| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Hür Adam filmi | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Hür Adam filmi Paz Ocak 09, 2011 3:43 am | |
| Sinama eleştirmeni Ali Murat Güven Hür Adam filmine tam not verdi. Güven elinde "Hür Adam'ı göstermeyi reddeden sinema salonları"nın listesinin olduğunu açıkladı.
Yalnızca çekilmesi bile başlıbaşına bir DEVRİM olan CESUR FİLM
Bir yandan, son bir haftadır incelediğim 'Hür Adam'ı göstermeyi reddeden sinema salonları listesi'ne, diğer yandan da televizyonlardaki tartışma programlarında, gazetelerdeki köşelerinde üç kuruşluk yarım yamalak tarih bilgileriyle öfke içinde çığıran gözü dönmüş tiplere bakıyorum.
Dincinin de solcunun da laikçinin de en bağnazını böylesine dostça kolkola girmiş, 'Hacı Fellini' lâkaplı Mehmet Tanrısever'e koro hâlinde saldırırken gördükçe, 'Minyeli Abdullah'tan sonra bir kez daha tarih yazmayı başardın be çılgın adam, helâl olsun sana!' demekten kendimi alamıyorum.
* * *
Uzun yıllardan beri gerek gazetemizin sayfalarında, "Bediüzzaman'ın ibretlik olaylarla dolu hayat hikâyesinin beyazperdeye aktarılması" yönünde ısrarlı yazılar yazan, gerekse katıldığı radyo-televizyon programlarında, panellerde, söyleşilerde bu konuda coşku dolu konuşmalar yapan bir sinema yazarı olarak, bugün ne "Hür Adam"ın yapımcı-yönetmeni Mehmet Tanrısever'in, ne de anılan filmin oyuncuları, senaristleri ya da teknik ekibinin günü...
Bugün, öncelikle benim "zafer günüm"dür.
Ki bu fakirin ta 2000'lerin başlarından beri çeşitli mecrâlarda konuya ilişkin olarak kaleme aldığı yazıları dikkatle takip etmiş bütün okurlar da an itibarıyla ortaya çıkan sonuçtan en fazla benim keyiflenmeye hakkım olduğu gerçeğini dostluk duyguları eşliğinde teslim edeceklerdir.
Masamın üzerinde, bir haftadır dönüp dönüp incelediğim bir belge var. Belgenin en tepesinde "Hür Adam'ı göstermeyi reddeden sinema salonları" ibaresi yer alıyor. Nereden geldiğini sormayın, çünkü işin bu tarafı hiç önemli değil; önemli olan tek şey böyle bir listenin var olması... Kaldı ki bizim gibi kulağı kesik sektör mensupları için bu türden ticarî belgelere ulaşmak hiç de zor değil...
Önceleri satır satır yayımlamayı düşündüğüm, fakat ülkedeki huzur ortamının bozulmaması adına içeriğini ifşâ etmekten son anda vazgeçtiğim o belgede İstanbul'dan Şırnak'a kadar uzanan genişçe bir havzada, hiç bir ticarî ve hukukî gerekçeleri bulunmamasına, hattâ iki haftalık hasılatları "peşin ödeme" yöntemiyle garanti edilmesine rağmen filmi göstermeyi reddeden irili ufaklı bir kaç düzine salonun isimleri sıralanmış durumda...
Sadece şunu açıklamakla yetineyim ki listenin ağırlığını, İstanbul, Ankara ve İzmir'de "Beyaz Türkler"in yaşadığı "kurtarılmış bölgeler" ile Bediüzzaman Said Nursî'nin hayatı boyunca bu topraklara egemen kılmaya çalıştığı "Bizler, Türk ve Kürt olarak iki kardeş halkız" mesajından ölesiye korkan, PKK ve onun siyasî uzantısının tahakkümündeki bazı doğu şehirleri oluşturuyor. Bu da zaten daha aylar öncesinden beklediğim doğal bir sonuçtu.
Öte yanda, son bir haftadır elimde uzaktan kumanda cihazıyla televizyon kanallarında geziniyorum. Daha Bediüzzaman'ın adını doğru düzgün telaffuz etmekten âciz, "âyet" ile "hadis"i birbirine karıştıran bazı tarihçi bozuntuları, konuşurken ağızlarından öfke içinde köpükler saçan bir takım kokana hatunlar, "Bu adam bir vatan hainiydi! Nasıl olur da filmi yapılır! Bu cumhuriyete yönelik açık bir kalkışma!" türünden çığırmalar içindeler...
Hepsine gülüyorum... Gülmekten de öte, ciddi ciddi acıyorum...
Çünkü bütün bunlar, "resmî tarih"in aşılmaz gibi görünen o yüksek duvarlarının bloklar hâlinde çatır çatır çökme sesleri... "Mühim olan devrim, gerisi yalnızca görev zâyiâtıdır" mantığıyla çalışan bir silindirin altında hayatları mahvedilmiş insanların kendilerinden sonraki kuşaklara unutturulmaya çalışılan acıklı hikâyeleri üzerindeki paslı pranga kilitlerinin yıllar sonra yeniden açılması vesilesiyle duyulan metal şakırtıları...
Sayın cumhuriyet savcısı, henüz gösterime bile girmeden "Hür Adam" hakkında soruşturma açmış. Kendisine kolaylıklar diliyorum. En az iki uzman hukukçunun danışmanlığında ve her karesi yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre çekilmiş bir filmde ne tür bir kusur bulacak, gerçekten ben de meraktayım. Yıl 1980 olsaydı Tanrısever ve arkadaşlarını Metris'e, Mamak'a atmak çok kolay olurdu da 2011'de, bütün hukuk kuralları AB mevzuatına uyumlu hâle getirilirken bir sinema filminin 2,5 dakikalık fragmanı üzerinden "vatana ihanet" dâvâsı türetmek o kadar kolay bir iş değil...
Kaldı ki eğer hâlâ sinema filmlerini cezalandırma faslındaysak, "Bu memlekette son 10-15 yıldır ülkedeki rejimi silah zoruyla devirmek isteyen Marksist-Leninist militanların, komünist şairlerlerin, Sabetayist kökenli azınlıkların ve ayrılıkçı-Kürtçü karakterlerin odak noktasında yer aldığı, Türkiye yakın tarihini yerden yere vuran o kadar çok sayıda film çekildi ki bütün bunların gösterimleri sırasında neredeydiniz, vatanı hainlerden koruma yönündeki o güzel refleksleriniz neden çalışmıyordu?" diye sormak gerekiyor kanun koruyuculara...
Bu film için kalemini daha aylar öncesinden bileylemiş olan kimi sinema yazarlarına ise zaten söylenebilecek fazlaca bir şey yok. "Biz 40 kişiyiz birbirimizi biliriz" misâli, onlar şu fânî hayattaki vazifelerini, biz de kendi vazifemizi yerine getirmekteyiz. Adınız kadar emin olabilirsiniz ki son günlerde sütunlarında "Hür Adam"a nefret kusan o kesim (ki bunlardan bir bölümü muhafazakâr çizgideki gazetelerde yazan kişilerdir), bazılarını sayfamda açıkça dile getirdiğim teknik-estetik eksikliklerinin hiç biri olmasaydı bile anılan filmi yine topa tutacaklardı. "Hür Adam"a yönelik vahşi eleştiriler, çok istisnai bir kaç kalem erbabının sağduyulu yorumları haricinde, hiç bir sinemasal temele dayanmıyor. An itibarıyla, bu sinemasal hikâyenin çevresinde yaşanan çatışma tamamen "ideolojik"dir; hak ve batıl arasındaki "fikir mücadelesi"dir. Manzara böyle olunca, "Hür Adam" da bu açıdan artık 10-15 TL bilet bedeli ödenerek tüketilen sıradan bir sinemasal ürün olmaktan çoktan çıkmış durumdadır.
Bediüzzaman'ı yarım yüzyılı aşkın bir süredir kimseciklerle paylaşmamaya and içmiş, "Küçük olsun benim olsun" felsefesinin yılmaz savunucusu konumundaki "profesyonel Nurcular"a da öyle uzun uzadıya değinmeyeceğim. Çünkü onların çapını da vizyonunu da son iki-üç yıldır "Bediüzzaman Said Nursî Ulusal Kısa Film ve Belgesel Festivali" için destek ararken görmüş bulunmaktayım. Geçen bayramda Hac görevini yerine getiren çok değerli bir dostum anlattı; Hac sırasında Mekke'deki çadırlarda "Hür Adam"dan söz açıldığında, bu gruba mensup bazı "hassas" (!) kişiler benim arkadaşa ateş püskürüp, "Böyle bir günahkârlık olamaz, Bediüzzaman hiç kamera karşısında suret olarak gösterilir mi? Mehmet Tanrısever denen adam ahirette bu vebâlin altından nasıl kalkacak! Kesinlikle protesto edeceğiz o filmi!" tarzında laflar etmişler. Tanrısever'i bilemem, fakat Kâbe'nin hemen yanıbaşında böyle sözleri sarfedebilen bir kafanın öteki tarafta işinin çok zor olacağı kesin...
Benzer türden olaylardan bir tanesi de daha geçtiğimiz günlerde benim yanımda cereyan etti. Filmin senaristini Şanlıurfa'dan arayan bir kaç kişi, "Bediüzzaman'ın muhterem talebelerinden filanca ağabeyimizi filmin tuvalet sahnesinde gardiyanlara yumruk atmaya çalışırken göstermişsiniz. Bizim ağabeyimiz asla yumruk atmaz. Ya o sahneyi bütün kopyalardan kesip çıkartın, ya da sizi mahkemeye vereceğiz!" şeklinde bir talepte bulunmaktaydı.
Bu vatandaşların sözünü ettiği sahne de vaktiyle Nur talebelerine yapılan zulümleri göstermesi itibarıyla "Hür Adam"ın en güzel, en dokunaklı bölümlerinden biri... Filmin üç senaristi arasında yer alan sevgili Ahmet Çetin telefonunu kapatırken acı acı gülerek, "Böyle hoyrat davranışlar karşısında ne yapacağımızı şaşırdık Ali Murat bey" diyordu, "Hiç kimseyi memnun edebilmek mümkün değil. Bir taraftan ulusalcılar saldırıyor, bir taraftan komünistler, diğer taraftan da kendilerine sinema yoluyla çok özel bir armağan sunmaya çalıştığımız dindar kesimler... "
Tarih, filme "bizim mahalle"den yöneltilen bu eleştirilerin ne kadar suflî, ne denli "laf olsun, torba dolsun" mahiyetinde olduğunu elbette ki yazacaktır. Hoş zaten, bu gibi konulara son nokta, tarihin insafına bile kalmadan, 29 Aralık günü İstanbul-Kavacık'taki evinden eşiyle birlikte alıp "Hür Adam"ın basın gösterimine getirdiğim, Bediüzzaman'ın hayattaki son talebelerinden biri olan sevgili Salih Özcan hocamız tarafından konuldu bile... 80 yaşındaki Salih hoca, iki buçuk saat boyunca gözyaşları hiç durmaksızın izlediği filmin ardından çevresini saran medya mensuplarına, "O günlere yeniden dönmüş gibi oldum" diyordu, "Bediüzzaman'a ne hoş bir benzerliktir, tarihî gerçeklere ne kadar güzel bir sadakattir bu! Allah, emeği geçen herkesten razı olsun! Sinemacılar elbette ki bazı tarihî gerçekleri dramatik kurallara uyduracaklar. Sonuçta, bu bir belgesel değil. Önemli olan iyi niyetli olunması ve özden sapılmaması. Bu film de özden bir an bile sapmıyor. Bediüzzaman'ın dizinin dibinde 11 yıl geçirmiş bir adam olarak, 'Hür Adam'a sonuna kadar kefilim!"
Sen, sevgili Türkiye Cumhuriyeti halkı! Beni bugüne kadarki sinemasal öngörülerimde hiç bir zaman yanıltmamış, sağduyusuna en az kendi sağduyum kadar güvendiğim bir kitle olarak, eline bir kez daha, "Türkiye'nin gizli sahipleri" pozisyonunu terk etmemek için direnenlere esaslı bir şamar atmanı sağlayacak müthiş bir fırsat geçmiş durumda...
Aylar önceki bir yazımda belirttiğim gibi, Türkiye Cumhuriyeti sinema tarihinde hasılat rekoru, yaklaşık 4 milyon 350 bin biletli izleyiciyle "Recep İvedik-2"te... Bu utanç verici rakam, ülkemizin hem yüz yıllık entelektüel birikimi, hem de halkımızın sinema bilgisi ve bilincini simgeliyor ne yazık ki...
Yapımcılar görevini yaptı, dağıtıcılar görevini yaptı, benim gibi sinema yazarları da görevini yaptı...
Şimdi artık sıra sende...
"İvedik"e müstahak bir toplum olmadığımızı cümle âleme sen göstereceksin ey güzel halkım!
* * *
"Hür Adam"ın teknik açıdan zirve noktaları
1) Bir "Beyaz Sinema" akımı örneğinde ilk defa marş ritmli cılız ve monoton "org müzikleri" değil de görkemli bir semfoni orkestrası eşliğinde, epik bir filme yakışacak evrensel müzikal temalara yer veren özgün müzik çalışması (Özgün müzik bestecisi: Yıldıray Gürgen / Besteleri yorumlayan: Prag Semfoni Orkestrası)
2) Kendisinin Bediüzzaman makyajını ve canlandırdığı tarihsel karakterdeki performansını gördükten sonra, bu rol için Türk sinemasında artık başka birini kesinlikle düşünemediğim baş rol oyuncusu (Mürşit Ağa Bağ)
3) Kullanılan otomobiller, giysiler, makyaj ve saç tasarımları, mekân olarak seçilen evler ve kullanılan bina tabelalarıyla, ele aldığı dönemin ruhunu kusursuza yakın bir gerçeklik içinde yansıtan sanat yönetimi (Sanat yönetmeni: Berna Arslan / Kostüm tasarımcısı: Nevruz Daban / Makyaj tasarımcısı: Selin Eyel)
4) Son derece uzun ve karmaşık bir hikâyeyi doğru noktalarda girip çıkan "flash-back"ler, kesmeler ve zincirleme geçişlerle çok güzel toparlayıp yürüten usta işi bir kurgu (Kurgu yönetmeni: Mevlüt Koçak)
5) Gerek çekimlerdeki kamera manevraları, ışık kullanımı ve çerçeve tercihleri açısından, gerekse post-prodüksiyon aşamasındaki "eskitme" efektiyle dönemin atmosferini büyük bir başarıyla yansıtan görüntüleme çalışması (Görüntü yönetmeni: Ali Özel)
* * *
'Hür Adam'ın sinemasal açıdan zirve noktaları
1) Bediüzzaman'ın, hücresinde soğuktan tir tir titrerken yine de kendi kendine tevekkül içinde konuşarak bir ileri bir geri volta attığı sahne,
2) Nur talebesi binbaşının gözyaşları içinde Allah'tan ölümü dilediği sahne,
3) İçinde bir parça insanlık kırıntısı kalmış olan herkesin izlerken gözlerini yaşartan, ardından da acı acı gülmesine yol açan "tuvalet" sahnesi,
4) Bediüzzaman'ın aşıyla zehirlendikten sonra yerde acı içinde kıvranırken anne ve babasını hatırlama sahnesi,
5) Bediüzzaman'ın Mustafa Kemâl Paşa ile görüşme sahnesi,
6) Bediüzzaman'ın Rus saldırısı öncesinde yerel milislere cihat çağrısı yaptığı sahne,
7) Küçük Asım'ın Bediüzzaman sürgüne gönderilirken yağmur altında onun ayak izlerine bastığı sahne.
* * *
'Hür Adam'ın sinemasal açıdan zayıf noktaları
1) Ülkeyi karıştıran şer güçleri simgeleyen "masonik komite"nin üyelerinin perdede fazlaca karikatürize durması, kendi aralarındaki diyalogların çok da gerçekçi bir yaklaşım içermemesi,
2) Bazı yardımcı oyuncular ve figüranların rollerini taşımakta yetersiz kalması,
3) Rus işgaline yönelik silahlı direniş sahnesinde "sinemasal gösteriş"in eksik olması, saldırı planlarında hiç Rus askeri gösterilmemesi,
4) Böyle bir yapıma çok yakışacağı hâlde, filmin "giriş jeneriği" olmaması ve finaldeki -aşırı hızlı akan- "roll caption" formundaki bitiş jeneriğinin de font tercihi açısından perdede yeterince şık durmaması.
* * *
Bu sahne mi Mustafa Kemâl Paşa'ya hakaret ediyor Allah aşkına?
Yok efendim, Bediüzzaman aslında Meclis'e hiç gitmemiş de, ******'le hiç konuşmamış da... ******'ün ondan haberi bile yokmuş da... Hem gitse bile, nasıl bacak bacak üstüne atarmış da...
Bediüzzaman, ****** ile tabiî ki görüşmedi kara cahiller... Çünkü, Kasım-1922'de henüz "******" yoktu... Tıpkı "cumhuriyet" diye bir rejimin olmadığı gibi... Yalnızca, çökmekte olan İstanbul Hükûmeti'ne karşı Orta Anadolu'da üslenmiş, vatandaşları, toplumun ileri gelenleri ve dış dünya nezdinde konumunu sağlamlaştırmaya çalışan bir "Ankara hükûmeti" ile o hükûmetin kurduğu bir "Millî Meclis" vardı... Meclis'in başında da çevresindeki herkesin sevip saydığı, başta Çanakkale zaferi olmak üzere sicilinde yığınla askerî başarı bulunan Mustafa Kemâl adlı genç bir paşa...
Bediüzzaman, o Meclis'i ziyaret etti, o Meclis'te konuştu, o Paşa'yı ziyaret etti, "Çankaya'daki 15 yıllık reisicumhur ******"ü değil... Ülkenin kurtuluş mücadelesinin devam ettiği kaotik bir süreçte, hiç kimsenin kimseye beden diliyle üstünlük taslamaya çalışmadığı son derece mütevazı bir meclis ortamında, birbirlerinin bütün siyasal görüşlerine (doğal olarak) katılmayan, fakat birbirlerine azamî düzeyde hürmet eden iki akran, iki cesur "gâzi" olarak görüştü bu iki adam...
"Nasıl olur da Ata'nın karşısında bacak bacak üstüne atarmış" diye vızırdananlar, aynı dönemin toplu heyet fotoğraflarına bir baksınlar hele; asker arkadaşları, milletvekilleri, ulemanın temsilcileri Mustafa Kemâl Paşa ile nasıl bir samimiyet içinde görülüyor!
* * *
'Hür Adam'ın finali neden açık bırakıldı?
163 dakika süreli "Hür Adam" filmi, Bediüzzaman Said Nursî'nin 1940'ların sonunda serbest bırakılıp yeniden Isparta-Barla'ya dönüşü ve orada kendisini sevgiyle karşılayan kasaba ahalisine yaptığı konuşmayla sona eriyor. Bu durum da filmi (yapımcı-yönetmen Mehmet Tanrısever'in hayâlini bilmeksizin) izleyen sinemaseverlerin büyük bölümü tarafından, "Üstad'ın hayatının son dönemindeki bazı önemli olayların atlanmasına yol açan vahim bir hata" olarak yorumlandı. Halbuki, senaryonun yazımında bilinçli olarak böyle bir noktalama yapılmıştı. Eğer ki "Hür Adam" ticarî açıdan başarılı olur ve en azından yapım masraflarını çıkarmayı başarırsa, çok daha iddialı prodüksiyon koşullarında bir de "Hür Adam-2" çekmeyi arzuluyor Tanrısever. Çekilecek olan devam filminde de Bediüzzaman'ın 1950-1960 dönemi ve sonrasındaki gelişmeler izleyiciye aktarılacak.
Allah izin verirse, içinde bulunduğumuz yıl ya da en geç gelecek yıl çekimlerine başlanacak olan o bölümde Türkiye'nin çok partili demokrasiye geçiş süreci, Bediüzzaman'ın merhum başbakan Adnan Menderes döneminde hız kesmeden sürdürdüğü toplumu aydınlatma mücadelesi, 1960'daki vefâtı, hemen ardından gelen 27 Mayıs 1960 askerî darbesi ve darbeyle birlikte mezarının cuntacılar tarafından talan edilmesi anlatılacak.
İlkine göre çok daha yüksek yapım standartları gerektiren bu ikinci filmin gerçeğe dönüşebilmesi içinse öncü filmin sinema salonlarında hak ettiği maddî ve manevî karşılığı bulması şart...
Filmin kısaltılmasına Özen Film yetkilileri karşı çıktı
"Hür Adam"a yönelik eleştirilerden bir kısmı "süresi"nde odaklanıyor. O konuda da olayı uzaktan takip eden çevrelerin önemli bir bilgi eksikliği söz konusu... Şöyle ki film, bundan yaklaşık iki ay kadar önce, yani kurgu aşamasının tamamlanmasının hemen ardından, ülke çapındaki dağıtımına aday olan Özen Film'in üst düzey yöneticilerine izletildi. Yapımcı-yönetmen Mehmet Tanrısever, bu dar katılımlı izleme seansında, meslekî deneyimi ve bilgisine en üst düzeyde güvendiği uzman bir isim olarak Özen Film'in patronu Mehmet Soyarslan'a, yanı sıra anılan şirketin diğer yöneticilerine, "Sizleri rahatsız eden ya da hikâyeyi sarkıtan, filmin bütünlüğü açısından gereksiz gördüğünüz bir bölüm varsa hep birlikte değerlendirelim, gerekiyorsa da keselim" diyerek her türlü değişikliğe açık olduğunun işaretini verdi.
Ancak, filmi baştan sona pür dikkat izleyen Özen Film ekibi, "Bu hikâye kesilip de iki saatte indirilirse zedelenir, şimdiki hâliyle gayet güzel. Epik tarihsel filmler için süre o kadar önemli bir sorun değil. Zaten 'Hür Adam'ı izlemeye niyetlenecek olan sinemaseverler de böylesi yapımlardaki süre uzunluğuna alışkındır" diyerek filmden bir tek karenin bile çıkartılmasına karşı çıktılar. Sonuçta da "Hür Adam"ın kopyalarının Tanrısever'in kurguladığı uzunlukta basılmasına karar verildi.
Ki bu kritik noktada aldıkları etik kararla Özen Film yönetimini ayrıca tebrik etmek gerekiyor; çünkü 163 dakikalık bir filmin dağıtımına onay vererek ticarî açıdan ciddi bir risk yüklenmiş oldular. Sistemin alışkın olduğu 90 ilâ 120 dakikalık süreli filmlerden daha uzun olan yapımları dağıtıma sokmak, ülke çapındaki sinema salonlarında her gün 3 seansın eksik oynaması anlamına geliyor. Ancak, Özen Film, "Hür Adam"ın ağır kesintilere uğratılıp içerik değerini yitirmemesi için bu kaybı iyi niyetle kabullendi.
* * *
Mahsun Kırmızıgül'den Hacı Fellini'ye dostça destekler
Geçen yıl, jakoben solcularla jakoben İslâmcıların -tıpkı şimdilerde Mehmet Tanrısever'e yaptıkları gibi- insanın gözlerini yaşartan bir kardeşlik duygusu (!) içinde yan yana sıralanarak koro hâlinde saydırdıkları bir başka sinemacımız olan Mahsun Kırmızıgül, "Hür Adam"ın çekim sürecinde Feza Film'e bazı dostça yardımlarda bulundu.
Tanrısever'in "Filmimiz için usta bir besteci ve iyi bir orkestra arıyoruz, bize yardım et" demesi üzerine devreye girerek, Hacı Fellini'yi kendisinin her üç filminin de müziklerini yapan değerli müzisyen Yıldıray Gürgen ile tanıştıran Kırmızıgül, ayrıca "Hür Adam"ın bestelerinin (onun da daha önce bir kaç kez çalıştığı) Çek Cumhuriyeti'ndeki Prag Semfoni Orkestrası tarafından icrâ edilmesini sağladı. 15-20 yıl önceki kliplerinde "kırmızı ceket" giymesine rağmen (!) İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı Şan Bölümü mezunu bir müzik adamı olarak Kırmızıgül'ün yaptığı bu dostça yönlendirmeler, filmin müzikal hazırlıklarının her aşamasında yapım ekibine destek ve aracı olması, Feza Film'e hem ekonomik açıdan büyük bir tasarruf sağladı, hem de çok kaliteli bir "soundtrack" albümün ortaya çıkmasına vesile oldu.
Türk sinema tarihinde Bediüzzaman'ın adını dramatik bir filmde ("New York'ta Beş Minare") ilk kez anmış senarist-yönetmen unvanını taşıyan Mahsun Kırmızıgül, bu yardımlarla da yetinmeyerek "Hür Adam" için İngiltere'deki Zound Stüdyoları'nın teknik ekibiyle temas kurarak, filmin ses kayıt ve mikyaj çalışmalarının son derece mâkûl bir bedel karşılığında gerçekleştirilmesine aracılık etti.
Bu bilgileri de sinema üzerine yazıp çizen aşırı heyecanlı bebelerimizin henüz bilmedikleri küçük, fakat önemli ayrıntılar olarak, hem sayfalarımıza hem de tarihe not düşmüş olalım.
* * *
Profesyonelce bir ön tanıtım, mükemmel bir başlangıç
Feza Film, "Hür Adam"ın kamuoyuna tanıtım sürecine, filmin prodüksiyon mâliyetinin dörtte biri dolayında yatırım gerçekleştirdi. Geçtiğimiz yılın yaz aylarından bu yana profesyonel bir reklâm ajansı aracılığıyla filmin çekim ve post-prodüksiyon aşamalarına ilişkin olarak sinemaseverlere medya üzerinden düzenli bilgiler aktaran şirket, basın gösterimini de İstanbul'un en modern sinema komplekslerinden biri olan, Mecidiyeköy-Cevahir Alışveriş Merkezi bünyesindeki Megaplex'te gerçekleştirdi. 29 Aralık 2010 Çarşamba sabahı gerçekleştirilen ön gösterim, "Yahşi Batı" ve "Av Mevsimi" gibi geride bıraktığımız yılın en iddialı yapımları da dahil olmak üzere, son yıllarda (yerli ya da yabancı) bir sinema filmi için düzenlenen en yoğun katılıma sahne oldu.
İlk kez "dijital medya-baskılı medya-görüntülü medya-sesli medya" gibi rencide edici ayrımlar yapılmaksızın, sinema üzerine yazıp çizen, bu alanda topluma hizmet veren bütün yazarlar, editörler, haberciler ve programcılar herhangi bir statü farkı gözetilmeksizin gösterime topluca davet edilirken, sinema medyasında sınıfsal farklılık yaratan uygulamaları tarihe gömen bu eşitlikçi çağrının sonucunda 300 kişilik salonun tamamen dolduğu gözlendi.
Aynı yüksek kalite çıtası ve ayrı-gayrısız yaklaşım, filmin 4 Ocak Salı akşamı Maslak-TİM Gösteri Merkezi'nde düzenlenen galasında da sürdürüldü. 2000 kişilik seçkin bir davetli kitlesini ağırlayan galada, filmin tek karesini bile izlemeksizin ortama sızıp provokatif sloganlar atmaya başlayan Ulusal Partili bir grup sosyalist yobaz ise güvenlik görevlilerinin müdahalesine bile gerek kalmaksızın, bizzat izleyicilerin girişimleriyle kısa sürede derdest edilerek dışarı atılacaktı.
7 Ocak Cuma günü, "Eyyvah Eyvah-2" gibi (tamamen farklı türde olmasına karşın) gişe açısından son derece dişli bir rakibin karşısında ticarî gösterime sunulan "Hür Adam" için önceki gün akşam saatlerinde İstanbul'un Avrupa ve Anadolu yakası sinemalarında genel bir araştırma yaptığımızda da telefonla aradığımız salonların tümü "önümüzdeki 48 saat için bütün seansların dolu olduğu" bilgisini vermekteydi.
YENİ ŞAFAK | |
| | | parisa Özel Üye
Mesaj Sayısı : 420 Rep Gücü : 849 Rep Puanı : 7 Kayıt tarihi : 21/09/09
| Konu: Geri: Hür Adam filmi Paz Ocak 23, 2011 1:35 am | |
| Masanın bir yanında Mustafa, öte yanında Hür Adam
Hür Adam... En çok bir ilkokul müsameresi kıvamında. Can Dündar'ın Mustafa'sı, Zülfü Livaneli'nin Veda'sı kadar... Ortak vasıfları, kötü çekilmiş kötü film olmaları. Tüm sermayeleriyse sözümona ideolojik haklılık. Güçlerini sadece inançlarından alıyorlar çünkü. Peki ya içerik ve biçim'in hakkı? Anlatan'ın veya anlatılan'ın değil, bizatihi anlatımın kendisi? Yüce temalar karşısında bunların hepsi de basit birer teferruatmış gibi görünür. Gaye, bir yüce'yi/yüceliği, bir ulu'yu/ululuğu anlatmak olduğundan, anlatımın da bu yücelik ve ululuktan pay alacağı varsayılır. Amacı sırf ulu bir kişiyi veya konuyu daha da yüceltmek olduğu için, yönetmen/yapımcı, seyirciden de aynı inançla, aynı duyguyla ortaya koyduğu eseri yüceltmesini bekler. Beklediği gerçekleşmediğinde, eleştirilerin kıymetini takdir etme güçlüğü çeker ve "Daha da yüceltecektim ama imkânlar elvermedi" diye sızlanır. Oysa ne denli kutsal, ne denli mübarek, ne denli haklı olursa olsun, hiçbir amaç, herhangi bir sanat eserine koşulsuz olarak bu niteliklerin yüklenmesini haklı çıkaramaz. Sanat eseri, kalitesini, niçin'den önce nasıl sorusuna verdiği cevapla göstermek zorundadır. Hadi özü bir yana, hiç değilse içerik ve biçimiyle...
* * * Hür Adam'ın içeriği de, biçimi de fevkalâde zayıf ve yetersiz. Basit müsamere teknikleri... Politik ajitasyonları bile çocukça. Rus komutanı esir kampını geziyor, herkes ictimada, sıraya girmiş... Aralarında bir tek koca Osmanlı âlimi yerde oturuyor, üstelik elinde bir çubuk toprağa umarsızca bir şeyler çiziktiriyor; güya amaç böylelikle salâbet-i diniyesine işaret etmek... Toprağa çiziktirdiği ne ola ki diye düşünüyorsunuz. Meğer Bediuzzaman'ın din bilimleriyle fen bilimlerini birleştiren Ezher'e mümasil şu ünlü üniversite hayâli imiş: Medresetu'z-Zehra. Esir kampında —hem de Rus komutanın önünde— yere oturmuş bir hâlde elindeki çubukla toprağa hayalindeki üniversitenin binalarını çizen bir Said-i Nursî... Yönetmenin muhayyilesinin sınırları işte buraya kadar! Kendi sınırlarından hoşnut bir zekânın itminanı! Halbuki Said-i Nursî bir mimar, bir mühendis değil, bir âlim. Bir âlime yakışan ise, kurmayı düşündüğü bir üniversitenin binalarının değil, orada okutulacak derslerin içerik ve niteliğinin tahayyülüyle telezzüz eylemektir.
* * * Biliyorum, bu tür propaganda ürünlerinde anlatım dili kusurlarını veya teknik hataları sıralamanın esas itibariyle bir mânâsı da olmaz, bir yararı da. Ancak yine de yüceltilmek istenen değerlere zarar verdiğine inandığım ucuz propaganda hevesinin maliyeti çıkarılmalıdır. Bu nedenle tartışmalı bir sahneyle ilgili düşüncelerimi açıklamak isterim. Bediüzzaman'ı Mustafa Kemal Paşa'nın karşısında bacak bacağa atmış bir halde gösteren sahneyle... Fevkalâde sakil bir anlatım. Düşük ve ucuz bir dil. Neden?
* * * Birincisi, sedirde veya yer minderinde, en çok taburede oturma geleneğine sahip bir toplumun üyesi bacak bacağa atmaz, atamaz. Bacak bacağa atmak, iskemle, koltuk kültürünün ürünüdür, üstelik kimin karşısında bulunulduğundan bağımsız olarak, edebe mugayirdir. Bugün bile öyledir. Binaenaleyh bir samuray, bir yeniçeri gibi bir âlim de, bir mücahid de aslâ bacak bacağa atmış bir halde tasvir ve tasavvur edilemez. Bediüzzaman'ın çağdaşı Ömer Muhtar'ı bacak bacağa atmış bir halde tasavvur edebilir misiniz? Geleneksel bir âlimin manevî terbiyesi, iç disiplini buna izin vermezdi. İstese bile yapamazdı. Yanlış anlaşılmasın, ahlâken değil, edeben.
* * * İkincisi, sıradan bir Osmanlı vatandaşı değil, ulema sınıfından bir zatın o yıllarda bacak bacağa atması kesinlikle bir şecaat gösterisi, bir cesaret numûnesi olarak değil, bilâkis gayet münasebetsizce bir hareket olarak telâkki edilirdi. (Elmalılı Hamdi Yazır'ı veya Babanzâde Ahmed Naim'i değil, Vahdettin'in Şeyhülislâm'ı Mustafa Sabri Efendi'yi bile mücerred "bacak bacağa atmış bir hâlde" tasavvur edecek bir tek iz'an sahibi düşünülebilir mi?) Yönetmene bu sahne sorulunca şöyle demiş:
— "Bunlar normal. Mustafa Kemal nasıl siyasî bir liderse, Bediüzzaman Said Nursî de dinî bir liderdi. Zaten beraber çalışmak için çağırıyorlar. İki liderin birlikte oturup tartışmasından doğal ne var? Obama'nın karşısına gittiği zaman Tayyip bey bacak bacak üstüne atmıyor mu? Herkes kariyerine göre hareket eder." Yazık, çok yazık! Bir Rus Paşası'nın karşısında ayağa kalkmayıp yerde oturan, buna mukabil bir Türk Paşası'nın karşısında bacak bacağa atıp konuşan bir Osmanlı âlimi! Bir peygamber varisinin, bir âlimin izzet ve şeref telâkkisi bu değildir, olamaz.
* * * İdeolojik haklılık kuruntusunun bir alâmeti de anakronizmdir. Bunun anlamı şu: Biz bu kadar mazlumken, biz bu kadar haklıyken işimiz gücümüz yok bir de tarihe hesap mı vereceğiz? Tarihe... yani idrak ve iz'ana... yani ilim ve irfana... Türkiye Büyükelçisi'ni kasıtlı olarak alçak bir koltuğa oturtarak akılları sıra aşağılamaya kalkışan İsrailli yetkililerin bilinç düzeyinden ne farkı var böylesi istiskal gösterilerinin? Düşüncenin taşımadığı ve desteklemediği bir duygu düzeyi. Hepsi bu!
* * * Sanatın özü dolayımdır. Göstermek, teşhir etmek değil, aksine îma ve işaret etmektir. En azından bu nezahet ve nezaketi gözetmektir. Propaganda ile pornografiyi, bir sanat olmaktan çıkaran tarafları, ideolojik haklılık dürtüsüyle salt gösterileni yüceltip yüksek düşünce ve sanatın gereklerine burun kıvırmalarıdır. Hür Adam'ın kendi dışında göstermek istediği bir şey yok. Mustafa gibi, Veda gibi, göstermek istediği zaten gösterdiğinden ibaret. Ne gizlisi var, ne saklısı. Her şeyi ortada. Oysa yücelik, çıplak parmakla gösterilemeyendir. Zerafet ister. Biraz olsun nezahet ve nezaket. Bağırıp çağırmak değil, hiç değilse, biraz ihtizaz. Gürültü değil, inilti.
D.Cündioğlu
***************************************************
Bende derim ki :
Sinemacılığı hollywood çapında sanayi ve profesyonel zirve noktada sinemamız yok..en azından Türkiye'de bir Mustafa Akkad'ımız yok...Enice ayrıntıyı göz ardı etmeyen,insan davranışları,psikollojisi istisna edilmeyen 1.sınıf senaristlerimiz yok.Bu önemli,çok önemli sektörde yayayız,acemiyiz...
Can Dündar gerçek MUSTAFA KEMAL ****** konusunda gücü elinde bulunduranlar karşısında surda bir delik açtı ve yankı buldu..
Şu bizim olan,bize ait olana tepeden bakma mantığı beni rahatsız ediyor.. Evet film D.Cundioğlu'nun tenkid ettiği noktaları içeriyor olabilir,doğrudur ama bize ait olan ne varsa ille tenkid etme konusunda kendimizi zorlamaları anlamlandırmak bardağın dolu tarafını ve realiteleri göz ardı etmek oluyormu yani..burda bir eksiklik var meyveli ağaç taşlanıyorsa,ağaçlar meyve yetiştirmesinmi yani sen daha güzeli yetiştirsen be kardeşim Adam bir iş adamı olarak bir ışık yakmaya,fener tutmaya çalışmış..hiç bir iş nakiselerden masum değildirki zaten...yani bir yarış vardı da,işin en ehilleri vardı da ,torpille bu adama mı verildi ihale Müdafaalar çok olunca sanki ona bir tepki gibi adeta.. "Bizim taraf ne yaptıysa en güzelidir,noksanlıklardan münezzehtir"gibi bir mantalite varmış gibi sanki yazılanlar
Senaristlik ,yönetmenlik konusunda misyoner edalı,idealist insanlar yetiştirmek mecburiyeti var... Her eve,her şehre,her ülkeye giriyorsunuz..her kafaya ,gönüle hitab ediyorsunuz...beyinler sizin sınduklarınızı düşünüyor.. Dün gece uykusuzluğumda barborossa diye film izledim star tv de bizim kızıl sakal barboros ile ilintilendirerek... Aklıma neden bir barboros filmimiz yoktur...neden fatih filmimiz yoktur,yavuzumuz yoktur..alpaslanımız yoktur...ne kadar kolay demi bunları söylemek temenni etmek
söz bilenin,kılıç kuşnanın belki doğum sancısı hükmünden öteye geçemiyor tüm bunlar..belki bir vakti merhunu var ve insan çok aceleci nedense beynime kazınmış şu bakış açısı "sen bir şeyi beğenmiyorsan daha güzelini yap,laf adamı,sırf tenkid adamı olma".Yorumlara da aynen yansıyor bu ölçü tabii olarak.
Varlık mücadelesi bitmeden bu sektörlere elimiz varmıyor henüz..Gücümüz yetmiyor maalesef...Türkiye'nin en büyük zenginleri arasında yeni yeni isbat- vucud etmeye çalışıyoruz ve işler gönül işi..Adliyemizi,eğitim sistemimizi,ordumuzu düzeltecek nesiller yetiştirme önceliği bitmedi..sistemin çarkları hala fasit daire içinde...Öncelik burda...İş adamlarımız himmetlerini buraya teksif edebiliyor henüz.. Arabın petrolüde yetmiyor bu önemli sektörde tüm dünyaya bizi anlatacak eserler verme konusunda ...Öyle bir derdleri varmı o da tartışılır... kapitalizmin çarkları arasında tabi birde gafleti içinde Kendi dünyamızda yaşıyoruz bazen ve başkalarının seviyesini,mevcut durum gözardı ettiğimiz noktalar da var.
Eksikler doğrudur ama madalyonun öteki tarafını da ihmal etmemek lazım.. Çünkü serçe tek kanadıyla uçamaz | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Hür Adam filmi C.tesi Şub. 26, 2011 12:52 pm | |
| M. Nedim Hazar
Hür Adam (Son yazı) Bu, Hür Adam filmiyle ilgili kaleme aldığım 5. yazı. İkisi Zaman'da, biri Aksiyon'da, biri de Zafer dergisinde yayımlanan bu yazılarda içerikten estetiğe, eleştiriden övgüye kadar her şey vardı neredeyse.
Esasen film hakkında söylenmedik hiçbir şey kalmadığını düşünüyorum. Ne ki filmin gişe rakamlarını son kontrol ettiğimde -şahsen- üzücü bulduğum bir rakamla karşılaştım. Vizyona girişinin 7. haftasında 950 bin civarında izleyici rakamına ulaşmış Hür Adam.
Bazı hayal kırıklıkları, beklentinin yüksekliği ile doğru orantılı oluyor. Belki de bu nedenle hiç de fena olmayan bu rakam beni üzdü. Gelin görün ki, bu durum hakkında son bir tahlil yapma zarureti de doğurdu. Hür Adam filmi yapımcısından senaristlerine, seyircisinden biz yazar-çizer takımına kadar birçok kesime bir şeyler de anlatmış olmalı.
Sanırım daha önce de belirttim, çok riskli bir alanda önemli bir sanat eseri vermeye çalışmış Mehmet Tanrısever. Cesareti ve fedakârlığından dolayı tebrik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tanrısever'i yakından tanıyan biri olarak, samimiyetinin boyutunu bildiğim için mevcut tablonun en çok da onu üzdüğünü tahmin edebiliyorum.
Ne var ki birtakım hakikatleri de hatırlatmak boynumuzun borcudur...
Böylesi zor bir konuda (hem biyografi, hem mühim bir din alimi hakkında) film çekmek eleştirilere baştan hazırlıklı olmak anlamına gelmeli. Ki filmin vizyonundan önce başlayan tartışmalar da bunu gösterdi zaten. Öyle enteresan bir durum ortaya çıktı ki, bazen film bırakılıp kahramanını eleştirmek adına eser yerden yere vuruldu. Bazen, kahramanından dolayı film göklere çıkarıldı. Filmi eleştirenler, sanki Bediüzzaman'ı eleştiriyormuş gibi kınandığı da oldu, Bediüzzaman'dan dolayı objektif kriterleri çöpe atıp, 'bu filmi nasıl eleştirirsin' diyenler de çıktı...
Şimdi, biraz daha sakin kafayla değerlendirmek mümkün sanırım... Hemen alt alta sıralayalım:
Mehmet Tanrısever, böylesi bir dönemde, büyük paralar harcayarak böylesi bir filme imza attığı için tebrik edilmeli. Tencere üretmek yerine sanat üretme çabası takdire şayandır.
Bir film değerlendirirken, dışarıya atıf yapılmaz, filmin içindeki argümanlar ile yaklaşılır esere. Dolayısıyla yönetmenin tavır ve davranışları, filmin değerini düşürüp yükseltmemeliydi.
Ancak filmin değerine etki etmeyen bu hal ve tavırlar, ne yazık ki filmin gişesine etki edebilir ve kanaatimce Hür Adam filminin 2 milyon izleyiciye ulaşmamasının nedenlerinden biri yönetmeninin medyadaki tavırlarıydı.
Öte yandan bir filmi değerlendirirken biraz insaf ölçülerine ve çekildiği ülkenin kriterlerine de dikkat etmek gerekir, diye düşünmekteyim. Kutsal Damacana, Recep İvedik gibi filmlerin rağbet gördüğü bir ülkede Hür Adam, ödüllük bir filmdir. Ancak böylesi iddialı bir filmi yaparken de azami dikkat ve samimiyet gerekir. 'Ben çektim, izleyin kardeşim' tavrı hoş olmadığı gibi, biyografik bir filmde kahramanınızla gerçek kimliğinizle karşılaşmayı bir sahne olarak koymanız doğru değildir.
Vaktiyle TGRT'nin çektirdiği 'evliya' filmleriyle kıyasladığımızda Hür Adam, bir başyapıttır. Ancak 3 saate yakın süresi, derli toplu bir öykü anlatmaması, kolaj gibi duran eklektik yapısı da filmin az izlenmesinin başlıca nedenlerindendir.
"Çektim, izleyin kardeşim" tavrı ne kadar yanlışsa, insaf ölçülerini bir kenara bırakıp filmi baştan mahkûm etmek de o kadar yanlıştır bence. Doğrusu ve yanlışlarıyla, iyi ve kötü yönleriyle bir sinema eseridir nihayetinde Hür Adam. Başka bir yürekli insan çıkıp daha iyisini çekene kadar da 'en iyisidir'.
Keşke bu tür filmler onlarca çekilse de, biz karşılaştırma imkânı bulsak. Umarım bu Hür Adam, yeni bir dönemin başlangıcı olur.
n.hazar@zaman.com.tr http://twitter.com/nedimhazar | |
| | | | Hür Adam filmi | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|