KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Empty
MesajKonu: Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER   Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Icon_minitimePaz Kas. 01, 2009 8:03 am

iyi Huylar
İÇİNDEKİLER

1- Adalet.
2- Af Ve Hoşgörü.
3- Arkadaşlık.
4- Birlik.
5- Cesaret
8- Cömertlik Ve Îsar.
7- Çalışkanlık.
8- Doğruluk.
9- Emanet.
10- Haya.
11- İffet.
12- İhlas.
13- İlim.
14- İstişare.
15- Merhamet.
16- Misafirperverlik.
17- Sabır.
18- Selam.
. 19- Şükür.
20- Tevazu.
21- Tevekkül.

22- Vefa

Ahlak
İÇİNDEKİLER

AHLAK:
Tanımı:
Amacı:
Kaynağı:

AHLAKİ GÖREVLERİMİZ:

Kişisel Görevlerimiz
Ailevi Görevlerimiz.
Toplumsal Görevlerimiz

AHLAK İLMİNE GİRİŞ


Güzel Ahlakla İlgili Ayet Hadisler


************************0o0******************************************************
Kotu Huylar
İÇİNDEKİLER


1- Dili Koruma:
2- Alay.
3- Ayıplama.
4- Kötü Lakap Takma.
5- Sû-i Zan.
6- Tecessüs.
7- Gıybet.
8- Nemime.
9- Yalan.
10- İftira.
11-Sövme.
12- Lanet Etme.
13- Aldatma.
14- Başa Kakma.
15-Dilencilik.
16- Haset.
17- Hırs.
18- İnat.
19- İsraf .
20- Kibir.
21- Öfke.
22- Riya.
23- Zu
lüm.


******************

İYİ HUYLAR.

Bize göre iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin ölçüsü İslam ve onunla eğitilmiş akıldır. Yani Kur’an ve Sünnetin yapılmasını istediği her şey güzel, yasakladığı her şey de çirkindir ve terbiyeden geçmiş akıl onu kavrar. Buna göre güzel olan huyların başlıcalarını alfabetik sıraya göre kısaca açıklamaya çalışacağız. Ancak şunu baştan ifade edelim ki, Allah(cc.), Hakîmdir. Hikmetsiz, menfaatsız, maslahatsız bir şey yaratmamıştır.İyi ya da kötü her huyun aslında doğru kullanılırsa yararlı bir yanı vardır. İşlerin hayırlı olanı ortasıdır. Yani mutedil ve dengeli olanı. Orta yol, daima selamettir. Bir şeyin azlığına tefrit, çokluğuna ifrat denir. İkisi de mezmumdur, kötüdür, kaçınılması gerekir. İyisi, doğrusu, faydalısı, orta yolda olanıdır.Bu ana kural çerçevesinde iyi ve kötü huyların önemli olanlarını işleyeceğiz. Bazı huyları başlık olarak almadık. Ama onu, ilgili olduğu önemli bir huyu anlatırken işledik. Mesela “korkaklık” kötü bir huydur ama, onu “cesaret” işlenirken anlattık. Yine “cömertlik” güzel bir huy olarak işlendi. “İsraf” da onun içine sıkıştırıldı.Neden böyle yaptığımızı artık sizler biliyorsunuz.

1- ADALET.

Adalet, herkese hakkını vermektir.Bunun içine, “suç işleyene cezasını vermek” de girer.Bilindiği gibi İnsanların temel hakları ve hürriyetleri vardır. Toplum içinde bunlar bireylere eşit olarak verilip uygulanırsa, bundan sevgi, kardeşlik, birlik, barış ve huzur doğar. Zıddı ise zulümdür. Kur’an’a baktığımızda görürüz ki Allah(cc.) adaleti emreder: ” De ki: "Rabbim adaleti emretti ; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.”(A’raf, 29.) “Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasaklar. Tutasınız diye size öğüt verir”(Nahl, 90.)
Allah adaletli olanları sever: “Adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever.”(Hucurat,9.) “Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever”(Maide, 42.)
Hakimlere adaletle hükmetmelerini, sevgi veya rüşvetle haksızlık yapmamalarını emreder: “Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.”(Nisa,58.) “Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden haberdar'dır.”(Maide,8.) “Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.”(Nisa, 135.)
Sözleşmelerin adaletle yazılmasını, ölçü ve tartılarda adaletin korunmasını ister:”Ey İnananlar! Birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir katip doğru olarak yazsın; katip onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin.”(Bakara,282.) “Ey milletim! Ölçüyü ve tartıyı tamı tamına yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."(Hud, 85.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.) de hayatında adaletin timsali olmuştur. O, başta yargı olmak üzere ev, çarşı, devlet işleri, hatta harp meydanları gibi hayatın her alanında hep adaleti gerçekleştirmek için koşmuş ve konuşmuştur.İşte yargıdaki hassasiyeti: "Kadı üçtür: Biri cennetlik, ikisi cehennemliktir. Cennetlik olan, hakkı bilip öyle hükmedendir. Hakkı bilip hükmünde bile bile adaletsiz davranan cehennemliktir. Halka câhilâne hükümde bulunan da cehennemliktir." (Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3573).) "Kadı zulmetmedikçe, Allah Teâla onunla birliktedir. Zulme yer verdiği zaman onu terkeder, artık şeytan onunla beraber olur." (Tirmizi, Ahkâm 4, (1330).)
İşte O’nun adaletini ortaya koyan bir taplo: Hz. Aişe (ra.) anlatıyor: "Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü.
“Bu kadın hakkında Resûlullah (sav.) nezdinde kim bir şefaatte bulunabilir?" diye adam aradılar.
“Bu işe, sadece Resûlullah (sav.)'ın çok sevdiği Üsâme İbnu Zeyd (ra.) cür'et edebilir" dediler. Üsâme huzura çıkarak, Resûlullah (sav.)'a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz:
-Allah'ın özel olarak belittiği kanunlardan (hadlerden) birinde şefaat mi taleb ediyorsun?" diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu:
- Sizden öncekileri helâk eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terkedip ceza vermezlerdi. Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona cezayı uygularlaedı. Allah'a yemin olsun! Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa, mutlaka onun da elini keserdim."(Buhârî, Hudud 11, 12, 14, Şehâdat 8, Enbiyâ 50, Fedâilu'1-Ashâb 18, Megâzî 52; Müslim, Hudud 8, 1688; Tirmizî, Hudud 9, (1430); Ebü Dâvud, Hudud 4, (4373, 4374); Nesâî, Sârik 5, (8, 74, 75).)
İltimas, adam kayırmak demektir. Temelinde haksızlık yattığından, zulümdür.İnsanlar arasındaki güven duygusunu yıkar, sevgi ve yardımlaşmayı yok eder.İltimastan kaçınmak gerekir.Bunu sağlayacak ise, çok güçlü bir Allah inancı ve adalet duygusudur. Yoksa insanlar akraba, eş dost veya aynı partiye, derneğe, cemaata bağlılık gibi, yada tam tersi, bazılarına duyulan kin, nefret ve düşmanlık gibi duygularla veya çıkar ilişkileri sebebiyle her zaman adaletten ayrılabilir, iltimas, adam kayırma veya rüşvet gibi çirkinliklerle zulme düşebilir. Ama Allah’a ve öldükten sonra dirilip O’nun huzurunda hesap vermeğe samimiyetle inanan insan, yukarıda yazılan ayetlerin uyarmasını dikkate alır ve adaletten ayrılmaz.
Ancak, şefaat ve arabuluculuk anlamında bir iltimas daha vardır. Burada, kimsenin hak ve hukukuna tecavüz etmeden, iyi ve yararlı işlerde, bilmeyenlere yol göstermek, hakkını arayamayan zavallılarla ilgilileri bir araya getirmek iyi bir iştir.Bir yardımseverlik örneğidir.Kur’an bu aracılığı değerlendiriyor: “Kim güzel bir işte aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.”(Nisa, 85.).
Rüşvet, adaletin katillerindendir.Bilindiği gibi rüşvet, başkalarının olan bir menfaatı haksız olarak ele geçirmek için, yetkili kişilere çıkar sağlamaktır. İki taraf için de haramdır, ayıptır, rezalettir, skandaldır. Allah’ımız şöyle buyurur:” Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hakimlere rüşvet olarak vermeyin.”(Bakara, 188.)

Bu âyet idarî, hukukî ve sosyal bir çok dertlere dermanı içermektedir. Temiz bir toplumsal hayatın başlama noktasıdır. Bunlara riayet eden insanlar, esaret bağından kendilerini kurtararak mutluluklarla yaşarlar, zalimlerin pençelerine düşmezler. Ancak adaleti gerçekten uygulayabilmek, nefsi terbiye ve tezkiye ettirecek iman, ibadet, helal ve haramlar ile ahlakın kıymetini bilmek ve onu güzel bir şekilde eda edip "nefs-i mutmainne" makamını elde etmekle mümkün olur.Anlaşılıyor ki, rüşvetin belinin kırılması ancak dindar ve adil toplumlar için mümkündür.
Resulullah(sav) Efendimiz, “rüşveti alanın da verenin de Allah(cc.)' ın rahmetinden uzak olacağını” söylemiştir. Kamu görevlileri, kendilerine ait işleri yaparken ücretlerini zaten almaktadırlar. Ayrı bir ücret, hediye, bağış ve benzeri şeyler rüşvet yerine geçeceği için haramdır.
Rüşvet veren insan, demek ki kanunsuz bir iş yaptırmak istiyordur. Bir yerde kanunsuzluk olduğunda, aslında kendisinin zarar göreceğini bilen akıllı insanlar, rüşvete düşman olurlar.

2- AF VE HOŞGÖRÜ

Bize kötülük yapanları mahkemeye verebilir, cezalandırılmasını isteyebiliriz. Ama Allah(cc.) affetmemizi, bağışlamamızı tavsiye etmektedir. “Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder ve bağışlarsa onun mükafatı Allah'a aittir. Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez.” (Şura, 40.).
Af ve müsamahaya, hoşgörüye en yakınlardan başlamak şüphesiz en güzelidir. İnsan her an beraber yaşadığı eş ve çocuklarının kusurlarını bağışlamalıdır.Yuvada huzur ve mutluluk ancak böyle korunur.Rabbımız da bunu tavsiye eder: “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır; Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihandır. Büyük mükafat ise Allah'ın yanındadır.” (Teğabun,14-15.)
Af, insanın izzet ve değerini artırır. Düşmanlıkları dostluğa çevirir. İnsanı bir çok sıkıntılardan da kurtarır.Şu hikmeti iyi değerlendirmeliyiz: “Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün. Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olanlar eriştirilir.”(Fussilet, 34-35.)
Resulullah(sav) Efendimiz’in hayatı baştan sona af ile doludur. Mekkeliler O’na ve ashabına yıllarca ne eziyet ve işkenceler, ne suikastlar yaptılar. Mekkeyi fethettiğinde sevgili Peygamberimiz(sav.)in yerinde bir başkası olsaydı, o şehirde taş üstünde taş, omuz üstünde baş komazdı. Ama O ne yaptı? Affetti. Fakat karlı çıktı. Ya kendini taşlayan Taif’lileri? Ya Hz. Hamzayı şehit edenleri? Ciğerini söküp çiğneyenleri?... Hep affetti.
Bir Müslüman olarak bunlardan ders ve ibretler almalı, kusurları affetmeli, düşmanlıkları bitirmeli, küsmelerden, kırılmalardan uzak olmalıyız. Kendimiz öyle olduğumuz gibi, bu durumda olanların arasını bulmalı, küsleri, kırgınları barıştırmalı, gerekiyorsa bunun için fedakarlıklara katlanmalıyız.

3- ARKADAŞLIK

Her insanın arkadaşa ihtiyacı vardır.Yeri gelir sevincini veya kederini paylaşacağı, derdini dökerek boşalacağı bir arkadaş, bizzat ilaçtır. Bir çok hastalığın tedavisinde uygulanan terepati ile dostluğun arasında çok yakın bir ilgi görüyoruz. Nitekim büyüklerimizden “ bir kabz (daralma , sıkılma) hali yaşadığınızda bir kardeşinizi ziyaret ediniz, geçer.” sözünü çok duyduk ve yaşadık hamdolsun.İbnu Ömer (ra.) anlatıyor: "Resülullah (sav.) buyurdular ki: "İnsanlar yalnızlıktaki sakıncayı benim kadar bilselerdi, hiçbir atlı tek başına bir gececik olsun yol yapmazdı."(Buhârî, Cihâd 135; Tirmizî, Cihâd 4, (1673).9)
Resülullah (sav) yine buyurdular ki: "Şeytan tek başına olanla, iki kişi beraber olana sıkıntı verir. Eğer üç kişi olurlarsa onlara sıkıntı veremez."(Muvatta, İsti'zân 36, (2, 978).)
İyi huylardan biri de iyi arkadaşlar edinmektir. Akıllı, dindar, güzel ahlaklı insanlarla arkadaş olunmalı, dinsiz veya ahlaksızlardan şeytandan kaçar gibi kaçınılmalıdır. Maddi açıdan da, manevi açıdan da iyi insanın faydası çok olur.Maddi açıdan izaha ihtiyaç yok. Manevi açıdan ise ilminden, amelinden, yanında günah işlemeye haya ettiğin için beraberliğinden, ölünce de ahirette şefaat etmesinden dolayı ondan daima faydalanırsın. ”İnsan, arkadaşının dini üzeredir.”(Nevevi, Riyzu’s Salihin,1/398.) Resulullah (sav) buyurdular ki: "İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali, misk taşıyanla körük çeken insanlar gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusunu alırsın."(Buhari, Büyü 38; Zebaih 31; Müslim, Birr 146, (2628).)
Cafer-i Sadık, cahil, fasık, yalancı, cimri, ahmak ve korkak kimselerle arkadaşlık yapmaktan sakındırmıştır. Sebebini de açıklamış. Ama üstünde düşünürsek, biz de buluruz diye yazmıyoruz. Me’mun da dostları üçe ayırırmış: Gıda gibi; her zaman lazım. İlaç gibi; bazen lazım.İllet gibi; istemesen de bazen başa gelir. Bir insanın başına gelebilecek en büyük bahtiyarlık iyi arkadaş, en büyük talihsizlik de kötü arkadaştır. Zira insanlar kötü şeyleri daima kötü arkadaşları vasıtasıyla tanırlar.”Yetmiş bin şeytan bir kötü arkadaşın yaptığı tahribatı yapamaz” derler. Atalarımız da “üzüm üzüme baka baka kararır.” “Söyle arkadaşını, söyleyeyim kim olduğunu.” “Körle yatan, şaşı kalkar.” “Kır atın yanında duran, ya huyundan, ya suyundan.” demişlerdir.Elbette boşuna değil. Allah(cc.) iyi olmak isteyenlere, iyilerle beraber olmayı tavsiye ediyor: “Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve doğrularla beraber olun.”(Tevbe, 119.)
Yine Kur’an, kötü arkadaşları yüzünden sesi cehennemden gelenleri anlatır. Ancak birisini yazabileceğiz: ”O gün zalim kimse ellerini ısıracak: "Eyvah!" diyecek, "keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!" "Eyvah!" diyecek, "keşke falancayı dost edinmeseydim. Çünkü zikir (Kur'ân) bana gelmişken o beni ondan saptırdı. Şeytan insanı uçuruma sürükleyip sonra yapayalnız ve yardımcısız bırakmaktadır.”(Furkan,27-29.)
Bu ayetlerin iniş sebebi olarak şunlar anlatılır: ." Ukbe b. Ebî Muayt, Hz. Peygamber (s.a.v)in toplantısına çokça gelirmiş. Bir gün evinde ziyafete davet etmiş. Peygamber efendimiz de iki şehadet kelimesini söylemeden, yemeğini yemekten kaçınmış. Bunun üzerine Ukbe kelime-i şehadeti getirmiş. Übey b. Halef, Ukbe’nin yakın arkadaşıymış. Kendisini azarlamış ve "sâbiî oldun, sapıttın" demiş. O da "Yok yahu, evimde yemeğimi yemekten kaçındı, onun için utandım da şehadet getirdim" demiş. Diğeri: "Hayır, sen ona varıp toplum içinde ensesine vurup yüzüne tükürmezsen senden hoşnut olmam" demiş. Bunun üzerine o serseri de Kabe önünde Peygamber secdede iken rastgelmiş ve o kötü fiili işlemiş.
O zaman Peygamber (s.a.v) Mekke dışında rastlarsam mutlaka senin başına binerim, buyurmuştu. Bedir günü esir edildiği zaman Hz. Ali'ye emir verip boynunu vurdurdu. Ubey de Uhud'daki savaşta aldığı yaradan Mekke'ye vardığında öldü. İşte böylece Ukbe'ye zikir geldiği halde Ubey şeytanlık ederek onu sapıtmıştı.”(Bkz.Elmalılı Hamdi Yazır.)
Temiz bir çevre, insanın yetişmesinde çok önemlidir.Onun için ana babalar ve eğitimciler bu konuda çocuklara ve gençlere, mürşitler de yetişkinlere yardımcı olmalıdırlar. Alkol, uyuşturucu, kumar, fuhuş veya zararlı gruplar, batıl inançlar, hep kötü arkadaşlarla tanınır. Tövbe edene çevre değiştirmesini tavsiye etmeler de boşuna değil.Tabi ki güzel arkadaşları olanlar, o arkadaşlıkları korumak için gerekli gayret ve fedakarlıklardan kaçınmamalıdırlar.

4- BİRLİK

İslam, önce kalplerde kurduğu birlik ve beraberliği, aile ve topluma yayarak hayatın her alanına taşımıştır.Zaten inancı bir, ibadetleri bir, davranışları bir olan toplumlarda, birlik kendiliğinden oluşur. Çünkü din kadar akıl ve mantık da birlik ve beraberlik ister. Çünkü birlik ve beraberlik güç demektir, kazanç demektir, barış ve huzur demektir, mutluluk demektir. Kur’an, kardeş saydığı inananlarını İslam etrafında birlik ve beraberliğe çağırıyor, tefrikadan sakındırıyor: “Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Dağılıp parçalanmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.”(Al-i İmran, 103.)
Ayette dikkat çekilen daha önceki bölünmüş ve parçalanmışlık, hem Mekke’de vardı, hem de Medine’de. Allah, göklerden sarkıttığı sağlam ipine, Kur’an’a sarılıp sıkı sıkı tutunan Müslümanlara, birlik ve beraberlik nimetini ihsan etti de, daha önceki ayrlıklardan, düşmanlıklardan, kavgalardan eser kalmadı.Ama bu konu gaflete gelmez. Gönüllerdeki muhabbet ateşi küllenir de eller Kur’an’dan pırtarsa, zaten uyumayıp her an fırsat bekleyen şeytanlar ve düşmanlar, tefrikanın bin bir çeşidiyle inananlara abanarak birlik ve beraberliklerini parçalayıp dağıtabilirler. Bu ayetlerin gelmesine sebep olduğu söylenen şu olay, kıyamete kadar Müslümanlara bir ders ve ibret kaynağıdır: ”Rivayet olunuyor ki, Şemmas b. Kays isminde bir yaşlı yahudi varmış. Küfrü ve müslümanlara karşı hiddeti, kini ve çekememezliği pek şiddetliymiş. Bir gün Evs ve Hazrec kabilelerinden birtakım ashab-ı kiram bir mecliste oturmuş konuşurlarken bu yahudi yanlarından geçmiş, cahiliyye zamanında aralarında şiddetli düşmanlık ve hasımlık bulunan bu kimselerin İslâm'dan sonra aralarındaki bu ülfet ve muhabbeti, derlenip toparlanmayı, barış ve düzelmeyi ve nihayet sevgi ve saygıyı görünce: "Allah'a yemin ederim ki bunlar böyle toplandıkça, bizim buralarda rahatımız kalmaz." demiş ve yanındaki bir yahudi delikanlısına: "Haydi şunların yanlarına otur, “buas gününü” ve daha öncekilerini hatırlarına getir ve o zaman söyledikleri şiirlerden bazı parçalar da okuyuver." diye tenbih etmişti. "Büas günü" ise İslâm'dan önce yüzyirmi sene kadar birbirleriyle düşmanlık ve hasımlık üzere yaşamış olan Evs ve Hazrec kabilelerinin savaş yaptıkları ve Evs'in Hazrec'e galip geldiği son bir gün idi. Delikanlı dediğini yapmış ve derken bir münakaşa kapısı açılmış, iki taraf öğünmeye başlamışlar, nihayet bir çekişme, bir ağız kavgası olmuş, Evs'ten Evs b. Kayzî, Hazrec'den Hübar b. Sahr sıçramışlar, birbirlerine söz atmışlar, birisi diğerine: "İsterseniz bugün yine öyle bir gün yaparız" demiş. İki taraf öfkeye gelmiş: "Haydi yaptık, silâh silâh, haydi zahireye, harre meydanına!" demişler, sözün kısası Evs kabilesi birbirleriyle, Hazrec de birbirleriyle birleşmişler. O sırada durum Peygamberimize ulaşmış, O da yüce huzurlarında bulunan Muhacir ashab-ı kiramla birlikte onların yanlarına gelmiş: “Ey müslümanlar topluluğu!.. Allah Allah! Ben aranızda bulunurken de cahiliye davası mı yapıyorsunuz? Cenab-ı Allah sizi İslâm'a hidayet ettikten ve küfürden kurtarıp kerem ve yardımıyla cahiliyyenin kökünü kestikten ve aranızı bulduktan sonra, yine eski küfre mi dönüyorsunuz?" diye nasihat edince, hepsi düştükleri tehlikenin bir şeytan tuzağı olduğunu anlayarak derhal ellerindeki silahlarını bırakmışlar, gözlerinden yaşlar dökerek birbirlerine sarılmışlar, kucaklaşmışlar ve Resulullah'a itaat ederek beraberce gitmişlerdi. Cenab-ı Allah bu şekilde Şemmas'ın fitne ateşini söndürmüştür.
Resulullah(sav) Efendimiz de Kur’an gibi hep birliğe çağırmış,birliğin güç ve rahmet olduğunu söylemiş, ayrılıklara sebep olacak düşünce ve davranışlardan ümmetini sakındırmış, ”sürüden ayrılanı kurt kapar” diyerek uyarmıştır.(Ebu Davud,salat,46.)

Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top dindiremez. (Akif)


Bu gün dünyanın gelişmiş ülkeleri değişik birliklerle güç kazanırken, Müslümanların inançlarına aykırı ideoloji ve sistemlerle kalbî birliklerini, ırkçı ve bölgeci anlayışlarla da coğrafi birliklerini parçalanmış ve bölünmüş görmek içler acısıdır. Ardır ve ayıptır.Oysa dinimiz gibi aklımız, ilmimiz, ekonomimiz, siyasi gerçeklerimiz ve tarihi tecrübelerimiz de birlik olmamızı gerektiriyor. Bu halimizden bir an evvel sıyrılmalı, dün olduğu gibi yine insanlığa bu konuda da bizler örnek olmalıyız.
Birlik önündeki en büyük engel, cehalettir. Bu cehalet sebebiyle imanın kıymetini, kardeşliğin faziletini, birliğin dirlik ve esenlik oluşunu bilemiyoruz Gurur, kibir, kendini beğenmişlik, şahsi çıkar, mal, makam, baş olma sevdası gözlerimizi kör ediyor da, kendimizden başkasını göremiyor, kardeşlerimizin hayırlı işlerini takdir edemiyoruz. Dedikodu,. koğuculuk, kusur araştırma, yalan, dolan, iftira ile kardeşlerimizi kaçırıyor, kazanılamayacak gereksiz tartışmalarla enerjimizi boşa harcıyor, zayıf düşünce de bir kurtarıcı gibi düşmanlarımıza sarılıyoruz. Oysa onlar, bizi bölüp parçalamak ve parçaları da bir araya getirmemek için ne oyunlar sergiliyor, ne tuzaklar hazırlıyorlar.
Çare, cehaletten kurtulma, yani kendi dinimizi, kültürümüzü, tarihimizi iyi bilme, kardeşlik hak ve hukukunu gözetme, her türlü ayırımcılık ve ırkçılıktan uzaklaşma, hata ve kusurlara af ve musamaha ile yaklaşma, faydasız münakaşalardan kaçma ve sabırla çalışma, çabalama, gayret etmedir. Laf değil, iş üretmedir. Hareket berekettir. Her şeyi temizleyen suyun bile durgun olup akmadığında kokuştuğunu görmek bize ibret olmalı değil mi?

5- ŞECAAT

Şecaat, yiğitlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, kahramanlık demektir.İnsanın, haklarına sahip çıkabilmesi, kendisini ve hemcinslerini zulüm, haksızlık, hırsızlık, soygun, ırza ve namusa sataşma gibi her türlü kötülüklerden koruyabilmesi için şecaatli ve cesur olması gerekir. Özellikle de savaş meydanlarında korkmadan, aslanlar gibi kahramanca savaşabilmek büyük bir erdemdir. Müslüman ölümden korkmaz. Çünkü evvela kaderde ne varsa o olur. Her savaşa giren ölmez. Sonra haklı davasında öldürülen şehittir. Şehitlere anında “gir Cennete.” denilir. Cennette yediği, içtiği, sevdiği, oturduğu ve sair faydalandığı nimetleri, dünyadakiler ile asla kıyaslanamaz.Haklı kavgasından galip çıkana ise izzet vardır, şeref vardır, hakkıyla yaşamak vardır.Gerçekten zilletten kurtulmanın tek yolu, izzetle cihada hazır olmaktır.Akif, imanla kahramanlığı nasıl aynileştirir:


Şehamet dini, gayret dini, ancak Müslümanlıktır;
Hakiki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır.
Cebanet, meskenet, dünyada, sığmaz ruh-u İslam’a…
Kitabullahı işhad eyledim -gördün ya- davama.

Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla imanın:
Ne müthiş bir hamaset çarpıyor göğsünde Kur’an’ın.

Akif’in(rh.)davasına işhad eylaediği ayet şudur: ”İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı, onlardan korkun." dediklerinde bu, onların imanını artırdı ve şöyle dediler: "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir".(Al-i İmran,173.)

Şecaat ve cesaretin zıddı korkaklıktır. Aşırısı ise tehevvür, yani saldırganlıktır.Bilindiği gibi, ifrat da tefrit de, yani azlık veya aşırılık, zarardır, rezilettir.Cesaret, adamı düşmanına sevdirirken, korkakları anaları bile sevmez.Çocuklarımızı cesur ve kahraman yetiştirmeliyiz.Onlara tarihin şeref levhalarını okumalı ve okutmalı, kahramanlarımızın hayat hikayelerini seviyelerine göre çizği roman, hikaye veya filimlerle öğretmeli, tarih derslerine önem vermeliyiz. Kahramanlık ile savaş, bereber akla gelen iki kavramdır.Cihadın ve vatan savunmasının dindeki yeri bilindiği için, sözü uzatmak istemiyorum.

6- CÖMERTLİK VE ÎSÂR

Cömertlik kişinin, Allah(cc.)' ın kendisine verdiği nimetlerden kendisinin de başkalarına seve seve Allah(cc.) için verebilmesidir. Bundaki amaç, Allah(cc.)' ın rızasını kazanmaktır.Böyle iyi niyetli bir kulda zaten şefkat ve merhamet duyguları gelişmiş olduğundan onlar başkalarına, özellikle de yoksullara, kimsesizlere, çaresizlere karşı cömert olur, Allah yolunda infak eder, ihtiyacı olanların ızdırabını gidermekle huzur bulurlar.
Cömertliğin zıddı cimriliktir. Allah(cc.)' ın hiç sevmediği ve Cennetinden uzak ettiği bir kötü huydur. Allah(cc.) buyurur ki: “Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.(Nisa, 36-37.) Yine: ”Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamıyacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde, şükre ve övgüye layık olandır.Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin şeylere teşvik eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor. Allah'ın lütfu geniştir. O herşeyi bilendir.”(Bakara, 267-268.)
Resûlullah (sav) buyurdular ki: "İki haslet vardır ki bir mü'minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk."(Tirmizî, Bir 41, (1963).H.)
Ancak verirken bile ölçülü olmalı, malın tamamını verip de kendisini ve ailesini dilençi durumuna düşürmemelidir. ”Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açarak saçıp savurma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın.(İsra, 29.) Cömert adam, verdğinden bir karşılık beklemez.Zaten bir çıkar endişesi ile veya gösteriş için yapılan iyiliklerin hiçbir ecri de yoktur. Bu konudan “sadaka” bahsinde söz edilmişti.
Resulullah(sav) Efendimiz cömertlikte yağmur gibiydiler.”Yok” dedikleri yoktu. Olursa verir, olmazsa söz verirdi. Kendisine geleni bir gün bile bekletmez, dağıtırdı. Abdullah İbnu'ş-Şihhîr (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) Elhâkümü't-tekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: "İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır."(Müslim, Zühd 3, 4, (2958); Nesâî, Vesâya 1 (6, 238); Tirmizî, Tefsir, Tekâsür, (3351).)
Resulullah(sav) Efendimiz hem alan, hem de veren açısından sadakanın azımsanmamasını, cömert olmak için de zenginliğin beklenmemesini emrederdi: Bir rivayette de: "Sizden kim, bir yarım hurma ile de olsa ateşten korunabilirse, bunu yapsın'' buyurmuştur.''(Buhari, Zekât 10, 9, Menâkıb 25, Edeb 34, Rikâk 49, 51, Tevhid 24, 36; Müslim, Zekât 66-67, (1016); Nesâi, 63, (5, 74-75).)
Ebu Hüreyre (ra.) anlatıyor: "Bir gün: "Ey Allah'ın Resülü! dendi, hangi sadaka daha üstündür?''.denildi. Buyurdular ki: "Fakirin cömertliğidir. Sen, bakımıyla mükellef olduklarından başla."(Ebu Dâvud, Zekât 40, (1677).)
İşte onun sık yaşadığı olaylardan birisi: Hz. Cabir (ra.) anlatıyor: "Resulullah (sav.)'a üstü başı yok, ayakları çıplak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedevi peştamalı -veya abalarına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil halini görmekten Resulullah (sav)ın yüzü değişti. Odasına girdi tekrar geri geldi. Hz. Bilâl'e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra kamet getirdi.Namaz kılındı. Efendimiz (sav) namazdan sonra cemaate hitabetti ve:
-Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" (Nisâ 1) ayetini okudu. Bundan sonra Haşir suresindeki şu âyeti okudu: "Ey insanlar, Allah'tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır" (Haşr 18).
Resulullah sözüne devamla: "Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa' buğdayından, bir sa' hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin" buyurdu. Derken Ensâr'dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi, herkes bir şey getirmeye başladı. Öyle ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm. Resulullah (sav.) memnun kalmıştı, yüzünün yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Şöyle buyurdular: "İslam'da kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile, kendisinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez de. Kim de İslâm'da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile, kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir eksilmeye sebep olmaz.''(Müslim, Zekât 69, (1017); Nesâi, Zekât 64, (5, 75 - 76).)
İsar, kendisi de muhtaç iken bir şeyi ihtiyacı olana gönül hoşluğu ile vermektir.Din kardeşini kendisine tercih demek olan isar, cömertlikten de üstün bir huydur.Allah Müslümanların bu ahlakına şahitlik yapıyor: “Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.”(Haşr, 9.)
Bu ayetlerin iniş sebebi olarak anlatılan şu olaylar, isarı ne güzel açıklar: “Bundan başka Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve daha başkaları Ebu Hureyre'den şu rivayeti nakletmişlerdir: "Resulullah (s.a.v)'a bir adam geldi, "Ya Resulullah! "Bana zaruret isabet etti" yani açlıktan dermansız kaldım." dedi. Resulullah (s.a.v) yakınlarına haber gönderdi, ancak onların yanlarında hiçbir şey bulunmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun." dedi. Derhal Ensâr'dan bir zât -ki Ebu Talhâ olduğu zikredilmiştir- ayağa kalktı "Ben Ya Resulullah" diye cevap verdi. Ve hemen adamı alıp evine götürdü. Sonra da hanımına "Resulullah'ın misafirine ikram et" diye tenbihde bulundu. Hanımı, "Vallahi benim yanımda bir kız çocuğumun yiyeceğinden başka bir şey yoktur." dedi. Kocası da ona, "O halde kız çocuğu akşam yemeği istediği zaman onu uyut, kandili de söndürüver, Resulullah'ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiştiriverelim." dedi. Ve gerçekten öyle yaptılar.(Karanlıkta misafir yemeğin azlığını fark etmedi. Onlar da yiyormuş gibi ellerini sofraya uzatıp ağzlarına götürüyorlardı.) Sonra o misafir, Resulullah'ın yanına vardı ve ona, "Bu gece Allah falan ve falandan son derece hoşnut oldu." dedi. Allah Teâlâ da onların hakkında bu âyeti indirdi. "Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile, onları kendilerine tercih ederler." Hakim, İbnü Merdeveyh ve Şuab'da Beyhakî, İbn Ömer'den (r.a) şöyle rivayet etmişlerdir: "Resulullah'ın sahabilerinden birine bir koyun başı hediye edildi. O da, "Kardeşim falan ve ailesi buna bizden dahafazla muhtaçtır." dedi ve hediyeyi ona gönderdi. O da bir başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaştı ve nihayet yine öncekine dönüp geldi. Bunun üzerine âyeti nazil oldu." Bunlar, yalnız âyetin iniş sebebiyle ilgili rivayetlerdir. Yoksa Ensâr ve Ashâb'ın böyle nice başkalarını kendilerine tercih örnekleri vardır. Hatta Ensârdan iki karısı bulunanlar, karısı olmayan muhacirlerin evlenebilmesi için, karılarından birini terk bile etmişlerdi. Yermuk savaşında şehidler arasında son nefesine gelmiş yaralıların, kendilerine verilen bir yudum suyu bile yanında inleyen arkadaşları arasında nasıl dolaştırdıklarını tarihi bir olay olarak Akif Safahat'ında ne güzel tasvir etmektedir.” (Elmalılı Hamdi Yazır.)

7- ÇALIŞKANLIK

Maddi ve manevi kazanç için çalışmaktan başka çare yoktur. Dünyanın ve ahiretin saadeti çalışmaktan geçer.Sadece insanlar değil, hayvanlar, hatta bitkiler bile geçimleri için çalışmak zorundadırlar.
Manevi kazanç için, yukarıda da geçtiği gibi ilim gerek, amel gerek, azim gerek. Çünkü Allah(cc.)' a ibadet etmek istemeyen nefsi ıslah etmek, az sabır ve gayreti gerektirmez. Daha Şeytanlar var, dünyanın değişik şehvetlerinin cazibesi var, inançsızların engellemeleri var.Allah yolunda “seyr-u sülûka” giren bir maneviyat yolcusunun engellerini “Mantıku’t Tayr”dan bile dinleyebilirsiniz.
Dünyayı kazanmak da çalışmak ister. Akif’in dediği gibi “Kim ki bu dünyada kazanamazsa ekmek parası- Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.” Evet, maskaradır o insan ki, gücü var, kuvveti var, vakti var, ihtiyacı da var, ama tembeldir, çalışmaz, utanmadan dilenir, aleme yük olur. Allah(cc.) çalışmayı emrediyor: “ Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da yakında görülecektir.Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.”(Necm, 39-41.) “ Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur.”(Cuma, 10) “O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul”(Inşırah, 7.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.) de çalışmanın faziletini anlatan bir çok hadislerinde, herkesi elinin emeğini yemeğe çağırmış, (Buhari,Buyu’,15.), nasırlı elleri övmüş, değişik meslek guruplarının faziletini açıklamış, (Mesela bkz.Tirmizi, Buyu’, 4.), dilençiliği yasaklamış, acizlikten ve tembellikten Allah(cc.)' a sığınmıştır. (Buhari,Daavat,38,40,42, Cihad,25;Müslim, Zikir, 52(2706); vd.). Böyle birisine ip alıp dağdan odun getirerek satmasını tavsiye ederek pratik çözümler getirmiş ve sonucunu da gözetlemiştir.(Müslim, Zekat, 107.)
Aklı başında olan bir insan çalışır, başarır ve mutlu, huzurlu olur. Tembellik yapmak şöyle dursun, huylar da bulaşıcı olduğu için, tembellerle düşüp kalkmaz, arkadaşlık yapmaz.Zaten çalışmanın insana verdiği maddi manevi canlılık, neşe ve dinamiği bilenler, üretmenin zevkine erenler, bir can sıkıntısından başka bir şey olmayan tembelliğe asla düşmezler.

Güçlü devlet, sadece nüfusu, asker sayısı ve silahı çok devlet demek değildir günümüzde. Bu gün gücün kaynağı ilimdir, çalışmadır, üretme ve satmadır.Bu gücün iyi kullanılabilmesi, ancak İslam ölçülerine bağlı kalarak çalışmakla mümkündür. O yüzden Müslümanlar hem kendi kalkınmışlıklarını, hem de dünya dengelerini sağlamak için çok çalışmaları gerekir.İyi niyetle, ilmî ölçüler çerçevesinde yapılmış ciddi bir plan ve proğramla disiplin içinde çalışmak, İslam’a göre ibadettir.

8- DOĞRULUK

Doğruluk kalbde, niyette,iradede, azimde, işte, kendine ve diğer insanlara karşı, dinin yararlı isteklerini icra ile görevlerini güzelce yapmaktır.İyi ve istikamette olmak, kimseyi aldatmamaktır. Yalana dolana tevessül etmemektir.
Doğruluk, iman ve asaletin gereği yüce bir erdemdir ve her zaman fayda getirmiştir. Bazen doğruluk, şimdi bazı zararlara sebep olsa bile, sonuçta daima yarar ve sevinç doğurur. Yalan ve dolan, hile ve aldatma, bazen peşin faydalar, küçük kurtulmalar getirse bile, sonuçta muhakkak utanma, mahcup olma, rezalet ve skandallara ve büyük zararlara sebep olur. Onun için Allah(cc.) daima doğruların yardımcısıdır.
Doğruluk sadece dilde kalmamalı, kalbe, işe ve ilişkilere de yansımalıdır.Doğruluk güven getirir.Güven ise hem büyük bir sermaye, hem de her kazancın temelidir. Onun için doğru olanlar, hayatlarında daima güven, huzur, kar ve kazanç içindedirler. Sonları da eğer inananlardansa Cennet olur. Çünkü “doğruluk Cennete, yalan, Cehenneme götürür.” Her Müslüman, her zaman okuduğu “Fatiha Suresi” ile Allah(cc.)' tan sürekli “doğru yola iletmesini” istemektedir. Doğru olmayanlar doğru yolda kalamaz, bir gün mutlaka sapıtan ve gazaba uğrayanlardan olurlar.
Allah(cc.) Peygamberine doğruluğu emrediyor: ”İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır.”(Hud, 112.)
Bu ayetin tefsirinde Elmalılı şunları söyler:”Sen her hususta doğruluk ile emrolunmuş bulunuyorsun. Ve senin, her işte Kur'ân'da emrolunduğun gibi, sıratı müstakim üzere tam bir doğrulukla hareket etmen ve her hususta aldığın vahye uyman, Kur'ân ahlâkı ve ahkamı uyarınca hareket edip bilfiil canlı bir doğruluk örneği olman gerekmektedir ki, hakkında hiçbir şüpheye ve tereddüde yer kalmayacaktır. Doğruluğun ve dürüstlüğün senin peygamberliğine ve başarılı olmana en büyük delil ve belge olacaktır. Bundan dolayı sen sana karşı çıkanların laflarına bakma, onları Allah'a havale et de gerek müminlerle müşterek olan inanç ve amele ilişkin genel görevlerinde, gerek özellikle peygamberlik görevleriyle ilgili olarak yalnızca sana ait olan özel görevlerinde tam emrolunduğun gibi, hakkıyle doğru ol, doğruluktan ayrılma! Şu halde sûrenin baş tarafında "Belki sen, sana yapılan ithamlardan dolayı, sana vahyolunanların bazısını terkedecek olursun ve bundan da üzüntü duyarsın" (11/12) geçtiği üzere vahyolunan emrin yerine getirilmesi ne kadar ağır olursa olsun; ne o emrin tebliğinde,ne de icra ve uygulamasında hiçbir engelden yılmayarak emrolunduğun gibi dosdoğru olmaya devam et.
Abdullah b. Abbas demiştir ki: “Bütün Kur'ân içinde Resulullah'a bu âyetten daha ağır ve daha çetin bir âyet nazil olmamıştır: Ve bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Hud Sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı" ve bazı rivayette "Beni Hud Sûresi ihtiyarlattı." buyurmuştur.”
Bu gün yaşayarak görüyoruz ki her alanda başarı ve kazanç, tabi ki sonunda mutluluk, doğrulukla gelmektedir. Özellikle çağımız prensipler ve imaj çağıdır.Bir isim, bir marka, ortaya koyduğu güvenilirlikle bizatihi kazanç sağlamaktadır. Bu kazanç önce dünyada yaşanan, sonra da ahirette devam eden bir kazançtır: "Gerçekten Rabbimiz Allah'tır." deyip, sonra da dosdoğru olanlara gelince, onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.İşte onlar Cennetlikdirler, yaptıklarına karşılık orada ebedi olarak kalacaklardır.”(Ahkaf, 13-14.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.) de doğruluk üstüne şunları söylemiştir: "Sıdk insanı birr'e (Allah'ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddik (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sorunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir."(Buhari, Edeb 69; Müslim, Birr 102, 103, (2606, 2607); Muvatta, Kelam 16, (2, 989); Ebu Davud, Edeb 88, (4989); Tirmizi, Birr 46, (1972).)
"Sana şüphe veren şeyi terket, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan şüphedir."(Tirmizi, Kıyamet 61, (2520); Nesai, Eşribe 50, (8, 327, 328).)
Öyleyse, peygambere bile yapılan bu doğruluk çağrısından öncelikle müslümanlar nasibini almalı ve her işlerinde, herkese karşı doğru ve dürüst olarak inananların imajını daima yüce tutmalıdırlar. Hiçbir müslümanın “papucu dama atılmamalıdır.”

9- EMANET

Emanet, koruyacağına güvenilen birine, sonra geri alınmak üzere, bir şey bırakmaktır. O bırakılana da emanet denir.Emanete riayet, demin anlatılan doğrulukla da yakından ilgilidir ve dinimizde önemle üzerinde durulan ahlakî bir görevdir.
Peygamberlerin sıfatlarından biridir emanet.Özellikle de sevgili Peygamberimiz(sav.)in en önemli lakabına işarettir.. İnsanlar ona “Muhammedü’l Emin” derlerdi. Tebliği ilk defa açıktan yaparken, insanlara “Şu dağın arkasında bir düşman ordusu var desem, bana inanır mısınız?” diyordu. Bu ne demek? Ülkeyi düşman işgal etmiş, yakarak yıkarak ilerlemiş, hatta şehrin hemen yanına kadar gelmiş, ama insanların haberi yok. Olacak şey mi canım? Ama, aldığı cevap ilginç: ”Sen söylersen, inanırız.” Daha sonra İslamı yayma işi kızıştı.Cemiyet ikiye bölündü.En azılı düşmanları dahi, O’nun yalan söylemediğini bilirler ve O’na güvenirlerdi. Hatta, Medine’ye giderken, yatağında yatarak muhtemel ölümü koynuna alan Hz. Ali’ye, yanındaki emanetleri sahiplerine vermesini emrediyordu.Belki de o emanetlerin arasında, kendisini öldürmek isteyen inkarcılara ait olanlar da vardı.Çünkü, Mekke’de ancak fakir ve aciz Müslümanlar kalmış, gerisi Yesrib’e hicret etmişti. Bir insan olarak “Siz beni haksız yere öldürmeye kalkışır, vatanımdan hicrete mecbur ederseniz, ben de sizin mallarınızı ganimet bilirim.” diye düşünebilirdi ve kimse de onu suçlayamazdı.Buna rağmen O, dünyaya unutulmaz dersler veriyordu. Çünkü O, güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmişti.Her haliyle ve her anında, insanlara örnek olacaktı.Onu Allah terbiye etmişti ve de ne güzel etmişti!.. O’nu lider bilen ve izini takip ederek dinini yaşayan ve anlatan Müslümanlar da, şartlar ne olursa olsun, emaneti koruyacaklar ve kendilerine olan güveni sarsmayacaklardır. Yoksa bunun zararını kişisel olarak sadece kendileri çekmez, bilakis insanları İslam’dan, dolayısıyla Allah(cc.)' tan soğutarak en büyük vebali yüklenmiş, en büyük ihaneti yapmış olurlar.
Emaneti “maddi” ve “manevi” diye ikiye ayırabiliriz. Para ve mal gibi eşyalar maddi emanetlerdir. Fert veya kamu malı olsun, emanetler iyi korunmalı ve istendiğinde eksiksiz iade edilmelidir.Hatta kamunun yararına hizmet veren okul, hastane, yol, park gibi mekanlar, içindeki öğrenci, hasta ve sair insanlar, ilgililere birer emanettir. Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan tutun da memur, işçi, müteahhid, sözleşmeli personele kadar, devletin verdiği bütün görevler birer emanettir. Bunların gerçek sahipleri bütün vatandaşlar olunca, sorumluluk daha da artar, bunları korumak daha da önem kazanır. Çünkü bütün vatandaşlarla helallaşmak, zaten zor olan ahiretteki hesaplaşmayı suçlu adına daha da zorlaştıracaktır. Bir de manevi emanetler vardır.Başta İslam olmak üzere, canımız, malımız, ailemiz, insanımız, ülkemiz, şerefimiz, haysiyetimiz, sanatımız, kültürümüz, kitaplarımız, medeniyetimiz birer emanettir.Bunlara karşı görevlerimizi iyi yaparak bu emanetleri korumalıyız. Allah(cc.) bunu bize emrediyor:“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”(Nisa, 58.) ”Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.”(Enfal, 27.)
Son ayetin yorumunda Elmalılı Şunları söyler: “Ey müminler! Allah'a ve Resule hıyanet etmeyin, iman zimmetinize verilmiş olan ilâhî hükümlere ve Resulün sünnetine saygısızlık ve riayetsizlik etmeyin. Bunlar size hayat veren hükümlerdir, onlardan dolayı şükretmekten geri kalmayın, nankörlük etmeyin. Onlara sadakat ve bağlılıktan ayrılmayın. Dinde laubali olmayın, dinin emir ve yasaklarına sırf gösteriş olsun diye uymayın, can u gönülden benimseyerek uyun, ganimetten mal kaçırmak veya düşmana gizli sırlar iletmek gibi davranışlarla ahlâkınızı lekelemeyin. Hasılı, dinî görevlerinizi ciddiyet ve samimiyetle yapın. Allah ve Resulü'ne hıyanet ederseniz kendi emanetlerinize hıyanet edersiniz. Bir kere Allah ve Resulü'ne hıyanet etmeye başladınız mı artık kendi aranızda da mala, cana, ırza ve namusa hıyanet etmeye başlarsınız. Hakka, hukuka, vatana ve milli görevlere de hainlik etmeye başlarsınız.”
Peygamberimizin emanete tavrına bakınız:: Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) bir tabak ödünç almıştı, kap ziyana uğradı. Sahiplerine tazmin etti."(Tirmizi, Ahkam 23, (1360).) "Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hiyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husûmet edince haddi aşar."(Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Dâvud, sünnet 16, (4688); Tirmizi, İman 14, (2634); Nesâi, İman 20, (8, 116).)


En son huzeyfe tarafından Paz Kas. 01, 2009 8:58 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Empty
MesajKonu: Geri: Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER   Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Icon_minitimePaz Kas. 01, 2009 8:03 am

10- HAYA

Haya, Allah(cc.) saygısı ve korkusu sebebiyle ahlak kurallarına uyma, günah ve ahlaksızlıktan kaçınma demektir. Dilimizde utanma, arlanma, sıkılma diye de ifade edildiği gibi, hayanın özellikle iffet ve namusla yakından ilişkisi vardır.Böyle bir durumda kalan insanların haliyle yüzü kızarır, utanır, sıkılır, terler, üzülür ve mahcup olur.
Haya duygusuna, kötülükleri engellediği için, “haya perdesi” de denir ve bu huy insanı günah işlemekten alıkor. Akıllı insanlar, utanmamak ve mahcup olmamak için ayıp ve günah olanı işlemezler. Böylece haya, sevgili Peygamberimiz(sav.)in dediği gibi “baştan sona hayırdır.”(Buhari, Edeb, 76.) Yine “Utanmazsan dilediğini yap” hadisi de aynı gerçeği bir başka açıdan yansıtır.(Buhari, Edeb, 78.)
Resulullah(sav) Efendimiz'i anlatanlar, O’nun “bakire kızlardan daha utangaç” olduğunu söylerler.O, hakiki hayayı tanımlar ve hayayı tavsiye ederdi: ”İbnu Mes'ud (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav): "Allah'tan hakkııyla hayâ edin!" buyurdular. Biz: "Ey Allah'ın Resûlü, elhamdülillah, biz Allah'tan hayâ ediyoruz" dedik. Ancak O, şu açıklamayı yaptı.: "Söylemek istediğim bu sizin anladığınız haya değil. Allah'tan hakkıyla haya etmek, başı ve onun taşıdıklarını, karnı ve onun ihtivâ ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini terketmeli, âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla haya etmiş olur. "(Tirmizî, Kıyâmet 25, (2460).)
"Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm'ın ahlâkı hayadır."(Muvatta, Hüsnü'1-Hulk 9, (2, 905); İbnu Mâce, Zühd 17, (4181, 4182).)
"Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Hayâ ise girdiğn şeyi güzelleştirir."(Tirmizî, Bir 47, (1975);İbnu Mâce, Zühd 17, (4185).) "Haya imandandır. İman sahibi ise cennettedir. Hayasızlık (ve bundan kaynaklanan kabalıklar, çirkin ve kırıcı sözler) eziyet ve cefadan bir parçadır. Eziyet ve cefa eden de cehennemdedir."

11- İFFET

İffet, temiz ahlaklı olmak, ar ve namusu korumak demektir. İffetli olmak, başta cinsel arzular olmak üzere, insanın değerini düşürecek her türlü istek ve şehvetlerden uzak olmak, kendisini korumak demektir. Böylesi insanlar, İslam’ın büyük günah saydığı zinadan ve ona götüren kalb, dil, el, göz, kulak ve ayak zinasından kendilerini korurlar.Bir hikmete binaen yaratılan cinsel arzularını, helal ve yasal yollardan gidererek sevap kazanırlar.Hem dünyada, hem de ahirette mutlu ve huzurlu olurlar.
Allah(cc.) buyurur: “(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan (köleleri), erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsî güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışta olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. Evlenme imkanını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köleler ve cariyelerden) mükatebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki, zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”(Nur, 30-33.)
Haya ve iffet, aile ve toplumu suçlardan, cinayetlerden, amansız hastalıklardan, fakirlikten, israftan, sefahattan, saygısızlıktan koruyan bir emniyet süpabıdır.İnsan olarak aynı yaratılışa sahip olduğumuz için iffet ve haya herkese emredilmiştir.Bu emre, ashab-ı kiram, hatta mü’minlerin anneleri olan sevgili Peygamberimiz(sav.)in eşleri de dahildir ”Ey iman edenler! Peygamberin evlerine vaktine bakmaksızın ve yemeğe izin verilmedikçe girmeyin. Fakat çağırıldığınız vakit girin.Yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Sohbet etmek için de izinsiz girmeyin. Çünkü bu haliniz peygambere eziyet veriyor, ama o sizden utanıyor. Fakat Allah gerçeği söylemekten utanmaz. Hem O'nun hanımlarına bir ihtiyaç soracağınız vakit de perde arkasından sorun. Böyle yapmanız hem sizin kalbleriniz ve hem de onların kalbleri için daha temizdir. Hem sizin Resulullah'a eziyet etmeye hakkınız yoktur. Ondan sonra hanımlarını da ebediyyen nikâh edemezsiniz. Çünkü bu Allah katında çok büyük bir günahtır.Siz bir şeyi açıklasanız da gizleseniz de şüphe yok ki Allah her şeyi bilmektedir.”(Ahzab,53-54.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.), daha peygamber olmadan önce de fevkalade iffetli idi. Allah O’nu, cahiliyye bayramlarından, düğünlerinden, açık saçıklığından, fuhşundan korumuştur.

12- İHLAS

Sözlükde arınmak, kurtulmak, saflaşmak anlamına gelen İhlas, bütün hal ve hareketlerde içten, kalbî ve samimi olarak Allah(cc.) rızasına yönelme, bir başkasından asla karşılık beklemeden Allah(cc.)' a kulluk etme, gösteriş ve işittirmeden uzak olma demektir..
İhlasın kaynağı, kalbdeki imandır.Özellikle de Allah(cc.)' a ve ahiret gününe iman.Allah’ın gizli açık her şeyi gördüğünü, bildiğini, duyduğunu, tespit ettiğini ve hesap soracağını bilme ve iman etme. “Bir şeyi açıklasanız de gizleseniz de Allah şüphesiz hepsini bilir.”(Ahzab, 54.)
Bunun zirvesi, sevgili Peygamberimiz(sav.) tarafından “ihsan” olarak isimlendirilmiştir:” İhsan, senin sanki Allah'ı gözlerinle görüyormuşsun gibi O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmesen de, şüphesiz O seni görüyor."(Müslim, İman 1, (Cool; Nesâî, İman 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4695); Tirmizî, İman 4, (2613).)
Allah(cc.), yapılan bütün işlerin kendi rızası için olmasını kesinlikle emreder ve rızası amaçlanmayan işlerden dolayı kullarına asla sevap yazmaz. Bu kalp arılığı ve niyet sağlamlığı, İslam’ın öncelikle istediği bir iştir.İster kalble, isterse dille ve diğer organlarla olsun yapılan her iş, kalbdeki niyete göre değerlendirilir.”Allah, insanların mallarına, yüzlerine değil, kalblerine bakar” (Müslim, Birr, 34.) Yine sevgili Peygamberimiz(sav.) şöyle buyurur: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir."(Buhâri, Bed'ü'l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45, Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11, (2201); Tirmizi, Fedâilu'I-Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60).)
İhlas, kalbe ait bir iş olunca ondan, Allah(cc.)' tan ve sahibinden başkasının haberdar olması imkansızdır. Görünürde yapılan nice güzel işler vardır ki, insanlar onu beğenir ve sahibini takdir eder. Yeri gelince de ödüllendirir. Ama o işin Allah(cc.) katında beş paralık değeri olmayabilir. Çünkü, o işler Allah(cc.)' ın rızasını kazanmak için değil, insanların takdirini kazanmak ve bir şekilde karşılığını almak için yapılmıştır. Almıştır ya da alamamıştır, önemli değil. Kesin olan bir şey var ki Allah(cc.), işlerde bir başkasının ortaklığını istememektedir. Böylesi işleri kabul etmemektedir. Kalbde olan, başkalarınca bilinmez ama, atalar “küp içindekini sızdırır” demişlerdir. Yıllarca iyi işler yaparak dine ve insanlara hizmet eden bir kişi, mesela bir dernek, parti seçiminde, veya bir yerde bir iş ya da işe adam alımında kendisi tercih edilmediği zaman, “ben bu davaya şu kadar yıl emek verdim. Karşılığı bu mu olacaktı?” diyorsa, işte orada bir ihlas ve iyi niyet sorgulaması yapmak gerekir. “Arkadaş, sen bunları Allah(cc.) için yaptıysan, niye insanlardan mükafat bakliyorsun? Hangi hakla başa kakıyorsun?” diye sormak gerekir. Hadiste olduğu gibi, “hicretin” Allah(cc.) için mi, kadın için mi?..” Canım, ikisi de olsun” demek, ihlası bilmemektir. Emekleri yele vermektir. Çünkü Allah(cc.) kıskançtır, asla ortak kabul etmez. “Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın."(Kehf, 110.) “De ki: "Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum."(Zümer, 11.) İşte uyarıcı bir hadis: EbuHüreyre (ra) anlatıyor: "Bir adam gelerek Hz. Peygamber (sav)'e: "Ey Allah'ın Resûlü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği halde bir de dünyalık isterse durumu nedir?" diye sordu. Şu cevabı verdi: "Ona hiçbir sevab yoktur!" Adam aynı soruyu üç sefer tekrar etti, Resûlullah (sav) da her seferinde: "Ona sevab yoktur!" diye cevap verdi."(Ebu Dâvud, Cihâd 25, (2516).)

Allah(cc.) imanda, niyette, sözde, işte ve ibadette, hatta savaşta bile ihlas istemektedir.” De ki: "Rabbim adaleti emretti ; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz." (A’raf, 29.) “Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilen'dir.”(Enfal, 47.)
İhlas ve iyi niyet, inananlar için en büyük hazinedir.Çünkü, Allah(cc.) katında hoş olan bir işi istemekle beraber, elde olmayan sebeplerle yapamayanlar, içlerindeki o samimi istek sebebiyle, yapanlar gibi sevap alırlar. Hz. Câbir (ra.) anlatıyor: "Biz bir gazvede Resûlullah (sav) ile beraberdik, bir ara şöyle buyurdular: "Medine'de kalan öyleleri var ki, aldığınız her mesafe ve geçtiğiniz her vâdide sizinle berabermiş gibi sevabınıza eksiksiz ortak oluyorlar. Bunlar, cihada katılmayı içtenlikle isteyip de özürleri sebebiyle orada kalanlardır." (Müslim, İmâret 159, (1911).) Resulullah (sav): “Kim sıdk ile Allah'tan şehid olmayı dilerse, Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır, yatağında ölmüş bile olsa" buyurdu."(Müslim, Cihâd 156, 157, (1908, 1909); Ebu Dâvud,Salât 361, (1520); Tirmizî, Fedâilu'1-Cihâd 19, (1653); Nesâî-Gihâd 36, (6, 36); İbnu Mâce, Cihâd 15, (2797).)
İhlasın zıddı riya ve süm’adır.Yani gösteriş ve yapılanı duyurma. Amaç, insanlardan, yerine göre sevilme, beğenilme veya maddi çıkar beklemedir.Allah ancak ihlaslı amelleri kabul eder. Bunun dışında kalan riya ve süm’a dolu amelleri kabul etmeyerek, sahibinin suratına çarpar. O tür işlerin kıymeti olmak şöyle dursun, aksine günahı ve vebali vardır.Bu konu riya ile de yakından ilgilidir. Orada üzerinde daha fazla durulur inşallah.

13- İLİM
“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir “alekadan” yani “embriyodan” yarattı.Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti”(Alak, 1-5)
Bilindiği gibi bunlar inen ilk Kur’an ayetleridir.İlk ayetler okumadan, kalemden,.bilmediği şeyleri bellemeden bahsediyor. “De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar.”(Zümer, 9.) diyor. "Rabbim! benim ilmimi artır" de.”(Taha, 114.) diyerek yüce bir hedefe yönlendiriyor. “Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir”(A2raf,199.) diyerek cahilin değersizliğini ifade ediyor.
Sevgili Peygamberimiz(sav.)in hadislerine baktığımızda ise ilme, alimlere, öğrencilere, onları dinleyen ve hizmet edenlere büyük değerler verildiğini görüyoruz. İlim bizzat bir ibadettir, hidayettir, günahlara kefarettir. İster savaş, ister barış, şartlar ne olursa olsun bırakılmayacak, beşikten mezara kadar çalışılacak, Çin gibi dünyanın öbür ucunda bile olsa gidip alınacak, yitik malı gibi nerde bulunursa kapılacak bir fazilettir. Gerekli ilimleri öğrenmek, kadın erkek herkese farzdır. Bu yolda ölüm, şehadettir. İşte birkaç hadis-i şerif:
"Alimin âbide üstünlüğü, benim, sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" (Tirmizi, İlim 19, (2686).). “Allah Teâla Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur."(Hadis Tirmizi'nin aynı babındadır.)
"Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine girdirmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını üzerlerine koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir." (Ebu Davud, İlm 1, (3641); Tirmizi, İlm 19, (2683); İbnu Mace, Mukaddime 17, (223).)
İlmin kıymetini anlayan ecdadımız, geçmişte her branşta dünyanın en büyük alimlerini yetiştirerek, dini ilimlerde olduğu gibi, sosyal bilimlerde, fen matemetik, tıp, astronomi ve diğer ilimlerde zirvelerde dolaşmışlar ve büyük bir medeniyetin kurucuları olmuşlardır. Ne yazık ki, son birkaç asırda İslamî değerlerini yitiren Müslümanlar, ilim alanında da gerilemiş, bu konularda başkalarına yük olmaya başlamışlardır. Maalesef bu gün İslam dünyasında yaşayanlar dünyanın en az okuyan, araştıran insanlarındandırlar. O yüzden bu dünyada haksızlık, hukuksuzluk,fakirlik ve geri kalmışlık kol gezmektedir. Çünkü Müslümanlar hayat sahnesinden çekilince yeryüzünün dengesi bozulmuştur. Neden böyle oldu sorusu tartışılmaktadır. Ama özellikle bir şeyin altını çizelim ki, İslam bunu istemiyor ve de hak etmiyor. Biz Müslümanlar, bu utanç verici durumdan bir an önce kurtulmamız gerekir. Bunun yolu da yine dinimizin dinamiklerinden yararlanmaktan geçer.

14- İSTİŞARE

İstişare bir kişi veya grubun fikrini, görüşünü alma, danışma demektir.Her ne kadar beynimizin bütün kapasitesini kullanamıyorsak da o, her işin üstesinden tek başına gelebilecek şekilde yaratılmamıştır.Çünkü onun yaratıcısı, bireysel ya da toplumsal işlerde başkalarıyla istişare etmeyi, akıl danışmayı, işleri şura ile götürmeyi emrediyor: “Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir.”(Şura,39.). “Yapacağın işlerde onlara da danış.”(Al-i İmran,159.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.)in bizzat kendisi istişare ile emredilmiştir.Öyleyse hiç kimse istişareden muaf olamaz. O da, hayatında işlerini hep istişare ile götürmüştür.Hatta hiç kimse O’nun kadar istişare etmezdi Bedir ve diğer savaşlara çıkarken yapılan istişareler ve farklı görüşlerin özgürce tartışılması meşhurdur.Raşid Halifeler de devlet yönetiminde hep danışmayı devam ettirmişlerdir.Zaten İslam hukukunda istişareyi terk ederek devlet işlerini tek başına halletmeye kalkışan devlet başkanı görevinden azledilir.Bu günkü meclis veya parlemantonun ilk uygulama örnekleri, hiç kuşkusuz asr-ı saadette yaşanmıştır.
Ancak, istişare edilecek konuların, Kur’an ve sünnette açıklanmayan ve sonuçta onlara ters düşmeyen konularda olması gerekir.Çünkü, dince emredilen bir konuda istişare etmenin anlamı yoktur.O konuda istişare, olsa olsa icraatın nasıl yapılması hususnda olabilir.Kiminle istişare edileceği de önemlidir.Danışılacak insanların dindar, adaletli, bilgili, sır saklayan ve danışılan konuda uzman olması gerekir
Şûra, her zaman en iyiyi bilmek için de olmayabilir.Şura aynı zamanda karşıdakine değer verdiğini göstermek, gönül almak, insanları etkileyecek önemli kişileri doğru görüşe çekmek ve ikna etmek, ayrılıkları aza indirmek gibi ya da daha başka güzellikleri gerçekleştirmek için de yapılır. Onun için İslam’da danışma, yöneticiler için bir zorunluluktur.
İstişarede herkes düşüncesini rahatça, özgürce ve hiçbir şeyden çekinmeden açıklayabilmelidir.Ancak her zaman bir fikirde birleşilemeyebilinir. Resulullah(sav) Efendimiz bu durumlarda, kendi görüşünün aksine de olsa, çoğunluğa uyardı.Fakat, devlet başkanı yürütmeden sorumlu olduğu için, onun görüşü alınır diyen alimler de vardır. “İstişarenin ne kıymeti var öyleyse?” diyenlere, şöyle cevap verebiliriz: “Evet, vardır.Çünkü başkan, meclisteki tartışmalardan doğruyu yakalayabilir, kendi görüşünü kısmen veya tamamen değiştirebilir. Böyle bir imkan vardır. Hem biraz önce “şûra, her zaman en iyiyi bilmek için de olmayabilir…” demiştik hatırlarsanız.


15- MERHAMET

Merhamet, Allah(cc.)' ın yarattıklarına acımak, onların iyiliğini istemek, kötü durumlarında yardım etmeye çalışmaktır. Merhamet, kaynağı Allah(cc.) olan bir güzel ahlaktır. Çünkü yüce Allah(cc.) çok merhametlidir.Müslim'de geçen bir rivâyette Resülullah (sav)]: "Allah, arz ve semayı yarattığı gün, yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne, yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşi hayvanlar ve kuşlar birbirlerine bununla merhamet ederler. Kıyamet günü geldiği vakit Allah, rahmetine bunu da ilâve ederek tekrar yüze tamamlayacak ve bununla müslümanlara merhamet edecektir."(Müslim, Tevbe 21, (2753).)
Ömer İbnu'l-Hattâb (ra) anlatıyor: "Resülullah (sav)'a bir grup esir getirilmişti. İçlerinde bir kadın vardı, göğüsleri sütle dolu idi. Bu kadın sağa sola koşuyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu zaman onu yakalayıp kucaklıyor, göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. Derken kendi çocuğunu buldu ve bağrıa basarak onu şefkatle emzşrdi.Dikkatleri çeken bu manzara karşısında, aleyhissalâtu vesselâm: "Bu kadının, çocuğunu ateşe atacağına kanaatiniz olur mu?" dedi. Bizler: "Hayır!" diye cevap verince: "Bilin ki, Allah'ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha fazladır" buyurdu."(Buhâri, Edeb 18; Müslim, Tevbe 22, (2754).)
Allah(cc.)' ın bu engin merhametinden faydalanmanın yolu da merhametli olmaktır.Çünkü sevgili Peygamberimiz(sav.) buyururlar ki: "Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla rahmet bağı kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan rahmet bağını koparır."(Tirmizi, Birr 16, (1925); Ebü Dâvud, Edeb 66, (4941).) "Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz.” (Buhâri, Tevhid 2, Edeb 27; Müslim, Fedail 66, (2319); Tirmizi, Birr 16, (1923). Kimlere merhamet? Sorusunun cevabı uzun kaçar. Özeti şudur ki “bu din, Halika tazim, mahluka merhamettir.” Başta kendimize merhamet. O’nu utanacak ve azap çekecek hallerden korumak yani. Sonra ana baba, eş ve evlattan tutun, akraba, komşular, fakirler, dullar, yetimler, hastalar, muhacirlar, mazlumlar, öğrenciler… derken asiler, günahkarlar, evden kaçarak sokaklarda yaşayan, uyuşturucu, alkol ve fuhuş batağına düşmüş de kurtulmak için çırpındıkça batanlar… hatta kafirler, anarşistler, teröristler…Yeniden ıslah olmaları için, yeniden aile ortamında, sıcacık yuvalarında mutlu yaşamaları için elden gelen ne varsa yapılmalı, çırpınmalı, dertleriyle dertlenmeli insanların..Hatta hayvanların dertleriyle dertlenmeli, yemesi, içmesi ve yükü yerli yerince mi incelenmeli, yaraları sarılmalı, sevgi ve ilgiyle izlenmeli. Evet, Yunus gibi demeli, “Yaratılanı sevmeli yaratandan ötürü.”


16- MİSAFİRSEVERLİK

Misafir hem yolcu, hem de yolculuk esnasında bir eve konan, ziyaret amacıyla bir eve inen kimseye denir.Eskiden ulaşım araçları böylesine hızlı olmadığı için, çoğu zaman insanlar yola çıktıklarında akşam evlerine ulaşamaz, bir yerde konaklarlardı. Geçmişte çoğu kere de bu konaklama evlerde olurdu. Şimdi evlere senede kaç kere yatmaya bir misafir geliyor acaba?
İşte anlatılan sebeple misafirlik dinimizde ve geleneğimizde çok önemlidir. Kur’an’da Hz. İbrahim ve Hz. Şuayb başta olmak üzere güzel örnekleri vardır misafir karşılamanın. Sevgili Peygamberimiz(sav.) de misafirlerine önem verir,onların kısmetleriyle geldiklerini bildirir, misafir ağırlamayı Allah(cc.)' a ve ahiret gününe inanmanın şartı gibi anlatırdı.Doğrusu Medine’ye geldiklerinde de Ensar-ı kiram Resulullah(sav) Efendimiz'i ve muhacirleri çok güzel karşılamış ve ağırlamışlardı.Atalarımız da misafiri “Tanrı misafiri” bilmişler, seve seve hürmet ve hizmet etmişler, gönül hoşnutluğu ile uğurlamışlardır.
Misafir de hakkını ve haddini bilmelidir.Resülullah (sav) buyurdular ki: "Bir gece misafir olmak müslümanın hakkıdır. Kim, bir ev sâhibinin avlusunda sabahlarsa, ağırlanma masrafı, ev sahibi üzerine bir borç olur. Misafir dilerse o hakkını alır, dilerse terkeder ."(Ebu Dâvud, Et'ime 5, (3750)) Misafir, evet,haddini de bilmelidir:Resülullah (sav) buyurdular ki: "Kim Allah ve âhirete inanıyorsa, misafirine câizesini ikrâm etsin!” Yanındakiler sordular: "Ey Allah'ın Resulü! Câizesi de nedir?" Aleyhissalâtu vesselâm açıkladı: "Bir gecesi ve gündüzüdür. Misâfırlik üç gündür. Bundan fazlası sadakadır. Misafire, ev sâhibini günaha sokuncaya kadar yanında kalması hoş değildir."
Tekrar sordular: "Misafgir ev sahibini nasıl günaha sokar?" Aleyhissalatu vesselam açıkladı:
"Adamın yanında ikamet eder kalır, halbuki kendisine ikram edecek bir şeyi yoktur."(Buhari, Edeb 85, 31, Rikak 23; Müslim, Lukata 77, (48); Muvatta, Sıfatu'n-Nebiyy 22, (2, 929); Ebu Davud, Et'ime 5, (3748); Tirmizi, Birr 43, (1968, 1969).)

