KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ? Empty
MesajKonu: PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ?   PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ? Icon_minitimeSalı Şub. 08, 2011 3:34 pm

PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ?

Hz.
Resul Efendimiz isteseydi daha gençliğinde
iken ; genç , zengin bir çok kızla evlenebilirdi. Bu imkanı vardı
fakat evlenmemişlerdir: Peygamber efendimiz
kendi döneminde ‘Muhammedü’l-emin ‘ (güvenilir Muhammed ) olarak
adlandırılmış ,sadece zenginlerin üye olabildiği ‘Hılfu’l-fudul’
derneğine zengin olmadığı halde kabul edilmiş ,çevresince kendine güvenilen
,genç,ahlaklı ve yakışıklı bir insandı.Kabeyi su bastığı zaman ‘ Haceru’l
–esved ‘ taşını , kabile reisleri arasında tek reis olmayan peygamberimiz yerine
koymuştur.Peygamber efendimiz peygamberliğini ilan ettiği zaman Mekkeli müşrikler
peygamberimize şu teklifte bulunurlar : ‘Ey Muhammed eğer sen para istiyorsan sana
para verelim, başımıza başkan olmak istiyorsan seni başkan yapalım, eğer istiyorsan
seni kabilemizin güzel kızlarıyla evlendirelim. Yeter ki sen bu davadan yani
İslam'ı
anlatmaktan vazgeç. ‘ Peygamberimiz onlara
şu cevabı verir: ‘Bir elime ayı , bir elime güneşi koysanız ben bu davadan
vazgeçmem.’




Görüldüğü gibi Peygamberimizin dünya malına düşkün olması veya benzeri
bir iddia gerçek olsa idi , daha genç iken tüm bu imkânları elinin tersi ile
bir kenara itmemesi gerekirdi! Ama O Yüce insan , insanları battığı
ahlaksızlık ve kötülük batağından kurtarmak için mücadele ve iftiralara muhatap
olma pahasına iyiliği tebliğ ve yayama yolunu tercih etmişlerdir...




Peygamberimiz 25 yaşına kadar evlenmemiş , ibadetle meşgul olmuştur.



Peygamber efendimiz
25 yaşında iken 40 yaşında ve dul olan Hz. Hatice ile evlenir. Hz. Resul Hatice
annemizle zenginliği için evlenmemiştir. Çünkü Hz. Resul , Hz. Hatice’nin tüm
malını Allah yolunda dağıtmıştır (Hz. Resul daha sonra kendisine gönderilen hediye
ve altınları da fakirlere dağıtacaktır.) Hz. Hatice ile peygamberimiz 25 sene evli
kalırlar. Hz. Hatice , peygamberimize :’Ey Muhammed ben yaşlandım , artık başka
hanımla evlen ‘ deyince peygamberimiz şu cevabı verir: ‘
Böyle
söyleme Hatice , üzülürüm.’Hz. Resul o
zamanlarda çok doğal olan cariye alma yoluna bile tenezzül etmez ....! Hz. Hatice 65 yayında vefat eder. Hz.
Resul 2-3 sene daha kimse ile evlenmez , 53 yaşına gelir.



Not : O
dönemde ‘sahabi’ ( Peygamber Efendimizin arkadaşları) savaşlarda şehit oluyor,
eşleri dul, çocukları yetim kalıyordu. Peygamberimiz sahabiye bu dul hanımlar ile
evlenmelerini, onları evsiz, çocuklarını bakımsız bırakmamalarını tavsiye ediyor,
kendisi de bu dul hanımlar ile 53 yaşından sonra evleniyorlar.



Hz. Sevde: 53 yaşında,
dul. Hz Resul'e evlilik teklif eder, "Hz. peygamber'in nikahlısı olarak
kalmak bana kafi " diyerek kendi sırasını Hz.Aişe'ye devreder.



Hz. Aişe: Peygamberimizin
dul olmayan tek eşidir. Peygamberimiz genç yaşta olan (17-18 yaşlarında : Hz.
Aişe’nin ablası Esma hicrette 27 yaşındaydı. Hz. Aişe ablasından 10 yaş küçük
olduğuna göre onun da hicrette tam 17 yaşında olması gerekir. Ayrıca Hz. Aişe
peygamberimizden önce Cübeyr’le nişanlanmış, daha sonra dini nedenlerle
ayrılmışlardı. Demek ki evlenecek çağda bir kızdı, nişanlanmış, nişan
bozulmuş sonra peygamberimizle evlenmiştir-) Hz. Aişe ile evlenir.Hz Ebu
Bekir'in kızıdır. Müslüman
hanımların sormaya utandığı sorulara cevap vermesi için peygamberimiz Hz. Aişe ile
evlenmiş ve onu öğretmen olarak yetiştirmiştir. Hz. Aişe peygamberimizden 2000 hadis
rivayet etmiş, Müslüman kadın ve erkeklere öğretmenlik yapmış, hatta Müslüman
orduların komutanlığını dahi üstlenmiştir.



Hz. Hafsa: Dul,
Hz. Ömer'in kızı.Hz. Ömer kızını önce Ebu Bekr sonra Osman ile evlendirmek
ister, mazeret sunarlar, Hz Resul İslam davasında yoldaşı, Ömer'in dul
kızı ile - tıpkı Hz Ebu Bekr'in kızı gibi - evlenir, gönlünü ferahlatır.



Huzeyfe kızı Zeynep: 60
yaşında dul, Hz Resul'e :" Benimle evlenir misin " der, Hz Resul kabul
eder.Kısa süre sonra vefat eder.



Ümmü Seleme: 65 yaşında
4 çocuklu dul,kendi deyimi ile : " Ben yaşlı, kıskanç , yetimlerin annesi
bir kadınım ." der.Hz Resul O'na evlilik teklif eder, Ümmü Seleme annemiz
kabul eder.



Cahş
kızı Zeynep: Dul - Detay aşağıda - *



Cüveyriye:
Esir . Esir ve cariyelerle evlenmek âdet değil iken peygamberimiz onlar ile
evlenerek onların da aile kurma haklarının olduğunu , onlarında insan
olduğunu çevresindekilere ispat eder . Cüveyriye, Mustalik
oğulları kabilesinin reisinin kızı idi.Savaşta esir düşer, özgürlük bedelini
bizzat Hz Resul öder, onu azat eder.Bunu duyan babası ve iki oğlu
Müslüman olur.Kızı ile anlaşır, özgür olan Cüveyriye Hz Resul ile
evlenir.İslam ordusu bu hal üzerine:" Annemizin akrabalarını esir etmeyiz."
diyerek geri kalan esirleri serbest bırakır.
Safiye: İsrail Oğulları soyundan, kabile reislerinin birinin kızı
idi.Dul idi ve tutsaktı.Hz. Resul O'na :" ister malını al, git özgürsün "
der, " İster kal, Müslüman ol, benimle evlen." diye teklifte
bulunur.Safiye annemiz özgür iken teklifi kabul eder ( Mir'âtü'ş-Şuun
)
Ümmü Habibe: 55 yaşında
dul, Mekke reisi ünlü İslam düşmanı Ebu Süfyan'ın kızı. Mekke'den uzakta,
Habeşistan'da dul kalır.Çok zorluk çeker.Hz: Resul elçi göndererek O'na
evlenme teklif eder.Evet der Ümmü Habibe annnemiz .Necaşi kralı nikahı
vekiller vasıtası ile kıyar...



Meymune: 2 çocuklu dul,Hz
Resul'un amcası Abbas'ın baldızıdır.HZ Abbas vasıtası ile Hz Resul'e evlilik
teklifinde bulunur, Hz resul kabul eder.



Mısırlı Mariye: Cariye.
Hz Resul kendisi ile evlenir.



Hz.
Resul 50 küsür yaşına kadar tek eşle evli kalıyor ,her türlü dünyevi
teklifleri reddediyor ve 50 yaşından sonra genç ve zengin bir çok kız
yerine koruma ve tebliğ amacını güden , karşılıklı rızaya dayanan evliliklerini
objektif olarak inceleyen herkes evliliklerin hiç birinde dünyevi bir amaç
olmadığını görebilirler yeter ki tarafsız olarak olayları inceleyebilelim.



Bazılarının aklına şu soru takılabilir, evlenmeden o kadınlara
yardım yapılamaz mı idi ?




NE
KADAR IYI BILINIRSE BILINSIN BIR ERKEK DUL BIR KADININ EVINE ARADA
BiR BILE
OLSA VE KADINLAR 50-55-65 YASLARINDA BILE OLSA UGRARSA DEDIKODU
KAÇINILMAZ OLUR!
ÖZELLIKLE BÜTÜN PROJEKTÖRLER ÜZERINE ÇEVRILI VE DEVAMLI HATASI
ARANAN BİR UYARICI VE “REJİM DÜŞMANI “ ( ! ) OLURSAN... HZ.
MUHAMMAD’E
DÜŞMANLARI (HAŞA ) “ DELİ, CİNLENMİŞ , YALANCI... “
DEDİLER AMA HİÇ BİR DÜŞMANI ONA " ŞEHVET
DÜŞKÜNÜ , ÇIKARCI, RÜŞVETÇİ , ..." DİYEMEMİŞTİR. ÖZELLİKLE BU
KONULARDA DÜŞMANDAN DAHA İYİ ŞAHİT Mİ
OLUR.. AYRICA EFENDİMİZİN OLAYA CİNSEL
AÇIDAN YAKLAŞMADIĞININ BİR DİĞER DELİLİ
BAZI ANNELERIMIZIN "YASLARINDAN DOLAYI" O TÜR IHTIYAÇ DÖNEMINI
ÇOKTAN GEÇTİKLERİDİR,MESELA
SAFİYE ANNEMİZ : SENİNLE EVLİ OLMAK BANA YETER" DİYEBİLMİŞTİR.
HELE YAS 50 -65 ARASI İSE VE
ÜLKE INSANLARIN ERKEN OLGUNLASIP YASLANDIGI SICAK BIR ÜLKEDE
YAŞANILIYORSA ... YAZI BÜTÜNÜ
İLE OKUNUNCA ZATEN HZ. MUHAMMED'IN DÜNYA ZEVKINE DÜSKÜN
OLMADIGININ ÖRNEKLERI ILE DOLU OLDUĞU GÖRÜLECEKTİR.
MONTESQUİEU , KANUNLARIN RUHU ADLI ESERİNDE ŞUNU
SÖYLEMEKTEDİR: " İKLİMİ SICAK OLAN ÜLKE KADINLARININ İHTİYARLIKLARI, 20
YAŞINDAN SONRA BAŞLAR..."




NE MUTLU O’NA VE O’NUN İZİNDEN GİDEBİLENLERE
!





