Sır bence iki kişi arasındaki mahremiyettir.
En çok merak ettiğim şeylerden biridir...Efendimizin Allahla arasındaki sırlar..İnsanların muttali olmadığı belki Cebrailin bile bilmediği sırlar.
Aynı şekilde tüm velilerin sırları
Riya gizli şirk olduğundan ,ibadetlerde yalnız ve sadece Allah için yapıldığından,insanlara söylenmez,söylenmemeli.Bu büyükler arasında çok önemli bir ölçü..
İhlas ve tevhide en uygun olanı budur.Sır ihlas ve tevhidin geregidir,denilebilir.
Allah kıskançtır,bir kalbde 2 sevda olmaz..
Ubudiyette sır adeta şirkin tamı tamına zıddıdır.
Sır bu anlamda meyvesini ötelerde verecek..Gerçek kulluğun da nişanesidir.
Hatta diyebilirzki Allahla kendi arasında sırları olanlar ve bunun bereketini daim olmasını isteyenler çenesini tutar ve insanlara faş etmez.Allah için yaptıklarında parsayı azcık insanlardan alma ve bekleme heveslisi olmaz.Faş edilirse o zaman işin içine başkaları girdiği için bereketi olmaz..
Demekki sırrın sırrına vukufiyet hıfzüllisana sahib olmayı iktiza ediyor.
Bu anlamda sırra ulaşınca meleküt aleminin sırlarına,hikmete ,gaybe muttali olma gibi velayetin dereceleri söz konusu demekki..
Bu sırra erilmesi içindir belkide "Cismaniyeti bırak,hayvaniyeti terket kalb ve ruhun derece-i hayatına gir."
Hayvaniyet ve cismaniyetten çıkamayan bencileyinler için sırrı anlamak ve yaşamak zor demekki.
*******************
*******İlntili Olduğundan paylaşayım dedim*****
Sır Tutma
Sır, karşı koyulmaz bir güç kaynağı ve bozguna uğratılamayan bir ordu gibidir
Sır bir namustur; onu koruyan –ister kendisine isterse başkasına ait olsun– namusunu korumuş olur Onu fâşeden ise, şeref ve haysiyetini açıkta bırakmış ve ona değerince itibar etmemiş sayılır
Bazı işler vardır ki, onlarda sır Hızır'a benzer; gizli kaldıkça inayet olur
Sükût da bir hikmettir, ama hakimi çok az veya yok gibidir
İnsanın, sırrını emanet edeceği kimse, kendisine namus emanet edilecek kadar emin ve onu muhafaza hususunda, kendi namusunu korumadaki titizliği kadar da hassas olmalıdır Emin olmayana emanet, sırrı namus bilmeyene de sır verilmemelidir
Dilini hapseden, sözlerinin esiri olmaktan kurtulur
Sır tutma ve başkalarının sırrına saygılı kalma, tamamen irade ve idrakle alâkalı insânî bir meziyettir İradesiz kimselerin sır tutmaları beklenemeyeceği gibi, yaptığı işlerin ve söylediği sözlerin akıbetini idrak edemeyecek kadar safderûn kimselerin de ketûm olmaları düşünülemez
Bir insanın, emanet ettiği sırrını birkaç defa fâşetmiş birisine, yine de sır vermesi, onun idraksizliğini ve sırdaş seçimindeki aczini gösterir İnançla gönlü oturaklaşmış ve gözü açılmış birisi, hayatında bu kadar aldatılıp, bu kadar kandırılmamalı!
İnsan, açıklamada bulunmaya lüzum görülen yerlerde kendisine düşeni anlatmalı; boş yere kalbinin kapağını açarak sırlarını fâşetmekten de kat'iyen sakınmalıdır Öyle, her yerde, ulu orta kalbindeki sırları saçıp gezenlerin, günün birinde hem kendilerini, hem de içinde bulundukları toplumu önünü alamayacakları bir ölüme sürükleyecekleri, kat'iyen hatırdan çıkarılmamalıdır
İnsan, kendisine ait gizli şeyleri şurada-burada fâşetmekten fevkalâde sakınmalıdır Hele bunlar, çirkin, sevimsiz ve netice itibarıyla da fayda getirmeyen şeyler ise Zira bu hâl, çok defa dostları utandırıp, düşmanları da sevindirebilecek uygunsuz durumların doğmasına sebebiyet verebilir
Sîneler, sırlar için birer sandukça olarak yaratılmışlardır Akıl onların kilidi, irade de anahtarıdır Bu kilit ve anahtarda arıza olmadığı sürece, sandukçanın içindeki cevherleri kimsenin bilmesine imkân yoktur
Başkasının sırlarını sana taşıyan birisi, senin sırlarını da, başkalarına taşıyabilir Bu sebeple, öyle densizlerin, en ehemmiyetsiz hususiyetlerimize dahi vâkıf olmalarına kat'iyen fırsat verilmemelidir
Ahmağın kalbi dilinin ucunda; akıllının dili, sînesinin en uç burcundadır
Ahmakla sırdaş olmaktan sakınmak lâzım kasdî kötülük mülâhazalarının ötesinde, bazen iyilik düşünürken de kötülük yapabilir
Sır vardır, ferdi ilgilendirir; sır vardır, aileyi; sır da vardır ki, bütün bir toplum ve milleti Ferdî bir sırrın fâşedilmesiyle ferdî haysiyet; ailevî bir sırrın açığa çıkmasıyla ailevî haysiyet; topluma ait bir sırrın ifşâ edilmesiyle de millî haysiyetle oynanılmasına fırsat verilmiş olurZira sır, sînelerde kaldığı müddetçe sahibi için bir kuvvet olmasına karşılık, başkalarının eline geçince, onun aleyhine kullanılmaya müsait bir silah haline gelir Onun içindir ki, atalarımız: “Sırrın senin esirindir; fâşedersen esiri olursun” demişlerdir
Bir prensip olarak sırrın benimsenmesini gerektiren nice kıymetli işler vardır ki, onu temsil edenlerin sır tutmayışından, o işte bir adım ileriye gidilememiş, hatta bazen müteşebbisler için ciddî rizikolara da sebebiyet verilmiştir Hele bu iş, milletin hayat ve bekâsıyla alâkalı nazik mevzulardan ise!
Bir devlet, devlet sırlarını düşmanlarına kaptırmış; bir ordu, hareket stratejisini hasım güçlere belli etmiş; bir iş ve aksiyon adamı, rakipleri tarafından keşfedilmiş ise, o devletin derlenip toparlanmasına, o ordunun zafer elde etmesine ve o aksiyon adamının muvaffak olmasına imkân yoktur
Sızıntı, Mart 1983, Cilt 5, Sayı 50
**************************
on latife
1. Kalp
2. Ruh
3. Sır
4. Hafi
5. Ahfa
6. Heva
7. Anasır-ı Erbaa [1. Nur (Akıl ), 2. Hava (İrade), 3. Su (Rahmet), 4. Toprak (Hıfz ve Himaye)]
"Letâif-i aşere, İmam-ı Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir."
"Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zahirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar."
"Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var. Bu meseleye dair hakikat yazılsa çok uzun olur. Vaktim de kısa olduğundan, kısa kesmeye mecbur oldum"
************