[1] el-Mezâ!im, el-Mazlime'nm cem'idir, ikinci bâbdan mîmli masdardır.
ez-Zuim, lügatte cevr'dir, sının geçmektir. Şer'î ma'nâsı, bir şeyi lâyık olduğu yerden başka bir yere koymaktır. Bâzıları zulmü "Başkasının mülkünde sahibinin izni olmayarak tasarruftur" diye ta'rîf etmişlerdir.
el-Mazlirne, sahibinden haksız olarak alman şeyin ismidir de denilmiştir ki, tazallüm edilen şeyden İbarettir.
Müellif Basâir'de demiştir ki, zulm maddesi zulmetten alınmıştır; bir şeyi kendi yerinden başka yere koymak ma'nâsınadır. Yazılan bu koyuş' ya ziyâde ile, ya noksan ile, ya vaktinden, ya mekânından sapmakla olur. Ve zulm üç türlü olur: Biri insan ile Yüce Allah arasında olur. Bunun en büyüğü küfr, şirk ve nifaktır. İkincisi zâlim ile insanlar arasında olur. Üçüncüsü zâlim ile kendi nefsi arasında olur. Kaldı ki zulmün bu üç nev'i de hakikatte kişinin kendi kendisine zulmetmesidir. Zâlim bir zulme giriştiğinde evvelâ kendi nefsine zulmetmiş olur. Nitekim " jjjk .^JS\ yır ^3'j İB '?+&• Uj = Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı" (en-Nahl: 33) âyeti bunu nuik
etmektedir (Kaamûs Ter.)
eİ-Gasb; lügatte bir şeyi zulmen almaktır; alınan şey ister mal olsun, ister başka bir hakka tecâvüz olsun. Şeriat ıstılahında ise "Gasb, kıymeti hâiz olan muhterem bir malı sahibinin izni olmaksızın gizlice değil, açıktan almaktır (Seyyid Şerîf, el-Ta'rîfât).
[2] Buradaki tefsirleri el-Feryâbî, Mücâhid'den tahrîc etmiştir. Bu lûgatçilerin çoğunun tefsiridir. Hevâ lügatte yerle gök arasındaki boşluğa denildiğine göre, o gün de zâlimlerin aşırı hayret ve dehşetten akılları baş-^ lanndan gidip birşey düşünmeyerek gönülleri bomboş kalacak demek oluyor. Bu tasvir, İsrafil'in sûru üfürmesİ üzerine kabirlerinden kalkıp hesâb mevkiine gidişe âiddir. Bunun şu âyetlerde de bir tasviri vardır:
"... O da'vet edicinin, görülmemiş, tanınmamış bir şeye da'vet edeceği gün, gözleri zelîl ve hakîr olarak hepsi de çıvgın çekirgeler gibi kabirlerden çıkacaklar, o da'vet ediciye (boyunlarını uzatıp) koşarak. (İçlerinden) kâfir olanlar (şöyle) diyecekler; Bu çok sarp bir gün" (el-Kamer-. 6-.
[3] Buhârî bu hadîsi Rikaak Kitâbı'nda da getirmiştir. Bâzı âlimler bu hadîsin zahirinden iki sırat olduğu görüşüne gitmişler; diğer bâzıları da bunların ayrı ayrı iki köprü olmayıp biri diğerinin uzantısı olduğu görüşüne gitmişlerdir.Yânî biri cehennem üzerindeki büyük sırat, diğeri de cehennem ile cennet arasında, onun uzantısı olan sırat demişlerdir.
Hadîs metnindeki " S^ıkî" lâfzı Kuşmeyhenî nüshasında dâd harfi İle zab-tedilmiştir. et-Tekaadî, birbirine hakkını vererek hukûklaşmaktır. Cumhurun rivayeti ise şeddeli sâd ile " öJ^\£İ "dir. Bu da birbiriyle hesâblaşirlar demektir ki, Türkçe'de takas ta'bîr olunur. Bu takas muamelesi mü'minlerin kendi aralarında bizzat ufak tefek hakları sevâb vermek, günâh almak suretiyle takas ve mahsûb ederek küçük günâhlardan arınırlar demek oluyor ki, bu da et-Tekaadî'mn İfâde ettiği ma'nâya delâlet etmektedir.
Demek ki cennete küçük günâhlardan da arındıktan sonra girilecektir. Bunu te'yîd eden bir hadîs: "Cennet ehlinden hiçbirinin üzerinde kul hakkı olduğu hâlde cennete girmesi halâ! olmaz" (Buhârî, Tevhîd, Câbir'den).
[4] Bunu tbnu Mende Kitâbu'l-îmân'da senediyle rivayet etmiştir. Buhârî'nin bu ta'Iîki sevketmekten maksadı, Katâde'nin Ebû'l-MütevekkiPden tahdîsini açıkça belirtmek istemesidir (İbn Hacer, Aynî, Kastallânî).
[5] Hadîsin başlığa uygunluğu son kısmıdır. Hadîs başlıktaki âyeti açıklamaktadır. Âyetin tamâmı şöyledir:
"Allah'a karşı yalan düzenden daha zâlim kimdir? Onlar Rabb'lerine ar-zedilecekler, şâhidler de: îşte bunlar Rabb 'lerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Haberiniz olsun ki, Allah'ın la'neti zâlimlerin tepesindedir" (Hûd: 18).
en-Necve, yavaşça söz söylemeye denir ki, fısıldamak ta'bîr olunur.İbn Esir de en-Nihâye'dc: Necve isimdir; masdar yerine kaaimdir. Kıyamet gününde Yüce Allah'ın mü'min kuluna gizlice hitabıdır, demiştir.
Bu hadîste râvî Safvân'ın "İbnUmer'le ele ele yapışıp gittiğimiz sırada birisi gelip de necveden sordu. O da şöyle rivayet etti" şeklindeki durum beyânı ifâdesi, hadîsin târihî değeri bakımından çok kıymetlidir. Hadîsçiler ve tarihçiler bu gibi beyânları vak'anın doğruluğu lehine birer vesika kabul ederler.
[6] Hadîs, içtimaî yardımlaşmanın, güzel muaşeretin ve güzel ahlâkın en mühim umdelerini öğretmektedir. "Veyuslimuhu" if'âl babından muzârî sîgasıdır, silm ve selâmetini izâle etmez, yânî zâlimin zulmünde bırakmaz demektir. Hadîs, haber suretinde bir nehiydir ve daha belîğdir.
[7] Müslim'in Câbİr'den getirdiği rivayette "Yardım edilen kişi zâlim ise, müslü-mân kardeş o zalimi zulmetmekten men' etsin. Bu da zâlim için bir yardımdır" buyurulmuştur.
Bu kardeşlik, İslâm kardeşliğidir; bunda hür, köle, baliğ ve mümeyyiz ortak olur. Başlıktaki vecîz sözü ilk defa Cundeb ibn Anber esir düştüğü zaman kurtulmak ümidiyle Es'ad ibn Zeyd için söylediği bir beytin bir mısra'mda soylemiştir:
{ (Ey kerim ve çok kazancı olan er kişi! İster zâlimyâhud mazlum olsun, sen kardeşine yardım et) (Aynî, Kastallânî).
[8] Hadîsin başlığa delîl olan fıkrası "ZulmedİIene yardım etmek" cümlesidir, Emredilen bu yedi şey, beşerî ve ictinıâî faziletlerin en mühim umdelerindendir; bunlar güzel ahlâkın esâslarıdır.
Hadîsin bu rivayetinde men' olunan diğer yedi şey zikredilmemİştir. Onları da Cenâiz Kitâbı'ndaki rivayetten nakledelim:
"Gümüş kablardan, altın yüzükten, harîr, dîbâ, kasıyy, istebrak (denilen ipekli kumaşlar) kullanmaktan da nehyetti". Bunların hepsinin men'inden gaye, hayât ve maîşette israftan sakmıp i'tidâl ve tasarrufa riâyet etmektir
[9] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsından alınır. Çünkü mü'mİn mü'mini sağ-lamlaştirdığı zaman, ona yardım etmiş olur. Peygamber, mü'minler arasında gerçekleşmesi istenen dayanışmayı, bağlılığı ve netîceten birliği, sağlamlığı kav-len sağlam bir bina ile misâllendirdiğİ gibi, parmaklarını birbirine geçirerek fiilen de göstermiştir.
Mü'minler arasında ve bilhassa harb ve musibet zamanında bulunması istenen birlik ve dayanışma, Kur'ân'da parçaları kurşunla birbirine kenetlenmiş bina İle misâllendirilmiştir: "Şübhesiz ki Allah, kendi yolunda, birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saffîar bağlayarak çarpışanları sever" (es-Saff: 4).
[10] Âyetler intikaam almanın meşruluğuna delil olarak getirilmişlerdir, intişâr, in-tikaam, yânî ukubetle ceza uygulamaktır; öc aîmak da ta'bîr olunur. Alî ibn Ebî Talha, İbn Abbâs'ın bu âyeti "Allah, bir kimsenin başkasının ma'siyet ve . kötülüklerini aynen sayıp dökmesini sevmez, meğer ki ondan zulüm görmüş^ rencide edilmiş ola" suretinde tefsir ettiğini rivayet etmiştir. Beddua ile de tef-sîr edilmiştir.
Bu âyette ferdlerin hukukuna tecâvüz edildiğinde ferdin ferdden sözle intikaam alabileceği bildirilmiştir.
[11] eş-Şûrâ: 39. âyeti bir topluluğun hukukuna tecâvüze âiddir. Bu âyetteki siyâsî ve millî yüksek hakikati İbrâhîm en-Nahaî, naklettiği tefsirde bildirmiştir. İbrâhîm'in bu tefsirini Abd ibn Humeyd ile İbn Uyeyne kendi tefsirlerinde mev-ıi sûlen getirmişlerdir. Selefin bu tefsirlerine göre:
1. İslâm camiasına bir tecâvüz olduğunda hemen mîllî birlik te'sîsine çalışılarak, intikaam alınması emir buyuruluyor.
2. Bunun terki, düşman tarafından milletin horlanması ve millî şerefin kırılması demek olduğu bildiriliyor.
3. Düşmandan öc alındıktan sonra kin güdülmeyerek, eski hesâblar karış-tmlmayarak zâlimi affetmek gibi yükseklik gösterilmesi Öğretiliyor.
[12] Bu mazlumun affının güzelliğini delille beyân etmektir.
Bu iki bâbda yalnız âyetlerle yetinilmiş, hadîs getirilmemiştir
[13] eş-Şûrâ: 39. âyette mü'minlerin hukukuna bir tecâvüz olduğunda, onlar birleşerek intikaam alırlar buyurulmuştu. Buradaki 40. âyette intikaam alırken bunun da bir zulüm derecesine çıkarılmaması, görülen fenalığa onun benzeri bir ukubetle mukaabele edilip yetinilmesi öğretiliyor ki, bu da ukubet ve ceza ta'yî-ni hususunda adaleti te'mîn için gözetilmesi vâcib olan en yüksek bir düstûrdur. Ekseriyetle mazlumun öc alması, kana susamış bir arslan gibi zâlimi pençesine alarak "Şimdi artık ölümlerden ölüm beğen" diyecek derecede şiddetlenmekte ve bu suretle dünün mazlumu, bugünün başka bir zâlimi kesilmekte olduğundan, bu intikaamın sınırı ta'yîn edilmiş, fenalığa onun benzeri bir fenalıkla mukaabele edilmesi suretinde bir düstûr konulmuştur ki, adalet lâfzının hukukî bir medlulüdür.
Cürüm ile ceza arasında münâsebet ve eşitlik öğretildikten sonra, mü'minİ fazilet ve ahlâk güzelliğinin zirvesine yükseltmek İçin 41. âyet öğretilmiştir...
işte Kur'ân'da bağî ve hukuka tecâvüz edildiğinde mü'minlerin ta'kîb edecekleri kurtuluş ve selâmet yolu ve saldırgan hakkında uygulanacak adalet hükümleri; mukaabil bir zulümden korunmak yolu bu suretle ta'yîn ve ta'lîm edilmiştir.
[14] İbnu'l-Cevzî şöyle demiştir: Zulüm iki ma'siyeti şâmil olur: Bîri haksız yere başkasının mahm almak, öbürü de adaletle emreden Allah'a muhalefette mübâre-ze etmektir ki, bu ikincisi insanların irtikâb ettiği günâhların en büyüğüdür. Şübhesiz ki, zulüm, kuvvetlinin Allah'tan başka yardımcısı olmayan zayıfa îkaa ettiği çirkin fiildir. Zayıf, Allah'ın dâmân ve emânetinde İken ona zulmetmek, Allah'ın emânını tanımamak demektir ki, en şenî' bir günâhtır. Zulüm, kalbin zulmetinden, kararmasından neş'et eder. Zâlimin kalbi hidâyet nuru ile nûrlan-mış olsaydı, zulmün neticelerini, fenalığım düşünüp anlayabilirdi (Aynî).
Müslim'in Câbir'den bir rivayetinde: "Zulümden sakının. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zulmetlerdir. Cimrilikten de sakının.." lâfzıyledir
[15] Muâz'm Yemen'e gönderilmesi ile ilgili İbn Abbâs hadîsi buradaki başlığa delil olacak mikdârda kısaca rivayet edilmiştir. Hadîs, Zekât Kitâbi'nda geçmişti. Mazlumun duâsıyle Allah arasında perde ve mâni' bulunmamak, duanın kabul buyurulacağından ve asla reddedilmeyeceğinden kinayedir.
[16] Metindeki "Irz" lâfzını Ibnu Kuteybe nefs ile, beden ile tefsîr etmiştir. Metindeki "Şey"i de sarihler mal ile tefsîr etmişlerdir. Hadîs madde ta'yîn olunup zulmü teşkil eden seyyie beyân edilerek haktan temize çıkıldığı surette, bu temize çıkmanın sahîh ve nâfizliğini ifâde ediyor. Bu konuda âlimlerin ittifakı vardır. Fakat iki kişi arasında karışık bir hesâb veya muamele üzerine hakları halâl kıldırılırsa, arada cereyan eden bu mechûl hesâb ve muamele hakkında halâl-laşmak caiz ve mu'teber midir? Bu hususta âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: Böyle madde ta'yîn ve mikdâr beyân edilmeyerek halâllaşmak da hem dünyâ, hem âhiret için berâattir, demişlerdir. Diğer bâzıları da: Ancak madde ve mikdâr ta'yîn edilerek halâllaşmaya kaail olup, bu hadîsin "Zulüm ve tecâvüz ettiği hakk mikdârı, zâlimin sevabından alınır" fıkrasıyle istidlal etmişlerdir.
Buhârî, mes'ele ihtilaflı olduğu için suâlin cevâbını zikretmemiştir.
[17] Bu ifâdeler yalnız el-Kuşmeyhenî'nin rivayetinde sabit olmuştur. Bu zikredilen İsmâîl, Buhârî'nin üstâdlanndandır
[18] İbnu'l-Munîr, başlık ile hadîs arasındaki münâsebeti şöyle yöneltmiştir: Başlık, geçmiş olan zulümden doğan hakkı düşürmeye uzanıyor. Âyetin mazmunu ise. vefasızlığın bir zulüm olmaması için müstakbel hakkın düşürülmesidir. Lâkin Buhârî delîl getirmede incelik ve naziklikle iş yapmıştır. Sanki Buhârî, vukû'u beklenen hakta düşürme geçerli olunca, muhakkak olan hakta düşürme yapmanın geçerliliği evleviyetle olur demektedir (Ibn Hacer).
[19] Mes'elede tafsîl olduğu için Buhârî mes'elenin de cevâbı olan izâ'nın cevâbını zikretmedi. Burada cevâb caizdir yâhud caiz olur şeklinde takdîr olunur
[20] Hadîsin başlığa uygunluğu, ma'nâsmdan alınır. Eğer genç, Rasûlullah'a içmiş olduğu içeceği solundaki yaşlılara vermesine izin verseydi, gencin bu halâl kılması belirsiz olurdu.Onların ve kendisinin içtikleri mikdâr da böyle belirsiz olurdu. Bu da mikdârı beyân etmeksizin, ihtilafsız olarak bunun cevazına delâlet etmiştir (Aynî).
[21] Hadîsin başlığa delîlliği meydandadır. Buhârî bununla arazî gasbmın sûretlen-dirilmesine işaret etmektedir.
[22] Metindeki "Şibr" karış demektir; burada azlığı ifâde etmek için zikredilmiştir. Az tecâvüz ukubeti gerektirirse, çoğu evleviyetle gerektirir.
[23] Bu üç hadîs, arzda, toprakta zulüm, başkasının mülküne tecâvüz ve isti'lâdan ibaret olduğuna; gasbın taşınmaz mallara ve akarlara da şümulüne; yalnız taşınır mallara münhasır olmadığına delâlet eder.
Bu hadîsler bir arza mâlik olan kimsenin o arzın sonuna kadar aşağısına mâlik olduğuna da delâlet eder. Şârih Hattâbî: "Kişinin mâlik olduğu tarla ve bahçesine yerin altında lâğım, izbe, in, kuyu kazmak isteyen yabancıyı men' etme hakkı vardır..." demiştir.
Arazî sahibi yerin altında tasarruf etrne hakkına sâhib olduğu gibi arazînin üstünde de havaya yükselmek hakkını hâizdir. Başkalarına zarar vermemek şar-tıyle dilediği kadar yüksek bina inşâ edebilir...
[24] Bu ifâdeler Buhârî'nin Ebû Zerr nüshasında sabittir, diğerlerinde yoktur. Bu ifâdeye göre Abdullah ibn Mübarek hadîs kitabını Horasan'da yazmış ve orada tahdîs ve neşretmiş; kendisinden pekçok hadîsçi bunları alıp öğrenmiş. Yalnız Abdullah ibn Umer'in yukanki hadîsi, Horasan'da yazıp neşrettiği kitabında yokmuş' da, bunu Basra'ya geldikten sonra oradaki hadîs tâlib ve hafızlarına Basra'da imlâ edip yazdırmıştır.
[25] Ahmed ibn Hanbel'in Musned'i ile ibn Mâce'nİn Sünen 'inde Ebû Bekr'in kölesi Sa'd'den; Bezzâr'ın Müsned'inde Ebû Hureyre'den bu hadîsin ma'nâsında hadîsler gelmiştir. Bu rivayetlerin bâzısında kıtlık zamanında, bâzısında açlık sebebiyle iki hurma birleştirilerek yenildiği bildirilmiştir. Böyle bir zarurete da-yanıcı olsa bile, Peygamber, içtimaî âdaba aykırı olan bu hareketten men' etmiştir.
Aişe ve Câbİr: Nehiy sebebi, bu şekilde yemenin açgözlülük ve pisboğazlık gibi fena bir hareket olmasıdır, demişlerdir. Şu kadar ki, âlimler kendi malını kişinin dilediği gibi yemesi caizdir, demişlerdir. Nitekim Salim ibn Abdillah kendi hurmasını avuç avuç yermiş. Bu sebeble âlimler topluluğu hadîsin sevk yeri ci-hetiyle bu nehyi ortaklaşa yenilmeye tahsîs etmişlerdir.
[26] Bu hadîs Buyu' Kitâbı'nda "Lahham ve cezzâr hakkında denilen şeyler bâbı"nda geçmişti.
[27] Âyetin tamâmı şöyledir: "İnsanlardan öyle kimse vardır ki, onun bu dünyâ hayâtına âid sözü hoşunuza gider ve o, kalbinde olana Allah 'ı şâhid getirir. Hâlbuki o, düşmanların en yamanıdır'" (el-Bakara: 204).
[28] el-Eledd, lügatte eğri demektir; cem'i Ludd'dm. İşte biz o Kür 'ân ancak onunla tak vâya erecekleri mûjdeleyesin, (bâtılda) mücâdele ve inâd edenleri korkutasın diye senin dilinle (indircr çkf kolaylaştırdık" (Meryem: 97) âyeti, bu suretle tefsîr edilmiştir. Münafıklar husûmet hâlinde yalan söyler, iftira eder, doğruluğa tutun-mazlar da eğri, dolanbaçlı yolları seçerler. Bâzıları da "Eledd"i "şiddetli cidalci" diye tefsîr etmişlerdir. el-Eledd, müteannid, mütemerrid, husûmeti şiddetli adama denir ki, ihlâs ve insaf tarafına meyletmez (Kaamûs Ter,).
[29] Buhârî bu hadîsi Ahkâm, Şehâdât, Hileleri Terk Kitâbları'nda da getirmiştir. Müslim de Kaza Kitâbı'nda getirmiştir. Buradaki senedde üç tabiî hadîsi birbirinden rivayet etmiştir. Bunlar Salih ibn Keysânjbn Şihâb ve Urve'dir. Bu hâl, hadîsin sıhhati ve rivayet usûlü bakımından kıymetlidir. Hadîsin sahâbî râvîleri de ikidir: Biri Ümmü Seleme, diğeri de kızı Zeyneb'dir. Bu da hadîsin sıhhati bakımından Önemli bir hususiyettir.
Hadîsteki "Ben de sizin gibi bir insanım "sözü, Peygamber'in de beşeriyet gereği yalnız zahirî işleri idrâk ettiği ve vahiy ile te'yîd edilmeyen hususlarda diğer insanların durumunda bulunduğunu ifâde eder. Hadîsteki "müslim" kaydı, ihtirazı bir kayıt değil, muhâtab sahâbîler olmak i'tibâriyle vâkıî bir kayıd olarak zikredilmiştir. Hadîsin son fıkrası bir muhayyer kılma değil, bir tehdîddir.
Nitekim: De ki Kur'an RabbAnızdan gelen bir hakktır; artık dileyen îmân etsin, dileyen küfretsin" (el-Kehf: 29) ve: Siz dilediğiniz işi işleyiniz" (Fussilet: 40) âyetlerinde de böyle tehdîd içindir.
Hadîs hârika bir adalet düstûru va'z etmiştir: Lisân ve ifâde düzgünlüğü ile ve hüccet getirerek hüküm kazanmakla Allah'ın haram kıldığı birşey halâl olmaz. Diğer deyişle hâkim, Peygamber bile olsa, hâkimin hükmü bir haramı halâl veya bir halâlı haram kılamaz.
[30] Bu hadîs îmân Kitâbı'nda da geçmişti. Lâfızlarda bâzı öne geçirme ve geri bırakma farklılığı vardır
[31] Malı elinden alınan bir mazlum, zâlimin malına tesadüf edince, bunu almak hakkım hâiz midir, değil midir? Bu mes'ele âlimler arasında ihtilaflıdır.
[32] İbn Sîrîn'in bu fetvasını Abd ibn Humeyd de Tefsir'md: "Eğer biri senden birşey alırsa, sen de ondan mislini al" suretinde rivayet etmiştir.
[33] Bu Âişe hadîsinin başlığa uygunluk ciheti, Peygamber'in Hind'e, Ebû Sufyân'-ın malından örfe göre ailenin geçimine yetecek mikdârın alınmasına müsâade buyurmuş olmasıdır. Şârih İbn Battal: "Bu izin ve müsâade bir hakk sahibinin, hakkını vermeyen veyâhud inkâr eden kimseden hakkını alabilmesinin cevazına delâlet eder" demiş ve mes'eleyi en açık şekilde ortaya koymuştur.
Bu mes'eîede fıkıhta "Zafer mes'elesi" unvânıyle tanınır ve şöyle özetlenebilir: Birisinin diğerinde hakkı olup da ödemeyi uzatır da bir türlü vermezse, hakk sahibi için aynı matını veyâhud da malının benzerini bulunca almak hakkı vardır. Yoksa borçlunun rastgele dilediği herhangi bir malını almak hakkını hâiz değildir.
[34] Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Tahâvî'nin de başka başka sahâbîlerden bu ma'nâda rivayet ettikleri hadîsler vardır. Bunlardan çıkan hüküm, ev ve menzil sahibi, konuklarına karşı yemek yedirmek vazifesini yerine getirmezse, konuk bu hakkını kerhen ve cebren alır demek oluyor. Leys ibn Sa'd mutlak olarak buna kaail olmuştur. Ahmed ibn Hanbel de bu mecburiyeti köy ve kasabalara teşmil etmeyerek, çöl halkına tahsis etmiştir. Ve: Umrân ve medeniyet eserlerinden mahrum çölde zarurî ve hayatî gıda maddesi tedâriki mümkin olmadığından konuğa ziyafet, onun açlığım giderecek derecede vâcib kılınmıştır, demiştir.
Bâzı âlimler de bu hadîsin zahiren ifâde ettiği cebir hakkını bir türlü İctİmâî nizâma uygun bulmayarak, bu hakkı ve konuğun cebren ve kahren almak selâ-hiyetini açlık hâline hamletmişler ve bu suretle konuk hakkım esirgeyen menzil sahibinden bunu almak hakkını, yalnız açlıktan bunalan kimseye kasr ve tahsîs etmişlerdir. Su kullanma hakkında da böyle kabul edilmiş idi.
Bâzı âlimler de konuk hakkının zorla alınması sadaka âmillerine mahsûs idi demişlerdir.
[35] es-Sakîfe, sefine vezninde, evlerde olan sofaya denir. Medine'deki Benû Sâide sofası bundandır... (Kaamûs Ter.).
Sakîfe sofa demektir. Buna "Sâbât" da denilir ki, iki evin arasına umûmî bir yolun üstüne yapılan tavandan ibaret olup, altından yol geçer.
[36] Bu, Buhârî'nin Eşribe Kitâbı'nda Sehl ibn Sa'd'den senediyle getirdiği hadîsin bir parçasıdır.
Benû Sâide sakîfesi, Ensâr'dan Hazrecliler'in toplantı yeri olan bir sofa dır. Peygamber arasıra bu sofaya geldiği ve Ebû Bekr'e burada bey'at olunduğu için burası İslâm târihinde ma'rûf mahallerden sayılmıştır.
Rasülullah'ın bu sofaya gelmiş ve sahâbîleriyle burada oturmuş olması, sa-kîfe yânî sofa edinmenin ve bu umûma âid yerde oturmanın caiz olduğunu bildirmektedir.
Buhârî'nin bu başlık ile, bir umûmî yolun iki tarafına mâlik olup da yolun iki tarafındaki iki evininin ortasına bir umûmî yolun üstüne bir oda, bir sofa yapmak caiz midir? Yolun üstü, yol gibi, âmme hukuku ile ilgili mi?... gibi sorulara cevâb vermek istemiştir.
Bu vaziyette bir sofa, bir havaî oda yapmak caizdir; halkın menfaatlerine, gelip geçmesine mâni' olmadıkça âmme haklarına aykırı değildir; havaî yol da tasarruf değildir, diye cevâb vermek için Benû Sâide sofasını misâl olarak sev-ketmiştir.
Sahâbîlerin orada oturmakta devam etmeleri, bu oturuşun bir zulüm olmadığını da göstermektedir.
[37] Bu hadîs', Hudûd ve Fikret Kitâbları'nda uzun; burada kısaca getirildi. Bu hadîs de böyle sofa edinilmesinin cevazını ifâde eder. Bu caiz olmasaydı, Peygamber, Benû Sâide sofasını takrir etmez ve orada oturmazdı. Halîfe seçimi ve bey'atı gibi müslümânlann en ehemmiyetli bir işi orada görülmezdi.
[38] Başlık, hadîsten bir cümledir. "Men' etmez" Ebû Zerr'in rivayetinde ref ile zabtedilmiştir. Bu nehiy ma'nâsı ifâde eden bir haber sîgasıdir. Men' ifâde etmekte cezimlis inden" daha beliğdir.
[39] Tercemedekİ parantez arasındaki ifâdeler, Ahmed.ibn Hanbel'in rivayetinden alınmıştır.
Hadîsteki "Hasebe" lâfzı da Ebû Zerr rivayetinde böyle müfred olarak gelmiştir. Diğer rivayetlerde iki ötre İle ve cemi' sîgasıyle "Huşuben" şeklindedir. Şübhesiz cemi'lisinde ümmete meşakkat vardır.
[40] Ebû Hureyre, cemâatin bu hükmü ağır bulduklarını îmâ eden baş eğme vaziyetlerinden müteessir olarak, bunu teşvik ve mübalağa için sözünü te'kîdli ve yemînli söylemiştir.
[41] Hadîsin başlığa delîlliği "Ben şarâbları döktüm de Medine sokaklarında şarâb aktı" sözüdür.
Buhârî bu hadîsi Tefsîr ve Eşribe Kitâblan'nda da getirmiştir, Müslim de Eşribe'de getirmiştir.
el-Muhalleb şöyle dedi: Şarâb yola ancak terkedildiğini İ'lân için ve bu terkin açıklanması için dökülmüştür. Bu da maslahatta şarâbın yola dökülmesiyle eziyet duymaktan daha üstündür (İbn Hacer).
[42] Bu, dört sahîfe kadar tutan uzun "Hicret Hadîsi' mn bir parças^Burada böyle kısaca getirilmesi, kişinin evinin avlusunu taşla çevirmek, orada oturmak hakkım hâiz olduğunu beyân etmek içindir. Başlıktaki Efmye, Fma n« cemidir Finâ, evin önündeki açık avluya denir. "cem'idir Bunu da İbn Esîr: Evin kapısı önündeki insanların geçecek yen olan yoldur, diye ta'rîf etmiştir. Ebû Saîd hadîsinüe "Turukaat" şeklinde gelmesi de İbn Esîr'in bu ta'rîfini te'yîd etmektedir.
[43] Buhârî bunu İsti'zân Kitâbı'nda da getirmiştir
Peygamber'in evvelâ men' etmesi, yol üstünde oturanın fena şeyler gormeK-ten fena söz işitmekten kurtulmamasıdır. Bâzı âlimler bu nehıy, haram kılma suretiyle değil, mefsedetleri giderme, iyilik sebeblerine ırşâd kabılmdendır, demişlerdir.
Hulâsa: Yol uğrağı yerlerde kimseye zarar vermeden oturmak caizdir. Fakat bunun mukaabilinde gelip geçenlere yardımcı olmak luzümu bildirilmiştir.
[44] Hadîs, Şirb Kitabı "Su içİrmenin fazîleti bâbı"nda geçmişti. Buhârî bunu buradaki başlığa delîl olmak üzere ayrı sened ve bâzı lâfız farklılığı İle getirmiştir. Hadîste, susuzların ve diğer hayvanların faydalanması için sahrada kuyular kazmanın cevazı hükmü vardır. Geceleyin içine insan ve hayvan düşmesi suretiyle zarara uğranılması zanm ile beraber bu nasıl caiz olur dersen, şöyle cevâb verilir: Menfaat daha çok ve gerçekleşici, zarara uğramak ise nâdir ve zannedilmiş olursa, faydalanma gâlib olur ve tazminat düşer ve düşen şey heder olur. Eğer zarar muhakkak olursa, kuyu kazmak caiz olmaz ve kazan zararı öder (Kas-tallânî).
[45] Buhârî bu hadîsi Cihâd Kitabı, "Binek devesi edinen kimse bâbı"nda senediyle tam olarak getirmiştir. Burada sâdece başlığa delîl olan bu cümlesini getirip, bununla yetinmiştir. Bu cümle îmân Kitâbı'ndakİ bir hadîste de geçer.
Buhârî bu bâbda başka hadîs getirmeyip, bununla yetinmiştir.
[46] Buhârî bu hadîsi Hacc Kitabı'nın sonlarında "Medine'nin yüksek binaları bâ-
bi"nda da getirmişti. Fitneler Kitâbı'nda da getirecektir. Metindeki Ututn, yüksek bina ve kal'a ma'nâsmadır. Hadîs buradaki başlıkta söylenen yüksek yerlerin yapılması ve oralarda oturulmasının cevazına delil olmak üzere getirilmiştir. Şârih İbn Battal: Damlar üzerinde, yüksek yerlerde yüksek oda yapmak, oradan başka birinin haremi görülmedikçe mubahtır, demiştir.
[47] Bu taccüb-sözünün aslı bâzı nüshalarda "£^ıj', diğer bâzılarında şeklinde gelmiştir. Ma'nâ farkı yoktur.
[48] Medîneli Ensâr'm kadınlara karşı bu tutumları, İslâm devletindeki kadın hakk ve hürriyeti bakımından önemli bir tatbikattır.
[49] Hafsa'nın açıkladığı söz şudur: Peygamber, Âişe'nin gününde Mâriye ile yalnız kalmış, Hafsa da bunu bilmiş; Peygamber, Hafsa'ya: Şunu gizli tut,ben Mâri-ye'yi kendime haram kıldım, demiş.Hafsa da bunuAişe'ye açıklamış, Âişe de Öfkelenmiş. Nihayet Peygamber, kadınlarına bir ay yaklaşmamaya yemîn etmiştir. İşte müteâkıb cümlenin ma'nâsı budur (Kastallânî).
[50] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamber kendisine âid olan meşrubeye girdi" sözündedir. Çünkü meşrube, yüksek odadır. Buhârî'nİn, şanı ve âdeti olduğu üzere bu hadîsten misâl olarak "Peygamber kendine âid meşrubeye girdi ve yalnızlığa çekildi" sözüyle yetinmesi kâfi idi. Fakat zahir olan şu ki, o, İbn Ab-bâs'm sorusunun cevâbında "Âişe ve Hafsa" sözü yeter iken hadîsin tamâmını sevkedişinde Umer'e uymuştur. Umer, hadîste şerh ve beyân ziyâdeliği bulunduğu için, kıssanın hepsini sevketmiştir. Bu hadîste birçok fâideler vardır, bunlar üzerine söz, inşâallah yerinde gelecektir (Kastallânî).
[51] Hadîsin başlığa delîlliği "Peygamber kendisine âid yüksek bir odada oturdu" sözündedir.
[52] Bu Câbir'in meşhur "bâir (yânî deve) hadîsi"nin kısa bir rivayetidir. Başlığa delîlliği "Deveyi taş döşemeliğin bir tarafına bağladım" sözündedir. Çünkü bununla bir zarar meydana gelmediği takdirde, taş döşeme yapmanın cevazı bu hadîsten alınır.
[53] Bu hadîs Abdest Alma Kitâbı'nda da geçmişti. Burada getirilmesinden maksad, çöplükte işemenin cevazını bildirmektir.
[54] Hadîsin başlığa delîlliği apaçıktır. Bu hadîsi Müslim, Cihâd'da Yahya ibn Yahya'dan; Tirmizî ise el-Birr'de Kuteybe'den senediyle rivayet etmiştir.
Bu küçük amelin kabul edilip mağfirete sebeb olması ve bütün bunların aslı, Yüce Allah'ın şu kavlidir: tiİşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor idiyse onu görecek, kim de zerre ağırlığınca şen yapıyorsa onu görecek" (ez-Zilzâi: 7-.
Yoldan ezâ verici birşeyi gidermek, îmândan bir şu'bedir (Aynî).
[55] Halkın gelip geçmesi için işlek ve geniş cadde olarak bırakılacak arazînin mik-dânnda mal sâhibleri uyuşmazlığa düştüklerinde, bu hadîse göre asgarî yedi zira' olarak hükmolunur. Maamâfîh zirâ'ın mikdân ve mâhiyetini o zamanın ve mm-takanın örfü ta'yîn eder.
[56] Buhârî bu Ubâde hadîsini Sahih 'in îmân Kitâbı'nda ve daha birçok yerlerinde senediyle getirmiştir
[57] Hadîsin başlığa delîlliği apaçıktır,Çünkü başlık hadîsin bir kısmının ma'nâsından ibarettir.
[58] Murad, îmân'm aslım değil de, kemâlini gidermektir. Yâhud da murad, o haramı halâl sayarak işleyendir. Yâhud da bu, o ma'siyetleri âdet edindiği ve devam ettirdiği takdirde, îmânın zevâliyle korkutma bâbındandır.
Hadîsin başlığa uygunluğu "İnsanların gözleri ona yükselirken bir çapulculuk yapmaz" sözündedir. Çünkü göz yükseltmek, İzin vermemeye delâlet eder.. (Kastallânî).
Buhârî bu hadîsi Hudûd'da da; Müslim de îmân'da getirmiştir.
[59] Yânî ondan îmân nuru koparılır.îmân kalble tasdik, dil ile İkrardır. îmân nuru ise sâliha ameller, yasaklardan çekinmedir. Kişi zina ettiği yâhud şarâb içtiği yâhud hırsızlık yaptığı zaman îmânın nuru gider ve sahibi karanlıkta kalır (Fethu'l-Bârt).
[60] Buhârî bu hadîsi burada getirmekle haç kıran yâhud domuz Öldürenin bunları tazmîn etmeyeceği, çünkü emredilmiş bir şeyi yaptığına işaret etmiştir. Lâkin bunun mahalli muhâriblerle olduğu zamandır.., (Kastallânî).
Buhârî bunu Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da; Müslim, îmân'da getirmiştir.
[61] ( = ed-Dennu)"J dâl'in fethi ve nûn'un teşdîdiyle büyük küpe denir...
Bir kavle göre testiden üzün ve söbü olanına denir, yâhud şol testiden küçük küpe denir ki, dibi sivri olup, çukura oturtmadıkça durmaz.
( = ez-Zıkku)", zâ'ın kesriyle tuluma denir, bir kavle göre tüyü yolunmadik tuluma denir ki, ona şarâb makûlesı nesne koyarlar; cem'İ Ezkaak ve Zikaak gelir.
"( = et-Tunbür)"... ma'rûf sazın ismidir ki, feth ile Tanbûr ta'bfr olunur... (Kaamûs Ter.)
[62] Kaadı Şurayh'm bu fetvasını İbn Ebî Şeybe senediyle rivayet etmiştir. Şurayh, Peygamber devrine erişmiş, fakat görüşememiştir. Umer tarafından Basra'ya kaadı ta'yûı edilmiş, orada 60 yıl vazife görmüştür. 120 yıl yaşamıştır (Aynî).
[63] Peygamber'İn yıkamaya izin vermesi, içine şarâb konulan kapların su ile temizlenmelerinin mümkün olduğuna delâlet etmiştir.
[64] tbn Ebî TJveys, Buhârî'nin şeyhi ve İmâm Mâlik'in kızkardeşinin oğludur. Onun bu kelimeyi vahşetin zıddı olan "enes"e nisbetle okur olduğunu Buhârî'nin bu haberinden öğreniyoruz.
Bu ziyâde bâzı nüshalarda bulunmuş, Aynî bunu nüshasına yazmış, bunun için biz de bunu burada tesbît ettik (Rakamlı nüsha haşiyesi).
[65] Hadîsin başlığa delîlliği putların dürtülerek horlanması ve bilâhare kırılmalarıdır,..
[66] Hadîste zulmü def etmek üzere çarpışırken ölenin şehîd olduğu bildirildiği için bu kitâbda getirilmiştir.
Tirmizî'nin rivayeti dahatafsîllidir; "Kim malını koruma uğrunda öldürü-lürse, o şehîddir. Kim hayâtı uğrunda öldürütürse o ölü de şehîddir. Dînî uğrunda öldürülen mücâhîd de şehîddir. Irzı uğrunda ölen de şehîddir".
[67] Hadîsin başlığa uygunluğu "Kadın çanağı kırdı" sözündedir.Hadîs başlıktaki cevâbı da ihtiva etmektedir.
[68] Buhârî'nin, hadîsin bu ikinci senedini getirmekten maksadı, Enes'in Humeyd et-TavîI*e tahdîsini açıkça beyân etmektir
[69] Buhârî bu Râhib Cureyc hadîsini burada kısaltmış olarak getirdi Bunu.nedle Ehâdîsu'l-Enbiyâ Kitâbı'nda uzunluğu ile getirmiştir. Burada kısmı "Senin savmıam altından yapacağız dediler. O: Hayır olmaz, ancaK esKi-si gibi çamurdan bina ediniz" sözüdür.
Bu hadîsle hüccet getirmenin tevcîhi, "Bizden evvelkilerin kanunu, bizim kaanûnumuz aksini getirmediği müddetçe bizim de kaanunumuzdur esasıdır.