Hz.Allah Sevgisi
Hz.ALLAH sevgisi, tıpkı Hz.ALLAH korkusu gibi, yaşamamız, duymamız ve davranışlarımıza yansıtmamız gereken ve bizi güzel ahlâka ve ebedî mutluluğa ulaştıran en yüce sevgidir.Hz.ALLAH’ı seven, Hz.ALLAH’ın yarattıklarını da Hz.ALLAH için sever, herkese karşı bir sevgi yumağı kesilir, gerçek mutluluğa ulaşır ve ne dünyada, ne âhirette üzüntü duymaz.
Bunun dışında Cenâb-ı Hak, Hz.ALLAH sevgisinin önemli belirtilerini şöyle bildiriyor: “Hz.ALLAH onları sever, onlar da Hz.ALLAH’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Hz.ALLAH yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından korkmazlar. Bu, Hz.ALLAH’ın bir lütfudur ki, dilediğine verir.Hz.ALLAH’ın ihsânı geniştir ve O ihsânına lâyık olanı hakkıyla bilir.”1
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “ Hz.ALLAH şöyle buyurdu: ‘Kulum kendisine farz kıldıklarımdan Bana göre daha sevimli hiçbir şeyle Bana yaklaşamamıştır. Kulum nâfilelerle Bana yaklaşmaya devam eder. Nihâyet Ben de onu severim. Onu sevdiğim zaman, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey dilerse onu veririm. Bana sığınırsa onu korurum.”2
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Şu üç şey kimde bulunursa, o kişi îmânın tadına erer:
1- Hz.ALLAH ve Hz.ALLAH Resûlünün(s.a.v. kendisine her şeyden daha sevimli olması.
2- Sevdiğini sırf Hz.ALLAH için sevmesi.
3-Hz.ALLAH kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılacakmışçasına nefret etmesi.”
Hz.ALLAH için olmazsa, yaratılmışları sevmek belâlı bir musibete dönüşür. Çünkü sevdiğin şey, çoğu zaman seni tanımıyor, seni bilmiyor, seni anlamıyor. Birden bire ortadan kayboluyor ve seni üzüntüde bırakıp, gidiyor. Gençliğin, malın ve paran gibi. Sen istemediğin halde senden ayrılıp gidiyor. Acısını sana bırakıyor. Oysa
Hz.ALLAH sevgisi hem dünyada, hem âhirette, hem darlıkta ve hem bollukta kişinin elinden tutuyor, kişiyi Hz.ALLAH’ın rızasına götürüyor. Kalp, Hz.ALLAH’ın nazar kıldığı bir ayna olduğundan, o nezih kalp ile doğrudan ancak Hz.ALLAH sevilmeli, başka şeyler doğrudan ve kendileri için değil, Hz.ALLAH namına ve Hz.ALLAH için sevilmelidir.
Anlaşılıyor ki,Hz.ALLAH sevgisini yaşayan kimsede şu belirtiler görülür:
1- Hz.ALLAH sevgisini yaşayan kimse dînini ciddî sever, dîninin emirlerini baş tacı yapar ve dîninin gereklerini yerine getirir. Farzları ihmal etmez. Nafile ibadetlerini artırmaya çalışır.
2- Hz.ALLAH sevgisini yaşayan kimse mü’minlere karşı mütevazi, kâfirlere karşı izzetli olur.
3- Hz.ALLAH sevgisini yaşayan kimse, H.Z için H.Z yolunda çalışır, Hz.ALLAH’ın dînini yaşamaya ve yüceltmeye gayret eder.
4- Hz.ALLAH sevgisini yaşayan kimse, insanların ileri geri konuşmalarından korkup dînini yaşamaktan geri durmaz.
5-Hz.ALLAH sevgisini yaşayan kimse Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Sünnet-i Seniyesine elinden geldiğince uyar.
6- Hz.ALLAH sevgisini yaşayan kimse Hz.ALLAH için işitir, Hz.ALLAH için görür,Hz.ALLAH için tutar,Hz.ALLAH için yürür, amellerinde Hz.ALLAH’ın rızasını arar ve ister.
7-Hz. ALLAH sevgisini yaşayan kimse, Hz.ALLAH dostlarını Hz.ALLAH için sever.
8- Hz. ALLAH sevgisini yaşayan kimse, eşi, ailesi, çocukları, annesi, babası, akrabaları, komşuları ve Müslümanlar ile iyi geçinir. Bağışlayıcı ve merhametli olur. Kimseye zararı dokunmaz. İyiliklerini artırmaya çalışır.
Dipnotlar:
1- Mâide Sûresi: 54, 55, 56
2- Riyâzu’s-Sâlihîn, 385
3- Câmiü’s-Sağîr, 2/847
******************************
eloskan bildirdi: "Risale-i Nur’da Allah aşkından sonra diğer mesleklere geçelim biiznillah. Risale-i Nurda hemen her kesin idrak ve anlayışına göre bir çok meslekler vardır ve önerilmiştir.
“Demek ‘et turuku illalah bi adedi enfasi’l-hakaik’ (Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri adedincedir) hakikattir, mübalağa değil; belki noksandır.” (Mesnevi-i Nuriye, Nokta, Birinci Burhan.)
Bunların hepsi Kur’an-ı Kerim’de vardır, mevcuttur fakat Risale-i Nur’da hepsi var mıdır? bunu bilemeyiz ama, bir çok örnekler verebiliriz.
Mesela pek fazla uğraşmadan bir kaçını zikredelim, 1. mesleği yukarıda verdiğimiz için 2.den başlıyoruz biiznillah:
----------------------------
Allah’ın selam, sevgi ve merhameti üzerinize olsun.
Üstad Risalelerde Allah aşkını tasvip etmiyor denilir, oysaki dikkat edilmesi gerektiğini belirterek, mecazi aşktan hakiki aşka dönüşümde dikkat edilmesi gereken bazı durumlar olduğunu ve bunların insanı yanlışlara sürükleyebileceğini ifade ederek ikaz eder. Yoksa Allah aşkının veya direk Allah aşkına gitmenin tehlikeli veya yanlış olduğundan bahsetmez, bilakis Risalede pek çok yerlerde kendi de kullanır ve hatta kendi kullanmakla kalmayıp birkaç yerde Allah aşkına nasıl ulaşılınabileceğini bile:
“Eğilimin iki katı olan arzu ve onun yani arzunun iki katı olan özlem ve onun iki katı olan aşk ve nihayette varılan amaç daimi (sürekli) Allah’ı tanımaya yöneltir. Şu fıtrattaki Allah’a gönül akması ve O’nun aşkıyla kendinden geçme hali, bir çekimci kuvvet gerçeğinin kendinden geçirmesiyledir.” (Mesnevi-i Nuriye, Nokta, 214, 215)
şeklinde tarif eder.
1 – Eğilim, Arzu, Özlem, Allah aşkı ve Sürekli izzet ve azamet sahibi Allah’ı tanımaya yönelmek.
“Allah aşkı onu daima izzet ve azamet sahibi olan Allah’ı tanımaya sevk eder” der ve ardından cezbe halinin hakikatine değinir.
Allah insana bin yıllık bir ömür verse dahi Allah’ı hakkıyla tanıyamaz. “Allah’ım biz Seni hakkıyla tanıyamadık.” (Hadis-i Şerif meali) Allah Rasulü (asm) dahi böyle diyorsa; demek ki, daimi olarak O’nu tanımaya yönelmek gerek.
Allah’a iman, Allah’ı tanımak, Allah’ı sevmek ve Allah’a aşık olmak mertebeleri, her biri ayrı ayrıdır ve mana bakımından aralarında dağlar kadar fark vardır. Günümüzde iman-ı billahı veya marifetullahı ve hatta bazan muhabbetullahı bile artık insanlar son nefeslerine kadar muhafaza edemez hale geldiler, muhabbetin ardından aşk-ı İlahiye olacak ki; ölünceye kadar muhafaza edilebilsin. Bunu şöyle bir örnekle açabiliriz:
Bir insan tanıdığı bir insanı kısa bir zaman hatırda tutabilir, buna mukabil sevdiği insanı ise ondan çok daha fazla hatırda tutabilir, fakat aşık olduğu bir insanı ise hiç unutamaz, çünkü günümüzdeki anlamıyla aşk özel, muhabbet geneldir; yani insan aynı anda bir çok şeye ve kimseye muhabbet besleyebilir ve sevebilir, fakat aynı anda birden fazla şeye veya kimseye aşık olamaz işte aynen onun gibi.
Risale-i Nur’da, yukarıda verdiğimiz örneğin dışında Allah aşkından ve hatta insanın kalbinde olması gerektiğinden bahseden pek çok örnek vardır, biz bazılarını kısmen günümüz Türkçe’siyle verelim biiznillah:
“…kalblerinde tahrik edici bir şevkin ve bir > bulunmamasıyla,…” (İşaratü’l-İ’caz, Münafıklar Bahsi)
“…cansız kalbleri > ihya eden,…”
“…kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, > mübadele etsinler…” (İşaratü’l-İ’caz, Kıyamet ve Ahirete İman)
“Zira herşeyin bir kemal noktası ve o noktaya bir meyli var. İki kat meyil ihtiyaç, iki kat ihtiyaç >, iki kat aşk >. Olabilir (mümkün) varlıkların sonsuz olgunluğu, sonsuz vücuttur. Özel olgunluğunu, yeteneğini fiile çıkaran has vücuttur. Bütün kâinatın ol emrine itaati, bir zerrenin itaati gibidir. Ol ezeli emrine olabilirin (mümkinin) itaat ve uymasında, meyil ve ihtiyaç ve >ve > kaynaşmış, içine yerleşmiştir.” (Sünuhat, Üçüncü Nokta.)
Üstad burada; “kainatın ol emrine aşk ve şevkle ve bunların iki katı gönül akması ile uyması bir zerrenin uyması gibidir” diyor. Yani kainattan zerrelere kadar canlı-cansız her şeyde aşk veya şevk ve aşk veya şevkin iki katı gönül akması mevcuttur demek istiyor.
“…yine iradenin tecellisi olan meyil ve ihtiyaç ve > ve gönül akması, birden, beraber içindedir.” (Sözler, 29. Söz.)
“…kutsal muhabbetten gelen sınırsız bir kutsal > var.” (Mektubat, 18. Mektup)
“İki kat ihtiyaç, özlemdir. İki kat özlem, muhabbettir. İki kat muhabbet dahi >. Ruhun olgunlaşmasına göre, muhabbet mertebesi, (Allah’ın) İsimlerinin mertebelerine göre gelişir.” (32. Söz, Üçüncü Nükte.)
“İnsanoğlu, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı sınırsız bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü insanın fıtratında cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle taparcasına bir sevgi ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemal ve kemal ve ihsan derecelerine göre o muhabbet çoğalır, > en son derecesine kadar gider.
Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir > yerleşir. Evet, kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan hafıza kuvveti, bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki, insan kalbi, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.” (On Birinci Lem’a, 62)
“… kainat ağacının duyarlı meyvesi olan insan cinsindeki ciddi Allah’a olan > gösterir ki, bütün kainatta // fakat başka şekillerde // hakiki aşk ve muhabbet bulunuyor.” (33. Söz, 26. Pencere.)
“İkinci Nükte: İnsan cinsinde, özellikle yüksek tabakasında, meslekleri ayrı ayrı sayısız kişilerde, gayet esaslı bir surette bulunan şiddetli bir > ve kuvvetli bir, Rabb olan Allah’a muhabbet, hazırlanmadan benzersiz bir güzel yüze işaret, belki şehadet eder.
Evet, böyle bir aşk öyle bir güzel yüze bakar, gerektirir ve öyle bir muhabbet böyle bir güzellik ister. Belki bütün mevcudatta hal diliyle ve söz diliyle edilen genel hamd ve senâlar, o ezelî güzelliğe bakıyor, gidiyor. Belki Şems-i Tebrizî gibi bir kısım âşıkların nazarında, bütün kâinatta bulunan umum >, kendinden geçmeler (cezbeler), çekicilikler (câzibeler), çekici (câzibedar) hakikatler, ezelî ve ebedî bir çekici hakikate işaretlerdir. Ve yıldızları ve bütün varlıkları Mevlevî-misal pervane gibi raks ve semaa kaldıran kendinden geçercesine harekât ve deveran, o çekici hakikatin kutsal güzel yüzünün hükümdârâne tezahüratı karşısında > ve vazifederâne bir karşılıktır.” (4. Şua, 6. Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye.)
“…hu " diye, aşkın sarhoşluğuyla ve o sonsuzluk > ve buluşma ve kavuşmanın gerekliliğiyle, gayet zevkli ise, hem çok yüksektir,…” (Kastamonu Lahikası, İcaz ile Beyan)
Acizane benim bulabildiğim, Risale-i Nur’da sözü geçen Allah aşkı ile ilgili bahisler kısa kısa bu kadardır, fakat tabii ki hepsi bunlar değildir. Yalnız, Üstad aşk ve şevk kelimelerini bir çok yerde aynı anlamda kullanmıştır, buna bir örnek verelim:
Yukarıda, “Sünuhat, Üçüncü Nokta”dan alıntı yaptığımız paragrafta görülebilir.
Risale-i Nurda aşk kelimesi dünya aşkı ve mecazi aşk hariç; konu başlığı olarak 35 yerde kullanılır, şevk kelimesi konu başlığı olarak; 12 yerde kullanılır ve incizap kelimesi ise konu başlığı olarak; 8 yerde kullanılır. Konu başlığı olarak toplam: 55 yerde kullanılırlar. Allah sevgisi (muhabbetullah) kelimesi konu başlığı olarak 50 yerde kullanılır.
O halde birkaç kelime ile sonucu şöyle özetleyebiliriz: Muhabbetullahın (Allah sevgisi) iki katı; Allah aşkı veya şevkidir, Allah aşkı veya şevkinin iki katı ise; Allah’a incizaptır (gönül akmasıdır), incizab-ı İlahiye desek yanlış olmaz sanırım.
Ayrıca; Üstad’ın aşk veya şevkin iki katını “incizap” ile ifade ettiği kelimenin sözlük manaları: Tutulma, kapılma ve gönül akması iken bu aciz en uygun mananın “gönül akması” olabileceğini düşünerek; ‘incizap’ kelimesinin karşılığında onu kullanmıştır.
Risale-i Nur’da Allah aşkından sonra diğer mesleklere geçelim biiznillah. Risale-i Nurda hemen her kesin idrak ve anlayışına göre bir çok meslekler vardır ve önerilmiştir.
“Demek ‘et turuku illalah bi adedi enfasi’l-hakaik’ (Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri adedincedir) hakikattir, mübalağa değil; belki noksandır.” (Mesnevi-i Nuriye, Nokta, Birinci Burhan.)
Bunların hepsi Kur’an-ı Kerim’de vardır, mevcuttur fakat Risale-i Nur’da hepsi var mıdır? bunu bilemeyiz ama, bir çok örnekler verebiliriz.
Mesela pek fazla uğraşmadan bir kaçını zikredelim, 1. mesleği yukarıda verdiğimiz için 2.den başlıyoruz biiznillah:
2 – Risale-i Nur’un meslek-i nihaisi talim-i Esmadır yani, Allah ahlakıyla ahlaklanmak yani, Allah’a ayine olmaktır. Bu meslekte 5 adım (hatve) vardır)
a) Fena fil a’fal, b) Fena fil isim, c) Fena fis sıfat, d) Fena fiş şuunat ve d) Eena fiz Zat.
3 – Enaniyetini terk etmek ve dünya ve ahiret kemalatlarını da terk etmek, yani kendine Allah tarafından mertebe ve makam da verilse, onu dahi terk etmeye kendini mecbur bilmek, iman hizmetinin aksamaması adına bir fedaiyet.
Üstad bir başka vesileyle şöyle diyor: “…, Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsi makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur’da ihlası bozmamak için uhrevi makamlar dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur bilirim …” (On Dördüncü Şua)
4 – Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak ey aziz’i biraz örtülü olarak önermiştir. Bunu biraz açarsak; “sınırsız acz” ile “sınırsız fakr (ihtiyaç)” ölmeden önce tamamen ölmek manasına gelir ve biri Allah’ın kudretinin, diğeri o kudretten gelen kuvvetin ve bir çok sıfatlarının (gölgeleri veya cilveleri değil) tam tecelli edebileceği bir sınırsızlık demektir.
“Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacının ölçüsüyle Allah’ın güç ve kudreti ve her şeyi terbiye eden, egemenliği altında bulunduran Allah’ın sonsuz zenginliğinin görünüm ve yansıma derecelerini anlamaktır. Nasıl ki açlığın dereceleri ölçüsünde ve ihtiyacın çeşitleri miktarınca yemeğin lezzeti ve dereceleri ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi, sende sonsuz aczin ve fakrınla, Allah’ın sonsuz kudret ve sınırsız zenginliğinin derecelerini anlamalısın.” (On Birinci Söz)
Şevk; Risale’de bir çok yerde aşk yerine veya aşktan daha kuvvetli bir sevgiyi ifade etmek maksadı ile kullanılmıştır. Sınırsız şevk veya sonsuz şevk ile sevilen Allah’a sınırsız şükür edebilme mertebesine gelinir ve ondan sonra ise ‘ey aziz’ diyor. Azizin manası; “mağlup olmayı reddeden ve alçak şeylere tenezzül etmeye müsaade etmeyen yüksek bir hal”dir, izzet sahibi bir kişidir.
“En ala ve en yüksek yol olan kulluk ve sevgi yolunun dört esasından en büyük esası şükürdür ki, o dört esas şöyle tabir edilmiş:
Aczi fakrı hissetme yolu içinde dört şey gereklidir:
Acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şevk-i mutlak, şükr-ü mutlak, ey aziz” (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup.)
Yani: “ a- Sınırsız acz, b- Sınırsız fakr, c- Sınırsız şevk, d- Sınırsız şükür, ey aziz” diyor.
5 – Muhabbetullah, rızaullah, likaullah, cemalullah. Yani: a- Allah’a sevgi, b- Allah’ın rızasını kazanma, c- Allah’a ulaşma ve d- Allah’ın cemalini görme (Rü’yet-i cemal-i İlahi).
“…hu " diye, aşkın sarhoşluğuyla ve o sonsuzluk şevki ve buluşma ve kavuşmanın gerekliliğiyle, gayet zevkli ise, hem çok yüksektir,…” (Kastamonu Lahikası, İcaz ile Beyan)
6 – a – Tevhid, b – Teslim, c – Tevekkül ve d – Saadet-i dareyn önerilmiştir.
Saadet-i dareyn iki dünya saadeti demektir; hem bu dünyada ve hem de ahirette.
Kur’an’ı Kerim’de: “Ey iman edenler, iman ediniz” deniliyor yani, “Ey Allah’a iman edenler bu imanınız tevhid-i amiyane idi, şimdi tevhid-i hakiki’ye geçiniz” demek istiyor.
Tevhid: İkiliklerden çıkıp birliğe, çokluktan tekliğe varmak (kesretten vahdete), Allah’ı birlemek (ehadiyetten vahidiyete), Allah’a teslim olmak, Allah’a güvenmek (sırtındaki yükü yere indirmek), bunların ardından elbette ki; iki dünya mutluluğu.
7 – a – Acz, b – Fakr, c – Şefkat, d – Tefekkür önerilmiştir.
“Birincisi; tefekkürdür. > ismine bakıyor.
Biri de şefkattir, hadsiz olan fakrını hissetmektir ki, > ve > isimlerine bakıyor, …” (Birinci Şua)
“Cenâb-ı Hakka vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bâzısı bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kàsır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.
Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tarîktir ki, ubûdiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine îsâl eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsâl eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsâl eder.
Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, "letâif-i aşere" gibi on hatve değil; ve tarîk-ı cehriye gibi "nüfûs-u seb’a," yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibârettir. Tarîkatten ziyâde hakikattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.
Şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.” (26. Söz’ün Zeyli Sayfa 438)
(Şu kısa yolun yapılması gereken vazifeleri, sünnete uymaktır; farzları işlemektir, büyük günahları terk etmektir. Ve özellikle, namazı kurallarına göre kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.)
8 – “a – İman-ı billah; b – iman-ı billah içinde marifetullah; c –marifetullah içinde muhabbetullah; d – muhabbetullah içinde ise lezzet-i ruhani.” (Yirminci Mektup, Mukaddime)
9 – İman, hayat, şeriat yani; a – İman. b - İman içinde hayat (imanı kalbe indirme) yani ahlak. c - Hayat içinde şeriat’ı (imanı yaşamak) yani, kulluğu önermiş çünkü, Kur’an’ı Kerim’de: “De ki ey Muhammed: ‘Siz mü’min olduk demeyin, Müslüman olduk deyin (iman ettik demeyin, teslim olduk deyin) çünkü, imanınız henüz akıldan kalbe inmedi” diyor.
Bedevîler 'inandık' dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama 'İslâm olduk.' deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Resulüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Hucurat/14)
10 – İhlas da 4 Düsturdur:
“İhlası kazanmak ve korumak ve engelleri savuşturmak için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.
Birinci Düsturunuz: Amelinizde Allah rızası olmalı.
İkinci Düsturunuz: Bu Kur’an hizmetinde bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk (erdemsatanlık) cinsinden imrenme damarını tahrik etmemektir.
Üçüncü Düsturunuz: Bütün kuvvetinizi ihlasta (içtenlik) ve hakta bilmelisiniz.
Dördüncü Düsturunuz: Kardeşlerinizin üstünlüklerini şahıslarınızda ve erdemlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şakirane kıvanç duymaktır.”
“Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlat, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakîki kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz "Halîliye" olduğu için, meşrebimiz "hıllet"tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder.” (21. Lem’a)
Yani, Risale-i Nur’da her insanın idrak ve anlayışına göre bir çok meslekler önerilmiştir ve bunların hepsi de Risale-i Nur’daki mesleklerdir, fakat bir başka açıdan da bütün bu mesleklerin her birisi birer mertebedir, esas maksat bu mertebeleri birer birer tırmanıp Allah’a ulaşmaktır..
Yine bir başka açıdan ise: Bu mesleklerin hepsi hakikattir fakat bir de hakaik-ı hakiki (hakiki hakikat) vardır, o da tektir ve Adem Aleyhisselamdan beri en doğru yol odur, başta da belirttiğimiz gibi; o da talim-i esma mesleğidir, işte Risale-i Nur’un esas mesleği budur.
Ey Alemlerin Rabbi En Yüce, En Güzel ve En Sevgili Olan Zat! Seni sınırsız seviyoruz ve sana sınırsız şükrediyoruz, lütfen bize Senin hakiki hakikat yolunda daim eyle, amin…
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” (Bakara: 32)
(23 . Temmuz . 2008 – İzmir )
Allah’a emanet olun.
Ali Oskan