7- NAMAZ.. 3
aşağıdaki tüm bilgiler verilen linkte mevcuttur
http://www.herkul.org/hadisatlasi/hk/n/namaz/012-ahkamhadisleri/indexana.htm
Çıkarılan Hükümler:. 5
Namazı Terkeden Küfre Girmiş Sayılır Mı?. 5
Namazı Terketmenin Küfrü Gerektirmiyeceğini Söyleyenlerin Delilleri. 7
Alışması İçin Çocuğa Namaz Kılmasını Emretmek. 8
Çıkarılan Hükümler:. 10
Kafir İslam’a Girince Geçmiş Namazları Kaza Etmez. 10
Çıkarılan Hükümler:. 10
Namaz Vakitleri. 11
Çıkarılan Hükümler:. 14
Öğle Namazını Vakit Girince Hemen Kılmak Veya Bir Süre Geçiktirerek Kılmak 14
Çıkarılan Hükümler:. 16
İhtiyari ve İztirari Hallerde İkindi Vaktinin Evveli İle Sonunu Belirlemek. 17
Çıkarılan Hükümler:. 18
İkindi Namazını Vakit Girince Hemen Kılmak. 18
Çıkarılan Hükümler:. 21
Salat-i Vüsta (Orta Namaz). 21
Akşam Namazının Vakti. 23
Akşam Vakti Yemek Hazır Olunca Önce Yemeğe Oturup Karnı Doyurmak Sonra Namaz Kılmak 25
Çıkarılan Hükümler:. 26
Akşam Farzından Önce İki Rek’at Namaz Kılmak. 26
Yatsı Namazının Vakti ve Geciktirilmesinin Fazileti. 27
Yatsı Namazını Kılmadan Uyumak ve Kıldıktan Sonra Konuşup Sohbet Etmek Mekruhtur 30
Çıkarılan Hükümler:. 31
Sabah Namazının Vakti ve Erken Kılınması. 31
Çıkarılan Hükümler:. 34
Vakit İçinde Namazın Bir Kısmına Yetişen Kimse Onu Vakit Çıksa Bile Tamamlar Mı? 34
Çıkarılan Hükümler:. 36
Vaktinde Eda Edilmeyen Namazları Kaza Etmek. 37
Çıkartılan Hükümler:. 39
Kazaya Kalmış Namazları Kılarken Tertibe Riyayet. 39
Çıkarılan hükümler:. 42
Ezan Ve İlgili Hükümler. 42
Ezanın Gereği ve Fazileti. 42
Çıkarılan Hükümler:. 44
Ezanın Sıfat ve Elfazı. 44
Çıkarılan Hükümler:. 51
Ezanda Sesi Yükseltmek. 51
Çıkarılan Hükümler:. 52
Ezan Sesini İşitirken Ne Söylenir?. 52
Çıkarılan hükümler:. 55
Ezan İle İkameti Aynı Kişinin Okuması Gerekli Midir?. 55
Çıkarılan Hükümler:. 56
Ezan İle İkamet Arasında Az Bir Süke Oturmak. 56
Çıkarılan Hükümler:. 58
Ücret Karşılığında Ezan Okumak Caiz Midir?. 58
Çıkarılan Hükümler:. 59
Kazaya Kalan Namazlar Kılınırken Ezan ve İkamet Okumak Sünnet Midir?. 59
Çıkarılan Hükümler:. 61
Avret (Utanç) Yerini Örtmek. 61
Çıkarılan Hükümler:. 63
Göbeğin ve Dizkapağının Kendisi Avret Midir?. 64
Çıkarılan Hükümler:. 65
Hür Kadını Avret Yerleri. 65
Çıkarılan Hükümler:. 67
İpek veya Gasbedilmiş Elbiseyle Namaz Kılmak. 67
Çıkarılan Hükümler:. 69
İpek Elbise Giyinmek ve Altın Eşya Takınmak Erkeklere Haramdır. 69
Çıkarılan Hükümler:. 72
İpek Yaygı Üzerinde Oturmak, Onu Giyinmek Gibidir. 72
Çıkarılan Hükümler:. 74
Altın ve Gümüş İle Diş Kaplatmak. 74
Çıkarılan Hükümler:. 76
Üzerinde Suret Bulunan Elbise, Örtü Ve Benzeri Eşya. 76
Çıkarılan Hükümler:. 79
Güzel Elbise Giyinmek ve Alçak Gönüllü Davranmak. 80
Çıkarılan Hükümler:. 82
Kadını Beden Hatlarını Gösterecek ve Onu Erkeklere Benzetecek Şekilde Elbise Giyinmesi Men Edilmiştir. 82
Çıkarılan Hükümler:. 84
Elbiseyi Sağdan Başlayarak Giyinmek. 84
Namazda Giyilen Elbiseyi ve Namaz Kılınan Yeri Necasetten Arındırmak. 85
Çıkarılan Hükümler:. 87
Kundura, Çizme, Fotin, Lapçin ve Benzeri Ayakkabılarla Namaz Kılmak Caiz mi? 87
Çıkarılan Hükümler:. 88
Namaz Nerelerde Kılnabilir , Nerlerde Kılınamaz. 89
Çıkarılan Hükümler:. 93
Kabenin İçinde Nafile Namaz Kılmak. 93
Çıkarılan Hükümler:. 94
Gemide Namaz Kılmak. 94
Çıkarılan Hükümler:. 97
Cami Yapmak veYaptırmak. 98
Çıkarılan hükümler:. 99
Camilerin Süpürülerek Temizlenmesi Güzel Kokularla Havasnıın Değiştirilmesi 99
Camiye Girilirken ve Çıkılırken Hangi Dualar Okunur. 100
Camilerin Nelerden Korunması Gerekir ve Camilerde Neler Mubahtır?. 101
Çıkarılan Hükümler:. 105
Caminin Kıblesinde Namaz Kılanları, Oyalayacak, Dikkatlerini Dağıtacak Şeyler Bulundurmak 106
Ezan Okunduktan Sonra Camiden Çıkılmaz. 107
Çıkarılan Hükümler :. 107
7- NAMAZ
Namaz dinin direği, ailenin düzeni, toplumun dengesi, hayatın hikmeti, kulluğun gereği ve imânın açık belgesidir. Allah ile kulları arasında en işlek yoldur. Hiçbir peygamber namazdan vareste tutulmamış, semavî hiçbir din bu ibâdete ilgisiz kalmamıştır.
Onun için Resûlüllah (a.s.) Efendimiz. «Namaz benim gözümün aydınlığı kılınmıştır!» Buyurarak, namazın her iki hayatımıza nasıl bir aydınlık getireceğine işaret etmiştir. Âhiret'te insandan ilk önce bu ibâdetten sorulacağı da onun önemini anlatmaya yeterli bir delildir. Aynı zamanda NAMAZ küfürle imân arasında bir alâ-met-i farika sayılır.
Kur'ân-ı Kerîm'in elliden fazla yerinde bundan bahsedilerek Allah'ın kullarının günlük hayatlarında maddeyle mâna, dünya ile âhiret, nefs ile ruh arasında denge sağlayacak, köprü kuracak namazı görmek istediğine en belirgin şahittir.
İlgili hadîsler :
Abdullah b. Ömer (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir «İslâm beş (esas) üzerine kurulmuştur ı Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhanımed'in
e Allah'ın Rasûlü bulunduğuna şehadet etmek; namaz kılmak, bkât vermek Beytullah'a haccetmek ve Ramazan orucunu tut-ıak..»[1]
Enes b. Mâlik (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki : İsrâ ge-asinde Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e elli vakit namaz farz küm-iııştı. Sonra azaltılarak beş vakte indirilmiştir. Sonra da ona şöyle eslenümiştir : «Ya Muhammedi Şüphesiz ki söz benim yanımda leğişmez. O bakımdan şu beş vakit ile sana elli vaktin (sevabı) vardır.»[2]
Hz. Aişe (r.a.) Vâlidemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki : ÎNamaz ikişer rek'at olarak farz kılındı. Sonra hicret edince dört ek'at olarak farz kılındı ve seferi namaz evvelki (sayı) üzerine nrakıldı.»[3]
Talha b. Ubeydullah (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : 'Bir bedevi, saçları dağınık bir halde Peygamber (a.s.) Efendimiz'e ;eldi ve aralarında şu konuşma geçti :
— Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'ın benim üzerime namazdan ne-n farz kıldığını haber ver?
— Beş vakit namaz, meğer ki tetavvu' olarak bir şey (fazla-lan) kılasın...
— Allah'ın benim üzerime oruçtan ne kadar farz kıldığını ha-oer ver?
— Ramazan ayı... Meğerki tetavvu' olarak bir şey toruç tuta-3in.)
Bana Allah'ın üzerime zekâttan neyi farz kıldığını haber ver?
Böylece Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona İslâm şeriatının hepsini haber verdi. Bunun üzerine Bedevî şöyle dedi:
— Sana ikramda bulunan Allah'a yemin ederim ki, bundan ne fazlasını yaparım, ne de Allah'ın üzerime farz kıldığından bir şey eksiltebilirim!..
Onun bu sözü üzerine Peygamber (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu :
— Eğer doğru söylediyse kurtuluşa erdi veya Cennet'e girdi... [4]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- îslâm beş esas üzerine kurulmuştur. Onlardan biri de namazdır.
2- Namaz Mi'rac gecesi, önce elli vakit olarak farz kılınmış, sonra noksanlaştırılarak beşe indirilmiştir. Bu artık ne artar, ne de eksilir. Günde belirli zamanlarda beş vakit namaz kılmak farzdır ve bu elli vakit namaz değer ve sevâbmdadır.
3- Namaz önceleri ikişer rek'ât olarak farz kılınmıştır, yani her vakitte iki rek'at farz namaz kılınırdı. Hicretten sonra bu sabah ve akşam dışındaki vakitlerde dörder rek'ata çıkarılmıştır.
4- Seferde ise, yine önceleri olduğu gibi, öğle, ikindi ve yatsı farzları ikişer rek'ât olarak kalmıştır.
5- Kurtuluşun en açık yolu, Allah'ın farz kıldığı ibâdetleri dosdoğru yerine getirmektir. Ancak dileyen fazladan nafile ibâdet yapabilir.
Hadislerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, ictihâd ve istidlalleri:
a) Hanefîlere göre:
Namaz beş vakittir. Bu, kitap, sünnet ve ümmetin icma'ıyla sabit olmuştur. Namazın rek'at sayısına gelince, bu, mükellef kişinin mukiym ve misafir (eyleşik ve yolcu) olmasına göre değişir. Eyleşik ise, 17 rek'at ,yolcu ise 11 rek'attır.
Hz. Ömer (r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir : «Yolculuk halinde olan kimsenin namazı iki rek'attır; Cuma namazı da iki rek'attır; bu tamdır, noksanlaştırılmış değildir. Peygamberinizin diliyle bu şekil ifadesini bulmuştur.»
Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette ise, şöyle demiştir : «Namaz aslında iki rek'at olarak farz kılındı, ancak akşam namazı de-Iğü, çünkü o gündüzün tek namazıdır. Sonra hazar (eyleşik hal) da artırıldı ve seferde (yolculuk halinde) eski haline terkedildi.»[5]
Böylece Hanefüer, naklettiğimiz iki rivayete de itibar etmişler ve farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Esasta ise ihtilâf söz konusu olmamıştır.
b) Şafiüere göre :
Namaz beş vakittir. Eyleşik halde öğle, ikindi ve yatsı farzı dörder, akşam üç, sabah iki rek'attır. Yolculuk halinde ise, dört rek'atlı farzlar ikişer rek'at olarak kısaltılır. Akşam ile sabah namazı aynen muhafaza edilir. Böylece Şafiîler, bu konuda Hz. Ömer'den (r.a.) nakledilen rivayeti sened seçmişlerdir. Onlara göre, beş vakit namaz önce ikişer rek'at olarak değil, şimdi kılındığı gibi, öğle, ikindi ve yatsı farzları dörder rek'at olarak farz kılınmıştır. Seferde ise, bir ruhsat olarak dört rek'atlı olanlar ikişer rek'at kı-lmabilir.[6]
c) Hanbelî'lere göre :
Namaz, kitap, sünnet ve icma, ile farziyeti sabit olan önemli bir farzdır. 5/98 sûrede bu açıkça belirtimiştir. Sünnet'te ise, Abdullah b. Ömer'in (r.a.) hadîsiyle istidlal edilir.
Farz kılman namazlar, bir gün ve bir gece (24 saat) içinde beştir. Bunun bu vakitlerde farziyeti hakkında müslümanlar arasında en küçük bir ihtilâf olmamıştır. Başka namaz ancak bir harici sebepten dolayı vâcib olur, adak ve benzeri şeyler gibi. İmam Ebû Hanîfe ise, vitir namazı da bizatihi vâcibdir, demiş ve şu hadîsle istidlal ve ihticacda bulunmuştur:
Şüphesiz ki Allah size bir namaz daha artırdı, o da vitir'dir.»
Diğer bir hadîste ise, «Vitir haktır» buyurmuştur ki, bu vücubu gerektirmektedir.[7]
Hanbelîler bu konuda daha çok îbn Şihab'm Enes b. Mâlik'-den (r.a.) yaptığı rivayeti kendilerine sened seçmişler ve onunla
ihticac etmişlerdir ki, konunun başında 1057 no'lu Enes hadisin biraz uzun şeklini ihtiva etmektedir.[8]
d) Mâlikîlere göre:
Onların görüş ve içtihadı, Hanbelîlerle birleşir. O bakımdan açıklamaya gerek görmüyoruz.
Rivayetler ve tahliller:
Şüphesiz ki, beş vakit namazla ilgili rivayetlerin hepsim buraya nakletmemize hacmimiz müsait değildir. Ancak rivayet ettiğimiz hadîsler üzerinde yapılan incelemeye yer vermek istiyoruz.
Birinci hadis, yani 1056 no'lu Abdullah b. Ömer (r.a.) hadîsi, İslâm'ın beş sütun, beş esas üzerine kurulduğunu ifâde ediyor. Oysa ilk nazarda İslâmiyet'in bu beş şeyden ibaret olmadığı karşımıza çıkmaktadır. Ama mes'eleyi iyice inceleyip hikmet ve gayesiyle ele aldığımızda, İslâm'ın tamamım içine alıp kapsadığını görürüz. Şöyle ki:
Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü bulunduğuna şehadet, çok geniş ve kapsamlıdır: Dinin bütün esas ve füruâtım içine almakta, Allah ve Resûlüna imânın, onlardan gelen bütün esas ve prensiplere uymayı gerektirir. O halde yalnız iki şehadet kelimesi İslâm'ın tamamını gölgesi altında bulunduran bir çadır veya çatı mahiyetinde tezahür eder. Namaz, zekât, hacc ve oruç ise, fert ve toplumun ahlâkını tehzîbe, iç disiplini sağlamaya, sosyal adaletin gerçekleşmesine yardımcı olmaya ve toplum yapısında huzur ve sükûnun kurulmasına, düzenli bir hayat sisteminin oluşmasına yarayan ibâdetlerdir ki, bunları imânın değişmez ürünleri olarak vasıflandırabiliriz.
O bakımdan İslâm, sözü edilen beş sütun üzerinde kurulu bir çadıra veya binaya benzetilmiştir. Başta birinci şart, imânm esaslarım ve İslâm'ın dünya ve âhireti birlikte kucaklayıp düzene sokmaya yöneldiği bir din olduğuna; diğerleri ise, İslâm'ın ahlâkî, içtimai ve ailevî bütün esaslarını beraberinde taşıdığına delâlet eder.
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz böylece İslâm sistemini bir bütünlük içinde işlerken onu beş maddede özetlemiştir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz hadîsin sahîh olduğunda ittifak var-
iır. O bakımdan fazla bir yorumda bulunmaya gerek görmüyoruz.[9]
1057 nolu Enes hadisi, sahihayn'de ittifakla rivayet edilmiş ve [hayli uzun olan İsra hadîsinin sadece bir tarafını oluşturmaktadır. İlim adamlarımız, beş vakit namazdan başka farz bir namaz olmadığını bununla istidlal etmişlerdir. Tabii Cuma farzı öğle farzının yerine kaim olduğundan beş sayısının kapsamına girer. Vitir namazı ise, müctehidlerin çoğuna göre sünnet kabul edilmiştir. İleride buna yeri gelince değineceğiz...
İlim adamlarından bir kısmı bu hadîse dayanarak, elli vakit namazın beş vakitle neshedildiğini ve böylece tebliğ gerçekleşmeden neshin vaki olduğunu söylemişlerse de, olayın cerayan şekli
ive taşıdığı yüce amaçlar dikkate alınınca, nâsih ve mensûhia ilgili olmadığı görülür. Amaç beş vakit namazın, yirmidört saatlik birzamanı tamamen içine alıp ilâhî rızâ doğrultusunda değerlendirmeyi kendinde taşıdığını bildirmektir.
1058 nolu hadîse Ahmed b. Hanbel İbn Keysan tarikiyle «Ancak akşam namazı değil...» fazlalığım nakletmiştir. Hadîsin açık delâleti, seferde iki rek'atm farz kılınmasının azîmet olup ruhsata delâlet etmediğini göstermektedir. Nitekim İmam Ebû Hanîfe'nin de içtihadı bu anlamdadır. Diğer müctehid imamlardan buna «ruhsattır» diyenlerin delili ise, «Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, inkâra sapanların sizi fitneye düşürüp kötülük edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir vebal yoktur...» mealindeki Nisa sûresi 101. âyettir. Burada «bir vebal yoktur» tabirinin ruhsata delâlet ettiği söylenir.
Birinciler ise kendi ictihad ve görüşlerine ayrıca şu hadisi de delîl göstermişlerdir: «Ruhsat Allah'ın size tasadduk ettiği bir sadakadır, O'nun sadakasını kabul edin!» Aynı zamanda Hz. Aişe (r.a.), namaz farz kılındığı yıllarda henüz çocuk idi, konuyu aklet-mesine imkân yoktur. îbn Hacer ise, böyle diyenlere karşı çıkmış ve «Hz. Aişe (r.a.) olaya şahit olmamış, ona ulaşmamışsa da hadis mürsel sayılır ve o bir sahabîdir, sözü hüccet kabul edilir» demiştir. Çünkü bu gibi önemli mes'eleleri Resûlüllah'tan (a.s.) işittiği veya bir sahabeden duyduğu mümkündür.
îbn Abbas'dan (r.a.) yapılan rivayette ise, Hz. Aişe'nin hadîsine muhalif bir hüküm görülmektedir: «Namaz hazar (eyleşik hal) de dört, seferde iki rek'ât farz kılınmıştır.»[10]
İlim adamları bu iki hadîsi bağdaştırmanın mümkün olacağı üzerinde durarak şöyle demişlerdir: Beş vakit namaz İsrâ gecesi ikişer rek'ât olarak farz kılınmış, sadece akşam namazı üç rek'ât olarak belirlenmişti. Hicretten sonra sabah ve akşam namazı dışındaki diğer farzlara ikişer rek'ât ilâve edilmiştir. Nitekim îbn Huzeyme ile İbn Hibbân ve Beyhakî'nin Hz. Aişe (r.a.)'dan yaptıkları rivayette, şöyle demiştir : Hazar ve sefer namazı ikişer rek'ât olarak farz kılınmıştı. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Medine'ye hicret edip güven ve istikrara kavuşunca hazarı namazlara ikişer rek'ât ilâve edildi ve sabah namazı —ondaki kıraatin uzunluğu sebebiyle— iki rek'ât olarak kaldı. Birde akşam namazı, gündüzün vitri sayıldığından üç rek'ât olarak kaldı.
Böylece dört rek'atli farzlar yerleşip istikrar bulunca, seferde hafifletilerek, daha önce belirttiğimiz âyetin inmesiyle iki rek'ât olarak belirlendi.
îbn Esîr'in el-Müsned'in şerhinde söylediği şu sözler bu manayı kuvvetlendirmektedir: «Şüphesiz ki namazın kısaltılması, hicrî dördüncü yılda olmuştur.» Çünkü korku âyetinin o yılda indiğini tesbit edenler olmuş ve İbn Esîr'de onların bu tesbitine dayanarak böyle söylemiştir. Bazısına göre, namazın kısaltılması, hicrî ikinci yılın Rebiulâhır'inde' gerçekleşmiştir. Dolabî de aynı şeyi belirtmiştir. (1063).[11]
1058 no'lu Talha b. Ubeydullah hadîsini aynı zamanda Ebû Da-vud, Nesâî ve İmam Mâlik de tahrîc etmişlerdir. Ancak Ebû Dâ-vud'da soru sorulan bedevinin Necdli olduğu kaydedilmiştir.
Hadîs sahihtir. Vitir, bayram, kuşluk gibi namazların vâcib olmadığını söyleyenler bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Aşu-râ orucunun da vâcib olmadığı yine bu rivayete dayanılarak söylenmiştir. Aynı zamanda bir malda zekâttan başka çıkarılıp verilecek başka bir hak olmadığı istidlal edilmiştir. Vergi konusu devletin irâdesine bırakılarak ayrı bir statüye bağlanmıştır. [12]
Çıkarılan Hükümler:
1- Beş vakit namaz îsrâ gecesinde farz kılınmıştır. Farziyeti Kitap, Sünnet ve icma' ile sabittir.
2- Namaz ikişer rek'at olarak farz kılınmıştır, sadece akşam kmazı gündüzün vitri sayıldığından üç rek'at olarak farz kılınış ve Mekke'de hicretten önce hep böyle kılınmıştır.
3- Öğle, ikindi ve yatsı farzları hicretten birkaç yıl sonra dör-sr rek'âta çıkarılmış ve farz kılınmıştır.
4- Seferi halde ise, öğle, ikindi ve yatsı farzları ikişer rek'at Larak kılınır. Bu ya bir azimet ,ya da ruhsattır.
Beş vakit namazın dışında kalan vitir, bayram ve kuşluk amazı, kimine göre sünnettir; kimine göre, vitir ile bayram nama-l vâcibdir.
6- Ramazan orucundan başka oruçlar farz değildir, ancak >rızî bir sebeple adama, keffaret ve benzeri nedenlerle— vâcib İanları vardır.
7- Muhtaçlara yardım hususunda farz olanı zekâttır, diğer rardımlar sadaka kapsamına girer ve sünnettir. Ancak arızî bir ebeple vâcib olan keffaretler vardır. [13]
Namazı Terkeden Küfre Girmiş Sayılır Mı?
Namaz, imânın en verimli ve en yararlı ürünlerinin başında İmânın tahkik derecesinde kalbde köksalmasma yardımcı olan amellerden biri hiç şüphesiz ki namazdır. Kılınması farz ve farziyetini kabul imânın gereğidir. Terki büyük günah, farziyetini red ve inkâr ise küfürdür.
înkâr etmediği halde namazı terkeden kimsenin küfre girip girmeyeceği hakkında farklı görüş ve tesbit ortaya çıkmıştır. Önce ilgili hadîsleri nakledelim :
Cabir (r.a.)'den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Adamla küfür arasında namazı terki vardır.»[14]
Büreyde (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: «Bizimle sizin arasındaki (ahid teman, söz güven ve zimmed) namazdır. Artık kim onu terkederse küfre girmiş olur.»[15]
«Şüphesiz M bizimle onlar (münafıklar) arasındaki ahid (eman, söz, güven ve zimmet) namazdır. Kim onu terkederse küfre girer.»[16]
Münâvî bu hadisi açıklarken (onlar) dan maksat, münafıklardır) demiştir.[17]
Abdullah b. Şakiyk el-Ukayli diyor ki: Resûlüllah'm (a.s.) ashabı, amellerden hiçbirini değil, yalnız namazın terkini küfür görürler (sayarlar) di.»[18]
Abdullah b. Amir b. Âs (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz bir gün namazdan söz ederek dedi ki: «Kim namaz kılıp onu muhafaza ederse, namaz onun için Kıyamet gününde bir nur, bir burhan ve bir kurtuluş olur. Kim de onu muhafaza etmezse, onun için ne bir nûr, ne bir burhan, ne de bir kurtuluş olur. O, Kıyamet gününde Karun, Fir'avn, Haman ve Ubey b. Halefle beraber olur.»
Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Adamla küfür arasındaki alâmet-i farika namazdır. Böylece namazı terketmek küfrü gerektiren sebeplerden biridir.
2- Namazı terkeden küfre girer.
3- Namazı kılıp muhafaza eden, kendi lehine bir nûr ve kesin delil kılmayan da kendi aleyhine bir delil hazırlamış olur.
Hadislerin ışığında ilim adamlarının görüş ve tesbitleri: Namazı, farziyetini inkârla terkeden kimsenin küfre gireceğine hiçbir ilim adamı muhalif bir görüş ortaya koymamıştır. Meğer :i, İslâm'a daha yeni girmiş bulunsun. O takdirde mazur sayılabilir
reya müslümanlardan uzak bulunup namazın farziyeti hakkında
lendisine bir bilgi ulaşmamış olsun...
Namazın farziyetini kabul etmekle beraber gevşeklik veya bıkkınlık gösterip veya işlerinin çokluğundan fırsat bulamadığım ba-tıane ederek kılmayan kimse hakkında nasıl bir hüküm verilebilir? Bu hususta ilim adamları farklı görüşler izhar etmişlerdir:
a) îmanı Mâlik ve İmam Şafii'ye göre, kâfir olmaz, sadece fasık sayılır. Tövbe ederse mesele yok. Etmediği takdirde ölüm cezasına çarptırılır ve infaz için kılıç kullanılır.
b) Seleften bir cemaate göre, kâfir olur. Bu, Hz. Ali (r.a.)'den ve İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir. İmam Ahmed'den bir diğer rivayet ise, kâfir olmadığını ifade etmektedir. Abdullah b. Mübarek ve îshak b. Rahuye de öylesinin kâfir olacağını söylemiştir. Şafii'nin arkadaşlarından bir kısmı da aynı görüştedir.
c) İmam Ebû Hanîfe, rey tarafdarları ve Şafiî'nin yakın arkadaşı el-Müzenî'ye göre, kâfir olmaz ve öldürülmez, sadece namaz kılmcaya kadar hapsedilir.
İmam Mâlik ve İmam Şafiî bu konuda şu âyetle istidlal etmişlerdir : «Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz? bundan başka (günahları) dilediği kimseler için bağışlar...»[19]
Kılıçla öldürüleceği hakkındaki görüşlerini ise şu hadîse dayayıp istidlal etmişlerdir : «İnsanlar, La ilahe illallah deyinceye, namaz kılmcaya ve zekât verinceye kadar onlarla savaşmakla emro-lundum. Bunları yaptıkları takdirde, —haklı bir sebep dışında— kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar...»[20]
Ayrıca bu konuda şu âyetle ihticacda bulunmuşlardır: «Haram ayları çılanca artık müşrikleri bulunduğunuz yerde öldürün; yakalayıp tutuklaym; gelip geçecek bütün gözetleme yollarını tutun. Tev-be eder, namaz kılar ve zekât verirlerse onları serbest bırakın gitsinler...»[21]
Bunlar, «Kul ile küfür arasında namazın terki vardır» mealin-
deki hadîsi ve diğer ilgili hadîsleri şöyle yorumlamışlardır: Namazı terketmesi sebebiyle kâfire uygulanacak cezaya müstehak olur, o da öldürmedir. Çünkü onun bu fiili, kâfirin fiiline benzemektedir.
İkinciler ise, konunun başında naklettiğimiz hadîsle ihticac etmişlerdir. Üçüncüler ise, birincilerin ihticac ettiği âyet ve hadîsle ihticac etmişlerdir ve öldürülmeyeceği hakkında görüşlerini ise şu hadise istinad edip delillendirmişlerdir: «Müslüman kişinin kanı ancak şu üç şeyden biriyle helâl olur: Evlilikten sonra zina eder, İslâm'dan sonra dinden döner veya haksız yere bir cana kıyarsa...»[22]
Sonuç olarak hangi görüş tercihe lâyıktır?
Şüphesiz ki, İmam Ebû Hanife ve İmam Müzeni ile rey taraf -darlarımn görüşü, İslâm'ın ana kaidesine ve uygulamadaki neticelere daha uygundur. Allah daha iyisini bilir.
1065 no'lu Büreyde hadîsim Nesâî ve Iraki sahîhlemiş, İbn Hib-ban ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Bu hadîs ise, namazın terkedil-mesi, mü'minin veya müslimin imânına delâlet eden açık belgelerden birini kaldırmış sayılır. Namazı terkeden o belgeyi ve alâmeti kendinden uzaklaştırmış olur.
Abdullah b. Şakiyk hadîsini aynı zamanda Hakim rivayet edip Buharı ve Müslim'in şartına göre sahîhlemiştir. Hafız onu et-Tel-his'te nakletmiş, ama üzerinde bir yorum yapmamıştır.
Ashab-ı Kiram, namazın terkedilmesini küfrün alâmetlerinden biri saymışlardır. Bu, namazı terkedenin kâfir olduğuna delâlet etmez. Meğerki farziyetini inkâr etmiş olsun...
Abdullah b. Amr b. As hadisine gelince : Taberânî de onu el-Kebîr'de ve el-Evsat'ta tahrîc etmiş ve Mecmau'z-Zevâid'de, «Ah-med'in ricali sıkat (güvenilir) kimselerdir, demiştir.
«Hadîs, müslüman namazını muntazaman kılıp ona devam etmediği takdirde yeterince yararlanmayacağına; terkettiği takdirde, kendini küfür ehline benzetmeye çalıştığına delâlet eder. Bu yüz-/ den Kıyamet günü elim bir azaba uğrar. [23]
Namazı Terketmenin Küfrü Gerektirmiyeceğini Söyleyenlerin Delilleri
Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) indimiz'den şöyle işittiğini söylemiştir : «Kıyamet gününde ku-a ilk hesaba çekileceği şey, farz namazdır. Eğer onu tamam kıl-ışsa (mesele yok}, değilse, nafile namazı var mıdır bir bakı-z? denilir. Nafile namazı varsa, (noksan kalan) farzı onunla ta-amlamr. Sonra da diğer farz olan amelleriyle bunun gibi işlem Lpüır.»[24]
Ubade b. Sâmit (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) ■endimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Kim Allah'tan baş-ı ilâh olmadığına, O'nun bir olduğuna, ortağı bulunmadığına; Mu-iımmed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna; İsâ (Peygamberin) 3 Allah'ın kulu ve Meryem'e ilka olunan kelimesi ve ruhu buluncuna; Cennet ve Cehennemin hakk olduğuna şehadet ederse, İlah onu bulunduğu amel üzerine fne olursa oİsun) Cennet'e so-ar.»[25]
Enes b. Mâlik (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) fendimiz şöyle buyurmuştur : «Ya Muaz!» Diye seslendi. O da •. Buyur Ya Resulellah! Emrine hazır bekliyorum» deyince Resûlül-ıh (a.s.) şöyle buyurdu : «Herhangi bir kul, Allah'tan başka ilâh Imadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resulü bulunduğuna ehadet ederse, mutlaka Allah onu Cehennem ateşine haram kılar.» Bunun üzerine Muâz (r.a.) : «Ya Resûlüllah! Bunu insanlara ha-ıer verip onların müjdelenmesin! sağlayayım mı? diye sordu. Peygamber (a.s.) Efendimiz, «O zaman hep buna güvenip dayanırlar da amel etmez olurlar)!» buyurdu. Muâz da bu haberi ancak —günahtan korktuğu için— öleceğine yakın bir zamanda anlattı.[26]
Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Her peygamberin makbul bir duası vardır ki hemen hepsi bu hususta aceîe edip (Dünya'da dile getirmiştir). Ben ise duamı ümmetim için şefaatte
bulunmam arzusuyla Kıyamet gününe bıraktım. Ümmetimden Allah'a bir şeyi ortak koşmadığı halde ölen kimse inşaallah buna nail olacaktır.»[27]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir
. «Benim şefaâtımla en çok mes'ud olacak kimse, kalbinden hâlisen la ilahe illallah diyendir.»[28]
îbn Mes'ûd (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Müslümana sövüp saymak fisktir, onunla savaşmak küfürdür.» (1077)
Yine İbn Mes'ud (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Herhangi bir adam, bildiği halde babasından başkasına kendini nîsbet edip iddiada bulunursa, mutlaka küfre girer ve kim de kendisine ait olmayan bir şeyi iddia edip (kendine mal etmek isterse), o, bizden değildir. Cehennemdeki yerine hazırlansın!.»[29]
Ebu Hüreyre (r.a.) 'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «İnsanlarda iki şey vardır ki, onlar onunla küfre giriyorlar : Soya sopa dil uzatıp sövmek ve ölü üzerine sesi yükselterek ağlamak...»[30]
İbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayete göre, şöyle demiştir : «Ömer (r.a.) «Babam hakkı için» diye yemin ederdi. Peygamber (a.s.) onu bundan men'etti ve şöyle buyurdu : «Kim Allah'tan başka bir şeyle yemin ederse, gerçekten ortak koşmuş olur.»[31]
İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «İçkiye devam eden kimse (o hal üzere) ölürse, Allah'a, puta tapan gibi kavuşur.»[32]
Hadîslerim açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Farz namazın terki küfrü gerektirmez. Meğerki farziyeti .kâr edilmiş olsun.
2- Farz namazlardan kılınmayan veya noksan kalanlar, nâ-le namazlarla tamamlanır. Bu, Âhiret'le ilgilidir. Dünya'da ise, srkedilen farz namazları kaza etmek farzdır.
3- Kıyamet gününde kılınmayan farzlardan dolayı meydana
elen açıklık nafile namazlarla kapatılacağı, farz namazı terketme-jıı küfrü gerektirmediğine delâlet eder.
4- Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed'in (a.s.) Aî-ah'm kulu ve Resulü olduğuna, îsa Peygamberin Allah'ın bir ke-Lmesi olup Meryem'e ilka olduğuna şehadet eden, Cennet ve Ce-Lennem'in hak olduğuna inanan kimsenin Cennet'e sokulacağı, na-nazı terkinden dolayı kişinin kâfir olmayacağına delâlet eder.
Aynı zamanda Allah'ın varlığına ve birliğine, Muhammed'in de )'nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet eden kimseye Cehennem ıteşinin haram kılınması hakkındaki rivayet de, farzın terki küfrü gerektirmediğini isbatlar.
Ümmetten Allah'a ortak koşmadığı halde ölen kimsenin inşaal-.ah Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şefaâtına nail olacağının müjde ;enmesi de farzı terkeden kimsenin küfre girmediğine delâlet eden belgelerden biridir.
Halisen lâ ilahe illallah diyen kimsenin en çok şefaâta nail olup mutlu olacağı hakkındaki haber de bu delillerden bir başkasıdır.
Müslümanla savaşmak konusuna gelince: Müslümanın kanını, malını helal sayarak savaşan kimse küfre girer. Bunları ve onunla savaşmayı helâl saymadığı halde yine de savaşırsa, büyük günâh işler. Hadîsteki, «Gnunla savaşmak küfürdür» cümlesi bu manâ ile yorumlanır.
Kendini bile bile babasından başkasına nisbet eden kişinin küfre girmesi de yorum isteyen bir konudur. Soy sop bağlarının lüzumsuzluğuna ve saçma olduğuna inanıp zina ve benzeri ahlâksızlıkları mubah sayarsa küfre girer. Sadece bilerek de olsa, kendini başkasına nisbet edip bunun mubah olduğuna inanmıyorsa, küfre girmez, büyük günâh işlemiş olur.
Diğer rivayetler ve hadîslerin tahlilleri:
1072 no'lu Ebû Hüreyre (r.a.) hadîsini Ebû Davud üç tarikle tahrîc etmiştir: İkisi Ebü Hüreyre'ye, biri Temîm ed-Dârî'ye dayanır. Her üç rivayeti de tenkid eden olmamıştır. Ne Ebü Dâvud, ne de el-Münzirî bunlar üzerinde konuşmuştur. Nesâî isnad-ı ceyyid ile tahrîc etmiş; ricali de sahih kişiler olarak kabul edilmiştir. İbn Kattan da bunu sahîhlemiş, Hâkim kendi Müstedrek'inde rivayet ederken, «isnad-ı sahihtir» diye kaydetmiştir. Buharı ile Müslim bu hadîsi tahrîc etmemiştir.
Sonuç olarak, yukarıda belirttiğimiz gibi, hadisten farzlarda meydana gelen noksanlıklar nafilelerle kapatılır, hükmü ortaya çıkıyor ve namazı terkedenin küfre girmediği anlaşılıyor.
Diğer hadîslere gelince: Önceki âlimlerle, sonra gelen âlimler şu hususta birleşmişlerdir: «Lâ ilahe illallah diyen Cennet'e girer» mealinde varid olan bütün hadisler birtakım kayıtlarla mukayyed bulunmaktadır; şöyle ki, farzları yerine getirmiş olması, büyük günâhlardan kaçınıp, işlenilenlerinden tövbe edip dönüş yapması gerekir. Mücerred şehadet ne yeterlidir, ne de Cennet'e girmemek için kâfi bir hüccettir.» Nitekim İmam Nevevî diyorki: Bu kelimeyle ilgili rivayet mücmeldir, açıklamaya muhtaçtır : Kim şehâdette bulunur, hakkını ve farzlarım yerine getirirse, o Cennet'e girer.» Hasan el-Basrî de aynı görüştedir. Buharı ise, «Bunu pişmanlık duyup tevbe ettiğinde söyler ve akabinde ölürse, Cennet'e girer» demektir, diye ayrı bir yorum getirmiştir. Ayrıca Nevevî bütün görüşleri toplayarak hepsinden ortaklaşa şu neticeyi çıkarmıştır: «Allah'ın varlığına ve birliğine inanıp şehâdette bulunan her mü-vahhid, ya affedilerek hemen Cennet'e konulur, ya da gereken cezayı çektikten sonra oraya alınır. Cehennem ateşinin ona haram kılınmasından maksat ise, orada ebediyyen kalmayacağıdır... Nitekim Kadı Iyaz da bu anlamda bir yorumda bulunmuştur.
Sonuç olarak' şöyle diyebiliriz :
1- Farziyetini red ve inkâr etmedikçe namaz ve benzeri ibâdetleri terketmek kişiyi küfre sokmaz. Sadece büyük günâh işlemiş olur.
2- Sadece şehâdette bulunup Allah'ın birliğine inanan kimse, hesaba çekilip gereken azabı çektikten sonra Cennet'e girer, Cehen-nem'de ebedî kalmaz. Ancak şehadetten maksat, Allah'ın varlığına-Hz. Muhammed'in Peygamber olduğuna inanıp şehâdette bulunmaktır. [33]
Alışması İçin Çocuğa Namaz Kılmasını Emretmek
Çocıik, ana babasının bir kopyası, içinde yetiştiği muhitin ahlâk ve kültürünün küçük bir modelidir. Ana baba bir yay, çocuk ise bir oktur. Onu ne yana, nereye atarlarsa oranın rengini ve karakterini alır. Ailesi onu küçük yaşta ya iyiye, doğruya ve güzele çevirip yönlendirir; ya da ona bir takım kötü itiyadlar kazandırır. Ergen olduktan sonra Allah'ın hidâyetine lâyık görülürse kurtulur, değilse, aldığı renk ve maya ile bir ömür tüketir.
O bakımdan büyük terbiyeci Hz. Muhammed Ca.sJ Efendimiz, çocuk terbiyesine gereken önemi vermiş ve bu hususta sağlıklı bütün yolları göstermiştir.
Namaz kılan ve helâl lokma ile geçinen ana babanın çocuklarına verdikleri örnek, eğitimin omurgasını teşkil eder. Bunun aksine bir tutum çocuğun elden çıkmasına neden olur.
Çocuk henüz fazilet kalıbında şekillenmeye müsait bir dönemde iken onu namaz ve benzeri ibâdetlere alıştırmak bir bakıma farzdır. Küçük çocuğunu avutup yanına çağırırken avucunda hurma bulunduğunu ve hemen geldiği takdirde onu kendisine vereceğini söyleyen annenin bu hareketine şahit olan Peygamber (a.s.) Efendimiz, ona : «Elinizde cidden hurma var mıdır? Sakın çocuğa yalan söyleyerek onu avutmaya çalışma, sonra güvensizlik doğurur ve çocuğu da yalana alıştırırsın, o yüzden günah işlemiş olursun! Buyurarak çocuk eğitiminin nasıl bir dikkat ve itina istediğini belirtmiştir.
Bizim konumuz ahkâmla ilgili olduğundan meselenin derinliğine inmek istemiyoruz. Sadece çocuğu küçük yaşta namaza alıştırma ve hayatı bir baştan bir başa düzende tutmaya yeten bu ibâdete onun kalbini, ruhunu ve dimağını açma konusunu işleyeceğiz. Önce ilgili hadîsleri nakledelim:
Amir b. Şuayb (r.a.)'den yapılan rivayette, o babasından, o da dedesinden rivayetle Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Çocuklarınız yedi yaşında iken onlara namaz ile emrediniz; on yaşma girdiklerinde (kılmazlarsa ölçülü ve yönlendirici anlamda) dövünüz ve yataklarını ayırınız.»[34]
Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in. şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Üç (kimse) hakkında kalem kaldırıldı: Uyanmcaya kadar uyuyandan, ergen oluncaya kadar çocuktan, aklî dengesi yerine gelinceye kadar deliden...»[35]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Çocuk yedi yaşma girince onu namaza alıştırmak sünnettir.
2- On yaşma girince, bu alışkanlığını sürdürmesini sağlamaya çalışmak ve çocuk eğitiminin son çarelerinden ve yeri geldiği zaman uygulanmasında fayda olan dayağa başvurmak müste-habdır. Ancak bu yara-bere açacak, çocuğu rencide edecek, kişiliğini zedeleyecek ölçüde değil de, hafiften kaba kısımlarına dokunmak ve o korkuyu vermek şeklinde olmalıdır.
3- Çocuklar on yaşma girince, yataklarını ayırmak, özellikle kız çocuğuyla erkek çocuğunu birbirinden uzak tutup yataklarını ona göre düzenlemek sünnettir.
4- Uykuda meydana gelen ve günâh anlamında olan şeyler amel defterine yazılmaz. Çünkü olup bitenlerin hemen hepsi kişinin irâdesi dışında cereyan eder,
5- Çocuk ergen oluncaya kadar, günâh mahiyetinde işlediği
hiçbir fiil amel defterine yazılmaz, çünkü bu dönemde henüz mü-bllef değildir.
6- Aklî dengesini kaybeden bir kişiden de sadır olan günâh 3 kötülükleri amel defterine yazılmaz ve bunlardan dolayı sorum tutulmaz.
Mezhepler bu konuda ittifak halindedir.
Birinci hadîsi Hâkim de tahrîc etmiştir. Tirmizî ile Darekutnî ynı hadîsi Abdülmelik b. Rabi' b. Sebre el-Cühenî babasından, de-esinden rivayet etmişler .ancak çocukların yatağının ayrılmasını ikretmemişlerdir.
Bezzar'm Ebû Râfi.den yaptığı rivayette bu konuda şöyle tes-dt yapılmıştır: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in vefatından sonra :endisine ait bir kıhç kınının içinde yazılı bir salılfe bulduk, içinle şunlar yazılıydı: Bismi'llâni'r-Rahmânî'r-Rahîm. Erkek ve kız ;ocuklar ile erkek ve kız kardeşler yedi yaşma girdiklerinde (ya-aklarını) ayırınız, dokuz yaşma (buyurduğunu sanıyorum) gir-likleri zaman namaz (kılmadıkları takdirde) dövünüz.» [36]
Muâz b. Abdullah îbn Habîb el-Cühenî'den yapılan rivayette, ) kendi eşine veya başka bir kadına sormuştu: «Çocuk ne zaman lamaz kılar?» Kadın şu cevabı vermişti: «Bizden bir adam, Resû-üllah (a.s.) Efendimiz'den rivayetle, şöyle buyurduğunu söyledi : 'Çocuk sağını solundan ayırd edip bilince ona namaz ile emredin!» 3unu aynı zamanda Ebû Dâvud da tahrîc etmiştir. îbn Kattan, «biz le o kadını, ne de ona bu hadisi söyleyen adamı tanımıyoruz» demiştir.
Taberânî'de bu anlamda bir rivayet yapmıştır. İbn Sâid, bu rivayetin isnadı hasen ve gariptir.
Bu konuda ayrıca Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette —ki aynı rivayet Enes'den (r.a.) de yapılmıştır— şöyle buyurmuştur : «Çocuklara yedi yaşma girince namaz ile emredin ve onüç yaşma girince (kılmadıkları takdirde, dövün!») Taberânî'nin naklettiği bu hadisin râvileri arasında Davud b. Muhabber bulunuyor ki, bu zat metruktür. Hadisi rivayette teferrüd etmiştir. Ahmed b. Hanbel'e göre, Dâvud, hadîs nedir bilmez. îbn Medenî, «onun hadîsi alınmaz,» demiştir. Ebû Zür'â ise, onun hadîsinin zayıf olduğunu, Ebû Hatim,
onun sıka (güvenilir) olmadığını belirtmiştir. Darekutnî de onun hadisinin metruk olduğuna dikkatleri çekmiştir.
Emir bu babda nedb ve istihbabı ifade eder...
İkinci hadîsi yani 1077 nolu hadîsi aynı zamanda İbn Hibban ve Hâkim Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet etmişlerdir. Ayrıca bu iki mu-haddîsle birlikte Nesâi' Darekutnî ve İbn Huzayme Hz. Ali'den (r.a.) rivayet etmişlerdir. Ancak Ebû Zer'â Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilenin mursel olduğunu söylemiştir. Nitekim İbn Mâce, Kasım b. Yezîd'den onun da Hz. Ali'den Cr.a.) bunu mursel olarak rivayet ettiği bilinmektedir. Tirmizî ise, Hasan el-Basrî tankıyla Hz^ Ali'den (r.a.) rivayet etmişse de Ebû Zer'â, Hasan el-Basrî'nin Hz. Ali'den (r.a.) bunu işitmediğini kaydetmiştir. (1086). -[37]
Ayrıca aynı hadîs başka tariklerle de rivayet edilmiştir. Hepsi biraraya gelince kuvvet kazanmakta ve ihticaca uygun görülmektedir. [38]
Çıkarılan Hükümler:
1- İlgili hadîslerde geçen «emredin» tabiri nedb ve istihbab ifade eder.
2- Yedi yaşma giren çocuk —kız olsun erkek olsun— namaza alıştırılır ve bu ana babanın görevidir. Terkinde kerahet söz koşudur.
3- Çocuk on veya dokuz yaşma girince namazı bırakmaması için gayret edilir. Eğitimle heveslendirilip itiyad edinmesi sağlanır. Aksi halde yara bere açmayacak, kişiliğini zedelemiyecek şekilde dövülür. Bu sünnettir.
4- On veya dokuz yaşma girdikleri zaman yatakları ayrılır. Bu da sünnettir.
5- Çocuk ergen oluncaya kadar ilâhî tekliflerle mükellef değildir. O bakımdan o yaşa kadar bilerek, bilmeyerek işlediği günâhlar amel defterine yazılmaz. Uyku hah ile cinnet dönemi de böyledir... [39]
Kafir İslam’a Girince Geçmiş Namazları Kaza Etmez
İslâm, ruha yepyeni bir hayat getirir; kalbi her türlü kirden .rındırıp vicdanı berraklaştırır. O bakımdan yıllarca küfür ve şirk »ataklığında kirlenen bir gişi, İslâm'ı din olarak seçip Kelime-i Şe-ıadeti getirince, anasından yeni doğmuş gibi olur ve o güne kadar naibini karartan, ruhunu silik hale getiren bütün mânevi kirlerden .emizlenir. Artık geçmişiyle muahaza edilmez, o güne kadar yap-ııklarıyla kınanmaz. Onun için taze bir hayat başlar. İslâm'a gir-liği andan itibaren iyilik ve kötülükleri yazılır...
İlgili hadîs:
Amir b. Âs (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber Ca.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «İslâm kendinden önceki şeyleri söküp ıatar...»[40]
Bu hadisi aynı zamanda Taberânî ile Beyhakî de tahric etmiştir. İbn Sa'd ise Cübeyr b. Mut'im hadîsinden naklen rivayet etmiştir. Müslim ise bu hadîsi değişik bir lâfızla kendi Sahîh'inde şöyle rivayet etmiştir: «Bilmez misin ki, İslâm kendinden önceki şeyleri (temelinden) yıkar da (atar) ve hicret de kendinden önceki şeyleri yıkar. Hacc da kendinden önceki (kul hakkı dışındaki) şeyleri (günâhları) yıkar...»
Yine Müslim'in Sahîh'inde Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'den yapılan rviâyette, adı geçen şöyle anlatmıştır: «Ya Resûlellah! Cahi-liyye devrinde işlediklerimizden dolayı muahaza olunacak mıyız?» Diye sorduk. Buyurdu ki : «Kim İslâm'da ihsan üzere bulunur (îs-lâmiyetini güzelleştirir) se, cahiliyyetteki yaptıklarından dolayı mu-âhaza edilmez. Kim de İslâm'da kötülük işler (İslâmiyetini güzelleştir-mezse), hem öncekilerle, hem sonrakilerle muahaza edilir.»
Bu hadîs mukayyed, yukarıdaki ise mutlak anlamda idi. O halde mutlakı mukayyed üzerine hamletmek vâcibdir. Bu nedenle İslâm'ın kendinden önceki günâhları kökünden yıkıp temizlemesi için ona girenin İslâmiyetini güzelleştirmesi, ihsan doğrultusunda bulunması şarttır.
Burada hadîsteki «ahsene» fiilinin asıl delâlet ettiği manâyı, taşıdığı hükmü bilmeye ihtiyaç vardır. Aksi halde sağlıklı bir sonuç veya hüküm çıkarmak mümkün değildir. İlim adamlarına göre, konunun temasım teşkil eden «ihsan», küfrü bırakıp İslâm'ı seçerken gönülden inanmış olması, İslâmî hükümleri tereddütsüz kabullenmesi ve Allah'ın emrettiklerine inanıp imkânı nisbetin-de yerine getirmesi demektir. [41]
Çıkarılan Hükümler:
1- İslâm kendinden önceki günâhları kökünden koparıp atar.
2- Bir kâfir günâh ve kusuru ne olursa olsun, iyi niyetle halisane bir özentiyle İslâm'ı seçip kabullendikten sonra onun bütün emirlerini tereddütsüz benimser ve amel etmeye çalışırsa, geçmiş bütün günâhları temizlenip anasından doğmuş gibi olur.
3- Hicret de, kendisinden önceki kusur, günâh ve ihmalleri yıkıp temizler.
4- Hacc da kendinden önceki günâhları yıkıp temizler. Ancak son iki durumda şu istisnayı unutmamak gerekir: Kul hakkı bunun dışındadır, yani o temizlenmez, hakk sahibi razı edilmedikçe...
Özetliyecek olursak, İslâm'a giren kimse hakikaten girmiş olacak, yani hem zahiren, hem batmen onu kabullenip benimseyecek. O takdirde geçmiş günâhları temizlenip atılır. Nevevî de buna yakın bir yorumda bulunmuştur.[42].Nevevî aynı zamanda bu hususta icma' vaki olduğunu belirtmiştir. [43]
Namaz Vakitleri
Vakit, namazın şartlarından biridir. Günün belli vakitlerinde insanın yüce yaratanının huzuruna çıkıp, bir bakıma onunla konuşması kadar eğitici ve yönlendirici bir başka eğitim yoktur. Her yönüyle iç ve dış disiplini sağlar; ahlâk ve fazilet duygularını geliştirir, hayatıAllah'ın iradesi doğrultusunda— düzene sokar.
Ancak mahalli saatlere göre vakitleri belirlememiz emredilir-ken, 45. dereceden itibaren gün ve gecelerin anormal şekilde uzayıp kısaldığı ve daha yukarılarda kutuplara doğru günlerin ve gecelerin aylarca sürdüğü bir gerçektir. Vakti namazın şartlarından biri olarak belirleyen dinimizin, sözünü ettiğimiz bölgelerde vakit kavramının kalktığını dikkate almış mıdır ? Deccal hadîsi her türlü şüpheyi giderecek bir açıklıktadır. Bir günün bir yıl kadar süreceğini söylemesi üzerine ashab-ı kirâm'm öyle bir günde namaz ve oruç ibâdetinin nasıl yerine getirileceğini sorduğu ve Peygamberimizin de (A.S.), «ona göre takdir edin» yani beş vaktin gerçekleştiği yerin saatlerine göre vakitleri belirleyip ibâdetinizi yapınız, buyurduğu, bizi yeterince aydınlatmaktadır.
Böylece îslâm Dininin bütün çağlara ve milletlere hitap etme kudretini kendinde taşıdığı ve bütünüyle ilâhî olduğu bir defa daha isbatlanmış oluyor.
Vakitlerin belirlenmesi, günlük hayatı dünya ile âhiret, bedenle ruh arasında denge ve düzen kurmamızı ilham ederken Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz'in bu konuda neler buyurduğunu naklediyoruz:
Câbir b. Abdillâh (R.A.)'den yapılan rivayette demiştir M: .Cibril (A.S.), Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldi ve şöyle dedi: Kalk la namaz kıl! Peygamberimiz de güneş gökkubbeden batıya doğru neyledince kalkıp öğle namazım kıldı. Sonra ikindi vıakti Peygam->erimiz'e gelerek, kalk (bu vaktin) namazım kıl, dedi. Peygamberiniz de her şeyin gölgesi bir mislini bulunca ikindi namazını kıldı. Sonra akşam vakti ona geldi ve, kalk da (bu vaktin namazım kıl, îedi. Peygamberimiz de güneş (ufukta) sakıt olup (kaybolunca) akşam namazını kıldı. Sonra Cibril yatsı vakti geldi ve kalk (bu vaktin) namazım kıl, dedi. Peygamberimiz de şafak (batı ufkunda görünen kızıllık veya sarılık) kaybolunca kalkıp yatsı namazını kıldı. Sonra Cibril fecir vıakti ona geldi ve kalk (bu vaktin) namazım kıl, dedi. Fecir ışıldayınca Peygamberimiz sabah namazını kıldı. (Veya fecrin aydınlığı yükselince namaz kıldı)
Sonra Cibril (A.S.Î ertesi gün Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldi ve öğle için şöyle dedii Kalk da (bu vaktin namazım kıl. Peygamberimiz de her şeyin gölgesi bir mislini bulunca öğle namazım kıl-jdı. Sonra ikindi vakti ona gelip, kalk da (bu vaktin) namazını kıl,
dedi. Peygamberimiz de her şeyin gölgesi iki mislini bulunca ikindi namazını kıldı. Sonra akşam vakti gelip ve onu tek bir vakit olarak (belirledi) artık o değişmedi. Sonra yatsı vakti ona geldi ki, gecenin yarısı geçmiş bulunuyordu ve üçte biri geçmiş idi, yatsı namazını kıldı. Sonra (sabah vakti) ona geldi ki, ortalık cidden aydınlanmıştı ve ona: kalk ela (bu vaktin) namazını kıl, dedi. Peygamberimiz de fecir (sabah) namazını (emredilen vakitte) kıldı. Sonra da Cibril (A.S.) şöyle dedi: Bu iki vaktin arası (faziletli) vakittir...»[44]
Buhari, bu hadis namaz vakitleri hakkında en sahihidir, demiştir.
İbn Abbas (R.A.)'den yapılan rivayette, Peygamber (A.S.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «(Melek) Cibril, Beyt'in (yani Kabe'nin) yanında iki defa bana imamlık etti...» Ve Cabir'in hadisinin benzerini anlattı, ancak burada şunu zikretti: «İkinci bir defa, ertesi günün ikindi vakti için her şeyin gölgesi bir mislini bulunca namaz kıldı...» Ve Peygamber (A.S.) bu haberinde şunu da söyledi; «Sonra gecenin üçte biri geçince son işa (yatsı) yi kıldı ve sonra da şöyle dedi: «Yâ Muhammedi Bu, senden önceki peygamberlerin vaktidir. (Senin için) vakit ise, bu iki vaktin arasıdır.[45] Tirmizî bu hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.
Hadislerin açık delâletinden anlaşılan hükümler:
1- Vakit namazları mahallî saatlere göre Melek Cebrail'in talimatına göre belirlenmiştir.
2- Öğle namazı için, biri her şeyin gölgesi bir mislini bulunca, diğeri güneş gökkubbeden batıya meylettiğinde kılınmak üzere iki vakit belirlenmiştir.
3- İkindi namazı için biri her şeyin gölgesi bir mislini bulunca, diğeri her şeyin gölgesi iki mislini bulunca kılınmak üzere iki vakit belirlenmiştir.
4- Akşam namazı için, güneşin batı ufkunda batıp kaybolması vakti belirlenmiştir.
5- Sabah namazı için, biri fecir doğunca, diğeri ortalık iyice
ağarınca kılınmak üzere iki vakit belirlenmiş ve bu iki vaktin ortası tavsiye edilmiştir.
6- Yatsı namazı için, batı ufkundaki kızıllığın veya sarılığın taybolması ve bir de gecenin üçte biri veya yansı geçtikten sonra alınmak üzere iki vakit belirlenmiştir. Bu iki vaktin ortası tavsiye idümiştir.
7- Melek Cebrail nasıl imamlık yapılacağını fiilî olarak Peygamber (A.S.) Efendimiz'e imamlık ederek göstermiştir.
Hadislerin ışığında müctehid imamların görüş, istidlal ve ilıticaclari:
a) Hanefilere göre:
Sabah namazının ilk vakti «fecr-i sadık»'m doğmasıyla başlar, güneş doğuncaya kadar devam eder. Bu ikisinin ortasını ayarlayıp sabah namazını kılmak efdâldir.
«Fecr-i sadık»'dan maksat, sabahleyin doğu ufkunda enine yayılan aydınlıktır. Bunun aksine bir de «fecr-i kâzîb» vardır ki, sabahleyin doğu ufkunda önce dikey olarak bir aydınlık belirir; bu, sabah namazının vaktinin henüz girmediğini ama çok yakın olduğunu gösterir.
Buna işaretle Rasûlüllah (A.S.) Efendimiz, «Bilâl'ın (ilk) eza-nıyla fecr-i müstatil (doğu ufkunda beliren dikey aydınlık) sizi aldatmasın!» buyurmuştur.[46] Çünkü Bilâl, biri fecirden önce, biri de fecir doğduktan sonra iki ezan okurdu. Hadîsin de açık delâletinden, birinci fecir, ufukta dikey bir aydınlık olarak belirir ki, henüz sabah namazının vakti girmiş sayılmaz. İkinci fecirde ise aydınlık ufukta enine yayılır ve artık namaz vakti girmiş demektir.
Öğle namazının başlangıç vakti hakkında görüş birliği vardır. Güneş gökkubbe'nin tam ortasına gelip dikey cisimlerin gölgesi son bularak titreşip yerinde kaldığı andan sonra batıya doğru meyletme-siyle öğle namazının vakti girmiş olur. Vaktin sonu hakkında farklı görüş vardır: İmam Ebû Hanîfe'ye göre, her şeyin gölgesi —fey'-i zeval hariç —- iki mislini buluncaya; İmam Ebû Yusuf ile İmam Mu-hammed'e göre, yine fey'-i zeval hariç bir mislini buluncaya kadar devam eder.
Bu her iki ictihâdla da amel edinilebilir...
İkindi namazının vakti hakkında da aynı farklı görüşler söz ko-
nusudur. Her şeyin gölgesi bir mislini veya iki mislini bulunca ikindi vakti girmiş olur ve güneş batmcaya kadar devam eder.
Akşam namazının vakti hakkında da imamların farklı görüşleri olmuştur: İmam Ebû Hanîfe'ye göre, batı ufkunda beliren kızıllıktan sonra ortaya çıkan beyazlık kaybolunca akşam vakti sona ermiş, yatsı vakti girmiş olur. İmâmeyn'e göre, sadece kızıllığın kaybolmasıyla akşam vakti sona ermiş ve yatsı vakti girmiş sayılır.[47]
b) Şâfiilere göre:
Öğle namazının vakti, güneşin gökkubbenin ortasından batıya doğru meyletmesiyle başlar ve istivâ-i şems gölgesinden başka her şeyin gölgesi bir mislini buluncaya kadar sürer ve böylece ikindi namazının vakti girmiş olur da güneş batmcaya kadar devam eder. Uygun olanı ise, ikindi vaktini, her şeyin gölgesi iki mislini bulduktan sonraya bırakmamaktır. Akşamı da güneşin batması gerçekleşince hemen kılmaktır. Ancak batı ufkundaki kızıllık kayboluncaya kadar akşam namazının vakti sürer. Bu Şafiî'nin kavl-i kadîm'ine göredir. Kavl-i cedîd'inde ise, güneş battıktan sonra bir abdest alacak, avret yerini örtecek, ezan ve ikamet okuyacak ve beş rek'at kılınacak kadar bir sürenin geçmesiyle akşam namazının vakti sona erer.
İmam Yahya en-Nevevi'ye göre, kavl-i kadîm daha zahirdir.
Yatsı namazının ilk vakti, batı ufkundaki kızıllığın kaybolmasıyla başlar ve fecir doğuncaya kadar sürer. Ama en uygun- olanı, gecenin üçte birinden sonraya geciktirilmemesidir.
Sabah vakti, fecr-i sadık'm doğmasıyla başlar güneş doğuncaya kadar sürer. Daha uygun olanı, bu namazı ortalık ağarıncaya kadar geciktirmemektir.[48]
c) Hanbelîlere göre:
Bu mezhep imamlarına göre de, öğle namazının vakti, zeval ile başlar ve her şeyin gölgesi — hey'-i zeval hariç — bir mislini buluncaya kadar devam eder. Ve bundan biraz sonra ikindi vakti girer. Her şeyin gölgesi iki mislini bulunca ihtiyar vakti çıkmış olur. Gü-
neş batmadan ikindi namazının bir rek'atine ulaşan kimse ona biz-ırure ulaşmış olur.
Akşam namazının vakti ise güneşin batmasıyla girer ve batı uf-tunda kızıllık kayboluncaya kadar devam eder. Yatsı namazının akti, kızıllığın kaybolmasıyla başlar ve fecir doğuncaya kadar sü-|er. Ancak uygun olan vakti gecenin üçte biri henüz geçmeden kılm-lasıdır.[49]
d) Mâlikîlere göre:
Öğle namazının vakti, zeval ile başlarsa da zeval vaktindeki gölle bir zira' (60 - 70 cm,) olunca kılmak ve dikey cisimlerin gölgesi pir mislini buluncaya kadar vaktin devam ettiğini bilip ona göre Ayarlamak efdâldir.
Sabah namazı ise, yıldızlar henüz rahat görüldüğü zaman kılı-ırsa afdaldır. Fecr-i sadık'm doğmasıyla vakit girmiştir ve ortalık |yice aydmlanmcaya kadar devam eder. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) de Musa el-Eş'ârî'ye bu mealde bir mektup yazmıştır.[50]
Konuyla ilgili diğer rivayetler, tesbitler ve tahliller:
Sabah namazının fecr-i sadık'm doğmasıyla birlikte kılınmasını laha uygun gören İmam Şafiî ve arkadaşları bu hususta bazı rivayetlerle istidlal etmişlerdir ki, Ebû Cafer et-Tahavî bunları şöyle sıralamıştır:
Hz. Aişe (R.A.)'den. yapılan rivayette demiştir ki: «Biz mü'mine kadmlar olarak Rasûlüllah (A.S.) Efendimizle birlikte sabah namazını dış elbisemize bürünüp örtündüğümüz halde kılar ve kendi ailemize döndüğümüzde (yolda, çevrede) bizden hiçbiri tanınmazdı.»
Bu, ortalık henüz iyice ağarmadan namaz kılıp evlerine döndüğünü ifade etmektedir.
Beşir b. Ebi Mes'ud'un babasından yapılan rivayete göre, «Raûlüllah (A.S.) Efendimiz sabah namazını ortalık henüz karanlık iken kıldı, sonra ortalık iyice ağannca kıldı ve vefat edinceye kadar bir daha iyice ajprıncaya kadar bırakmadı, karanlık iken kılmaya devain etti.»
Nehik berim'in Muğis ibn Semiy'den yaptığı rivayete gö-
re, Muğîs şöyle demiştir: »İbn Zübeyr ile beraber sabah namazını ortalık henüz karanlık iken kıldıktan sonra ben İbn Ömer'e dönüp, bu nedir? diye sordum. O bana şöyle dedi: Bu, bizim Rasûlüllah (A. S.) Efendimiz'Ie beraber kıldığımız, Ebûbekir ve Ömer ile birlikte devam ettiğimiz namazdır. Hz. Ömer öldürülünce Hz. Osman (R.A.) sabah namazını artık ortalık biraz aydınlanınca kılmaya başladı.»
Râfi' b. Hudayc (R.A.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (A. S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Sabah namazım ortalık aydınlanınca kılınız! Siz ne kadar böyle aydınlık olunca sabah namazını kılarsanız onun ecri (o nisbette) büyük olur.»
Ebû Cafer birbiriyle tearuz eden iki rivayeti birçok kanallardan tesbit ederek rivayet ettikten sonra iki rivayet arasını te'life çalışarak şöyle demiştir: «Ortalık henüz karanlık iken sabah namazına başlamak ve ortalık aydınlanınca namazı bitirip (camiden) çıkmak en uygundur. Nitekim bu Ebû Hanîfe'nin, Ebû Yusuf'un ve Muham-med b. Hasan'm kavlidir.»[51]
Tahliller:
Bir nolu Cabir hadîsim, îbn Hibban ile Hâkim de tahrîc etmişlerdir. Tirmizî de kendi Sünen'inde —az yukarıda da belirttiğimiz gibi— Buharı'den naklen onun şöyle dediğini belirtmiştir: «Bu bab-da en sahîh rivayet de budur!..»
îbni Abbas (R.A.) hadisine gelince, onu Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, İbn Huzeyme, Darekutnî ve Hakim tahrîc etmiştir. Ancak isnadında üç ravi ihtilâf konusudur. Birincisi, Abdurrahman b. Ebî Zennad'dır. İbn Mehdi gibi bir hadis âlimi ondan hadîs rivayet etmemiştir. Ahmed b. Hanbel «o, muzdaribü'l-hadîstir» demiştir. Ne-sâî onun zayıf olduğunu belirtmiş; Yahya b. Maîn ile Ebû Hatim, «onun hadisiyle ihticac edilmez» demişlerdir. îmam Şafiî de onun zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ancak Medine'de tahdîs ettiklerinin Bağdat'ta tahdis ettiklerinden daha sahîh olduğu söylenir, îmam Mâlik ise, onun sıka (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Buha-rî ise onun bir başka hadîsini şahit olarak gösterip delil saymıştır.[52]
İkincisi, birinci râvinin şeyhi Abdurrahman b. Hars b. Abdullah b. îyaş'dır. Ahmed b. Hanbel onun «metruk» olduğunu, İbn M&-
in ise «salih, elverişli ve uygun» olduğunu, Ebû Hatim onun «şeyh -hadîste çok bilgili» olduğunu, İbn Sa'd onun «sıka» olduğunu, Ibn Hibban onun «ehl-i hadis» bulunduğunu söylemiştir,[53]
Üçüncüsü, Hakim b. Hakim'dir ki, îbn Ubad b. Hanîf olarak bilinir. Ebû Sa'd, «hadis rivayeti pek azdır, rivâyetiyle ihticac olunmaz» derken, İbn Abdilberr ve Ebûbekir b. Arabi, İbn Abbas'm yukarıdaki hadîsini sahihleyerek Hakîm'in rivayetini salih görmüştür. Ze-hebî ise onu Hakim b. Ebi Hakim şeklinde tesbit edip meçhul olduğunu belirtmiştir.[54]
Sözünü ettiğimiz raviler hakkındaki görüş ve tesbitler tek noktada birleşmediğinden hadîsler ihticaca elverişli kabul edilmiştir. Zeylâî ise bu konuda Cibril'in imametiyle ilgili hadîse yer verip, şu mealde nakletmiştir: «Cibril, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e birinci gün fecir doğunca; ikinci günü ortalık cidden aydınlanınca neredeyse güneş doğmak üzere iken imamlık ettikten sonra şöyle demiştir: . «Şu iki vaktin ortası seninle ümmetin için vakittir.»
Bu hadisi ashabdan, İbn Abbas, Cabir b. Abdillâh, îbn Mes'ûd, Ebû Hüreyre, Amir b. Hazim, Ebû Saîd el-Hudrî, Enes b .Mâlik ve İbn Ömer gibi kadri yüce ilim adamları rivayet etmişlerdir. Allah hepsinden razı olsun,..
Hz. Cabir b. Abdillah'm (R.A.) rivayet ettiği hadîsi biraz değişik lâfızlarla İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir: «Cibril, Beyt'in (Kabe) yanında iki defa bana imamlık etti: Birinci defa güneşin istiva gölgesi nalm kayışı gibi olunca öğle namazını kıldırdıktan sonra her şeyin gölgesi bir mislini bulunca ikindi namazını kıldırdı. Sonra güneş batıp kaybolunca akşam namazını kıldı ki, bu vakitte oruçlu iftar eder. Sonra da şafak (ufuktaki kızıllık) kaybolunca yatsı namazını kıldırdı. Sonra da fecir iyice doğup aydınlanınca ve oruçluya artık yeme içme haram olunca sabah namazını kıldırdı. İkinci defa ise, her şeyin gölgesi bir mislini bulunca, bir gün önceki ikindi vaktinde, öğle namazını kıldırdı, sonra her şeyin gölgesi ^i mislini bulunca ikindi namazını kıldırdı. Sonra akşam namazını ilk gündeki vaktinde kıldırdıktan sonra gecenin üçte biri geçince yatsı namazını kıldırdı. Sonra da ortalık ağarmca sabah namazını kıldırdıktan sonra Cibril bana dönüp şöyle dedi: Ya Muhammedi Bu,
senden önceki peygamberlerin vaktidir; (senin için) vakit ise bu iki vaktin arasıdır.»
Tirmizî bu hadîs için «sahîh-hasen» demiştir. Ayrıca îbn Hibban gibi değerli bir hadis hafızı sahîhlemiş ve Hâkim kendi Müs-tedrek'inde bunu sahih bir tesbitle rivayet etmiştir. Buharî ve Müslim bunu tahric etmemiştir.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi ravîlerden Abdurrahman b. Haris hakkında söz söylenmiş, «merukû'l-hadîs» olduğunu belirtenler bulunmuştur. Ahmed b. Hanbel onlardan biridir. îbn Cevzî de onu Kitabu'd-Duâfa'da zikretmiş, Nesâî, îbn Maîn ve Ebû Hatim er-Razî onu müliym bulmuşlardır. İbn Sa'd ve İbn Hibban onun sıka olduğuna dikkat çekmiş, İbn Huzeyme kendi Sahîh'inde ona yer vermiştir.
Netice, Zeylâî diyor ki: İbn Abbas'm bu hadisini rivayet edenlerin hemen hepsi ilimle şöhret bulan zatlardır. Abdurrezzak da aynı hadisi Sevrî'den tahric etmiştir.
îbn Abbas'm rivayetine yakın bir diğer rivayet Ebû Hüreyre'-den (R.A.) yapılmıştır ki, meâlen şöyledir: «Cebrail (A.S.), Peygamber (A.S.) Efendimiz'e gelerek ona iki ayrı vakitte namaz kıldırdı, ancak akşam namazını bir vakitte kıldırdı. Peygamberimiz (A.S.) buyurdu ki: «Cibril bana geldi, güneşin istiva vaktinde gölgesi nalın kayışı kadar olunca öğle namazını bana kıldırdı. Sonra gelip gölge bir mislini bulunca ikindi namazım kıldırdı. Sonra akşam vakti gelip güneş kaybolunca bana namaz kıldırdı. Sonra yine gelip şafak (ufuktaki kızıllık) kaybolunca yatsı namazım kıldırdı. Sonra da fecir vakti bana gelip fecir aydınlanınca sabah namazını kıldırdı. Son ra ertesi gün. geldi ve her şeyin gölgesi bir mislini bulunca öğleyi kıldırdı. Sonra ikindi vakti geldi, her şeyin gölgesi iki mislini bulunca ikindi namazını kıldırdı, Sonra akşam vakti geldi, güneş kaybolunca akşam namazını kıldırdı da birinci günkü vaktini değiştirmedi. Sonra yatsı vakti geldi, gecenin evvelinin üçte biri geçince yatsı namazını kıldırdı. Sonra ortalık iyice aydınlanınca bana sabah namazını kıldırdı ki, gökte o sırada hiçbir yıldız göremiyordum. Sonra da şöyle dedi: Bu iki vaktin ortası (senin için) vakittir.»[55]
Bezzâr bu rivayeti kendi Müsned'ine aldıktan sonra şöyle de-
iniştir: «Râvileri arasında Muhammed b. Ammar b. Sa'd'i bilmiyoruz!»
Aynı hidîsi Nesâî kendi Sünen'inde rivayet etmiştir. Hâkim de kendi Müst|drek'ine almış ve «Müslim'in şartına göre sahihtir» demiştir.
Bu konuda Ebû Saîd el-Hudrı'nin hadisini ise Ahmed b. Hanbel kendi Müsned'inde rivayet etmiş ve akşam namazı dışında diğer namazları iki ayrı günde iki ayrı vakitte kıldırdığım bildirmiştir. Aynı hadîsi Tahâvî, şerhu Meâni'l-Asâr'da nakletmiştir. [56]
Çıkarılan Hükümler:
1- Farz namazların belirlenmiş vakitleri vardır. Ancak o vakitlerde kılınmakla eda edilmiş olurlar.
2 - Farz namazların belirlenmiş beş vakti vardır.
3- Müctehidlerin çoğuna göre, öğle, ikindi, akşam ve yatsının ikişer vakti vardır.
4- Öğle vaktinin başlangıcı, zeval ile gerçekleşir. Bu, güneşin gökkubbesi ortasında bulunup her şeyin gölgesinin titreşip kaldığı ve sonra da gölgenin doğuya doğru meyletmesiyle oluşur. Bu hususta farklı görüş ve tesbitte bulunan olmamıştır.
5- Öğle vaktinin sonu ise, bazı müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir mislini, bazısına göre ise, iki mislini buluncaya kadar devam eder.
6- İkindi vaktinin evveli bazısına göre, her şeyin gölgesinin bir mislini, bazısına göre, iki mislini bulunca başlar, güneş batm-caya kadar devam eder.
7 - Akşam namazının evveli, güneş batınca başlar, batı ufkunda beliren kızıllığın veya ondan sonra meydana gelen beyazlığın kaybolmasına kadar sürer.
8- Yatsı namazının evveli, batı ufkunda beliren kızıllığın, bazısına göre, beyazlığın kaybolmasıyla başlar, fecir doğuncaya kadar devam eder. [57]
devamı verilen linktedir
http://www.herkul.org/hadisatlasi/hk/n/namaz/012-ahkamhadisleri/indexana.htm