17- SABIR

Sabır, acılara, üzüntülere, sıkıntılara katlanma, bela ve musibetlere dayanma, haksızlık karşısında bile haksız ve hadsiz tepkilerden kaçınma, elde edilemeyen nimetler, lezzetler ve şehvetler karşısında nefsi dizginleme, sızlanma ve şikayetlenmeyi terk etmedir.Sabır, hayat yolunda yürürken içten ve dıştan karşımıza çıkan tüm engellere karşı dayanma, direnme ve devam etmedir.
Sabrın, bir başka açıdan bakarsak üç yüzü vardır: Görevleri yapmada sabır. Yasaklardan kaçmada sabır. Bela ve musibetlere dayanmada sabır. Bunlara hakkıyla sabreden, zafere ermiştir.Dünya da onların hakkı, Cennet de.
Allah(cc.) hep sabrı emreder ve sabırlıları sever: “Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz. Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri! Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz." derler. İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır.”(Bakar, 153-157.) “Gerçekten de kim Allah'dan korkar ve sabrederse, hiç şüphesiz Allah güzel işler yapanların mükafatını zayi etmez."(Yusuf, 90.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.) bize sabır gerçeğini ne güzel anlatıyor: "İşittiği şeyin verdiği ezaya aziz ve celil olan Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü insanar O'na şirk koşarlar, evladlar nisbet ederler. Ama Allah yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder."(Buhari, Edeb 71, Tevhid 3; Müslim, Sıfatu'l-Münafıkin 49, (2803).) Allah(cc.)' ın ahlakıyla ahlaklanan Resulullah(sav) Efendimiz insanların en sabırlısı idi. İslam’ı tebliğ için neler çektiğini, nasıl alaya alınıp hakarete uğradığını, yakasının yırtılıp yüzüne tükürüldüğünü, vurulup yere düşürüldüğünü, boğularak öldürülmeğe teşebbüs edildiğini, secdede iken üstüne deve işkembesi konulduğunu, yollarda taşlandığını, gözü önünde arkadaşlarının öldürüldüğünü gördüğünü, hatta vatanından ayrılmasa kendisinin de öldürüleceğini vs. biliriz. Bundan ayrı olarak ana babadan mahrumiyet, bütün erkek çocuklarının küçükken ölüşü, hatta büyüyen kızlarının biri hariç hepsini elleriyle toprağa verişi, özel hayatında açlığı, elbisesizliği, yaptığı savaşları, yorucu yolculukları…evet bunları ve daha yazamadıklarımızı düşünürsek o bir sabır kahramanıdır. Çünkü onun çektiklerini sabır taşı denemeye kalksa çatlardı. İşte size sahabenin işkenceleri ve O’nun verdiği teselli: Habbab İbnu'l-Eret (ra.) anlatıyor: "Resulullah (sav) Kâ'be'nin gölgesinde‚ bir bürdeye yaslanmış otururken, gelip müşriklerin yaptıklarından şikâyette bulunduk: "Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?'' dedik. Şu cevabı verdi: "Sizden önce yaşayan müslümanlar ne işknceler çekmişlerdi. Öyleleri vardı ki yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, vücudu demir taraklarla taranıyor, etleri kemiklerinden sıyrılıyordu. Ama bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Yemin ederim ki Allah bu dini tamamlayacaktır. Hatta bir yolcu devesine bindimi San'a'dan kalkıp Hadramevt'e kadar gidecek, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz."(Buhari, Menâkıbu'l- Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebu Dâvud, Cihâd 107, (2649); Nesâi, Zinet 98, (8, 204).)
Acıların insanları eğittiği, olgunlaştırdığı gibi, günahlarını döktüğü ve derecelerini yükselttiği de, Peygamberimizin bildirdiği gerçeklerdendir.O’nun musibetler karşısında Allah(cc.)' ın verdiği mükafatları dile getirmesine bakan insan, şikayet şöyle dursun, hatta sevinir. İşte bu sevincin bir ifadesi olarak kimisi:”Kahrında hoş, lütfun da hoş.” Derken, kimisi de “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.” demişlerdir. Evet, neylerse güzel eyler.



18- SELAM

Selam sağlık, selamet, esenlik, huzur, emniyet ve barış ifade eden bir kelimedir ve aynı zamanda Allah Tealanın isimlerinden biridir.Bir birleriyle karşılaşan insanlar, bir dostluk, bir yakınlık, bir güven ifadesi olarak sözlü selam verir veya işaret ederler.Nitekim “selamı sabahı kesmek” demek, küsüp konuşmamak, bütün ilişkisini kesmek demektir.
Her milletin kendine göre bir selamı vardır. Müslüman milletinin selamı ise, karşılaşmalarda veya girip çıkmalarda en azı “Esselamu aleykum.” demektir. Selamı vermek sünnet, almak ise vaciptir.Karşısından bir çocuk bile gelse bir tevazu alameti olarak selama önce başlamak sevgili Peygamberimizin adetiydi. Bizim de öyle yapmamız edep ve sevap açısından daha güzeldir. Ancak selamda edeb ve ölçü, küçüğün büyüğe, binitlinin yayaya, yürüyenin oturana, azın çoğa, inenin çıkana, girenin içeride olana, çıkanın da içerde kalana selam vermesidiir. Kalabalıkta birer kişinin alıp vermesi de yeterlidir. Herkesin katılması daha sevap ve fazilettir.Namaz kılana, abdest alana, Kur’an okuyana, ders verene, va’z edene veya konuşma yapana ve dinleyenlere, ezan ve kametle meşgul olana, mahkemede hakime, günah işleyene, tuvalette olana selam verilmez. Yemek yiyene selam, “ben de açım.” demektir.Müslüman olmayanların “hayırlı sabahlar, günaydın” vs.gibi selamlamalarına misliyle mukabele edilebilir.Müslümanların kendi aralarında böyle yapması, bid’attır. Selam verilirken işittirilmelidir.Ancak yüksek sesle uyuyanlar uyandırılmamalıdır.
Kur’an’da selam ile işlgili bir hayli ayet vardır. İşte bir kaçı:” Siz bir selam ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen selamı aynen iade edin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.”(Nisa, 86.).
“Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız.(Nur,27.)
“Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı getirdi. Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.”(Zariyat, 24-25.) Bu ayetleri, bir de “misafire ikram” adına okuyalım.
Ebu Ümâme (ra.) anlatıyor: "Resülullah (sav) bize selâmı yaygınlaştırmamızı, tanıdık, tanımadık herkese vermemizi emretti."
Ebu Üseyd es-Sâ'idi (ra) anlatıyor: "ResülulIah (sav), Abbâs İbnu Abdilmuttalib'in evine girerken, Abbâs (ra)'a: "Esselamu aleyküm" buyurmuş, ev halkı da: "Ve aleykesselam ve rahmetullahi ve berekâtuhu" diye selamını almışlar. Sonra Resülullah, "Nasılsınız?" diye hal-hatır sormuş, onlar da: "Allah'a hamdolsun, iyiyiz. Babamız ve anamız sana feda olsun, sen nasılsın ey Allah'ın Resülü!" diye karşılık vermişler, Aleyhissalâtu vesselâm da: "Allah'a hamdolsun, ben de iyiyim!" buyurmuştur."
Şu hadis ne kadar önemli, değerli ve müjdelidir: ”Sizler iman etmadikçe Cennete giremezsiniz.Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.Size, yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi bildireyim mi? Aranızda selamı yayınız.”(Müslim, İman, 93.)
Sahabenin selam anlayışı dahil bir çok nükteyi içeren bir olayla bitirelim.:” Kays İbnu Sa'd İbni Ubâde( ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav) bizi, evimizde ziyaret etti. Ve: "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" dedi. Babam, çok hafif bir sesle mukabelede bulundu.Babama: "Resulullah'a izin vermiyor musun?" dedim. O: "Bırak, bize çokça selam okusun!"dedi. Resûlullah (sav) tekrar: "Esselamün aleyküm ve rahmetullah!" dedi.Sa'd yine hafif bir sesle mukabele etti. Sonra Resûlullah (sav) tekrar:"Esselamün aleyküm ve rahmetullah!" dediler ve döndüler. Sa'd peşine düştü ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben senin selamını işitiyordum. Ancak, bize daha fazla selam vermen için alçak sesle mukabele ediyordum" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam onunla birlikte geri döndü.Ondan su isteyip gusletti. Sonra Sa'd, zaferan veya versle boyanmış bir havlu verdi, Aleyhissalatu vesselam ona sarındı. Sonra ellerini kaldırıp:
"Allah'ım, Sa'd İbnu Ubade ailesine mağfiret ve rahmet buyur!" diye dua etti. Sonra yemek yedi. Geri dönmek isteyince Sa'd (ra), bir merkeb yaklaştırdı. Üzerine kadife bir örtü yaymıştı. Resûlullah (sav) merkebe bindi. Sa'd bana: "Ey Kays, Resulullah'a refakat et!" dedi. Ben de refakat ettim. Yolda Aleyhissalatu vesselam bana: "Benimle sen de bin!" dedi, ben imtina edince:
"Ya binersin, ya dönersin!" buyurdular. Ben de geri döndüm." (Ebu Davud, Edeb 138, (5185).)


19- ŞÜKÜR

Şükür, iyiliğin kıymetini bilerek yapana karşı minnet duyma ve övmeye şükür veya teşekkür diyoruz.Anlaşılıyor ki şükür, önce kalbin, sonra dilin işidir.Yaygın olarak “şükür” kelimesi Allah(cc.) için, “teşekkür” ise kullar için kullanılır.
Allah(cc.)' ın nimetlerini saymak mümkün mü? Varlığımız dahil her şeyi O’na boçluyuz. Öyleyse, her işin başı O’na şükürdür. Kur’an bunu “Hamd” kelimesiyle ifade eder. Hamd ile şükrün arasında bazı ince farklar varsa da bunun açıklaması böylesi özet kitapların işi değildir.Kur’an’ı açıp okuduğumuzda karşımıza ilk çıkan ayet-i kerime şudur:” Hamd, âlemlerin Rabbi Allah içindir.”(Fatiha.1.Bir kıraata göre, 2.)
Bütün iman etmeler, ibadetler, itaatlar, cihadlar, aslında Allah(cc.)' a yapılacak teşekkürlerin küçük birer ifadeleridir.Çünkü hiç kimse ibadetleriyle Cennete giremez. Peygamberimize: “Sen de mi?” deldiler. “Evet, ben de. Rabbimin rahmeti çepeçevre sararsa ancak öyle!” dediler. İbadetler, itaatlar, cihadlar, acaba nimetleri karşılar mı ki, artı bir de Cennet istensin. Nerde?!! Cennet, sırf bir ilahî ihsandır. Rabbımızın nimetlerini yalan sayamadığımıza göre, kullukta da kusur etmememiz gerekir.Çünkü nankörlük, ayıp ve ahlaksızlık olduğu kadar, nimetin gitmesine de sebeptir. Şükür ise, nimeti artırır: “Yüceliğim hakkı için şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”(İbrahim, 7.) Allah Teala bunu istiyor bizden: “Beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, asla nankörlük etmeyin.”(Bakara, 152.) “Artık Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah'ın nimetine şükredin, eğer gerçekten O'na ibadet edecekseniz.”(Nahl, 114.) “Andolsun ki biz, Lokman'a "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır.”(Lokman, 12.)
Resülullah (sav.) Efendimiz de her fırsatta Allah(cc.)' a şükrederdi. İşte size bir fırsatı: Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) ilk çıkan turfanda meyve kendisine getirildiğinde şöyle dua ederdi: " Allah'ım Medine'mizi bizim için mübarek kıl, meyvelerimizi, müdd'ümüzü, sâ'mızı mübarek kıl, bereketlerini kat kat artır." Bu duadan sonra, getirilen meyveyi orada hazır bulunan çocukların en küçüğüne verirdi."(Müslim, Hacc 474, (1373).) “Müd” ve “sa’”, bu gün hala köylerimizde kullandığımız “çelik” ve “kırat” gibi ölçü aletleridir.
Sevgili Peygamberimiz(sav.) ayakları şişinceye kadar geceleri nafile namaz kılar, Kur’an okur, Allah’ı zikrederdi.Kendisine: “Allah(cc.) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir. Kendini bu kadar niye yoruyorsun?” diyene, hatırlıyor musunuz ne cevap vermişti?

20- TEVAZU

Tevazu; alçak gönüllü olma, kibirlenmeme, büyüklük taslamama demektir.Layık olduğu mertebeden daha altlara bilerek inme ve insanlara öyle muamele etme, mütevazi kişilerin güzel ahlakındandır.Çünkü tevazu ile insanlar, kendilerinden aşağıda olan insanlara küçük muamelesi yapmaz, onları horlamazlar. Arkadaşlarına üstünlük taslamazlar. Büyüklerine saygıda kusur etmezler.Böylece toplum içinde insanlarla rahat anlaşır ve kaynaşırlar.Bu kaynaşma, cemiyetin huzur ve selametini sağladığı için, din ve dünya açısından çok çok önemlidir.O yüzden, mütevazi insanlar sevilir, sayılır ve yüceltilirler.Aksine kibirli insanlar sevilmez, horlanır ve aşağılanırlar.Tevazu sahibi insan, ancak bir yerde kibirli olabilir: O da, kibirli insanların karşısında.Çünkü, “kibirliye karşı kibir, sadakadır.” denilmiştir.
Aslında evreni iyi tefekkür eden birisi, Allah(cc.)' ın azameti karşında kendi küçüklüğünü, acizliğini, faniliğini anlar ve tevazudan başka bir huy bulamaz.Bunun en iyi farkında olan, en üstün insandır. Şüphesiz O da Resulullah(sav) Efendimiz'dir.Kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı insan, evinde yer süpürür, yamalığını diker, koyununu sağar, eşlerine ev işlerinde yardım ederdi. Sokakta kendi yükünü kendisi taşır, arkasından kalabalıkların yürümesinden rahatsız olur, eşeğe biner, hatta terkisine adam alır, çocuklar dahil herkese önce kendisi selam vermeye çalışır, meclisinde özel yer edinmez, boş bulduğu yere oturur, kendisine ayağa kalkılmasını hoş karşılamazdı. Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Ashab'a Resulullah (sav)'dan daha sevgili kimse yoktu. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselam'ı gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı, çünkü O'nun bundan hoşlanmadığını biliyorlardı."(Tirmizi, Edeb 13, (2755).)
Devlet Hazinesi ve özellikle de onun “humus’u - beştebiri” emrinde olduğu halde karnı hep açtır, elbiseleri yamalıklıdır. Alah’ın O’na verdiği özelliklerden biri de, huzuruna ilk gelenleri heybetinden ötürü bir titremenin almasıdır. O da onları sakinleştirir: ” Korkma, sakin ol, ben padişah değilim.Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” derdi. Sana da, sana doyamadan giden çilekeş anana da kurbanız ya Resulullah!.Şu tevazu örnekleri insanları nasıl dize getirmez ki?:
Mutrıf İbnu Abdillah, babasından naklediyor: "Benî Âmir heyetiyle Resûlullah (sav.)ın yanına gitmiştik. "Sen bizim efendimizsin!" diye hitap ettik."Efendi, Allah'tır!" buyurdular. Biz: "Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!" dedik. Bize: "Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi mübalağalı medihlerde koşturmasın!" buyurdular."(Ebu Dâvud, Edeb 10, (4806).) Hz. İbnu Abbâs (ra) anlatıyor: "Hz. Ömer (ra) şöyle söylediğini işittim: "Resûlullah (sav)ı dinledim diyordu ki: "Hakkımda, hıristiyanların Meryem oğlu Ìsa'ya yaptıkları aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için "Allah'ın kulu ve elçisi deyin." (Buhârî, Enbiya 44,).
Vakar; ağırbaşlı, temkinli, sakin ve acelesiz olmaktır. Heybetli, yerini ve değerini bilen, makam ve haysiyetini koruyan adama “vakûr” derler. Kibir ile alakası yoktur. Onlar, aynı zamanda alçakgönüllüdürler de. Makam sahibi insanların, vazifeleri esnasında vakarlı olmaları, faydalıdır. Tevazu orta yoldur ve güzeldir. Bunun, ister azlık, isterse çokluk olsun, aşırısı kötü huydur.Azlığı zillet, çokluğu ise kibirdir. Mütevazi olmakla zilleti karıştırmamak lazımdır. Tevazuda aşırılık insanı zillete, herkesin oyun ve eğlencesi olmağa, maskaralığa götürebilir. Alçak gönüllü olacağım diye, kimsenin hakaretine, düşük davranışlarına tahammül etmemeli, fırsat vermemelidir.

21- TEVEKKÜL

Tevekkül, vekil kılma, işini güvendiği bir başkasına havale etme demektir. Avukatlık da bir vekalet işidir. İnsan bir işine bir kişiyi vekil tutacak olursa, onda güven, doğruluk, ilim ve iktidar gibi özellikler arar. Dinde tevekkül de böyledir.
Tevekkül, bir amaca ulaşmak için, maddi ve manevi elden gelen bütün işler yapıldıktan sonra gerisini Allah(cc.)' a ısmarlama, O’na güvenip dayanma, sonucu O’ndan beklemedir. Yani tevekkül, Allah(cc.)' a iman ve itimat ile işleri O’na havale etme, sonra da nasıl olursa olsun sonuca rıza ve teslimiyettir.
Mesela öğrenci, önce derslerine güzelce çalışacak, sonra sınavlara girecek ve başarılı olmak için Allah(cc.)'a tevekkül edecek. Çalışmadan tevekkül olmaz. Her şeyi çalışmaktan bilmek de olmaz. Nasıl mı? Tam sınavın ortasında bir kriz gelir ve sınavı bitirir. Mesela bir ordu. Savaşa hazırlanacak. Silahları alacak ve kullanmasını iyi öğrenecek.Sayısını da düşmana oranla yeterli yapacak. Ama, savaşa girerken Allah(cc.)' a tevekkül edecek ve zafere ererse onu Allah(cc.)' tan bilecek. Kafirle fark işte burada. O böyle yapmaz. Yani, o da silahlanır, talim yapar, sayıyı yeterli kılar, ama tevekkülü bilmez. ”Zaferin Allah(cc.)' la ne alakası var, çalıştık kazandık!” der, aklı almaz. O, “kendine güveneceksin” der.Kendine güvenmek de ne demekse? Eğer, çalışma ve başarma azim ve ümidi ise, inanan onu her zaman yapar.Ama, Allah(cc.)' a tevekkül etmeyen, ruhundaki boşluğu ne ile dolduracak.Geleceğin getireceğine karşı içinde çırpınıp duran kalbini ne ile yatıştırıp huzur bulacak?.Oysa zafer Allah(cc.) katındadır ve dilediğine verir. Hiç az orduların, çok orduları yendiği görülmemiş midir? Peki, ne faydası var tevekkülün? Zafer ve huzur faydası var.Stresi, bunalımı önleme faydası var. Ruh sağlığını koruma faydası var. İki ordudan biri huzurla sabahlar, ibadetle sabahlar, güvenle, moralle savaşa girer, Allah(cc.)' a teslimiyet ve rızayla girer, aslanlar gibi savaşır. Ölürse de hoş, kalırsa da hoştur. Peki, inanmayanlarda olur mu bu güzellikler? Onların savaşa girip de ruhu sağlıklı çıkanı görülmüş mü?
Yaratan Allah(cc.), yarattığını en iyi bilendir ve ona tevekkülü emretmektedir: ”Bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.(Al-i İmran,159.) “Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.”(Furkan, 58.) “Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir.”(Talak, 3.)
Amr İbnu'l As (ra) anlatıyor: "Resülullah (sav) buyurdular ki: "Şüphesiz her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye ilgi kurarak dağılmasını önlemek için Allah ona yeter."
Tevekkül, tedbire ters düşmez.Çünkü kul, kendine düşeni yapmakla sorumludur. Hatta ilerde yapacağı işler için “inşallah” demeye varıncaya kadar tedbirli olacaktır.(Kehf, 23-24.)

22- VEFA

Vefa, hem verilen sözde durma, söz verdiği işleri zamanında yapma, hem de sevgi ve dostluğun gereklerini yerine getirme anlamındadır. “Ahda vefa” birinci şık, “vefasız” ise, ikinci şık için daha çok kullanılır.
Verdiği sözü yerine getirmeyen insanlar, güven bunalımına sebep olurlar. Oysa sosyal hayatımız, güvene dayanır. Güven, sadece ticarette sermaye sayılmaz. İslam’ı tebliğde de bir sermayedir o. Kendisine güvenilmeyen bir idareci, hakim veya hoca düşünün, ne felaket değil mi?
Aynı vefayı Allah(cc.)' a karşı da göstermeliyiz. Yani O’na kullukta vefasız olmamalıyız. Ana babamıza, akrabalarımıza, hocalarımıza, dostlarımıza karşı da vefalı olmalıyız.Başkalarının vefasızlığından şikayet edenler, acaba kendilerine hiç iğne batırmışlar mıdır? Kendisi için istediğini, başkaları için de istemek erdemdir.Vefa da öyle.
Allah(cc.) vefa istiyor:”Ahdi de yerine getirin. Çünkü verilen sözde elbette sorumluluk bulunuyor.”(İsra, 34.) “Bir de anlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin ve pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Allah'ı üzerinize şahid tuttuğunuz halde, nasıl olur da bozarsınız! Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı bilir.”(Nahl, 91.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.) de vefa ister: "Kıyamet günü, Allah, öncekileri ve sonrakileri birleştirip topladığı zaman her vefasız için, onu tanıtan bir bayrak dikilir ve: "Bu falan (oğlu falanın) vefasızlığıdır" denilir."(Buhari, Edeb, 99, Cizye 22, Hiyel 9, Fiten 21; Müslim, Cihad 10, (1735); Ebu Davud; Cihad 162, (2756); Tirmizi, Siyer 28, (1581).) "Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hiyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husûmet edince haddi aşar."(Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Dâvud, sünnet 16, (4688); Tirmizi, İman 14, (2634); Nesâi, İman 20, (8, 116).)
İşte bir başka vefa örneği:Hz. Câbir (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) buyurdular ki: "Bahreyn'in sadaka malı geldi mi sana şöyle şöyle (avuç avuç) vereceğim" dedi ve üç kere eliyle gösterdi. Bahreyn'in malı gelmezden önce Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti. Mal Hz. Ebu Bekr'e gelince, bir münadi ile halka şöyle ilanda bulundu: "Kime Resülullah'ın bir vaadi veya bir borcu varsa, bana gelsin!" Câbir der ki: "Ben hemen Hz. Ebu Bekr (ra.)e gittim ve Resülullah (sav.) "Bahreyn'in sadaka malı geldimi ben sana şöyle şöyle vereceğim" deyip üç kere iki eliyle işaret yaptığını söyledim. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr bana derhal verdi. (Buhârî, Hibe 18, Kefâlet 3, Şehâdât 28, Humus 17; Müslim, Fezâil 60, (2314).)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Empty
MesajKonu: Geri: Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER   Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Icon_minitimePaz Kas. 01, 2009 8:21 am

AHLAK İLMİNE GİRİŞ


TANIMI:

Ahlak, Arapça kökenli bir kelime olup huy, seciye, tabiat, yaratılış, mertlik, din gibi anlamlara gelen “hulk”un çoğuludur. Hulk da “yapma, yaratma” anlamına gelen “halk” ile aynı köktendir Buna göre ahlak, iyilik yapmak ve kötülükten sakınmak için uyulması gereken kuralları öğreten bir ilimdir.
Ahlak, insanda gelip geçici bir hal olmayıp, içinde yerleşen kalıcı bir meleke, bir kabiliyet haline gelmelidir. İşte asıl o zaman ahlak olur. Yani bir insan, kırk yılda bir iyilik yapmışsa, bu iyi bir insan değildir. İyilik onda bir meleke, bir yatkınlık, bir alışkanlık olup içine yerleşmelidir. O zaman o insan, ahlakî bir davranışla karşı karşıya kaldığında düşünüp taşınmaya veya her hangi bir baskı ve zorlamaya gerek kalmaksızın gerekeni seve seve yapar. Eğer iyi bir iş, içten gelerek, samimiyetle ve memnuniyetle yapılmıyor da, bir menfaat, korku, baskı, riya gibi sebeplerle yapılıyorsa, o iyi olmaktan çıkmış, bir kötülük olmuştur.
İşte bu yüzden ahlak eğitimi önemlidir. Burada eğitimden maksadımız, hem iyi ve kötü nelerdir onları öğrenmek, hem de onu uygulayacak olan kişiyi nefis terbiyesi ile eğiterek iyi alışkanlıkları kazanmasını sağlamaktır. Bu aynı zamanda bir irade eğitimidir. Bu sebeptendir ki ahlak eğitimine karşı çıkmak, onu gereksiz görmek, kişilere ve topluma karşı işlenmiş en büyük cinayetlerden biridir.

KONUSU:

Ahlak ilminin konusu iki kısımda incelenebilir: Birincisi, kurallar ve kaideler bütünüdür. Yani, insanların bireysel ve toplumsal yaşayışlarında uymaları gereken ahlakî kuralların, İyilikler ve kötülüklerin aydınlatılması, öğretilmesi. İkinci kısım ise, bunları yaşayacak olan insanı inceler. Yani insanın akıl, irade, vicdan gibi ahlakî kabiliyetleri ile, öfke, şehvet, hırs…gibi duygularını ve bunlardan kaynaklanan fazilet ve reziletleri araştırır ve irdeler.

AMACI:

Kısaca dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırmak diyebiliriz. Çünkü ahlak eğitimini başarmış insanlar, kendi iç dünyalarında mutlu oldukları kadar, Allah(cc.) ve Resulullah(sav) Efendimiz tarafından da sevilirler. Bu ise her hayrın başıdır.

KAYNAĞI:

Ahlakın kaynağı dindir.Yani Kur’an ve Sünnet. Ahlakın kaynağını değişik gösterenler olmuştur ama, sonuçta yanıldıklarını acı tecrübelerle görmüşlerdir.Akif ne güzel söyler:
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Sevgili Peygamberimiz(sav.) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” diyor. İşte O’nun hayatı ortada. Kim buna itiraz edebilir ki? O ahlakî yüceliğe kim erişebilir ki? Çünkü o, canlı bir Kur’an’dı. İşte Kur’an ve ortaya koyduğu ahlak. İnsanlık, ister itiraf etsin, ister etmesin, erdem adına ne biliyorsa O’ndan öğrenmiştir.

AHLAKİ GÖREVLERİMİZ

Görevden kasdımız, dinimizin bize yüklediği emirler, yasaklar ve tavsiyelerdir. Birinci görevimiz, Allah(cc.)' ı bilmek ve O’na kulluktur. Gerisi hep onun içindedir.Ona kulluk ise İslam’ı bilmek ve yaşamaktır. Biraz açacak olursak bize düşen ilk görev, dinimizin sunduğu iman esaslarına inanmaktır.Bu esaslar “akaid” kitaplarımızda yazılmıştır. Biz de yukarıda bunları özetledik hamdolsun. Akaid ve iman, bir binanın temeli gibidir. O olmazsa üstüne duvar yapılamaz, bina kurulamaz. Akaidden sonra, Allah’a karşı görevlerimizin başlıcaları olan ibadetlerimizi ve toplum içindeki görevlerimizi bildiren muamelatımızı öğrenmeli ve uygulamalıyız. Buna ”ilmihal” da denilir.Bunlar da “fıkıh” kitaplarında yazılmıştır.Öğrenmek başlı başına bir iştir, uygulamak yine başlı başına bir iş.Bunlarla binanın duvarlarını dikmiş oluruz.Ancak yetmez. Bu dini başkalarına anlatmak daha başka bir iştir.Bu da işin cihad boyutu. Böylece binanın tavanı da çakılmış olur. Görev, öğrenmek, uygulamak ve yaymakla da bitmiyor. İşin bir de ahlâkî boyutu var: Bütün bunları sadece Allah(cc.) rızası için yapma. Yani ihlas. Çünkü o işte başka bir amaç, Allah(cc.)' a ortak koşmaktır. Bir şeyi şan, şöhret, makam, maddi çıkar veya bir başka amaç için yapmaktan kalbi korumalıyız. Değilse Allah(cc.) kabul etmez, üstelik bir de cezalandırır.Onun için nefsimizi eğitmeli ve arındırmalıyız. Hayat, bunun için var zaten. İmtihan bundan. Bu bilgileri de “ahlak” kitaplarında buluruz.
Belki burada bireysel görevlerimizden bahsetmek uygun olurdu. Yani bizim Allah(cc.)'a , Resulullah’a, kendimize, ana babamıza, çocuklarımıza, akrabalarımıza, komşularımıza, toplumumuza, top yekun insanlara, hayvanlara, eşyaya karşı görevlerimiz anlatılsaydı, belki yerinde ve yararlı olurdu. Biz bunlardan bir kısmını “Allah(cc.)' a ve Resulullah(sav)a karşı görevlerimiz” bölümünde bahsetmiştik.Biraz sonra bazılarını daha anlatacağız. Ayrıca, işin uygulamalı ahlak bölümünü ayrı bir kitaba ayırdık. İnşallah o da bir gün gün yüzüne çıkar da faydalı olur.

**********************


KÖTÜ HUYLAR

İyi huyların başında kısa bir açıklama yapılmıştı. Aynısı kötü huylar için de geçerli olduğundan oraya atıfta bulunarak belli başlı kötü huyları kısaca görelim inşallah.

1- DİLİ KORUMA

Dil terbiyesi, her müslümanın en öncelikli meselesidir. Belki İslam ahlakının yarısını bu terbiye oluşturur. Çünkü dil kalbin dışa açılan kapısı ve aklın tercümanıdır. Kişi önce onunla anlaşılr.İnsanları Allah(cc.)' a sevimli kılan, Peygambere komşu eden, cehennemden uzaklaştıran en önemli ahlak, dili kötülüklerden korumaktır.Müslümanın insanlarla alay etmesi, kendisini veya başkalarını ayıplaması, kötü lakapla çağırması, hakkında su-i zan ve tecessüs etmesini, yani gizli kusurlarının peşine düşüp araştırmasını ifade etmesi, gıybet, yani dedikodu yapması, nemime, yani koğuculuk, yani laf getirip götürerek fitne çıkarması, yalan söylemesi, iftira etmesi, sövmesi, beddua etmesi ve lanetlemesi, dilini koruması gereken kötülüklerden sayılarak haram kılınmıştır.
Allah(cc.) buyuruyor: ”Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ismi ne kötüdür! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir.
Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından gıybet edip çekiştirmesin. Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.”(Hucurat, 10-13.)
Alayın, kötü lakap takmanın, ayıplamanın, su-i zannın, kusur araştırmanın, dedikodunun her çeşidi, ister sözlü, ister yazılı, isterse işaretle olsun, haram kılınmıştır. Aslında bunları yapanlar, bu yaptıklarının kişilik bozukluğundan kaynaklandığını ve kendilerini çirkin gösterdiğini bilseler, asla bunları yapmazlardı. Ne var ki , cehaletin gözü kör olsun. Bunlar, kibir, gurur ve kendini beğenmişlik alametleridir. Oysa kişiye kardeşini küçük görmek, şer olarak yeter de artar bile. Ya su-i zan? Yaptığının bilgiyle hiç alakası yok. Bir gün mutlaka gerçek ortaya çıkacak ve kendisi rezil olacaktır.
Elmalılı Hamdi Yazır Hocamızın “Hak Dini Kur’an Dili” isimli güzel eserinde bu ayetlerin tefsirine dair verdiği bilgiler, gerçekten yetkin ve etkin bilgilerdir. Bu konuda oradan bazı ifadeler alacağız.Şimdi bunların bir kısmını sırasıyla kısa da olsa görelim:

2. ALAY

Alay; sözle, işle, ima ve işaretle, şaka ya da ciddiyetle başkalarının eksiklik ve kusurlarını ortaya koyarak eğlenmek, istihza etmek demektir. Alay etmek; hakaret ve horlamak ve gülünecek şekilde ayıp ve kusura dokunmaktır. Bazı işini veya sözünü hikâye ve işaret veya imâ ile yahut lakırdısına veya işine veya herhangi bir kusuruna veya suratına gülmek ile de olur... Başka bir deyişle mümin kardeşine saygı ve hürmet gözü ile bakmayıp derecesinden düşürerek iltifat etmemek ve huzurunda gülünecek şekilde sözle veya hareketle küçültmek ve eğlenmektir.
Bu yasaklamanın sebebi ayetlerde açıkça anlatılmaktadır: Eğlenilen kişi, Allah yanında o eğlenenden daha hayırlı olabilir. Çünkü insanlar yalnız görülebilen halleri bilebilirler, iç yüzünde gizli yönleri bilemezler. Allah yanında tartı tutacak olan ise vicdanların ihlası, kalplerin takvasıdır. İnsanın ilmi ise onun Allah yanındaki tartısını tartmağa, iki kalbin gizli meyillerini ölçmeye yeterli değildir. Onun için kimse dış görünüşe bakıp da gözünün kestiğini horlamaya, eğlenmeye cür'et etmesin, eğer Allah yanında vakarlı, saygılı olan bir şahsa hakaret etmiş olursa nefsine ne büyük zulmetmiş olur.
Âyetin inişi hakkında bir kaç sebep nakledilmiştir.Bunlardan biri de, annemiz Hz. Safiyye binti Huyey Resulullah'a gelmiş ve “Kadınlar bana; “Ey yahudi kızı yahudi!” diye söz atıyorlar,” diyerek şikayetlenmişti. Resulullah da: “Sen de niye “Babam Harun, amcam Musa, kocam da Muhammed” demedin?” buyurmuştu.”
İnsanların nesi alay konusu olabilir ki? Soyu sopu mu? Irkı mı? Çirkinliği mi? Zekası mı? Fakirliği, garipliği, çaresizliği, hastalığı mı? Bunları seçmek insanın elinde mi? Allah(cc.) öyle yaratmışsa, sen kiminle eğleniyorsun? Yarattığını beğenmemek, Yaratana dokunmaz mı? Atalar “aba altında er yatar” demişler, “her gördüğünü Hızır, her geceyi kadir bil” demişler. Şeker şerbet yesinler, ne de güzel demişler.!

3- AYIPLAMA:

Ayette geçen “lemz”, dil ile yaralamak, ayıplamak, kötülemek ve yermektir. Burada iki mânâ vardır ki ikisi de doğrudur: Birincisi, müminlerin hepsi bir nefis gibi olduklarından bir mümini ayıplayan aslında kendisini ayıplamış olur. Müminler birbirlerinin aynası oduğundan, aynaya bakan kendisini görür.İkincisi de ayıplanacak birşey yaparak başkalarınca ayıplanan kimse, sebep olduğu için, aslında kendi nefsini ayıplamış olur. Birinciye göre mânâ: Müminleri ayıplamayın, kötüleme ve yerme yapmayın, zira kendi nefsinizi ayıplamış olursunuz. İkinciye göre mânâ: Bir mümini, eğlenmek gibi ayıplanacak, kendinize leke olacak şeyler yapmayın ki kendinizi ayıplamış, lekelemiş olmayasınız demektir. birinci mânâ kardeşlik noktasından daha samimi, ikinci mânâ izzet-i nefis, şeref açısından daha temiz ve güzeldir.

4- KÖTÜ LAKAP TAKMA:

Lakap, övmeye veya kötülemeye işaret eden isim veya vasıftır. Kötülüğe işaret eden lâkaplar çirkin lâkaplardır.
Ayette geçen “nebz”, örfte kötü lâkap takmak mânâsına olduğu için burada yasaklanan lâkaplar, kötü lâkaplardır. Yoksa karşıdakinin haliyle uygun olarak övgü ve saygıyı ifade eden güzel lâkaplarla anmak yasak değildir.Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilmiştir ki: "Müminin mümin kardeşi üzerindeki haklarından birisi de, onu en sevdiği ismiyle çağırmasıdır." Onun için künye koymak sünnetten ve güzel hareketlerdendir. Hz. Ömer (r.a.) "Künyeleri yayın, çünkü uyarıcıdır." demiştir. Bilindiği gibi Hz. Ebu Bekir, “Atîk” ve “Sıddîk,” Hz. Ömer “Fâruk,” Hz. Osman “zinnureyn”, Hz. Ali “Ebu Turab”,Hz. Hamza “Esedullah,” Halid b. Velid “Seyfullah” lâkaplarıyla lâkaplanmışlardır. Hatta bilinen sahabilerin çoğu hep lâkap ve künyeleriyle anıldıklarından özel isimleri sanki bilinmez olmuştur. Mesela Hz. Ebu Bekir veya Ebu Hüreyre’nin adını sorsak acaba kaç kişi bilir?
Fakat kötü lakap takılmamalıdır. Bir mümini, gücendirmesi ve ayıplaması düşünülen lâkaplarla çağırmak, müminler arasında yapılmamalıdır. İman ettikten sonra “fâsık” adını almak ne fena bir isimdir! Yani imandan sonra bu yasaklanan alay etmeyi, ayıplamayı veya kötü lâkap takmayı işleyenler, fısk yapmış ve böylece kendilerine fâsıklığı uygun görmüş olurlar. Halbuki imandan sonra fâsıklık yaparak fısk ile anılmak ne çirkin bir isim ve anılmadır.Bundan dolayı bir mümin bunu ne kendine, ne de kardeşlerine uygun görmemelidir. Her kim şu yasaklanan şeyleri yapar da tevbe etmezse, işte onlar zalimlerdir.Çünkü itaat yerine isyanı koyarak zulmetmiş, “fasık” adını alarak kendini azaba layık kılıp nefsine yazık eylemiştir.

5- SU-İ ZAN:kötü düşünme

Zan, bir şey hakkında kesin karar verememe, sanma, farzetme, tahmin etme, ihtimale göre hüküm verme, şek ve şüpheye denir.Zan ahlak açısından ikiye ayrılır: 1.Hüsnüzan. 2.Sûizan. Ama hüküm açısından da vacip, mübah ve haram olmak üzere üçe ayrılır. Buna göre zannın hepsi günah ve vebal değildir. Allah'a ve müminlere güzel zan gibi vacip olanı da vardır. Nitekim Allah Teala Kur’an’da: "Erkek ve kadın müminlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile iyi zanda bulunup da: “Bu, apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?” (Nur, 12) buyurmuştur.Bir kudsiî hadis'te de "Ben kulumun bana zannı yanındayım." diye bildirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: "Her biriniz Allah'a iyi zanda bulunarak ölsün." ve: "İyi ve güzel zan, imandandır." buyurmuştur. Sonra çarşı Pazar işlerinde, geçime ait hususlarda olduğu gibi mübah olan zanlar da vardır. Ancak zannın bir kısmı da haramdır.Çünkü Zan, ihtimal üzere bir hüküm olduğundan haliyle bir kısmı hakka hiç isabet etmez. Etmeyince de başkasının hakkında o şekilde aleyhine hüküm bühtan ve iftirâ olur. Bu ise haramdır, günahtır. Zannın bazısı günah ve vebal olunca, böyle bir vebal ve zarara düşmemek için tedbirli ve ihtiyatlı davranarak onun bir çoğundan sakınmak gerekir. Yasaklanan çirkinliklerin bir çoğu böyle kötü zanlardan ortaya çıkar. Sonuçta şeksiz şüphesiz, kesin olarak inanmak vacip olan dînî konularda zan haram olduğu gibi, Allah'a ve iyi kimselere karşı kötü zan dahi haramdır. Peygamberimiz(s.a.v.) buyurmuştur ki: "Allah Teâlâ müslümana kanını ve ırzını, bir de kendisine kötü zanda bulunulmasını haram kılmıştır."


6- TECESSÜS: kusur araştırma

Müslümanların gizi işledikleri günahları, kendileri ile Allah(cc.) arasındadır. Aslında haya Allah’a karşı olmalı ve hiç günah işlememeli ama, gizlemenin sebebi olan insanlardan utanma da, hiç yoktan iyidir. Böylece kötülükler kişisel kalır, yayılmaz, başkaları da ondan örnek ya da cesaret alamaz. İstenmeden görülen, duyulan böylesi gizli yapılmış ayıp ve günahlara karşı tavır da, onların üstünü örtme ve gizleme olmalıdır. Çünkü onlar açığa çıkarılırsa, artık haya perdesi yırtılan insanlar, çirkin işleri açıktan işlemeğe başlarlar. İyi mi olur? Asla! Yapılacak işi Resülullah (sav) anlatıyor: "Bir kul dünyada birisinin ayıbını örterse, Allah da Kıyamet günü onun ayıplarını örter.''(Müslim, Birr 72, (2590).)
Bakınız tecessüs, yani gizli kusurları araştırma hakkında sevgili Peygamberimiz(sav.) nasıl şiddetli bir üslup kullanıyor: Hz. Abdullah İbnu Ömer (ra.) anlatıyor: "Birgün Resülullah (sav.) minbere çıkıp yüksek sesle şöyle bağırdı: "Ey diliyle müslüman olup da kalbine iman girmemiş olan münafıklar! Müslümanlara eza vermeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın. Zira kim, müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa, onu, evinin içinde bile olsa rezil ve rüsvay eder.'' (Tirmizi, Birr 85, (2033).)

7- GIYBET:

Gıybet, yani dedikodu, bir kimsenin arkasından duyarsa hoşlanmayacağı bir şey söylemektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) : "Bilir misiniz gıybet nedir?" diye sordu. "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. "Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır." buyurdu. "Ya söylediğim şey kardeşimde varsa?" denildi. "Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun. Eğer onda yoksa o vakit ona iftira etmiş olursun." buyurdu.( Ebu Davud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70, (2589).
Bir adam, kardeşinin günah ve kusurlarını, ona özen gösterdiği için söylerse o gıybet olmaz. Gıybet ancak öfke şekliyle ve sövme kastedilerek anmaktır denmiştir. Bundan dolayı kötülüğü gidermek için, fetva almak, şerrinden korunmak, veya 'topal" demek gibi tarif etmek için olursa gıybet olmaz. Bunun gibi, işlediği fıskı, zulmü kendisi açıklayan bir kimse olur da onun fıskını, zulmünü anarsa yine gıybet olmaz. Lâkin başka bir ayıbını zikrederse gıybet olur.
Gıybet de çesit çeşittir. Gıybet edip de, “ben gıybet etmiyorum, onda olanı söylüyorum,” demek, fakih Ebulleys'in Tenbih'te dediği gibi kesin olan haramı, helal saymak olduğu için küfürdür. Eğer gıybet edip de gıybeti, gıybet edilen kimseye ulaşmışsa, bu günahtır, helalleşmedikçe tevbe etse de tamam olmaz. Çünkü eziyet etmiş, kul hakkı oluşmuştur. Ulaşmamışsa o kimseden helallik dilemeğe gerek yoktur, tevbe etmeli ve benzer meclislerde onu, yerdiğine karşılık övmelidir denmiştir.
Ayetin iniş sebebi olarak şu olay anlatılır: Selmân-i Fârisî (ra) sahabeden iki kimseye hizmet eder, yemeklerini yapardı. Bir gün işinden uyuya kalmıştı. Bunun üzerine bir katık istemek için onu Peygamber'e gönderdiler, peygamberin yemeğine de Üsâme (ra) bakıyordu, “yanımda bir şey yok” dedi, Selman da gidip haber verdi. O iki zat aralarında Selman hakkında "Biz onu taşkın bir kuyuya göndersek suyu çekilir." demişlerdi. Sonra bu iki zat Resulullah'ın huzuruna vardıklarında Resulullah "Niye ben sizin ağızlarınızda et yeşilliği görüyorum?" buyurdu, “et yemedik” dediler, "Her halde siz gıybet etmişsiniz." Buyurdu. Olay üzerine bu âyet inmiştir.(Bkz. Elmalılı M.Hamdi Yazır) Gıybetin günahı ne kadar büyüktür!. Ayet ne diyordu ona? Ölü kardeşinin etini yemek. Yani mezardan ölü kardeşini çıkarıyor, kokmuş, belki de kurtlanmış etini iştahla yiyorsun…Sormazlar mı O’na: ”Sen nasıl bir canavarsın öyle…Sen böyle yapmakla toplumdaki kardeşliği, birlik ve beraberliği yiyorsun, farkında mısın? Sen, Moğol musun, haçlı mı? İslam toplumundan ne istiyorsun sen utanmaz adam!”…İşte peygamber diliyle yaptığı ve göreceği karşılığı: Hz. Enes (ra..) anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdular ki: "Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum. "Bunlar,” dedi, “insanların etlerini yiyenler, ırzlarını ve şereflerini ayak altına alanlardır."(Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879).)

8- NEMİME:
Nemime’ye Türkçede “koğuculuk” derler.Bir kimsenin arkasından konuşulan hoşa gitmeyen sözleri ona ulaştırmaktır.Günahtır, ayıptır, ahlaksızlıktır.Fitne ve fesat kaynağıdır.Allah buyurur:” Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.”(Kalem,10-14.)
Resulullah(sav) Efendimiz”Koğuculuk yapan, cennete giremez.” Buyurmuştur.(Buhari, Edeb,50; Müslim, İman, 169(105) vd.)
Böyle bir haber kendine ulaşmış olan, acele karar vermemeli, şu ayeti hatırlamalıdır:” Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.”(Hucurat, 6.)
Ayrıca o nemimeci ahlaksıza da nasihat etmeli, sözün peşine düşmemeli, fitneyi orada boğmalıdır.

9- YALAN:

Yalan, bilinenin zıddını söylemektir ve şiddtlt haram kılınmıştır.Siyasi, idari, hukuki, iktisadi, eğitim ve ailevi alanlarda, yani toplumun tüm kesimlerinde itimadı sarsan, güven bunalımına sebep olan yalancılık kadar İslam’ın çirkin gördüğü bir başka huy yoktur.Nitekim sevgili Peygamberimiz(sav.) bu konuda kesin konuşmuştur: Safvân İbnu Süleym (ra) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü! dedik, mü'min korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular."Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular. Biz yine: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır!" buyurdular."(Muvatta, Kelâm 19, (2, 990).)
Hele de yalan yere şahitlik yapmak, mülkün .temeli olan adaleti sarsmaktır. Oysa Allah(cc.) bakınız neyi emrediyor: ”Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer şahitlik ederken dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Nisa, 135.) “Ve onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile oradan geçip giderler.”(Furkan,72.)
İnsanlar değişik sebeplerle yalan söylerler. Ama bazılarının sebebi, yalan kadar âdîdir: "Resûlullah (sav) buyurdular ki: "Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona!"(Ebu Davud, Edeb 88, (4990); Tirmizi, Zühd 10, (2316).)

Yalan bazıları için caiz olabilir.Resûlullah (sav) konuyla ilgili olarak buyurdular ki: "Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Halbuki, üç yer hariç yalanın her çeşidi âdemoğluna haramdır: Bu üç yere gelince:
1. Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı,
2. Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir.
3. İki müslümanın arasında sulhü sağlamak kasdıyla söylenen yalan."(Tirmizi, Birr 26, (1940).)
Bunların arasına can, mal veya namusunu kurtarmak zorunda kalmış mazlumları da katabiliriz.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanacağı için, geçici kurtulmalara aldanıp da kalıcı ve ebedi olan hayattan mahrum olmamalı, özellikle çocukları doğruluk esası üzere yetiştirmeliyiz. Abdullah İbnu Amir (ra) anlatıyor: "Bir gün, Resûlullah (sav.) evimizde otururken, annem beni çağırdı ve: "Hele bir gel sana ne vereceğim!" dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme: "Çocuğa ne vermek istemiştin?" diye sordu. "Ona bir hurma vermek istemiştim" deyince, Aleyhissalatu vesselam: "Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan, üzerine bir yalan yazılacak!" buyurdular."(Ebu Davud, Edeb 88, (4991).)

10- İFTİRA:

İftira, birisine yapmadığı bir kötülüğü atmak, işlemediği bir suçu ona isnat etmektir. Bühtan da denilen iftira için, “kara çalma” gibi hoş bir deyimimz vardır.Başta namusa olmak üzere iftiranın her çeşidi zararlıdır ve çok günahtır, ayıptır, iğrençtir..İşte ayetler : ” Kim bir hata veya bir günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.”(Nisa,297.) “Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azab vardır.”(Nur, 23.)
İftiranın acısı zor gider. Çünkü “çamur at, tutmazsa izi kalır.” sözü boşuna değildir. Bir kere iftiraya uğrayanın yara alan şeref ve haysiyeti, kolay kolay iyileşmez.

11- SÖVMEK:

Sövmek, bir insanın şahsiyet ve şöhretini yaralayacak bir şekilde, çirkin ve kaba sözleri açık olarak söylemektir. Terbiyeli insanların ağzında çirkin kelimeler olamıyacağı için, onlar hak edene bile misliyle mukabelede bulunamazlar. Nerde kaldı kendileri başlatalar veya haddi aşalar?! Resulullah(sav) Efendimiz:”Müslümana sövmek fasıklıktır, savaş ise küfürdür.” Buyurmuşlardır.(Müslim, İman, 116.) "Bir kimse diğer bir kimseyi fıskla veya küfürle itham etmesin. Aksi taktirde, itham edilen arkadaşında bunlar yoksa, kelime kendine dönderilir."(Buhârî, Edeb 44.)
"Sövüşen iki kişinin söylediklerinin vebali, mazlum olan tecavüzde bulunmadıkça başlayana aittir."(Müslim, Birr 68, (2587); Ebu Dâvud, Edeb 47, (4894); Tirmizî, Birr 51, (1982).)

12- LANET ETMEK:

Lanet, Allah(cc.)' ın rahmetinden kovulmayı ifade eder. Peki mel’un, O kabul etmedikten sonra, kime gidebilir? Lanet, gerçekten büyük bir şeydir. Onun için dilimizi bu kelimeye alıştırıp olur olmaz şeylerden dolayı ne bir insana, ne de başka bir yaratığa lanet etmememiz gerekir.Resülullah (sav.) buyurdular ki: "Mü'min ne ta'n edici, ne lanet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de hayasızdır."(Tirmizî, Birr 48, (1978).)
"Lâneti çok yapanlar Kıyamet günü şefaatçi olamazlar, şehid de olamazlar."(Müslim, Birr 85, (2598); Ebu Dâvud, Edeb 53, (4907).)
"Birbirinize, Allah'ın laneti, Allah'ın gadabı ve cehennem temennisiyle bedduada bulunmayın."(Ebu Dâvud, Edeb 53, (4906); Tirmizî, Birr 48, (1977).)
Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav.)a: "Ey Allah'ın Resülü! Müşriklere beddua et, onları lânetle!" denilmişti. Şu cevabı verdi: "Ben rahmet olarak gönderiIdim, lanetleyici olarak değil!"(Müslim, Birr 87, (2597).)

İmrân İbnu Husayn (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) bir seferdeydi. Ensârdan bir kadın devesinin üzerinde giderken yüksek sesle devesine lânet okudu. Bunu işiten Aleyhissalâtu vesselâm: "Devenin üzerindeki eşyaları alın ve deveyi salıverin, zira artık o lânetlenmiştir" buyurdular."
İmrân (ra) der ki: "Sanki ben deveyi insanlar arasında yürürken görür gibiyim, kimse ona dokunmuyordu."(Müslim, Birr 80, (2595); Ebu Dâvud, Cihad 55, (2561).)
Beddua’da çirkin bir huydur.Her bedduadan, edene de bir pay ayrılır. Akıllı ve ahlaklı kişiler, dillerini başkalarına sövme, lanet etme ve beddua ile meşgul etmezler.
Sonuçta diyebiliriz ki, dil terbiyesi çok önemlidir. Bunun farkına varanlar, dillerinden baklayı asla çıkarmazlar.”Ya hayır konuşur, ya da susarlar”.(Buhari, Edeb,31.).Çünkü “her işittiğini söylemek, kişiye günah olarak yeter”.(Ebu Davud, Edeb,80.) Sevgili Peygamberimiz(sav.) az konuşur, uzun uzun sükut ederdi. Her organın dilden korktuklarını bilirdi. Çünkü dil doğru olmazsa, onların doğruluğu para etmezdi.
Bütün bunlardan anlaşılan, bırakın yalan, dolan, gıybet, nemime, iftira, küfür ve ayıp şeyler konuşmayı, kaba ve kırıcı konuşmayı, hatta lağv ve malayaniden, yani dine veya dünyaya yararı olmayan boş sözlerden, işlerden, hatta düşüncelerden bile kaçmamız, özellikle dilimizi korumamız gerekir.Ancak böyle olabilirsek, kurtulabilen kullardan olabiliriz.(Bkz. Mü’minun, 3.)Allah(cc.), sevdiği ve övdüğü kullarını sayarken şöyle der: “ O çok merhametli Allah'ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) "selam" der geçerler.”(Furkan, 63.) Boşuna dememişler “söz gümüşse sükut altındır” diye.Konuyla ilgili birkaç hadisi hatırlatalım: "Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: "Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikâmette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!" derler."(Tirmizi, Zühd 61, (2409).)
Süfyan İbnu Abdillah (ra) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, uyacağım bir amel tavsiye et bana!" Şu cevabı verdi: "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" "Ey Allah'ın Resûlü” dedim tekrar. “Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?" Eliyle dilini tutup: "İşte şu!" buyurdu."(Tirmizi Zühd 61, (2412).)
"Ademoğlu'nun, emr-i bi'l-ma'ruf veya nehy-i ani'l-münker veya Allah Teâla hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir."(Tirmizi, Zühd 63, (2414).)
"Ben, haklı bile olsa münâkaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de Cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da Cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum."(Ebu Davud, Edeb 7, (4800).)
“Allah'ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah'ın zikri dışında çok kelam, kalbe katılık verir. Şunu bilin ki, insanların Allah'a en uzak olanı, kalbi katı olanlardır."(Tirmizi, Zühd 62, (2413))

13- ALDATMA:

Aldatma, (hîle) kelimesi esasında bir gizlilik mânâsını içerir. Başkasına karşı görünüşte iyilik ve doğruluk düşündüren bir işi açıklarken, aslında içinden ona zarar verecek bir şeyi geçirmektedir. Aldatma, yani hile, imanda olursa ona “nifak” derler.Zavallı münafıklar bakın ne diyorlar: “İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler.Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.”(Bakara, 8-10.)
Aslında her hile ve aldatmada bir parça inkar vardır. Allah(cc.)' ın görmesini, bilmesini ve ahirette dirilterek hesaba çekmesini inkar yani. Eğer “bu biraz ağır kaçtı” denilirse, o zaman da şu söylenebilir; “her hile yapanda biraz veya bir hayli akılsızlık, şuursuzluk vardır”. Hile yapan, başkasını kandırarak malına el koyduğu için, zalimdir de. Nitekim, sevgili Peygamberimiz(sav.)in yaş buğdayı alta getiren satıcıyla olan hikayesi malumdur: Ebu'l Hamra (ra) anlatıyor: "Resulullah (sav)ı, yanında bir kap içinde bir miktar zahire satan bir adamın yakınlarından geçtiğini gördüm. Mübarek elini kabın içine sokup kontrol ettikten sonra adama: "Sen hile yapmışa benziyorsun. Bize hile yapan bizden değildir" buyurdu."(Müslim, İman,164;Ebu Davud, Büyu’, 50.)
İnce ayar bir aldatma da, mahkemede delillerini iyi anlatmak ve güzel konuşmakla, haksız olduğunu bile bile haklı olmaya çalışmaktır.Onlar hakkında bakın ne buyuruyor sevgili Peygamberimiz(sav.): "Ben de sizin gibi bir insanım. Siz dâvalarınızın halli için bana geliyorsunuz. Bazınızın isbat yönüyle, diğer bazısından daha ikna edici olması, böylece benim de işittiğime dayanarak onun lehine hükmetmem mümkündür. Kimin lehine, kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem bilsin ki, onun için cehennemden bir ateş parçası kesmiş oluyorum."(Buhari, Şehâdât 27, Mezâlim 16, Hiyel 9, Ahkâm 20, 29, 31; Müslim, Akdiye 5, (1713); Muvatta, Akdiye 1, (2, 719); Ebu Dâvud, Akdiye 7, (3583, 3584); Tirmizi, Ahkam 11, (1339); Nesâi, Kudat 13, (8, 233).)

Hilenin caiz olduğu yerler, düşmanla savaşılan harp meydanlarıdır.Irz ve namusu, hak ve hukuku korumak için, başka çare yoksa hile yapılabilir.Tabi ki bu durumda yalan da söylenebilir.Hendek savaşında bir müslümanın yaptığı şahane bir hile, kafirleri paramparça etmişti. “Harp hiledir” hadisi de bu hadise üzerine orada söylenmiştir.

14- BAŞA KAKMA:

Minnet de denilen başa kakma, yapılan iyilikleri söz veya davranışlarla açıklayarak iyilik yapılanı utandırma ve üzmedir.Bazen de yapılan iyiliklere karşılık hürmet ve hizmet bekleme şeklinde olur. Akıl ve iz’an işi değildir tabi. Böylesi insanlar yüzünden şair:

Geçme minnet köprüsünden ko aparsın su seni.

Demiştir.”Talepte zillet vardır.” sözü ne kadar doğrudur.Şair bu yüzden Allah(cc.)' a yalvarır:

Kadir Mevlam senden bir dileğim var;
Beni muhanete muhtac eyleme.
Başa kakma sadakayı iptal ettiği gibi, ayrıca eziyet günahı da yükler yapanın boynuna. İşte ayet-i kerime:” Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir de.Bir tatlı dil ve kusurları bağışlama, arkasından eziyet verecek ve gönül kıracak bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır. Müslümanlar da gerek sadaka verirken, iyilik ve ikram yaparken veya hizmet ederken, gerekse bunları yaptıktan sonra, Tüce Yaratıcımızın bu ahlakıyla ahlaklanmalıdır. Allah’ın isim, sıfat ve fiillerini okurken, “bundan bana ne düşer, buna göre ben nasıl olmalıyım” diye düşünmemiz gerekir.
Allah teala buyurur: “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.
Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur.
“Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez..” (Bakara, 262-264.)
Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (sav.): "Üç kişi vardır, Kıyamet gününde Allah onlara ne konuşur, ne nazar eder, ne de günahlardan arındırır, onlar için elim bir azab vardır!" buyurdu ve bunu üç kere de tekrar etti. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Öyleyse onlar büyük zarara ve hüsrana uğramışlardır. Kimdir bunlar?" dedim. Şöyle saydılar: "Elbisesini kibirle, yerlere kadar salıp süründüren, yaptığı iyiliği başa kakan, malını yalan yeminlerle reklam eden kimseler!"(Müslim, İman 171, (106); Ebu Dâvud, Libas 28, (4087, 4088); Tirmizî, Büyû' 5, (1211); Nesâî, Büyû' 5, (7, 245).)


15- DİLENÇİLİK:

Yukarda, Sevgili Peygamberimiz(sav.) çalışmanın faziletini anlatan bir çok hadislerinde, herkesi elinin emeğini yemeğe çağırmış,(Buhari,Buyu’,15.), nasırlı elleri övmüş,değişik meslek guruplarının faziletini açıklamış, (Mesela bkz.Tirmizi, Buyu’, 4.), dilençiliği yasaklamış, acizlikten ve tenbellikten Allah(cc.)' a sığınmıştır. (Buhari,Daavat,38,40,42, Cihad,25;Müslim, Zikir, 52(2706); vd.). Böyle birine ip alıp dağdan odun getirerek satmasını tavsiye ederek pratik çözümler getirmiş ve sonucunu gözetlemiştir.(Buhari, Zekat, 50, Buyu’, 15;Müslim, Zekat, 106-107.)” demiştik. Gerçekten de dilençilik, insanın şeref ve haysiyetini zedeleyen, kişiliğini yok eden çok çok çirkin bir iştir.Ancak zaruret halinda caiz olabilecek bir haramdır.Bu da yirmi dört saat aç kalma, bir şahsa veya cemaata kefil olup da ödeyemeyeceği kadar borçlanma, bütün malını bir felakette kaybatma ve benzeri hallerdir.
Sevgili Peygamberimiz(sav.)in konu ile ilgili bazı hadislerini belirtelim: "Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur."(Buhari, Zekât 52; Müslim, Zekât 103, (1040); Nesâi, Zekât 83, (5, 94).)
"İstemeler bir nevi cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü cırmalamış olur. Öyle ise, dileyen hayasını koruyup yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var ki kişi, zaruri olan şeyleri iktidar sahibinden istemelidir."(Ebu Davud, Zekat 26, (1639); Tirmizi, Zekat 38, (681); Nesai, Zekat 92, (5, 100).)
Âiz İbnu Amr (ra) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (sav)dan bir şeyler istedi. Aleyhissalâtu vesselâm da verdi. Adam dönmek üzere ayağını kapının eşiğine basar basmaz, Aleyhissalâtu vesselâm: "Dilenmede olan kötülükleri bilseydiniz kimse kimseye birşey istemek için asla gitmezdi!" buyurdular."(Nesâi, Zekat 83, (5, 94, 95).)
"Kişinin iplerini alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir deste odun getirip satması, onun için, insanlara gidip dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar istediğini verseler de vermeseler de."(Buhari, Zekât 50, Büyü' 15.)
"Kim malını artırmak için insanlardan dilenirse, o mutlak surette ateş talep etmiş olur. Öyleyse ister azla yetinsin isterse çoğaltmayı istesin, artık kendisi bilir!"(Müslim, Zekât 105, (1041).)
Kabîsa İbnu Muhârik radıyallahu anh anlatıyor: "Sulh için başkasının diyet borcunu ödemeyi kabullenmiştim. Bu hususta yardım istemek için Resûlullah (sav.)ı aradım ve karşılaştık. Meseleyi açınca: "Bekle, bize sadaka malı gelecek. O zaman ondan sana da verilmesini emrederim" buyurdular. Sonra da: "ey Kabisa! İstemek, üç kişi dışında hiç kimseye helal olmaz: Sulh diyeti kabullenen kimse. Buna, gereken miktarı buluncaya kadar, istemesi helaldir. Ama o miktara ulaşınca, artık istemez. Afete uğrayıp malını kaybeden kimse. Buna da maişetini temin edecek miktarı elde edinceye kadar istemesi helaldir. Fakirliğe uğrayan adam. Eğer kavminden üç kişi, "Falancaya fakir düştü" diye ittifak ederlerse, geçimine yetecek miktarı elde edinceye kadar istemesi helaldir. Bunlar dışında istemek, ey Kabîsa haramdır."(Müslim, Zekât 109, (1044); Ebu Davud, Zekat 26, (1640); Nesai, Zekat 86, (5, 96, 97).)

16- HASED:

Hased, başkasının sahip olduğu maddi manevi nimetleri çekemeyip onları kıskanmak, günülemek, yok olmalarını istemektir.Bu istek, çoğu zaman fiiliyata dökülerek zararlara sebep olur. Bu da kavgalara, katliamlara kadar gidebilir.
Gerçekten hased, bir çok kötülüğün kaynağıdır. Onun için Allah(cc.) ondan kendisine sığınmamızı istemiştir:” De ki: "Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım, Yarattığı şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. Ve düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden. Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.”(Felak, 1-5.) “Bir hak sahibinin nail olmuş bulunduğu bir nimetten kalben acı duyup da onu çekememek, yok olmasını temenni etmek hased ve zulümdür. Fakat bu eyleme dönüşmeden içinde kaldığı sürece hased edene zararı olursa da başkasına dokunmaz. Amma düşünceden eyleme çıkarılmak istenip de o nimeti bir şeyler yaparak yok etmeye çalıştığı zaman fiilen zulüm ve azgınlık olan hased olmuş olur ki, o zaman onun şerrinden Allah'a sığınmak lazım gelir. O artık hiçbir hak ve insaf tanımaz, mümkün olabilen her türlü kötülük ve hileye baş vurur, her türlü sihirbazlığı göze alır, fırsat bulabildiği kadar düğümlere üfürdükçe üfürür, olanların hepsini de şerrine âlet etmeye çalışır.”(Bkz.Elmalılı Hamdi Yazır, Felak Suresi Tefsiri).)
Eğer nimetlerin başkasından kaybolmasını istememekle beraber, kendisine de onun gibisini veya daha iyisini isterse, o haset değil, gıbtadır, imrenmektir. Sevgili Peygamberimiz(sav.) buyururlar: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah in kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten ilim ve hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden varlıklı kimse."(Buhârî, İlm 15, Zekât 5 Ahkâm 3, İ'tisam 13; Müslim, Salâtu'l-Müsâ irin 268, (816).)
"Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi dedi ki: veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir."(Ebu Dâvud, Edeb 52, (4903).) "Size geçmiş ümmetlerin hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz ki; kazıyıcı derken saçı kazıyıcı demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak bir şeyi size haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın."(Tiırmizî, Sıfatu'1-Kıyâme 57, (2512).) "Hased (çekememezlik) hayırları yer bitirir, tıpkı ateşin odunu yeyip tükettiği gibi. Sadaka hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi. Namaz, mü'minin nürudur. Oruç ateşe karşı perdedir."(İbn Mace, Zühd, 22.)

17- HIRS:

Hırs, aşırı istek ve açgözlülük anlamına gelir. Buna göre hırs, dünyanın mal, makam, iktidar, şan, şöhret ve riyasetini aşırı derecede istemektir.
İnsan dünyada yaşıyor ve mala mülke ihtiyacı var ama, onu kazanırken de, harcarken de dinin kurallarına uymalıdır. Ancak böyle yaparsa ondan yararlanabilir. Aksi takdirde kendini, şerefiyle, haysiyetiyle, hatta mal dahil her şeyi ile kaybedebilir.
Para pul sevdasına haris olanlar, bir de başkalarının haklarına tecavüze başladılar mı, artık bu sömürgeci arzunun nasıl kavgalara, savaşlara sebep olduğunu yaşayarak görürsünüz.
Makam ve iktidar hırsı da böyledir.Daha yükseklere çıkamazlarsa gebereceklerini sanan bu zavallılar ne din, ne dostluk tanımaz, her şeyi istismar ederler. Kendilerine o imkanı kazandırabileceklerine inandıkları şahıslara, şeref, haysiyet ve izzeti bir yana atarak, dalkavukluk yapar, hatta kul köle olur da taparlar. Kendilerini o makamlardan mahrum edebileceklerine inandıkları kimselere de olmadık kötülükleri yaparlar. Oysa bazen kötülük yaptıkları o insanların haberleri bile olmaz. Sırf potansiyel tehlike ya da rakip gördüklerinden olmadık iftira ve karalamalarla onları saf dışı yapmak, harcamak isterler. Tabi bunun bütün acısını da kendinden altta kalanlardan çıkarırlar. İsterler ki onlar da kendisine kul olsunlar. Müşrikler ülkesinde alt üst ilişkileri nerdeyse bir kulluk ve tanrılık ilişkisine dönüşür, böyle aşağıdan yukarıya bir silsile, bir hiyerarşi takip eder maalesef..
Bunun ilacı, şüphesiz dindir. Allah(cc.)' a kulluğun en büyük gaye ve mutluluk olduğunu bilme, kanaatkar ve iffetli olma. Üstünlüğün malda makamda değil, takvada olduğunu kavrama ve hırsı öldürme.Evet, mal da, makam da hayırda kullanılırsa hayırlara vesile olur. Hele zekat, sadaka, hac, cihad gibi bir çok ibadet, mal olursa yapılır. Ama iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü isteyen insanoğlunun gözünü gerçekten ancak bir avuç toprak doyurur ama, Allah(cc.)' a, ahirete ve kadere inanan insan, hırsının tehlikesinden Allah’ın izniyle elbette korunabilir.

18- İNAT:

İnat, yanlış yada doğru, bir insanın kendi görüşünde ısrar etmesidir.Hakta sabır ve sebatla karıştırılmamalıdır.Çünkü inat, gurur, kibir ve cehaletten kaynaklanır. İnatçı insanlar, yalnızlığa ve dışlanmaya mahkumdurlar.Çoğu zaman hatalarını anlasalar dahi, kibirlerinden hakkı kabul etmezler.
İnat, küfür veya günahta olursa, artık o kişi iflah olmaz. İki dünya saadetini de yitirmiş demektir. Akıllı kişiler, kimden gelirse gelsin hakkı kabul eder ve inatçı kişilerle tartışmazlar.

19- İSRAF:

İsraf, varlığımzı harama veya ihtiyaçtan fazla lüzumsuz yerlere harcamaktır. Böylesi saçıp savurmalara, “savurganlık” da denir.Cimriliğin zıddı olan israf, onun gibi yasaklanmıştır: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma.Çünkü malını saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.Eğer Rabbinden beklediğin bir rahmet (rızık) için, onlardan yüz çevirmek mecburiyetinde kalırsan, o vakit de onlara yumuşak ve tatlı sözler söyle.Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın.Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediğinin rızkını genişletir ve dilediğini kısar. Şüphesiz ki Allah, kullarının durumlarından haberdardır, her şeyi görendir.”(İsra, 26-30.)
“Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”(Furkan, 67.)
“Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”(A’raf, 31.)
İsraf deyince genellikle mal harcamalarındaki israf akla geliyor.Eğer, tanımda olduğu gibi “varlık” dersek, mal da girer, sağlık, zaman, hava, su, ekmek, elbise, enerji ve başka varlıklarımız da girer. İsraf, emeğe saygısızlıktır. Hele bunu bir medeniyet havasına sokanlar, insanlığa ihanet edenlerdir. Çünkü bu varlıklar, her ne kadar şimdilik belli insanların ellerinde bulunuyorlarsa da, aslında onlar toplumun ortak malıdırlar. Evet, israf eden sadece kendi malını saçıp savurmuyordur. Bunun vebali büyük, hesabı ağırdır. “Allah israf edenleri sevmez.”(A’raf, 31.) demek ne demektir? Kim, Allah(cc.)' ın kendisini sevmemesini umursamayabilir?
Müslümanlar, kazanırken dikkat ettikleri kadar, mallarını harcarken de dikkatli olurlar.

20- KİBİR:

Kendini beğenme, büyüklük taslama, gurur ve azametli olma, kurum satma anlamlarına gelen kibir, insanın ilim, mal, makam, soy sop veya güzellik gibi, kendi elinde değil de tamamen Allah(cc.)' ın bir lütfu olan özellikleriyle, kendisini başkalarından üstün görme hastalığıdır.
Büyüklük, ululuk ve azamet anlamında kibir, ancak Allah(cc.)' a yakışır.O, bir kudsî hadiste şöyle buyurur: “Ululuk va azamet örtümdür.Kim bunlardan birinde benimle çekişirse, onu ateşe atarım.”(Ebu Davud, Libas, 25:İbn Mace, Zühd,16.) İnsana yakışan, Allah(cc.)' a kulluktur. Kulun, kendi acizliğini ve zayıflığını unutarak büyüklük taslaması, hele hele de bunu Allah(cc.)' a karşı yapması, kibirine yediremediği için O’na ibadetten kaçınması, bağışlanamaz bir günahtır, ahlaksızlıktır, şiddetli azabı gerektiren bir suçtur. Kur’an’a baktığımız zaman, şu başlıkları görürüz: “Allah(cc.), kibirlileri, kendini beğenmişleri sevmez”(Nisa,36-37) Kibir, hakkı kabul etmemeye ve Allah(cc.)' a ibadet etmemeye götürür: ”Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzuruna toplayacaktır. İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini ödeyecek, onlara olan bol nimetini daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Alah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar.”(Nisa,172-173.) Allah(cc.)' ın ayetlerini kibirlerine yediremezler: ” Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimden yüz çevirteceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların mucizelerimizi yalan saymaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir.
Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalanırlar?”(A’raf, 146-147.) Münafıklar, tıpkı İblis gibi kibir yüzünden imandan kaçmışlar ve mahvolmuşlardır: “Onlara: "Gelin de Allah'ın peygamberi sizin için mağfiret dilesin" dendiği zaman, başlarını çevirirler; büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.
Onlar için, bağışlanma dilesen de dilemesen de birdir; Allah onları bağışlamayacaktır. Doğrusu Allah, yoldan çıkmış milleti doğru yola eriştirmez..”(Münafikun, 5-6.)
İnsan, gurur ve kibirden sakınmalı, konuşmasında, yürümesinde, oturup kalkmasında mütevazi olmalıdır:
” Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.”(İsra, 37)
"İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez." (Lokman,18)
İblis’in helaki kibirdendi: ”Meleklere, "Ademe'e secde edin" demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu.”(Bakara, 33.)
Allah(cc.)' ı unutarak gurur ve kibire kapılmanın acı bir akıbeti vardır: “And olsun ki Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Huneyn gününde yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, peygamberine ve müminlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi; inkar edenleri azaba uğrattı. İnkarcıların cezası budur”( Tevbe, 25)
Kur’an’da kibire, gurura örnek verilenler vardır. Onlardan biri de Karun’dur. Onun etrafında cereyan eden olaylar, bizim çevremizde cereyan etmiş gibi hala tazeliğini korumaktadır. Okuyalım isterseniz:
“Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi.
Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: "Karun'a verildiği giibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir" demişlerdi.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: "Size yazıklar olsun; Allah'ın mükafatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" demişlerdi.
Sonunda, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: "Demek Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lutfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkarcılar başarıya eremezler" demeye başladılar.
Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır. Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Kim bir kötülük getirirse, o kütülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.”(Kasas, 76-84.)
Kibir, kendini ele verir. Nasıl mı? Kibirli insanlar, önde gitmeyi, mecliste ve taşıtlarda en iyi yere oturmayı, kendilerine sorulmasa bile her soruya cevap vermeyi, yaptıklarını konuşmayı, yapacaklarını anlatmayı, olmadık huylarıyla övünmeyi, önünde adam dikmeyi, olur olmaz yerde kızgınlık göstermeyi, her tartışmadan galip çıkmayı severler. Tevazu ve hakkın galibiyetini bilmezler. Çok konuşur, çok tartışır, çok kızarlar. Sürekli tenkit ederler, kimseyi beğenmezler, her makama layıktırlar, düşünceleri daima isabetlidir, hiç hata yapmazlar, dolayısıyla inatçıdırlar.Kendilerini beğendiklerinden, fevkalada bencildirler. Kibirliler de çeşit çeşittir. Kimi kendisini Firavun gibi, tanrı yerine kor, kimisi herkesle oturmaz, özel meclis arar, kimisi de saklamaya çalışır ama neye yarar.
İnsan, niye mi kibirlenir? Ahmaklığından!..Kimisi ilminden kibire düşer. İşin özünü kavramamış, kabukta kalmıştır. Kimisi ibadetinden kibirlenir. Keşke yapmasalardı da kibir yerine mahcup kalsalardı..Kimisi soy sopla, ırkla kibirlenir; sanki dilekçe vermişler da kendileri seçmişlerdir!.. Kimi güzellikleriyle kibirlenir, sanki tasarımı kendine aitmiş gibi suratlarının.Kimileri de malla, makamla kibirlenirler.

Mal sahibi, mülk sahibi Hani bunun ilk sahibi.
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan…

İnsan oturup nerden ve niçin geldiğini, neden yaratıldığını, nereye gideceğini tefekkür etse, hiç kibiri kalır mı? Allah(cc.)' ı bilenin büyüklenmesi olabilir mi?.Cehaletin gözü kör olsun demiştik değil mi?

21- ÖFKE:

Öfke, şiddetli kızgınlık, kırgınlık, hiddet ve gazap demektir. Öfke, ifrat ve tefrit gibi aşırılıktan uzak olduğunda her huy gibi faydalıdır. Bir yandan kalbin heyecana gelip coşması karşısında meydana gelebilecek tehlikeleri önlemek için, vücutta meydana getirdiği değişim ile sağlığa faydalı olurken, diğer yandan tabi ki akla, imana ve iz’ana uyduğu müddetçe, insanı tehlikelere karşı koymaya, kötülüklere direnmeye, baskı ve saldırıları defetmeye, olumsuzluklar karşısında iradenin çökmesini önlemeye yarar. İnsan, bu güzel huy sayesinde din, ırz, vatan gibi korunması gerekenleri korur.Resulullah(sav) Efendimiz, Allah(cc.) için kızardı. Hatta kızgınlığı, o kötü durum bitmedikçe de geçmezdi.
Bilindiği gibi, işlerin hayırlı olanı ortasıdır. Orta yol, daima esenliktir. Bir şeyin azlığına tefrit, çokluğuna ifrat denir. İkisi de mezmumdur, kötüdür, kaçınılması gerekir. İyisi, doğrusu, faydalısı, orta yolda olanıdır. Gazabın azlığı, yukarda anlatılan yararların kaçırılmasıdır. Çokluğu da zarardır. Aslında öfke veya gazap denildiğinde, akla gelen de bu yönüdür. “Öfkeyle kalkan, zararla oturur.”, “Öfke topuğa çıktı.”, “Öfkesinden çatladı”. deyim ve atasözleriyle anlatılan ve dinimizce de sakındırılan öfke, bu tür öfkelerdir.
Zararlı öfke, aklın iptali gibi bir şeydir. O anda insanın gözü hiçbir şey görmez. Kalb gözü de kördür öfke anında, düşünemez, hayrı şerri seçemez. Daha sonra pişman olacağı anormal işleri, hatta rezillikleri zevkle yapar. Onun için “öfke baldan tatlıdır” demişler. Bir çok suçların, kavgaların, cinayetlerin, boşanmaların… arkasında bir anlık o bal gibi gelen zehirli öfkeye yenilmeler vardır.
İşte İslam,”en büyük cihad” olarak kabul ettiği nefis terbiyesi ve kalb tasfiyesi ile iradeyi güçlendirerek, o bir anlık öfkeleri selametle geçiştirmenin, giderek, nefis için hiç öfkelenmemenin erdemine erdirir insanları. Yüce Allah(cc.), öfkesini yenenleri sever ve över: ” Rabbiniz'in mağfiretine, ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.Onlar bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.”(Al-i İmran, 133-134.)
“Size verilen herhangi bir şey, sadece dünya hayatının bir geçimliğidir. Allah katında olan; inanıp Rablerine güvenen, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan çekinen, öfkelendiklerinde bile bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namaz kılanlar için daha iyi ve daha süreklidir. Onların işleri aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfederler.”(Şura, 36-38)
Sevgili Peygamberimiz(sav.), bu tür öfkeyi yenmenin, “gerçek pehlivanlık” olduğunu söyler:” "Pehlivan, güneşte hasmını yenen değildir. Hakiki pehlivan, öfkelendiği zaman nefsini yenen kimsedir."(Buhari, Edeb 76, Müslim, Birr 107, (2760); Muvatta, Hüsnü'l-Halk 12, (2, 906).) "Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek güçte olduğu halde öfkesini tutan kimseyi Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü mahlukatın başları üstüne davet eder; tâ ki, herkesten önce dilediği huriyi kendine seçsin."(Tirmizi, Birr 74, (2022); Ebu Davud, Edeb 3, (4777).)
İbnu Abbas (ra.), bir pehlivanı anlatır: "Uyeyne İbnu Hısn Medine'ye gelince, kardeşinin oğlu Hürr İbnu Kays'ın yanına indi. Hürr İbnu Kays ise Hz. Ömer'in yakınlarındandı. Onun meclisinde yaşlı veya genç bir kısım kurrâ ve fakihler müşavere heyeti olarak bulunurdu. Uyeyne İbnu Hısn:
"Ey kardeşimin oğlu! Emirü'l-mü'minin'in yanına girmem için izin taleb et!" dedi. O da izin istedi. Ancak yanına girince: "Yeter artık! Ey İbnu'l-Hattab sen bize bol vermediğin gibi, aramızda adaletle de hükmetmiyorsun!" dedi. Hz. Ömer (ra) pek öfkelendi. Neredeyse dövmek için üzerine yürüyecekti ki, Hürr radıyallahu anh atılıp: "Ey emire'l-mü'minin! Allah Teâla Hazretleri, Resûlüne: "Affı esas tut, ma'rufu emret ve cahillerden de yüz çevir!" (A'raf 199) diye emretmiştir. Bu adam da cahillerden biridir" dedi. Vallahi Hürr ayeti okuyunca, Hz. Ömer olduğu yerde kalıp hiçbir şey yapmadı. Hz. Ömer Kitabullah'ın yanında hemen durur, onu koyup geçmezdi." (Buhari, İ'tisam 2, Tefsir, A'raf 5.)
Öfkenin yenilmesine yardımcı bazı şeyler öğretir sevgili Peygamberimiz (sav.): "Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın."(Ebu Davud, Edeb 4, (4784).) "Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne ala, geçmezse yatsın."(Ebu Davud, Edeb 4, (4782).) Hz. Mu'az İbnu Cebel (ra) anlatıyor. "İki kişi Resûlullah (sav)'ın huzurunda küfürleştiler. Her birinin yüzünde diğerine karşı öfkesi gözüküyordu. Resûlullah (sav): "Ben bir kelime biliyorum, eğer onu söyleyecek olsa, kendinde açığa çıkan öfke giderdi: Eûzu billahi mineşşeytanirracim" buyurdular."(Tirmizi, Da'avat 53, (3448); Ebu Davud, Edebb 4, (4780).)

22- RİYA:

Riya, sözlükte gösteriş, iki yüzlülük demektir. Dinde ise riya ihlasın zıddı olup, iyi ve hayırlı bir işi Allah(cc.) rızası için değil de, insanların görmesi ve bilmesi için yapmak veya onlara kendisini, olmayan faziletlerle tanıtmaktır. Amaç, insanlar tarafından beğenilmek, övülmek, maddi manevi dünyalık elde etmektir. İhlas bahsinde genişçe görüldüğü gibi, Allah(cc.) niyet, söz ve işlerin sadece kendisi için, rızasını kazanma amacıyla yapılmasını emreder: “Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.”(Beyine, 5.)
O, riyakarları sevmediği gibi, kirli kalplerle yapılmış kirli amelleri de kabul etmez: “Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır!”(Nisa, 38.)
“Vay o namaz kılanların haline ki: Onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar.”(Maun, 4-6.)
Çünkü riya, ameli iptal eder: ”Ey İnananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarfeden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkar eden kimseleri doğru yola eriştirmez.”(Bakara, 264.)
Sevgili Peygamberimiz(sav.)in hadislerine baktığımızda görürüz ki riya, Allah(cc.)' ın asla razı olmadığı gizli bir şirk, yani Allah(cc.)' a ortak koşmaktır. Sonuçta insanı şirke ve nifaka düşürmesinden korkulur.Riya, çirkin bir istismardır, iki yüzlülüktür, müslümanın şahsiyetiyle asla bağdaşmaz.
Cihad, en faziletli ve sevabı en çok ibadetlerden biridir. Tabi ki Allah(cc.) için yapılıra. Ya riya veya başka bir sebeple yapılırsa? Bunu sormuşlar sevgili Peygamberimiz(sav.)e: Ebu Musa (ra) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sav)'e, şecaat olsun diye veya hamiyyet (kavmini, ailesini, dostunu korumak) için veya gösteriş için savaşan kimseler hakkında sorularak bunlardan hangisi "Allah yolunda"dır? dendi. Resûlullah: "Kim, Allah'ın kelamı yücelsin diye mukâtele ederse, o Allah yolundadır" diye cevap verdi."(Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149,(1904); Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783).)
İlim öğrenmak ne kadar teşvik edilen bir konudur. Ama ihlas olmaz da işe riya karışırsa? İşte cevabı: “Cühelâ takımıyla münakaşa veya ülemâya karşı böbürlenme veya halkın dikkatini kendine çekme gayesiyle ilim talep eden ateştedir."
Riyayı saklamanın faydası yoktur.” Hz. Cündüb (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdular ki: "Kim başkalarının kusurlarını teşhir edip herkese duyurursa, Allah da onun kusurlarını duyurur. Kim riya yaparsa Allah da onun riyasını ortaya çıkarır."(Buhari, Rikak 36; Müslim, Zühd 48, (2987).)
Ancak, iyilikleri ve kötülükleri sonuna kadar saklamak, bu dünyada pek mümkün olmuyor. Bir gün, bir şekilde ortaya çıkıyor. İşte bir gün ortaya çıkan iyiliklerin insanlar tarafından beğenilip takdir edilmesi, kulun ihlasını bozmaz, riya sayılmaz. Belki o takdir, Allah(cc.)' ın peşin ödediği bir ödüldür. Her zaman yaptığı iyi bir işi, insanlar görecek ve riya olacak endişesi ile terk etmek de iyi değildir. Yapılacak ve Allah(cc.)' a sığınılacak. Sonra, müslümanın yaptığı işi güzel yapıp, insanların beğenisini kazanma isteği, her zaman riyadan kaynaklanmaz. Burada faydalı olma ve hizmet etme düşünceleri de söz konusu olabilir. Acaba hangisi? Bunu ancak o kişi bilir. O da kendini yoklamalı, kalbine danışmalıdır.Bize düşen ise hüsn-i zanla, onun ihlaslı olduğunu düşünmektir.İyilikleri takdir etmek, toplumun vazifesidir. Bu, hem iyilikleri teşvik, hem de yapanlara bir teşekkürdür.

23- ZULÜM:

Zulüm, hakkı yerine koymama, hak edene hakkını vermeme, suç işleyeni uygun ceza ile cezalandırmama, eziyet ve işkence yapma demektir. Adaleti anlatırken söylediklerimiz, burada da geçerlidir.
Bütün dinlerde haram olan zulüm, bütün akıllılarca da kötülenmiş, lanetlenmiştir. Ancak, kendisini eğitemeyen akıllılardan başkası da sanki zulüm işlememektedir.Keşke zalimler, kendilerine yapıldığı zaman zulmü anladıkları ve aşağıladıkları
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Empty
MesajKonu: Geri: Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER   Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Icon_minitimePaz Kas. 01, 2009 8:42 am

GÜZEL AHLAKLA İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Müminler, öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, Allah’ın âyetleri okununca, imanları kuvvetlenir ve yalnız Rablerine dayanıp güvenirler, namazı doğru kılar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden [Allah’ın razı olduğu yerlere] harcarlar.) [Enfal 2-3]

(Müminler, muhakkak kurtuluşa ermiştir. Namazlarını huşu içinde kılar, boş ve lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet ederler.) [Müminun 1-8]

(Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirir, verdikleri sözü bozmaz, Rablerinin rızasını isteyip sabreder ve kötülüğü iyilikle savarlar.) [Rad 20-22]

(Büyük günahlardan ve hayasızlıktan sakınır, öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlar ve işlerini aralarında istişare ederler.) [Şura 37,38]

(İnanıp hayırlı iş işleyen [mümin]lerin kötülüklerini, and olsun, örteriz, onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırırız.) [Ankebut 7]

(Allah onların [müminlerin] kötülüklerini örter, onlara işledikleri şeylerin en güzellerinin karşılığını verir.) [Zümer 35]

(Allah, inanıp emirlerini yapan müminlere mağfiret ve büyük ecir vaad etmiştir.) [Feth 29]
Güzel huylu kimse, insanların takdirini kazanır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]

Allah Resûlü sav buyurdu:
"Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Mâlik.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır."
Aişe radıyallahu anha. Tirmizî.


Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Kıyamet günü, müminin terazisinde, güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah teâlâ, çirkin konuşan ve ne konuştuğunu bilmeyenlerden nefret eder."
Ebû Derda radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"içinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde mevki bakımından bana en yakın olanlarınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır.
En nefret ettiklerim ve kıyamet gününde benden en uzak olanlarınız ise, gevezeler, lafazanlar ve yüksekten atanlardır. Onlar büyüklük taslayan kimselerdir."
Câbir radıyallahu anh. Tirmizî.


GÜZEL AHLAKLA İLGİLİ HADİSİ ŞERİFLER
GÜZEL AHLAK İLE İLGİLİ HADİSLER:
-Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) 245. 7 (Ramuz el-ehadis)

-İnsanların en hayırlısı, ahlakı en güzel olandır.

-Mü’minin mizanında en ağır basacak şey, güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder. Hz. Ebud Derda (r.a.) 15. 9

-Bilir misiniz, insanların cennete girmelerini en çok sağlayan şeyler nelerdir? Allah korkusu ve güzel ahlaktır. Bilir misiniz, insanların cehenneme girmelerine en çok sebep olan şey nedir? İki aralıktır; Ağız (diliyle günah işlemesi) ve bacak arasıdır (yani zina yapması). Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) 12. 8

-Güzel ahlak hataları eritir; suyun buzu erittiği gibi. Fena ahlak da ameli bozar; sirkenin balı bozduğu gibi.

-Her şeyin tövbesi vardır. Fena ahlak sahibinin yoktur. Zira o kimse günahtan tövbe etmez de, onu daha şiddetle işler. Hz. Aişe (r.a.) 128. 10

-Güzel ahlakın ifadesi şudur: Dünyadan nasip olana razı olur, nasip olmayana da kızmaz.

-Doğruluğa yapışın, çünkü doğruluk iyiliğe götürür, doğruluk ve iyilik (sahipleri) de cennettedir. Yalandan sakının, çünkü yalan kötülüğe götürür, yalan ve kötülük (sahipleri) de kötülük cehennemdedir.

-Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluğu yapışın, çünkü kurtuluş doğruluktadır

-Yalan sözden ve yalan yere yemin etmekten sakının!

-Yalandan sakının, çünkü yalan bir tarafta, iman da bir taraftadır. Yalan ile iman bir arada bulunmaz.

-Birbirinize haset (kıskançlık) etmeyiniz. Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birbiriniz hakkında kötü zandan bulunmaktan kaçınınız. Birbirinizin eksikliğini ve kusurunu görmeye çalışmayınız. Birbirinizin gizli hallerini ve gizli hayatını araştırmayınız. Menfaat yarışına girmeyiniz. Birbirinize küsmeyiniz. Ey Allah'ın kulları hepiniz kardeş olunuz!

-Büyüklerine saygı, küçüklerine şefkat ve merhamet göstermeyen bizden değildir.

-Bir kimse bir çocuğa, gel sana şunu vereceğim der ve sonra da vermezse bu (sözü) bir yalandır

-Aklın başı; Allah’a imandan sonra, haya (utanmak) ve iyi ahlaktır. Hz. Enes (r.a.) 286. 12

-Allah’a imandan sonra, aklın başı; insanlarla muhabbetli bulunmaktır. Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) 287. 7

-Allah Teala şu kulu sever: Sattığında müsamahalı, aldığında müsamahalı, borcunu ödemede müsamahalı ve alacağını talepte de gene müsamahalıdır. Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) 17. 9

-Bir meclisin baş köşesinden aşağısına razı olmak, Allah için tevazudan sayılır. Hz. Talha (r.a.) 131. 4

-Allah (z.c. hz.)i her şeyde rıfk ve mülayemeti (yumuşak huyluluk) sever. Hz. Aişe (r.a.) 92. 14

-Rıfk (mülayım olmak) ve rıfk ile muamele etmek uğurluluk, şiddetle muamele etmek de uğursuzluktur. Cenabı Hak bir evin hayrını murad ettiğinde, onlara rıfk kapısını açar. Rıfk nerede bulunursa orasını zinetlendirir. Şiddet ise orası için leke olur. Hz. Aişe (r.a.) 100. 3

-Merhamet edene, Allah merhamet eder. Yerdekilere merhamet edin, Allah da size merhamet etsin. -Cennette altından bir direk ve üzerinde zebercetten şehirler vardır ki, onlar cennete yıldızlar gibi ışık verirler. Ve bunlar; Allah rızası için birbirlerine muhabbet edenler içindir. Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) 125. 6

-Cennette öyle köşkler vardır ki; içindeki dışındakini, dışındaki içindekini görür. Bunlar; sözü hoş, selamı çok olana, yemeği çok yedirenlere, oruca devam edenlere ve gece namazı kılanlara verilir.

-Cömert; Allah’a, insanlara ve cennete yakındır. Cehennemden de uzaktır. Cimri ise Allah’tan, insanlardan ve cennetten uzaktır. Ve cehenneme yakındır. Cahil cömert, Allah (z.c.hz.)lerine, hasis (cimri) âbitten (ibadet eden kişi) daha sevimlidir.

-Cömert, ancak Allah’a hüsnü zannı olduğundan cömertlik yapar (Allah bana gene verir, ahirette de mükafatını verecektir diyerek). Cimri ise, ancak Allah’a sui zannı sebebiyle (“ya vermezse”diyerek) cimrilik yapar.

-Cömert bir zatın (yedirdiği) yiyeceği şifadır. Cimri bir kimsenin yemeği ise derttir.

-Sabır ilk sadmededir. (belanın ilk geldiği anda.) -Sabır imanın yarısı, yakîn de imanın tamıdır.

-Size dünya ve ahiret ehlinin en hayırlısını ve dünyadaki amellerin en iyisini haber vereyim mi? “O öyle bir kimsedir ki; kendisiyle alakasını kesenle ilgilenir, kendisini mahrum edene (vermeyene) verir ve kendisine zulmedeni de affeder.”

-Üç şey vardır ki; onlar kimde bulunursa, Allah onu kolay bir şekilde hesaba çeker ve rahmetiyle cennetine koyar: Mahrum edene (vermeyene) ihsanda bulunmak, zulmedeni affetmek, uğramayanı arayıp sormak.

-Sükut (susmak, lüzumsuz konuşmamak), ahlakın efendisidir. Hz. Enes (r.a.) 219. 8

-Üç kişi için gökler, yer, gece, gündüz ve melekler istiğfar ederler: Alimler, talebeler ve cömertler.

-Allah (C.C.) Bana, farzları yerine getirmeyi emrettiği gibi, insanlara müdara etmeyi(alttan almayı) emretti.

-Haya (utanmak) imandandır.

-Altı şey güzeldir, lakin şu altı sınıf insanda daha güzeldir: Adalet güzeldir, lakin ümerada (idarecilerde) daha güzeldir. Cömertlik güzeldir, lakin zenginde daha güzeldir. Verağ (haram olduğu şüpheli olan şeylerden kaçınmak) güzeldir, lakin alimlerde daha güzeldir. Sabır güzeldir, lakin fakirlerde daha güzeldir. Tövbe güzeldir, lakin gençlerde daha güzeldir. Haya (utanmak) güzeldir, lakin kadınlarda daha güzeldir. Hz. Ali (r.a.) 297. 6

-Benim için 6 şeyi tekeffül edin (garanti edin, söz verin), size Cenneti söz veriyorum; 1- Biriniz konuştuğu zaman yalan söylemesin, 2- Bir vaatte (sözde) bulunduğunda sözünden dönmesin, 3- Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet etmesin, 4- Gözünüzü yumunuz (harama bakmayın), 5- Elinizi (haramlardan) çekin, 6- İffet ve namusunuzu koruyun!

-Mümin güzel ahlakı ile, geceleri nafile ibadet eden ve gündüzleri nafile oruç tutan kimselerin derecelerine erişir. (Yani güzel ahlaklı kişiye, ahlakı sebebiyle her gün 24 saat sevap yazılır)

-Mümin, başkalarıyla iyi geçinir ve kendisiyle iyi geçinilir, başkalarıyla iyi (güzel) geçinmeyen ve kendisiyle geçinilemeyen kimsede hayır yoktur.

-Müminin mümine bağlılığı, bir binanın birbirine sıkı sıkıya tutan tuğlaları gibidir.

-Müslümanlar bir vücudun azalarına benzer. Nasıl bir vücudun bir yerinde bir rahatsızlık olunca tüm vücut ateşlenir, bu ağrıyı duyar. Müslümanlar da diğer Müslümanların ağrılarını duyması gerekir.

-Müslüman’ın Müslüman üzerinde vacip olan 6 hakkı vardır; 1- Karşılaşınca selam vermesi, 2- Davet edince davetine gitmesi, 3- Nasihat isteyince nasihat etmesi, 4- Hastalanınca ziyaret etmesi, 5- Ölünce cenazesine gitmesi, 6- Aksırınca teşmit etmesi.

(TEŞMİT: Hapşıran kişinin: “Elhamdülillah” demesi, Bunu duyan kişinin: “Yerhamükallah”, Tekrar Hapşıran kişinin ise; “Yehdîna ve yehdîkümullah ve yuslih bâleküm” demesidir.)

-Sizin Allah Teala’ya en sevimli olanınız, yemesi en az ve bedenen en hafif olanınızdır. Hz.İbn Abbas(r.a) -Kuldan Allah’ın ilk çekip aldığı şey, “haya” (utanma duygusu)dır. O zaman, O (Allah) gazap eder (kızar). Ve kul gazaba uğramış duruma gelir. Sonra kendisinden “emanet”i alır. O zaman o kimse “hain ve hor” olur. Sonra ondan “rahmet”i alır. O zaman da o kimse katı kalpli ve kaba olur. İşte o zaman onun boynundan İslam bağını çözer. Artık o kimse, lanete uğramış ve lanetlenmiş şeytan olur. Hz. Enes (r.a.) 161. 3

-Bu ümmetin en şerlilerini size haber vereyim mi? Onlar; bağırarak konuşanlar, belagatla konuşmaya zorlananlar ve çok lafçılar (gevezeler)dır. Bu ümmetin hayırlılarını da size haber vereyim mi? Onlar; ahlakça en güzel olanlardır.

-Adem oğlunda 360 mafsal vardır. Her gün bunun için 360 sadaka vermesi lazımdır. Sormuşlar: “Yâ Rasulallah, buna kim güç yetirebilir?” -Buyurmuş ki: Birine yol göstermek bir sadaka, zahmet veren bir şeyi yoldan kaldırmak bir sadaka, ihtiyaçtan fazla elbiseyi vermek de bir sadakadır. Yine sormuşlar: “Ya Rasulallah, bunu da yapamazsak?” Buyurdular ki: Halka şerri dokunmaktan çekinmek de kendisi için bir sadakadır. -İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.

-Kendiniz için istediğiniz şeyi Müslüman kardeşin için de istemedikçe olgun mümin olamazsınız.

-Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin.

-Merhamet edene, Allah merhamet eder. Yerdekilere merhamet edin, Allah da size merhamet etsin.

-Kimseden bir şey istememeyi taahhüt (garanti) edene, Ben Cenneti taahhüt ederim.

-İki müslüman buluşup da onlardan biri arkadaşına selam verdiğinde, bu ikisinden Allah’a daha çok sevgili olanı, arkadaşına karşı güler yüzlülükte daha önce olanıdır. Musafaha ettiklerinde ise, Allah onların üzerine yüz rahmet indirir; İlk başlayana doksan, diğerine ise on rahmet verilir. Hz. Ömer (r.a.) 35. 11

-Bir kimse sana tazim (hürmet) için oturduğu yerden ayağa kalkmış ise, onun yerine oturma. Sana ait olmayan şeyle de elini silme. Hz. Ebû Bekre (r.a.) 57. 6

-İki kişi gizli konuşurlarken aralarına girmeyin. Hz. İbn Ömer (r.a.) 60. 3

-Sizden birisi kardeşini Allah yolunda sevdiği zaman kendisine bildirsin. Zira bu, ülfette daha kalıcı, muhabbette sebat (devamlılık) vericidir. Hz. Mücahid (r.a.) 25. 9

-Evlatlarınız arasında ihsanda bulunmak hususunda adalet edin, onların adalet etmelerini sevdiğiniz gibi.

-Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. Zira o korku, bütün işlerinin zinetidir. Sana Kur’an okumanı, Allah’ı zikretmeni tavsiye ederim. Zira o, senin semada anılmana sebeptir, yeryüzünde ise senin için nurdur. Sükutunun (susmanın) uzun olmasını tavsiye ederim. Ancak hayır söz müstesna. Zira bu sükut, şeytanı senden uzaklaştırır ve din işinde sana yardımcı olur. Çok gülmekten de sakın. Çünkü o, kalbi öldürür ve yüzün nurunu giderir. Cihada devam et. Çünkü o, ümmetimin ruhbanlığıdır. Miskinleri sev ve onlarla düşüp kalk. Kendinden aşağıdakine bak, yukarıdakine bakma. Zira, sana Allah’ın verdiği nimetleri küçümsememen için bu hal daha uygundur. Seninle alakayı kesseler de akrabanı ziyaret et. Acı da olsa hakkı söyle. Allah yolunda kınayanların kınamasından korkma. Kendi nefsin hakkında bildiğin şeyler, insanlardan seni alıkoysun. Yaptığın şeylerde onlara üstünlük taslama. Şu üç hasletin bulunması, kişiye ayıp olarak yeter; Kendi kusurlarını bilmeden başkasının kusurlarını görmesi, aynı hal kendisinde de olduğu halde başkalarında utanılacak hal görmesi ve arkadaşına eziyet etmesi. Ey Ebu zer! Tedbir gibi akıl, (şüpheli şeylerden) sakınmak gibi verağ, güzel huy gibi de şeref yoktur. Hz. Ebu Zer (r.a.) 157. 4

-Güzel niyet, sahibini cennete sokar. Güzel ahlak da sahibini cennete sokar. Ve güzel komşu da komşusunu Cennete sokar. Biri sordu:"Yâ Rasulallah, kendisi kötü (komşuluğu iyi) olsa da mı?" -Evet, sen istemesen de(öyle).

-İktisad, geçimin yarısı ve güzel ahlak da dinin yarısıdır. Hz. Enes (r.a.) 190. 6

-Akrabayı yoklamak malı çoğaltır, ailede muhabbeti arttırır ve ömrü uzatır. Hz. Amr ibn Sehl (r.a.) 307.7

-Bir aile halkı, birbirlerini yokladıklarında, Allah onların rızkını geniş ve kolay kılar. Ve onlar Allah’ın koruması altında bulunurlar. Hz. İbni Abbas (r.a.) 118. 4

-Akrabayı yoklamak, güzel ahlak ve güzel komşuluk; beldeleri mamur eder ve ömrü arttırır. Hz. Aişe (r.a.) -Kafir veya müslüman bir adam bir iyilik yaparsa Allah Teala ona sevap verir. Denildi ki; “Kafire sevap nasıl olur?” -Buyurdu ki; “Eğer o sılai rahim yapsa veya bir sadaka tasadduk etse veya bir hasene yapsa, Allah ona mal, çocuk, sıhhat ve bunun benzerlerini verir.” Denildi ki; “Ahirette karşılığı nedir?” -Buyurdu ki; Azabı hafif olur. Ve şu mealdeki ayeti okudu:“Firavun ailesini azapların en şiddetlisine sokun.” Hz. İbn Mes’ud (r.a.) 369.

17:59 | Bloga al

(Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.) [Hakim]

(Ya Rabbi senden, sıhhat, afiyet ve güzel ahlak dilerim.) [Harâiti]

(Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.) [Beyheki]

(Güzel ahlak, büyük günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler. Kötü ahlak ise, salih amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar.) [İ. Hibban]

(Allahü teâlâ indinde kötü ahlaktan büyük günah yoktur. Çünkü, kötü ahlaklı bir günahtan tevbe edip kurtulursa, bir başka günaha düşer. Hiçbir vakit günahtan kurtulamaz.) [İsfehani]

(Bir kimse tevbe ederse, tevbesini Allahü teâlâ kabul eder. Kötü ahlaklı kimsenin tevbesi makbul olmaz. Zira bir günahtan tevbe ederse kötü ahlakı sebebiyle, daha büyük günah işler.) [Taberani]

(Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.) [Beyheki]

(Din, güzel ahlaktır.) [Deylemi]

(Müminlerin iman yönünden en faziletlisi ahlakça en iyi olanıdır.) [Tirmizi]

(Şüphesiz güzel ahlak, güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir.) [Harâiti]

(Bir müslüman güzel ahlakı sayesinde, gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadet eden kimselerin derecesine kavuşur.) [İ. Ahmed]

(Bir insan az ibadet etse de, güzel ahlakı sayesinde en yüksek dereceye kavuşur.) [Taberani]

(Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim]

(Yumuşak davranmayan, hayır yapmamış olur.) [Müslim]

(En çok sevdiğim kimse, huyu en güzel olandır.) [Buhari]

(Yumuşak olan kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmizi]

(Cehenneme girmesi haram olan ve Cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse insanlara kolaylık, yumuşaklık gösterendir.) [İ. Ahmed]

(Yumuşak olanlar ve kolaylık gösterenler, hayvanın yularını tutan kimse gibidir. Durdurmak isterse hayvan ona uyar. Taşın üzerine sürmek isterse hayvan oraya koşar.) [Ebu Davud]

(Müminlerin iman yönünden en faziletlisi, ahlakça en iyi olanıdır.) [Tirmizi]

(Cennete götüren sebeplerin başlıcası, Allahü teâlâdan korkmak ve iyi huylu olmaktır. Cehenneme götüren sebeplerin başlıcası da, dünya nimetlerinden ayrılınca üzülmek, bu nimetlere kavuşunca sevinmek, azgınlık yapmaktır.) [Tirmizi]

(İmanı en kuvvetli kişi, ahlakı en güzel ve hanımına en yumuşak olandır.) [Tirmizi]

(İnsan, güzel huyu ile, Cennetin en üstün derecelerine kavuşur. [Nafile] İbadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı Cehennemin en aşağısına sürükler.) [Taberani]

(İbadetlerin en kolayı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.) [İbni Ebiddünya]

(Şu üç şey bulunan kimsenin imanı kâmildir: Herkesle iyi geçinen güzel ahlak, kendini haramlardan alıkoyan vera, cehlini örten hilm.) [Nesai]

(Dünyada veya ahirette özür dilemek zorunda kalacağın söz ve hareketten uzak durmaya çalış!) [Hakim]

(Söz veriyorum ki, münakaşa etmeyen, haklı olsa da, dili ile kimseyi incitmeyen, şaka ile veya yanındakileri güldürmek için, yalan söylemeyen, iyi huylu olan müslüman Cennete girecektir.) [Tirmizi]

(Şu altı şeyi yapanın Cennete girmesine kefilim: Konuşunca doğru söyleyen, verdiği sözü yerine getiren, emanete riayet eden, namusunu koruyan, gözlerini haramdan sakınan, ellerini kötülükten çeken.) [İ.Ahmed]

(Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Size gönderdiğim İslam dininden razıyım, [bu dini kabul edip, bu dinin emir ve yasaklarına riayet edenlerden razı olur, onları severim.] Bu dinin tamam olması, ancak cömertlikle ve iyi huylu olmakla olur. Dininizin tamam olduğunu her gün, bu ikisi ile belli ediniz!) [Taberani]

(Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huylu olmak, günahları eritir, yok eder. Sirke balı bozup yenilmez hâle soktuğu gibi, kötü huylu olmak, ibadetleri bozup yok eder.) [Taberani]

(Hak teâlâ yumuşak huyluya yardım eder, sert ve öfkeliye yardım etmez.) [Taberani]

(Yumuşak olan, kızmayan müslümanın Cehenneme girmesi haramdır.) [Tirmizi]

(Yavaş, yumuşak davranmak, Allahü teâlânın kuluna verdiği büyük bir ihsandır. Aceleci olmak, şeytanın yoludur. Allahü teâlânın sevdiği şey, yumuşak ve ağırbaşlı olmaktır.) [E.Ya’la]

(Kişi, yumuşaklığı, tatlı dili ile, gündüzleri oruç tutanın ve geceleri namaz kılanın derecesine kavuşur.) [İ. Hibban]

(Kızınca, öfkesini yenerek yumuşak davrananı Allahü teâlâ sever.) [İsfehani]

(Güler yüzle selam veren, sadaka verenin sevabına kavuşur.) [İ.E.dünya]

Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, (Kızma, sinirlenme) buyurdu. Birkaç kere sordu, hepsine de (Kızma, sinirlenme) buyurdu. (Buhari)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Empty
MesajKonu: Geri: Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER   Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER Icon_minitimePtsi Eyl. 13, 2010 10:25 pm

Ahlakî hadisler
1. Dört şeyi dört yere bırakırsanız cenneti bulursun. Uykuyu kabre övünmeyi mizana rahatı sırata şehveti cennete…
2. İmanın şiarı dörttür: Takva hayâ şükür sabır.
3. Sizden öncekiler üç şeyle helak oldular: Gereksiz konuşmak gereksiz yemek ve gereksiz uyumak…
4. Allah aklı yarattı ve ona” bana yönel” dedi. Akıl Allah’a yöneldi. Sonra “mahlûkata yönel” buyurdu. Akıl mahlûkata yöneldi. Sonra yüce Allah buyurdu: “İzzetime ve celâlime yemin ederim ki akıldan daha şerefli bir şey yaratmadım. Akıl ile alırım; akıl ile veririm…
5. İmam-ı Azam (ks) buyurdu: “Âlimler Allah’ın velileri değilse yeryüzünde velî yoktur.”
6. Muhakkak ki iman sözdür ve ameldir. Amel artar ve eksilir; ama iman artmaz ve eksilmez.”
7. Göz değmesinden Allah’a sığının; göz değmesi haktır.
8. Dünya hırsı ve uzun emelden Allah’a sığının…
9. Allah’ın nimetlerini gizleyerek Allah’tan yardım isteyiniz. Her nimete haset edilir.
10. Rızkınız için sadaka vererek Allah’tan yardım isteyiniz…
11. Babanın vefatından sonra çocuğunun babası için istiğfarı iyilikten babaya iyilikten sayılır.
12. Soğuk su ile istinca yapınız; zira bu basura iyi gelir.
13. Dininizi emanetinizi ve amellerinizin sonunu Allah’a havale ediniz.
14. Allah’ın öfkesi “Ben mülkün sahibiyim” diyenedir. Mülkün sahibi Allah’tır.
15. Sizin en güçlü olanınız nefsine öfke zamanında hakim olan ve gücü yettiği zaman affedendir.
16. En şaki olanınız ve en bedbahtınız dünyada fakr ve zaruret içinde ahirette de azap içinde olanıdır.
17. Allah’a şükreden kimse insanlara da teşekkür eder.
18. Sahih rüyalar seher vakti görülen rüyalardır.
19. Dünyanızı ihmal etmeyin yarın ölecekmiş gibi de ahretinize çalışın.
20. Müşriklerin çocukları cennetin hizmetçileridir.
21. Allah’a amellerin en hayırlısı dilini korumaktır.
22. Allah’a en sevgili olanınız az yiyen ve bedence hafif olanlarınızdır.
23. Allah’a dinin en hayırlısı müsamahalı olan tevhit ve hanif dinidir.
24. Allah’a en sevgili kul ailesine en hayırlı olanıdır.
25. Kardeşlerinizi isimleri ile çağırınız lakapları ile çağırmayınız.
26. Allah’ı çokça zikrediniz ki isteklerinizde Allah’ın yardımını göresiniz.
27. Dört şey şekavettendir: Gözün yaşarmaması kalbin katılığı dünya hırsı ve uzun emeller.
28. Din kolaylıktır. Dinde orta yolu takip edin dinde zorluk göstermeyiniz siz dine galebe edemezsiniz öyle ise Allah’ın sizin hakkınızda takdir ettiği şeye kanaat edin. Müjdeleyin çölde giden yolcunun serinlikten istifade ettiği gibi siz de akşamdan sabahtan ve gecenin bir kısmından yardım alın.
29. Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.
30. Yolda zayıflarınızla beraber yürüyünüz. Zorluk vermeyiniz.
31. Güzel ahlak yüce Allah’ın ahlakıdır. Ben de güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. Sizin en hayırlınız ahlakı en güzel olanınızdır. Bana en yakın olanınız da ahlakı güzel olandır. İmanı kâmil olanınız da ahlakı en güzel olandır.
32. İyilik güzel ahlaktır. Kötülük ise kalbinizi ve vicdanınızı rahatsız eden ve insanların görmesinden ve muttali olmasından rahatsız olduğunuz şeydir. Güzel ahlak hatalarınızı suyun kiri temizlediği gibi temizler. Kötü ahlak da sirkenin balı bozduğu gibi güzel amellerinizi bozar.
33. Mü’minin keremi dinidir mürüvveti aklıdır soyu ve hasebi ise ahlakıdır. Tedbir gibi akıl eza ve cefadan elini çekmek gibi vera ve takva yoktur. Güzel Ahlak gibi asalet yoktur.
34. Allahım! Yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir. Allahım! Bölücülükten nifaktan kötü ahlaktan sana sığınırım…
35. Nerede olursan ol Allah’tan kork. İşlediğin bir kusur ve günahtan sonra hemen iyilik yapın ki onu imha etsin. İnsanlara güzel ahlak ile muamele edin.
36. Peygamberimize (sav) soruldu: En hayırlı amel nedir? Buyurdular “Güzel ahlaktır.” “Güzel ahlak nedir?” dediler buyurdu ki “Elinden geldikçe öfkelenmemendir.”
37. Muhakkak ki mü’min güzel ahlak sayesinde gündüz oruçlu ve gece namaz kılanların derecesine yükselir. Yarın kıyamet gününde mizanda güzel ahlaktan daha ağrı gelen bir amel yoktur.
38. Kalbinde halis imanı olan kalbi selim lisanı sadık nefsini iman ve İslam ile tatmin eden ahlakını istikamet üzere düzelten kulağını ilim ve hikmete gözünü ibrete açan bir mü’min muhakkak kurtulmuştur. Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi mü’minin imanının kemalinden islamının güzelliğindendir. Sizin en hayırlılarınız da ömrü uzun ameli ve ahlakı güzel olandır.
39. Size doğruluğu tavsiye ederim. Doğruluk insanı iyiliğe götürür; iyilik de insanı cennete götürür. Yalan insanı kötülüğekötülük de insanı fücura fücur da insanı cehenneme götürür.
40. Dört şey kimde bulunursa ona dünyada her şey verilmiştir. Emaneti koruma doğru sözlülük güzel ahlak helal lokma…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Alhlak..İyi Huylar..Kötü Huylar..Hepsi-AYET HADİSLER
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Güzel Ahlakla İlgili Konular-Adab-ı Muaşeret-
Buraya geçin: