@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Yüreğine Bahar Ek Yaz Bitsin... Perş. Ekim 15, 2009 9:17 am | |
| Yüreğine Bahar Ek Yaz Bitsin...
Gün gelir bir kelebek konar insanın yüreğine, hiçbir ağırlık vermez, acıtmaz, üşütmez, kırıp dökmez. Tam tersine, umutlandırır, şevklendirir, mutlu eder...
Ne var ki, insan vehimlerinden ötürü bu mutluluğu (dokunuşu) reddeder. Çünkü kuşkular içindedir...
Hepimiz kuşkularımızın tutsağıyız maalesef. Kuşkularımızı ise korkularımız besliyor.
“Gelecek” endişesi de korkularımızın kaynağını teşkil ediyor:
“Şimdi iyi, ama ya gelecekte kötüleşirse?..”
“Dünyanın yüz bin hali var, istikbal kim bilir neler getirir, her ihtimale göre tedbir alıp yaşamalı...”
Peki, ama insan “her ihtimale göre” nasıl yaşayabilir?
Günün herhangi bir saatinde “kaza geçirme ihtimali”ne karşı arkanızda ambulans mı gezdireceksiniz...
“Herhangi bir zamanda saldırıya uğrama ihtimali”ne karşı koruma ordusuyla mı dolaşacaksınız...
“Kandırılma-aldatılma ihtimali”ne karşı yanınızda danışmanlar mı gezdireceksiniz?
Birden çok merak ettim: “Ölüm ihtimali”ne acaba hangi donanımla ve tedbirle karşı koyacaksınız?
Olumsuz ihtimaller hayatın parçalarıdır. Her an karşımıza çıkabilir, yolumuzu kesebilirler. Ancak hayatı olumsuz ihtimallere göre ayarlamaya kalkışmak özel ve güzel yönlerini ıskalamayı göze almak anlamına gelir. Zaten bu yüzden hepimiz stresliyiz, kimimiz depresyon tedavisi görüyoruz.
Ömür boyu süren “olumsuz ihtimal” baskısına hiç bir yürek dayanamaz. Çoğu ata sözlerimiz de, ne yazık ki, bu yanlış yönelişe destek veriyor. İşte biri:
“İşini kış tut da, yaz çıkarsa bahtına!”
Çoğumuz böyle yapıyoruz. İşimizi kış tutuyor, gelecek endişesiyle günümüzü zindan ediyoruz. Mutluluğumuzu geleceğin gölgesiyle gölgeleyip mutsuzluğa dönüştürüyoruz. Bir mutluluk anında gülmeye versek elimizi ağzımıza bastırıyor, “Hayrolsun, gülmek ağlamaya işarettir” diye kendimizi endişeye gark ediyoruz. (Gülmeyi bile kendimize yasak ettik)
Gelecekten bizim kadar korkan bir toplum daha olduğunu sanmıyorum.
Bunun ekonomik sıkıntılarla filan ilişkisi elbette var, ancak salt ekonominin belirleyici olduğunu düşünmüyorum. Daha çok yüreğimize pompalanan korkuların esiriyiz.
Mesela annelerin kızlarına öğrettikleri tehdit ve tehlikelerin başında “erkekler” gelir. Hemen her anne kızlarına şöyle öğütler verir: “Dikkat et, erkek milletine güven olmaz!..”
Oysa annenin babasıyla birlikte genç kızın babası da bir erkektir...
Buna karşılık erkek çocuklara da kadının “fitne odağı” olduğu öğretilir: Halbuki erkek çocuğunu bir kadın doğurmuştur.
Kendi annesini “fitne odağı” gibi gören bir erkek önce karısını, sonra kızını döver. Bu alışkanlıklardan kendini kurtaramadığı için de “Dayak cennetten çıkmadır” sözünü allayıp pullayarak vicdanını rahatlatma cihetine gider.
***
Mantığımız olumsuza odaklı. Taa ilkokuldan başlayan bir süreç içinde hayatın tehdit ve tehlikelerden oluştuğu pompalanıyor beynimizle yüreğimize. Bir tarafımızda “işini kış tut” anlayışı, bir tarafımızda “iç düşman, dış düşman” sendromu: Bu telkinler altında yetişen insanın hayatın olumlu yanlarını görmesi mümkün mü?
Bu kasnağı kırmamız lazım. Aksi halde hayatımız hep kuşkuyla, korkuyla, endişeyle, hesap-kitapla geçecek ve her şeyin tadı kaçacak.
İşi yaz (olumlu) tutmalı bence. İşi kış tutarsak, bir hayat boyu karşılaşılabilecek en kötü ihtimale göre yaşamak zorunda kalırız.
Mesela sabah uyanır uyanmaz, “Ya bugün kalp krizi geçirirsem” diye düşünüp kahırlanacaksınız. Bu tehlikeyi kısmen bertaraf etmek için bir sürü kalp ilacı taşıyacaksınız...
Tansiyonunuzun düşme, ya da yükselme ihtimalini dikkate alıp her gün yanınızda tansiyon ilaçları bulunduracaksınız...
“Birden hava soğuyabilir” diyerek yaz ortasında paltonuzu yanınızdan ayırmayacaksınız...
“Her an yağmur yağabilir” ihtimalini hesap edip şemsiyesiz sokağa çıkmayacaksınız...
“Raydan çıkabilir” diye trene binmeyecek, “düşebilir” diye uçakla seyahat etmeyeceksiniz.
“Kaza” ihtimalini düşünüp araba kullanmayacaksınız. “Lastik patlayabilir” diye yanınızda lastikçi, “benzinim en olmadık yerde bitebilir diyerek birkaç bidon benzin alacaksınız.
Kötü ihtimalleri istediğiniz kadar çoğaltmanız mümkün. Sonuç olarak diyeceğim şu ki, hayatınızı karşılaşabileceğiniz en kötü ihtimale göre yaşayacaksanız, yanınızda bir seyyar hastane, yedek şoför, “Ya o da patlarsa” ihtimalini düşünüp birkaç stepne, “Birinin başına bir şey gelebilir” diyerek birkaç lastikçi, bir benzin istasyonu, vesaire ile birlikte dolaşmak zorundasınız! Hatta “Kaybedebilirim” düşüncesiyle hiçbir yatırım yapmayacaksınız, “Batabilir” diyerek paranızı finans kurumları yerine yastık altında tutacaksınız, “Evim yanabilir” ihtimalini dikkate alarak evinizin önünde bir itfaiye ekibi bekleteceksiniz!..
Malum işte: “İşini kış tut, yaz çıkarsa bahtına!”
Niye “kış” tutacakmışım? Tutmuşken “yaz” tutarım, kış çıkarsa bahtıma olsun!
Biz olmayan sorunları varmış gibi yapıp dikkatimizi olmayan sorunları çözmeye odakladığımızdan hayatı ıskalıyoruz.
Hayatın sadece olumsuzluklarını yaşıyoruz. (Gülün dikeni de var diye gül tarlasını diken tarlası gibi görmek niye?)
Dostlarım: Siz siz olun, kendinizi meçhul korkulara (gelecek korkusu buna dahil) kaptırmayın...
Kısa ömrünüzü korkulara teslim etmeyin...
Geçmiş bir daha gelmeyecek, gelecek ise meçhul bir dünya: Eğer hayırla gelecekse, şimdiden matemini tutmak yanlış, şerle gelecekse şimdiden matemini tutmak yine yanlış!
Bugünden yarına üzülen, iki kez üzülür (bugün ve yarın olarak).
Unutmayın ki, önceki günün geleceği dündü, dünün geleceği ise bugündür...
Bugününüz iyi ise her şey yolunda demektir...
En azından mutlu olmak için bugün bir sebebiniz var.
***
“Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime,
“Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime,
“Perde-i zulmet (kara perde) çekilmiş korkarım ikbalime,
“Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime.”
Aslında şair, istikbaline “perde-i zulmet” çekilip çekilmediğini bilmiyor, ama öyle olduğunu düşünüyor, geleceğin olumsuz olacağı hükmüne çoktan varmış, yıllar öncesinden üzülmeye başlıyor. Geleceğe bakarken “suçlu” gibi titriyor, buna rağmen kimseyle derdini paylaşmıyor, bir anlamda ondan kurtulmak istemiyor.
Sonuç: “İşini kış” tutuyor, hayatını zindan ediyor.
***
Tarih boyunca milyarlarca insanın trilyonlarca taşa bastığını, hiç birinin taşlarda iz bırakmadığını bilmek işe yaramıyor; ayağınızın izi taşa çıkmasa da, karamsarlığın izi yüreğinize çıkıyor.
Hayata bakışımız öylesine karanlık bir dünya çiziyor ki, zaman içinde mısralar bile bunalıp iki satır nefeslenmek için dağ başına çıkıyorlar:
“Yüce dağ başını duman bürümüş...”
Başka türlüsünü aramayın: Hayata olumsuz bakmanın bir sonucu olarak dağlarımız sürekli duman bürümüş durumdadır...
Halbuki o dağlarda gelincikler de var...
O dağlarda çam kokuları da var...
Niye hep duman!
İçimiz iyiden iyiye kararsın diye mi?
Malum: “İşini kış tut” mantığı.
Hayır dostlar! Yüreğimize bahar ekelim ki, yaz bitsin.
Yavuz Bahadıroğlu... | |
|