Kur’an’da tenasüh (ruhun bedenden bedene geçmesi) var mıdır?İnsan
fıtraten mükerrem olduğu için hakkı arıyor, lakin bazen batıl eline
gelir, hak zannederek alır koynunda saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsız
dalâlet başına düşer, hakikat zannederek alır başına giyer.
İşte reenkarnasyon da böyle batıl bir meseledir ve asla İslam’ın ve
Kur’an’ın malı değildir. Buna rağmen esefle ve üzüntüyle görmekteyiz ki,
bir kısım bedbahtlar televizyon televizyon gezerek bu batıl meseleyi
hak gibi göstermeye çalışmakta ve maalesef insanları aldatmaktadırlar.
Bilhassa bu bedbahtların içinde bir kısım ilahiyat profesörlerinin de
olması bizleri ayrıca üzmekte ve “Ümmetin dinini korumakla mükellef
olanlar bunlar mı?” diye bizleri düşündürmektedir.
Bu eseri hazırlamaktaki amacımız:Reenkarnasyonun
batıllığını ispat ederek Müslümanların imanını bir tehlikeden kurtarmak
ve bu batıl meseleyi hak gibi anlatan sözde profesörlerin asıl yüzlerini
göstererek, onların diğer şerli fikirlerinden Ümmet-i Muhammed’i
muhafaza etmektir.
Yani mesele sadece reenkarnasyon değildir. Mesele, aynı zamanda bu
fikri savunanların İslam’dan ve imandan ne kadar uzak olduklarını beyan
ederek, Ümmet-i Muhammed’i onlara karşı uyarmaktır.
“Reenkarnasyon Saçmalığı” isimli bu eserimizde reenkarnasyonun asla
mümkün olamayacağı iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edilecektir.
Tevfik ve inayet Allah’tandır.
REENKARNASYON NEDİR?Reenkarnasyon:Ruh göçü demektir. Ruhun, insan
öldükten sonra başka insana geçmesi ve başka bir bedenle dünyaya
gelmesidir. Buna tenasüh de denilir.
Reenkarnasyonun mümkün olamayacağı meselesini dört başlıkta inceleyeceğiz:
·İlk önce Kur’an’a bakacağız ve Kur’an bu konuda ne diyor, bunu öğreneceğiz.
·Daha sonra hadislere bakarak, bu konuda Efendimiz (s.a.v.)’in bir beyanı var mıdır? bunu araştıracağız.
·Daha sonra ise bu konudaki İslam âlimlerinin görüşlerini inceleyeceğiz. Acaba onlar bu konuda ne demişler?
·Ve daha sonra da reenkarnasyonun aklen ve mantıken mümkün olamayacağının delillerini beyan edeceğiz.
Zira bir meselenin hak olabilmesi için:
·Ya Kur’an haber vermeli,
·Ya Peygamberimiz (s.a.v.) ondan bahsetmeli,
·Ya İslam âlimleri o meselede ittifak etmeli,
·Ya da en azından o mesele akla ve mantığa uygun gelmelidir.
Eğer:
·Kur’an’ın haber vermesi bir kenara, Kur’an ona karşı çıkıyorsa,
·Peygamberimiz (s.a.v.) ondan hiç bahsetmiyorsa,
·İslam âlimleri onu küfür sayıyorsa,
·Ve akıl ve mantık da onu reddediyorsa, artık bu meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıkmış demektir.
İşte bizler, bu dört başlık altında reenkarnasyonun batıllığını kat’i
olarak ispat edeceğiz. Şimdi, Kur’an’ın bu meseleye bakışına geçiyoruz.
KUR’AN REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?DELİL 1Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelince, “Rabbim,
beni (dünyaya) geri döndür, ta ki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş
işlerim” der. Hayır! Bu söylediği boş bir laftır. Onların arkasında ise, yeniden dirilecekleri güne kadar berzah vardır.(Müminun 99-100)
Mezkûr ayet-i kerime, reenkarnasyonu çok açık bir şekilde reddetmektedir. Şimdi ayet-i celileyi tahlil edelim:
Soru:Onlara ölüm gelince ne diye dua etmeye ve yalvarmaya başlarlar?
Cevap:Bir daha dünyaya geri dönmek ve dünyada iken terk ettikleri salih ameller işlemek isterler.
Soru:Onlara müsaade edilir mi?
Cevap:Hayır, müsaade edilmez.
Soru:Peki, onların bu istekleri hakkında ne buyrulur?
Cevap:“Bu söyledikleri boş bir sözdür!” buyrulur.
Soru:Peki, onların akıbetleri ne olur?
Cevap:Dirilme gününe kadar beklemek üzere Berzah adı verilen âleme götürülür.
Acaba, ayet-i kerimenin beyanları bu kadar açık ve net iken,
nasıl olur da bir Müslüman reenkarnasyona inanabilir? Ve reenkarnasyona
inanana nasıl Müslüman denilebilir?Reenkarnasyonu savunanlar; ruhun kemal bulmak için, bu dünyadaki
macerasına başka bedenlerle devam ettiğini iddia ederler. Hâlbuki
tefsirini yaptığımız ayet-i kerimede, günahkâr olarak ölenler, terk
ettikleri salih amelleri işleyebilmek için izin istemekte -yani
reenkarnasyonculara göre, kemal bulmak için izin istemekte-
ama onlara izin verilmemektedir. Demek, reenkarnasyoncuların iddiaları tamamıyla Kur’an’a zıt ve muhalif olan bir görüştür.
Ayet-i kerimede geçen ve kıyamete kadar onların kalacakları yer
olarak bildirilen “Berzah” ise, ölen ruhların kıyamete kadar
bekledikleri âlemin ismidir. Dünyaya gelmeyen ruhlar “Âlem-i Ervah”ta
beklerken, dünyaya gelmiş ve ölüm ile bedenini terk etmiş ruhlar “Âlem-i
Berzah”ta beklemektedirler. Âlem-i berzah âdeta ahiretin bekleme
salonudur.
Netice olarak diyebiliriz ki:Müminun suresi
99. ve 100. ayetler tenasühü açıkça reddetmektedir. Malumdur ki,
Kur’an’ın tek bir ayetini inkâr edenler dinden çıkar ve kâfir olurlar.
İşte tenasühe inananlar bu ayet-i kerimeyi ve birazdan zikredeceğimiz
diğer ayetleri inkâr ettikleri için dinden çıkmışlar ve küfre
girmişlerdir.DELİL 2De ki: Size vekil kılınmış olan ölüm meleği canınızı alacak,
sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz. Günahkârları bir görseydin!
Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak şöyle derler: “Ey
Rabbimiz! Gördük ve işittik, şimdi
bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim; çünkü biz artık kesin bir
şekilde inanıyoruz.” Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayetini
verirdik!(Secde 11-13)
Mezkûr ayet-i kerime de tenasühü reddetmektedir. Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim:
Soru:Günahkârlar, boyunlarını öne eğmiş olarak Allah’tan ne isterler?
Cevap:Dünyaya bir daha gönderilmek ve salih ameller işleyebilmek.
Soru:Salih amel işleyecekleri hususunda neyi delil gösterirler?
Cevap:Artık hakkı gördüklerini ve hakikati işittiklerini delil gösterirler ve bundan sonra artık batıla dalmayacaklarını bildirirler.
Soru:Onlara ne cevap verilmiştir?
Cevap:İstekleri reddedilmiş ve “Eğer biz dilemiş
olsaydık her nefse hidayet verirdik!” denilerek, her nefsin hidayet
bulmasının murad-ı İlahî olmadığı beyan buyrulmuştur.
Hani ölümden sonra ruh başka bedene giriyordu? Hâlbuki ayet-i kerimenin açık ifadesiyle onların bu istekleri reddedilmektedir.
Hem hani ruh başka bedene girerek kemal buluyordu? Hâlbuki “Eğer biz
dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” ayetinin açık beyanıyla,
her nefsin hidayet bulması murad-ı İlahî değildir. Evet, Cenab-ı Hak her
kulunun hidayet üzere olmasından ve kemal bulmasından hoşnut ve razı
olur; ancak her kulun illaki kemal bulmasını Allah-u Teâlâ murad etmemiş
ve kullarını, iman veya küfrü seçme hususunda serbest bırakmıştır. Bu
hakikate Kur’an’ın şu ayeti işaret etmektedir: “Ve de ki: O hak
Rabbimiz’dendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf
29)
Zaten eğer Allah-u Teâlâ her kulunun hidayet bulmasını murad etseydi,
her nefse ölmeden önce hidayet verebilir ve ruhların onlarca beden
değiştirmesi gibi uzun bir seyahate gerek kalmazdı. Ancak böyle olsaydı,
imtihanın açılması ve cehennemin yaratılmasının bir manası olmazdı.
Netice olarak diyebiliriz ki:Secde suresi
11, 12 ve 13. ayetler tenasühü açıkça reddetmekte ve ölümden sonra bir
daha dünyaya gelmenin mümkün olmadığını beyan etmektedir. Artık kim
bundan sonra tenasühe inanırsa, mezkûr ayeti ve Allah-u Teâlâ’yı tekzib
etmiş olur. Herhâlde insan olan da bu yaptığından utanır ve aklı varsa
bundan titrer!DELİL 3Zalimler şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım.” Onlara denilir ki: “Sizin için hiçbir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?” (İbrahim 44)
Bu ayet-i kerime de açık bir şekilde tenasühü reddetmekte ve tenasüh
fikrinin batıllığını ortaya koymaktadır. Şöyle ki: Tenasühü savunanlar,
kendileri için bir zeval ve ölümün yok olduğuna inanmaktadırlar. İleride
de açıklanacağı üzere, tenasüh fikrinin temelinde, uzun asırlar boyunca
dünyada yaşama arzusu vardır. Onlara göre, ruhları başka bedenlerle
defalarca bu dünyaya gelecek ve bu dünyadan hiç ayrılmayacaklardır. Yani
inançlarına göre, onlar için bir zeval yoktur.
Şimdi, ayet-i kerimenin onlara verdiği cevaba bakalım: “
Onlara denilir ki: ‘Sizin için hiç bir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?’”İşte, bu ayet-i kerime âdeta onların yüzüne bir tokat vurmakta ve şöyle demektedir:
“Hani
siz ruhunuzun başka bedenlerle defalarca dünyaya geleceğine inanıyor ve
buna yemin ediyordunuz, hani sizin için bir son yoktu! O hâlde niçin
şimdi, ecelinizin ileriye tehir edilmesi için yalvarıyorsunuz? Hadi
gitseniz ya dünyaya, niçin gidemiyorsunuz…”Demek, ruhlar öyle başıboş değiller ve diledikleri gibi bu dünyaya
gelip gidemezler! Acaba, tenasühe inananların o andaki hâllerini ve
yüzlerinin şeklini hayal edebiliyor musunuz?
DELİL 4Onlar, orada şöyle feryat ederler: “Ey Rabbimiz! Bizleri
çıkar, yaptıklarımızdan başka, salih bir amel yapalım.” Onlara denilir
ki: “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem
size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın bakalım azabı! Çünkü zalimleri
kurtaracak yoktur.” (Fatır 37)
Bu ayet-i kerime de tenasüh fikrini açık bir şekilde reddetmektedir.
Şöyle ki: Tenasühe inananlara göre, insan kemal bulmak için defalarca bu
dünyaya gelmekte ve seyr-i sülükünü tamamlayıncaya kadar bu seyahat
devam etmektedir. Hâlbuki ayet-i kerime onların bu görüşlerini
reddetmektedir. Şimdi, ayet-i kerimeyi tahlil ederek bu reddi görelim:
Soru:Onlar niçin dünyaya bir daha gelmek istiyorlar?
Cevap:Salih amel işlemek, yani kemal bulmak için.
Soru:Peki, onlara izin veriliyor mu?
Cevap:Hayır!
Soru:İzin verilmeme gerekçesi olarak ne gösteriliyor?
Cevap:Onların, düşünecek ve salih amel yapabilecek
kadar bir ömre sahip oldukları ve ayrıca kendilerine uyarıcılar geldiği;
ama onların buna rağmen salih amel işlememiş olmaları.
Demek ki, kemal bulmak için bir daha bu dünyaya gönderilme yoktur.
Eğer öyle olsaydı, onların salih amel işlemek için bir daha bu dünyaya
dönme arzuları kabul edilirdi. Hâlbuki ayetin çok net ifadesine göre, bu
istekleri reddedilmiş ve onlar bir daha dünyaya gönderilmemiştir.
Ayet-i kerimenin bu kadar açık beyanına rağmen hâlâ nasıl olur da
tenasüh kabul edilebilir? Biz, bu ayetlerden habersiz olanların tenasühe
inanmasını bir derece anlayabiliyor ve cehaletlerine veriyoruz, tabi
cehalet özür değildir! Lakin Kur’an’ı bildiğini iddia eden sözde
profesörlerin bu görüşü savunmalarını anlayamıyoruz. Acaba onlar bu
ayetleri hiç görmüyorlar mı? Ya da amaçları üzüm yemek değil de, bağcıyı
mı dövmek? Yani onlar, bu milletin itikadını bozmak için tutulmuş
kişiler mi? Bizim aklımıza başka bir şey gelmiyor; çünkü değil bir
profesör, Kur’an’ı az bir şey okuyan kimse bile tenasühün Kur’an’a bütün
bütün zıt olduğunu anlar. Peki, onlar nasıl anlayamıyorlar? Bizce
anlıyorlar ve hakikati çok iyi biliyorlar; ama dediğimiz gibi, onlar
başka bir şeyin peşinde, bu ümmetin imanının…
DELİL 5Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar. (Duhan 56)
Mezkûr ayeti kerime, insanın ölümü sadece bir kere tadacağını haber
vermekte iken; tenasühçüler insanın defalarca ölümü tattığını ve her
defasında başka bir beden ile bu dünyaya geldiğini söylemektedirler.
Şimdi, Kur’an’a mı inanacağız, yoksa tenasühçülere mi?
Ayrıca şunu da merak ediyoruz, acaba tenasühü savunanlar bu ayeti hiç
görmüyorlar mı? Gerçi daha evvel söylemiştik, onlar tenasühü,
inandıklarından dolayı savunmuyorlar; onların derdi başka, onların
derdi, sadece bu ümmetin imanını çalmaktır.
“Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar.” ayet-i kerimesi o
kadar açık ve nettir ki, tahlile ihtiyaç duymuyor ve bir sonraki ayet-i
kerimeye geçiyoruz.
DELİL 6… Onlar ki gayba iman ederler… (Bakara 3)
Bu ayetin beyanıyla, bu dünya imtihan için yaratılmıştır ve imtihanın
sırrı da gabya iman esası üzerine cereyan etmektedir. Yani iman
hakikatlerini görmeden inanmamız istenmektedir.
Başka bir ifadeyle, Cenab-ı Hak bu dünyayı, kim iman edecek ve kim
iman etmeyecek sırrının açığa çıkması için yaratmış olup kullarından
gayba iman etmelerini istemiştir.
Hâlbuki bedenden çıkan bir ruh için gayb kalmamakta ve o ruh bütün
iman hakikatlerini bizzat müşahade etmektedir. Yani melekleri, mükâfatı
ve azabı v.s. görmekte ve kendisi için imtihanın sırrı bozulmaktadır.
Dolayısıyla bu dünyaya tekrar dönmesinin hiçbir manası yoktur. Ve madem
manası yoktur, o hâlde dönüşüne elbette izin verilmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim’de ölüm ve dirilişle ilgili birçok ayet-i kerime
vardır. Bu ayetlerin hiçbirinde ruhun başka bir insana veya başka bir
mahluka geçtiğini gösteren bir ifade yoktur. Buna karşı tenasühü
reddeden ayetler oldukça çoktur. Bizler, bu altı ayeti yeterli görüyor
ve sizleri sıkmamak için daha fazla ayet-i kerimeyi delil getirmeye
gerek duymuyoruz. Zira daha üç kapıyı daha çalacak ve tenasühü, ilk önce
Efendimiz (s.a.v.)’e, sonra İslam âlimlerine ve daha sonra da akıl ve
mantığa soracağız.
Bizler bu kapıyı kapatmadan önce, tenasühü reddeden diğer Kur’an
ayetlerinin bir kısmını vereceğiz. Dileyenler bu ayetlerin tefsirlerini
mütalaa ederek, tenasühün Kur’an’ın ruhundan ne kadar uzak olduğunu
görebilirler.
Nisa 18, En’am 93, Secde 11, Münafikun 10-11, Mü’min 45-46, Mümtehine
13, Nisa 97 ve mükâfatın ve cezanın ölümden hemen sonra olduğunu beyan
buyuran diğer bütün ayetler tenasühü reddetmektedir.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?“Peygamber size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun!”(Haşr
7) ayetinin emriyle bir Müslüman, Efendimiz’in verdiğini almalı ve
vermediğini almamalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın en
büyük müfessiri ve bu dinin tebliğ edicisidir.
O hâlde bizler de Müslümanlar olarak, meselemiz olan tenasühü
Peygamber Efendimiz’e götürmeli ve “alın!” diyorsa almalı; “almayın!”
diyorsa da almamalıyız.
O halde şimdi biz tenasühü savunanlara soruyoruz:
Bu konuda Peygamberimiz’den bir hadis veya küçücük bir söz nakledebiliyor musunuz? Hayır, nakledemezler! Doğuyu, batıyı, kuzeyi ve güneyi arasalar,
Peygamber Efendimiz’in bütün sözlerini teker teker araştırsalar tenasühe
ait tek bir hadis bulamazlar. Eğer İslam’da tenasüh inancı olsaydı, Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in bundan haber vermesi gerekirdi. Zira o zat bu
dinin öğreticisi ve muallimidir, bizler bu dini onun hadislerinden
öğreniyoruz. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) tenasühe ait tek bir söz
söylememiş, mükâfat veya azabın hemen ölümden sonra başladığına ait ise
yüzlerce hadis söyleyerek tenasühü reddetmiştir.
Acaba hiç mümkün müdür ki tenasüh caiz ve vaki olacak da,
Peygamberimiz (s.a.v.) bunu bilmeyecek ve bundan haber vermeyecek? Acaba
bu konuda Peygamberimiz’den daha bilgili ve yetkili birisi olabilir mi?Şurası da çok ilginçtir ki, din namına konuşanlar, konuştukları
hususta Peygamber Efendimiz’in ne dediğini hiç umursamamakta ve sadece
kendi vehimlerine göre konuşmaktadırlar. Din sadece vehimlere
dayandırılabilir mi? Peygamberi aradan çıkartan bir anlayışla ne kadar
isabet edilebilir? Eğer herkes vehmine göre hükmedecekse, o hâlde
peygamberler niye gönderildi?
Sözün özü olarak deriz ki:Tenasüh İslam’ın ve
Kur’an’ın malı değildir. Eğer öyle olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.) bu
inancı sahabesine ve ümmetine ders verirdi; diğer iman hakikatlerini
ders verdiği gibi… Madem ders vermemiş ve bu konuda küçücük bir söz bile
söylememiştir, o hâlde tenasüh inancı batıldır ve gayr-i İslami’dir.
İSLAM ÂLİMLERİ REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?İ. Azam Hazretleri her gün bir defa Kur’an’ı baştan sona okumuş, İ.
Şafi Hazretleri bir günde iki defa Kur’an’ı hatmetmiş ve birçok hakiki
âlim de üç veya yedi günde bir manasına nüfuz ederek Kur’an’ı
okumuşlardır. Yine bu âlimler Peygamber Efendimiz’in on binlerce
hadisini senetleriyle beraber ezberlemişlerdir.
Eğer Kur’an’da tenasüh olsaydı veya hadisler tenasühten haber
verseydi, elbette bu zatların dürbün gibi gözünden kaçmayacaktı. Hâlbuki
bu zatlar böyle bir şeyden haber vermemişler; bırakın haber vermeyi, bu
fikrin batıl olduğunu ve buna inananların kâfir olacağını
bildirmişlerdir.
Mesela,
İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle der:Kalpleri hasta ve bilgileri az olan bazı kimseler, hatta kendilerini âlim olarak tanıtan bazı dinsizler tenasühe inanıyor.
“Ruhlar
olgunlaşmadan önce bir bedenden ayrılınca, başka bir bedene geçer.
Kemale geldikten sonra insanlara gelmez, tenasüh yolu ile olgunlaşmış
olurlar.”diyor ve tenasühle ilgili birçok hikâyeler uyduruyorlar.
Tenasühe inanan dinden çıkar kâfir olur…Yine
Âlim İbni Hazm şöyle der: Tenasühe inananların kâfir oldukları hususunda icma vardır.
Berika ve Hadika isimli kitaplarda ve İslam’ın diğer bütün
kaynaklarında, tenasühe inananların kâfir oldukları beyan buyrulmuştur.
Rüştünü ispat etmiş ve ümmet tarafından kabul görmüş hiçbir âlim
tenasühün mümkün olabileceğinden bahsetmemiş, hepsi ittifakla tenasühün
küfür olduğunu haber vermiştir.
Acaba onların bu ittifakına ve sözlerine karşı, bu zamanın
takva ve amel fakiri olan birkaç cahilin sözünün ne kıymeti olabilir? Ve
onların sözünü nasıl hükümden düşürebilir?AKIL VE MANTIK REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?Şimdi maddeler hâlinde, akıl ve mantığın tenasühü reddettiğini ortaya koyalım:
1-Eğer tenasühü yaşayan, bin kişiden bir kişi bile
olsa, dünya nüfusuna kıyasla tenasühün ne kadar sıklıkla görüleceği
aşikârdır. Hâlbuki bunu iddia edenler bir elin parmaklarını
geçmemektedir. Bu da tenasühün hakikat olmadığına bir delildir.
2-Tenasühe inanan kişiye soruyoruz: Öldükten sonra
dirilme, beden ve ruh ile olacaktır. Azap veya lezzetler ikisinedir.
Binlerce bedene girmiş bir ruh, hangi şahsiyetiyle haşrolacak ve hesaba
çekilecektir?
3-Eğer “En son beden” diye cevap verilirse, o hâlde
biz de deriz ki: Mesela on beden değiştirmiş olan ve ilk dokuz bedeninde
zalim, son bedeninde ise salih olan bir ruh, salih olarak cennete
girse; acaba ilk dokuz bedeninde zulmettiği mazlumların haklarının ondan
alınmaması bir zulüm değil midir? Hâlbuki Allah-u Teâlâ zerre miktar
zulmetmez.
4-Veya tam tersi olarak, bir ruh ilk dokuz bedeninde
salih ve son beninde zalim olsa, eğer son bedene göre hesaba çekilerek
cehenneme atılsa; ilk dokuz bedende yaptığı ibadet zayi mi olacak?
Hâlbuki Allah-u Teâlâ: “Kazandığınız tastamam verilecektir.” buyuruyor.
Demek, haşrin hem beden ve hem ruh ile olması, tenasühü imkânsız kılmaktadır. 5-Malumdur ki, eşyanın zatî özellikleri ve
vasıfları, mahiyetinden ayrılmaz; hiçbir nevin zatî hasseleri kendinden
kopup başka bir neve geçmez. Mesela bir insan; ilim, itikat, zekâ vb.
sıfatlarda başkasının aynı değildir. İmam Gazali’nin o nezih ruhu, diğer
ruhlardan ayrıdır. Eğer tenasüh olsa idi, dünyaya birçok İmam
Gazalilerin gelmesi gerekirdi. Hâlbuki tarih sayfası, İmam Gazali ve
emsallerine rastlamamıştır. Bu da tenasühün vaki olmadığına bir
delildir.
6-Eğer tenasüh ile ruhlar olgunlaşıyor ve kemale
ermeyen her ruh bu seyahat ile kemale ulaşıyorsa, cehennem kimler için
hazırlandı ve orada kimler azap görecek? Tenasühe inanmak, cehennemi
inkâr etmek ile neticelenmez mi?
7-Tenasühçülerin dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki
bedenden önce, başka bedenlerle bu dünyaya gelmiş olsaydı, o
bedenlerdeyken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi. Hâlbuki
hiçbirimiz böyle bir şey hatırlamıyoruz. Bu da tenasühün safsata
olduğuna bir delildir.
8- Tenasüh inancına göre evrendeki ruhlar belli
sayıdadır. Bu durumda dünya nüfusunun statik olması ve nüfusta bir
artışın olmaması gerekirdi. Hâlbuki realite bunun aksini göstermektedir.
9- Tenasüh iddiası, peygamberlerin gönderilmeleri ve
semavi kitapların indirilmeleri hakikati ile de bağdaşamaz. Eğer
ruhlar, kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelseydi, peygamberlerin
gönderilmesine ve kitapların indirilmesine ihtiyaç kalmazdı. Zira
Cenab-ı Hak onları, insanın terakki ve tekâmülünü temin ve beşerin
bakışını ebedî hayata çevirmek için göndermiştir. Eğer tenasüh tek
başına bu kemali sağlıyorsa, ne diye peygamberler gönderildi ve semavi
kitaplar indirildi? Demek tenasüh, peygamberlerin gönderilmesi ve
kitapların indirilmesi hakikatleriyle de tam bir çelişki içindedir.
10- Kur’an ve diğer semavi kitapların günahların
tevbe ile affedileceğine dair olan beyanları, affedilebilmek için
ruhların böyle ızdıraplı ve uzun seyahatlerini fuzuli ve manasız
göstermektedir. Allah-u Teâlâ böyle bir seyahat olmaksızın bütün
günahları bir anda sevaba çevirebilmektedir. Demek tenasüh, Allah’ın
affının genişliği ile de çelişki içindedir.
11- Peygamberlere uyan kimseler arasında, ilk
hayatları itibariyle çok kötü kimseler de bulunuyordu. Bu insanların
uzun ve kirli bir geçmişten sonra, velileri geride bırakacak kadar
mualla bir mevkiye bir anda yükselmeleri o kadar vakidir ki, aksine
fikir beyan etmek âdeta imkânsızdır. Böyle, bir hamlede ve bir nefhada
olgunluğun zirvesine yükselmek mümkün iken ve bu Allah’ın lütfuna daha
yakışır iken, defalarca başka bedenlerle dünyaya gelmenin ne gibi bir
manası olabilir?
Tenasühün saçmalığına dair daha birçok delilleri ortaya koyabiliriz.
Ancak meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıktığından dolayı başka
delillere ihtiyaç duymuyor ve bu uzun meseleyi burada keserek tenasüh
hakkında merak edilen birkaç sorunun cevabına geçiyoruz:
SORULAR VE CEVAPLARI1- “Kâfirler diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa
öldürdün ve iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Artık
çıkmaya bir yol var mı?”(Mü’min 11)
ayetindeki “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmenin” tenasühe bir işareti var mıdır?Asla yoktur! Zira eğer tenasühten bahsetseydi, “iki defa öldürülme ve
iki defa diriltilmeden” değil; “onlarca defa öldürülüp onlarca defa
diriltilmeden” bahsedilirdi. Zira tenasühe inananlara göre, ruh onlarca
defa ölmekte ve onlarca defa dirilmektedir. Eğer mezkûr ayet-i kerime
tenasühe işaret etseydi şöyle olurdu: “Ey Rabbimiz! Sen bizi onlarca
defa öldürdün ve onlarca defa dirilttin…” Lakin böyle söylenmemiş ve
sadece “iki defa ölümden” bahsedilmiştir. Demek ayetin tenasühle hiçbir
ilgisi yoktur.
Ayette geçen “iki defa öldürülme” hakkında Abdullah b. Mesud,
Abdullah b. Abbas, Katade, Dahhak ve Ebu Malik Hazretleri şöyle
demiştir: Birinci ölüm, ruh üflenmeden önceki durumdur. İnsanların,
atalarının sulbünde iken ölü olmaları kastedilmiştir. İkinci ölüm ise,
bu dünyaya geldikten sonra ölmeleridir.
Bu ayet şu ayete benzer: “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Hâlbuki siz
ölüler idiniz, o sizi diriltti. Sonra öldürecek ve sonra tekrar
diriltecektir. Nihayet ona döndürüleceksiniz.” (Bakara 28)
Bu ayetteki:
·“Ölüler idiniz.” ifadesiyle ataların sulbündeki hâle dikkat çekilmiş,
·“O sizi diriltti.” ifadesiyle hayat bulup bu dünyaya gelmek kastedilmiş,
·“Sonra öldürülmek” ifadesiyle dünyadaki ölümümüz murad edilmiş,
·“Sonra diriltilmek” ifadesiyle kabirde diriltilmek kastedilmiş,
·“Sonra ona döndürülürsünüz.” ifadesiyle de kabirlerden çıkıp mahşer meydanına çıkışımız kastedilmiştir.
Sözün özü: Ayetin tenasüh ile uzaktan yakından bir ilgisi
yoktur. Ayetler kabir hayatından ve berzah âleminden haber
vermektedirler.2- Bazı evliya kıssalarında veli zatların ruhlarının insan şekline büründüğü anlatılmaktadır. Bu tenasühe benzemiyor mu?Cevap:Asla benzemiyor! Evet, Allah-u Teâlâ bazı
dostlarının ruhlarını insan şeklinde temessül ettirmiş ve onlar insan
gibi görünmüştür. Ancak bu bir temessüldür, yoksa o mübarek ruhlar başka
bedenlere girmiş değildir. Melekler ve cinler de insan şekline girip
birçok şeyler yapabiliyorlar, hatta şeytanın dahi insan şekline girip
gözüktüğü hususunda birçok kıssa-ı nebevi vardır. Ancak bunların hiçbiri
tenasüh değildir. Evliyanın ruhlarının da insan suretinde görünmesi
bunlar gibidir. Tenasüh ile hiçbir ilgisi yoktur, kişinin aynadaki
aksine benzeyen bir temessüldür.
3- Bazı yeni doğan çocuklar eski hayatlarından bahsediyorlar. Bunlar ne ile izah edilebilir?Cevap:Hadis-i şerifler ile sabittir ki, cinler
insanın içine girebilir ve insanın his ve hareket sinirlerine tesir
ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, cinlerin bu söz ve
hareketinden hiçbir haberi olmaz. Cinlerin bu oyunu sebebiyle, dünyanın
bazı yerlerinde konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları
konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri
söylediklerinden, bazı kimseler bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya
başka bir insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Cinlerin insan
üzerindeki tesirini bilmeyen cahiller bunu tenasüh sanmış ve cin ve
şeytanların oyuncağı olmuştur.
Demek mesele, cinlerin insanın vücuduna girerek his ve hareket
sinirlerine tesir etmesi ve bu tesirin neticesiyle de hareket ve sesin
meydana gelmesidir.
4-Bazen insan bir olayı daha önce yaşadığını hissediyor. Bunlar ne ile izah edilebilir?Buna “Dejavü” denilmektedir. Dejavü, hâlihazırda yaşanılan bir olayı,
daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma
duygusudur.
Bu, beynin yorgunluk veya başka sebeplerden dolayı bir görüntü veya
ses gibi herhangi bir girdiyi, giriş anı sırasında algılayamamasından
kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi, bu olayı daha önce
yaşadığı hissine kapılabilir.
Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir
zaman farkı ile çalışmasından da kaynaklanabilir. Bir taraf diğer
taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf, bu olayın daha önce
yaşanmış olduğu duygusuna kapılır. Bu durum sinir aksonlarındaki küçük
bir sapmadan kaynaklanır.
Dejavünün zıttına “Jamevü” denilir ki, bu durumda insanlar tanıdığı bir çevrede yabancılık çekebilirler.
Bütün bunlar beynin fonksiyonlarıyla alakadar olup asla tenasüh ile bir ilgisi yoktur.
“Tenasüh saçmalığı” isimli eserimiz burada tamamlandı. Başta dediğimiz
gibi, mesele sadece tenasühün batıllığını ortaya koymak değildi; mesele
aynı zamanda, bu meseleyi savunanların ne derece İslam ve Kur’an’dan
uzak olduğunu ispat ederek onların şerrinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza
etmekti.
Cenab-ı Hak Ümmet-i Muhammed’i onların şerrinden muhafaza etsin ve razı olacağı imana bizleri vasıl eylesin! Âmin!http://www.ilmedavet.com/kuranda-tenasuh-ruhun-bedenden-bedene-gecmesi-var-midir.html