AHİRET VARLIĞININ İSPATI
• Kışla birlikte ölen toprak, bitkiler, tohumlar baharla birlikte nasıl diriliyorsa, insan da öldükten sonra öyle dirilecek.
Ayet: Bak Allah’ın Rahmetinin eserlerine, öldükten sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor? İşte Allah insanları da böyle diriltecek.
• Ölü sebze, meyve tohumları vakti gelince nasıl diriliyorsa, insan da kıyametin kopması ile öyle dirilecek.
• Evrende çok hassas bir denge, adalet var. Her şey çok ince hesapla, en güzel, en uyumlu, en dengeli ve harika bir şekilde adaletle yaratılmıştır. Gezegenler, dünya, güneş sistemi hiç çarpışmıyor. Dünyanın üçüncü sırada ve atmosferinin olması, yer çekimi, yerin katmanları, havadaki oksijen miktarı, organlarımız, hayvanlar, bitkiler... Her şeyde çok hassas bir ölçü var.
• Her şeyde bu kadar ölçülü, adaletli olan Allah;
a) Hiç kendi emirlerini dinleyenleri mükafatsız; dinlemeyenleri cezasız bırakır mı?
b) Bu dünyada kötüler cezasını, iyiler mükafatını tam görmüyor. Yaradan demek başka bir aleme bırakıyor.
c) Bizi yaratan, içimize devamlı gençlik, dinçlik, sonsuz mutluluk, huzur, ölümsüzlük duygusunu içimize koymuş. Bu dünya imtihan yeri, mükafat ve ceza yeri ahirettir.
• İnsan zihni, beyni nasıl ki yaşadığı olayları hafızasına kaydediyorsa bizim de davranışlarımız öyle kaydediliyor. Her şeyi adalet ile yaratan Allah, mahkeme için bu görüntüleri şahit olarak gösterecek.
Her şeyde sonsuz merhametini gösteren Allah, hiç savaşlarda, kazalarda, afetlerde ölen masumları, yetimleri mükafatsız bırakır mı? Demek ki merhametli ve adaletli olan Allah, mükafatlarını başka bir alemde verecek. Her şey doğar, büyür, ölür. Bu Allah’ın bir kanunudur. Dünyanın ve insanın bir sonu vardır. Elbette bir gün her şeyin ömrü bitecek. Dünya içindeki tüm yaşananları (iyilik-kötülük, sevap-günah) büyük bir mahkeme meydanına boşaltacaktır.
• Bilim adamları, dünyadaki enerji kaynaklarının tükeneceğini, güneşin her yıl daha az ısı ve ışık vereceğini, hatta kömürleşeceğini söylüyor. Bu da Kur’an’da anlatılan kıyameti doğruluyor.
• Genetik şifrelerimiz: İnsan vücudunda bütün organlar çürüse bile “Acbüz-zeneb” (kuyruk sokumu) diye tabir edilen kemik hiç çürümez ve bizim genetik şifrelerimizi taşır. Tıpkı meyve tohumları ve çekirdekleri gibi.
*0******************0*******
Ahiretin Varlığının İspatı
Ahiret hayatının mahiyeti ve ahiretteki durumlar, duyular ötesi ve gayba ait konular olduğu için, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerle ve akılla açıklanamaz. Bu konuda tek bilgi kaynağı vahiydir. Kur'an'da ve sahih hadislerde ne haber verilmişse onunla yetinilir. Bunun ötesinde aklî bir yoruma gidilemez. Çünkü ahiretteki durumlar dünyadakine benzemez. Aralarında isim benzerliğinden başka bir benzerlik yoktur. Mesela "İsrafil sura üfürecek, insanların amelleri tartılacak, herkesin defteri ortaya çıkacak" denildiği zaman, hatıra dünyada bilinen bir alet, bir terazi, kağıttan yapılmış bir defter gelmemelidir. Bunların gerçek şeklini ve iç yüzünü ancak Allah bilir. Onların varlığına inanılmalı, mahiyetleri konusunda ise yorum yapılmamalıdır.
İslam dini ve kutsal kitabı, ahiret inancına büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kur'an'da, hem Mekkî hem de Medenî sürelerde, 100'den fazla terim veya deyim kullanılarak, ahiret inancı pekiştirilmeye çalışılmıştır. Kur'an’a ahiret gününden bahsetmeyen hemen hemen hiçbir süre yoktur. Kur'an, ahiret fıkrini, insanın düşünce ve kalbine bazan apaçık delillerle, bazan da örnekler vermek suretiyle yerleştirmeyi amaçlamıştır. Ahiret hayatından söz eden çok sayıdaki manası apaçık ayetler ile sahih hadisler, ahiretin varlığını ispat eden, bu konuda şüpheye asla yer vermeyen naklî delillerdir.
Sağlıklı düşünebilen insan aklı, kendisinde bulunan adalet, sorumluluk, ebedîlik ve sonsuzluk duygusu ile, insanın başı boş ve amaçsız yaratılmadığı fikrinden hareketle, ahiret hayatının varlığını tabii bir şekilde kabul eder. Çeşitli Kur'an ayetleri bu hususlara açıklık getirmektedir:
1. İnsandaki adalet duygusu, ahirete inanmayı zorunlu kılar. Biz, yüce Allah'ın mutlak ve sonsuz adaletine, inanırız. Bilindiği gibi bu dünyada herkes işlediği suçun cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana gelmektedir. Ahirette ise durum böyle olmayacak, hiçbir şey gizli kalmayacak, hak yerini bulacak, Allah mutlak adaleti ile kötüleri cezalandıracak, iyileri de mükafatlandıracaktır. Şu ayet iyilerle kötüleri bir tutmanın ilahî adalete uymayacağını ortaya koymaktadır: "Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar? Allah gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez" (el-Casiye 45/21-22). İyi ile kötünün, zalim ile mazlumun hesaplarının görüleceği o gün Kur'an'da "din günü, ceza ve mükafat günü" diye nitelendirilmiş, bu terimin geçtiği Fatiha süresi beş vakit namazın her rek'atında okunarak, ahiret inancı ve adalet duygusu sürekli canlı tutulmuştur.
2. İnsandaki sorumluluk duygusu da ahirete inanmayı zorunlu kılar. Yüce Allah insanı, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayır ile şerri ayırt eden ve seçen bir varlık olarak yaratmış, bu seçiminden dolayı da sorumlu tutmuştur. İnsanın belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun karşılığını göreceği bir hayatı ve yurdu gerekli kılmaktadır. Bir ayette şöyle buyurulur: "Göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Vay o inkar edenlerin ateşteki haline! Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız" (Sad 38/27-28).
3. İnsandaki sonsuzluk ve ebedîlik duygusu, ahirete inanmayı gerekli kılar. İnsanlık tarihi ile ilgili olarak, değişik alanlarda yapılan incelemeler, insanda bir ebedîlik ve sonsuzluk duygusunun varlığını göstermiştir. Vatanından ayrı kalmış fakat yurduna dönmek isteyen bir garip yolcu olduğu duygusu, insanda onu ebedî hayat inancına hazır tutan, yaratılıştan bir özelliktir. Bununla birlikte, dünya hayatına aşırı tutkunlukları yüzünden, ahiret inancına karşı çıkan ve bütün varlık gayelerini geçici dünya yaşantısına hapseden insanlar da olagelmiştir. Kur'an "Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır, ölürüz ve yaşarız. Bizi tüketip bitiren ancak ve ancak zamandır" diyenlerin, ger çek bir bilgiye dayanmadıklarını ifade ederek, inkarcıları ve ahireti yalanlayanları mahkum etmiş (el-Mü'minün 23/33-37), bu konudaki ölümsüz gerçeği şöyle hatırlatmıştır: "De ki: Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra sizi şüphe götürmeyen kıyamet gününde bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyametin kopacağı gün var ya, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır" (el-Casiye 45/26-27).
4. İnsanın başı boş ve amaçsız yaratılmayışı da ahirete inanmayı gerektirir. Kur'an'da da ifade edildiği gibi insan boş yere ve amaçsız yaratılmamıştır. O, yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yeryüzünde halife olmak, ancak kulluk etmek için yaratılmıştır. Öyleyse o bu görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Getirirse ahirette karşılığını da görecektir. Bir ayette şöyle buyurulur: "Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hakim ve hak olan Allah çok yücedir. O'ndan başka İlah yoktur. O, yüce Arş'ın sahibidir" (el-Mü'minün 23/115-116).
********************
ONUNCU SÖZÜN HAŞRİ İSPAT METODU
Öldükten sonra insanların yeniden haşredileceğine ve kıyâmetle yıkılan kâinatın âhiret gününün gelmesiyle Cennet ve Cehennem şeklinde yeniden bina edileceğine inanmak; elbette bu icraatları yapacak olan Cenâb-ı Allah’ın varlığına katiyyen inanmak ile mümkün olabilir. Fakat bu da tek başına yeterli değildir. İkinci olarak haşri yapacak olan yüce yaratıcının nasıl bir Zât olduğunu iyice bilip anlamak gerekir.
Çünkü O’nu tanımazsak âhiret âlemini yaratcağına neyle karar verebiliriz? Öyle ise Allah hakkında öyle bir ders verilmeli ki bu dersi alan kişi böyle güzel sıfatlara sahip bir Allah elbette ölümle bir daha dönmemek üzere yok olup gitmemize asla müsaade etmez ve bu kâinat asla o Sultan-ı Ezelî’nin daimi bir saltanat merkezi olamaz. Muhakkak ölüp gidenler başka daimi bir aleme göçüyorlar diye kanaat etmelidir.
İşte Risâle-i Nur’da haşrin isbatı için takip edilen yol budur. Yani evvelen Allah’ın varlığı, sonra isim ve sıfatları yani nasıl bir zât olduğu, kâinat ve içindeki icraatlerinden yola çıkılarak isbat edilmiştir. Allah hakkında sağlam bir iman ve doğru bir tanıma temin edildikten sonra elbette bu özelliklere sahip bir Allah katiyyen haşirsizliğe, âhiretin, cennet ve cehennemin gelmemesine müsaade etmez şeklinde neticeye gidilmiştir. Bunu Üstad Hazretleri şöyle ifade eder: “O zât demiş ki: ‘Onuncu Söz’ün hakîkatları münkirlere (inkârcılara) karşı değil.
Çünki sıfât ve esma-i İlahiyeye (Allah’ın isim ve sıfatlarına) bina edilmiş.’ (…) Hakikî cevabı şudur ki: Herbir hakîkat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vâcib-ül Vücud’un vücudunu (Allah’ın varlığını), hem esma ve sıfâtını, sonra haşri onlara bina edip isbat ediyor. En muannid (inatçı) münkirden tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes her ‘Hakîkat’tan hissesini alabilir.” Onuncu Söz’ün on iki sûret ve on iki hakîkatlerinin her birinde Allah u Teâlâ’nın bazı sıfatları onun varlığıyla birlikte ispat edilmiş ve “Bu sıfatlara sahip olan Allah hiç dönmemek üzere ölüp gitmeye müsaade eder mi? Elbette etmez!” denilmiştir.
ONUNCU SÖZ’DEKİ DELİLLER
Haşri ders veren 10. ve 29.Sözler, kıyâmetten sonra dirilişi o kadar kat’î bir şekilde isbat etmişlerdir ki bu konuda Hz. Üstad (rh) şöyle söylemektedir: “Eğer haşrin gelmesini, gelecek baharın gelmesi gibi kat’î bir surette anlamak istersen; haşre dair Onuncu Söz ile Yirmidokuzuncu Söz’e dikkat ile bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen, gel parmağını gözüme sok!”
Şimdi Onuncu Söz’de zikredilen haşrin pek çok delillerinden bir kısmını burda özetleyerek bahsimize son veriyoruz.
1 Kâinatın her tarafında görünen gayet haşmetli ilahî saltanat isbat eder ki ona itaat eden kullarına Cennet gibi bir mükâfatı, isyan eden asilere Cehennem gibi bir ceza evi bulunacaktır. Bu dünyada olmadığına göre âhirette olacaktır.
2 Hadsiz bir şefkat ve ikram sahibi olduğunu insanlar ve tüm canlı varlıklara sürekli gönderdiği rızıklarla ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayarak gösteriyor. Elbette o şefkat ve kerem dönmemek üzere ölüp gitmeye müsaade etmez. Öyleyse ölüm, yokluk değil yeni bir hayata geçiştir.
3 Kâinatın umumunda ve içindeki bütün varlıklarda tam bir denge ve ölçülü yaratma görülürken birtek insanların amellerinde bir ölçüsüzlük, aşırılık ve zulümler görünüyor. Ekseriya zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek âhiretteki mahkeme-i kübraya bırakılıyor, te’hir ediliyor. Yoksa, bakılmıyor değil.
4 Şu âleme dikkatle bakıldığı zaman bütün her yerde ve her işte hikmet, mânâ ve fayda görünüyor. Zâhiren bir yokoluş gibi görünen ölüm ise bunun tek istisnasıdır. Öyleyse ölüm de mânâsız ve lüzumsuz bir yokoluş olamaz. Demek ölümle ebedî bir âleme göçülüyor.
5 Allah u Teâlâ’nın nihayetsiz bir cömertliği olduğuna, nihayetsiz ikram ve ihsanları şehâdet ederken ölüm verilen bütün o nimetlerin insafsızca geri alınması olamaz. Olsa olsa daha fazla ikramların olacağı bir âleme geçiş kapısı olabilir.
6 Yeryüzünde ve bütün âlemde yaratılan bunca güzellikler isbat eder ki insan gibi en değerli ve en güzel bir varlık dâimî yok olmak gibi en büyük bir çirkinlikle karşılaşmayacaktır. Burdaki güzelliklerin asıllarının ve menbalarının bulunduğu âhirete gideceklerdir.
7 Allah u Teâlâ’nın kendisini tanıtmak, sevdirmek için bu kadar güzelliklerle ve sanat mucizeleriyle yarattığı bu kâinatın delâletiyle, insanlardan onu tanıyıp seven ve ona iman eden ve onun gizli cemâline müştak olan mümin kullarını elbette ölümle yok etmeyecek ve nihayetsiz güzelliğini görmekten mahrum etmeyecektir. Belki ebedî Cennette ebedî sevenleri ve seçkin muhatabları olacaklar ve o nihayetsiz güzel Zât’ı görmekle müşerref olacaklardır. (Allah bizleri de o bahtiyarlardan eylesin!)
8 İnsanlardan onu tanımamak, inkâr etmek, nimetlerine nankörlük etmek hatta ona ve dinine düşmanlık etmekle karşılık verenlerin de elbette ölümle kaçıp kurtulmalarına müsaade temeyecektir. Onları da ebedî hapsi olan Cehennemine atacaktır. (Allah bizleri o kötü âkıbetten korusun!)
9 En basit bir sineğin bile ihtiyaçlarını ve duâlarını şefkat ve merhametle yerine getiren Allah, elbette en sevgili kulu olan Muhammed (asm)’ın en büyük duâsı ve arzusu olan ebedî bir saadet âleminde Rabbine kavuşmayı, o en sevdiği kuluna ihsan edecektir. Haşir ve kıyâmetin ve Cennetin hiç başka bir sebebi olmasaydı bile o sevgili Habibinin bu duâsının kabulü ve onun yokluktan kurtulup ebedî bir saadeti kazanması için Cenneti yaratacaktı. Yine onun gibi duâ edip kavuşmayı isteyen bütün ehl-i iman kullarının da bu umumî duâlarını kabul edecektir. Ve onları ebedî bahtiyâr edecektir.
10 Şu âlemin gidişatından anlaşılıyor ki o yaratıcın pek büyük haşmetli bir saltanatı ve nihâyetsiz hazineleri vardır. O saltanatın bu ölümlü, fânî, şerlerle karışık dünya hayatında tam tezâhür etmesi mümkün değildir. Demek ki O’nun saltanatının haşmetli ve pek parlak bir şekilde ortaya çıkacağı ve halkının orada bâkî kalarak o haşmete ebedî hayran olacağı dâimî bir Cenneti olacaktır.
11 Başta Hz. Muhammed (sav) olarak bütün peygamberlerin lisanıyla ve başta Kur’ân, bütün semâvî kitablarıyla vaad ettiği âhiret hayatını elbette yaratacaktır. Ve onu yaratmaya kaadir olduğuna delil bu koca âlemi yaratıp her an kudretiyle mükemmel bir düzen üzere muhafaza etmesidir.
12 Her baharda ölmüş kurumuş koca yer yüzünü dirilten Allah, haşrin baharıyla da kıyâmetle ölmüş olan âlemi ve insanları yeniden diriltecektir.
13 Allah’ın başka bâki bir memleketi olup bizi onun için çalıştırdığını ve oraya nakledeceğini; manevîyat uzmanları olan bütün peygamberler ve bütün evliyâlar ittifakla haber veriyorlar. O asla yalan söylemez kâmil insanların en büyüğü ve reisi olan Peygamberimiz (sav) ise miraç gecesi bizzat Cennete girmiş ve Cehennemi görmüş ve bizlere haber vermiştir. “Kim gitmiş gelmiş?” diyenlerin dikkatlerine arzolunur!
14 Allah’ın yeryüzünde bir halifesi olarak en üstün bir yaradılışta yarattığı en harika sanat eserleri olan insanlar elbette ölümle abes, manasız bir surette yok olup gitmeyecekler, üstün yaradılışlarına münasib bâkî bir âlemde, Rabb-i Rahîmlerine perdesiz kavuşavcaklardır.
15 Midedeki açlık nasıl nimetlerin varlığını gerektiriyorsa; yani Allah, nimetleri yarattığı gibi insanda onlara yönelik bir iştahı da yaratmışsa; aynen onu gibi insandaki en büyük arzu olan sonsuz yaşama arzusu ebedî bir âhireti açıkça gösteriyor.
Burada saymaya çalıştığımız deliller denizden bir damla hükmündedir. Bu delillerin iyice anlaşılması, ancak Allah’ın isim ve sıfatlarının kâinat üzererindeki tecellîlerinin iyi okunmasına bağlıdır. Onucu Söz Risâlesi bu tecellilerin nasıl mütalaa edilebileceğinin çok hârika nümuneleriyle doludur. Yazımızı Üstad Hazretleri’nin yukarıda geçen bir cümlesiyle bitiriyoruz. “(Onuncu Söz) imanımızın kurtulmasına kâfi gelir. Fehmettiğimiz (anladığımız) miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına (arttırılmasına) çalışmalıyız.”
“Gizli, kusursuz kemal ise; takdir edici, istihsan edici, mâşâallah deyip müşahede edicilerin başlarında teşhir ister. Mahfî, nazirsiz cemal ise; görünmek ve görmek ister. Yani, kendi cemalini iki vecihle görmek:
Biri, muhtelif âyinelerde bizzât müşahede etmek.
Diğeri, müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşahedesi ile müşahede etmek ister. Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müşahede, hem ebedî işhad ister. Hem o daimî cemal, müştak seyirci ve istihsan edicilerin devam-ı vücudlarını ister. Çünki daimî bir cemal, zâil müştaka razı olamaz. Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder. Çünki insan, bilmediği şeye ve yetişmediği şeye düşmandır. Halbuki şu misafirhanelerden herkes çabuk gidip, kayboluyor. O kemal ve o cemalin bir ışığını belki zayıf bir gölgesini, bir anda bakıp doymadan gidiyor. Demek bir seyrangâh-ı daimîye gidiliyor...” (10. Söz)
***************************
"Yok" diyenlerin ispatı var mı?
“Yok” diyenler “Var” diyenlerden ispat istiyor. Peki yok diyenlerin ispatı var mı?
Cevap
06.04.2009
İki çeşit inkâr var. Birisi; tembellikten ortaya çıkan bir kabullenmeyiştir. İnancın getirisi olan bir takım mesuliyetlerden kaçmak için “yok” derler.
Diğeri ise; yokluğu iddia etmektir. Bu delil ve ispat gerektirir ki şimdiye kadar inkâr edenler buna hiç bir ispat getirememişlerdir. Yaptıkları şey; inananların görüşlerini eleştirmek ve reddetmekten ibarettir.
Çok haksız da sayılmazlar(!) Çünkü bir adam Hindistan cevizinin varlığını iddia etse, ispatı için bir tane bulup getirmesi yeterlidir. Ama “yok” dediğinde tüm dünyayı gezmesi lazım ki yokluğunu ispat edebilsin. Allah'ı (cc), cenneti, cehennemi kabul etmeyenler de bir zerrenin bile gösterdiği gerçekleri inkâr için, tüm kâinatı (!) karış karış dolaşmaya hiçbir zaman güçleri yetmeyecek ki ispat getirebilsinler. Adamın biri Amerika’yı keşfetmiş. Keşfedilmeden önce Amerika kıtası yok muydu yani!?
Akılları yüce, ruhları yüksek insanlar vardır; kâinat kitabının sırrını çözmüş Allah'ı (cc) keşfetmişler. Bir de dev zekâları olduğu halde akılları cüce insanlar vardır ki kâinatın Allah'ı (cc) anlatan büyük bir kitap olduğunu bile anlamaktan acizler.
Velhasıl: İnkâr bir "yoksayım" kalmaya mahkûmdur. Ve inanmayanların içlerinde hep var olacak ve asla susturamayacakları cümle: "Ya varsa!"