Kâinatın Yaratılışı
Fethullah Gülen
Güneş, dünyamızın da içinde bulunduğu gök sisteminin merkezi durumunda olup, çevresindeki gezegenlere ve dolaştığı alana, ısı ve ışık yayan büyük bir gök cismidir. Dünyadan 105 bin kat daha büyük ve takriben 4,6 milyar yaşında olan güneşin içindeki sıcaklık 15 milyon dereceye kadar varmaktadır. Ondan uzaya doğru fışkıran sıcak gaz sütunlarının uzunluğu 400 bin km.yi bulduğu söylenmektedir. Onu teleskoplarla gözlemleyenlerin onun ihtişam ve heybeti karşısında dehşete kapıldıkları da bir gerçektir. Güneşe, onu emrine musahhar kılan ve zimamını elinde bulunduran Yüce Allah'ın musahhariyeti noktasından bakıldığında bu kadar dehşetli ve celalli olan güneşin yeryüzünde oldukça zayıf, hakir ve insanoğlunun hizmetine musahhar bir hizmetçi olduğu görülecektir. O, ısı ve ışık yayarken, bir taraftan yeryüzünü ısıtıp aydınlatmakta, diğer taraftan ise bitkilere fotosentez yaptırarak yeryüzünde hayatın beka ve devamına hizmet etmektedir.
Güneş Sisteminin Teşekkülü
Dünya ise, üzerinde Allah'ın türlü türlü nimetleriyle perverde olduğumuz ve Kur'an'da kendisinden bir 'beşik' (Bkz. en-Nebe, 78/6) olarak bahsedilen, Cenab-ı Hak tarafından insanın hizmetine tahsis edilmiş bir tayyare, bir semavi gemi ve bir binektir. Dünyanın böylesine muhteşem bir şekilde hazırlanması ve güneşin belli saatlerinde doğup, dev bir mum gibi dünyayı aydınlatması, belli saatlerinde de gidip guruba kapanarak insanın istirahatine zemin hazırlaması ve onun kendi manzûmesi içindeki hareketi, kendine bağlı cisimler üzerindeki müessiriyeti, ziyası, renkleri, farklı istidatların gönüllerine farklı ilhamları ile öteden beri düşünürlerin kafasını hep meşgul edegelmiştir. İlk çağdan beri düşünce, fikir ve ilim adamları; güneş sisteminin teşekkülü, dünyanın meydana gelmesi ve bunun semâvi sistemlerle münasebetleri vs. gibi konular hakkında pek çok nazariyeler ortaya atmışlardır.
Buffon'un Nazariyesi
Dünya ve güneşle ilgili -bir nazariye de olsa- ilk derli toplu malumatı Buffon vermiştir. Buffon'a göre güneş, önceleri garip, yalnız, kimsesiz bir yerde bir gaz yığını halinde meskun olup halihazırdaki bütün aktiviteleri kendi içinde ketmedilmiş bir vaziyetteydi. Daha sonraları bir kuyruklu yıldız gelerek ona çarptı; derken onun yüzünde bir kısım damlacıklar ve lekeler meydana geldi. Sonra da bu damlacıklar, güneşin etrafındaki peykler haline dönüştü. Evet güneşin hacmi o kadar büyüktür ki, o koca peykler onun etrafında birer damlacık kadar sayılırlar. Bu nazariye, ilk bakışta akıl ve mantığa uygun gelebilir. Zira Allah (celle celalühü) isterse bir kuyruklu yıldızı güneşe çarptırır, sonra ondan damlacıklar hasıl eder ve o damlacıklar ani'l-merkez (merkezkaç) bir hareketle ondan uzaklaşır, ile'l-merkez (merkezçek) esasına göre de onun etrafında dönmeye başlarlar. Ve böylece küreler ve peykler bugünkü konumlarıyla ortaya çıkar. Buffon'un bu nazariyesi matematik değer olarak isbat edilemediği gibi bir hayli tenkit de görmüştür.
Filozof Kant
Bu meseleye biraz daha çeki düzen verip daha bir sistemleştiren kişi ise Alman filozofu Kant'tır. Ona göre; güneşe herhangi bir kuyruklu yıldız çarpmamıştır. Güneş, müthiş bir gaz yığını halinde kendi yörüngesinde hareket ederken birdenbire hareketinde bir hızlanma olmuş, bu hareket şiddetlendiğinde de bu koca gaz yığını hızla soğumaya başlamış ve bu soğuma neticesinde güneşten bir kısım parçalar kopmuştur ki, kopan bu parçalar, bir taraftan 'ani'l- merkez' diğer yandan 'ile'l-merkez' hareketlere bağlı olarak güneşin etrafında dönmeye başlamış ve böylece güneş sistemi oluşmuştur. Her ne kadar Kant, bir matematikçi olmasa da onun bu görüşleri ilim dünyasında bir hayli zaman hüsn-ü kabul görmüştür.
Matematikçi Laplace
Konuyu, Kant'tan daha derli toplu bir şekilde ele alan ve onun nazariyesini daha da geliştiren, Fransız matematikçi Laplace'tir. Laplace, Kant'ın nazariyesinin matematikle ispatını yapmış ve onu daha da popülerleştirmiştir. Ama bu nazariye de belli bir süre sonra eskimiş ve onun görüşleri de kendisinden sonra gelen Maxwell'in tenkidinden nasibini almıştır. Maxwell; hem Kant'ın, hem de Laplace'in yanıldıklarını ileri sürerek güneş ve gezegenlerin bulunduğu sistemlerin sahasının çok geniş olduğunu ve güneşin çekim alanını aşacak uzaklıkta daha pek çok sistemin varlığını ve bunların, güneşin çekim dairesi alanına girmesinin mümkün olmadığını iddia etmiştir. Öyle ki ona göre, güneşin çekimi, bunları ne cezbedebilir ne de etrafında döndürebilir.
Astronom Sir James Jeans
Kant ve Laplace'ın nazariyelerini daha ilmi bir kritiğe tabi tutan kişi büyük astronom Sir James Jeans olmuştur. O da kendi fikirlerini delilleriyle ortaya koymuş ve bugün dahi nazariyesi hakim olan Alman fizik bilgini Weizsacker'a kadar ilim dünyası onun fikirleriyle uğraşmıştır. Weizsacker'a göre başlangıçta mekânın her tarafı gaz ve buhar gibi duman halindedir. Atomik kanuna göre atom parçacıkları yavaş yavaş bir araya gelerek kütleleri oluşturmuşlardır. Meydana gelen her kütle, merkez-çek durumuyla etrafındakileri çekmiş ve bu kütleler, yavaş yavaş büyümeye başlamışlardır. Başlangıçta böyle olduğu gibi daha sonra da bu parçalanma ve kütleleşme mütemadiyen sürüp gitmiştir. Yani kâinatta daima atomik parçalanmalar ve çözülmeler olmaktadır ve olacaktır da. Yani sürekli atomlar, bir araya gelerek yeni terkipler ve yeni kütleler oluşturacaklardır. Bir mânâda ömürlerini tamamlayan güneşler, atomik kanunla parçalanarak iyonlaşmaya doğru giderken beri tarafta enerji, iyon, atomlar derken moleküller toparlanacak ve yine büyük büyük kütleleri meydana getireceklerdir.
Kainat Bir Bütündür
Bu nazariyelerin ortak bir paydada tahlilini yaptığımızda şunları söyleyebiliriz: Evvekiler de sonra gelenler de başlangıçta kâinatı bir bütün olarak görmektedirler. Bu, onlara göre önceleri bir gaz yığınıdır. Sonra atom, molekül ya da partiküllerin çarpışıp bir araya gelerek merkez-çek kuvvetler hasıl etmeleri ve büyük büyük kütleleri meydana getirmeleri şeklinde devam etmektedir. Bu büyüme, bir bakıma anne karnındaki bir cenine benzetilebilir. Zira anne karnındaki yavru ilk önce bir yumurtacıktan ibarettir. Daha sonra bu yumurta içindeki cenin, yavaş yavaş beslendikçe büyüyüp gelişir ve belli bir cesamete ulaşır. Tıpkı bunun gibi, atom parçaları da bir araya gelerek terkipler ve kütleleri oluştururlar ve neticede çok büyük kütlelere sahip uzayın dev cisimleri meydana gelir. Bütün bunlar, baştan bu yana kâinatların yaratılışıyla ilgili ileriye sürülmüş faraziyelerdir. İfade değişikliği, üslubun âmileştirilmesi nazar-ı itibara alınmayacak olursa, genel kanaat bu çerçevede yoğunlaşmaktadır. Artık gelecek sayıda Kur'an'da kainatın yaratılışına geçebiliriz.
***
Kur'an'da Kâinatın Yaratılışı
Fethullah Gülen
Buffon, Kant, Laplace, Maxwell, Sir James Jeans ve Weizsacker'ın kâinatın oluşumuyla alakalı ortaya attıkları nazariyeler, asırlar ve asırlar boyu birbirlerinden etkilenerek teşekkül ede gelmiş nazariyelerdir. Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'a gelince o, bu mevzuda farklı bir üslup kullanır; teferruata girmez.. herşeyi meşiet ve ilahi iradeye bağlar.. tabiat, esbab ve kendi kendine oluşuma kapılarını kapayarak:
'O kâfirler görmediler mi ki (evvelemirde) göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık; sonra her canlı varlığı sudan yarattık. Hâlâ inanmıyacaklar mı?!' (Enbiyâ, 21/30) şeklinde ferman eder ki ayet-i kerimeye göre bütün sistemlerin evvelemirde 'ratk=bitişik' halde olup sonradan birbirinden ayrıldığı açıkça vurgulanmaktadır. Burada 'ratk=bitişik', Duhan suresinde 'duhan=bulutsu' her ikisi de tek kütle anlamına gelir ki, bu üsluba ve bu icmale itiraz etmek kabil değildir. Garibdir bu âyet, daha ilk dönem Müslüman ilim adamları tarafından da bu çerçevede anlaşılmıştır. Biz şimdi nüanslarıyla o gün nasıl anlaşıldığı üzerinde duralım: O dönem itibariyle ayette geçen 'ratk' tabiri üzerinde düşünce ve mülahazalar şu üç husus üzerinde yoğunlaşmıştır:
'Ratk' Tabiri
1) İbn Ömer ve İbn Abbas'tan gelen bir rivâyete göre âyet, 'Başlangıçta semâvâttaki parçalar ve semâ ile yer arasında bir alâka ya da bir alış-veriş yoktu. Küre-i arz kuru, semâ da bulutsuz idi.' şeklinde tefsir edilmiştir.
2) Bunların talebeleri olan Mücahid, İkrime ve Hasan-ı Basrî vasıtasıyla yine bu zatlardan nakledilen görüşe göre, semâvât ve arz 'ratk' halde yani bitişik, işe yaramayan ve eksiği- fazlası olmayan bir bütün idi. Daha sonra Cenab-ı Hak bu bütünü açıp sistem sistem çözdü.
3) Sahabe ve Tâbiînin büyük bir çoğunluğu ise âyeti şöyle anlamıştır: Semâvât ve arz bir ratk idi. Yani vardı ama görünmüyordu. (Bir nevi gaz yığını halindeydi.) O, Allah (cc) tarafından açılıp, çözülüp, görülür hale getirildi. Bu görüşleri, İbn Abbas'ın (ra) meşhur talebelerinden olan Mücahid (ra) ve velilerin serdarı Hasan-ı Basrî (ra) gibi tabiûnun iki büyük imamı nakletmektedir. İbn Cerir ve İbn Kesir tefsirlerinde bu görüşlere bir hayli yer ayırmışlardır.
Sema-Arz Münasebeti
Bu görüşlerden çıkan netice şudur: Başlangıçta semâ ile arz arasında herhangi bir münasebet yoktu. Zira o zamanlar, arz ve semâ bir ateş parçası veya duman halindeydi. Nitekim bu hakikat, Kur'an-ı Kerim'de, 'Sonra (Allah) semâya yöneldi. Ve o, duman halinde idi..' (Fussilet, 41/11) ayetiyle ifade edilmektedir ki Allah'ın (cc) iradesini semâya tevcih ettiğinde, semânın bir 'duman=bulutsu' halinde olduğu gayet açık olarak zikredilmektedir.
Daha sonraları ise bu kopukluk ve kaos dönemi sona erecek; semâ ile arz arasında bir münasebet başlayacaktır. Allah (cc), irade ve kudretiyle bu münasebeti tesis edince gökler ve yer arasında bir alış-veriş başlayacak; semâ hüzme hüzme ışıklar gönderecek, derken yerde de emr-i ilahi ile sular oluşacak, sonra buharlaşmalar.. atmosfer.. bulutlar ve derken yağmur.. nihayet yer ile semânın izdivacı tamamlanmış olacak. Bu izdivaçla hayata müsait bir ortam oluşacak ki, Allah (celle celalühü), bu oluşumların hepsini kendi meşietine bağlıyarak, 'biz böyle yaptık' diyecektir.
Evet bütün bu oluşumları meydana getiren Cenab-ı Hakk'tır. Zira tesadüflerle bu hadiseleri izah etmenin imkânı yoktur ve böyle bir iddia da makul değildir. Ayetin karakteristik ifadesine dikkat edildiğinde sanki Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: Semâ bir duman, bir gaz halinde idi. Ona yeni bir mahiyet kazandırmak istedim; onu parçalara ayırarak ondan güneşler ve güneş sistemleri meydana getirdim. Ve o parçaları, parçacıkları peykler halinde bir sisteme bağladım ki, sizin dünyanız da o peyklerden biridir ve güneş etrafında dönüp durmaktadır.
Âyet-i kerimedeki üslup fevkalade sağlam, engin, kapsamlı ve münakaşalara kapalıdır. Onda beşerî faraziye ve nazariyelerin 'acaba'larına, 'veya'larına ya da tereddüt ve zan dolu ifadelerine rastlamak mümkün değildir. Evet ayet-i kerimede meseleler gayet muhkem bir kanun şeklinde arz edilmektedir. Öyle ki, ayet bir yanda ilim adamlarını tereddüde düşürmeden araştırmalar yapmaya teşvik ederken, diğer yandan da temkinli yorumlara kapı aralamaktadır.
Kur'an'ın Üslubu
Zannediyorum, Kur'an-ı Kerim'in güneş, semâ ve dünyayla ilgili muhkem birer kanun halinde arzettiği bu hususlar, Astrofizik açıdan ciddi bir tahlile tabi tutulsa onun bütün asırları aştığı görülecektir; görülecek ve bunca teknik alet ve teleskoplarla milyarlarla ışık yılı (Bir ışık yılı, hızı saniyede 300 bin km. olan ışığın bir senede gittiği mesafedir.) uzaklıktaki cisimleri görme imkanına kavuştuğumuz şu günlerde, Kur'an'ın ortaya koyduğu kanunların ne kadar sağlam olduğunu bir kere daha müşahade edecek ve onun karşısına hangi nazariye ile çıkılırsa çıkılsın her zaman o, o mu'ciz-beyan ifadeleriyle düşünce ve araştırma ufkumuzda parlayacaktır. Çünkü Kur'an'ın üslubu câmî olup, her asrın ilim ve irfanını ihtiva etmektedir. Bu yönüyle de o eşsizliğin remzi olarak anılmaya devam edecektir.
Dünyanın Yaratılışı
Hasılı, bir ikinci irade ile Cenab-ı Hak semaları tanzim edip şekillendireceği ana kadar herşey bir ratk ve bir duhan halinde idi; Allah (cc) onu 'fetk=ayrıştırma, şekillendirme' etti. Dünya da o ratk'ın bir parçasıydı ve fetk'in bir önemli ünitesi haline geldi. Derken, başta o da bir gaz kütlesi iken zamanla soğudu sımsıkı bir döşek, bir beşik, bir yuva, bir bağ ve bahçe haline geldi; insanoğlunun istifadesine sunuldu. Güneş ise, vazifesi gereği eski halini devam ettirerek, hidrojenin helyuma dönüşüp durduğu bir fırın, bir ışık kaynağı olma vazifesiyle hayata giden zincirin en önemli halkalarından biri olarak az bir değişiklikle yerinde kalakaldı. 'İzeşşemsü küvvirat; Güneş dürülüp ışığı söndüğü zaman' (Tekvîr, 81/1) fehvasınca, bir zamanlar, ademden (yokluktan), esirden, duhandan yaratılıp başta dünya olmak üzere pek çok kürenin ışık ve hararet kaynağı olan güneş bu alemde işi kalmadığı için öbür alemdeki yerini almak üzere ziyası başına dolanarak bir değişimle vazifesini orada sürdürecektir.