Esmaül HÜSNA iLE gÜNDEME BAKIŞ VE DUALAR
ABDULLAH AYMAZ
O günlerin tesbihatı gibi
Kırk sene önce yazları tenezzühe çıkar, namazlardan sonra hep bir ağızdan tesbihatı okurduk... Geçenlerde yine birkaç arkadaş bir araya gelince eskileri yâd edercesine beraber bir tesbihat okuduk.
Sanki kırk sene önceki ruhânî lezzeti yakalamış gibi olduk. O zamanlar pek mânayı mülahaza etmiyorduk ama farklı bir sâfiyet vardı ve bu temiz, nezih hâl, ruh ve kalbin ihtizaza gelmesi ve okuduğundan zevk alması için yeterliydi. Şimdilerde her nedense o ilk günlerin manevî neşe ve neşvesini bir türlü yakalamak mümkün olmuyor.
Ama bu sefer farklı oldu. Çünkü tesbihatı okurken, tamamen ülkemizin maruz kaldığı durumlar ve üzerine çöken kara bulutlar bizim ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığımızı gösteriyordu. Onun için Esmâ-i Hüsnâ'yı okurken, o mübarek isimlerden meded beklercesine mânalarını da düşünerek ve hemen kördüğümlerimizin üzerine elmas bir kılıç gibi inmelerini ümit ederek okuyor ve zaman zaman hıçkırıklara boğulanlarımız oluyordu.
"Ya Rahman ya Rahim,
merhametinle muamele et.
Ya Aziz, ya Cebbar,
kötü komploları boşa çıkar.
Ya Tevvab ya Vehhab
günahlarımızı hatalarımızı bağışla, vereceklerini meccânen ve vehbî olarak ver.
Ya Bâis ya Vâris,
bizi yeniden dirilt, bizi yeryüzü mirasçıları sâlih kullarından eyle...
Yâ Celil ya Cemil,
kötü niyetlilere celâlinle tecelli buyur...
Yâ Kâhir ya Kâdir,
ıslaha kabiliyetli olanları ıslah et, olmayanları ve hâlâ komplo ve kötülük peşinde koşanları sonsuz kudretinle artık Allah'ım Sana havale ediyoruz. Sen bilirsin.
Yâ Melîk yâ Muktedir,
ey Muktedir Sultan ülkemizin maruz kaldığı tabloyu herkesten daha iyi biliyorsun, Sen şu meş'um mezuniyetten kurtarıp en üstün en güzel mazhariyetlerle serfiraz eyle...
Yâ Azîm ya Gafûr
azametin, gufrânınla muâmele ederek bizleri ve ülkemizi bağışlayıp bizleri muhteşem lütuf ve ihsanlarınla üstün konumlara ulaştır. Bizleri insanlığa güzel örnekler eyle...
Yâ Halîm ya Vedûd,
af ve hilminle tecelli edip bizleri vesile kılarak yeryüzünü büyük bir huzur adası haline getir, muhabbetinle doldur. Bizleri gerçek muhabbet fedaileri yap...
Yâ Şehid yâ Şâhid,
bizleri hep güzelliklere şâhid yap, hizmet ve hicret şuuru ile hareket ettir, makam-ı rızana ulaştır...
Yâ Nur ya Lâtif,
Kur'an'ın envar ve füyuzatından azamî istifâde ile bizleri yeryüzünde salâh ve ıslahın, takva ve ihlasın rehberleri ve Hızıriyetin temsilcileri eyle...
Yâ Hak ya Mübin,
Hak ve dürüstlüğün mazharları yaparak bizleri Hakk'ın şahitleri, hem lisan-ı hâl ve lisan-ı kal ile en beliğ temsilcileri ve teşhircileri eyle...
Yâ Tâhir ya Mutahhir,
yeryüzünü hatta gökleri telvis eden, insanlığı sinsi şekilde maddî-manevî zehirleyenlerin şer ve kötülüklerinden cihanı temizle ve insanlığa yepyeni bir güzellik ve huzur nizamı kur.
Ya Mücemmil ya Mufaddil!..
Tertemiz bir zeminde cemalinle tecelli eyleyip, faziletli insaniyet temsilcilerini aşkın ve taşkın şekilde göster ve bütün gönüllere sevdir.
Ya Hayy ya Kayyum ya Adl ya Hakem,
adaleti ve hikmeti ihyâ et, nurânî bir sütun gibi ayakta tut, ihanetin kötülüğün temsilcisi her şeyi yerle bir eyle, hor ve hakir kıl.
Ey Ferd, ey Kuddus,
ey Mukaddesler Mukaddesi..." diyorduk. Bütün bunları aşk ile şevk ile söylerken heyecana boğuluyorduk. Sanki "sekîne" iniyor gibi okuyorduk. Sonunda sanki biz atalarımızın Mohaç'ta "dev bir orduyu yenmiş" olması gibi muzafferdik. Gerçek şu ki artık "çocuklar gibi şendik!.."
Aslında tesbihat yaparken, Esmâ-i Hüsnâ'yı okurken her zaman derin mülahazalar içinde olmamız gerekir...
26 Nisan 2010, Pazartesi