalışması öze dönük iken yani “içe” ait iken mistisizmde tam tersine dışa dönük(extase)tür. Tasavvufta kişi kendini bilmeye çalışırken mistisizmde kendinden çıkmaya çalışır.
10. İslâm tasavvufu ile mistisizm arasındaki en büyük farklardan biride aşk ve kadın konusudur. Tasavvufun ve mistisizmin bu konulara bakış açısı tamamen birbirine zıttır.
İslâm tasavvufunda amaç Allah aşkına ulaşmaktır. Tasavvuf yolunda aşkla yol alınmaktadır. Fakat aşk çileyi de beraberinde getirmektedir. Sufıler mecazi aşkı Allah aşkına ulaşmak için hazırlık devresi olarak görmektedirler. Kur’ân-ı Kerim mecazi aşkın üzerinde ısrarla durduğu için zinayı yasaklamıştır. İlahi aşkın ölçüsü sevgilinin kalır ve lutfu arasında fark görmemektir. Aşkın imtihanı çok zordur. Seven ve sevilenin üstüne bela akın akın gelir. Bir sufı elem verici bir hastalığın pençesinde inlerken şöyle diyor: “Bakıyorum bana azap ediyorsun ey gözlerimin nuru kalbimin biricik sevgilisi.”
Kadın ise tasavvufta anne olmakla insanüstü manaya ulaşmıştır. Bir şey bir madde olmaktan çıkıp yaratıcı, besleyici bir kudret haline geliyor. İslâm’ın kadını, ilham ve ruh kaynağı gören anlayışın temelinde bu espri yatar. Bu yüzden kadın, kıskanılır, örtülür, aziz bir varlıktır. Bu noktada tasavvufun belirlediği bir inceliğe daha işaret etmeliyiz : Varlığın aslı dişidir. Büyük veli Ali el-Havvâs, şöyle diyor: “Kâinatta asıl olan dişiliktir. Bu yüzden Allah yolunun büyükleri kadına muhterem bir varlık nazarı ile bakmışlardır.
Mistisizmde ise durum tam tersinedir. Ruhbaniyet Hıristiyan mistisizmiyle tasavvufun ayrıldığı noktaların tek kelimeyle ifadesidir. Ruhbaniyetin aslı, Allah’a gitmek için hayattan ve insanlardan kopmaktır. Tasavvuf ise bunun tersidir. Hıristiyan mistisizmi aşk ve kadın konusunda da çok katı kurallara sahiptir. Evliliğe sadece çocuk yapma açısından izin vermektedir. Bunun dışında evliliğe hoş bakmamaktadır. Cinsel perhiz, evlenme gibi hayat kanunlarına aykırı tutum ve davranışlar ise İslâm Peygamberi’nin sünnetine aykırı olduklarından tasavvuf bünyesinde, yerleri yoktur.
Aynı şekilde diğer mistik düşüncelerde de kadın engel olarak görülmektedir. Mısır’da insanların mürit olabilmek için şehvet testini geçmeleri gerekir. Aynı durum Hint mistisizmi içinde geçerlidir.
Bahsettiğimiz bu konular İslâm tasavvufu ile mistisizm arasındaki göze çarpan büyük ayrılıklardır. Konularda özele inildikçe ayrılıklar ve farklılıklar daha da çoğalmaktadır. Bunların yanında parelellik arz eden konularda vardır. İnsan ruhu, Allah, tabiat, hayat ve olayların mistik açıdan gözlenmesini esas almaları itibariyle ortak yanları olsa da gerek Hint, gerek Hıristiyan mistisizmleri ve gerekse Yeni Eflatuncu mistisizm, tasavvufta yer alan birçok konuyu içermiş olmalarına rağmen her üçü de tasavvuftan ayrı disiplinlerdir.
Kaynak: İSLÂMÎ ARAŞTIRMALAR DERGİSİ, CİLT: 12, SAYI: 3-4. 1999