rafine tuzmu ? kaya tuzumu ? deniz tuzu mu ?
Bir tutam; hastalık, mikrop, zehir
İnsan vücudunun üçte ikisi su ve tuzdan meydana geliyor. Tuz; suyun damarlarımızda ve hücrelerimizde durabilmesini sağlıyor, kaslarımızı kasıyor, çeşitli besin maddelerinin hücre içine girmesine yardım ediyor, sinirlerin iletisini gerçekleştiriyor.
Peki, her gün defalarca tükettiğimiz rafine tuzun zararları nedir? Niçin kaya tuzu kullanılmalıdır?
Doğal tuz kristalinin içeriğindeki tüm elementler rafine edilirken ayıklanıyor ve geriye sadece NaCl (sodyum klorür- yani sofra tuzu) kalıyor. Ayrıştırılan tuzun yüzde 94’ü endüstriyel üretimde, yüzde 6’lık kısmı da gıda sektöründe kullanılıyor.
Tuz rafine edilirken birçok toksik (zehirli) madde içine karışıyor.
Başka bir sorun da tuzun elde edildiği yerin temizliğiyle alakalı.
Mesela, Türkiye’nin büyük oranda tuz ihtiyacını karşılayan Tuz Gölü, kanalizasyonlar ve atık sularla çoktan kirlenmiş durumda. Sofralarımızda, yemeklerimizde kullandığımız rafine tuzun yüzde 97,5’i sodyum klorür, geri kalan yüzde 2,5’i nem soğurucu kimyasallar ve iyottan meldana geliyor. Başlıca nem soğurucular kalsiyum karbonat, magnezyum karbonat ve Alzheimer hastalığına da yol açtığı söylenen alüminyum hidroksit. Bu kimyasallar tuzun serpilmesini kolaylaştırıp akıcılığını artırmak için kullanılıyor.
Ayrıca rafine tuzlar, rafinasyon işlemi sırasında 650 santigrat sıcaklığa maruz kalıyor. Böylece tuzun kimyasal yapısı bozuluyor. Bu hâliyle vücut artık onu zehir olarak algılıyor, bir an önce süzüp dışarı atmak istiyor. Boşaltım sistemi önemli bir yük ve baskı altına giriyor. Bu durumda rafine tuz vücudumuzda aşırı su birikimlerine (ödem), kalp yetmezliğine yol açabiliyor. Bir de vücuttan atılamayan rafine tuz tekrar kristalleşerek direkt eklem ve kemiklerde depolanıyor. Bu da değişik türdeki romatizmal hastalıklar ile safra kesesi, böbrek taşı oluşumlarının önemli sebepleri arasında gösteriliyor.
Tüm bu sebeplerden dolayı evlerimizde rafine tuzun yerine doğal kaya tuzu kullanmalıyız. Çünkü, yüzde 84’ü sodyum klorür, geri kalan yüzde 16’lık bölümü ise lityum, fosfor, selenyum, magnezyum, kalsiyum, vanadyum gibi doğal mineraller içeriyor. Doğada bulunan 94 elementten soy gazlar hariç tüm elementler (84 element) doğal tuz kristalinde mevcut. İnsan bedeni de tuz gibi 84 elementten meydana geliyor. Yani doğal tuz, mineral ihtiyaçlarımızın tamamını karşılamaya yetecek durumda.
Bir tuzun doğal olup olmadığını nasıl anlarız? Yarım çay bardağı üzüm sirkesi içine 1 tatlı kaşığı tuz atın. 5-10 dakika bekleyin. Sirke yeni açılmış gazlı içecekler gibi aşağıdan yukarı doğru köpürmeye başlıyor ve bir süre sonra bulanıklaşıyorsa o tuz doğal değildir.
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-28396-283-bir-tutam-hastalik-mikrop-zehir.html
***********************0OO00O**************************
Tuz hayatımızda çok önemli; azı da zarar, çoğu da. Fakat insan sağlığındaki kanaat önderleri genellikle tuzun fazla miktarda alınmaması konusuna odaklanmışlar. Tuzun kalitesi, yani doğal olup olmaması onları nedense fazla ilgilendirmiyor.
Üstelik halk da daha pahalı olan rafine tuzu, doğal kaya tuzundan daha sağlıklı sanıyor. Halbuki doğal tuzda, doğadaki 84 element bulunuyor ve bu elementler vücudumuzun nerdeyse bütün mineral ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Buna karşılık rafine tuz sadece NaCl.
Üstelik rafinasyon işlemleri sırasında birçok toksik madde tükettiğimiz tuza karışmakta. Başka bir sorun da tuzun elde edildiği yerin temizliği. Örneğin Türkiye’nin büyük oranda tuzunu karşılayan Tuz Gölü maalesef kanalizasyonlar ve kirletici sularla kirlenmiş vaziyette. Halbuki turşu kurduğunuz kaya tuzu oldukça temiz.
Peygamberimiz (sas)“Ya Ali yemekten önce ve yemekten sonra bir miktar tuz seni 70 tür hastalığa karşı korur” buyurmuştur.
Peygamber efendimizin (sas) tavsiye ettiği tuz doğal tuzdur, günümüzde içerisine bir çok kimyasal katkı maddesi katılan toksik madde gibi etki yapan rafine tuz (sofra tuzu) kastedilmemektedir.
Tuz’un tarihini araştırdığımızda 14.000 farklı kullanım alanı olduğunu, tarihte medeniyetler arasında tuz savaşları yapıldığını, tuza hakim toplumların gelişip zenginleştiğini öğreniyoruz.
Bugünkü modern tıp, tuzsuz beslenmemizi öneriyor. Burada bildirilen tuz, rafine edilmiş NaCl’dür. Ve gerçekten de bu söz konusu ‘Sodyum Klorür’den mümkün olduğunca az almalıyız. Sir Humprey Davy kendini yetiştirmiş bir kimyacı ve 1807’de dünyada en sık rastlanan yedinci element olan sodyum dahil bir dizi elementi ilk kez elektroliz yoluyla ayrıştıran bilim adamı. Yani sodyumun babası diyebiliriz. Minerallerinden ayırıştırdı, sodyum klorürü kaboratuvar ortamında yaptı, çıkan eriğe NaCl adını verdi. Doğal tuz rafine edilmiş, sonunda sanayi tuzu olarak yeniden yapılmıştı. Aynı bilim adamı ne yazıkki 1811 yılında klorun, sudan oksijen açığa çıkartma yoluyla ağartıcı etkisini keşfetti. Sağlığı gittikçe bozularak 1829’da öldü.[2]
Normalde günde 0,2gr. tuz almalıyız. Günlük yediğimiz rafine gıdalardan istemeyerek günde 12 gr. kadar tuz almış oluyoruz.
Beden, ancak belirli bir dereceye kadar hücre suyunu nötralize etmek için kurban edebilir, çünkü daha fazlası ödem oluşumuna sebep olur. Bunlar, hazır gıdalarla almış olduğunuz diğer inorganik cüruflar için mükemmel bir çöplük olarak hizmet eden su dokularıdır. Ve birdenbire ağırlaştıkça ağırlaşırsınız.
*******************************
“Size tavsiyemiz: kendinizi rafine edilmiş ürünlerden ve insanlardan koruyunuz”.
Dünyadaki tuz üretiminin %93-94′ü direkt olarak endüstriye gidiyor. Tuz olmadan ne plastik, soda, yumuşatıcılar, deterjanlar, ne de yağlar, üretemezdik. Kimyasal ayrıştırma işlemleri için ise sadece NaCl gerekli. Bu işlemler için doğal tuzun içindeki diğer elementler kimyasal reaksiyonları etkileyeceğinden önce rafine işlemleri ile diğer maddeler ayrıştırılıyor ve geriye sadece NaCl kalıyor. Bu işlemler için ayrıştırılan tuzdan endüstride kullanılmayan %6′lık kısımda gıda sektörüne aktarılıyor. [3]
Bu yüzden de eskiden uğruna savaşlar verilen tuz, diğer adıyla beyaz altın, artık çok ucuza her yerden elde edilebiliyor. Ama elinize geçen tuz artık gerçek tuz değil, elinizde bir atık mahsul tutuyorsunuz. Bu da yoğun agresivitesinden ve fiyatından dolayı gıda sektöründe gıdaları uzun süreli muhafaza etme işleminde, konserve işleminde kullanılıyor ve tüm hazır gıdaların uzun ömürlülükleri bu şekilde sağlanıyor. Kalan bir kısım da yemek tuzu olarak sofralarımıza geliyor.
Sofra tuzlarına ayrıca bazı maddeler ilave ediliyor. Bunlardan biri iyot minareli. Yemek tuzlarına iyot eklenerek vücudun ihtiyacı karşılanmak isteniyor. Almanya’da iyot tuzlara ve endirekt olarak ekmeklere de girdi. Her fırıncı, her kasap bu tuzu kullanmak zorunda. Fakat bu iyotlama işleminden sonra hastalıkların oranı %28 arttığı da gözlenmiştir.
Kalp çarpıntıları, kalp ritim bozuklukları, yorgunluk, konsantrasyon eksiklikleri, uzun süre iyileşmeyen yaralar ve kronik akne gibi rahatsızlıklarda artışlar mevcut.İyot alımı ile bedeninize yüksek agresivitesi olan bir metal daha almış oluyoruz.
Yemek tuzlarına bir de flor ilave ediliyor. Tuzlarınıza bir de flor ilave edildiğinde, irade gücünüz tamamen zayıflıyor. Böylesi zararları olan sofra tuzu günümüz doktorları tarafındanda aman az tüketin diye sürekli uyarılıyor.
Prof. Sandıkçı “her yılın 17 Mayısında kutlanan Dünya Hipertansiyon Günü’nün 2009 teması “tuz ve hipertansiyon; iki gizli katil” olup, amaç hipertansiyonda tuzun önemini vurgulamak ve toplumları tuz tüketimini giderek azaltmaya özendirmektir” diye tuzun zararlarına dikkat çekmeye devam ediyor. Ama burada Sn. Sandıkcı ve diğer hekimlerin tuz olarak andığı, kimyasal olarak üretilmiş soyum klorürdür. Yani doğal tuzdan kimse bahsetmiyor. Çünkü doğal tuz henüz tıp tarafından incelenmemiştir. Geleneksel tıbbın “tuz” olarak bildiği yalnızca sodyum klorürdür.
*****************************0O0**************************
İnsanlar vücutları için besinlerden yeteri kadar mineralleri alamayınca, günlük beslenmemizde çoğumuz daha fazla tuz kullanırız. Onu şiddetle arzularız. Bunun nedeni vücudumuzun 82 eksik elemente/minerale olan isteğidir. Bu 82 elementin çoğu iz elementleri olup, vücudumuz tarafından çok az miktar gerekir, ancak eksikliği bugün bir çok hastalıklara yol açabilmektedir. İnsanlar mineral ihtiyaçlarını iki kaynaktan temin edebilirler: bitkiler ve tuz.
Bizim faydamız için yaratılan mineral deposu tuz sürekli az tüketmemiz tavsiye edilse de vucudumuzun tuza da ihtiyacı vardır.Tuz eksikliği vücudumuza neler yapar?
Araştırmalara göre;
1-) New York’tan Prof. Dr. Michael A. Aldermann Amsterdam’da yaptığı konferansta 1400 kişi üzerinde yaptığı araştırmada az tuz alanların, çok tuz alanlara göre% 20 oranında daha çok kalp krizine yakalandıklarını tespit etmişti.
2-) Dünyada en çok tuz kullanan millet olarak bilinen Japonların diğer milletlere göre daha sağlıklı ve uzun ömürlü oldukları bilinmektedir.
3-) Prof. Dr. K. Stupe az tuz alan yaşlılar üzeride araştırmalar yapmıştır. Bu araştırmalar sonucu yaşlılarda konsantrasyon zafiyeti, algılama zafiyeti, hafıza zafiyeti görüldüğünü tespit etmişlerdir. Hatta yaz aylarında yeterince tuz ve su almayanlarda colapsüs (kan dolaşımının durması) sebep olduğunu tespit etmiştir.
4-) Gelişme çağındaki çocukların az tuz alması halinde gelişme anormallikleri, yorgunluk, baş ağrısı, okulda anlamama, zorlanmalarda nefes darlığı, deri hastalıkları ve erken yaşlarda yüksek tansiyon gibi rahatsızlıklara sebep olur.
5-) Remscheid’dan Prof. Dr. H. Kaulhausen Bayreuth’e eğitim seminerinde hamile bayanların tuz ve su alımını azaltmaları halinde hamilelikleri üzerinde kötü etkilere sebep olabileceğini beyan etmiştir.
6-) New York’tan Prof. Dr. A. Aldermann ve ekibi 1900 erkek ve 1000 bayan üzerinde 4 yıl süren bir araştırma yapmıştır. Bu araştırmalarda az tuz alanların çok tuz alanlara göre daha fazla kalp krizi görüldüğünü tespit etmiştir.
*********************0O0**********************
Peki hangi tuz daha kaliteli, rafine tuz mu? Kaya tuzu mu?
Rafine tuzlar ile doğal tuzlar arasında çok büyük farklar var. Rafine tuzun %97.5’i sodyum klorür; geri kalan %2.5’inde iyot ve nem soğurucu kimyasallar var. Tuza, kimyasal isimleri çok fazla yer tutacağından üzerinde hiçbir zaman yazılmayan ve zaman zaman harfler ve rakamlarla kısaltılan (E-530, E-533, E 550 gibi) maddeler de ilave ediliyor. Mesela sofra tuzunun iyi serpilebilmesi için alüminyum hidroksit ilave ediliyor. Ve bu tuzu çocukluğunuzdan itibaren yiyorsanız, Alzheimer hastalığına yakalanma şansınız da yüksek. Beyninizde sinir iletişim hatlarında iç tepkiler iletilemedikçe, adınızı bile hatırlayamazsınız.
Bu tuz rafinasyon işlemi sırasında 650oC sıcaklığa maruz kalıyor ve bu sıcaklık tuzun kimyasal yapısını bozuyor. Rafine tuz birbirinden ayrılmış kristallerden oluşuyor. Bu nedenle metabolize olması için vücudunuzun çok enerji harcaması gerekiyor. Aşırı rafine tuz aldığınızda su molekülleri sodyum klorür molekülünün etrafını sarıyor ve vücudunuz bunu nötralize etmeden hemen sodyum ve klorüre ayrıştırıyor. Bu işin oluşması için hücre içinden su çekilir ve hücreleriniz buruşuyor, bu arada tansiyonunuz da yükseliyor. Her 1 gram fazla sodyum için hücrelerden 23 gram su çekiliyor. Bu durum tansiyonumuzu yükseltirken hücrelerimizi de susuzluktan kurutuyor.
Doğal tuzda, rafine tuzda olmayan ne gibi mineraller var?
Doğal tuzun %84’ü sodyum klorür; geri kalan %16’lık bölümünü lityum, fosfor, selenyum, magnezyum, kalsiyum, vanadyum gibi doğal mineraller oluşturuyor. Doğada bulunan 94 elementten soy gazlar hariç tüm elementler (84 element) doğal tuz kristalinde mevcut. İnsan bedeni de tuz gibi 84 elementten oluşmakta. Yani doğal tuz mineral ihtiyaçlarımızın tamamını sağlıyor! İşin kötü yanı doğal tuz dışında bazı doğal mineralleri alacağımız doğru dürüst bir kaynak yok. Bu mineraller kaynak suyu ve maden sularında da bulunuyorlar ve sağlığımız için çok önemli. Sadece bir örnek vermek istiyorum ABD’de Texas’ta lityumdan fakir suların içildiği bölgelerde cinayet, hırsızlık, soygunculuk, tecavüz ve intihar olgularının daha çok görüldüğü saptanmış. İşte bu yüzden “doğal-işlenmemiş tuzlar” ile “rafine beyaz tuzun” birbirine hiç benzemiyor.
Rafine tuz vücudumuzu neden tahrip ediyor?
Vücut rafine tuzu saldırgan bir zehir olarak algıladığı için tüketilen rafine tuzu kendini korumak amacıyla bir an önce atmak istiyor ve bu nedenle de tüketilen aşırı miktarda tuzun süzülmesi ve atılması başta böbreklerimiz olmak üzere tüm boşaltım sistemi üzerinde önemli bir yük ve baskı oluşturuyor. Bu durumda rafine tuz vücudumuzda aşırı su birikimlerine (ödem) sebep oluyor ki kalp yetersizliğine yol açabiliyor. Kadınların en önemli şikâyetlerinden biri olan selülitin temel sebeplerinden biri de yine bu.
Vücuttan atılamayan rafine tuz ise tekrar kristalleşerek direkt olarak eklem ve kemiklerde depolanıyor ki bu artrit, gut gibi değişik türdeki romatizmal hastalıklar ile safra kesesi ve böbrek taşı oluşumlarının önemli sebeplerinden. Tekrar kristalleştirerek saklama çözümü orta ve uzun vadede hastalıklara sebep oluyor ama, atılmasını gerçekleştiremediği aşırı miktarda rafine tuzun kendisine vereceği akut zararı engellemek için vücudun bulabildiği tek çözüm bu. Yani zararı zamana yayıyor.
**********************0O0************************
Deniz tuzu da faydalı mı?
Aslında kaya tuzları da eski jeolojik devirlerde oluşan deniz tuzları. O nedenle deniz tuzları kaya tuzlarının özelliklerine sahip, ve onlar kadar faydalı; rafine edilmemişse tabii. Ama maalesef piyasada satılan bu tuzların çok büyük bir bölümü rafine.
Ben de deniz tuzlarını doğal sanırdım. Peki bir tuzun rafine olup olmadığını nasıl anlayacağız?
Bir tuz çok rahat akıyorsa o rafinedir. Hangi tuzu kullanıyorsanız kullanın önce tuzunuzu test edin, sonra karar verin. Yarım çay bardağı üzüm sirkesi içine1 tatlı kaşığı tuz atın. 5-10 dakika kadar bekleyin. Sirke yeni açılmış gazlı içecekler gibi aşağıdan yukarı doğru köpürmeye başlıyor ve bir süre sonra bulanıklaşıyorsa o tuz doğal değildir.
Tuz için kullanılabilecek en iyi alternatifler işlenmemiş deniz ve kaya tuzlarıdır. Bunların arasında kirlenmeye uğramamış olanlar ise Himalaya tuzu ve Kelt deniz tuzudur. Bunlar denizlerin mineral kombinasyonunu taşırlar ve bu kombinasyon bedenin mineral kombinasyonuna çok yakındır. En iyi tuz alımı besinler aracılığı ile gerçekleşir.Deniz yosunu son derece iyi bir tuz kaynağıdır, içindeki birçok mineral bedenimiz tarafından kolaylıkla alınabilir.
Himalaya tuzu doğadaki en saf tuz olarak bilinir. 250 milyon yıl önceki denizlerin güneş tutulmasıyla oluşmuş tuz havzalarından alınan bu tuz bedenimizde bulunan tüm elementleri içermesinin yanı sıra yeryüzünde bulunan elementlerden 84 ayrı minerali de bünyesinde barındırır. Vücut hücrelerinin iç sıvı dengesinin ve sinir sisteminin elektriksel faaliyetini destekler.[
ABD’de FDA’nın tuz için önerisi ise günde 2.4 gramın (2.5 silme çay kaşığı kadar; tepeleme değil) aşılmaması. Amerikan Kalp Topluluğunun sınırı ise 1.5 gram. Ama maalesef her iki kuruluş da tuzun rafine edilmiş olup olmamasından hiç bahsetmiyor.
Otoriteler 100 gram yiyecek içinde 500mg’dan fazla sodyum olmaması gerektiğini söylüyorlar. Ama salam ve sosis gibi işlenmiş et ürünlerinin 100 gramında 800mg kadar tuz var!
Eğer rafine tuz tüketiyorsanız, günlük miktarı 1500-2000mg’a kadar kısıtlamanız uygun olur. Ama sağlığınız iyi ise, rafine edilmemiş tuz tüketimini 3000mg’a hata daha fazlasına kadar artırabilirsiniz. Bu arada günlük su tüketiminin 2 litreden daha az olmaması gerekiyor. Eğer fazla tuz almışsanız, tükettiğiniz su miktarını da artırın.
*******************0O0**********************
Peygamberimiz (sas)“Ya Ali yemekten önce ve yemekten sonra bir miktar tuz seni 70 tür hastalığa karşı korur” buyurmuştur.
Peygamber efendimizin (sas) tavsiye ettiği tuz doğal tuzdur, günümüzde içerisine bir çok kimyasal katkı maddesi katılan toksik madde gibi etki yapan rafine tuz (sofra tuzu) kastedilmemektedir.
ve imkan varsa sofra tuzundan ziyade kaya tuzu kullanmaktır..
******************0O0********************