* Bazı ön
yargılı çevreler Hz. Zeynep annemiz ile Hz. Resul’ün evliliklerine
dillerine
dolarlar. Güya Hz. Zeynep’ten hoşlanan Hz. Resul onun eşinden
boşanmasını bekleyip
onunla evlenir. Halbuki Hz. Zeynep Hz. Resul’ün akrabasıdır ve daha
onu genç
, bakire bir kız iken
tanımaktadır. İstese onunla kız iken evlenebilirdi. Halbuki
evlenmedi ve kendi eli ile
Zeynep’i evlatlığı olan kölesi ile evlendirir. Ailenin devamı için
huzursuzluk
baş gösterip, boşanma talepleri gelince Hz. Resul hep bunlara engel
olur. Fakat aile
kendiliğinden dağılıp boşanma vuku bulunca her konuda, her türlü
tapuyu yıkmakla
görevlendirilen Hz. Resul, evlâtlıkta evlât gibidir. Evlenince
hanımı kızın gibi
olur türünden ön yargıları yıkmak için Allah’ın ayeti ile emretmesi
üzerine Hz. Zeynep ile evlenir. Tapu dolayısıyla dedikodular çıkacağını
bile bile, çünkü Hz.
Resul insâni olmayan tüm tapu-taassuplara savaş açmıştı: Kadın
savaşmıyor, miras
alamaz, kız çocuğu uğursuzdur, namusumuza leke getirebilir, diri
diri gömülmelidir.
Soy erkek çocuktan devam eder, kız çocuk soyun kesilmesine neden
olur...gibi bir çok
günah – zararlı ön yargıları, yaşayarak, hayatıyla peygamber
efendimiz yıkmış,
yok etmiştir.Kısaca: Hz. Resul Zeyd'in evine girdi, Zeynep'i gördü
beğendi...iddiası yanlıştır, çünkü Hz Resul bir eve gireceği zaman
önce
selam verirdi - cevap gelmezse toplam 3 kere, yine cevap veren
olmazsa
eve girmez geri dönerdi, sahabi Hz Resul'un daha çok selamına
muhatap olmak
için 3 selamını da bekler sonuncuda selamı alıp eve buyur
ederlerdi... -
Kızı Fatıma'nın evine bile böyle girerdi.Uygunsuz ortamda olan aile
evine Hz
Resul'un destursuz fütursuzca girişi imkansızdır.Ayrıca bakire iken ,
kendi
akrabası olduğu için her anında kendisini gördüğü ve hicap ayeti de
inmediği
için evlilik öncesi yıllarca yanında gördüğü Zeynep'i beğenmeyip, -

genç- bakire iken kendisini cezbetmeyen, kendi eli ile bizzat
evlendirdiği akraba kızına -Haşa- evlendirince mi ilgi
duydu Hz Resul...Bu i-ftira-ddianın mantıklı bir yanı var mıdır ?
Zeyd
, daha evlatlıkların eşleri ile ilgili hüküm ayeti inmeden, Hz
Resul'e
gelip, "Boşayayım, siz evlenin" nasıl desin.O zamanki adetlere
aykırı bir
teklif olurdu bu...! Ayrıca Hz Resul Zeynep annemiz ile evlendiğinde
Zeynep
annemiz 35 yaşında idi.Sıcak ülke ile ilgili erken olgunlaşmayı da
hesaba
katınca bu yaşa dek Hz Resul neden beklesin...Kısaca iftira baştan

sona mantık hataları ve yalanlarla dolu...!






Hz.
Muhammed’e atılan bir diğer iftira ‘da
Hz. Safiye ile evlenmeleri olayıdır
: Güya Hz. Resul esir olan Safiye annemize
“ benimle evlenirsen seni serbest bırakırım , “ diye bir teklifte bulunmuştur. Halbuki olay şöyle gelişmiştir:






Yahudilerle Müslümanlar savaşır, savaşı Müslümanlar kazanır. Savaşta esir olan
Yahudilerden olan Hz.
Safiye ‘ye Hz. Resul “
sana bir
teklifim var , istersen serbestsin mallarını
al ve git , istersen
sana evlenme teklif ediyorum
,Müslüman ol , yanımda kal “ teklifini özgür ve hür iradesiyle değerlendiren
Hz. Safiye annemiz , kendi
isteği ile teklifi kabul eder ve Hz. Muhammed’in
yanında kalır. Bunun üzerine Müslümanlar “ biz annemizin akrabalarını esir etmeyiz , “ diyerek
esir edilen tüm
Yahudileri serbest bırakırlar...
Yahudilerde bu
gelişmeler üzerine İslam'a girerler...-
Dinsiz T.Dursun iki maddeden oluşan teklifi tek maddede birleştirerek
aktarır:" Benimle evlenirsen serbestsin!" Düşünebiliyor musunuz, bu
tek cümleye indirme ile Safiye annemizin seçme hakkı da ortadan
kaldırılmış olunuyor. Amacı da bu zaten. Bilerek iftira böyle atılıyor
işte.!

HZ AİŞE'NİN
EVLİLİK YAŞI

1- "Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken:
"Onların vadeleri kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!" mealindeki
(kamer s. 46) ayet inmişti...
(Buhari 1.cilt Telifil Kur’an bahsi)
" Bu sure
Mekke devrinin birinci döneminde(4. yıl) inmiştir. Hz.Aişe validemiz bu sure
ve ayetleri net olarak hatırladığına göre, olayları ayrıntılarıyla hatırlayabilmek ve sokakta oynayan
bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında (veya daha büyük) olması
gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre dördüncü
yılda beş-altı yaşında olması gerekmektedir
.Ayrıca Kız kardeşi Esma ; Kardeşi Esma Abdullah bin Zübeyir’in
annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73. yılında vefat
etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Ebu Bekir (r.a)
kızı Esma ve oğlu Abdullah Abdul Uzza’nın kızı Kayleden,Hz. Aişe ile
Abdurrahman ise Ümm-i Rümandan doğmuşlardır. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri
73. yılda öldüğüne göre hicret esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan
on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin de 17 yaşında olması
gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki
ifadeye uygun düşmektedir.
Rasûl-i Ekrem, Hicretin ilk
senesi Hazreti Âişe ile evlendi.
Hz. Aişe validemiz peygamberimizle
dokuz yıl beraber yaşamıştır. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh ilimlerindeki
yerini bütün islam alimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük
alimlerini tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve
sünnetin doğru anlaşılması konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti
Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk
denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek oldukça zordur.
2- Bu konuyu aydınlatan bir başka rivayette şöyledir:
Hz. Aişe
validemiz henüz peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile
nişanlanmıştı.
Mut’im Hz. Aişeyi oğluna almakla evine Müslümanlığı
sokacağını düşünerek bu nikahı feshetmişti. Hz. Ebu Bekir (r.a) islamı ilk
kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu olayın vukuu, islamın alenen
duyurulmasından veya şuyu bulmasından önce olması gerekir. İslam alenen
açıklanıp Müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısından sonra
topluma deşifre olduktan sonra Ebu Bekir (r.a) ın Müslüman olduğu
bilinince kızını almaktan vazgeçmiş olması daha doğru görünmektedir. Bu
olayda yine Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik çağına
geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir. Yani değil Hz. Resulle
nişanlanıp bir yıl sonra evlenmesi , daha önce evlenecek çağa gelmişti,
nişanlandı , zamanla İslam tebliği yayılınca Hz. Ebu Bekir'in Müslüman
olması bu işi bozdu...Daha sonra da Hz. Resul onunla nişanlanıp bir yıl
sonra da evlenmişti.
..Sıcak ülkelerde çocukların erken gelişip, olgunlaştığı
düşünülünce - Günümüzde bile Mısır'da ilkokul birinci sınıfa giden
kızlar ergenlik çağına girdiği - yani Mısır'daki 8 yaşındaki bir kız ,
Türkiye'deki 12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna gelip ; daha önce
olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı - düşünülürse 17 -18 yaşındaki bir
kızın arabistandaki normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle
gelmiş bir yaş olduğu rahatlıkla kabul edilmelidir.Hz. Aişe validemiz
peygamberimizle dokuz yıl evli kalmışlardı. Peygamberimizin vefatı
esnasında İse 27 yaşında idi.


3- Mişkât
sahibi der ki: Hazreti Âişenin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında
idi. Aişeden on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük
olduğuna göre, Hicrette onyedi yaşındaydı:


(Asrı Scâdet, C: 2, S: 1010.)

Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 18 yaşında bulunuyordu.Hazreti Âişenin altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında nikahlandığı hakkındaki
rivayetler doğru değildir, tarihî hakikitlere aykırıdır.Hz. Aişenin ablası Esma, ondan yaklaşık 10 yaş
büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma'nın yaklaşık 30 yaşında olduğu
rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişenin evlendiğinde 18-20 yaşlarında olduğu
sonucuna varılmaktadır.
4-

Hz.
Peygamberin evliliği, vahyin başlangıcından 10 yıl sonradır. Hz. Ayşe
vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur.
Dolayısıyla Hz.
Ayşe’nin peygamberimizle evlendiği yaşın 17-18 olduğu ortaya çıkar.Bu konu,
daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli’ nin “Asr-ı saadet” kitabında geçer.
(İst. 1928. 2/ 997)
Ayrıca
bakınız:
(Hatemü’l enbiya Hz. Muhammed ve hayatı, Ali
Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)



5- Bugün hadis kitaplarımızda yer alan ve Hz. Aişe validemizin
Mekke yıllarıyla
ilgili olarak anlattığı bazı rivayetler
, onun yaşını tespit edebilmemize
yardımcı olacak niteliktedir. Mesela; Risâletten
kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir ölçü olarak kabul gören Fil
hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke'de dilenirken gördüğünü söylemesi;
Mekke'nin en sıkıntılı günlerinde Allah Resûlü'nün sabah-akşam kendi evlerine
geldiğini ve bu sıkıntılara dayanamayan babası Hz. Ebû Bekir'in de Nübüvvetin 5.
veya 6. yılında Habeşistan'a hicret teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla
birlikte anlatması; ilk defa namazın ikişer rekat farz kılındığını, mukim
olanlar için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer
durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi gibi rivayetler
onun yaşı konusunda bize ipuçları verecek niteliktedir.
(M.Emin
YILDIRIM / Vakit-
08
Haziran 2008
)

6-
Risâletin ilk günlerinde Müslüman olanların
isimleri sıralanırken, ablası Esmâ Vâlidemiz’le birlikte Âişe Vâlidemiz’in
adı da zikredilmektedir. Dikkat çekici olan bu zikrin, Hz. Osmân, Zübeyr
ibn Avvâm, Abdurrahmân ibn Avf, Sa’d ibn Ebî Vakkâs, Talha ibn Ubeydullah,
Ebû Ubeyde ibn Cerrâh ve Erkam ibn Ebi’l-Erkam gibi ‘Sâbikûn-u Evvelûn’
tabir edilen en öndekilerin hemen arkasından; Abdullah ibn Mes’ûd, Ca’fer
ibn Ebî Tâlib, Abdullah ibn Cahş, Ebû Huzeyfe, Suhayb ibn Sinân, Ammâr ibn
Yâsir ve Habbâb ibn Erett gibi isimlerden de önce gerçekleşiyor
olmasıdır.1 Demek ki Âişe Vâlidemiz, o gün küçük de olsa ‘irade’
beyanında bulunabilecek bir çağda ve ilk Müslümanlar arasında yer alabilecek
bir durumdadır.
Söz konusu bilgilerde ondan bahsedilirken, ‘O gün o
küçüktü.’ şeklinde bir kaydın konulmuş olması, bu manayı ayrıca teyit
etmektedir.2

7-
Ablası Esmâ Vâlidemiz’in konumu da bu kanaati
güçlendirmektedir; zira onun, on beş yaşında iken Müslüman olduğu
bilinmektedir
.3 Bilinen bir gerçek de onun, 595 yılında dünyaya gelmiş
olduğudur.4 Bütün bunlar, risâletin ilk yılı olan 610 tarihini
göstermektedir. Demek ki Âişe Vâlidemiz, yaşı küçük olmasına rağmen 610
yılında Müslüman olmuştur. Bunun için o gün onun, en azından beş, altı
veya yedi yaşlarında olması gerekir ki, on üç yıllık Mekke hayatıyla en az
yedi aylık 5 Medine günleri de bu tarihe ilave edildiğinde onun, Allah
Resûlü ile evlendiği gün –risâletten beş yıl önce dünyaya gelmiş olma
ihtimalini esas alacak olursak- en azından on sekiz yaşında
olduğu sonucu
ortaya çıkmaktadır.

8-
Âişe Vâlidemiz’in vefat tarihi konusunda gelen
rivayetler de bu kanaati güçlendirmektedir. Zira onun vefat ettiği yıl ve
o günkü yaşıyla ilgili olarak hicrî 55, 56, 57, 58 veya 59;29 yaşıyla
alakalı olarak da altmış beş, altmış altı, altmış yedi veya yetmiş dört 7
gibi farklı tarih ve rakamdan bahsedilmektedir. Bu ise, doğum tarihinde
olduğu gibi onun vefat tarihiyle ilgili de kesin bir kabulün olmadığını
göstermektedir.Özellikle 58. yılında ve 74 yaşında iken vefat ettiğini ifade eden
rivayette, onun vefat ettiği günün çarşamba olduğu, vefat tarihinin,
Ramazan ayının on yedinci gecesine denk geldiği, vasiyeti üzerine Vitir
namazından sonra Cennetü’l-Bakî’ye geceleyin defnedildiği, yine vasiyeti
gereği namazını, Hz. Ebû Hüreyre’nin kıldırdığı, mezarına da, ablası Hz.
Esmâ’nın iki oğlu Abdullah ile Urve, kardeşi Muhammed’in iki oğlu Kâsım ve
Abdullah ile diğer kardeşi Abdurrahman’ın oğlu Abdullah gibi isimlerin
indirdiği gibi detayların bulunması,8 diğerlerine nispetle bu bilginin
daha güçlü olduğu izlenimi vermektedir. Öyleyse bu tarihi esas alarak bir
hesaplama yapacak olursak onun, Efendimiz’in irtihalinden sonra kırk sekiz
yıl daha yaşadığını (48+10=58+13=71+3=74) görmekteyiz ki bu hesaba göre o,
risâletten üç yıl önce dünyaya gelmiş demektir.Bu durumda evlendiği gün onun, (74–48=26–9=17+7 ay) on yedi yılını yedi
ay geçtiği anlaşılmaktadır.Kısaca:

Hicri 58. yılda, 74 yaşında vefat etti ise,
Efendimiz'den sonra 48 yıl dul olarak yaşadı ise, Allah Resulü ile evliliği
de 9 yıl sürdü ise; demek ki, Aişe validemiz, Efendimiz Daru'l-Beka'ya
hicret ettiğinde 26, evlendiğinde ise 17–18 yaşlarında idi.

(SorularlaİslamiyetCom)


Dipnotlar:
1.Bkz.: İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk,
Sîre, Konya, 1981, 124. 2.Bkz.: İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk,
Sîre, 124. 3.Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek
3/635. 4.Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek
3/635. 5.Âişe Vâlidemiz’in, hicretten yedi ay sonraki Şevvâl değil
de Bedir sonrasına denk gelen ikinci yılın Şevvâl ayında evlendiği de
ifade edilmektedir. Bu durumda onun evlilik yaşı, bir yıl daha gecikmiş
demektir. Bkz.: Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ, 2/616. 6.Bkz.: Buhârî,
Fezâilü’l-Kur’ân 6, Tefsîru Sûre, (54) 6; Aynî, Bedruddîn Ebû Muhammed
Mahmûd ibn Ahmed, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 20/21; Askalânî, Fethu’l-Bârî,
11/291. 7.Bkz.: İbn Sa’d, Tabakât,
8/75; Nedvî, Sîretü’s-Seyyideti Âişe, 202. 8.İbn Abdilberr,
İstîâb, 2/108; Doğrul, Asr-ı Saadet, 2/142 - Dr. Reşit Haylamaz, Yeni Ümit Dergisi


Suudi
araştırmacı ve tarihçilerden Süheyla Zeynelabidin ise Hz. Ayşe`nin
Peygamberimiz ile evlendiğinde yaşının 19 olduğunu araştırmaları
sonucu ulaşmıştır.

Burada akla, "Madem öyle;
bugüne kadar bu mesele niye bu şekilde
gündeme gelmedi?" şeklinde bir soru gelmektedir. Yakın zamana
kadar bu hususta olumsuz hiçbir beyan serdedilmemiş; ne Ebû Cehil gibi
her fırsatı aleyhte değerlendiren muannit bir firavundan ne
de Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl gibi olmadık yerden fitne ve
iftira üreten
nifakın adresi olmuş birisinden bu evliliğe herhangi bir itiraz söz
konusu
olmamış, olamamıştır. Çünkü ortada itiraz edilecek herhangi bir
durum
yoktur.Kısaca; Hz. Resul'ün Âişe Vâlidemizle evliliklerinde bir
anormal
durum olsa idi, Zeyneb Vâlidemiz’le izdivacında
fırtına koparmak isteyenlerle, Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde ve
hiç
olmadık yerde Âişe Vâlidemiz’e iftira atanların, onlar açısından
önem arz
eden böyle bir meseleyi dillerine dolamamaları düşünülemezdi.
Sonuç nasıl
olursa olsun sadece başlı başına bu bilgi bile, Âişe Vâlidemiz’in
evliliği
konusunda olumsuz herhangi bir durumun olmadığını ispat için
yeterli bir
güce sahiptir.






PEKİ HZ MUHAMMED 9 YAŞINDA HZ AİŞE İLE EVLENDİ İDDİASININ KÖKENİ NERESIDIR ?
BİZCE - YUKARIDA DA BELIRTILDIGI GIBI - DAHA ÖNCEKİ NİŞANLILIK DÖNEMİ
İLE DAHA SONRAKİ HZ RESULUN NİŞAN-EVLİLİK OLAYININ RİVAYETLER
SIRASINDA KARIŞTIRILMASI OLAYIDIR TÜM OLAN...HADİS İLMİNİ BİLEN HADİS
LİTERATÜRÜNDE BU GİBİ ÖRNEKLERİN DOLU OLDUGUNU DA BİLİR !







HZ. RESUL HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ:


Thomas
Carlyle:’İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün
sözler, onun karşısında boş sözlerdir.’



Prof.Dr.H.
Mones:’O’nun her sözü bir vecizedir.’



Jane
Pelo:’O’nun davasında heyecanı asildi.’



Aleksi
Lovazon:’O Allah tarafından gönderilmiş bir hak peygamberdir.’



G’la Faytt:’Ey
şanlı arap!Aşk olsun sana....Adaletin ta kendisini bulmuşsun.’



Raymons
Leronge:’14 asır geçmesine rağmen Hz. Muhammed bu zamanın tek rehberi,tek hidayet
resulüdür.’



Sosyolog
V.D.Eratsen:’Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’



Prof.Jules
Masserman:’Bütün zamanların en büyük lideri Muhammed idi.’



Prof.Dr. Michael
Hart:Muhammed tarihte dini ve dünyevi açılandan en üstün başarıya ulaşmış tek
kişidir.’



Tolstoy: Muhammed,
hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır.



Gibson: Hz.
Muhammed’i sevmeyenler onu yeterince tanımayanlardır.



Dostyoyevski:
Büyük İslâm Peygamberi yüce yaratıcının katına çıkıp onunla buluşmuştur. Ben
Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum.



B. Smith: Büyük
liderlerin hayat ve karakterleri ile yapılan eleştiriler İslâm Peygamberi için
yapılamaz.



Prens Bismark:
Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed. Kur’an
Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha
göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.



Geothe: Hiç kimse
Muhammed’in kurallarından daha ileri bir adım atamaz. Biz Avrupa Milletleri medeni
imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin
daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki bu yarışmada kimse onu geçemeyecektir.



Shebol: Hz.
Muhammed insan olması itibari ile bütün insanlık onunla övünür. Biz Avrupa’lılar
2000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut ve en bahtiyar nesiller
oluruz.



Bernard Shaw: Ben
bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme göre onu
insanlığın kurtarıcısı olarak tanımamız lâzımdır.



Voltaire: Türk
kardeşime diyeceğim ki; senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor...
senin dinin çok asil.



Lamartine: İnsan
büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir
insan bulunur mu?



Knematirul:
Herkesin itiraf etmekten çekindiği şeyi ben haykırıyorum. Hz. Muhammed hiç kimse ile
kıyaslanamayacak kadar büyük bir devrimcidir.


Kaynak: Kuran Nedir, Batılı gözü ile İslam, Batının İslam'dan öğrendikleri adlı kitaplar
ve yıllarca biriktirilen günlük gazete
( Zaman,Milli Gazete..) ve dergilerden
(İslam, Altınoluk,Zafer...) toplanan sözlerden oluşturulmuştur! -

Hz. Muhammed (sav) hakkında batılıların görüşlerinin devamı
için

Tıklayınız




BATILI İNSANLAR KADAR İSLAM PEYGAMBERİNE OBJEKTİF
YAKLAŞABİLSEK VE O'NU ÖRNEK ALABİLSEK YETER ... !



PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ? En_buyuk_onder_hz_Muhammed_sav
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ? Empty
MesajKonu: Geri: PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ?   PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ? Icon_minitimeSalı Şub. 08, 2011 3:34 pm


Selam olsun "kuru et yiyen kadının oğlu"na!



Mekke'nin fetih günüydü... Bir adam Resulullah'ın yanına yaklaştı. Korkudan,
heyecandan titriyordu.Resulullah da gördü adamın bu halini ve dönüp
seslendi: " Titremene lüzum yok, ben kral değilim "Ve ardından dedi ki; "
Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben." Bu hadisi her okuyuşumda
sarsılırım.Düşünün...Mekke'yi fetheden kuvvetlerin başındaki kişinin ve
Peygamber'in önünde titremez de insan, kimin önünde titrer? " İktidarı
olağanüstüleştirme " insanlık tarihi kadar eski bir hikâyedir çünkü..Hatta
geçmek bilmeyen bir hastalıktır.Güçlülerin, militerlerin, kendine soy sop
iktidarı ve havası yaratanların, en sıradan makamların sahiplerinin önünde
korkar, ezilir, büzülür, titrer insan..Ya bugün? Popüler şöhret denen şeyden
bir parça nasiplenmiş kişilerin bile yanına yanaştığında titremeye kapılıp
ağzını açamayanları görürsünüz. Nedir Peygamber'i böyle davranmaya, böyle
söylemeye iten? İlk akla gelen hep tevazu kavramı olur bu durumlarda.Tevazu
deyip geçmek doğru olur mu? Hayır! Yanlış olur. Hele tevazuyu
alçakgönüllülük veya kendini küçültme olarak ele alıyorsanız, bu iyice
yanlış olur.Çünkü " Titremene lüzum yok, ben kral değilim " diyen Hz.
Muhammed, unutulmamalıdır ki, Adem Aleyhisselam'dan beri Peygamber olduğunu,
yani " fark "ını hep dile getirmiştir.Burada vurgulanan şey... İsmet Özel'in
sözleriyle " kralın ve krallığın çarpıklığıdır ."

(40 Hadis, İsmet
Özel.
2005, Şule Yayınları.)

Daha doğrusu, âlemde " kral
olma "nın; saltanat kurup, saltanat sürmenin çarpıklığı dır burada altı
çizilen, hiç kuşku yok! " Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben "
sözüne gelince...Nasıl da ürperticidir!..Demek istemiştir ki... Peygamberim,
farkım bu.. Başka farkım yok. Sen ve ben insanız. Beni sana üstün kılacak,
ne soy sop, ne kavim ne de bir iktidar bağı olamaz...
(
Sabah-Haşmet BABAOĞLU:22 Nisan 2009)






  1. Peygamber Efendimiz bir
    günde iki öğün sıcak yemek yememiştir. Bazen aylarca evinde sıcak yemek
    bulunmazdı. Sirke ile kuru ekmek yer ve “Ne güzel nimet” buyururdu. Hasır üzerinde
    yatar, uyandığı zaman vücudunda hasırın izleri belli olurdu. Müslümanlar uyurken
    gece yarısı kalkıp namaz kılmak kendisine farzdı. Kendisine iftar etmeden birkaç
    gün üst üste oruç tutmasına izin verilmiştir.




  2. Hz. Resul insanlara
    karşı merhametli idi. Kendisini her türlü kötülükten koruyan amcası Hamza’yı
    öldürüp ciğerlerini yiyen Hint’i ve katili Vahşi'yi affetmiş, kendine
    hakaret edip, Müslümanları öldürüp aç ve susuz yurtlarından kovan Mekke
    Müşriklerini, Hayber'li Yahudilerin hidayet bulmaları için onlara dua
    etmiştir.Kendisini zehirlemeye çalışan Yahudi kadını afetmiş , bir topluluk
    içinde kendisine karşı ağzı bozuk ve saygıdan uzak bir şekilde konuşan kadına
    karşı takındığı yumuşak ve seviyeli tutumu ile kadının hal ve hareketlerinin
    değişmesine sahip olmuş , çevresine gerektiğinde nükteler yapan , Nisa suresini
    dinlerken gözyaşlarını tutamayan ," insanlara hizmet eden insanların
    efendisidir" buyurup ,halka gerektiğinde eliyle su dağıtan , kibirden
    uzak, işleri paylaşmayı seven ,evinde iken herkes gibi " ayakkabılarını tamir
    edip,elbiselerini dikip temizleyen kendi işini kendi gören ,koyunları sağan b.r insan
    olan Hz. resul çocukları da çok severdi : Onları bir sıraya dizer
    karşılarına geçer “ bana ilk gelene hediye vereceğim” derdi, çocuklar sevinç
    içinde O’na koşar çevresini sararlardı. Torunlarını sırtına alır , namazda
    iken onların kendi sırtlarına çıkmalarına izin verirdi.Bayram günü
    ağlayan ,aç bir çocuğu temizleyip doyurmuş ,ona bayram sevincini tattırmış
    , her çocuğa yetişkin gibi selam verip, onlarla şakalaşır ,namaz esnasında ağlayan
    bir çocuk sesi üzerine , çocuğun ailesinin cemaat içinde olabileceğini düşünüp
    namazı hızla bitirmiş , kendisine 9 sene hizmet eden Enes'i bir defa
    bile azarlamamış ... bir insandı.




  3. Hz. Resul hayvanlara ve
    bitkilere de merhametli idi. Yere uzanmış iken elbisesinin üzerine yatan kediyi
    uyandırmamak için elbisesini keserek ayağa kalkar, İslâm ordusunun yolu üzerine
    çıkan bir köpek ve yavrusunu rahatsız etmemek için ordunun yolunu değiştiren ,
    susuz bir deve görünce eli ile ona su veren peygamberimiz , savaş vakti
    bitkilerin kesimini yasaklamış, “yarın kıyamet kopacağını bilseniz ağaç
    dikin” buyurarak insanları ağaç dikmeye davet etmiştir.




Peygamberimiz evlilikleri ile
büyük bir merhamet örneği göstermiş, hayatının son senelerinde karşılıklı
rıza ile fedakârlık göstererek Müslüman hanımlara kol kanat germiştir. Ayrıca bu
evlilikler Peygamber Efendimizin hanımlarının kabilelerini de etkilemiş, onların
kendiliğinden İslâm’a ısınıp kabul etmelerine vesile olmuştur.







PEYGAMBERİMİZ : SEVGİ VE RAHMET ELÇİSİ



Hz. Muhammed(a) imtiyazları kaldırdı



İnsanlığın içinde yaşadığı küresel
sömürgecilik ve aldatmacılık, kirli savaşlar, işgaller ve etnik
çatışmalara karşı Hz. Muhammed'in (S.A.V) örnek yaşamı kandil gibi
kalpleri aydınlatıyor .
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed(S.A.V)'i karalamak için
yapılan aşağılık saldırılar, İslam dünyasının Hz. Peygamber'e olan
sarsılmaz bağlılığını zayıflatamadı. İnsanları şirkten arınıp tevhide
bağlanmaya, kula kulluktan sakınmaya, iyilik ve takvaya çağıran Hz.
Muhammed(a), Necip Fazıl'ın ifadesiyle "Çöle inen nur" idi. Kur'an-ı
Kerîm'in Enbiya sûresi 107. âyet-i kerîmesinde Hz. Muhammed(a) misyonu
şöyle belirtiliyor: "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik"
buyuruluyor. Rahmet Peygamberi olarak nitelenen Hz. Muhammed(a), sınıf,
ırk, soy, cins, servet ve tüm statü farklarına dayanan imtiyazları ortadan
kaldırdı, bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını
tekrarlardı hep. Üstünlük ise sadece takvada idi ve Allah katında
geçerliydi. Hz. Peygamber'in insanları çağırdığı şey, kirli savaşların,
işgallerin, etnik çatışmaların, küresel sömürgeciliğin ve aldatmacılığın
yaşandığı, güçlerini hayra ve iyiliğe harcamak yerine toplumlar üzerinde
sulta ve hegemonya kurmak isteyenlerin cirit attığı bugünkü dünyaya ve
insanlığa da ilahi bir mesaj.





ÖLDÜRMEK İSTEYENLERE DUA




Hz. Muhammed(a), kız çocuklarını diri diri gömen, alışverişte hile yapan,
kadınları meta olarak gören, kan davalarıyla birbirlerini öldüren,
zayıfları hor görüp ezen, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan, adalet
yerine zorbalığa meyleden, yetimleri gözetmeyen bir toplumun içinden
vahiyle doğrularak 'uyarıcılık' görevini inanılmaz baskı, işkencelere
rağmen yerine getirerek insanlığa rahmet ve barış elçisi oldu.Uhud
savaşının en çetin anında, kendisi yaralı bir haldeyken,"Dua et de Allah
şu kafirler ve duygudan mahrum kötüler güruhunun kökünü kurutsun, onları
yok etsin" denilmesi üzerine "Ya Rabbi, milletimi doğru yola sür çıkar:
zira onlar (ne yaptıklarını) bilmiyorlar" diyecek kadar şefkatli idi.
O'nun davetçi kişiliği Ahzab Suresi 45-46 ayetlerinde şöyle anlatılıyor:
"Ey Peygamber! Biz seni şahit, müjdeleyici, uyarıcı ve izniyle Allah'a
davet eden bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik."





KRALLARA TEVHİD ÇAĞRISI




Hz. Muhammed(a) diğer bütün peygamberler gibi aynı zincirin son
halkasıydı. Hz. Adem'den Hz. İbrahim'e, Hz. Musa'dan Hz. İsa'ya,
tek bir
damar olarak gelen İslam, Hz. Muhammed(a) ile tamamlanıp kemale
erdi.
Vahiyle şereflenen Hz. Muhammed(a), 23 yıllık risaleti boyunca,
başta
Mekke toplumu olmak üzere Arabistan yarımadasını İslam'a davet
etti.
Risaleti Araplarla sınırlı değildi, krallara, sultanlara,
kisralara
elçiler göndererek uluslararası tebliğ görevini yerine getirdi.
Amacı,
ilahi bir sultanlık kurmak değildi, insanları ve kralları, ayırıcı
değil
birleştirici tek bir söze çağırıyordu, 'Tevhid'e. İnsanlar
arasında
barışın, eşitliğin ve adaletin ancak Tevhid(La İlahe İllallah)'le
mümkün
olacağını bildiriyordu. Al-i İmran suresinin 64. âyetinde Hz.
Peygamber'in
Hıristiyan ve Musevilere uzattığı zeytin dalı şöyle açıklanıyor:De
ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak olan bir
kelimeye(tevhide) gelin, Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim.
O'na hiç
bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da bir kısmımız
(diğer) bir
kısmımızı Rabler edinmeyelim. Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin
ki: Şahit
olun, biz gerçekten Müslümanlarız."



İNSANLAR İÇİN ÖRNEK



O, 63 yaşında Rabbine kavuştuğunda Arabistan Yarımadası, İslam'ı kabul
etmişti. O'nun hayatı, inananlar için bir örnek. Kur'an'da Hz.
Muhammed'in(a) örnekliği, "Ey İnananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'ı
ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için Allah'ın Elçisi
en güzel örnektir(33:21)" ayetiyle anlatılıyor. O, sadece bir Peygamber
değildi. Aynı zamanda aile reisi, eş, akraba, dost, yoldaş, komşu, tüccar,
devlet adamı, diplomat, hayvansever, hakim ve öğretmendi. Hz. Muhammed(a)
öte yandan gerektiğinde bir komutandı. O'nun öğretisi ve mesajları
insanlığın ortak kazanımları açısından etkili ve önemliydi. İnsandaki saf
yaratılışı ortaya çıkarmaya teşvik eden tevhidi öğretinin sütunları barış
ve adaletti. İyilik ve kötülük, savaş ve barış, kardeşlik ve düşmanlık,
şirk ve tevhid, adalet ve zulüm, sevgi ve nefret çizgileri insanlık
tarihinde hep mücadele içinde oldu. Allah, Kur'an-ı Kerim'de insanın temiz
yaratılışına dikkat çekerek, insanlar arasından bir topluluğun hep iyiliğe
ve hayra davet etmelerini emrederek, "Siz insanlar için ortaya çıkarılan,
doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir
ümmetsiniz(Al-i İmran 110)" demektedir.Hz. Peygamber'i diğer nebilerde ayıran bir niteliği ise, hayatının
detaylı olarak kaydedilmesi. Veda Hutbesi'nde bulunan yüz bin kadar
Müslüman'ın önemli kısmı O'nunla temas etmişti. Hadisler titizlikle
ayıklanarak toplandı, bir bilim dalı olarak gelişti. Hadisler, başta
Kur'an'ın onayı ve coğrafya, tıp, fıkıh, etnoloji, tefsir gibi bilim
dallarıyla denetlendiği için hayatına ilişkin bilgilerin tahrif edilmesi
çok zor. Örneğin, bir konuda yalan söylediği kanıtlanan birinin Hz.
Muhammed(a) hakkındaki rivayeti geçersiz kılıyor. Hz. Peygamber'in diğer
dinlere mensup olanlara karşı tutumu insanlığın bugünkü seviyesinin
üzerinde. O, iman etmenin temeline özgür iradeyi yerleştiren bir dini
temsil etti. Bu husus Kur'an'da "dinde zorlama yoktur. Şüphesiz doğruluk
sapıklıktan apaçık ayrılmıştır(Bakara 256)" şeklinde belirtiliyor. Ğaşiye
Suresi'nde ise Hz. Peygamber'e hitaben, "Artık sen, öğüt verip-hatırlat.
Sen yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara zor ve baskı
kullanacak değilsin" denilmektedir. O'nun Necranlı Hıristiyanlarla ilgili
beyannamesi, farklı dinlere mensup toplulukların barış içinde yaşamaları
bakımından öğretici.



NECRAN BEYANNAMESİ



Hz. Peygamber'in adalet ve şefkatle yaklaştığı Necran Hıristiyanları
Bizans İmparatoru Justinyen'in zulmünden kaçmışlardı. Hıristiyan müminler
Yemen'deki Yahudi Kralı Zu Nuvas tarafından ateş çukurlarına atılıp
yakılmışlardı. Necranlıların hikayesi Kur'an'da Buruç Suresi'nde
anlatılıyor. Yakıldıkları yer, Medinet'ul Uhdud (Çukurlar Şehri) olarak
tanındı. Merhum Prof. Muhammed Hamidullah, Hz. Ömer'in, Hıristiyanların
anısını yaşatmak için ateş çukurlarının bulunduğu yerde cami inşa
ettirdiğini naklediyor. Hz. Peygamber'in Necranlılara gönderdiği
beyannameden bir parça şöyle: "Necran Hıristiyanları ve civarda
yaşayanların canları, malları, inançları, Allah'ın ve Resulü'nün
teminatındadır. Burada bulunanlar, bulunmayanlar ve diğerlerine, örf, adet
ve ibadetlerine karışılmayacak; hakları ve imtiyazları korunacak; ne bir
rahip manastırından, ne bir papaz papazlığından uzaklaştırılacak. Herkes,
bundan sonra da işine devam edecek; hiçbir Haç tahrip edilmeyecek; onlara
zulmedilmeyecek, onlar da zulmetmeyecek; cahiliye devrindeki gibi kan
davası gütmeyecek; onlardan öşür alınmayacak, toprakları üzerine hiçbir
askeri birlik ayak basmayacak. Onlar arasında hiç kimse, bir başkasının
işlediği suç ve yaptığı haksızlıktan mesul tutulmayacaktır."



Krallara elçiler gönderdi



Hz. Muhammed(a), Habeşistan, Bizans, Mısır ve İran krallarına mektuplar
gönderip İslam'a davet etti. Mektuplarda, "İslam'ı kabul edersen selamet
bulursun, şayet Allah'ın bu mesajından yüzçevirirsen bütün tebaanın günahı
üzerine olacaktır" deniliyor, Mektuplara Al-i İmran Suresi'den bir ayeti
yazdırıyordu: De ki:"Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak olan bir
kelimeye (tevhide) gelin, Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiç
bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da bir kısmımız(diğer) bir
kısmımızı Rabler edinmeyelim. Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit
olun, biz gerçekten Müslümanlarız."



Dr. Ali Şeriati:
Fatih değil "Davetçi"

"Eğer Hz. Muhammed(a), sadece
dağınık, vahşi Arab kabilelerini birleştiren, 20 yıl geçmeden
onları çevik kuvvete dönüştürüp, görkemli İran ve Roma
imparatorlarını ortadan kaldırtan bir kahramandan ibaret
olsaydı, kuşkusuz büyük iş yapmış, tarihin ona tanıklık ettiği
en büyük bir olay sayılırdı. Fakat şüphe yok ki tarih, Hz.
Muhammed'i de büyük olaylar çıkaran İskender, Hannibal, Cengiz
gibi birisi sayardı. Ama İslam'da en önemsiz sayılan şey; Hz.
Muhammed'in ani askeri fetihleridir. Bu yüzden Hz. Muhammed'in
adı tarih zihninde Cengiz, İskender, Sezar, Atila, Hannibal
gibi bir çağrışım oluşturmaz. Tarih onu Musa, İsa, Buda ile
kıyaslar. Gerçi Hz. Muhammed ile bu şahsiyetler arasındaki
fark, herkesçe açık bir şekilde bilinmekte ve bu fark
kıyaslanamayacak kadar büyüktür de."




Yoksulların sığınağı
yüce kalpli Resul





Hz. Muhammed(a) Allah'ın elçisi sıfatıyla
Mekke ve Medine'de yeni bir medeniyeti inşa ederken, hiçbir melik ve
kralın sahip olmadığı saygınlığı kazandı. Çünkü, O ne bir melik gibi
davrandı ne de bir kral gibi yaşadı. O, insanlara eşref-i mahlukat olarak
bakan yüce kalpli bir Resul'dü

.İnsanlığa sevgi ve rahmet elçisi olarak gönderilen son peygamber Hz.
Muhammed(S.A.V.), gündelik yaşamında sıradan insanlar gibiydi. O
kendisinin övülmesine karşı, "Sadece Allah'ın resulü deyiniz" diyerek
uyarılarda bulunmayı ihmal etmezdi. Türkçe Mevlit müellifi Süleyman
Çelebi'nin de dediği gibi "Bütün düşkünlerin elinden tutan, hür ve köle
herkesin sığınağı" olan Hz. Muhammed, Cahiliye Devri'nde
"Muhammed'ul-Emin" sıfatıyla anılıyordu. Yoksullara ve düşkünlere el
uzatan Hz. Muhammed(a) peygamber olmadan önce bile, aldatılan insanların
sığınağı ve koruyucusu idi.




AY ATLASTAN RENGE BÜRÜNMÜŞTÜ




O Hira'da vahiyle ilk kez yüzyüze geldiğinde duyduğu ürperti yüzünden
evine dönüp, eşi Hz. Hatice'ye "Beni örtülerle sarın" dedi. Bir
süre sonra
kendine geldiğinde eşine olayı anlattı. Hz. Hatice O'na, "Şad ol
ve sebat
et! Hatice'nin alın yazısını elinde tutan Zat-ı Kibriya'ya yemin
ederim ki
senin bu ümmete peygamber olmanı umuyorum. Cenab-ı Hak seni asla
hor
düşürmez. Sen soy hakkını tanırsın, sözün doğrusunu söylersin,
başkalarının derdini yüklenirsin, misafiri ağırlarsın ve güçlüğe
uğrayanlara yardım edersin" diyerek teskin etti. "Fahrialem / Hz.
Muhammed'in Hayatı" isimli kitabında Zeynel Abidin Rahnuma, Hz.
Peygamber'in vahiyle ilk temasını şu sözlerle betimler:"Ramazan'ın
on yedinci gecesinde, ay atlastan bir renge bürümüştü Nur
Dağı'nı. Kuşlar yuvalarından uçmamış, gökyüzünden yeryüzüne
kurşuni renkli
eteğini seren ağır sükuneti henüz herhangi bir ses ve hareket
bozmamıştı.
Ay hareket etmiyor gibiydi. Sanki her şey yerine çiviyle
çakılmıştı. Gök
Hira'ya o kadar yaklaşmıştı ki, sanki biri elini uzatsa tüm
yıldızları
boncuk gibi toplayıp genç kızlara gerdanlık yapabilirdi. Hava
nurdan daha
latif, yer gökten daha hafifti. Bu eski dünyanın son sabahı, yeni
dünyanın
ilk fecriydi..."



KRAL GİBİ DAVRANMADI



Hz. Peygamber, cahiliye toplumunun içinde erdemli yaşamıyla herkesin
saygısını kazanmış bir kişilikti. Putperestlikten ve kavminin bütün
kötülüklerden uzak yaşamıyla dikkat çekiyordu. Hz. Peygamber'in vahiyle
şereflenmesiyle birlikte, zaten temiz olan yaşamı zirveye ulaşıyordu. O
Allah'ın elçisi olarak yeni bir medeniyet inşa ederken, hiçbir melik ve
kralın sahip olmadığı saygınlığa sahipti. Çünkü, O ne bir melik gibi
davrandı ne de bir kral gibi yaşadı. O, insanlara eşref-i- mahlukat olarak
bakan yüce kalpli bir Resuldü. Mısırlı devlet adamı ve müellif Muhammed
Heykel, 'Hz. Muhammed Mustafa' isimli eserinde, "Mucizelere bakmadan ve
bunları beklemeden inananların örneği, Hz. Peygamber'in hayatında O'na
inananlardır. Çünklü tarih bunlardan herhangisinin mucize istediği ve
mucize görerek inandığını kaydetmemiştir. Bunların imana gelmelerine saik
olan biricik amil, Allah'ın vahyini peygamberin dilinden dinlemeleriydi.
Bizzat peygamberin hayatı, yüksekliğin zirvesinde olan bir örnekti. Ve
insanlara iman telkin eden örnek bu idi."



ERDEMLİLER İTTİFAKI VE İLK YAZILI ANAYASA



Merhum Prof. Muhammed Hamidullah da "İslam Peygamberi" eserinde "İlk
günden itibaren O'nun öğretimi Allah'ın birliği ve vahdaniyyeti inancına
ve iyilik yapma, başkalarının yardımına koşma ve diğerkam olma tatbikatına
oturtulmuş bulunuyordu" diyerek Rabbani sistemin temelini izah ediyor.
Prof. Hamidullah, Hz. Peygamber'in sadece soyut ahlaki ilkeler
vazetmediğini, bu ilkelerin yaşama geçirilmesi için düzenlemeler yaptığını
naklediyor. Bu düzenlemeler, Medine'deki gayr-i müslimlerin de katılımıyla
gerçekleşiyordu. Merhum Hamidullah şöyle devam eder: "Muhammed(a),
Müslüman sahabileri ile olduğu kadar gayrı müslim Medinelilerle durumu
iştişare etti. Hepsi Enes'în evinde toplandılar ve bir Şehir-Devlet yapısı
ortaya çıkarma hususunda anlaştılar. Bu devletin anayasası yazılı bir
biçimde tespit edilip vazedildi ki bu anayasa metni, sevinerek söyleyelim
ki bir bütün halinde bize kadar ulaşmış bulunuyor. Bu anayasa, ilk İslam
Devleti'nin anayasası olmasından başka, aynı zamanda yeryüzünde bir
devletin vazettiği ilk yazılı anayasa olma hususiyetine de sahiptir."
Merhum Hamidullah'ın zikrettiği olay, Hılf'ul Füdul(Erdemliler İttifakı
yahut Medine Sözleşmesi) olarak bilinir. Bu sözleşme, anayasacılık,
cumhuriyetçilik, temel hak ve özgürlükler ile toplumsal sözleşme hukukunun
en somut ve bilinen ilk örneği olması bakımından müslümanların iftihar
vesilesidir.



KANDİL GİBİ AYDINLATIYOR



Hz. Peygamber, vahyi iletmenin dışındaki nitelikleri de mükemmel insan
tipinin en güzel örneği. Siret Ansiklopedisi hazırlayan Afzalur Rahman
şöle diyor: "O'nun şahsiyeti, insan hayatını her yönüyle ve her sahada
aydınlatır. Davranışları insanlar için mükemmel bir örnektir. O, hayatı
boyunca, her insan gibi beşeri duygularla, arzularla, acılarıyla,
zorluklarıyla pek çok durumla karşılaşmıştır. Fakat O'nun ahlakı hep
kusursuzdu. O tam bir fazilet ve adalet sahibi, insani hata ve zaaflardan
ari bir insandı. O'nun hayatının hangi meslek ve işte olursa olsun,
kadın-erkek her çağdaki insanın, ferdi hayatlarında olduğu gibi toplımsal
hayatlarında da mutluluk ve selamete ulaşabilmek için uyması gerekli
mükemmel bir örnek olduğu görülecektir" diyor.



Zaman O'nu doğruladı



Hz. Muhammed'in hayatı, bir insanın varabileceği yükselmeye götüren
insani bir hayattır ve onun için iman yoluyla, yararlı işler ve başarılar
vasıtasıyla kemale ermek isteyen insanlar için en güzel örnektir. Onun
hayatı peygamberlikten önce, gerçeklik, şeref, güven bakımından dillerde
destandı. Peygamberlikten sonra ise Allah yolunda, hak ve hakikat uğrunda
feragatin en yüksek örneği idi. Kendisi bu feragat dolayısıyla hayatını
nice defalar tehlikeye atmış ve ölümden zerre kadar yılmamıştı. Halbuki
milleti onu caydırmak için neler yapmamış ve ona ne büyük servetler ve
daha neler sunmak istememişti. Bu hayatın eriştiği yüksekliğe başka bir
hayat erişmemiştir. Çünkü O'nun hayatı tamamiyle yüksekti. O'nun hayatı
ezelden ebede kadar kainatın hayatıyla temas etmiş, Allahın lütuf ve
inayetiyle yaratanın varlığıyla temas etmişti. Bu temas olmasaydı ve o
Peygambelik vazifesini ifa için tam gerçeklik göstermeseydi, asırlar onun
söylediklerinin hiç olmazsa birini çürütürdü. Fakat onun gönderilmesinden
1380 yıl kadar geçtiği halde onun Allah adına bildirdikleri hakikat ve
hidayet rehberidir.



Muhteşem bir mimarî



"Onun, geride bıraktığı aşk, vecd, cehd, hamle, ölçü, usul, sistem ve
titizlik o kadar büyük oldu ki, İslâm âlimleri, imkânlar âleminin
semasında, kehkeşandaki toz yıldızlara kadar nisbet ve kıyas hattı
çekilmemiş hiçbir nokta bırakmadılar. Bugün de, en fazla, insaflı Garp
âlimlerinin hayran olduğu bütün bir ölçü mimarisi, O'ndan birkaç asır
sonra hemen kuruldu.Büyük İslâm âlimlerinin omuzlarında duran bu muhteşem
mimarîye, bir zerrecik insaf sayesinde kâfir olarak da hayran kalmamak
mümkün değildir."



İnsanların en zarifi







Hz. Muhammed(a) insanlarla ilişkilerinde
peygamberliğini üstünlük vasıtası kılmadı. Fakirlere, dul ve
yetimlere
yardım elini uzattı. Zayıflara karşı nazik ve müşfikti.
Hayvanların dahi
acı çekmesinden büyük üzüntü duyardı. Yüzünden tebessüm eksik
olmazdı. Bir sahabinin ifadesiyle, ondan daha nazik bir insan yoktu.
Müslümanların gözünde de yabancı araştırmacıların da vardığı sonuçlara
göre Hz. Muhammed(a), "Yaşayan bir Kuran'dı". Dolayısıyla onun yaşamı
İslam'ın anlaşılmasında son derece önemli. Bu husus Kur'an-ı Kerim'in
Ahzab Suresi 21. Ayetinde "Andolsun, sizin için, Allahı ve ahiret gününü
umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir
örnek vardır" şeklinde belirtilir. Hz. Peygamber, Elçilik görevinden ötürü
yüklendiği ağır sorumluluklara karşın, insanlarla ilişkilerinde
peygamberliğini üstünlük vasıtası kılmamaya hassasiyet gösterdi. Eli
herşeye uzanabilecek iken sade bir yaşamı tercih etti. Fakirlere, dul ve
yetimlere yardım etti. Zayıflara karşı nazik ve müşfik, yabancılara ve
yolculara ise içten ve sıcak davranırdı. Çok eza çekmesine rağmen, sadece
insanların değil hayvanların dahi acı çekmeleri karşısında büyük üzüntü
duyardı. Dostlarına sevgiyle; düşmanlarına affedici ve merhamet ile
muamele ederdi. İşinde iyi ve doğru; dostunu olduğu gibi düşmanını da
yargılarken hükmünde adil idi. Bir hırsızlık vakasında ceza verirken,
"Bunu yapan kızım Fatıma da olsa aynı şekilde cezalandırırım" diyecek
kadar adaletin temel ilkelerine karşı son derece hassastı. Hz. Peygamber
hiçbir zaman kişisel düşmanlık gütmemiş, aksine defalarca kendisini
öldürmeye kalkışanları bile affetmiştir.Muzaffer olarak ordusunun başında
Mekke'ye girdiğinde, şurada burada öldürülmeyi bekleyenler onun af
çağrısıyla sarsılmışlar, bu muhteşem davranış karşısında İslam dinini
benimsediler. Hz. Muhammed'e ilk inananlara baktığımızda gördüğümüz insan
tipleri de farklı farklıdır. Bir kadın, bir eş, bir anne: Hz. Hatice.
Cesur ve temiz bir delikanlı: Hz. Ali. Bir köle ve bir siyah insan:
Habeş'li Bilal. Erdemli bir dost, dürüst bir tüccar ve arkadaş: Hz.
Ebubekir.




ONDAN DAHA NAZİK BİRİ YOKTU



Siret Ansikolepedisi müellifi Afzalur Rahman'ın aktardığı bilgilere
göre Hz. Peygamber, çok nazik ve iyi huylu bir insandı. Tebessüm yüzünden
hiç eksik olmazdı. O kavminin arasında kullanılan hiçbir kötü lafı ağzına
almadığı gibi, sahabelerine, "Bu dünyada çok hafif görünen nezaket, hesap
gününde çok ağırlığa sahip olacak" derdi. Sahabeden Abdullah bin Haris,
Hz. Muhammed'den daha nazik bir insanla karşılaşmadığını söylüyordu. O
arkadaşlarıyla birlikte olduğunda ayrıcalıklı bir yere oturmuyordu. Bu
yüzden Medine'ye gelen yabancı heyetler mescidde oturan Hz. Peygamberin
kim olduğunu ayırt edemiyorlardı. O yabancı heyetleri, misafirleri bizzat
ağırlar ve onlara hizmet ederdi. İnsanları incitmekten kaçınan Hz.
Peygamber, kabilesi arasında bile iyi tanınmayan bir kişiyi evinde kabul
ederek kibarlıkla karşılayıp konuştu. Kadın, erkek, çocuk herkesi
selamlar, hal ve hatırlarını sorardı. Onun hakkında hiçbir kimse,
kendisine karşı küçümseyici ve kaba bir tavırla yaklaştığını ileri
sürmemiştir. O, sahabilerine, Allah'ın kaba saba ve terbiyesiz
davrananları sevmediğini, aksine nazik ve terbiyeli insanların namaz kılan
ve oruç tutan biri gibi sevap kazandığını söylüyordu. Hz. Peygamber, kendi
yapmadığını başkasına emretmezdi. O kimsenin yaşına, rengine, cinsine,
dinine, zenginliğine bakmaksızın kişilere aynı nezaketle davranırdı. Bu
yüzden Hz. Muhammed(a) herkese kendini sevdiren ılımlı ve yumuşak
mizacıyla da Rahmet ve Sevgi Elçisi olarak anılıyor.



DELİKANLI ALİ ONUN YERİNE ÖLECEKTİ



Kendisine ilk inananlardan Hz. Ali çağında genç bir delikanlıydı. Hz.
Ali'nin Hicret'ten önce bir suikast girişimine maruz bırakılmak istenen
Hz. Peygamberin yatağına girerek ölümü göze almıştı. Hz.
Muhammed(a)gençlere büyük bir sevgi besler ve önem verirdi. İslam'a ilk
inananlar arasında gençlerin sayısı hayli kabarıktı. Hz Peygamber
yetenekli, cesur ve ahlaklı gençlere önemli görevler vermekten kaçınmazdı.
Kendisi de 20 yaşlarında iken Mekke'nin az sayıdaki erdemli insanları
tarafından teşkil edilen, şehrin emniyet ve huzurunu sağlamaya, zayıfları
güçlüler karşısında korumayı amaçlayan Hilful-fudul(Erdemliler
İttifakı)'na katılmıştı. Hz. Peygamber, Hilful Fudul'dan gelen bu geleneği
Medine'de de devam ettirmiş, hatta farklı dinlere mensup olsalar bile
kentsel konularda erdemli insanlarla birlikte hareket etmekte sakınca
görmemiştir. Hz. Peygamber, gençlerin geleceklerini sağlam temeller
üzerinde inşa etmeleri için anne babaları eğitime önem vermeye teşvik
etmiş, gençlerin enerjilerini lüzumsuz ve zararlı işlere değil
kişiliklerini ve yeteneklerini geliştirmeleri yönünde teşvik etmiştir.



Onu anlatmaya kelimeler yetmez



Peygamber efendimiz herşeyden önce Allahın en sevgili kulu. Onu
anlatmaya kelimeler kifayet etmez. Şimdi adını bile söylediğim zaman
tüylerim diken diken oluyor. Kerkük'te çocukluktan itibaren Ezan-ı
Muhammedi'lerle, salavatlarla, ezanlarla ilahilerle büyüdük. Sanat
hayatımda da etkisi olmuştur. Onun adını andığım zaman içim bir hoş
oluyor. Onun yüzü suyu hürmetine günahlarımızın bağışlanması için dua
ediyorum. Peygamber efendimize hakaret edilen o karikatür olayını bilerek
yapıyorlar. İğrenç bu insanlar. Biz Hz. İsa'ya, Hz Musa'ya bir şey
söylüyor muyuz, kaldı ki onlar da bizim peygamberlerimiz. Gerçi onlar
kendi peygamberlerine neler söylüyor, ama bu bizim kabul edebileceğimiz
bir şey değil. Peygamberimizin bu asrın müslümanlarına mesajının "Ey
Müslümanlar Birleşin" olduğunu düşünüyorum. Bakın her yerde işgaller,
savaşlar. Irak'ta neler oluyor, Allah'ın evleri yakılıp yıkılıyor. Ben
bunları yapanların da müslüman olduklarına inanmıyorum.



Adaletsiz iktidardan nefret ederdi



Hz. Muhammed'in birçok hadisi şerifinde aşırılıklar reddedilmektedir.
İki şeyden hoşlanmmazdı, dindar cahil ve imansız alim. Şüphesiz
hoşlanmadığı başka şeyler de vardı, mesala güçsüz müminler ve imansız
güçlüler; ruhen temiz, fakat bedenen kirli olanlar; kudretsiz adalet ve
adaletsiz iktidar.. Zenginlik ve refaha karşı değildi, fakat fazilet
zenginliğini kesin olarak talep ediyordu. Ne varki güçsüz, himayesiz yalın
fazilete pek ehemmiyet atfetmiyordu. Daha iyi hayat şartları için cehalet,
hastalık sefalet ve pisliğe karşı mücadeleyi ahlaki değerlerle beraber
aynı sıraya koyuyordu. Çünkü müslümanların, namaz kıldıkları ve oruç
tuttukları zaman mutlaka evliya olmaları şart değildir. Onlar bilakis
alelade hayatın zevklerine mütemayil insanlardır. Namaz ve oruç onları
yukarıya doğru çekerse de onlar yine iliklerine kadar insanlardır. Yani
fiili hayata iştirak edip tekrar tekrar ona dönerler. İnsanlardan uzak
ıssız yerlere çekilmez ve kendilerini ihmal etmezler, Allah'ın helal
kıldığı güzel ve iyi şeylerden vazgeçmezler. Sadece içte hür olmak onlara
kafi değildir. (zira Allah'a inanan herkes içte hürdür); onlar fiziki
bakımdan da hür olmak isterler ve köle olmayı kabul etmezler. Yeryüzündeki
hayatımızın yregane hayat olmadığına inanırlar, fakat ondan sarfı nazar
etmezler. Kur'an arzın hakiki çocuklarına hitap etmektedir. Onlar ki
yeryüzünde huzur ve neşe içinde dolaşıp , zulmetmeden Allah'ın nimetlerini
ararlar. İslam'ı böylece hem fiziki hem manevi hayatı sürdürme veya
Kur'an'ın dediği gibi bu dünyadan nasihatini unutmadan ebedi hayat için
yaşamak olarak tanımlarken, diyebiliriz ki insanlar bilinçli veya
bilinçsiz müslümandırlar. Her çocuğun müslüman olarak dünyaya geldiğini
fakat annebabası veya içinde yaşadığı şartların onu başka bir şey
yaptığını belirten Hz. Muhammed'in sözünün manası da muhtemelen budur.
İnsan doğuştan hıristiyan olamaz, çünkü Allah kimseye taşıyamayacağı bir
yük yükleyemez.



Allah'ın insanlığa armağanı







Irkçılığı ayaklar altına
aldı







Peygamberimiz, Veda Hutbesi'nde yüzbin kişiye hitap ettiği
muhteşem manifestosunda ırkçılığı reddetti. İnsanlık, O'nun 'Komşusu açken
tok yatan bizden değildir' sözüne 1400 yıl sonra bile ulaşamadı.
Hz. Muhammed (S.A.V.)'in getirdiği en önemli yeniliklerden biri de,
ırkçılığın yerine çeşitliliği ve takvayı yerleştirmesiydi. Kur'an'da sıkça
vurgulanan bu hususun canlı örneği bizzat kendisiydi. Siyahı da beyazı da
zengini de fakiri de, Acem'i de Arab'ı da Hz.Muhammed'in yanında aynı
değere sahipti. Rum Suresi 22. Ayette, "Göklerin ve yerin yaratılması ile
dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz
bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır" denilmesi, İslam'ın
insanları 'ayırıcı- bölücü' değil mümkün olduğunca
'birleştirici-kaynaştırıcı' rolünü gösteriyor.

MUHTEŞEM MANİFESTO



O, Veda Hutbesi'nde de yüzbin kişiye hitap ettiği manifestosunda
"Hepiniz Adem'in oğullarısınız ve Adem topraktan yaratılmıştır. Bir Arabın
Arap olmayan üzerinde yahut ötekinin buna hiçbir üstünlüğü yoktur;
Allah'tan korkup çekinmek demek olan takva derecesi ile üstünlük müstesna"
diyerek, 'üstün ırk', 'ari ırk' safsatasına dayanan faşizm, nazizm gibi
milyonlarca insanın katline ferman veren ideolojileri asırlar öncesinden
protesto etti. O'nun yaşamı, sınıfsal farklılıklardan doğan
eşitsizliklerin reddiyesi idi. İnsanlar, sınıflar ve milletler arasındaki
husumeti ve çatışmaları kaldırıp, yerine huzur ve barışı inşa etmeyi,
servetin ve refahın sadece bir zümre içinde dolaşımını engelleyerek
topluma sosyal adaleti yerleştirmeyi amaçlayan bu yaklaşım, günümüzde dahi
evrensel bir ütopya. Bunun Hz. Peygamber'in dilinden ifadesi, "Komşusu aç
iken tok yatan bizden değildir" olurken, sahabilerine ortadan kalkmış
medeniyetlere ait kalıntılara bakarak ibret almalarını söylerdi.



AŞIRILIK YERİNE İTİDAL



Hz. Muhammed'in insanlığa kazandırdığı bir diğer nitelik mutedil
olmaktı. O, ibadette, harcamalarda, yeme-içmede, insanların
davranışlarında aşırılığı değil orta yolu tavsiye ediyordu. İsraf ve
cimrilik kötüydü, cömertlik ve hayırda yarış iyiydi. Maneviyat ve dünyevi
hayat içiçe, mutedil bir dengeye dayanmalıydı. Prof. Hamidullah'ın
deyimiyle, O'nun seslenip hitap etmek istediği kimseler vasat, orta
yapıdaki insanlardı. Hz. Muhammed(a) onlara insan hayatının her iki yanını
nasıl bir denge içinde tutabileceklerini öğretmiş, ruhi ve dünyevi hayatın
her ikisini birden aynı kapta toplayan bir sentez meydana getirmenin
yollarını göstermiş, böylesine bir dini anlayış ve sistem her bir fert
için geçerli, vazgeçilmez asgari bir takım esas noktalar tesbit edip
ortaya koymuş, kişiyi yine de ruhi- manevi hayata öncelikle yönelme
imkanına da sahip kılmıştı.



KADINLARA ŞAHSİYET





Hz. Muhammed'e ilk inanan kişi eşi Hz. Hatice'ydi. O, Cahiliye devrinde
ezilen kadına, insani şahsiyetini iade etti. Kadınlar, toplumsal hayatın
içinde yer alarak ağırlıklarını hissettirmeye başladılar. Hz. Muhammed(a),
evlilikleri sözleşmeye bağladı. Bu sözleşme içinde kadınların, yaşamları
boyunca tek eşliliği şart olarak öne sürebilmeleri sağlandı. Nikah,
tarafların serbest irade ve rızalarıyla gerçekleşen hukuki bir ilişki ydi.
Sevgi, şefkat ve adalet birlikteliğin sütunları olmalıydı. Hz.
Peygamber'in, "Aranızdan en iyileriniz, eşlerine karşı en iyi tutum ve
davranış içinde olanlarınızdır" sözü uyulması gereken bir sözdü.




ÇOCUKLARIN DA BİRİCİK PEYGAMBERİYDİ



Hz. Muhammed'in Hz. Fatıma dışında, diğer çocukları kendisinden önce
vefat etti. İlk çocuğu Kasım 2 yaşında, İbrahim iki yaşını doldurmadan,
Abdullah küçük yaşta vefat ettiğinden evlat acısını tatmıştı. Hz.
Peygamber, doğmadan kısa süre önce babası öldü, altı yaşında da annesini
kaybetti. Bu nedenle yetim ve öksüz çocuklara karşı özel bir sevgi ve
şefkat beslediği bütün kaynaklarda belirtilir. O, çocuklarını sevmeyi
göstermeyen, kız çocuklarını diri diri gömen bir toplumu kökten
değiştirdi. Torunu Hasan'ı okşayıp öperken birinin "Siz çocukları öper
misiniz? 10 çocuğum var, hiçbirini öpmedim" demesi üzerine "Merhamet
etmeyene merhamet olunmaz" ve "Allah senin kalbinden merhameti kaldırdıysa
ben ne yapabilirim" şeklinde cevap verdiği biliniyor. O camiye kucağında
torunu ile geldiği, namaz kılarken çocuğun sırtına bindiği,
Peygamberimiz'in secdeyi uzatarak çocuğu hoşnut etmeyi tercih ettiği
biliniyor. O çocuklarla şakalaşır, onları eğlendirirdi. Hz. Muhammed(a)
yolculuktan döndüğünde bir alay çocuk onu karşılamaya çıkardı.



ÇOCUKLARA HUKUK



Hz. Peygamber'in döneminde kadınlar camiye çocuklarıyla gelirlerdi.
Çocukların ve kadınların savaşta öldürülmesini, savaşa gönderilmelerini,
yanısıra emeklerinin sömürülmesini yasakladı. Hz. Peygamber kız
çocuklarına karşı olumsuz tutumları değiştirdi, kız çocuk sahibi olmanın
utanç değil bereket kaynağı olduğunu vaz etti. Cahiliye döneminde kız
çocuğunu diri diri gömen bir kişinin, "Ey Allah'ın elçisi! Biz câhiliye
döneminde putlara tapan ve çocukları öldüren bir millet idik. Benim bir
kızım dünyaya gelmişti. Konuşacak çağa gelmişti; kendisini çağırdığımda
sesini duyunca sevinirdim. Bir gün onu yanıma çağırdım ve ardımsıra
götürdüm. Sonunda bir kuyunun başına geldik. Kızımın hiçbir şeyden haberi
yoktu. Elinden tuttum ve kuyuya attım. Ondan duyduğum son söz 'Babacığım,
babacığım!' diye kuyuda yankılanan çığlıktı" demesi üzerine Hz.
Peygamber'in sakalları ıslanıncaya kadar ağladığı nakledilir. Muhammed(a)
çocuk hukukunu tanzim ederek haklarını güvenceye aldı. Anne ve babaların
çocuklarına eşit davranmalarını emrederek pedajojinin temelini attı.
Çocukların eşit muamele görmelerinin onlar bir hak olduğunu bildirdi. Bir
sahabi O'nun bu özelliğinden bahsederken "Çocuklara daha müşfik davranan
kimse görmedim" diyordu.






MERHUM PROF. FAZLUR RAHMAN










Peygamber'in mesajı evrensel
kardeşlik



Hz Peygamber ölmeden önce, iman esasına dayalı evrensel bir kardeşlik
için gerekli şartları hazırlamıştı. O, bu esası eski kan bağlarının ve
Arapların kabile bağlılıklarının yerine koymada büyük çaba harcadı.
Böylece Müslüman ümmeti toplumun temeli olarak bütün dahili dayanışma
kurallarıyla birlikte onun elinde şekillendi; ne var ki daha sonraları
başka önemli değişiklikler de geçirerek, zamanla sayıca Arapları aşan Arap
olmayanları da fiilen İslam toplumunun bünyesinde topladı. Hz. Peygamber
oldukça etkili Veda Haccı Hutbesi'nde, fiili ilerleyişi içersinde İslami
hareketin temelinde yatan bütün gelişmeleri kısaca özetleyen , hedef
olarak yöneldiği kuralları, resmen ifade ve ilan etmiştir. Bu esaslar,
insan sevgisi, eşitlik, sosyal adalet, iktisadi adalet, doğruluk ve
dayanışma kurallarıdır.






SEZEN CUMHUR ÖNAL











Her yönüyle mükemmel



Peygamber efendimizin her hali, her hareketi önemlidir, özeldir. Öyle
olmasa vahiy gelir miydi? Allah'ın en sevgili kulu olur muydu? Kişiliği,
üstün vasıflarıyla en muteber insandır o. Şu yönüyle, şu sıfatıyla
güzeldir diyemem. Onun her yönüyle mümtaz bir yeri vardır benim için.
Memleketimin her insanı da böyle düşünür. Son olaylar beni çok üzdü ve
sinirlendirdi. Onu sıradan bir insan gibi düşünüp karikatürünü çizmek, ona
saldırmak kimin haddine düşmüş. basın özgürlüğü adı altında yapılan
saygısız, namussuz saldırılar beni çok rahatsız etti. Biz kimse-nin
kutsalına saygısızlık yapmadık. Kimsenin de bizim kutsalımıza saldırma
hakkı yoktur.






Mütevazılığı beni çok etkiledi



Peygamber Efendimiz'in beni en çok etkileyen yanı mütevazılığıdır.
Kendi hayatında sade bir yaşamı olması. İnsanlarda haset uyandırmayacak,
insanlara üstünlük görüntüsü verecek şeylerden uzak bir hayat yaşaması ve
önermesi. Mesela giyiminde buna çok dikkat etmesi, giyimiyle oldukça sade
olması. Ben, o yüce insanın bu yönünü kendime örnek alıp hayatımda elimden
geldiğince uygulamaya çalışıyorum. Bu husus, komünizmden sonra kapitalist
Avrupa için en büyük tehlikedir. Onların kurduğu tüketime dayalı sistemin
karşısında bir öneri çünkü bu. Bu öneride; dünya kaynaklarını daha
eşitlikçi bir paylaşım yatıyor. Batı da bundan korkuyor. Batı'nın İslam'a
karşı düşmanlığının altında bu yatıyor. Onun için son zamanlarda İslam'a
karşı saldırılar yoğunlaştı ve telaşlı bir kampanyaya dönüştü.










ÖZDEMİR ERDOĞAN










Beyazlarla aynı tabaktan yiyorduk

Hz. İbrahim'in, Hz Muhammed'in, Kur'an'da adı geçen
tüm peygamberlerin diyarı olan kadim kutsal beldede bütün
renklere ve bütün ırklara mensup insanlar arasında görülen
sarsılmaz gerçek kardeşlik ruhunun bir eşine daha rastlamadım.
Her renkten insanın bana gösterdiği cana yakınlık karşısında
büyülenmiştim, dilim tutulmuştu sanki. Dünyanın her yerinden
yüzbinlerce hacı vardı. Her renkten insan vardı; mavi gözlü
sarışınlardan tutun da Afrikalı karaderililere değin. Ama
hepimiz de birlik ve kardeşlik anlayışına bağlı kalarak, aynı
ibadetleri yapmakla bütünleşiyorduk, oysa Amerika'da
gördüklerimize bakıp 'beyazlarla' 'ötekiler' arasında hiçbir
zaman kardeşlik diye birşeyin var olamayacağına inanırdık.
Sarışın mavi gözlü beyazlar beyazı olan Müslüman kardeşlerimle
aynı tabaklardan yemekteyiz, aynı bardaklardan içmekteyiz,
aynı halılarda yatmaktayız.








ŞEHİD MALCOLM X



Kimseye onun kadar itaat
edilmedi





"Hz. Muhammed(a) ve devrimi", Batılı filozoflar,
devlet adamları, yazarlar ve ilahiyatçıların da ilgi odağı oldu hep. O'nun
sevgi ve rahmet devrimi kısa süre içinde bütün kıtaya yayıldığı gibi,
vefatından sonra da dünyada İslam'ın girmediği köşe bucak kalmadı.

Hz.Muhammed(S.A.V.)'in 23 yıl gibi kısa bir sürede
gerçekleştirdiği "devrim", asırlardır Cahiliye içinde yaşayan bir toplumu
kökten değiştirdi. İslamiyet'in girmediği kıta kalmadı. Napolyon Bonapart
şöyle diyor: "Tanrı'nın varlığını Musa kavmine, Mesih İsa Roma âlemine,
Muhammed(a) ise bütün kıtaya yaydı." "Hz. Muhammed(a) ve devrimi",
Batılıların da ilgi odağı oldu hep. Örneğin Lawton Lancelot, "İtiraf
edilmelidir ki Muhammed'in dini Afrika'ya Hıristiyanlık'tan daha çok
yakışır; aslında şunu söylemem gerekir ki, bütün dünyaya daha çok yakışır.
Onun özellikleri insanı insan yapması şeklinde özetlenebilir. İslam,
insandan bir tanrı çıkarmaya çalışmaz ama onun iyi komşu olmasına kadar
düzene sokar" diyordu.




İSTİKRARI HAYRANLIK VERİCİ


John William Draper, Hz. Muhammed(a) için "insanlığa en büyük etkide
bulunan bir insan", derken Edward Gibbon, "Bizde hayranlık uyandıran O'nun
dininin yayılması değil istikrarıdır; Mekke ve Medine'de yer eden aynı saf
ve mükemmel etkinin oniki asır sonra Hintli, Afrikalı ve Türklerin Kur'ani
devrimlerinden sonra aynen muhafaza edilmesidir"şeklinde yazıyordu. Goethe
ise "Çok kısa bir süre önce İslâm Peygamberi'nin hayatını büyük bir ilgi
ile okuyup tahsil ettikten sonra gördüm ki; o asla bir sahte peygamber
değildir" diyordu. D. G. Hogart ise görüşlerini şöyle dile getiriyor:
"O'nun bütün davranışları, günlük hayatı, bugün milyonların şuurlu bir
hâfızayla gözettiği bir kanun ortaya koymuştur. İnsanlığın herhangi bir
bölümünün mükemmel İnsan kabul ettiği başka hiç kimse, bu kadar yakından
ve bu ölçüde ayrıntıyla taklit edilmemiştir. Hıristiyanlığın kurucusunun
davranışları, takipçilerinin günlük hayatını yönlendirmemiştir. Ayrıca,
başka herhangi bir dinin kurucusu, geride Müslüman Resûl ölçüsünde bir
güven ve itimat bırakmamıştır."




HİÇBİR PEYGAMBERE BÖYLE İTAAT EDİLMEDİ


"Hz. Muhammed(a) ilk peygamberlerden uzanıp gelen yolun ışığını
tamamlamış ve olgunluğa erdirmiştir" diyen Fransız Komünist Partisi'nin
eski liderlerinden muhtedi Roger Garaudy, Muhammedilik'le Cezayir'de
sürgünde iken tanıştığını şöyle anlatır: "Bilindiği gibi otorite
boşluğunda ve savaş anlarında en kolay iş, istemediğiniz insanları kurşuna
dizmektir. Böyle haksız şekilde kurşuna hedef gösterildim. Cezayirli bir
asker, aldığı emre rağmen silahı kullanmadı. Sebebini sorduğumda, 'İslâm
dini savaş halinde de olsa, elinde silah olmayan insanı öldürmeye izin
vermez' dedi. Bu cevap beni çok düşündürdü. İslâm dinini, medeniyetini ve
kültürünü inceledim."


Thomas Carlyle ise şöyle yazar: "O'na peygamber dediler diyorsunuz
değil mi? Niçin? Çünkü Muhammed onlarla yüzyüze gelmiş, hiçbir esrarın
arkasında kutsanmamış, kendi hırkasına yama yapmış, ayakkabılarını tamir
etmiş, savaşmış ve onların arasında istişaret etmiş ve emretmiştir. Siz
ona ne derseniz deyin, onun nasıl bir insan olduğunu mutlaka görmüşlerdi.
Kutsal tacıyla hiçbir imparator, oturup kendi hırkasına yama yapan bu
insan kadar itaat görmemiştir. Yirmi üç yıllık zahmet ve gerçek
mücadelenin içinde sahip olması gereken herşeye sahip gerçek bir kahramanı
görüyorum." NOT: Hz. Muhammed(S.A.V.) her yönüyle mükemmel bir insan ve peygamber.
Bu nedenle dizide sadece değinilerde bulunduk. Bizimki denizde bir katre.
Ayrıca, dizide emeği geçen mesai arkadaşım Mustafa Canbaz'a teşekkür
ederim.



O'na insanlığın kurtarıcısı diyelim


Edward Gibbon'a göre, Hz. Muhammed'in getirmiş olduğu yeni inanç,
belirsizliğin şüpheciliğinden arınmış ve Kur'an da Allah'ın birliğine
muhteşem bir tanıktır. Lamartin ise "Düşünür, hatip, havari, kanun koyucu
, asker, düşüncelerin fatihi, rasyonel akidelerin düzelticisi, şekil ve
suret olmaksızın tapınma; hepsi manevi tek bir hükümdarlık olan yirmi
dünyevi hükümdarlığın kurucusu, işte Muhammed. İnsanın yüceliğinin ölçümü
mümkün olsa, ondan daha büyük bir insan var mıdır sorarız" diyordu.



AVRUPA'YI O KURTARIR


George Bernard Shaw ise 1930'larda şöyle diyor: "Tahminime göre
Muhammed'in inancı bugün Avrupa'da kabul edilmeye başlandığı gibi,
gelecekte de kabul görecektir. Ortaçağ kilisesi, ya cahilliklerinden ya
bağnazlıklarından Muhammediliği kara renklere boyayarak anlattılar. Onlar
Muhammed'den ve dininden nefret edecek şekilde eğitildiler. Onlara göre
İsa karşıtıydı. Ben, o harikulade insanı inceledim. Değil İsa düşmanı
olmak, ona insanlığın kurtarıcısı demek gerekir. Günümüz dünyası onun gibi
birisinin mutlak hakimiyeti altına girse, sorunları, çok ihtiyaç duyulan
barış ve mutluluk getirecek şekilde onun çözeceğine inanıyorum. Avrupa,
Muhammedin akidesinin aşkına girmeye başlamıştır. Gelecek yüzyılda, Avrupa
sorunlarının çözümünü bu inanç içinde görmeye kadar gidebilir."




Sezai Karakoç (Diriliş'ten):



Unutulmaz bir levha
"Ne canlı ve
unutulmaz bir levhadır: Peygamber Efendimiz, Mekke'nin tehlike anlarında
çalınan çanını çalmış, halk toplanınca da; 'ben size desem ki, şu tepenin
ardında düşman var. Bana inanır mısınız?' Halk, 'evet, inanırız' deyince,
'öyleyse diyorum ki, Allah'a inanın ve buyruklarına yasaklarına uyun. Aksi
halde sizin için tepenin ardındaki düşmandan daha büyük tehlike var!'
demiştir. Dava adamının çağrısı için ebedi misaldir bu."




Ferdiyetin yüceliği ve güzellik sevgisi


O kadar önemli ve o kadar yüce bir varlıkla karşı karşıyayız ki
kendisinin var olması bütün insanlığa şeref katmıştır. İnsanlığın
saadetini mümkün kılmıştır. Hiç şüphe yok ki insanlığın son büyük insanı.
Getirdiği dinle bütün insanlığa saadet taşıdı, insana ve yüksek vasıflar
kazandırdı. Bütün bunları ifade etmek ciltler bulur. O, bütün insanlık
tarihinin en müstesna insanıdır. Muhyiddin-i Arabi, Füsus'ul Hikem'in son
bölümünü Hz. Peygamber'e hasretmiştir. Muhyiddin-i Arabi, her peygamberin
hikmetinin içerisinden diğerinin hikmetinin çıktığını belirtir.
Birincisinin içerisinden ikinci peygamberin hikmetinin, ikincisinin
içerisinden onu takip edenin, daha evvel gelmiş peygamberlerin
hikmetlerinin içerisinden de Son Peygamber'in hikmetinin çıktığını, böyle
olunca geçmiş peygamberlerin hepsinin hikmetlerinin Son Peygamber'in
hikmetine göre değerlendirilmesi lazım geldiğini anlatır. Son Peygamber
Hz. Muhammed (S.a.v.)'in bütün peygamberlerin hikmetlerine ilave ettiği ve
evvelkilerin hiç birisinin içerisinde bulunmayan iki hikmet; ferdiyetin
yüceliği ve güzellik sevgisidir. Güzellik sevgisi tekamülün son
aşamasıdır.

İnsanlığa rahmet ve şefaat


İslam'la müşerref olan ünlü İngiliz popçu Cat Stevens(Yusuf İslam) Hz.
Peygamber için şunları söylüyor: "Son Peygamber Hz. Muhammed (a), cahillik
ve kara günler içinde bulunan. Hz. İbrahim'in getirdiği dinin kaybolmaya
başladığı ve parçalara ayrıldığı Mekke'de dünyaya geldi. İnsanlığa rahmet
ve şefaat için gönderildi. O bütün zamanların en mükemmel insanıdır.
Müslüman olduğumdan bu yana, Peygamberimiz'in, O büyük insanın hayatını
araştırıyorum. O'nu okudukça, O'nu anladıkça, etrafımı saran bilgisizliği,
cehaleti daha iyi görüyor ve irkiliyorum."




Mahatma Gandi: İslam'ı kılıçla yaymadı


Milyonlarca insanın kalbi üzerinde bugün tartışmasız bir etkisi olan
hayata sahip birisini öğrenmek istedim. İslam'ın bir yeri fethinin kılıç
ile olmayıp, hayat tarzıyla olduğunu her zamankinden daha fazla anladım.
Peygamber'in tam man
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
PEYGAMBER EFENDİMİZ NEDEN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» PEYGAMBER EFENDİMİZ NİÇİN ÇOK HANIMLA EVLENMİŞTİR ?
» PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.) MUCİZELERİ
» Peygamber efendimiz için kurban kesmek
» http://hikmet.net/kategori/1290/peygamber-efendimiz-sas/
» NEDEN SADECE 4 KİTAP İNMİŞ-Kuran ve Efendimiz için sonsuz sıfat varmı ?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Ateist-Deistlerin vb İddialarına Cevablar-
Buraya geçin: