| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Fetret Devri Ve Hristiyanların Durumu | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Fetret Devri Ve Hristiyanların Durumu Çarş. Ekim 13, 2010 11:46 am | |
| - @bdulKadir demiş ki:
- Üstad'ın; Birinci Dünya Savaşı'nda ölen Hristiyanların durumu ile ilgili bazı tespitleri vardır. Bu konuda bizler aydınlatır mısınız?
“Âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm.) bir lakaytlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda hazret-i İsanın din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve hazret-i İsaya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.”(1)
Üstad'ın bu fikrinin temeli “Kim doğru giderse sırf kendi lehine gider, kim de sapıklık ederse ancak aleyhine eder. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. Ve biz resul gönderinceye kadar azaplandırmayız.” (İsra Sûresi, 17/15) ayetine dayanıyor.
Yani İslam nurunu bir şekilde görüp tanıyamayan herkes mesul değildir. Üstad kendi dönemindeki olayları ve savaşları, İslam nurunun önünde bir engel, bir perde olarak görüyor ve o zamandaki mazlum ve çaresiz insanları bu kapsamda değerlendiriyor. Bu bir içtihad meselesidir, Üstad içtihadını bu doğrultuda değerlendiriyor.
1918'de Bolşevik devriminin gerçekleşmesi ile dünyada ideolojik bir kamplaşma ve bloklaşma meydana gelmiştir. Komünist devriminin sahibi Rusya ve yandaşları kendi halklarına müthiş bir mezalim ve izolasyon uygulamıştır. Bu da ora halklarının dünya ile iletişiminin kopmasına sebep olmuştur. Böyle olunca masum ve mazlum halk üzerindeki bu izole ve soyutlama, ister istemez fetret hükümlerini akla getiriyor. Acaba Komünizm baskısı altındaki masum ve mazlum halkların İslam açısından hükümleri nedir. İşte Üstad ehli sünnetin ittifak ile kabul ettiği fetret hükümlerini, bu masum ve mazlum halka tatbik ediyor.
Bu tatbik ve içtihadın İslam ile çelişen hiçbir yönü yoktur. Bazı saf ve cahiller tecrit ve izolenin kalktığı ve iletişimin en üst seviyeye ulaştığı bu zamanın şartları ve gözlüğü ile meseleyi değerlendiriyorlar. Halbuki bu hüküm değişkendir, bazen şartlar onu gerektirirken bazen aksini gerektirebilir. Yani burada önemli olan şartların oluşmasıdır. Bu şartların en önemlisi; insanların İslam nuruna muttali olup olmaması meselesidir. Şayet bir insan İslam nuruna muttali değilse, yani İslam kaynaklarına ulaşamamış ise mesul değildir. Bu hüküm değişmez; ama bazen şartlar bu hükmü askıya alır, bazen de gerekli kılar.
İmam Gazali bu konuda şöyle der:
“Peygamberin gönderildiğini bilmeyenler; bunlar ehl-i necattır. Bilip de inkâr edenler; bunlar ehl-i cehennemdir. Duyan fakat tahkik etmeyen, yanlış işitenler; bunların da necat ehli olması ümit edilir.” İmam Gazali’nin bu hükmü, Ehli Sünnet alimlerinin fikirlerinin özeti gibidir. Üstad bu fikrinde şaz değil, yani kendi başına değil, İslam uleması ile ittifak içindedir. Nitekim Üstad Ehli Sünnetin görüşlerini başka bir eserinde şu şekilde beyan ediyor:
“…Ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”(2)
Şu ayetler de bir yönüyle ehl-i fetretle ilgilidir:
“Allah hiçbir nefse kaldıramıyacağı yükü yüklemez.” (Bakara, 2/286)
“Uyarıcılar olmadan biz hiçbir beldeyi helak etmedik.” (Şuara, 26/208)
“Rabbin (beldelerin) merkezinde ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe, beldeleri helâk edici değildir.” (Kasas, 28/59)
Özet olarak üstad, doğrudan Hıristiyanlar cennetlik ya da şehit demiyor. Konu bütünlüğü olmadan, sadece bir ibareyi ele alıp hüküm ve değerlendirme yapmak, ilim ölçülerine uygun olmayacağı gibi, insanları yanlış kanaatlere de götüreceği için dikkatli olmak gerekir..
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (76. Mektup)
(2) bk. Mektûbat, Yirmi Sekizinci Mektup.
*****
Risalelerde; Çanakkale Savaşı'nda ölen Anzaklı Hristiyanların şehid olacağı şeklinde bilgi geçiyor mu?
Yazar: Sorularla Risale, 02-1-2010 Öncelikli olarak böyle bir ibare Risale-i Nurlarda geçmiyor. Bunu iddia edenler anlaşılan kulaktan duyma, yarım yamalak bilgiler ile hareket ediyorlar.
Risale-i Nurlarda geçen ibare şu şekildedir:
"Âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm.) bir lakaytlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda hazret-i İsa'nın din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve hazret-i İsa'ya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.”(1)
İslam’a göre din ve dinin kaynaklarını duymamış, görmemiş ve bilmemiş bir kimse, dinen mesul değildir. Yani İslam’ı tahkik edip değerlendirecek imkanı olmayan her insan ehli necattır ve cennete gider. İkinci Dünya Savaşı'nda, demir perde denilen komünist rejimin izolesi ve baskısı altında zulüm çeken çaresiz ve habersiz Hristiyanlar hakkında yapılan özel bir değerlendirmedir. Üstelik umumi ve genel bir hüküm irad etmiyor.
Bu hükmünü de ayet ve ehlisünnetin şu hükümleri ile teyit ediyor:
“Fakat zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولاً sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eşarîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i ilâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”(2)
Bunun gibi özel durumlarda olan bazı mazlum Hristiyanlar cennete gidebilirler. Bu Üstad'ın değil, bütün ehlisünnet alimlerin ortak görüşüdür. Bunun dışında kalan ehlikitap ebedi olarak cehennemliktir. Risale-i Nurlar bütün ehlikitabı cennetlik olarak görmüyor, bazı art niyetli cahiller bunu kasti olarak; "Nurcular ehli kitabı cennetlik olarak görüyorlar" deyip, avam insanları ifsat ediyorlar. Halbuki Risale-i Nur noktası noktasına ehlisünnet çizgisinde olan bir meslektir. Nurcular hiçbir zaman İslam’ın ortak aklı olan ehlisünnete muhalefet etmemiştir ve etmez de.
(1) bk. Kastamonu Lâhikası. (76. Mektup)
(2) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Sekizinci Mesele.
*********
İkinci Dünya Savaşı'nda Ölen Hristiyanlar Şehit mi?
Soru
"II. Dünya Savaşı'nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükafatı vardır.” (Kastamonu Lahikası, s.45) cümlesi büyük ihtimalle sonradan bazı muarızlar tarafından Risaleye dahil edilmeye çalışılmasının ürünüdür diyebilir miyiz, bunu nasıl anlamalıyız? Kullanıcı: Anonim | Tarih: 01-Eylül-2008, Saat: 14:25:00 Cevap
Değerli Kardeşimiz; Kastamonu Lahikası'nda geçen yeri aynen aşağıya alıyoruz. "O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfât-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir." "On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir." "Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten teselli buldum."(1) Kırmızı renkle ifade edilen kısımda da ifade edildiği üzere, belli şartlara bağlı olarak şehadet mertebesi ifadesi kullanılıyor. (1) bk. Kastamonu Lahikası, (76. Mektup)
*******
Mehmet Kırkıncı Hoca Efendiden kaydettiğim çok önemli tarihî bir hatıra var…
40 sene önce yaşanan bu hadisenin özü şudur:
“Bediüzzaman Hazretlerinin Hristiyanlarla alakalı bir tespitine, Necip Fazıl’ın itiraz etmesi; Kırkıncı Hocanın izahlarıyla ikna olunca da hakperestlik yaparak hatasını tashih edip düzeltmesidir.”
Şimdi olayı Mehmet Kırkıncı Hocamızdan dinleyelim. (Ömer Özcan)
Mehmet Kırkıncı anlatıyor:
1970’li yılların başlarındaydı… Mehmet Şevki Eygi’nin çıkardığı Bugün Gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek yazılar yazıyordu.
Bir kış günü Zübeyir Ağabeyden, “Hocam acele İstanbul’a gel” diye bir telefon aldım. Aynı gün uçakla İstanbul’a indim. Havaalanında Av. Bekir Berk, Mustafa Polat, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci karşıladılar.
Oradan Bekir Bey’in Kığılı Pasajındaki bürosuna gittik. Zübeyir, Sungur, Bayram Ağabeyler oradaydılar. Baktım Zübeyir Ağabey kravat takmış, özel bir hazırlık yapmış gibiydi.
Dedi ki: “Hocam, Necip Fazıl Bey, Bugün Gazetesi’nde Üstad aleyhinde birkaç yazı yazdı.
Üstadımızın “Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir” sözüne itiraz ederek, bunun ehl-i sünnet akidesine muhalif olduğunu söylüyor. Kendisinden randevu aldık, şu anda bizi bekliyor.”
BEDİÜZZAMAN'IN SÖZLERİ
Gerekli kitapları yanımıza alarak ormanlarla kaplı, içi de çok güzel döşenmiş evine gittik.
Necip Fazıl Bey beni görünce, “Tamam! Mehmet Bey’de gelmiş, ehl-i sünnet’i bilen, şeriatı bilen birisidir, şimdi meseleyi daha rahat çözebiliriz” dedi.
Sonra Tarihçe-i Hayatı getirdi ve ilgili mektubu okumaya başladı:
“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.
Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî'ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum. (Kastamonu Lâhikası 112)
RİSALE-İ NUR’DAN MEKTUBAT KİTABINI AÇARAK ALAKALI YERİ OKUDUM
Okumayı bitirdi, bana dönerek: “Hocam, şimdi bu fikirler ehl-i sünnet ve’l cemaat mezhebine uygun mu, değil mi? Sen ne dersen razı olacağım” dedi.
Bir tevafuk eseri birkaç gün önce ilm-i kelam dersi alan talebelere İmam-ı Gazali’nin Faysalü’t Tefrika adlı kitabında o kısmı okumuştum.
Dedim: “Efendim keşke o yazıları yazmadan evvel bizimle görüşseydiniz. Üstad Hazretleri itikaden Eş’ari mezhebindendir. Biz ise Maturudi mezhebindeniz.
Bu konuda Eş’ari ile Maturudi mezhebi arasında görüş farklılığı vardır.
Eş’ariler (Biz peygamber göndermediğimiz kavme azap etmeyiz. İsra 64) ayetine dayanarak, kendilerine peygamber gelmemiş, davet ulaşmamış insanları ehl-i necat kabul ederler.”
Sonra Risale-i Nur’dan Mektubat kitabını açarak alakalı yeri okudum:
“…Zaman-ı fetrette : sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil'ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur.
İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş'arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla' ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.” (Mektubat 386)
AKŞAM NURCULARIN KURMAY GRUBUYLA GÖRÜŞTÜK
Devamında dedim ki: İşte İmam-ı Gazalî de Eş’ari Mezhebindendir ve kitaplarında aynı fikirleri savunmaktadır.
Necip Fazıl Bey çok hakperest bir insan olduğundan söylediklerimizi kabul ve tasdik ederek ayağa kalktı:
“Şimdi o yazıları yazdığıma pişman oldum” diyerek hakkı teslim etti.
Benden İmam-ı Gazalinin mevzu ile ilgili bölümü kendisine göndermemi rica etti.
Ben de Erzurum’a döndüğümde mektupla İmam-ı Gazalinin Faysalü’t Tefrika adlı kitabının 96. sayfasını kendisine gönderdim.
Ertesi gün aynı gazetede: “Akşam Nurcuların kurmay grubuyla görüştük…” diye başlayan bir yazı yayınlayarak hatasını tashih ve telâfi etmiş oldu.
İmam-ı Gazali’nin Faysalü’t Tefrika adlı kitabındaki mevzuumuz ile ilgili bölümü aynen şöyledir:
“İnancıma göre, İnşallah Allah-ü Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hrıstiyan ve Türklerin pek çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümûlüne alacaktır.
Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslâm’ın dâveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir.
Bunlar üç kısımdır: 1.Hazret-i Muhammed’in (asv) ismini hiç duymamış olanlar
2.Hazret-i Peygamberin ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu’cizelerini duymuş olanlar. Bunlar İslâm memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanlar arasında yaşayan kimselerdir. Bunlar kâfir ve mülhidlerdir.
3.Bu iki derece arasında bulunan gruptur. Hazret-i Peygamber’in ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hazret-i Peygamber’i tâ küçüklüklerinden beri “İsmi Muhammed olan, peygamberlik iddiasında bulunan birisi” olarak tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın “El Mukaffa adında birisinin Allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia ettiğini” duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grupta olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hazret-i Peygamber’in ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikatı araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez. Bunlar da birinci grup gibi ehl-i necattırlar.”
İmam-ı Gazalinin bu yazısını Necip Fazıl’a gönderdim. Aynı zamanda Alûsi’nin, Ruhül-Meâni tefsirinin 15. cilt 42. sayfasında, İbrahim Lekkâni’nin Cevheretü’t-Tevhid adlı kitabının 29. sayfasında aynı görüşü savunduğunu kendisine yazdım.
******************
Bazı kesimlerin “Said Nursi’nin Hıristiyanlara şehit dediği” sözlerine cevap Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz’dan geldi Nurettin Huyut’un haberi:
Risale Haber-Bazı medya kesiminin kasıtlı bir şekilde çarpıtarak gündeme getirdiği “Said Nursi’nin Hıristiyanlara şehit dediği” sözlerine cevap Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz’dan geldi.
Risale Haber’e konuşan Yılmaz, sorularımızı şöyle cevaplandırdı:
Yeni Mesaj yazarı Muharrem Bayraktar, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin sözlerini eleştiriyor ve bu meseleyi bilmemekle suçluyor. Bu konuda siz neler söylemek istersiniz?
Elbette Üstad Bediüzzaman’ın dediği doğrudur. Zira bu konu ile ilgili Hadis-i Şerifler var. Peygamber (ASV) bu konuda şöyle buyuruyor. “Malının ve canının muhafazası için ölen şehittir” diyor. Orada Müslüman veya gayr-ı Müslim yok. “Len kutile zulme malihi ve örfihi ve huve şehid” diyor. Yani “kim ki, malı ve namusu uğruna ölürse şehittir” diyor.
Tabi buradaki şehitlik hakiki şehitlik değil. Hükmi şehitliktir, manevi şehitliktir. İki çeşit şehitlik var. Biri hakiki şehitlik, diğeri hükmi şehitlik, yani manevi şehitlik… Tabii manevi şehitlik hakiki şehitlik gibi değildir.
Mesela ağır musibetler ve hastalıklar, doğum gibi, üzerine bir kayanın düşmesi gibi veya yangında yanması gibi, savaş gibi, deprem gibi, semavi bir afetle vefat ederlerse bunlar manevi şehit hükmündedirler. Ama bu dediğimiz gibi bizim bildiğimiz şehitlik manasında bir şehadet değildir. Manevi ve hükmi bir şehitliktir.
Hakiki şehitlik biliyorsunuz. Allah yolunda savaşırken ölen Müslümanların kazandıkları şehadettir. İşte bahsettiğimiz bu şehadet onun gibi değilse de ona yakın sevabı var demektir. Dolayısıyla burada Said Nursi’nin söyledikleri doğrudur ve Hadis-i Şerife de uygundur.
Yani özellikle zulme uğrayan insanların, malı uğruna, canı uğruna veya namusu uğruna savaşırken ölenler de şehittir.
Bu durum Hıristiyanlar için de geçerli midir?
Evet, zaten onlar kastedilerek yazılmış bir mektuptur. O mektupta geçen ifadelere dikkat edilirse görülür ki, bazı şartları vardır. Mazlum olmaları, ihtiyar olmaları şartı var. Ayrıca, “Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise” deniliyor.
Yani mazlumların imdadına koşanlar ise ve insanlığın huzuru ve istirahatı için çalışıyorsa deniyor. Ayrıca semavi dinlerin muhafazası için çarpışıyorsa, bir de insan haklarını korumak amacı ile mücadele ediyorsa gibi şartları vardır.
Bir de yarı fetret deniyor. O ne anlama geliyor?
Yarı fetret demek, yani İslam dinini duymamışsa demektir. Hıristiyan dinine mensup olup da İslam dinini duymamış olanlardan yukarıda saydığımız hususlar için mücadele veriyorsa işte o insanlar bu mücadeleleri esnasında ölürlerse şehit hükmündedirler. Bir nevi manevi şahadet kazanıyorlar demektir.
Yani bunlar ehl-i cennet midirler?
Evet, umulur ki, ehl-i cennet olsunlar. Tabii kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilemeyiz. Ama, umud ederiz, isteriz, arzu ederiz ki, bu insanlar cennete gitsin…
Nitekim Said Nursi’nin de “belki onu cehennemden kurtarır” demesi de bu anlamdadır. Fetret devrinde olacak ve zulmen musibete uğramış olacak ve o uğurda ölmüş olacak…
Mesela 2. Dünya savaşında Almanlar Polonyalılara bomba yağdırmış. Köyde dağın başında ve İslam dininden haberi olmayan insanlar ölmüşler. İşte bu söylediği şey onlar içindir. Masum ve mazlum köylüler içindir. Ve bu köylülerin de inançlı olanları içindir. Yani kendi dinlerine sıkı sıkıya bağlı olanları içindir. Veya o tip insanların hakkını savunmak için savaşanlar kastediliyor.
Yani özetle “Onu cehennemden kurtarır” demesinin de şartı var. Fetret döneminde olacak yani İslam dinini duymamış olacak ve mazlum olacak. Bu iki hususiyet önemlidir. Böyle olanlar umut edilir ki, inşallah ehl-i cennettirler.
Bu konuyu zaman zaman bize de soruyorlar. Bazı dinde hassas ama muhakemesi zayıf insanlar soruyor.
** BEDİÜZZAMAN NE DEMİŞTİ?
Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lâhikası adlı eserinde, "Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevi ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu" ifadeleriyle dünya savaşında ölenlerin "eğer on beş yaşına kadar ise ne dinde olursa olsun şehit hükmünde" olduğunu, "15'ten yukarı olanların ise eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtlarının büyük olduğunu, belki Cehennemden kurtaracağını" belirterek, "Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar" demişti.
****
- mihrimah demiş ki:
- Bediüzzaman'a göre bir Hristiyan şehit olur mu?
Yazar Dr. Emin Şimşek Cumartesi, 02 Temmuz 2005
SORU: Bediüzzaman, şirke girmemiş, fakat zulümle ölmüş Hıristiyanların bir nevi şehid olduklarını söylemektedir ve Allah’ın Rahmeti'nin her şeyi kuşattığını beyan etmektedir. Yazarın bu sözü dindeki dört delile [Kur’ana, sünnete, icmaya ve kıyas-ı fukahaya] aykırıdır. Şirke girmemiş Hıristiyan = Müslüman bir kâfir anlamındadır. Kâfirse Müslüman denmez, Müslümansa kâfir denmez. Bu söz, necasete [pisliğe], temiz necaset demeye benzer. Yani temiz necaset denmez, temiz ise, o zaman necaset değildir. Hıristiyan gayri müslimdir, kâfirdir. Her kâfir şirke girmiştir. Şirke girmemiş olana gayri müslim veya Hıristiyan denmez, o Müslümandır. Şirke girerse kâfir olur. Bediüzzamanın bu cümlesi Ehl-i Sünnet velcemaat anlayışına terstir.
El-Cevab:
Şimdi, müsadenizle Bediüzzamandan alıntı yaptığınız, Kastamonu Lahikası 79. sayfasındaki bu yazının tamamına bir göz atalım. Ona göre yorumlayalım:
(Gayet ehemmiyetlidir)
1.Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.
(Yani, Şefkatin şiddeti,bu kışın şiddeti ile birleşince,insanlara gelen felaket ve musibetler karşısında, bu çaresiz ve mazlum insanların hali rikkatime dokundu, beni üzdü.)
2.Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor...
(Yani,Kalbe gelen manevi bir ihtara istinaden anladımki, böyle musibetlere muhatab kafir bile olsa, masum olmaları hasebiyle bir nevi şehit hükmüne geçiyorlar...Şöyleki)
3.Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk-çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
(Yani: Dünyadaki savaşlardan ve vaziyetinde haberim yokken, Rusya'daki çoluk-çocuğa acıdım. Zalim beşerin elinden (Lenin,Stalin, Hitler gibi) mazlum olarak ölenler şayet 15 yaşın altında ise (yani baliğ değillerse) , hangi dinden olursa olsunlar Şehiddirler. Manevi mükafatları aynı Müslümanların ki gibi olur.)
4.Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.Ebette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar.
(Yani: 15 yaşın üstünde olanlar (akıl-baliğ olanlar) da ise, şayet masum ve zulme uğramış iseler, belki bu onların cehennemden kurtulmalarına vesile olur! Çünkü, madem ahirzamanda bir fetret dönemi, yani Efendimiz (SAV) in dini olan İslamiyete bir lakaytlık, bir cehalet, bir fakirlik ve bir nevi güvenilirliği azalmış (İslam aleminin durumunu anlatıyor) ve madem Ahirzamanda Hz.İsa (AS) mın Hakiki dini (Hz.İsa'ya inen o dönemdeki İslamiyet ile kast edilen, Hristiyanlığın islama ınkılab etmesidir.) hüküm sürecek ve İslamiyet ile omuz omuza verecek (ateisme karşı birlikte mücadele edecek) , elbette şimdi bir fetret dönemi gibi karanlık bir dönemde Hz.İsa'ya mensub (Hz.İsa'ya peygamber olarak tabi olan) hristiyanlarının mazlumlarının, özellikle ihtiyar ve musibetzedelerin, fakir ve savunmasızların, diktatör büyük zalimlerin zulümleri ve şiddet uygulamaları karşısında ölenlerin hükümleri bir nevi şehitliktir denilebilinir!
SONUÇ:
Şimdi, bu paragraftan sizin yukarıda bahsettiğiniz anlam nerede, Bediüzzamanın kast ettiği anlam nerede?
Ehl-i sünnet velcemaat anlayışına göre, (İmam-ı Eşariye göre) fetret döneminde Allah inancı olan herkes cennete gidecektir! Bediüzzaman Hazretleri, baliğ olmayanlar hakkında kesin şehitlerdir derken, baliğ olanlar hakkında ise Hz.İsa'ya mensub, haksız yere zulme uğramış, özellikle ihtiyar ve savunmasız ve fakir ve çaresiz olarak zulme maruz kalmış insanlarında bir nevi şehit olabileceklerine hükmediyor! Neden? Çünkü, Ehl-i sünnet vel cemaat anlayışına göre Fetret dönemi insanlarının şayet bir Yaratıcıya inancları varsa, inşallah kurtulacağına hükmetmektedir!
Yoksa, Allah' a şirk koşan, Hz.İsayı Allahın oğlu nitelendiren ve şirk koşan, İslamiyet hakkında kendisine tebliğ yapılmış ve fetret mazuratına dahil olmayanlar hakkında demiyor!
Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu Lahikasında (79.Sayfasında) belirttiği Kafirlerin şehid olabileceği konusu hakkında son bir anekdot aktarıyorumki, taki Bediüzzamanı yanlış anlamayasın!
Ehl-i Sünnet Velcemaat İmamlarına göre
1-) “Biz peygamber göndermedikten sonra azap edicilerden değiliz.” (İsrâ, 17/15) ayetine istinaden,
İmam Maturidî ve taraftarlarına göre, kâinatta, her biri bir kitap binlerce delil varken Allah’ı bilmeyen mâzur olamaz derler. Eş’arîler ise: “Biz peygamber göndermeden azap edecek değiliz..” meâl-i âlîsiyle ifade edilen âyete dayanarak, azaba müstahak olmanın, tebliği müteakip olacağı hususunu esas alırlar.
Demek evvelâ uyarma, sonra mükellefiyet ve daha sonra da azap veya rahmet ile muhatab olunacaktır...
2-) Bir kimse hiçbir peygamber görmemiş ve fakat inkâr mesleğine girerek puta da tapmamışsa, ehl-i necâttır. Zira, insanlar arasında öyleleri vardır ki, hiçbir terkip ve tahlil kabiliyetine sahip olmadığı gibi, eşya ve hâdiselerin seyrinden de bir mânâ çıkarması mümkün değildir. Binâenaleyh, böyle biri, evvelâ irşat edilir, ondan sonra davranışlarına göre ceza veya mükâfat verilir.
3-) Ama bir insan, küfrü meslek ittihaz ederek, onun felsefesini yapıyor ve bilerek Allah’a karşı ilân-ı harp ediyorsa, o, dünyanın en ücra yerinde dahi olsa, inkâr ve ilhadının cezasını görecektir.
4-) Netice olarak diyebiliriz ki: Allah’ın peygamber göndermediği boş bir kıt’a olmadığı gibi, içinde peygamber gelmeyen uzun bir fetret devri de mevcut değildir. Hemen her devrin insanı, az-çok bir nebînin estirdiği meltemden nasibini almış gibidir. Peygamberlerin adının tamamen unutulduğu ve eserlerini zamanın aşındırdığı yerlerde ise, ikinci bir peygamber gönderilinceye kadar, o devre “fetret devri” denmiş ve o devrin insanlarının azaptan bağışlanacağı ifade edilmiştir. Elverir ki, bilerek ve şuurlu olarak inkâr-ı ulûhiyete sapılmasın.
5-) Baliğ olmayan Kafir bir çocuk, mesul olmadığından küfür üzerine ölse bile ehl-i necattır ve inşallah kurtulur! (Her şeyin doğrusunu ilmiyle eşyayı muhît olan Allah bilir.)
Şimdi yukarıdaki zaviyeleri göz öününde tutarsan:
Kominist rejim altında, Lenin ve Mao dikta rejiminde, İslamiyeti duymamış ve kendilerine tebliğ yapılmamış Kafir, hristiyan veya yahudi, İmamı- Eşariye görte inşallah kurtulur! İmamı Maturide ise en azından bir yaratıcıya inanması gerektiğini belirterek, Kafirleri bu sıralama dışında tutar!
Dolaysıyla, Bediüzaman Hazretlerinin 15 yaşından altındakilerin (baliğ olmadıklarından) ehl-i necat, 15 yaşın üstündeki Hristiyanların masum olmları ve zulme uğramaları halinde, bir yaratıcıya inandıklarından dolayı inşallah cehennemde kurtulur yaklaşımı Ehl-i sünnet vel cemaat anlayışı perspektifindedir.
Bunun aksini iddai etmek, hem dinimize hemde ehl-i sünnet ve'l-cemaat anlayışına terstir! - mihrimah demiş ki:
- SORU : Fethullah Gülen Hocaefendi bir yazısında ; Yahudileri ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan âyetler ya Hazret-i Muhammed (A.S.M) döneminde yaşayan ya da kendi peygamberlerleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır.” ( M.Fethullah Gülen - Küresel Barışa Doğru, s.45)
El-CEVAB : Kur'an-ı Kerimin ihtiva ettiği mesajlar ve hükümler , elbette kıyamete kadar geçerlidir bunun aksini kimse iddia etmiyor , edemez ! Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendinin burda kast ettiği mana tarihsellikten çok , Ahirzaman ile ilgili bir yaklaşımdır ! Şöyle ki ;
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine göre Ahirzaman bir nevi Fetret Dönemi yaşamaktadır : "Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek." diyerek Ahirzamanın bir Fetret Dönemi olduğuna hükmetmiştir !
Aynı eserinin devamında , 15 yaşın altında (baliğ olmayan) kafirler hangi dinde olursa olsun şehid olduklarına , 15 yaşın üstünde ( baliğ olanların) hassaten masum ve mazlum olanlarının inşallah cehennemden kurtulacaklarından bahsetmiştir. (1) Bu mevzuda, Üstad Hazretleri yalnız da değildir ; M. Hamidullah Hoca, Allame Muhammed Ebu Zehre.. gibi Alimler de günümüzü bir fetret dönemi olarak değerlendirmektedirler.
Bu hususu teyit eden Efendimiz (SAV) 'm bir Hadis-i Şerifinde şöyle demektedir :
"Benden sonra ümmetim içinde fetret devri olacak. O devirde herkes helali aramadan mal talebinde bulunacak, kanlar akıtılacak ve şiir Kur'an'a bedel tutulacak." (2)
İtikat İmamlarımızdan İmam-ı Maturidi ve İmam-ı Eşariye göre bilittifak , Fetret Döneminde bir kişi sadece Allah'a inanıyorsa inşallah ehl-i necattır kurtulacaktır ! Hata İmam-ı Eşariye göre , “Biz peygamber göndermedikten sonra azap edicilerden değiliz.” (İsrâ, 17/15) Ayetinden çıkardığı hükme göre , azaba müstahak olmanın, seviyeli tebliğin müteakipinde olacağı hususunu ölçü alır ve kafir bile olsa , puta tapmamak ve Allah'a isyan etmemek koşulu ile bir insanın inşallah ehl-i necat olacağına hükmetmiştir !
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi , Kur'an-ı Kerimde ehl-i Kitab'ı Azarlayan Ayetlerin bugünü kapsayıp kapsamadığının kesin olmadığını beyan ederken , Allahu Alem , işte bu sırra binaen yani Ahirzaman'ın bir Fetret Dönemi olmasını kast ederek söylemiştir
Asrımızda yanlış tanıtılan dinimiz , sanki , kendi mensublarını dilenciliğe , fakirliğe , cehalete , sefalete mahkum eden , kadına değer vermeyen , diğer dinlere mensub insanlara hayat hakkı tanımayan , terörü destekleyen , barbar bir inanç sistemi gibi gösterilmiştir .Bunda özellikle İslam karşıtı Dünya medyasının büyük rolü vardır ! Diğer yandan aslında biz müslümanların da bukonuda büyük suçu ve vebali vardır ! Çünkü , İslamı seviyeli temsil etme ve Dünyaya hakkıyla tanıtma noktasında istenen adımlar atabilmiş değiliz !
Yazımızda İslam dini dışında , başka bir Hak Dini kabulleniyormuşuz ve onlarıda tümüyle ehl-i necattır telakki ediyormuşuz gibi bir intiba anlaşılmasın ! "Şüphesiz Allah katında din İslam’dır"(Ali İmran;19) fehvasınca , Hakdin İslamdır ! Günümüzünde Fetret Dönemi olduğu Hakikatı da göz ardı edilmemelidir. Hakiki Tebliğe muhatab olmuş kişiler/milletler Fetret kapsamından çıkmış olacaklardır.
Şu an , bize göre olmasada , diğer insanlar nazarında zahiren "Sönük" ve " lakayd" bir yıldız hükmünde olan İslam Dinimizin , inşallah aslına rucu edeceği günler yakındır !
(1) Kastamanı Lahikası , Say.79
(2) Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, s.50
************ - mihrimah demiş ki:
- 1. Ehl-i İmanın İhtilafları Tartışırken Riayet Etmesi Gereken Prensipler
Bu konuda çok ciddi problemlerimizin olduğu aşikârdır. Önemle ifade edelim ki, ‘Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez’ kaidesince, ehl-i velayet, gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere’nin (Cennetle müjdeli 10 sahabenin) arasındaki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zahir-i şeriata muhalif ve hatası zahir bir içtihad ile hareket edilmiş ola.’ 1 Bu sebeple Müslümanların kendi aralarındaki tartışmalarda şu düsturlara riayet etmesi şarttır: Birincisi: ‘Öfkelerini yutabilenler ve insanlardan sadır olacak hataları affedebilenler’ diye Kur’an’ın hakiki müminler hakkındaki yüksek ahlak kaidesine riayet etmek. Bazı ehl-i imanın Hoca Efendi gibi bir şahsiyeti hâşâ CIA ajanı diye itham etmeleri elbette ki bu düstura yüzde yüz muhalefettir. Her insanın peygamber olmadığı sürece hata yapması mümkündür. İkincisi: Müslümanların avam tabakasının şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamak ve böylece imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek bütün Müslümanların asli vazifesidir. Hakiki ihlâs ve hakperestlik, Müslümanların kimden ve nereden olursa olsun istifade etmelerine taraftar olmaktır. Üçüncüsü: Müslümanlar kendi meslek ve meşreplerine karşı yapılan haksız itirazlara karşı haklı fakat zararlı hiddetlerinden kaçınmak zorundadırlar. Aksi takdirde kazanan din düşmanları olacaktır.
Dördüncüsü ve en önemlisi de, dine ve dindarlara karşı olan ekibin ikisi de hak olan iki grubun veya cemaatin arasındaki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini yaralayıp ve tenkit edip; ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten kaçınmalarıdır. Mesela eski bir Diyanet İşleri Başkanının haklı bile olsa, Süleyman Efendi hizmeti ile alakalı dindarlara olumsuz tutumu ile bilinen bir büyük gazetede yazı yazması ve yine bir tarikat erbabı Hoca efendinin Bediüzzaman ile alakalı Erzurum İlahiyat hocalarından birinin 20 noktada ehl-i sünnete muhalif gittiğini umumun dinlediği bir TV kanalında söylemesi gibi.
Onun için biz de, bu dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bil misille karşılık vermemeliyiz. Yalnız gerçekleri müdafaa için barışçıl bir şekilde, itiraz edilen noktaları izah etmek ve cevap vermek vazifemizdir. Bu makalemizde hem 1950’li yıllarda Necip Fazıl Kısakürek’in ve hem de onun şeyhinin itiraz ettiği bir meseleye cevap vereceğiz 2
2.1 Gayr-i Müslimlerin Çocuklarının Manevi Akıbeti Meselesi
Bu mesele Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayet sebebiyle İslam alimleri arasında tartışılmıştır: ‘Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üstlenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.’3. Bu ayeti değerlendiren İslam âlimleri meseleyi hem fetret devri açısından ve hem de gayr-i Müslimlerin çocukları açısından değerlendirmişlerdir. Fetret devri meselesini biraz sonra inceleyeceğiz. Ehl-i sünnet âlimleri gayr-i Müslimlerin çocukları hakkında farklı görüşlere sahiptir. Bu konuda mesela Ibn-i Kesir isimli büyük müfessir, müstakil bir Risale sayılabilecek uzunlukta müstesna bir tefsir kaleme almıştır.4 Bunları özetleyelim.
Birincisi: Bir grup âlimler (Mu’tezile, Hanbeliler ve Malikilerin mütebahhirin ulemasının da içinde bulunduğu önemli bir Müslüman alimler topluluğu), bu çocukların ehl-i cennet olduklarını kabul ve kendilerine ispat etmişlerdir. Bu konuda onların görüşlerini destekleyecek çok sayıda hadisler vardır. Ancak bir tanesi önemlidir: Enes ibn Malik’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e Müşriklerin çocuklarından sorulmuş ve cevap olarak şunu ifade etmiştir: ‘Onlar cennet ehlinin hizmetkârlarıdırlar.’
İkincisi: Bir kısım İslam âlimleri ise onların babalarına tabi olduklarını ileri sürmüşler ve bu konudaki bazı hadisleri delil olarak getirmişlerdir. Hz. Aişe’nin naklettiği şu hadis bunların başında gelmektedir: ‘Müşriklerin çocukları babaları ile birliktedir.’ Bu, yoruma muhtaç bir hadistir. Israrlı sorular üzerine Resulullah bir seferinde ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’ buyurmuştur.
Üçüncüsü: Bu konuda kesin bir hükme varmayıp meseleyi Allah’ın iradesine bırakmaktır (tevakkuf). İmam-ı A’zam başta olmak üzere çoğu âlimler bu kanaattedirler. Bu konudaki en önemli dayanak İbn-i Abbas hadisidir. ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’. Bu arada bazı alimler bunların toprak olacaklarını beyan etseler de çoğunluk alimler yukarıda saydığımız görüşlerden birini tercih etmişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri, bu kanaatleri değerlendirerek şu neticeye varmıştır: ‘O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten (I. Ve II. Dünya Harplerinden) vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.’5 Burada iki kelimenin açıklanması gerekmektedir: Birincisi: Şehittir demiyor belki şehit hükmündedir, bir nevi şehittir diyor. İkincisi: Bu cümleyle birinci ve ikinci görüşü bir nevi telif ediyor. Bunda da ehli- sünnetin dışına çıkmak gibi bir durum asla mevzubahis değildir. Unutmayalım ki, Allah yolunda cihad ederken öldürülen hakiki şehitler olduğu gibi, hükmen şehit sayılan mü’minler de vardır. Mü’minlerden yanarak, suda boğularak, karın sancısı, vebâdan ölen veya çocuk doğurmaktan gelen kırk günlük loğusa döneminde vefat edenler hükmen yani bir nevi şehit sayılır. Ancak, peygamberlik gibi şehitlerin de dereceleri vardır. Nice mübârek hastalıklar vardır ki, şehâdet gibi yüksek dereceleri kazandırır.
2.2 Fetret Devri İnsanlarının ve Özellikle de Fetret Devri Sayılabilecek Hallerdeki İnsanların ve Musibetzedelerin Hükmü
Bu konu da İslam âlimleri arasında tartışılmıştır. Özellikle konuyu ikiye ayırmak icabetmektedir:
2.2.1 Birincisi: Fetret Devri İnsanlarının Hükmü
Fetret kelimesinden kasıt, iki peygamber arasındaki meydana gelen ve Hakkın tebliğine engel olan uzun zaman dilimidir. Bazıları Hz. İsa’nın getirdiği dinin bozulması ile Resulûllah Efendimize vahyin tebliği arasında geçen dönem gelir. Ancak, bu tabir bir peygamberin getirdiği dinin nurundan haberdar olmayan her fert ve her dönem için kullanılabilir. Bu dönemde yaşayan insanların sorumluluk sınırları hakkında itikat mezhepleri arasında az da olsa farklılık görülüyor.
Bu konuda dört ayrı görüş bulunmaktadır:
Birincisi: Maturidî ve Eşarî imamları, “Biz bir resul gönderinceye kadar tazip etmeyiz. (azap verici olmayız)” meâlindeki âyet-i kerimeye dayanarak Fetret devri insanlarının tebliğ edici bir peygamber gelmeden sorumlu olmadıkları kanaatindedirler. Ancak Maturidilere göre, fetret, iman için değil amel için geçerlidir. Eşariler ise, peygamber gelmeyen bir kavim için hiçbir sorumluluk da olamayacağını savunmuşlardır.
İkincisi: Bunların tebliğ ulaşmasa da sorumlu olacaklarına dair görüştür ki, İbn el-Kayyım başta olmak üzere bazı âlimler bu kanaattedirler.
Üçüncüsü: Bunlar hakkında kararı Allah’a bırakmak (tevakkuf) şeklindeki görüştür.
Dördüncüsü ise: Fetret ehlinin kıyamet günü yeniden imtihana tabi olacakları ve bunun neticesine göre muamele görecekleri şeklindeki görüştür. Selef-i salihin bu kanaattedirler. 6 Bunların durumu ile alakalı şu hadisi zikr etmeden geçemeyeceğiz: ‘Resulüllah şöyle buyurmuştur: Dört grup vardır ki, onlar kıyamet günü kendilerini mazur göstereceklerdir: Hiçbir şey duymayan sağırlar; gel-git akıllı ahmaklar; aşırı yaşlılar; fetret devrinde ölen insanlar. Sağırlar derler ki, Yarab! İslamiyet geldi ama biz bir şey duymadık. Gel-git akıllılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama benim üzerime çocuklar pislik atıyorlardı. Yaşlılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama bir şey anlayamadık. Fetret devrinde ölenler diyecek ki, Yarab! Bize peygamber hiç gelmedi. Bunlar cehenneme de girseler, Allah orayı onlar için bir nevi cennete çevirir.’
Önemle ifade edelim ki, bu dört görüşten birini tercih etmek insanı ehl-i sünnet dairesinden çıkarmaz. Zaten Bediüzzaman da bu konuda farklı bir görüş beyan eylememiştir.
1 Bediuzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, sh. 195-96. 2 Bediuzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, sh. 195-96. 3 Kur’an, 17: 15. 4 Ibn-i Kesir, Tefsir al-Kur’an al-Azim, İsra 15. Ayetin Tefsiri. Bu arada Fahreddin Razi’nin Et-Tefsir al-Kebir adlı eserine ve Muhammed ibn Aşur’un kıymetli tefsirine bakılabilir. 5 Bediuzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, sh. 111-12.. 6 Konunun ayrıntılı izahı için başta İbn-i Kesir’in tefsiri olmak üzere İsra Suresinin 15. Ayeti ile alakalı eserlere müracaat edilebilir.
ahmed akgündüz
http://www.habervaktim.com/yazar/20995/risale_i_nura_yapilan_bazi_itirazlar_ve_ilmi_cevaplari_3.html - mihrimah demiş ki:
- 2 — Eş'arîlerin Görüşü
Eşyanın güzel ve kötü olduğu, dinin delille ri ile bilinir. Bir şey, emredildiği İçin güzel; ve yasak edildiği İçhv çirkindir. Bu meselede, aklın hiç bir müdahalesi ve itibarı yoktur. Yani güzel liği V3 çirkinliği bilmede, dinin delilleri olmadan, akü hiç bir işe yaramaz. Eşyanın farz veya haram kılınmasının mucip sebebi sadece şer'î delillerdir, akıl değil. Eş'arîlere göre; kendisine dinin daveti ulaş mayan bir kimse, iman etmeden ölss mazurdur. Yalnız, şirke İnanmış olan, mazur olmaz. Eş'arî-îerin, bu hususta delil olarak İleri sürdükleri âyet şudur: «...Biz, bir resul gönderinceye kadar (hiç bir kim seye ve kavme) azap ediciler değiliz.» (4) Bu âyette, bir kavme peygamber gönderil meden azap edilmeysceği bildiriliyor. Üzerlerinden azap kalkan İnsanlardan, küfrün hükmü de kal kar. O insanlar, fıtratları olan İslâm üzere baki kalırlar. Kâfir değildirler. Başka bir âyette ise, Allahü Teâlâ şöyle bu yurmaktadır:
(3) Eî-A'raf Silresi. Ayet. 185. (4) Eİ-lsra Sûresi. ayet. 15.
«Biz, peygamberleri rahmet müjdecileri ve azap habercileri olarak gönderdik. Tâ ki, peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşı (özür diye ileri süre bilecekleri) bir bahaneleri olmasın.» (5)
Bu âyette de, insanların, resuller gelmazden. önce, iman etmedikleri takdirde mazur sayılabi lecekleri haber veriliyor. Eğer, Allah'a imanın mucip sebebi akıl olsaydı, peygamberler gönderilmeden önce de inanmayan insanları, Allah, mesul tutardı.
3 — Mâtürîdîlerin Görüşü
Mâtürîdîlere göre; akıl, dinin emir ve yasak larına muhatap olma ehliyetini isbat için, mute berdir. Zira, akıl olmadan dinin hükümleri an laşılamaz. Dinin emir va yasaklan akla hitap eder. Akıl, insana Verilmiş olan nimetlerin en bü yüğüdür. İnsan, bu özelliği sebebiyle hayvanlar dan ayrılır. Akıl, bütün mükevvenatın yaratıcısı Allahü Teâlâ'yı, din ve dünya meselelerini bilmek için bir vasıtadır. Allah'ı bilmek ise, bir mü'min için nimetlerin en büyüğüdür. İnsanların akılları, Mûtezile'nin dediği gibi, herkese eşit olarak değil de, muhtelif' olarak ve rilmiştir. Eşyanın bir kısmının güzel, bir kısmının çir kin olması, ve fiillerin bir kısmının farz, bir kıs mının da haram olması, akıi vasıtasıyla bilinir. Mutezilenin iddia ettiği gibi, bunların farz V3ya haram olmasını icabettiren şey, akıl değildir. Akıl ancak, iyi-kötü, haram-helâîi bilmek için bir va sıtadır. Eşyayı güzel ve çirkin, fiilleri farz ve ha ram kılan, Allah'dır. (5) En-Nisa Sûresi âyet. 165.. 48 Akıl, insanda başlı başına hâkim değildir, pu sebeple, akıllı ve küçük bir çocuk, iman etmek-13 mükellef olamaz. Fakat, iman edecek olursa, imanı muteberdir. Akıl, ne tamamen muteberdir ve ne de ta mamen itibarsızdır. Nitekim, akıllı fakat küçük olan bir çocuk, sadece aklı sebebiyle dinin emir ve yasaklarına uymak zorunda değildir. Ama aynı çocuk, İslâm'a veya küfra inansa, bu inancı sahih11 ve muteber olur. imam Azam Ebu Hanîfe ile İmam Mâtûrîdî, Allah'ı bilme hususunda aklı delil kabul ederler: «Hiç bir kimse, yaratanını bilmemede mazur sayı lamaz. Zira yerler, gökler, diğer yaratıklar ve insanın yaratılışı gibi deliller; yaratıcı, kadir ve âlim bir var lığın vücuduna delâlet etmektedir. Fakat bu kimse, dinî meseleleri bilmemekte mazurdur. Çünkü, dinî meseleleri bilmek, Allahü Tcâlâ'nm bildirmesine bağ lıdır.» «Akıl ile nakil karşılaştığında akıl tercih edi lir ve nakil te'vil edilir» sözü, nakil, müteşâbi-hât-ı zanniyeden olduğu zamandır. Aksi halds akıl, nakil üzerine tercih edilemez. Netice Dünya ve ahiret işlerinin selâmetle yürüme-t, cemiyetin nizam ve intizamının en güzel şe kilde muhafaza edilebilmesi için, şu beş şeye dik kat edilmelidir: 1 — Nefsi muhafaza. 2 — Nesli muhafaza. 3 — Malı muhafaza. 4 — Dîni muhafaza. 5 — Akü muhafaza. Akaİd 49 İslâm nazarında akil, dinin temeli, yaratılış hikmetinin aslıdır. İslâm Dini, akl-ı selimin ne-ticesindsn başka bir şey değildir. Bu hususta Haz-reti Ali (R.A.), şöyle buyurmuştur: «Din akıldır; akıl da dindir. Eğer, akıl, dinî anla maktan âciz kalırsa; akıl değildir. Eğer din, akl-ı se lim dairesinden uzaklaşırsa; din değildir.» İdeolojik yapımızın esasîanndan olan aklımız,, hakikati bulmak ve değerlendirmeler yapmak için mükemmel bir vasıtadır. Ancak, sadece akı! ile, kâinatı ve hayatı tam izah imkânı mevcut değildir. Akıl, ideolojik yapının en mühim unsurların dandır. Binlerce yıldan beri gelişen ilim ve felse fe, kâinatı izahta tamamen çaresiz kalmışlardır. İlim, eşya ve insanın fenomenlerini formüle etmeğD gayret eder. Her ilim, kendi sahasındaki muazzam ilerlemelerine rağmen, kâinatı İzah va zifesini felsefeye bırakmıştır. îlim şimdi, eşya ve hayatın uyduğu kanunları bulmağa çalışmakta dır. Felsefe ise, hayat ve eşyanın izahını uzun za mandan beri yapma gayretindedir. Fakat felsefe çalışmaları, kâinatı ve eşyayı izah hususunda, b'rbîrini nakzeden binlerce nazariye arasında bocalamaktadır. Müşahede vs muhakemenin en verimli çalış maları, insan aklının bu uğurda harcanması, kâi nat ve hayatı izah hususunda İnsana hiç ümit vermemiştir. Ej^er, felsefe ekolleri, kâinatın İzahında birle-şebHseîerdi bu, aklın da eksikliğinin bir İşareti olurdu. İnsan muhakemesinin yüksek vs fakat 50 şekilleri olan felsefî kanaatler, birbirini ya lanlamakta yıkmaktadır. Bu hal ise; aklın, tıp kı duygularımız gibi, mahdut kabiliyetleri oldu ğunu ortaya çıkarmaktadır. Akıl, bilgi kaynağı ol mak bakımından müşahede vasıtalarımıza naza ran büyük »kâinat ve hayatın doğru izahı» mese lesi önünde ise küçük kalmaktadır. Eğer, ideolojik yapımız, duygularımız ve aklı mızla iktifa ederse, vehimlerden kurtulamaz. Zi ra, ideolojik yapının en mühim unsuru olan iman, kâinat ve hayatın tam izahı demektir. Bu izah ise, sadece duygularımız ve akılla yapılmaya çalı şılırsa; vehim vehmi takip eder, vs ideolojik yapı karanlıklar içinde kalır. İnsan, bütün ideolojik ve tabiî yapısını kur taracak bir aydınlığa muhtaçtır. Beş duyumuzun ve aklımızın eksiklikleri karşısında bunalan var lığımız, Allah'ın göndereceği habere muhtaçtır. Bu haber İse; insanlar arasından seçilmiş, insan ta biatında ve fakat, Allah'ın haberini almaya isti datlı olarak yaratılmış bir insan vasıtasıyla veri lir. Bu ferdin, insanlığa tebliğ ettiği emirler, yasaklar ve hayat düsturları, mutlak hakkın ifade leridir. «3 — îlim kaynaklarının üçün cüsü, Doğru Haber*dr. Bu da iki çe şittir : | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Fetret Devri Ve Hristiyanların Durumu Perş. Ara. 30, 2010 5:22 am | |
| RE: Müslüman olmayan cennete girer mi? 2:62 - Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.
5:69 - Muhakkak ki inananlar, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
hac suresinin 17. ayetini de eklemek gerekir: "Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Allah’a ortak koşanlar var ya, Allah kıyamet günü onların aralarında mutlaka hüküm verecektir. Çünkü Allah her şeye şahittir." ************ maide 82
لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ وَلَتَجِدَنَّ أَقْرَبَهُمْ مَّوَدَّةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ قَالُوَاْ إِنَّا نَصَارَى ذَلِكَ بِأَنَّ مِنْهُمْ قِسِّيسِينَ وَرُهْبَانًا وَأَنَّهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ
Sen, iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından onların en şiddetlilerinin Yahudiler ile müşrikler olduğunu görürsün.Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık duyanların ise “Biz Nasâra'yız (Hıristiyan’ız)” diyenler olduğunu görürsün.Bunun sebebi, onlar arasında bilgin keşişlerin ve dünyayı terk etmiş rahiplerin bulunması ve onların kibirlenmemeleridir. [3,199; 9,31; 24,37; 28,52-55; 57,27]
Adalet odurki hiç bir iyiliği kötülüğü de karşılıksız bırakmaz gerçekle her insan aynı oranda karşılaşmazki insan gerçeklerle karşılaşma ,sahib olduğu nimetler nisbetine göre sorumludur bildiği,öğrendiği,sahib olduğu nimetlere nisbetle sorumludur
neden tüm hristiyanlar aynı katogoride değerlendiriliyorki Allahın rahmetini ,adalaetini itham yokmu burda
Kuranda bu kapılar neden açık bırakılmış acaba?
sadece ruhbanlarla ilgili ayetlere baktım insanların ellerindekini haksız yere el koyan,incili değiştirenler var birde yukarda bahsedilenler var yuhanna incilinde peygamberimiz anlatan bölümden haberdar olan hristiyan var, olmayan var "çocuklarını tanıdıkları gibi peygamberimizi tanıyanlar var,tanımayanlar var" tandığı halde inanmayanlarla ,hiç bilmeyen tanımayanlar birmidir?
biz peygamber göndermedikçe azab etmeyiz..ayetini bu anlamda değerlendirirsek peygamber mesajıyla karşılaşmış olanlarla olmayanlar bir tutulurmu çok keskin ifadeler var ayetlerin tümünü ele almadan yapılacak yorumlar yarımdır,eksiktir
************** ebu talib ebu talib denilmiş peygamberler şahiddir,mübeşşirdir,nezirdir müminler de şahiddir
O(sav)in bebekliğinden itibaren yaşadığı fevkaladelikleri görmüş,üstün ahlakını görmüş,bahiranın nasturanın beşaretlerini duymuş,söz dinlemiş mucizelerine şahid olmuş..kuranı dinlemiş o vahyin tayfları altında bulunmuş insanlarla ,O'ndan(sav )kurandan ve mesajından hiç haberi olmayan insanları sorumlulukta bir tutamazsınız yani hazineye küreği daldırıp dopdolu kaldıranla,tersinden bomboş kaldıran aynı değildir dön dolaş insanın hakiketlerle tanışması,bilmesi nisbetine göre sorumluluğu olur
bikaderi hasebil mağrem elmagnem yani kabede sevablar günahlar 2 kat fazladır sultana yakınlığın bedeli vardır yoksa gerisi nasibsizliktir hakla hakikatle tanışma nimetine ermek ,olduğu gibi tebliğe,kurana , temsile şahid olmak olmamak "bir allah" ve "kelamı"ile karşılaşmak ,haberdar olmak ,olmamak kuzmanla,ebu talible ebu leheble ,Kurandan ,Peygamberimizden ve islamın mesajından gerçek manada hiç haberi olmayanları bir tutamayız
tadmayan bilmezmiş hakikat çok pahalı bir şeydir su dibinde susuzlıuktan çatlamakda söz konusudur,kana kana içmekde imtihanın sırrıda burda zaten ama suya hiç ulaşamamışlarla dibinde olanları bir tutmak haksızlık olur Allah adildir,haksızlık yapmaz
hiç görenle görmeyen bir olurmu hiç haberdar olanla olmayan bir olurmu hiç bilenle bilmeyen bir olurmu hiç duyanla duymayan bir olurmu
*********************** arkadaşlar "biz peygamber göndermedikçe azab etmeyiz" ayetinin manasını itikadi mezhebler açısından incelermisiniz?
kör dövüşü gibi bir şey olmuş altına şu ayetleride koyun
2:62 - Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.
5:69 - Muhakkak ki inananlar, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
ben hristiyanlar cennete gidecek,yahudiler cennete gidecek diye bir kanaat açıklama belirtmedim
peygamber mesajı ulşamış kişilerle ulaşmayanların durumu dedim sorular sordum bunların altına "kim la ilahe illallah derse cennete girecektir (başka rivayetlerde cennet ona vacib cehennem haram olur ..)hadislerine de bakın
şimdi müsteşrikler var arapça biliyor,kuranı hadisi fıkıhı incelemiş ceatani gibi ,fhlip hitti gibi,goldziher gibi,motgomery watt gibi 2. sınıf hrityiyanalr var incili incelemeiş hz isanın müjdelediği faraklitten haberdar olanlar 3. sınıf tüm bunlardan haberi olmayanlar var 4. sınıf ,hz isa allahın kulu ve peygamberidir diyenler var 5. sınıf-bu dinlerden de haberi olmayan uzak doğuda güney amerika amazın ormanlarında ,afrikanın iç bölgelerinde hasılı peygamber mesajından haberdar olma durumuna göre hesabları allaha aittir diyorum çalla kalem hemen cehenneme yollamayın diyorum işin trajik komik tarafıda bu ya arkadaşlar ne kadar da meraklıymış cehenneme yollamaya
salahaddin ayeti tek alma felan yok yukardaki ayetlerle birleştir,geneline bak bazı açık kapıar bırakılmış ayetlerde mesleyi mezhebler ve alimlerin bakış açısıyla birleştir,değerlendir fetret ehli ne demek,araf ne demek birazcık inceleyin diyorum Merhum Necib fazıl Bediüzzamanın bu kanaatı sebebiyle aleyhinde yazılar yazıyor sonra başka alimlerimizin özellikle gazzalinin kanaatlerinin de aynı noktada olduğunu öğrenince susuyor,açık yazısında özür diliyor..haddini biliyor,büyük insan | |
| | | | Fetret Devri Ve Hristiyanların Durumu | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|