KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Empty
MesajKonu: Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder   Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Icon_minitimePaz Mart 03, 2024 2:03 pm

Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder?Mesela eşleriyle ilgili ayetler, haram aylar ?



Bu ayetlerin oranına göre bakmak lazım


Eşleriyle ilgili olanlar
cariyelerle ilgili olanlar

kölelerle ilgili olanlar

haram aylarla ilgili olanlar


hepsini toplasanız  kaç ayet eder..El hukmu lil ekser..bunu genellemek, kuran tarihseldir, bir kısmı tarihseldir demek insafsızlıktır kasıtlıdır
Nasıl asırlar geçip, ilimler ilerledikçe Kuranın mucizeleri daha iyi anlaşılıyor
Domuzun çöpçü bir hayvan oluşu, 20 dakika sonra , yedikleri kana karışmaya başlıyor, yağı damar tıkanıklığı yapabiliyor... bu hikmetler bilininceye kadar insanlar domuz yeselermiydi? İçki kumar   oruç namaz vs de tüm hikmetler HAdisteki  Sineğin kanadındaki zehir, antizehir..

Bu imandır..ister inan ister inanma..yada bir kısmına inan bir kısmına inanma



ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرٖيقاً مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْؗ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِؕ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْؕ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِؕ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٨٥
Bakara Suresi - 85   Sonra işte şimdi sizler birbirinizi öldürüyorsunuz; içinizden bir kesimi yurtlarından sürüyor, onlara karşı kötülük ve düşmanlıkta birbirinize arka çıkıyorsunuz. Esirler olarak size geldiklerinde de fidye verip kendilerini kurtarıyorsunuz. Hâlbuki onları sürgün etmek size haram kılınmıştı. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bu şekilde davranan birinin dünya hayatındaki cezası ancak rezil rüsvâ olmaktır; kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine itilirler. Allah sizin yapmakta olduğunuzdan habersiz değildir.



اِنَّ الَّذٖينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِهٖ وَيُرٖيدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِهٖ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُرٖيدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَبٖيلاًۙ
Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyenler, “Bir kısmına inanırız ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, işte gerçek kâfirler bunlardır ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
Nisâ Suresi - 150-51




Mesela haram ayları şöyle de anlayabiliriz.İnsanların yaşam hakkı olduğu gibi hayvanlar, bitkiler ,dünya düzeni de çok önemli.Dünyada devamlı savaşlar oluyor.Senenin belli dönemlerinde , aylarında savaşlara ara vererek, botanik ve hayvan nesli, insan nesli için bu çok faydalı olabilir





Yeni doğmuş bir çocuğa pirzola yedirilmeyeceği gibi , kişiler toplumlar için de bir tedricilik söz konusudur
Yeni müslüman olanı baş örtüsüne zorlamak, namaza zorlamak, orıca vs bunlar mekke döneminde farz değildir, 12- 14- 18  yıl sonra farz oldu..
Aynısı toplumlar içindir..Allah adaleti emreder..Adaletli ülke mutlu olur.Yönetim krallık da , demokrasi de, cumhuriyette, ne olursda olsun bu böyledir

***************************0*0******************



SORU:


Kur’an’ın evrensel bir kitap olduğunu söylüyorsunuz. Oysa Kur’an’da Nebî’nin eşleriyle evlenmeyi yasaklayan ve onun evine girerken uyulması gereken kurallardan bahseden ayetler var. Bu ve benzeri ayetler tarihsel değil mi? O gün için konulduğu belli olan hükümler bugün bizler için ne anlam ifade edebilir ki?
Tarih: 19 Aralık 2018


CEVAP:

Kur’an’ın evrensel bir kitap olması, içerisinde indirildiği günkü ilk muhataplarına mahsus hiçbir hüküm olmadığı anlamına gelmez. Aynı şekilde Kur’an’da, indirildiği dönemde yaşayanları muhatap alan ve yalnızca onların uygulayabileceği hükümlerin olması Kur’an’ın evrensel bir kitap olmasının önünde bir engel teşkil etmez. Verdiğiniz örnekteki ayetler de dahil olmak üzere bazı ayetlerin sadece o gün yaşamış kişilerin uyabilecekleri hükümler içerdikleri çok açıktır. Bu da bu ayetleri tarihsel saymamız için birilerinin iznine, söylemine, çalışmasına veya fetvasına ihtiyaç duymaya gerek olmadığını gösterir. Oysa Kur’an’ın tarihsel bir kitap olduğunu söyleyenler içindeki hükümlerin günümüzde uygulanamayacağını insanlığın gelişmiş olmasına, günümüz modern dünyasının gereklerine v.s. dayandırmaktadırlar. Ne var ki bu ayetler için böyle bir gerekçe öne sürmeye gerek yoktur. Ayetlerin belli kişilere hitap ettiği zaten çok açıktır:
 “Ey iman etmiş kimseler! Yemek için izin verilmeden, vakitli vakitsiz Nebî’nin evlerine girmeyin; davet edilirseniz girin, yemeği yiyince dağılın. Orada bir sohbet ortamı da aramayın. Bu haliniz Nebî’yi üzüyor ama sizden çekiniyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Onun eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Bu sizin gönülleriniz için de, onların gönülleri için de daha nezih olur. Allah’ın elçisini üzmeye ve onun arkasından eşlerini nikâhlamaya asla hakkınız yoktur. Böyle yapmanız Allah katında ağır bir kusur olur.” (Ahzâb, 33/53)
Görüldüğü gibi ayet, kendisinin bugün uygulanamayacak bazı hükümler içerdiğini birilerinin onayına bırakmamıştır. Nebîmizin ölümüyle bu ayetin pek çok hükmü otomatik olarak uygulanamaz olmuştur. Eşleri öldüğünde de ayetin onlarla evlenme yasağı getiren hükmü artık uygulanamaz olmuştur. Bunun için teknolojinin gelişmesi, insanlığın ilerlemesi gibi bir takım durumların ortaya çıkmasına gerek kalmamıştır. Bu sebeple bu ve benzeri ayetlerin varlığı, ayetleri zamanın değişmesi, coğrafyanın ve şartların o günkünden farklı olması gibi gerekçelerle tarihe gömen tarihselciler için mazeret olamaz.
Ayrıca ayette verilen hüküm o gün yaşayan herkesi bağlayıcı olacaktır. Peki, o gün yaşayan herkesi bağlayacak bir hükmü getirmenin bunu ayet olarak Kur’an’a koymak dışında bir yolu var mıdır? Yani eğer sadece Nebîmize indirilmiş Kur’an’da yer almayan bir gayrimetluv  vahyin (Kur’an dışı vahiy) olduğunu kabul etsek bile o vahiyle söylenenler Nebîmiz dışında hiç kimseyi ilgilendirmeyecek ve bağlayıcı olmayacaktır. Çünkü elçilik görevinin yapılmış olması için risalete konu olan vahyin insanlığa ulaştırılması yani tebliğ edilmesi gerekir. Böylece ulaştığı kişi(ler) için bağlayıcı olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 “Ey Elçi! Rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et. Tebliğ etmezsen vazifeni yapmış olmazsın. Allah, seni insanlardan korur. Allah, kâfirler topluluğunu yola getirmez.” (Mâide, 5/67)
Dolayısıyla o gün yaşayan müminlerin tamamına bir emir verilecekse bu elbette Kur’an ile olmak zorundadır. Nebîmiz vefat ettikten sonra bile, eşleri hayatta olduğu sürece yeryüzünde yaşayan hiç kimse onlarla evlenemeyecekse bu durumun ancak bir ayetle bildirilmiş olması gerekir. Başka nasıl olabilirdi ki!
Şunu da özellikle vurgulamak gerekir ki bu gibi ayetlerin varlığı, onların bugün bizim için gereksiz olduğu anlamına da kesinlikle gelmez. Zira Kur’an’dan hüküm çıkarmanın bizzat Rabbimiz tarafından belirlenmiş bir metodu vardır. Bu metoda göre ayetler, Kur’an’ın başka yerlerindeki kendileri ile benzeşik (müteşabih) başka ayetlerle açıklanırlar. Böylece her konuda açıklamayı (tafsil) bizzat Allah yapmış olur. Kur’an üzerinde çalışanların görevi, bu metodu iyi öğrenip uygulayarak Allah’ın yaptığı açıklamaya ulaşmaktır. Hükümlerinin o günün insanı ile sınırlı olduğu çok açık olan bu gibi ayetlerin metin olarak Kur’an’da bulunuyor olmaları, Kur’an’ı anlama metodunu uygularken mutlaka işe yarayacaklarını ve birçok konunun tafsilatında başka ayetlerle olan benzeşmeleri sebebiyle doğru hükme ulaşmada ilgili ayet kümelerinin bir elemanı olacaklarını gösterir. Mesela Nebimizin özel hayatına ilişkin ayetlerde “Resûl/elçi” kelimesi kullanılmaz; Nebî kelimesi kullanılır. Böylece bu ayetler “resûl” ve “nebi” gibi son derece önemli iki kavramı doğru anlamamızda ve aralarındaki farkı tespit edebilmemizde kilit rol oynamışlardır.
Ayrıca, Kur’an’da sadece indirildiği güne hitap ettiği görülen ayetlerin bugün bizler için ve yarın yaşayacak olanlar için hiçbir bilgi, öğüt, ibret içermediğini söylemek nasıl mümkün olabilir? Hiçbir şey söylemeseler Nebîmizin hayatı, uygulamaları ve Allah’ın Nebîmize verdiği emir ve görevlerle ilgili bugün hiçbir yerde bulamayacağımız bilgileri en güvenilir kaynaktan öğrenmemizi sağlamaktadırlar. Mesela bu ayette Nebîmizin insanların uzun süreli sohbetlerinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmek konusunda çekingen davrandığını yani insanî bir yönünü ve özelliğini bizzat Allah’tan öğrenmiş olmaktayız.
Sonuç olarak bu gibi ayetler, Kur’an’ın indirildiği döneme hitap eden ayetlerinin bile bugün mutlak manada işlevsiz oldukları anlamına gelmeyeceğini görebileceğimiz en güzel örneklerdir. Kur’an’ın asla tarihsel bir kitap olarak düşünülemeyeceğinin, tarihsel bir kitabın Allah’ın Kitabı olamayacağının detaylarını aşağıda bağlantısı verilen yazımızda bulabilirsiniz.
www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/allahin-kitabina-ilahiyatci-iftirasi-tarihselcilik-.html
HAZIRLAYAN: Erdem Uygan




Kur'an, o dönemin koşullarına göre mi inmiştir?

https://sorularlaislamiyet.com/kuran-o-donemin-kosullarina-gore-mi-inmistir
Kur’an evrensel ve ezeli bir kitaptır. Yani, hem tüm dünyaya hem de tüm zamanlara hitap eden bir kitaptır. Bu noktadan hükümleri tüm zamanları kapsamaktadır. Dolayısıyla getirdiği hükümler sadece belirli bir kavme veya zamana bağlı değil, tüm zamanlara ve milletlere hitap etmektedir.
Diğer taraftan, Allah’ın iki şeriatı vardır.
1. Tekvini şeriat ki, kainattaki kanunlardır.
2. Teşrii şeriat ki, Kur’anın hükümleridir.
Birinci şeriata herkes yaratılışından gelen bir mecburiyetle uymak zorundadır. Uymazsa cezasını peşin çeker. Su içmeye mecbur olması gibi. Fakat ikinci şeriata herkes uymak zorunda değildir. Buna uymak iradidir. Yani uymazsa yaşamı sona ermez.
İşte kainatta geçerli olan şeriat için, birisi “Bu diğer asırlara hitap ediyordu, bizim asrımıza hitap etmiyor.” derse, o zaman, Allah'ın yarattığından başka bir su, hava, güneş bulması gerekiyor.
Aynen öylede Kur’an'ın hükümleri, her asrı doyurmaktadır ve kıyamete kadar geçerlidir. "Bundan gıdalanmam." diyen birisinin, onun hükümleri gibi canlı ve taze hükümler ve kanunlar getirmesi gerekir. Bu da zaten mümkün değildir.
Peygamber Efendimiz (asm)'in tebliğ edip açıkladığı Allah kelamı Kur’an; varlığını ve rehberliğini dünya durdukça sürdürecek olan, çağları kucaklayan ve aşan, daima tazeliğini ve güncelliğini koruyan, insanları geriye değil daima ileriye götüren, bilimsel ve teknik gelişmelerle çatışmayan, bir kitaptır. Bu kitabın insanlığa sunduğu öğüt ve ilkeler, hüküm ve tavsiyeler, helal ve haramlar, emir ve yasaklar, misal ve kıssalar ve bildirdiği gerçekler zamanın geçmesiyle değişmez, eskimez ve değerini yitirmez.
Yüce Rabb’imiz bu hususu Kur’an-ı Kerîm’de şöyle bildirmektedir:
Alıntı :
“Rabb’inin sözü (Kur’an), hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur.” (En’am, 6/115)
Geçmişi ve geleceği kuşatan Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın değişmezliğine, evrenselliğine, çağları kucaklayan insanları her zaman en doğruya götüren bir kitap olduğuna inancımız tamdır. Kur’an âyetleri değişmez. Ancak insanlar ilim, kültür ve teknik bakımından geliştikçe Kur’an’ın anlaşılması ve hayata geçirilmesi de gelişip değişebilir. Kur’an’ın hedeflediği amaçlar değişmez ancak araçlar değişebilir. Mesela Kur’an’da “temizlik” emredilmiştir. Bu bir ilkedir. Bu ilke değişmez. Ama temizlik vasıtaları her zaman gelişip değişebilir. İnsanın avret yerlerini örtmesi farzdır. Bu farz değişmez fakat avret yerlerini örtecek giysilerin kumaşı, şekli ve biçimi değişebilir. Kur’an’da
Alıntı :
“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.” (Enfal, 8/60)
buyurulmuştur. Ayette geçen “at” bir vasıtadır. Bu vasıta değişebilir. Çağımızda atın yerini motorlu vasıtalar, tanklar, uçaklar ve füzeler almıştır, dolayısıyla bu vasıtalar her zaman gelişip değişebilir.
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Vurgulamak istediğimiz gerçek, âyet ve hadislerin değişmezliğidir. Ancak amaçlara götüren vasıtalar ile âyet ve hadislerde açıkça zikredilmeyen, yorum ve içtihada dayanan hükümler değişebilir.
İslam’ın bütün emir ve yasakları insanların mutluluğu içindir. Dünya ve âhirette mutlu olmak için İslam’ı iyi öğrenmeli, iyi anlamalı, emir ve yasaklarına tam uymalıyız.  Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurur:
Alıntı :
"Ey İnsanlar! Size sımsıkı sarılıp ahkamını uyguladığınızda asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Bu iki şey; Allah’ın Kitabı ve Peygamberinizin sünnetidir.” (el-Münzirî, et-Tergîp ve’t-Terhib, I, 80.Beyrut, 1968)
Böyle sonsuz bir ilim ve hikmet sahibi tarafından kıyamete kadar devam etmek üzere gönderilen Kur’an için “şimdi indirilseydi farklı olurdu” demek hiç de isabetli değildir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kur'an-ı Kerim'in evrenselliğini örneklerle açıklar mısınız?
- Kuran-ı Kerim Her Zaman Taze ve Gençtir.


En son Limoni tarafından Paz Mart 03, 2024 2:23 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Empty
MesajKonu: Geri: Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder   Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Icon_minitimePaz Mart 03, 2024 2:07 pm

sadece fikir vermesi , cevap verilmek açısından aşağıdaki yazı paylaşılmıştır

Kur’an Ayetlerinin Anlaşılmasında Tarihsel Yorum ve Evrensellik

https://www.gencufuk.com/kuran-ayetlerinin-anlasilmasinda-tarihsel-yorum-ve-evrensellik/

İslam hukuku belli bir zamana ait olmayıp bütün zamanların hukukudur. Pek çok ayete[45] göre İslam hukuku eski şeriatların bir uzantısı ve tekâmülüdür.





Bilindiği gibi dil gerek kelimelerin vaz’ı gerekse mantık örgüsü açısından tarihseldir. Oluşum yönünden tarihsel olan dil, tarih içinde bir organizma gibi değişir ve gelişir, bunun neticesinde her dönemin kendisine mahsus bir dil yapısı oluşur. Bu nedenle herhangi bir döneme ait dil içinde yer alan bazı kelimeleri özellikle deyimleri ve edebi sanatları anlamak için o dilin dönemini, sözün söylendiği ortamı bilmek gerekir. İşte bu tür öğelerin varlığı o sözün unsurlarını ihtiva eder ve tarih içinde organizmasını tamamlayan şer’i dil evrensel bir boyut kazanarak ortak bir lisan haline gelir. İkinci bölüm olarak çalışacağımız bu aşama ayetlerdeki bu unsurların bazısını tespit etmeye çalışmaktır.
Sözgelimi ayet Kur’an’ın indiği dönemin sosyal yapısı ile ilgili ise buna yönelik kaynakların, inançlar ile ilgili ise o dönem inançlarını ihtiva eden kaynakların verilerine müracaat edilecektir. Mesela, ele alınan bir ayette, indiği dönemde var olan inanç söz konusu ediliyorsa, öncelikle bu inancın ne olduğu ve o gün bu inanç ile ne kastedildiği ile ilgili olarak Arap şiiri, tarihi kaynaklar vs.ye başvurularak onlardan yardım alınarak ayet bu çerçevede anlaşılmaya çalışılarak bu güne ulaşılacaktır.  Şayet ele alınan ayette indiği toplumun barınma şartları ile ilgili bir unsur varsa yine bu şartları açıklığa kavuşturacak tarihi, arkeolojik vs.nin verilerine dayanarak bir bağlantı kurulacak ve ayetin anlamı evrensel bir yorumla insanlığın hizmetine sunulacaktır.
Allah, Kur’an vasıtasıyla ilahi mesajlarını, topluma belirli bir zaman ve mekânda beşeri imkânları gözeterek anlaşılabilir bir dil ile aktarmıştır. Zengin bir anlatım çeşitliliğine sahip olan Kur’an’da, yalın ve estetik anlatımlara yer verilmiş, mesajlar kimi zaman doğrudan, kimi zaman Kur’an’ın indiği dönemde yaşanan bir olay örnekliğinde nakledilmiştir. Kur’an ayetlerinde bazen ilk muhatapların sahip oldukları inanç, gelenek görenek gibi yerel unsurlar kullanılmış, bazen de bunlardan soyutlanmış yalın ifadeler tercih edilmiştir.
[list="text-align: justify;"][*]İnançların Anlatılması Nedeniyle Kur’an Ayetlerinin Değerlendirilmesi


[/list]
Kur’an’ın temel konularından en önemlisi Allah inancını yerleştirip, bunun karşısındaki diğer inançların geçersizliğini ortaya koymaktır. Özellikle Mekke dönemindeki ayetlerin ağırlıklı konusu budur. İndiği toplumun puta tapıcılığının yanlışlığını ortaya koyan Kur’an, bu esnada o toplumun inançların dan da bahsetmiştir. Kur’an’ın üslubu gereği ayrıntılarına girilmeyen bu ayetlerin anlamını tam olarak kavramak için bu dönem inançlarını bilmek gerekmektedir.
Mesela; ‘’Allah ne bahire, ne saibe, ne vasile ne de ham’ı meşru kılmıştır. Buna mukabil inkarcılar, bu konuda Allah’a iftira ediyorlar. Onların çoğu akletmezler.’’[1]
Bu ayette yer alan bahire, ‘’saibe, vasile, ham’’ kelimeleriyle neyin kastedildiği bilinmeden ayetin manası açığa çıkmamaktadır. En genel manada geçmişten gelen[2] yanlış inanışların onaylanmadığını belirten bu ayeti anlamak için Kur’an’ın indiği dönemde neyin kastedildiğinin bilinmesi gerekmektedir. Kur’an’ın indiği dönemde var olan cahilliye dönemine ait bir inancı temsil ettikleri için bu dönem inançlarına dair verilere ihtiyaç duyulmaktadır.
Ayetin ikinci kısmında yer alan ‘’İnkarcıların Allah adına yalan uydurup iftira attıkları’’ ifadesi de bu tür inançların asılsız bir şekilde Allah’a izafe edildiğini belirtmektedir. Böyle bir olayın olup olmadığını tarihi verilere bakarak araştırdığımızda Hz. İsmail’den gelen dini değiştiren ilk kişi olan Amr İbn Luhay el-Huzai’nin Mekke’ye melik olunca putlar yaptırdığı bahire, saibe, vasile ham inancını da bu kişinin icat ettiğini tespit etmekteyiz. İbn Abbas ‘’Yalan olarak bu inancı Allah’a isnad eden inkarcılar…’’ sözü ile Amr İbn Luhay ve arkadaşlarını kastettiğini zira onların ‘’bu hayvanları Allah haram kıldı ‘’diye iftira ettiklerini söylemektedir.
Bu belirlemelerden sonra diyebiliriz ki, bu ayette toplumun ileri gelenlerinden bir kısım kimseler hakkında ilahi bir bilgi olmadığı halde çeşitli amaçlara yönelik olarak dini inanç ihdas ettikleri ve bunları rağbet görmesi için Allah’a isnat ettikleri anlaşılmaktadır. Bu bütünlük ile baktığımızda cahilliye döneminde bir Allah inancının olduğunu ve önde gelen bazı kimselerin bunu istismar ederek çeşitli inançları Allah’a izafe ettiklerini görmekteyiz. Akletmeyen insanların da bu inançlara aldandıkları anlatılmaktadır.[3] Araplarda bu tür inançların olduğu, benzer şekilde En’am suresinde de konu edinilmiştir.
Kendi döneminde ve metin bütünlüğünde böyle bir anlamı taşıyan bu ayet literal bir şekilde okunduğunda sadece bu inançların, yani söz konusu hayvana ait inançların kaldırıldığı söylenebilir. Buna göre ayetin anlamı o günkü toplum için geçerli olmakta ve vahiy indiği dönemde var olan bu inançları ortadan kaldırmaktadır. Aynı inançlar tekrar ettiğinde ayet yeniden işlerlik kazanacaktır. Ya da ayet ancak bu tarz inançların var olduğu mesela hint inanışlarında bazı hayvanların kutsanması gibi toplumlar için bir anlam ifade edecektir.
Bizim toplumumuzda yer alan bir kişinin bu ayeti anlaması ile Budistlerin bu ayeti algılamaları arasında fark vardır. Hayvanlarla ilgili bir hurafeye sahip olmayan bir toplumda yaşayan bir kimse ise bu ayeti daha farklı anlayacaktır.
Bu örnekte görüldüğü gibi Kur’an başta inançlar olmak üzere muhtelif konularda cahilliye dönemine atıflarda bulunmaktadır. Bu nedenle söz konusu ayetlerin anlaşılması için tarihsel bağlamı kurarak anlamın kavranması ve günümüze taşınması gerekmektedir.
B- Geleneklerin Anlatılması Nedeniyle Kur’an Ayetlerinin Değerlendirilmesi
Bir arada yaşamanın gereği olarak toplumların içine yayılan bir takım kabuller nesillerden nesillere aktartılarak devam etmiştir. Kur’an, indiği toplumda yaşayan bu tür gelenekleri yansıtmıştır. İbrahim’i din anlayışının kalıntıları ile bedevi hayat anlayışının bir karışımı olan bu geleneklerin bir kısmı Kur’an tarafından onaylanmıştır. Fıkıh kitaplarında ‘’şer u men kablena’’ olarak ele alınan bu konuları Kur’an, genellikle ‘’la cünahe’’ gibi ifadeler ile ele almıştır. Buna mukabil bir kısmını da reddetmiş ya da düzenlemiştir. Her iki şekilde de bu hususların yer aldığı Kur’an ayetlerinin anlaşılması bu geleneklerin ne olduğunun bilinmesi ile ortaya çıkmaktadır. Ziharı konu edinen ayet bu tür bir yorumu içermektedir.
Zıhar Ayetlerinin Değerlendirmesi
Araplar arasında kişinin hanımı için kullandığı bir tabirden muktebes olan zıhar kelimesi ile bu dönemde var olan boşanma ile ilgili bir anlayış ele alınmaktadır. Bu konu Kur’an’da iki yerde geçmektedir.[4] O dönemde yaşanan ve Mücadele suresine de ismini veren bu olay bu surenin ilk dört ayetinde konu edinilmiştir.
 ‘’Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.  İçinizden zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır. Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Buna imkân) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardı ardına iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah’a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.’’[5]
Zıhar cahilliye döneminde kabul gören bir tür boşama şeklidir. Buna göre bir kişi karısını, ‘’sen bana anamın sırtı gibisin’’ deyip[6] karısını bakılması haram olan arkası ve karnı gibi bir uzvuna benzetmesi[7] sonucunda karısını boşamış sayılmakta artık ebedi olarak karısına dönememekteydi. Yani boşadığı hanım tıpkı soy, emzirme, hısımlık suretiyle evlenilmesi ebediyen haram olan bir kadın gibi olmaktaydı. Yukarıdaki ayetlerde bu konu ele alınmış ve cahilliye dönemindeki bu ayet kaldırılarak zıhar yapanlara kefaret ödemekle hanımlarına dönebilecekleri bu sözü söylemekle hanımının kendi annesi gibi olmayacağı belirtilmiştir.[8]
Böyle bir arka plana sahip olan zıharın Kur’an’da yer aldığı bu ayetlerin içeriğinden anlaşılacağı üzere bu ayetler, yaşanan bir olayı anlatmaktadır.
Ayet, aslı olmayan, yani vahye dayanmayan hiçbir inancın dinen bir geçerliliği olmadığını o ortamdaki bir örnekle ortaya koymaktadır. Ancak bu âdeti hüküm olarak geçersiz kılmakla beraber uygulamaya devam edenlerin tekrar hanımlarına dönebilmelerini kefarete bağlamıştır. Bu husus dikkat çekicidir. Zira madem zıhar yapmakla kimsenin hanımı ananesi gibi olmayacaktır, öyleyse bu sözü söyleyenlerin hanımlarına dönebilmeleri için neden kefaret gerekmektedir.? Bu soru keffaretin öngörülmesini toplumda yaygın olan bir âdeti kaldırmak için uygulanan eğitici bir yöntem olarak algılamakla cevaplanabilir. Ayetin ilk indiği dönemde elde ettiğimiz bu anlamı bu güne taşıdığımızda Kur’an’ın bu ayetlerle sadece zıharı değil, herhangi bir toplumda var olan ve ilahi vahye dayanmayan bu tarz sözlü kabullere dayalı gelenekleri kaldırdığı bu tür sözlerin hakikati ifade etmediği şeklinde aktarılabilir. Buna göre mesela bizim toplumumuzda var olan beşik kertmesi gibi adetler ve bu hususta söylenen ve verilen sözler de geçersizdir.
C- Sosyal Statüleri Aktarması Nedeniyle Kuran Ayetlerinin Değerlendirilmesi
Kur’an’ın inmiş olduğu toplumda var olan sosyal yapı, çeşitli şekillerde Kur’an’a yansımıştır. Bunun en açık gözlendiği ayetler, kölelerin ve cariyelerin konu edinildiği ayetlerdir. Kur’an indiği toplumda köleliğin varolması nedeniyle bunlarla ilgili konulara da değinmiş, bu olguyu kendi prensipleri doğrultusunda düzenleyerek köleliğin kalkmasını sağlayacak bir sosyal yapı oluşturmuştur.
Kuran Ayetlerinin Köleliği Değerlendirmesi
Kur’an’ın indiği dönemde yeryüzünün hemen her yerinde olduğu gibi Arap yarımadasında da kölelik vardı. Savaşta esir alma, adam öldürme ve zina gibi ağır suçları işleyenleri cezalandırma, borcunu ödeyememe ve ailenin çocuklarını satması ile hür insanlar köle haline getiriliyordu. Cahilliye döneminde savaşların yaygın oluşu kölelerin artmasına neden olmuştur.[9] Bu dönemde kumar nedeniyle de borçların fazla olduğu bu nedenle insanların köleleştirildiği nakledilmektedir. Ebu Leheb’in As b. Hişam’ı kumar borcu sebebiyle köle yaptığı ve develerini güttürdüğü nakledilmektedir. Ancak İslam kumarı yasakladığı için artık kimse kumar borcundan dolayı köle haline dönüştürülememiştir. Araplar da Rum ve Fars komşuları gibi savaş esirlerine insanlıktan uzak bir şekilde davranırlardı. Cahilliye döneminde köleyi satın alan boynuna bir ip takıp onu götürürdü. Bu toplumda başkasına köle hediye etme âdeti de vardı.[10] Buna mukabil İslamiyet hür bir kimsenin borcundan veya herhangi bir sebepten dolayı köle yapılmasını yasaklamış, zekât, sadaka gibi uygulamalar ile borçlulara yardım etmeyi tavsiye etmiş gerektiğinde borcunu ödeyemeyenlere beytülmalden yardım edilmiş, bunların köle yapılması engellenmiştir.[11] Kur’an’da zekât verilecek kimseler arasında borçlular ve köleler de zikredilmiştir.[12]
İslam hukukunda köleliğin, savaş esirliği dışındaki tüm kaynakları kurutulmuştur. Savaş esiri de mutlaka köle yapılacak diye bir şart yoktur. Alınan esir, bir karşılık alınarak ya da karşılıksız olarak serbest bırakılabilir. Esirler mübadele edilebilir. Bunlar olmazsa köle ve cariye olurlardı. Ancak esirlerin köle edinildiği savaşların toprak kazanma ve kahramanlık gibi sebeplerle değil de sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yapılması[13] gerekmektedir.[14]
Bu konunun önemli bir yönü de Kur’an’ın bazı davranışların kefareti olarak köle azadını öngörmesinin[15] köleliğin olmadığı dönemlerde nasıl anlaşılması gerektiği sorunudur. Köle azadının kefaret olarak öngörüldüğü suçlar, hatayla bir mümini öldürmek, yemini bozmak, zıhar yapmaktır. Tarihsel yorumu gerektiren bu konu geçmişte problem olarak görülmemiştir. Muhammed Esed konuyu bugüne taşıyarak “bir kölenin veya tutsağın özgürlüğünü satın almak yahut onu serbest bırakmak, köleliğin az veya çok ortadan kaybolduğu modern çağlarda tahriru rakabe kavramı, sanırım, bir insanı büyük bir borç yükünün veya yoksulluğun tutsağı olmaktan kurtarmayı içine alacak şekilde genişletilebilir”[16] demektedir. Esed’in bu yorumu gerek Kur’an’ın bütünlüğü gerekse cahilliye döneminde insanların borçları nedeniyle köleleştirilmesi gibi tarihsel ortamı gözeterek yapılanın göz ardı edilmemesi gereken bir yorumdur. Ancak “güç yetiremezse” tabiri yerine köle azadı hakkında “bulamazsa” ifadesinin tercih edilmesi, bize göre getirdiği projelerle kölelik müessesinin biteceğini önceden kestiren vahyin köleliğin olmayacağı bu günü de gözettiğini ve bunun alternatifi olarak orucu teklif ettiğini göstermektedir. Bu nedenle kölenin olduğu ilk dönemlerde köle azadı yoksa diğer alternatifleri uygulama vahyin bilinçli bir tercihidir.
D- Zamanın Değişmesi Nedeniyle Kuran Ayetlerinin Değerlendirilmesi
Değişme, İslam dünyasında nas ve hayat arasındaki ikilem içinde doğmuş, üzerinde ittifak edilemeyen önemli bir problemdir. ‘’Nesiller ve bölgeler değiştikçe naslardaki ameli ve hukuki ahkamı, yaşadıkları devrin değişen şartları karşısında artık kabil-i tatbik görmeyenler çıkmış, başlıca üç fikir ortaya çıkmıştır.
Ya zamanın getirdiği zaruretler dikkate alınmayarak mezkur nasların mutlak değişmezliği üzerinde ısrar edilecek yahut dünyevi vasıfta nasların din olmadığı görüşünden hareketle laik düşünceye gidilecek, son olarak da, dünyevi naslarda değişebilmenin İslam’a uygunluğu kabul edilerek İslam hukukuna devamlılık kazandırılacak, İslam’ın dünya-ahiret birliği korunacak, dinin içtimai geçerliliği yitirilmemiş olacaktı. Bu üç görüşten ikincisine İslam âlimleri arasında sahip çıkanların mevcudiyeti hakkında herhangi bir bilgimiz yoksa da, birinci ve sonuncu anlayışların tohumlarının İslam dünyasının ilk asırlarına kadar inebildiği, özellikle kendi memleketimizde kesin hatlarıyla mücadelenin verildiği devirlerin, İslam âleminin batı karşısında düşmüş olduğu durumdan kurtuluş çarelerinin arandığı son iki asır olduğu malumdur.’’[17]
Bizim izahına çalıştığımız yorumda değişmenin tespiti ayetin muhtevasına ve tekabül ettiği alana ve zamana bağlıdır. Bir diğer ifade ile tarihsel alternatifsizliğin olup olmadığının araştırılması ve mananın taşınacağı tarihsellikte yeni imkanlar doğrultusunda teklif edilen anlam ile mukayese edilerek belirlenecektir. Mesela, Kur’an, indiği topluma bugünün teknolojisi ile sahip olduğumuz DNA testi gibi metotlarla anne rahminin boş olup olmadığının tespitini izah edemezdi. Ya da sınırları çizilmiş, vatandaşlık anlayışlarının hakim olduğu bir devlet anlayışı vs. söz konusu edilemezdi. Diğer yandan vadeli alışverişte, çek, senet gibi evrak hatta kredi kartı gibi uygulamaları ön göremezdi. Söz konusu hususlarda, vahiy indiği dönem toplumunun algı dünyası ve bilgi birikimlerini gözeterek muradını ifade etmiştir. Bu nedenle ele alınacak ayet böyle bir özelliğe sahip ise içinde yer aldığı ayetin başka bir tarihselliğe aktarılmasında da gerekli değişmenin yapılması gereklidir. Ayrıca tespit edilen tarihsel ifadenin tekabül ettiği alan ile değişmeyi gerektiren şartlar arasında ilgi kurulacak, nihai olarak da bu değişmenin beşeri alana ait olup olmadığı üzerinde durulacaktır.
İfade etmeye çalıştığımız yöntemin değişme ile ilgili en temel prensibi, anahtar kavramı ‘’tarihsel alternatifsizliktir’’. Bu yöntem, genel olarak değişme unsuru taşıdığı tespit edilen bütün ayetlere uygulanabilmekle beraber bize göre tekabül ettiği alan itibariyle ibadetler başka bir kategoride değerlendirilmelidir. İbadetler ne kadar tarihsel öğe içerse de özü itibariyle değiştirilmesi teklif edilemez. Mesela, haç ibadeti hem mekânın, Kur’an’ın indiği ortamda olması, hem de indiği toplumda bu geleneğin bulunması gibi nedenlerle birçok açıdan tarihsel öğe taşımaktadır. Hac mevsiminin panayır dönemi yapılması, safa-merve arasında sa’y yapılması, hedy kurbanının kesilmesi gibi unsurlar bu ibadetin uygulamasında da değişim unsurlarının olduğunu göstermektedir. Buna rağmen biz ibadetlerde değişimden bahsedilemeyeceği kanaatindeyiz. Bunun bazı örnekleri vardır. Öncelikle ibadetler, özü itibariyle kulların Allah’a bağlılıklarını gösteren semboller olup kul ile Allah arasındaki ilişkiyi düzenlemektedir. İnsan fıtratında bir değişiklik olmadığına göre insanla Allah arasındaki ilişkileri düzenleyen ibadetlerle ilgili hükümlerde değişmeye gerek yoktur. Çünkü öyle de olsa böyle de olsa insan ibadet ile imtihan edilmektedir. Bu nedenle şeklin sorgulanması bir anlam taşımamaktadır.
Diğer yandan her ne kadar dünyada icra edilse de ibadetlerin sonucu ahirete yöneliktir. Değişme talepleri ise dünyevi alandaki değişme ve gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle değişme bağlamında aralarında ortak bir nokta yoktur. Farklı alanlara tekabül etmeleri nedeniyle eskinin yerine ikame edilecek yeniyi belirleyecek bir akıldan söz etmek de zordur. Zira fıkıh disiplininin iadesi ile, ibadetlerin hikmetlerini tam  anlamıyla bilmek mümkün değildir. İbadetler, teabbudi hükümlerdir. Yani Allah tarafından nasıl konulmuşsa o şekilde ifa edilmesi gerekmektedir.[18] Yalnız şunu belirtmekte fayda vardır ki, ibadetlerin ifasında teknolojinin getirdiği yeni imkânların ve aletlerin kullanımı ile değişimi birbirinden ayırmak gerekir.[19] İbadet mahallerinde tabana önceleri kum iken çakıl döşetme, daha sonraları halı, kilim serme, aydınlatma şekilleri, mikrofon kullanma vs. gibi konular konumuzla ilgili değildir.


En son Limoni tarafından Paz Mart 03, 2024 2:13 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Empty
MesajKonu: Geri: Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder   Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Icon_minitimePaz Mart 03, 2024 2:07 pm

https://www.gencufuk.com/kuran-ayetlerinin-anlasilmasinda-tarihsel-yorum-ve-evrensellik/


İbadetlerin dışında değişmeyeceğini düşündüğümüz konulardan bir diğeri de Kur’an’ın indiği dönemde var olup da, Kur’an’ın kaldırdığı uygulamalardır. Değişim ismi altında yeniden bunlara dönülmesi, Mesela; faiz Kur’an’ın indiği dönemde var olan bir uygulama iken Kur’an tarafından kaldırılmıştır. Herhangi bir dönemde faizin yeniden uygulama alanına ulaşması söz konusu değildir.
Değişmenin tespitinde önemli bir perspektif de Kur’an’ın üslubudur. Bu üslubun tam olarak elde edilemediği durumlarda değişmenin nasıl olacağı konusunda ihtilaf çıkmaktadır. Ancak ayetin asli anlamı kendi içinde yalın bir anlatımla zikredilmişse bu problem yaşanmamaktadır. Mesela; ‘’Sizler de onlara karşı  güç yetirebildiğiniz her çeşit kuvveti, savaş için beslenen atları hazırlayın, bunlarla hem Allah’ın hem sizin düşmanınızı, hem de sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanlarınızı korkutabilirsiniz….’’[20] Ayetinde olduğu gibi mutlak anlam yalın olarak ifade edilmiş,  değişime konu olan nesnede de örnek olarak verilmişse burada değişme ilgisi kolaylıkla tespit edilebilmektedir. Bu örnekte değişme, tarihsel öğe olan at ile bunun asli anlamı olan düşmanı korkutacak ve güç yetirilebilecek savaş aracı arasındaki ilgi ile tespit edilebilmektedir. Buna göre anlam, tıpkı Kur’an’ın indiği dönemde at gibi tedarikine güç yetirilebilecek her çeşit kuvvetin başka dönemlerde de savaş için hazırlanmasıdır. Görüldüğü üzere farklı dönemlerde atın yerine konulacak araçların ayette zikredilen vasıfları taşıması gerektiği açıkça anlaşılmaktadır.
Harp dünyevi bir iş olduğu ve harp araçları da teknolojiye bağlı olarak geliştiği için bu ayette geçen at hazırlamanın değişmesi gerektiği hususunda akl-i selim olan herkes ittifak etmektedir. Söz konusu nedenlerden dolayı bu ayet değişmenin en kolay şekilde algılanabildiği bir örnektir. Diğer ayetlerde değişimin bu denli kolay tespit edilebildiği söylenemez.
Metotların spesifik örnekler üzerine bina edilmesi doğru olmadığına göre spesifik olan bu örnekten sonra şimdi değişme hususunu daha önce belirttiğimiz ve Kur’an’ın indiği dönemi kavramaya dayalı olan ‘’tarihsel alternatifsizlik’’ yöntemi ile değerlendirmeye çalışalım. Burada açıklamaya çalıştığımız görüşümüz Şatibi’nin ‘’İslam şeraiti ümmidir’’ sözü ile ifade ettiği Kur’an’ı anlamak için Arap’ın ümmiliğine sahip olmak gerektiğini belirttiği yaklaşımı ile örtüşmektedir. Şatibi, el-Muvafakat adlı eserinin Kitabu’l-Makasid adlı bölümünde şeraitin konuluş maksadının anlaşılmak olduğunu açıklarken Kur’an’ın ilk muhatapları ümmi olduğu için şeraitin de ümmi olduğunu söylemiştir.[21] Bu bölüm okunduğunda onun ümmilik ile ilk muhatapların bilgi birikimi ve ilgi dünyalarını kastettiği anlaşılmaktadır. Onun yaklaşımı aynı zamanda Kur’an’daki ifadelerin Arapların anlayacağı şeylerden müteşekkil olduğu anlamına gelmektedir. Yani Allah, isteklerini o günkü arabın anlayışı ve algılayışını gözeterek ifadelendirmiştir. Buna göre murad-ı ilahi, başka bir dönemde farklı şekillerde ifade edilebilir olup, değişim muhtemeldir. Ancak bunu her ayet için söylemek mümkün müdür? Bunu tespit için öncelikle aynı maksadı ifade ettiği iddiasıyla farklı bir dönemde yaşayanlar tarafından teklif edilen yeni ifadelerin Kur’an’ın indiği dönem toplumu tarafından bilinebilir, algılanabilir olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Bu konu özellikle hüküm bildiren ayetlerde daha fazla önem kazanmaktadır. Hükmün bağlı olduğu öğenin yerine aynı işlevi göreceği düşünülerek teklif edilen şeyin Kur’an’ın indiği dönem muhataplarınca bilinemez yani algılanmaz ya da uygulanamaz oluşu hükmün değişimini gerektirecektir. Bunun en açık örneği teknolojik gelişmelerdir. Diğer yandan teklif edilen uygulama Kur’an’ın indiği dönemde var olduğu halde Allah tarafından tercih edilmemişse değişimin olduğu düşünülemez. Bunu el kesme cezası ile örnekleyebiliriz.
El Kesme Cezasının Değerlendirilmesi
 
 ‘’Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının suçları sabitleşince yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından caydırıcı bir ceza olmak üzere ellerini kesin…’’[22] ayetinde yer alan el kesme cezası, yaşadığımız çağın kabulleri ile bağdaştırılamadığı için problem edilmekte bu cezanın ayetin indiği dönemle ilgili olduğu söylenerek bugün farklı şekilde olması gerektiği ileri sürülmektedir.[23]
Bu görüşte olanlar iddialarını genelde aynı gerekçelere dayandırmaktadırlar. Mesela Cabiri, hırsızın elinin kesilmesi, Arap yarımadasında İslam’dan önce de uygulanan bir ceza şekliydi. İkincisi, el kesme cezası, develeri ve çadırlarıyla bir yerden diğerine göç eden bedevi bir toplumda uygulanmıştır. Böyle bir toplumda hırsızın “hapis” cezasına çarptırılması mümkün değildi. Zira o zaman ne hapishane, ne duvar ne de mahkûmların kaçmasını önleyecek otorite, ne de onların iaşe ve ikamesini sağlayacak bir teşkilat vardı. Öyle ise, yegâne çözüm yolu bedensel ceza olmaktadır. Böylesi bir toplumda hırsızlığın çoğalması, kaçınılmaz bir biçimde o toplumun varlığının yok olmasına sebep olacaktır. Çünkü o zaman ne sınırlar, ne duvarlar, ne de servetin korunduğu güvenli yerler vardı. Dolayısıyla şu iki hedefi amaçlayan bedeni ceza, zorunlu olarak kendisini ortaya koymaktadır: Tekrar çalma imkânını nihai olarak ortadan kaldırmak ve insanların kolayca hırsızları tanıyacakları bir alameti kişide sürekli olarak bulundurmak. Kuşkusuz, elin kesilmesi de bu iki amacı birlikte gerçekleştirir. Netice itibariyle, çölde bedevi olarak yaşayan bir toplumda hırsızın elinin kesilmesi anlamlı ve makul bir tedbirdir.
İslam’ın doğuş dönemindeki toplumsal gelişmişlik düzeyi, kendinden önceki durumdan pek farklı değildir. İslam öncesi toplumda geçerli olan tedbirler, örfler ve semboller arasında, hırsızlık suçunun bir cezası olarak el kesme cezasını da İslam aynen korumuştur.  Böylelikle, İslami karakteristiğe katılan bu ceza, artık örfi bir uygulama olmaktan çıkıp şer’i bir hüküm hüviyetini kazanmıştır[24] diyerek bu cezanın cahiliye dönemindeki varoluşunu irdelemiş bu cezanın ön görülmesini, bu gün için alternatifi olabilecek hapis cezasının o dönemde uygulanamaz oluşu ile gerekçelendirmiştir. Garaudy ise, sosyal adaleti egemen kılmanın önemine değindiği bir bağlamda dönüşü olmayan bir ceza olan el kesme cezası ile sonsuz merhamet sahibi olan Allah tasavvurunu birbiri ile bağdaşır bulmamaktadır.[25] Garaudy’nin yaklaşımında yaşadığı tarihselliğin etkisi açık bir şekilde görülmektedir. Biz de konuya bakış açımız çerçevesinde ayeti yorumlamaya gecelim.
Birinci aşamada herhangi bir hükmü Kur’an’a onaylatmak kastı olmadan hırsızlık karşısında Kur’an’ın tavrı nedir? sorusu sorulur. Bu sorunun cevabı, Kur’an’ın hırsızlığa karşı bir ceza öngördüğü ve Maide 38’de bunu ele aldığıdır. İkinci aşamada bu ayeti anlamaya geçilir ve öncelikle tarihsel bir özellik taşıyıp taşımadığına bakılır. Burada üslup açısından bakıldığında Ayet, salt kelime bilgisi ile anlaşılabilmektedir. Ancak yukarıda dediğimiz gibi bu konuda el kesmenin o günkü toplumun bildiği ve uyguladığı bir konu olduğu, bu nedenle tercih edildiği ve sosyal ve fiziki şartların bu cezayı gerektirdiği gibi iddialar vardır. Bu nedenle tarihsel anlamı kavrama çerçevesinde bu iddiaların ne denli etkili olduğunu ve ‘’tarihsel alternatifsizliğin’’ olup olmadığını araştırmak gerekmektedir. Tarihsel alternatifsizlik ile anlamın ya da hükmün toplum tarafından algılanamaması veya uygulanamamasını kastediyoruz. Bu açıdan el kesme cezasını inceleyelim.
Tarihsel ortamla ilgili Cabiri’nin açıklamaları bu cezanın Kur’an’ın indiği dönemde var olduğu tarafıyla doğrudur. Zira kaynaklar da cahiliye döneminde hırsızlık yapanın sağ elinin kesildiği nakledilmektedir. [26] Bunun yanında kesinlik arz eden bir tarzda hapis cezasının o dönemde uygulanamayacağı ile ilgili ifadeleri tarihsel verilere dayanarak tartışılmalıdır. Önce kendisinin de alternatif olarak gördüğü hapis cezasının o dönem açısından algılanabilirliği, sonra da uygulanabilirliği üzerinde duralım.
Hapis cezasının, Kur’an’ın indiği cahiliye döneminde bilindiğini gösteren rivayetler vardır. Mesela: Cahiliye döneminde hırsızların el kesme dışında hapsedildiği birkaç kat fazlasını ödemek ile cezalandırıldığı, kabilenin himayesinden dışlandığı, dövüldüğü de nakledilmektedir.[27] İslami dönemde de hapis cezası bilinmektedir. Nitekim farklı suçların cezası olmak üzere mescide bağlamak ve bir hücreye kapatmak şeklinde uygulandığı görülmektedir.[28] Bu nedenle şayet Allah’ın muradı el kesme değil de hapis cezası olsaydı bunu ifade etmesinin önünde vahyin muhatapları itibarıyla herhangi bir engel yoktu.
İkinci husus, hapis cezasının Kur’an’ın indiği toplumda uygulanabilirliğinin tarihi veriler ile değerlendirilmesidir. Cabiri’nin açıklamaları hatırlandığında o, sosyal ve fiziki çevre açısından hapis cezasının uygulanamaz oluşunu söylemekteydi. Cabiri’nin yaptığı sosyal hayat ile ilgili tasvirleri cahiliye dönemi ile ilgilidir. Tarihi kaynaklara baktığımızda bunun doğrulanamadığını görmekteyiz. Cabiri’nin söylediği çadırlarda yaşama hali Kur’an’ın indiği toplumun umumunu kapsamamaktadır. Bilakis Kur’an yerleşik bir hayatın hakim olduğu Mekke ve Medine şehirlerinde indirilmiştir. Medine döneminin sonlarına doğru inen bu ayetin, indiği dönemde toplu göçebe hayatı değil, çoğunluk itibarıyla yerleşik bir hayat yaşamaktaydı.[29] O halde hicri 10. yılda indiği bilinen Maide suresinde yer alan bu ayetin cahiliye dönemindeki şartlar dolayısıyla el kesme cezası olarak öngörüldüğünü aslında muradın hapis cezası olduğunu, ancak şartlar gereği bu cezanın emredilemediğini söylemek kendi içerisinde bir çelişkidir.
Diğer yandan onun islamın doğuş dönemindeki toplumsal gelişmişlik düzeyi kendinden önceki durumdan pek farklı değildir ‘’sözleri de izaha muhtaçtır. Bununla hapis cezasının İslami dönemde de uygulanamaz oluşunu ifade etmektedir. Hâlbuki bir kısım rivayetler, hapis cezasının İslami dönemde uygulandığını göstermektedir. Mesela,  ‘’Hicaz ahalisinden bir grup arasında münakaşa çıkmış ve bir kişi öldürülmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.) gönderdiği bir emir ile bunları hapsettirmiştir.’’[30] Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde bazı kimselerin hapsedildiği anlaşılmaktadır.[31] Ayrıca yine bu sürede yer alan hirabe suçunun cezası olarak gelmiş olan ‘’yeryüzünden sürmek’’ ifadesinin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından hapis cezası olarak uygulandığı söylenmektedir.[32] Nitekim buna dayanarak Ebu Hanife de ayeti bu şekilde anlamıştır.[33] Bunlar bize hapis cezasının farklı suçların cezası olarak az da olsa uygulanması nedeniyle o gün için bu cezayı uygulamanın asgari şartlarının var olduğunu göstermektedir.
Hicri 10. yılda indiği bilinen Maide suresinde yer alan bu ayetin cahiliye dönemindeki şartlar dolayısıyla hapis cezası olarak değil de el kesme cezası olarak öngörüldüğünü söylemek bir çelişki olmakla beraber vahyin hiçbir şeyi değiştiremediği yani toplumun hayat şartlarını oluşturmada rolü olmadığı gibi hakikat ile uyuşmayan bir anlamı da içermektedir. Şayet Allah, el kesme cezasını değil, hapsi murad etseydi Medine döneminde birçok sorunu halletmiş olan İslam toplumu bunun için gerekli altyapıyı oluşturabilirdi. Nitekim el kesme emrini içeren ayetin inişi düşünüldüğünde aralarında çok uzun bir zaman geçmeden halifeler döneminde farklı suçların cezası için hapishanelerin oluşturulmaya başlandığı görülmektedir.[34]
Bu açıdan baktığımızda el kesme cezasının alternatifsiz olmadığı bilakis hapis cezasının o gün için bir alternatif olduğu halde ayette al kesme olarak belirtilmesi murad-ı ilahi olarak algılanmalıdır. Bu nedenle el kesme cezasının bütün dönemlerde uygulanması gerekmektedir.
Hirabe suçunda olduğu gibi bir suç için ayetin metninde farklı alternatiflerin sayılmayıp[35] sadece el kesme cezasının ön görülmesi de bunun tarihsel bir zorunluluk olmadığını bilakis irade-i ilahiye olduğunu teyit etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde uygulandığı bilinen[36] bu cezanın sadece indiği dönemde değil, diğer ilahi dinlerde de uygulandığının bilinmesi cezanın yerel olmadığını kanıtlamaktadır.[37]
Garaudy gibi hümanist düşüncelerle bu cezanın Allah’ın rahmetiyle bağdaşmaz telakki edilmesi,  bu cezanın caydırıcılığı yanında, suçun toplumun düzenini bozan oldukça çirkin bir davranış oluşu, önü alınmadığı takdirde mal emniyetinin sağlanamayacağı[38] gibi hususlar düşünülünce daha nötr hale geleceği kanaatindeyiz.
E- Kuran Ayetlerinin Tarihsel Yorumla Değerlendirilmesi
 
Kuran’ın tarihsel yorumu:
Kur’an bağlamında bir tarihsel yorumdan bahsedildiğinde, Kur’an’ın tarihsel olup olmadığı, tarihsel ise nasıl bir tarihselliğe sahip olduğu, anlamın farklı bir tarihselliğe taşınmasını gerektiren bir öğenin varlığı ve buna bağlı olarak değişmenin hangi prensiplerle belirleneceği gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır. Kur’an’ı ilk muhatapların anladığı gibi anlama, tarihsel yorumu tam anlamıyla ifade etmemektedir. Çünkü metni sadece ilk muhataplar gibi anlamak hedeflenmiş olsaydı sahabe tefsirini tespit etmek yeterli olurdu. Hâlbuki bu tespit tek başına yeterli değildir. Bu nedenle tarihsel yorumun birinci adımını, Kur’an’ın ‘’ilk muhataplarına hangi ortamda nasıl bir bağlam ile ne demek istediğini kavramak’’ şeklinde tanımlamak daha doğru olacaktır.
Metni indiği dönemde anlamak, nihai gaye değil, amaca götüren ilk adımdır. Bu şekilde bakıldığında tarihsel yorumun metni kendi tarihselliğine hapsetmediği bilakis metnin anlamını başka dönemlere taşıyarak ona canlılık kazandıracağı anlaşılacaktır. Kur’an’ın inişi oluşumu, üslubu ve konuları onun indiği dönem muhataplarının anlayış ve bilgi birikimlerini gözettiğini ortaya koymaktadır. Ancak vahiy kesildikten sonra, yani Allah, ‘’size bugün dininizi tamamladım’’[39] buyurduktan sonra yeni bir vahiy gelmeyeceği için değişen hayat karşısında değişmeyen vahyin nasıl yeterli olacağı ve anlaşılacağı önemli bir sorun olmuştur. Değişen şartlar karşısında Müslümanların ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları sorunu, geçmişte problemlerin vahye arz edilmesi şeklinde çözülmüş, her dönemin ihtiyaçlarına uygun olarak yeni yorum yöntemleri geliştirilmiştir. Kıyas, maslahat, istihsan gibi fıkıh usulünün yöntemleri geliştirilerek, değişim sebebiyle karşılaşılan sorunları gidermek için Kur’an’dan ve diğer naslardan hüküm istinbatına çalışılmıştır.[40] Bu süreçte çoğunlukla kıyas yöntemine başvurulmuştur. Bütün bu yöntemlere rağmen, Batı kültürünün hakim olduğu bir coğrafyada yaşayan Şatibi’nin karşılaştığı problemleri mevcut fıkıh metotları ile çözemeyince ‘’makasıd’’ anlayışına başvurması, değişmenin yeni yöntem arayışlarını doğurduğunu göstermektedir.[41] Kısaca her dönemde, o dönemin tarihselliğine uygun yorum yöntemleri ihdas edilerek, ihtiyaçlara vahye dayalı çözümler üretilmeye çalışılmıştır. Yani her yöntem kendi tarihselliğinin bir yansımasıdır. Değişimin daha hızlı olduğu yaşadığımız çağda ihtiyaçlar daha fazla artmış ve buna yönelik olarak değişimi esas alan, beşeri alandaki her şeyin kendi tarihselliğinde anlaşılması gerektiğini ön gören tarihsel yorum gündeme gelmiştir.  Hatta Kuran’ın indiği ilk dönemlerde bu yönteme başvurulmuş, fakat bu dönemdeki tarihsel mesafe, zaman farklılığından ziyade kültür farklılığından kaynaklanmıştır. Bu nedenle mesela farklı lehçelere sahip olan ilk muhataplara Kur’an’ı yedi harfle okuma fırsatı verilmiştir.[42]
Tarihsel yorum fıkıh perspektifiyle ele alındığın da, fıkıh usulü içinde yer alan hükümle illet, sebep ve hikmet arasındaki bağlar ile ilişkilendirilmektedir. Doğduğu ortamda tanımlanmamış, uygulanmak istenen ortama uygunluğu sorgulanmamış olan tarihsel yorum muamması çerçevesinde yapılan tartışmalarda, genellikle ‘’Kur’an evrenseldir, bu yorum metodu Batı’dan alınmıştır, Batılıların muharref kutsal kitaplarını anlamak için ihdas ettikleri bir yöntem Kur’an’a uygulanamaz, bu yöntem İslam dünyasında modernizmin dayatmaları sonucu ortaya çıkmıştır, bu yöntem aracılığıyla Kur’an’ı anlama faaliyetine pozitivist düşünce hakim olacaktır’’ gibi söylemler dile getirilmiş,[43] yine bugün dile getirilen ‘’fıkıh yöntemleri bize yeter, maslahat-istihsan gibi yöntemler varken tarihsel yoruma ihtiyaç yoktur’’ söylemleri mevcut olmuştur.
İslam âlimleri her dönemde tarihsel yorumu kullanmışlardır. Bu başvurulacak çarelerden biridir. Örnek olarak çok evlilik sorununu ele alalım. Kur’an’ın, kadının statüsü ve haklarını genel hatlarıyla geliştirdiği doğrudur. Yine Kur’an’ın; erkekler, eğer eşler arasında adaleti sağlayabilmekten korkarlarsa, birden fazla eşle evlenemezler, ayrıca kategorik olarak ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar erkekler, muhtelif eşleri arasında adaleti sağlamaya muktedir olamayacaklar, dediği de doğrudur. Bununla birlikte, Kur’an’ın dört eşe kadar evlenebilme iznini verme hususu aynı derecede doğrudur. Bir bütün olarak Kur’ani ifadelerin anlaşılmasının tek yolu şunu söylemekten geçer: Aile hayatında maksimum mutluluğu amaçlayan Kur’an bu ideal için tek eşli evliliklerin normal olduğunu açıklamıştır. Ne var ki, bu hedef yedinci yüzyıl Arap toplumunda oldukça derin köklere sahip olan çok eşli evliliklere karşı bir taviz ve uzlaşmadan öte gitmemiştir. Çok eşliliği hukuken kökünden kazıyıp atamamıştır; ama bizatihi ahlaki hedefi tamamen devre dışı bırakmanın cezasını da belirtmiştir. Bundan dolayı Kur’an, hukuki bazda çok eşliliği kabul etmiş ve sınırlamıştır.[44]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Empty
MesajKonu: Geri: Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder   Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder Icon_minitimePaz Mart 03, 2024 2:08 pm

F- Kuran Ayetlerinin Evrensel Yorumla Değerlendirilmesi
İslam hukuku belli bir zamana ait olmayıp bütün zamanların hukukudur. Pek çok ayete[45] göre İslam hukuku eski şeriatların bir uzantısı ve tekâmülüdür. Bu itibarla değişmez esasları olması gerekir. Zira değişken yapıya sahip olan bir sistemin zaman süreci içersinde tamamen değişmesi mukadderdir. Oysaki İslam’ in ilahi oluşu buna engeldir. İslam hukuku sosyal bir hukuk değildir. İlahi bir hukuktur. Öbür taraftan her asrın ihtiyaçları farklıdır bu da ideal bir hukukun bu arada da İslam hukukunun değişken olmasını gerektirir. Mesela: Kur’an şura prensibini koymuş,[46] fakat bunun şeklini, tatbik keyfiyetini belirlememek suretiyle bir esneklik getirmiştir. Böylece her asrın ihtiyaç ve gereğine göre Müslümanlar bu prensibi işletebileceklerdir. Kırtas olayında[47] da olduğu gibi, Hz. Ömer’in Kitabullah’ı yeterli görmesi de muhtemelen genel prensipler açısından olmalıdır.
Allah, adaletle hükmetmeyi emretmiştir.[48] Ama bunu gerçekleştirmek için belli bir mahkeme sistemi veya muhakeme usulü belirtmemiştir. Dolayısıyla ilk önceki uygulamalardan farklı olarak dereceli mahkemelerin ihdası, ceza ve hukuk mahkemelerinin ayrılması gibi pek çok yenilik mümkün olmaktadır. Nitekim muhakeme usulünde de pek çok gelişmeler meydana gelmiştir.[49]  Yine satış akdiyle ilgili Kur’an da be’y akdi sadece dört ayetle düzenlenmiştir.
1)Be’yin helal ribanın haram kılındığı[50] belirtilmiş.
2)Karşılıklı rıza şartı ileri sürülmüş.[51]
3)Alış-veriş muamelelerinde şahit tutulması istenmiş.[52]
4) Cuma vakti alış-veriş yapılmaması[53] istenmiştir. Kur’an ahkamının ta’lili konusunda tek düze bir üslup kullanılmamış, pek çok yollarla hükmün illeti ve gözetilen maslahat belirtilmiştir.[54]  Kur’an’ın genelde hükümleri talil etmesi ve mümkün mertebe taabbudi sınırını dar tutması[55] neticesinde hükümlerden maksadın mücerred kulluk ve inkiyad olmadığı; aksine, kulların maslahatlarının temini olduğu dolayısıyla da hükmün uygulanırken gözetilen maslahatı ortaya koyup koymadığına bakmanın gereği doğmuştur.
Kur’an kendisinin son ve evrensel mesaj olduğunu ifade etmektedir.[56] Hz. Muhammed (s.a.v.)’in son peygamber oluşu[57] da, mantıken Kur’an’ın son mesaj olup bu mesajın evrensel olmasını gerektirmektedir. Vahyin sona ermesi ile bütün Kur’an lafızları muhkem özelliği kazanmış ilga edilmesi ve değiştirilmesi ihtimali ortadan kaldırılmıştır. İslam’ın bir millet ve bölge dini olmadığı gerçeği hesaba katılarak, İslam’ın ilahi kaynakları olan hukuksal nitelikli emir ve yasaklarının her ortamda hiçbir değişikliğe uğramadan geçerliliğini koruması gerektiği düşüncesi, İslam âlimlerinin çoğu tarafından benimsenmiştir.[58] İnsan ve toplumların maslahatı, her zaman ve zeminde,  bu hükümlerin uygulanmasını ve bunları değişim rüzgarlarına karşı korunmasını gerektirir. Aksi takdirde hükümlerin değişime feda edilmesi toplumdaki düzenin bozulmasını zorunlu kılacaktır.
Kur’an çağımız için yeterli değildir diyenler bu iddialarını Müslümanların geri kalmış olmalarının ötesinde ne bilimsel ne de tarihi bir delil ile temellendirmiş değillerdir. Müslümanların hali hazırdaki durumlarının sebebi de Kur’an’ı gerçek anlamda yorumlayamamalarının sonucudur. Nitekim aynı Kur’an’a sahip olan Müslümanların görkemli bir tarihe sahip olmaları da bunun tarihi bir kanıtıdır. Vahyin bizzat kendisi de bir değer olmakla birlikte gereği gibi okunup, anlaşılmadığında ilerlemeye engel olmaktadır. Bu engellik, vahyin özünde değil onu okuyanların gözündedir. Nasların içerdiği zaman ve mekan unsurlarını bizatihi kendilerinin değil, onların arkasında bulunan ilke ve manalarının iyi anlaşılması gerekmektedir. Bu bağlamda tarihi gibi görünen nasların dahi bir metot vermeleri, ilkelere ışık tutmaları bakımından korunmaları ve değerlendirilmeleri gerekmektedir.[59]
Muamelat alanında asl olan maslahattır. Ancak neyin maslahat olduğunun ölçülerini bizzat vahiy koyar. Akıl adil bir terazidir. Fakat kime ne kadar tartacağını, yani hakkın ölçülerini kendisi koyamaz. Akıl ve tecrübeye dayalı bilim ise özünde değer hükümleri taşımaz. Kur’an’ın her zamanda ve mekanda evrenselliği, değiştirilmesi asla istenmeyen kimlik göstergeleri, kıble ve bazı haramlar gibi ibadetler, Kur’an’da yer alan cezai hükümler ve benzeri olmazsa olmaz rüknü kabilinden olan şeylerin korunmasıyla olur. Bunların uygulaması sırasında kavmi ve coğrafi renk tonlarına sahip olması tabidir. Vahiy kaynaklı bu hukuki yapı Medeniyet yolunda ilerlerken ayağımızı sağlamca basabileceğimiz sabit bir zemine sahip olmamız gerekir.[60]
Elbette bugüne kadar yapılan bütün beşeri yorumlarda olduğu gibi bu dönemde yapılacak yorumlarda da hata bulunacaktır. Fakat bu hataları belli esaslara riayet ederek en aza indirmek mümkün ve hatta gerekli olmalıdır. Kuran hakkında yorumlar yapılırken uyulması gereken prensiplerden biri de aşırı bir müdafaa ve güzel gösterme isteği içerisine girmemektir. Günümüzde özellikle İslam ceza hukukundaki bazı uygulamalar konusunda iyi niyetle yapılan yorumları buna örnek gösterebiliriz. Zannediliyor ki, İslam hukukundaki bir takım cezalar İslam’ı anlatma konusunda bazı problemler doğuracaktır. Bunu önleme düşüncesi ile Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemindeki bazı uygulamalar görmezlikten geliniyor veya Kur’an’daki bazı hükümler zorlama yorumlara tabi tutuluyor.
Kur’an’ın cezalandırma sisteminin bu günkünden farklı olduğu aşikârdır. Ancak hangi sistemin suçları önlemede daha etkili olduğu üzerinde önemle durulmalıdır. Eğer İslam cezalandırma sistemi suçları önlemede daha etkili ise, oradaki bazı uygulamaların ilk bakışta sert görünmesi, bizi farklı yorumlara itmemelidir. Unutmamak gerekir ki, bu cezalar suçsuz insanlara verilmemektedir. Eğer biz Kur’an’ı doğru anlatabilirsek İslam kendisini en iyi şekilde müdafaa eder ve sahip olduğu tabii güzellikler, insanları kendisine çekmek için yeterlidir.
İslam toplumunun tarihi tecrübesi içinde, Kur’an’ı her anladığımız çağ ve durumda araya tarih, toplum ve kültür giriyorsa,  şimdiden sonra yaşayanlar onu bizim anladığımızdan farklı anlayacaklar demektir. İşte bu anlamanın sınırlarının iyice belirlenmesi gerekmektedir. Eğer nesh olayını Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanına hasretmeyip günümüze bunu taşıyacak olursak, o zaman kafalara şöyle bir soru takılıyor.  Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında bir hükmün kalkması gerektiği zaman, Yüce Allah bunu Peygamberi vasıtasıyla yapıyordu. Yani o zaman kalkan hükmün yerine gelecek yeni hükmün şari’ i Allah idi. Ama bugün aynı işlemi tekrar ettiğimiz zaman şarii kim olacak.
 
G- Anlamın Değişmesi Nedeniyle Kuran Ayetlerinin Değerlendirilmesi
Hadislerde daha belirgin gözükmekle birlikte Kur’an’da da izlenen dini bir siyasetin olduğunu görüyoruz. İslam kendisine inananlar ile inanmayanları kesin olarak ayırmak için dini merkez Mekke olmakla birlikte, geçici bir süre için inananlarını Kudüs’e doğru kıbleye yöneltmişti.[61] “Senin yöneldiğin yönü, peygambere uyanları cayacaklardan ayırmak için kıble yaptık”[62] ayeti bunu açıkça ifade etmektedir.
Kur’an’ın bize bildirdiği bir ilke de Allah, insan hayatını kolaylaştırmayı ve zorluklardan kurtarmayı hedefler. Bu teminat, yüce yaratıcı tarafından açık bir şeklide bildirilmiştir. O, bize, insanlık için zorluklar yaratmak istemediğini, her şeyi kolaylaştırmak istediğini açıkça bildirmektedir. Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: ‘’Allah sizler için kolaylık diler, zorluk dilemez’’[63]
Peygamberimizin ise şöyle dediği rivayet edilmektedir: “ed-Dinü yüsrün” yani din kolaylıktır.
Hanefi fıkıhçılarından son dönem âlimleri bu konuyla ilgili ayet ve hadisleri kendi dönemlerindeki tarihi süreç çerçevesinde değerlendirerek; örf değiştiği ve zaruretler gerektirdiği takdirde bazı konularda “zahiru rivaye’ye” aykırı fetva verilebileceğini onaylamışlardır.[64] Şimdi bu fetvalardan bazı misaller vermek istiyorum. İslam’ın ilk dönemlerinde öğreticiler için yeterli ödenek vardı. Bundan dolayı Ebu Hanife ve iki öğrencisi Kur’an vb. şeylerin öğretiminden dolayı ücret almayı yasaklamışlardı. Ancak öğreticilerin ödeneği kesilince örfün değişmesinden dolayı mezhebin sonraki devir ileri gelenleri bu işten ücret alınabileceğine fetva verdiler.
Yine sonraki devir hukukçuları, Hanefi ekolündeki “yararların tazmin edilmeyeceği” kaidesine aykırı olarak, bir yetime ya da bir vakfa ait akarı gasp edenin bu kardan edindiği yararı tazmin etmesi gerektiğine fetva verdiler. Bir başka örnek ise: Önceleri evler tek bir tarzda yapılıyordu. Müşteri evin odalarından birini gördüğünde Hanefi mezhebinde, kendisine tanınan görme muhayyerliğini düşürecek şekilde alım satımın konusu hakkında yeterli bilgi sahibi addedilirdi. Ancak sonraki devir ileri gelenlerinin zamanında binaların eski durumu değişti ve binalar yeknesak olma özelliğini yitirdi. Bu alimler de, tek bir tarzda yapılmayan evlerde, satımdan önce evin her odasını görmek gerektiğine fetva verdiler. Mecelle de bu hükmü benimsedi. [65]
Kur’an’ın 7. asırda inmiş olduğu ve o devrin cahilliye Arap toplumunu muhatap aldığı bir gerçektir. Kuran nasıl ki Arapların dillerini kullanıyordu ise, aynı şekilde mesela; cennet, huri tasvirlerinde Arapların güzellik anlayışına itimat etmiş, cehennemlikleri tasvir ederken de düşman imajlarına dayanarak, onları gök gözlü olarak tavsif etmiştir.[66]Zira Araplarda gök gözlülük düşman imajının en belirgin bir vasfıdır ve onu büyük bir uğursuzluk sayarlardı.[67]
Yine içerdiği çeşitli tarihi olaylara atıflarda bulunması, sorulan sorulara cevap vermesi, keza onun zaman ve mekan unsuru içeren bazı öğeleri içinde bulunduruyor olması birer hakikattir. Tarihsel şartlardan doğan ve tamamen tarihin 14 asır öncesinin toplumsal şartları gözetilerek vaz edilmiş hükümleri vardır. Ancak bu hükümlerin bulunması o ayetlerden bugün bizler için rehberlik edebilecek ilkeler çıkarmamıza engel olmamalıdır.
Buradan hareketle nassa dayalı hükümler nassın dışında bir faktörle değiştirilebilir mi? bu sorunun cevabı kritik bir açıklamaya muhtaçtır. Şayet nas din ve ibadet konularına aitse ‘’yer yer olarak, gök de gök olarak kaldığı müddetçe’’ hükümleri sabittir. Zira dinin ana esasları, tevhit ve iman kuralları ezeli ve ebedi tek bir hakikattir.  Bu hususta boyun eğme ve nassa bağlanma gerekir. Sabit olan ebediyen her zamanda, her mekanda ve her durumda sabittir.[68] Ancak nas dünyevi işlemlerle ilgili ise burada asl olan, hikmetlere yönelmek ve hükümlere temel oluşturan illetleri anlamaktır. Bu nokta tüm hukukçuların ittifak noktasıdır.
Hz. Ömer’in, İslamın şevket dönemine girildiğini gerekçe göstererek müellefe-i kuluba zekattan pay vermemesi, şartlardaki değişiklikten İslami hükümlerin nasıl etkilendiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İslam’ın her dönem insanının ihtiyaçlarına cevap verebilmesi, o dönemin şartları ışığında yeniden yorumlanması ile mümkündür.
Ayrıca, hükümlerin değişmesi kaidesini uygulamaya koymanın nasları değiştirmek anlamına gelmediğini vurgulamak gerekmektedir. Naslar kutsaldır. Herhangi bir şekilde onlara dokunulması mümkün değildir. Değişimden kastedilen zaruretin, nassa temel teşkil eden adetlerin ve illetlerin değişiminin veya nassın uygulanması için gerekli şartların bulunmayışının ışığında bu naslara dayalı içtihat ve yorumun değişmesidir.
Ahkâmın değişmesine karşı çıkanlar, her ortaya çıkan maslahat ve farklı ortam gereği hükümler değiştirilecek olursa, bir zaman sonra ‘’şeriat’’ diye bir şey kalmayacağı ve bu tutumun şer’i hükümleri rey yolu ile nesh etmek olduğunu söylemişlerdir. Hiçbir zaman “değişme” şeriatın ortadan kaldırılmasına sebep olabilecek mahiyet arz etmediği gibi aksine onu ebedi yürürlükte kılmak için zaruri bir görünüm de arz eder.[69] Hukukta değişiklik gerek aklen ve gerekse şer’an zaruri gözükmektedir. Zaruri olan bu değişikliği, genel hukuki çerçeveyi bozmadan kabullenmemek, tıkanmalara ve hukukun tümden yaşanılan hayattan uzaklaştırılmasına neden olacaktır. Oysaki İslam hukukunun amacı donmak ya da hayatı dondurmak değil, hayata hem ayak uydurmak hem de yön vermektir. Hiçbir zaman özden, genel çerçeveden uzaklaştırılmamak kaydıyla İslam hukukunun hayatiyetini temin edecek değişikliğe şer’an da zaruret vardır. Bir vacibin varlığı için zaruri olan şeyler de vaciptir[70] prensibi de bunu gerektirir.
Geçen zaman süreci içerisinde her şey değişmektedir. Değişmeden olduğu gibi kalan hemen hemen hiçbir şey yok gibidir. Bunun bir istisnası varsa, belki o da değişme kanunudur.[71] Dünyada, tarihte hiçbir hukuki hükmün değişmeden kaldığı görülmemiştir. Geçmişte mevcut bütün kanunlar değişmiş, yerlerine başkaları konulmuştur. Kanun ihtiyacı tanzim için tedvin edilir. Yoksa ihtiyaçlar eski kanunlara uydurulmaz.[72]
İslam hukuku da şüphesiz teşri ve tedvin dönemlerindeki ihtiyaçları düzenlemek için konulmuştur. Zamanla hukukun tedvinini gerektiren alt yapı değişmişse -ki değişmiştir- ilgili hükümlerin de değişmesi zaruridir. Öyle ise, zaman faktörü mevcut konumu değiştirdiği gibi ilgili hükümleri de değiştirir.[73]Mesela; Kur’an’ın indiği dönemdeki ilk muhatapları onların anlayış ve birikim sınırlarını aşarak bugünün birikimleri ile bilinebilecek nükleer teknoloji gibi konulardan bahsetmiş olsaydı, Kur’an onlar için anlaşılmaz olacaktı. Nitekim bir başka perspektiften bakıldığında huruf-u mukattaa böyle bir yapı arz etmektedir. Hz. Ali’nin ve Hz. Ebu Bekir’in anlayışları ile her kitabın bir sırrı ve özü vardır. Kur’an’ın sırrı da huruf-u mukattaa’dır.[74]
Dil,[75] başkenti, (Ümmü’l-Kura)[76] harem bölgesi seçimi, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların yenilmemesi[77] gibi değişmez hükümlerin yanında, sadece Arap müşriklere has olmak üzere “ya ölüm, ya da İslam!” parolasının kabul edilmesi [78] muhtemelen iktisadi güvenliğin temini için haram aylar[79] telakkisine belli bir süre katılınması, Müslüman kadınların azlığı ve cihat zarureti yüzünden Müslümanların kendi yurtlarından ayrı kalmaları; ayrıca diğer din salikleri arasında da dine davet ve neşri zaruretinden dolayı ehl-i kitap hanımları ile evlenmeye izin verilmesi[80] müellefe-i kuluba zekattan bir fon tahsis edilmesi,[81] özellikle de hukuki olmaktan çok siyasi amaçlı olan Bedir esirleri hakkındaki ayetler[82] kılıç zoruyla fethedilmekle beraber Mekke’nin taksimine gidilmemesi[83] muhtemelen Kur’an’ın geçici siyaseti ile ilgili olmalıdır. Nitekim uygulamaların da bu doğrultuda tezahür ettiğini görüyoruz.
Artık İslam’ın güçlü olduğu gerekçesi ile müellefe-i kuluba hisse vermeyen Hz. Ömer[84] yine siyaset icabı Huzeyfe’nin Yahudi bir kadınla evlenmesine müdahale etmiştir.[85] Tabiin fukahasından Ata’nın (115/733) konuya yaklaşımı ise daha açıktır. Şöyle diyor: ‘’Yahudi, Hıristiyan hanımlarla evlenmeyi Allah Teala o zamanlar müsaade etmişti. Çünkü Müslüman hanımları azdı. Şimdi ise, sayılarına bereket gelmiştir. Ötekilere ihtiyaç kalmamıştır. Dolayısıyla da ruhsat zail olmuştur.’’[86] Kılıç ayetinin[87] hükmünü sadece Arap müşriklerine hasretmek de yine dini siyasetin bir gereği idi. Bedir esirleri hakkındaki istişarede hepsinin boynunun vurulmasını isteyen aynı Hz. Ömer yarımadadaki dini siyasi bütünlüğün temininden sonra aynı tavrı fethedilen ülkelerin ahalisine göstermemiş; onları köleleştirmemiş, boyunlarını vurmamış, haklarında tamamen yeni bir statü belirlemiştir.
[1] Maide, 5/103.
[2] Maide, 5/104.
[3] Er-RAZİ, Mefatihu’l-Gayb, c.XI, s.9; Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dli  Akçağ  yay. Ankara, 1995, c.III, s.285
[4] Ahzab, 33/5-40.
[5] Mücadele 58/1-4.
[6] Şemsüddin es-SERAHSİ, Şemsul Eimme Muhammed b. Ahmet,el Mebsud, , Beyrut/Lübnan,1986 c.VI, s.223-224.
[7] BİLMEN,Ömer  Nasuhi,Hukuki islamiyye  ve  İstilahat-i Fıkhiyyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayın Evi c.II, s.179,İstanbul , trs.
[8] es-SERAHSİ, a.g.e. c.VI, s.223-224.
[9] Muhammed HAMİDULLAH, İslamda Devlet İdaresi, Çev. Kemal KUŞÇU, İstanbul,1969, s.45.
[10] Nihat ENGİN, Vecdi AKYÜZ, ‘’Asr-ı Saadette Kölelik ve Cariyelik’’, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam İçinde, Beyan Yayınları, İstanbul, 1994, c.I, s.493.
[11] BUHARİ, İcare 9; İBN MACE, Ruhun 4.
[12] Tevbe, 9/60.
[13] Enfal, 8/67.
[14] FENDOĞLU, a.g.e., s.17-19.
[15] Nisa, 4/92; Maide, 5/89; Mücadele, 58/3.
[16] Muhammed ESET, a.g.e., s.1121.
[17] Mehmet S. HATİPOĞLU, ‘’İslam’ın Aktüel Değeri Üzerine’’, İslami Araştırmalar Dergisi, s.1, Temmuz , Ankara 1986, s.10.
[18] eş-ŞATİBİ, el-İ’tisam, Beyrut, 1986, c.I, s.49.
[19] Mehmet ERDOĞAN, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, İ.F.A.V. Yayınları, İstanbul 1990, s.128-129.
[20] Enfal, 8/60.
[21] eş-ŞATİBİ, el-Muvafakat, c.II, s.69.
[22] Maide, 5/38.
[23] Mehmet DAĞ- Mehmet AYDIN, ‘’Önsöz’’ (Fazlurrahman, İslam içinde), Ankara Okulu yayınları, Ankara, 1999, s.14.
[24] Muhammed Abid el-CABİRİ, Çağdaş Arap-İslam Düşüncesinde Yeniden Yapılanma, Çev. Ali İhsan PALA- Mehmet Şirin ÇIKAR, Kitabiyat, Ankara 2001, s.59.
[25] Roger GARAUDY, ‘’Şeriat’’, İslamiyat Dergisi, Çev. Salih AKDEMİR, c.I, S.IV, Ankara 1998, s.22-23.
[26] Ali Osman ATEŞ, İslama Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitap örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1996, s.446.
[27] ATEŞ, a.g.e., s.445.
[28] Muhammed HAMİDULLAH, İslam Peygamberi, c.II, s.932.
[29] Muhammed HAMİDULLAH, a.g.e., c.I, s.27.
[30] Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuki İslamiyye ve İstilahati Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basım ve Yayın Evi, İstanbul, trs. c.III, s. 33.
[31] EBU DAVUD, Akdiye 29; TİRMİZİ, Diyat 20; NESAİ, Sarık 2; İbn Rüşd Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed  el-KURTUBİ, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayatu’l- Muktesid, c.II, s.246; Hayretin KARAMAN, Mukayeseli İslam Hukuku, Nesil Yayınevi, İstanbul, 1991, c.III, s.161.
[32] EBU DAVUD, Akdiye 29.
[33] Er-RAZİ, Mefatihu’l-Gayb, c.XI, s.169.
[34] Muhammed HAMİDULLAH, a.g.e., c.II, s.934.
[35] Maide, 5/33.
[36] BUHARİ, Hudud, 11-12, Megazi 53; MÜSLİM, Hudud 8-9; EBU DAVUD, Hudud 4-9-21; TİRMİZİ, Hudud 6-20; NESAİ, Kat’us-sarık 15-16; İBN MACE, Hudud 21-29; Adnan KOŞUM, ‘’İslam Hukukunda Hırsızlık Konusunda Yeni Yaklaşımlar’’, Diyanet İlmi Dergi,  c.XXXVII, S.3, Ankara 2001, s.98-99.
[37] Şah Veliyyullah ed-DIHLEVİ, Huccetullahi’l-Baliğa, Terc. Mehmet ERDOĞAN,  ANKARA, 2003, c.II, s.403.
[38] Muhammed Ebu ZEHRA, İslam Hukukunda Suç ve Ceza: İbrahim TÜFEKÇİ, Kitabevi, İstanbul 1994, c.II, s.82.;  Ahmed  ŞERBASİ, Yeselüneke fi’d-dini ve’l-Hayat, Beyrut, 1981, c. VII,s.559.
[38] Şura, 42/38; Al-i İmran, 3/159.
[39] Maide, 5/3.
[40] Ömer ÖZSOY, ‘’Kur’an ve Tarihsellik Tartışmalarında Gözden Kaçırılanlar’’ Tezkire, S.11,12, Vadi Yayınları, Ankara, 1997, s.72.
[41] el-CABİRİ, Çağdaş İslam-Arap Düşüncesinde Yeniden Yapılanma, s.51-53.
[42] bkz.  Abdurrahman ÇETİN, Kur’an’ın Farklı Yorumlanmasında Kıraatlerin Rolü, Diyanet İlmi Dergi, c.37, s.4. Ekim- Kasım- Aralık, 2001.
[43]; Yakup ÇİÇEK, İslamı Anlamayı Engelleyici İki Tuzak:  Mealcillik Ve Tarihselcilik,  s.48. Kur’an ve Tarihsellik Soruşturması, Haksöz Dergisi, Haziran 1997.
[44] Mevlüt UYANIK, Kur’an’ın Tarihsel ve Erensel Okunuşu, Fecr Yayınıvi, Ankara, 1997, s.28.
[45] Embiya, 21/25; Nahl, 16/36; Yunus, 10/72,84; Bakara, 2/28,132; Yusuf, 12/101; Araf, 7/136; Neml, 27/31.
[46] Şura, 42/38; Al-i İmran, 3/159.
[47] BUHARİ, İlim 39, Megazi 83, Merda 17, itisam 26; MÜSLİM, Vasiyet 22.
[48] Nisa, 4/58; Maide, 5/49.
[49] İBN AŞUR, Mekasid, s.202.
[50] Bakara, 2/285.
[51] Nisa, 4/29.
[52] Bakara, 2/282.
[53] Cuma, 62/9.
[54] ŞELEBİ, Ta’lil, s.14.
[55] İBN AŞUR, Makasid, s.46-47.
[56] A’raf, 7/158.
[57] Ahzab, 33/40.
[58] Nihat DALGIN, Değişim Stratejisi Açısından Hukuk ve İslam Hukuku ,Ondokuz  Mayıs Üniversitesi  İlahiyat Fakultesi ,Dergisi, S.16 Samsun ,2003,s.87.
[59] Mehmet ERDOĞAN, Akıl Vahiy Dengesi Açısından Sünnet, İstanbul, 1995, s.66.
[60] ERDOĞAN, a.g.e., s.67.
[61] FAZLURRAHMAN, İslam,  5. Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1999, s.23.
[62] Bakara, 2/143.
[63] Bakara, 2/185.
[64] İBN ABİDİN, Neşru’l-Arf, Suriye, 1301, s.17.
[65] Osman ÖZTÜRK, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s.926.
[66] Taha, 20/102.
[67] KURTUBİ, c.XII, s.224.
[68] İBN HAZM, el-İhkam, c.V, s.5.
[69] Mehmet ERDOĞAN, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, , İFAV, Yayınları, İstanbul 1990, s.95.
[70] AMİDİ, İhkam, c.I, s.96.
[71] HATİPOĞLU, İslamın Aktüel Değeri Üzerine, İslami Araştırmalar, S.1, s.12.
[72] HATİPOĞLU, a.g.m. s.12.
[73] Mehmet ERDOĞAN, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, İFAV, İstanbul 1990, s.16.
[74] ez-ZERKEŞİ, el-Burhan, c.I, s.262; es-SUYUTİ, el-İtkan, c.I, s.657.
[75] ŞATİBİ, Muvafakat, c.II, s.64-65.
[76] En’am, 6/92-124; Şura, 42/7.
[77] Bakara, 2/173; Maide, 5/3; Enam, 6/145; Nahl, 16/15.
[78] EBU YUSUF, Kitabu’l -Haraç,  2. Baskı, (Çev. Ali ÖZEK) İstanbul, 1973.s.185; İBN SA’D, Tabakat, c.II, s.242;HAMİDULLAH, İslam Devlet İdaresi, s.77.
[79] HAMİDULLAH, ‘’İslamdan Önce Mekke’nin İktisadi Münasebetleri’’, AÜİFD, 1961, c.IX, s.221.
[80] Maide, 5/5; ŞELEBİ, Ta’lil, s.45.
[81] Tevbe, 9/60.
[82] Enfal, 8/67.
[83] Ali ŞAFAK, Arazi Hukuku ve Tatbikatı, İstanbul, 1997, s.87.
[84] Mehmet ERDOĞAN, İslam Hukukunda Ahkamın Değişmesi, İFAV, İstanbul, 1990, s.76.
[85] CESSAS, Ahkamu’l-Kur’an, c.III, s.323; Hayrettin KARAMAN, İslam Hukukunda İctihad,  İFAV, İSTANBUL, 1996, S.67.
[86] HATİPOĞLU, İslamın Aktüel Değeri Üzerine, s.25.
[87] Tevbe, 9/36.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kuranın bazı ayetleri tarihselmidir, o dönememi aiittir? Bu ayetleri diğer asırlar a nasıl hitab eder
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bazı Kimseler "Biz Niçin Allah'ı Görmüyoruz?" Diyorlar. Buna Nasıl Karşılık Verilmelidir?
» Diyanet ve diğer Kutlu Doğum sinevizyonu-diğer kutlu doğum materyelleri
»  AHKAM AYETLERİ
» İrade Ayetleri
» izlenesi filmler

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Kuran-Tefsir-
Buraya geçin: