İslam tarihinde kadınlar var mıydı?
Ama daha önce tabakat ve sefine kitaplarında şair, muhaddis, mutasavvıf gibi sıfatları nedeniyle yer alan kadınlar, bu kitapta sadece kadın olmaları hasebiyle yer alırlar. Bu yeni bir yaklaşımdır. Ve yukarıda bahsedilen İslam'ın kadınlar için ezici olduğu iddiasına bir karşı cevap teşkil eder.
MODERNLEŞME VE MEDENİLEŞMENİN MERKEZİNDEKİ 'KADIN'
Diğer taraftan modernleşmeyi çeşitli veçheleriyle tecrübe eden Osmanlı toplumunda, kadınlar ve 'kadınlık'la ilgili konular çok merkezi bir tartışma alanı olarak karşımıza çıkar. Modernleşme, medenileşme söyleminin merkezine oturur kadın meselesi. Çünkü yeni bir toplum için yeni bir kadın, yeni bir kadın için de eğitim gereklidir. Burada vurgulanan tabii ki modern eğitimdir. Çünkü klasik Osmanlı toplumunda o günün ihtiyaçlarına yönelik örgün olmayan, yaygın bir eğitimin içindeydi kadınlar. Sanayi öncesi bir ekonomi örgütlenmesi vardı ve erkekler gibi kadınlar da daha ziyade usta-çırak ilişkisi içinde sürdürüyorlardı eğitimlerini.
Modernleşme, Batılı kurumların aktarımı üzerinden yürüdüğü için eğitim de modernleşmenin ana payandalarından biri haline geldi. Ve tek kanatla uçulmayacağı tespitinden yola çıkan Osmanlı aydınları, kadınların eğitimine büyük önem verdiler. İşte bu eğitim esnasında bir Batı dili öğrenen, Batılı adab-ı muaşereti öğrenen genç kızlara sadece eğitim görmüş başarılı Batılı kadın örnekleri sunmanın sağlıksızlığını gördü Maarif Nezareti. Bizim tarihimizden örnek hayatların sunulması önemliydi. İki açıdan önemliydi:
I-Dünyanın medeni ve barbar diye, yani Avrupa ve "dünyanın geri kalanı" diye bölündüğü bir dönemde medeni milletler arasında sayılmak için 'barbar' denilen Afrikalı kavimlerden farkımızı, tarihsel birikimimizi hem karşımızdakilere hem kendimize göstermek istiyorduk.
II-Modernleşirken kendimiz kalmak da istiyorduk. Kendimiz kalmak için de büyükannelerimizin doldurduğu yeri, ortaya koyduğu varlığı arkamızda hissetmeli, ondan istifade etmeliydik.
Osmanlı'nın ve İslam dünyasının ilk yazar kadını Fatma Aliye'yi eslaf-ı nisvan, namdaran-ı zenan gibi başlıklar altında İslam tarihinden kadınların isimlerini zikretmeye yönelten de bu kaygıdır. Çünkü o, kadın haklarını savunurken Avrupalı kadınlarla halef-selef ilişkisi içinde olmamak gerektiğini savunur. "Bablulardan İbret Alalım" adlı makalesinde mavi çoraplıları değil, kendi selefinden kadınları örnek alma üzerinde vurgu yapar. "İşte biz bu gibi emsalden ibret almamalıyız da kendimizi onlara benzetmemeye çalışmalıyız." "Evet! Biz bablulara halef olmamalıyız. Biz eslaf-ı İslam'dan gelmiş olan meşahir ve namdaran-ı zenana halef olmalıyız."
Bir tarafta eslaftan kadınlar bulma çabasını görüyoruz bu dönemde. Diğer tarafta ise o gün eğitilmiş, modern kadınlara örnek olması umulan yaşayan kadınları kâğıt üzerinde görünür kılma çabasını. Fatma Aliye'nin kendisinin bir örnek hayat olarak yer aldığı ve Ahmet Mithat Efendi tarafından kaleme alınan Bir Muharrire-i Osmaniyenin Neşeti adlı kitap bu açıdan bir ilktir. Hem formu hem muhtevası bakımından yenidir.
Kısaca tekrarlamak gerekirse, tarihteki seleflerimizi bulma yolundaki özel çaba, "İslam tarihinde kadınlar yoktur" kalıp yargısına cevaben başlamıştır. Ama böyle başlamış da olsa, tarihte selefimiz olan kadınları bilmeye ihtiyacımız var. Çünkü insan ancak bir hayattan ayak izi çıkarabilir. Ve ayak izi önemlidir, çünkü yol göstericidir. Önceliklerin, sabitelerin nasıl hayata geçirildiği, nasıl pratiğe taşındığı ancak bir ayak izinde kendisini gösteren hayattan yola çıkılarak idrak edilebilir. Bu sebeple tarihin kadınlarını, "kadınların tarihi" perspektifine sıkıştırmadan bilmeye ihtiyacımız var.
Ama daha önce tabakat ve sefine kitaplarında şair, muhaddis, mutasavvıf gibi sıfatları nedeniyle yer alan kadınlar, bu kitapta sadece kadın olmaları hasebiyle yer alırlar. Bu yeni bir yaklaşımdır. Ve yukarıda bahsedilen İslam'ın kadınlar için ezici olduğu iddiasına bir karşı cevap teşkil eder.
MODERNLEŞME VE MEDENİLEŞMENİN MERKEZİNDEKİ 'KADIN'
Diğer taraftan modernleşmeyi çeşitli veçheleriyle tecrübe eden Osmanlı toplumunda, kadınlar ve 'kadınlık'la ilgili konular çok merkezi bir tartışma alanı olarak karşımıza çıkar. Modernleşme, medenileşme söyleminin merkezine oturur kadın meselesi. Çünkü yeni bir toplum için yeni bir kadın, yeni bir kadın için de eğitim gereklidir. Burada vurgulanan tabii ki modern eğitimdir. Çünkü klasik Osmanlı toplumunda o günün ihtiyaçlarına yönelik örgün olmayan, yaygın bir eğitimin içindeydi kadınlar. Sanayi öncesi bir ekonomi örgütlenmesi vardı ve erkekler gibi kadınlar da daha ziyade usta-çırak ilişkisi içinde sürdürüyorlardı eğitimlerini.
Modernleşme, Batılı kurumların aktarımı üzerinden yürüdüğü için eğitim de modernleşmenin ana payandalarından biri haline geldi. Ve tek kanatla uçulmayacağı tespitinden yola çıkan Osmanlı aydınları, kadınların eğitimine büyük önem verdiler. İşte bu eğitim esnasında bir Batı dili öğrenen, Batılı adab-ı muaşereti öğrenen genç kızlara sadece eğitim görmüş başarılı Batılı kadın örnekleri sunmanın sağlıksızlığını gördü Maarif Nezareti. Bizim tarihimizden örnek hayatların sunulması önemliydi. İki açıdan önemliydi:
I-Dünyanın medeni ve barbar diye, yani Avrupa ve "dünyanın geri kalanı" diye bölündüğü bir dönemde medeni milletler arasında sayılmak için 'barbar' denilen Afrikalı kavimlerden farkımızı, tarihsel birikimimizi hem karşımızdakilere hem kendimize göstermek istiyorduk.
II-Modernleşirken kendimiz kalmak da istiyorduk. Kendimiz kalmak için de büyükannelerimizin doldurduğu yeri, ortaya koyduğu varlığı arkamızda hissetmeli, ondan istifade etmeliydik.
Osmanlı'nın ve İslam dünyasının ilk yazar kadını Fatma Aliye'yi eslaf-ı nisvan, namdaran-ı zenan gibi başlıklar altında İslam tarihinden kadınların isimlerini zikretmeye yönelten de bu kaygıdır. Çünkü o, kadın haklarını savunurken Avrupalı kadınlarla halef-selef ilişkisi içinde olmamak gerektiğini savunur. "Bablulardan İbret Alalım" adlı makalesinde mavi çoraplıları değil, kendi selefinden kadınları örnek alma üzerinde vurgu yapar. "İşte biz bu gibi emsalden ibret almamalıyız da kendimizi onlara benzetmemeye çalışmalıyız." "Evet! Biz bablulara halef olmamalıyız. Biz eslaf-ı İslam'dan gelmiş olan meşahir ve namdaran-ı zenana halef olmalıyız."
Bir tarafta eslaftan kadınlar bulma çabasını görüyoruz bu dönemde. Diğer tarafta ise o gün eğitilmiş, modern kadınlara örnek olması umulan yaşayan kadınları kâğıt üzerinde görünür kılma çabasını. Fatma Aliye'nin kendisinin bir örnek hayat olarak yer aldığı ve Ahmet Mithat Efendi tarafından kaleme alınan Bir Muharrire-i Osmaniyenin Neşeti adlı kitap bu açıdan bir ilktir. Hem formu hem muhtevası bakımından yenidir.
Kısaca tekrarlamak gerekirse, tarihteki seleflerimizi bulma yolundaki özel çaba, "İslam tarihinde kadınlar yoktur" kalıp yargısına cevaben başlamıştır. Ama böyle başlamış da olsa, tarihte selefimiz olan kadınları bilmeye ihtiyacımız var. Çünkü insan ancak bir hayattan ayak izi çıkarabilir. Ve ayak izi önemlidir, çünkü yol göstericidir. Önceliklerin, sabitelerin nasıl hayata geçirildiği, nasıl pratiğe taşındığı ancak bir ayak izinde kendisini gösteren hayattan yola çıkılarak idrak edilebilir. Bu sebeple tarihin kadınlarını, "kadınların tarihi" perspektifine sıkıştırmadan bilmeye ihtiyacımız var. ZAMAN
Nazife Şişman Sosyolog-Yazar