KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Mahalle..Bir Daüssıla Rüyası güzel yazı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6111
Rep Gücü : 14922
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Mahalle..Bir Daüssıla Rüyası    güzel yazı Empty
MesajKonu: Mahalle..Bir Daüssıla Rüyası güzel yazı   Mahalle..Bir Daüssıla Rüyası    güzel yazı Icon_minitimePtsi Şub. 01, 2010 11:02 am

Bir Daüssıla Rüyası : Mahalle


“Geçmiş zaman olur ki
Hayali cihan değer
Bir an acı duyar insan belki
Sevmişse biraz eğer
Anlar ki geçenlerin
Rüyaymış hepsi meğer
Rüya olsa bile o günlerin
Hayali cihan değer…” Necip Celal Andel

Dünyadaki hikayemiz ne zaman başladı bilemiyoruz. Ancak, ilk insandan bu yana değişmeyen ve değişmeyecek olan iki kavram: Aile ve hane. İnsan olmayı öğrendiğimiz ve mensubu bulunduğumuz sulbün devamlılığı için gerekenleri devşirip hayat hikâyemize başladığımız ilkokuldan evvelki mektep: aile ve hanedir.

Hepsi ayrı bir dünyaya açılan ve hepsi insana işaret eden insan yuvalarının sıra sıra, arkalı önlü dizilerek değerlerin ve hikayelerin antolojileri hükmünü taşıyan, beşeri münasebetlerin provalarını yapıp insan içine çıktığımız mekanlarda mahallelerdir.

Mahalle insanların biriktirdiği hikayelerin, ruhun ve şahsiyetin billurlaştığı cemiyet içindeki hücreler gibiydi. Şehir denen vücudun uzuvlarıydı. Birbirine bağlı hatta sırt sırta ama birbirinden farklı karakterlere sahip canlı birer bünyeydi mahalleler.

Camisi, çeşmesi ve bakkalı olmazsa olmazlarıdır. Mahallenin temel taşlarıdır bu mekanlar. Adreslerin ve tariflerin de hareket noktaları; Bakkalı geçince,camiinin karşısında,çeşmenin az ilerisi….

Ahşap ya da kerpiçten yapılma, en fazlası iki katlı, bahçesinde mutlaka kavak ağacı bulunan, varsa kuyusu buzdolabı olarak kullanılan; yazın serinlik, kışın ise insanın içine kasvet veren, sakinleri terk ettiğin de hemen harabeye dönüvererek, geceleri cin ve peri dolaştığına inandığımız yorgun savaşçılardan müteşekkil mahalleler.

Mahallelerde zaman Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” ne göre geçerdi. Hayat yatsı namazını müteakiben, ikindiden sonra, akşam ezanı okununca diye planlanırdı. Güneş doğunca gün başlar, güneş batınca biterdi. Babalarımız eve gelince bize de yol görünürdü fatihi olduğumuz sokaklardan. Sofraya herkes gelmeden, besmelesiz oturulmaz, şükretmeden de kalkılmazdı. Sofralar fakirdi ama bereketliydi. Soğanın cücüğünü küçükler yer, ama bütün ayak işlerine de onlar koşardı.

Sefertasları vardı. Daha tost, hamburger icad olmamıştı. Ellerinde sefertasları ile sabahın alacakaranlığında belirenler umumiyetle fabrika işçileri idi. Esnafın sefertasları öğle vaktinde sefere çıkar, çıraklar halkalı pide almaya koşardı.

Mahalleler insanların, insanlarda mahallelerinin mizacını bürünürlerdi. Mahallenin her ferdinin umumi adı mahalle sakini idi. Çünkü mahallede herkes sakin olmalıydı. Taşkınlık, terbiyesizlik ve saygısızlık dışlanmakla cezalandırılırdı. “Mahalleye geldik” sözü haram ayların başlaması gibi yasakların ve kendine çeki düzen vermenin en sert ikazıydı.

Bir insan hakkında ilk hüküm hangi mahalledensin ile başlar kimlerdensin ile devam ederdi. Akrabalık kadar yakın bir ünsiyet vehmeden komşuluğun yegane hayatgahı olan mahalleler…
”Neredeyse komşu komşuya mirasçı olacak zannettim” diyen son resulün mübarek sözlerindeki insanlığın en güzel eseri komşuluğun yaşandığı yer mahalle.

Mahallelim demek kardeşim kadar derinden ve içtendi.

Mahallenin namusu vardı. Mahallenin ismi vardı. Bunlar elbirliği ile korunur ve kollanırdı. Mahalleden olmadığı anlaşılana “bir şey mi aradın arkadaş ”diye sorarlardı. Sahurda ışığı yanmayanın uyanamamışlar diye kapısı çalınırdı. Bacası tütmeyenin kapısına odun kömür bırakılırdı gece karanlığında.

Kapının eşiği evin gümrüğü gibiydi. Sevmedikleri için “eşikten adım attırmam, eşiğine adım atmam” denirdi. Kadınlar eşiklerde çene çalar, havadis toplarlardı. Seyyar satıcılardan eşikte alışveriş yapılırdı. Çocuklar kapının eşiğinden “bir maniniz yoksa bu akşam size geleceğiz” derlerdi. Nedense hiç manide çıkmazdı ve “buyurun gelin” denirdi.
Mahallenin bakkalı borç birikti diye ne kadar söylense de kimseyi ekmeksiz bırakmazdı. Pencere önlerinde “Vita” ve “Evet” marka margarin tenekelerine dikilmiş çiçekler kokardı. Koş bakkaldan “Tursil” al denirdi. O zamanlar her mamül ilk çıkanın adı ile anılırdı


“Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün
Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri
Bir nurlu neşe kapladı kerpiçten evleri
Yarab! Nasıl ferahlı bu alem, nasıl temiz!” Yahya Kemal

Komşuya ve büyüklere karşı haklı da olsak davamızda hep yalnız kalır “sen kusura bakma çocuk işte” denirdi. Hakkın, saygıdan ve komşuluktan sonra geldiğini, yüz yüze bakıyoruz denilen insanlara değer vermeyi öğrenirdik.

Gece yarısı komşuda vukuat varsa don gömlek koşulurdu. Polis nedir bilmezdi kimse, mahallenin akil adamları vardı çözerlerdi her münakaşayı.

Herkesin bir lakabı vardı ve herkesin yedi sülalesi bilinirdi. Her mahallenin kadrolu delisi, ayyaşı, kavgacısı, huysuzu ve buna mukabil alimi, fazılı ve okumuşu vardı. Mahalleler bu iki grup arasındaki nispete göre iyi mahalle, kötü mahalle sıfatını alırdı.



“Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı.” Attila İlhan

Caminin önü, sokakların köşebaşı ya da mahallenin kahvesi; erkeklerin meclis kurdukları mekanlardı. Çoğu usta diye anılırdı, ciddiyet esastı. Fabrika imalatını beğenmez mutlaka bir kusur ararlardı. Aldıklar erzakları, “alan var, alamayan var” diye mendile sararlardı.

Namaza gider kapıya tabure koyarlardı. Çırakları işin ikinci günü -ne hikmetse-dükkanda para bulurlardı.

Ustası olmadıkları işi anlasalar da yapmazlar, ustasız karı haram sayarlardı. Adam sarrafıydılar kapıdan gireni tanırlardı. Ece ajandasından veresiye defterleri, duvarda Saatli Maarif takvimleri vardı.

Ustaların ustaları vardı. Babalarından çok ustalarını anlatırlardı. Ustalar ustaları ile anılırlardı.

Tedarikli gezerlerdi. Ceplerinde; mendil, tarak, çakı, ayna ve hepsinin bitmeyen askerlik hikayeleri vardı. Lafa karışamaz, ağzımız açık dinlerdik. Nede çok şey bilirlerdi şaşardık.

“Fincan kulpundan tutmayı””mecliste söz sahibi olmayı”,”insan içine çıkmayı” hülasa adam olmayı onlardan duyardık. Kızınca Deli Dumrullaşan, “sözü sohbeti dinlenen” adamlardı.

Devletten gelen her hükme “şeriatın kestiği parmak acımaz “diye ses çıkarmazlardı. Postacı dahi olsa her üniformalı büyük adamdı. Çünkü devletti onlar. Devlet kapısı olmayan iş, işten sayılmazdı. Reyleri kutsaldı. Saatlerce tartışırlar bazen de kızıp küserlerdi.

Radyoda “acans” saati gelince her şey dururdu onlar için ve “selahiyetin olacak ikisini sallandıracaksın bak yapabiliyorlar mı?” diye radikal çözümler üretirlerdi. Türkiye yetmez, dünya siyasetine de nizam verirlerdi.” Kenedi aslında iyi adamdı yazık oldu””Domuzdan post Moskoftan dost olmaz” derlerdi.

Çoğu okur yazar bile değildi ya da askerde öğrenmişti ama şifahi olarak irfan sahibiydiler ve mütalaaları tarihe ve belli bir mantığa dayanırdı. Sık sık, “kitapta yeri var” diye atıf yaparlardı. Mutlaka işi erbabına sorarlardı.

Hepsi şükrederdi ve bilirlerdi varın kıymetini. Yokluğu görmüşlerdi. Bunu da bulamayanlar var derlerdi. Duaları “Allah muhanete muhtaç etmesin” idi. Kanaat ve sabırdı saadetlerinin sırrı. Kanaat ve sabır….

Tek ümitleri ve tek dertleri çocuklarının mürüvveti idi. Adeta onun için yaşar ve onun için her çileye göğüs gererlerdi.”Allah devlete, millete zeval vermesin” derlerdi
Büyük adamlardı; Erciyes dağı gibi yürekleri vardı.



“Kuru ekmekle beyaz peyniri lezzetle yiyen
Çeşmeden her su içişte “Şükür Allah’a!” diyen
Bu vatandaş biraz ahşap biraz kerpiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten” Yahya Kemal


“Yurttan sesler korosu” dinlenirdi. Biz çocuklar sıkılırdık o zaman. Şimdi TRT den her koro sesi duyduğumda o sıcaklığı ve annemin şarkı mırıldanarak yemek yapışını ve yan gözle de yemeğe ekmek banmayayım diye beni kollayışını hatırlıyorum. Ne güzel günlermiş!

Kapısının önü ayakkabılarla dolu olan evlerde televizyon var demekti.

Zamanla çatıları sardı antenler, artık herkesin televizyonu vardı. Çizgili pijamalı adamlar “şimdi nasıl” diye bağırmaya başladılar çatılardan “

Televizyon icad oldu komşuluk bozuldu.”Herkes televizyonlarıyla beraber mevziilerine çekilmeye başladı. Artık bir maniniz yoksa diyen çocuklarda ortalıktan kayboldu.


Ehl-i irfan arasında aradım kıldım taleb
Her hüner makbul imiş illa edeb illa edeb


Ve Mahalleler… Mahallemiz… Göçebelik bitti diyenler yalan söylüyor. Oradan oraya savrulan insanlar göçebe değil de nedir? Büyükşehirlerde kaç kişi komşusunun bir önceki neslini tanıyor. Bir ömür kaç değişik mekanda kök salmaya yeter.

Durmadan yer değiştiriyoruz. Hep ev alıyoruz komşu almıyoruz. Bu yüzden kök salamıyor, kuruyoruz. Kaç kişi ben onu çocukluğundan beri tanırım diyebiliyor. Bir mahallesi dahi olmadan büyüyen zavallı çocuklar…

Bizler bu asude bahar iklimlerinin son demlerini de olsa yaşadık.

Hep edep ve terbiye denirdi ve hep “Allahtan korkmak, kuldan utanmaktan “bahsedilirdi. Büyük adam olacak bu diyenlere “hayırlısı olsun” derlerdi büyüklerimiz.

Mahalleler derin temeller üzerinde yükselirdi. Vakar, haysiyet, şeref, haya, izzetinefis, sabır, kanaat, alın teri, hürmet, edeb, terbiye ve sevgi her hanenin harcında mutlaka vardı. Günün her saatinde defalarca bunları duyarak ve yaşayarak büyürdük.

Ya şimdi ki çocuklar. Edep ve terbiyeden bahseden kaç büyük kaldı. Dershane kapılarında çocuk bekleyen ve çocuğunun sadece ÖSS puanı ile öğünen ebeveynler, yukarıda anlatılanların kaçta kaçını veriyorlar çocuklarına. Zavallı çocuklar daha büyümeden tüccar oluyorlar daha yaşamadan kadavralaşıyorlar.


Cemiyet,ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet,cemiyet,yok eden güruhiyle…
Necip Fazıl


Eskiden okumuş denir saygı duyulurdu. Edeb ve bilgi beraber vardı. Şimdi sadece bilgi var ve olmadık işlerin içinden okumuşlar çıkınca şaşırıyoruz. Çünkü bilgi var ama, edeb yok.
Müktesep cahillerimiz durmadan artıyor.

Okumuşta olsa hepsi mutsuz, hepsi bedbin ve hepsi ruhsuz ve bencil bir başarı hedefine odaklanıp deniz suyu içercesine susuzluklarını gidermeye çalışıyorlar. Acılarını ve sevinçlerini paylaşacak dostları olmadığından geceleri başarılarına sarılıp uyuyorlar, gündüzleri de psikolog kapılarında sıra bekliyorlar. Çünkü mahalleleri yok. Çünkü mahalle çeşmesini bilmiyorlar


Dost biperva, felekbirahm, devran bisükûn
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali zebûn . Fuzuli


Biraz daüssıla (ecnebicesi nostalji) biraz serzenişten sonra yeniden insanların yaşadığı, yaşayan ve ruhu olan mahalleler kurabilmek ümidiyle, hatmi kelam babından bir meselle sözü kısa kesmek gerek…Vesselam…

Beyaz adamın Amerika kıtasını ele geçirmeye çalıştığı yıllar. Birkaç beyaz adam bir kızılderiliyi rehber olarak yanlarına almışlar hızla ilerliyorlar. Ancak uzunca bir müddet gittikten sonra Kızılderili rehber birden duruyor, atından iniyor ve yere bağdaş kurarak oturuyor. Beyaz adamlar ne olduğunu anlayamıyorlar. Kızılderiliye ne oldu? Niye durduk? diye sorduklarında şu cevabı alıyorlar:
-Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kaldı.

A. RAHMİ ŞEYHOĞLU
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Mahalle..Bir Daüssıla Rüyası güzel yazı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Babalar gününe Dair Güzel Bir Yazı
» iffet süvarileri..çok güzel bir yazı-iffet..ismet
» kutlu doğum için resmi yazı
» Alt yazı-filmlerin alt yazılarını bulmak için
» BİM 'de Eski Sevgiliyi Görmek..seviyesiz..küfürlü bir yazı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: KÜLTÜR DÜNYASI :: Kişisel Gelişim-Güzel Yazı-
Buraya geçin: