KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Tevessül

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Tevessül Empty
MesajKonu: Tevessül   Tevessül Icon_minitimeC.tesi Eyl. 18, 2010 10:04 am

Tevessülü Anlatır mısınız? Şer'an Caiz Olan ve Olmayan Yönleri Nelerdir?
Fethullah Gülen

Tevessül, Arapça bir kelimedir. Birini ve bir şeyi vesile ve aracı yapmak demektir. Meselâ çatıya çıkmak için merdiven, bir yere ulaşmak için çeşitli vasıtalar birer vesile; bizim de o maksadı elde etmek için bunları kullanmamız bir tevessüldür. Tabii ki burada söz konusu olan mânevî tevessüldür.

Nebîlere, velîlere, derecesine göre âlimlere ve sâlih kullara tevessül yapılıp yapılamayacağı öteden beri ulemâ arasında münâkaşası yapılan hususlardandır. Bu münâkaşa İbn-i Teymiye ekolüyle yeni buudlar kazanmış ve günümüze kadar da devam ede gelmiştir. Tevessülü şefaat manâsı içinde mütâlaa edenler de olmuştur. Yani ulemâ arasında şefaat ve tevessülü aynı mevzû içinde tahlîle tâbi tutanlar da vardır.

Tevessül hem vardır hem de yoktur. Biz evvela olmayan yönünü izah edelim, daha sonra da var olan cihetini ele alalım.

İslâm'da kul ile Allah arasında hiçbir vasıta yoktur. Kul istediği zaman ve istediği mekânda Allah'a teveccüh eder ve O'nunla vasıtasız ve bir kulluk dili kullanarak konuşabilir.

"İstediği zaman" dedim, çünkü nafile ibadetler için belli bir kayıt yoktur; insan Rabbine her zaman duâ ve münacaatla ve bunu en güzel şekilde sembolize eden namaz gibi ibadetlerle yerine getirebilir.Vaktin kerâhet vakti olup olmaması da mevzûmuzun tamamen dışında bir meseledir. Burada biz mutlak olarak kulluktan bahsediyoruz...

"İstediği mekân" dedim. Çünkü Allah Rasûlü, "Yeryüzü bana mescid ve tahîr (temiz) kılındı" buyurmaktadır.

Kul nafile ibadetlerle Rabbine adım adım yaklaşır. Bu yaklaşma onu öyle bir duruma getirir ki, orada Rabbi onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli vs... olur. İşte her kulun Cenâb-ı Hakk'la böyle münasebete geçmesi mümkündür ve arada hiçbir vasıtaya da ihtiyaç yoktur. Zira Allah (cc) her insana şah damarından daha yakındır. Ve her kulun yalvarış ve yakarışını duyup, onun duâsına icabet etmektedir.

Cenâb-ı Hakk, nasıl Zâtında, Ef'alinde ve Rubûbiyetinde birdir; öyle de insan, O'na mukâbil kulluğunu birleme mecburiyetindedir.

Zaten bütün namazlarımızda Fâtihayı okurken aynı şeyleri söylemiyor muyuz? "Sadece Sana kulluk eder ve istediğimizi de sadece Sen'den isteriz." Bunun manâsı, aradaki bütün vasıtaları silerek Rabb'e muhatap olmak değil midir?..

Kâfirûn sûresinde anlatılan hakikatlar da, arada her hangi bir vesile ve vasıta olmadan doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk'a kulluk yapmayı göstermekte ve tevhîdin bu mertebesine işaret etmektedir.

Efendimiz de tevhid adına yaptıkları bir duâda şöyle buyurmaktadır: "Allah'ım Sen'in vermek istemediğini kimse veremez. Evet, Sen 'verilmesin' dedikten sonra kimse veremez, 'verilsin' deyince de kimse mani olamaz. Sen'in hükmünü kimse geriye çeviremez. Eğer bir hüküm vermişsen mutlaka o yerini bulur ve geriye döndürülemez. Hiçbir soylu, büyük veya şerefli insan Sen'in verdiğin hükme muhalefette bulunamaz." Mealen arz ettiğimiz ve hiçbir tefsîr ve tahlîle girmediğimiz, Allah Rasûlü'ne ait bu dua ve yalvarış da gösteriyor ki, Allah dilemedikten sonra kimsenin kimseye hiçbir faydası, hatta insanın kendine bile faydası olamaz. Bundan da anlıyoruz ki, Allah Rasûlü bize, vesile ve vasıtalardan sıyrılarak hâlis ve sâfi kulluğa ulaşmanın yollarını göstermektedir.

Abdullah b. Abbas bir gün Allah Rasûlü'nün terkisinde oturuyordu; Efendimiz ona şu ölümsüz nasihatte bulunmuştu: (Mealen) "Ey oğul! Nerede olursan ol, Allah'tan kork. Allah'a kulluk yap, yaptığın her şeyi karşında ve yanı başında bulursun. Bir şey isterken sadece Allah'tan iste. Ve yardım dilerken de sadece O'ndan yardım dile."

İşte, mealen nakletmeye çalıştığımız bunlar ve emsâli âyet ve hadîslerden de anlıyoruz ki, kul, kimsenin tavassutuna muhtaç olmadan, ellerini kaldırıp duâ için gerildiğinde ve bu uğurda metafizik gerilime geçtiğinde, doğrudan doğruya, Rabb'in rahmetiyle bütünleşebilme; arzularını O'nun huzurunda şerh edebilme ve O'nunla âbid ve Ma'bûd münasebeti içinde alâka kurabilme imkân ve şansına sahiptir. Evet işte bu manâda tevessül ve vesile arama yoktur.

Ancak bütün bunlar, bu mevzû ile alâkalı perde önü meselelerdir ve gerçeğin sadece zâhir yüzünü aksettirmektedir. Bir de işin perde arkası var ki, merhum İbn-i Teymiyye ve talebeleri gibi, günümüzdeki bazı zevat, işin bu yanını bir türlü görmek istememektedirler. Evet, nedense, İbn-i Teymiyye taraftarları buraya kadar söylediklerimize sımsıkı yapışırken, daha sonra söyleyeceklerimize kulak kapamaktadırlar:

Rica ederek soruyorum: Kur'an'ın vesileliğini inkâr etmeye imkân var mıdır? Kur'ân olmasaydı biz, ebedî hayat ümidini hangi kaynaktan alacaktık?

Dünya hayatımızı nasıl tanzim edecek ve Cennet haritasını nasıl görecektik? Fazîletlere hâhişkâr gönüllerimizi ne ile tatmin edecek ve o fazîletlere nasıl ulaşacaktık?

İstirham ederim, mirâca dahi çıktığı zaman "ümmetî ümmetî" diyerek geriye dönen Aleyhissalâtü vesselâm'ın vesileliğini inkâra imkân var mıdır? Kur'ân'da "Biz, seni âlemlere rahmet olmak üzere gönderdik" denilen ve kâfirlerin dahi küfrünü şek ve şüpheye çevirmekte, bir rahmet yönü bulunan bu yüce ve büyük Zât'ın vesileliği nasıl inkâr edilir?

O öğretmeseydi biz dinimizi kimden öğrenecektik? En güzel ahlâkı biz O'ndan öğrendik. İnsanlığın gözündeki perdeyi O kaldırdı ve bizleri aydınlık ufuklara O götürüp ulaştırdı. Bu şuuru vicdanının en derin yerinde duyan sahabî "Minnet Allah'a ve Resûlünedir" diyordu...

Diyordu ve ona ait her şeyi mübarek ve kurtuluş vesilesi sayıyordu. Saçından, sakalından düşen her mübarek tüyü, Cennetten gelmiş gibi kabul ediyor, ipekler, kristaller içinde, evlerinin en mûtena yerinde muhafazaya çalışıyorlardı. O, abdest alırken, abdest uzuvlarından akan su damlalarının tekini dahi zâyi etmeden kapış kapış ediyor, yüzlerine gözlerine sürüyor ve bunun değdiği yerlere âdeta, ateşin dokunmayacağına inanıyorlardı.. ve Allah Rasûlü de onları böyle davranmaktan men etmiyordu. Bazılarının dediği gibi, eğer onların böyle davranmaları şirk olsaydı, evvela, yeryüzünden şirki kazıyıp atmak için gelen Allah Rasûlü, onları böyle yapmaktan men ederdi.

Burada başka vesilelerle söylediğim bir hususu tekrar arz etmek istiyorum. Koca Hâlid, sarığında Allah Rasûlü'nün mübarek sakalından bir kıl taşıyordu. Bir gün, başından sarık yuvarlanıp, düşman safları arasına kayıp gidince, gözü dönmüş gibi oraya doğru koştu ve askerlerin ihtarına kulak asmadan sarığını alıp giydi..ve sonra da bu kadar tehâlükünün sebebini soranlara şöyle cevap verdi: "O'nun içinde Allah Rasulü'ne ait bir mübarek tüy vardı." Bunu diyen insan, dünyanın en büyük kumandanlarını kapıkulu olarak kullanacak çapta bir insandı.

Afrika'yı bir baştan bir başa fetheden büyük insan Amr b. As, büyük siyaset ustası ve dehâ çapında bir idare kabiliyetinin adamıydı. Vefat ederken dilinin altına Allah Resulünden hâtıra kalmış mübarek bir kıl koyuyor ve bununla sorulan suallere kolay cevap vereceğine inanıyordu. Tekrar rica ederek soruyorum; eğer sahabi de tevhidi anlayamadıysa, yeryüzünde tevhidi anlayan kim vardır? Eğer bu şekildeki tevessüller şirk ise, ondan ilk kaçınması gerekenler Allah Rasulü'nün gökteki yıldızlara benzettiği ve "hangisine uysanız hidayeti bulursunuz" diye tebcil ettiği, bu mümtaz ve müstesna insanlar olması gerekmez miydi? Halbuki görüyorsunuz ki onlar bu manâda tevessülde bulunmayı kat'iyen mahzurlu görmüyorlar...

Hz. Ömer devrinde bir kuraklık olmuştu. Hz. Ömer, bu belanın kendi yüzünden ümmete musallat olduğuna inanıyordu. İki büklümdü ve yüzü bir türlü gülmüyordu. Bir gün aynı düşünceli eda ile evine gidecekti, fakat birden durdu. Geriye döndü ve koşar adımlarla bir istikamete doğru yürüdü. Geldiği ev Hz. Abbas'ın eviydi. Kapıyı Hz. Abbas açtı ve O'nun, ne olduğunu sormasına bile fırsat bırakmadan elinden tuttu ve bir tepeye doğru götürdü. Orada Abbas'ın elini havaya kaldırarak şöyle dua etti: "Allah'ım biz hayatta iken, Rasulünün aziz varlığını şefaatçi yapar ve isteyeceğimizi O'nun adına isterdik. Fakat artık O aramızda değil. Ancak bu gün Sen'in huzuruna, Habibinin amcasıyla geldim. Şu el hürmetine bize yağmur ver!" Sahabi diyor ki, daha onların elleri havadan inmemişti ki gökten sağnak sağnak yağmur boşalmaya başladı.

Ve yine Hz. Ömer devrinde kuraklık ve kıtlık olmuş, Müslümanlar yağmursuzluktan bunalmışlardı. Bir sahabi Allah Rasûlü'nün nurdan kabrine vardı ve: "Ya Rasulallah, Allah aşkına ümmetin için Allah'a müracaatta bulun da yağmur versin" diyerek teveccühte bulundu. Sonra da evine gidip yattı. Rüyasında ona: "Git Ömer'e söyle Allah yağmur verecektir" denildi; derken ardından da yağmur geliverdi...

Bir başka vak'a: Gözleri görmeyen bir zât, Allah Rasûlü'ne gelerek, gözlerinin görmesi için dua istedi. Allah Rasûlü de ona: "Gidip iki rekat namaz kılmasını ve namazın ardından da Allah Rasûlünü vesile yaparak gözlerinin açılması için dua etmesini" söyledi. Bu adam denilenleri yaptı ve gözleri birden açılıverdi... Dünden bu güne ümmet herhangi bir hastalıktan kurtulmak istediklerinde iki rekat namaz kılıp bu duâyı okumuş ve Cenab-ı Hakk'ın lütfuyla da hep şifa bulmuştur...

Mevzûu şöyle hülasa edebiliriz: Kendisiyle tevessül edilen şahıslar esas gaye ve maksat yerine geçirilmediği ve onların sadece bir vesile ve vasıta olmaktan öte hiçbir salahiyetlerinin bulunmadığı unutulmaz ve bütün bunlarda Meşîet-i İlâhînin esas olduğu nazardan kaçırılmazsa tevessül vardır ve olmuştur. Nitekim yukarda misâllerini arz ettik. Bunun şirkle, uzaktan - yakından herhangi bir alâka ve irtibatı da yoktur. Ancak her masûm düşüncenin sû-i istimali mümkün olduğu gibi, bunu da kötüye kullananlar olabilir. Fakat, onların bu art niyeti, tevessülün zatında masûm bir hareket oluşuna asla zarar veremez. Bizim tevessül anlayışımız budur. Böylece tevessül ettiğimiz şahısları kendi duâmıza iştirak ettiriyor ve böyle birçok ağızdan yapılan duâların Allah katında kabul görmesinin daha kuvvetli olduğuna inanıyoruz. Böyle bir tevessülde de bereket umuyoruz.




Fethullah Gülen

********************


Tevessül, daha çok tasavvuf çevrelerinde uygulanmakta, ve bazılarınca tenkid edilmektedir. Şunu hatırlatalım ki; doğrunun tesbiti, yanlışın terkedilmesi için yapılan her tenkid faydalıdır. Fakat tenkid eden haddi aşınca, doğru ile yanlış biribirine karışır, cahil olanlar da doğruyu şaşırır...

Tevessülü tenkid edenler, gerçek sahih ilme göre hareket etmezlerse haddi aşar, vebale girerler. Çünkü tevessüle başvuranlar arasında ilim ve takvalarıyla meşhur alimler, irşadıyla bir çok insanı Hakk’a sevk eden arifler mevcuttur. Gerçek tevhide ulaşmak için canını ve malını feda eden bu şerefli kitleyi rabıta ve tevessül yapıyorlar diye şirkle suçlamak az bir şey değildir. Tenkid edilen ve şirkle suçlanan kimse, en azından ömrü boyunca beş vakit namazını kılan bir mümindir. Böyle olunca iş ciddi, tehlike büyüktür. Çünkü, Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri bir hadiste Rasulullah (A.S.) Efendimizin uyardığı gibi; bir kimseye kafir, müşrik, münafık veya fasık demek, sözde kalmaz, hüküm iki taraftan birisine ait olur. Karşı tarafta söylenen durum yoksa, söz sahibine döner.

Verilen her hükümde adaletli olmak şarttır. Adalet, nefsimiz istemese de hakkı söylemek ve herkese hakkını vermekt
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tevessül
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Dini Bilgiler -genel--
Buraya geçin: