GÜLÜNÇ HAKİKATLER
ÖNSÖZ
"Gülünç Hakikatler" ismi altında neşrettiğimiz bu kitap, daha evvel Serdengeçti mecmualarında aynı başlık altında çıkan fıkralardan, hikâyelerden, nüktelerden meydana gelmiştir. Okuyucunun aklına şöyle bir sual gelebilir: Mademki daha evvel neşredilmiş, ne diye şu kâğıt buhranında, bunlar tekrar ortaya atılıyor? Başka eserlerinizi bastırsanız daha iyi olmaz mıydı? Bu sual yeknazarda doğru ve haklı gibi görünüyorsa da mesele pek de öyle değildir. Bir kere bu fıkraların çoğu, yıllardır devamlı surette aranılan, bir türlü ele geçmeyen Serdengeçti'nin eski sayılarından aynen alınmıştır. İkincisi mecmualarda çıkmayan bazı fıkra ve buluşları da kitaba ilâve etmiş bulunuyoruz. Bunlardan daha mühim olan bir husus da, mecmuamızda en çok okunan, dilden dile, elden ele dolaşan kısmın "Gülünç Hakikatler" adı altında çıkan, fıkralar, espriler olduğunu biliyoruz.
Gerçi bu fıkraların çoğu o zamanki hâdiselerden mülhem olarak yazılmış, bugün o eski canlılığını kaybetmiştir, ama, hem "o zamanki hâdiseler" dediğimiz zaman çok eski bir zaman değildir, hâlâ bu hâdiseler hafızalarda yaşamaktadır; hem de bu fıkraların ekserisi, zaman denilen silindirin önünde ezilmeyecek kadar insanoğlunun ezelî ebedî zaaflarına temas etmektedir. Arkadaşlarımızın ve okuyucularımızın "Şu, Gülünç Hakikatler sütununda neşrettiğiniz fıkraları bir kitap hâlinde toplasanıza" yolundaki arzularına uyarak bu kitabı neşretmiş bulunuyoruz. Teşebbüs ve gayret bizden; tevfik ve tesir Allahtandır.
Serdengeçti
SAĞIRLAR BİLE
Allah etmesin, Serdengeçtilerde paradan yana derman kalmaz veyahut devletten ferman çıkmaz da Serdengeçti'yi çıkaramazsak, arkadaşımız Osman Yüksel, gelecek sayımızda neşredeceğimiz makaleleri Ankara'da Çankaya'nın yakınında, "Deliler Tepesi" denilen mevkide yüksek sesle okuyacaktır. Arkadaşımızın öyle kısa boylu olduğuna bakmayın. Yeri göğü dolduran, donduran bir sesi vardır. Dinleyici hâline geçecek okuyucularımız merak etmesinler. Bu sesi sağırlar bile duyacaktır.
Çocuk mu Yetiştiriyoruz, Köpek mi?
Yine Serdengeçti'nin üç defa tekrar tekrar basılan, o zamanlar dillere destan olan 1. sayısında bir makalenin başlığı şöyledir:
"Çocuklarımız her hafta radyoda Ayşe Ablanın başkanlığı altında kopiller gibi hep bir ağızdan havlatılıyor!.. Bu ne rezalet! İnsan mı yetiştiriyoruz, köpek mi?"
Değişmeyen Zihniyet
Yine inkılâptan, inkılâpçılıktan bahsediliyordu. Serdengeçti, sanki ne oldu, "âlem yine o âlem, devran yine ol devran" diye söze başladı:
Lâ teşbih, tenbellik bakımından tekkelerin yerini birer kumarhane olan kulüpler, kahveler aldı. Hızır Aleyhisselâm yerini piyango gişelerine, at koşularına, poker masalarına bıraktı. Yeşil Türbe'yi kapattık Mavi Gişe'yi açtık. Falcı kadını kaldırdık, yerine Müzeyyen Ablayı oturttuk. Ne yaptık, neyi değiştirdik?! Sadece kelimeleri... Mukadderat, alın yazısı, kader gibi orta zaman kelimelerinin yerini şans, talih, sürpriz aldı. Maziyi yıktık, böylece asrî olduk, çıktık..."
Tek Yüzlü Hakikat, İki Yüzlü Para
Serdengeçti'nin ilk sayısında şöyle bir ilân var : Muhterem okuyucularımız: Serdengeçti, bin bir müşkülât içinde çıkabildi. Günlerce kapı kapı, matbaa matbaa, şehir şehir dolaştık. Karşılaştığımız zorlukları yazsak koskoca bir kitap olur. Çok şükür Allahın yardımıyla şimdi çıkmış bulunuyoruz. Bir sürü acı hakikatler var! Bunları behemehal söylememiz, yazmamız icap ediyor. Bildiğimizi, gördüğümüzü cesaretle söyleyeceğiz. Bize bu yolda, hak ve hakikat yolunda yardım ediniz. Serdengeçti'ye abone olunuz... Ne yazıktır ki tek yüzlü hakikatin meydana çıkması için bile, şu iki yüzlü lanet paraya ihtiyacı var.
Marko Paşa Kimmiş?
Bir zamanlar çok sürüm yapan ve dedikodulara sebep olan komünist Sabahaddin Ali tarafından Marko Paşa isminde bir gazete çıkarılıyordu. Serdengeçti ona şu başlıkla ağır bir cevap vermiş, mahkemelik olmuşlardı:
"Marko Paşa, adından da anlaşılacağı üzere Türk değildir. Sovyet üniforması giymiş bir Rus emirberidir."
İhtisas Hastalığı
Zamanımızın adamları asrımızı türlü türlü tarif ederler. Makine asrı, elektrik asrı, atom asrı gibi... Bize kalırsa asrımızı ihtisas asrı diye tarif etmek daha doğru olacak. İhtisas, mütehassıs dendi mi akan sular duruyor.
Meselâ karnınız ağrıyor, dahiliye mütehassısına gidiyorsunuz. Sizi muayene eden doktor, "efendim, ben mide üzerinde çalışıyorum; bağırsaklardan anlamam" diyor. Bağırsak mütehassısına gidiyorsunuz; o da, "ben bağırsaklardan anlamam, ince bağırsak mütehassısıyım-
İş o kadar incelmiş ki... Her şeyde böyle... Ciğerin içine bakan başka, dışına bakan başka, karasının mütehassısı başka, akının başka...
Bir kere hasta olmayagörün idrarınız mı alınmaz, kanınız mı, canınız mı? İş bu tempoda giderse insan bedeninde ne kadar hücre varsa, her hücrenin ayrı mütehassısı olacak.
Bir gün doktor tabelâlarında şöyle şeyler görürsek şaşmayalım:
Birinci sınıf sağ burun deliği mütehassısı. Amerika'dan diplomalı tırnak mütehassısı. Göz kapağı ve kirpikler mütehassısı. İlâahiri...
Küçük Küçük, Kibar Kibar Hırsızlıklar
Bakkaldan bir şey alıyorsunuz. Ekseriya yanınızda bozuk para bulunmaz. Bakkal da, "bozuk yok" diye asgarî 35 kuruş noksan verecektir size. Sebzecisi de, kasabı da öyle...
Paranızın üzerini kazara sayıp eksik aldığınızın farkına varır, her gün tekerrür eden bu kırım kırım hırsızlığa kızar da yüzünüz kızara kızara paranın üstünü isterseniz, alacağınız cevap, verdiğiniz para kadar hazır ve peşindir: "Efendim, bozuk para yok." Bu sefer sanki kabahat sizde imiş gibi siz bozulursunuz. Hele kalabalık yerlerde, meselâ sinemalarda, o gişelerde o küçük küçük bayancıkların bu işte hünerlerine diyecek yok!
Millet gişelerin önünde kuyruk olmuş bekliyor. Artık o kadar adamın içinde şakır şakır para sayıp, "bayan 35 kuruş eksik.." diyemezsiniz ya. Haydi 35 kuruş ne olacak diyelim... Teklif mi var... Ama siz bir kuruş noksan verdiniz mi bilet kesilmez...
Amerika'da bunun istatistiğini yapmışlar. Neticede bu noksanlıklar %80 garson ve gişe memurlarının lehine imiş. Demek ki bu işte yanılmadan ziyade, bir kasıt var. Büyük küçük, damla damla, hırsızlık ve hırsızlardır bunlar...
Aynı zihniyette ve karakterde olan insanları, daha büyük işlerin başına koyun, iş hacmine ve istismar sahalarına gore bunların hırsızlıkları da artar...
Sayın Bayanlar ve Köpekleri
Yenişehir'de dikkatle dolaşan bir kimse belki insan kadar köpek görür. Her bayanın yanında bir köpek? Apartman katlarında köpek... Balkonlarda köpek... Hem de ne köpekler... Koca koca kurt gibi erkek köpekler...
Bu köpekler bayanlarına kocalarından çok daha sadıktırlar. Bayanların köpeklerine karşı hissiyatları da öyle... Kocasız dururlar köpeksiz duramazlar.
İstatistik Genel Müdürlüğünden bir ricamız var. Gelecek nüfus sayımlarında cetvellere bir hane daha açılsın. Çocuklardan orijini köpek olanlar bir tarafa, insan olanlar diğer tarafa yazılsın. İşte o zaman çocukların Ankara Radyosunda neden kopiller gibi havladıkları daha iyi anlaşılır.
Zati Sungur
Sıfır numara iki muhalif konuşuyor, mevcut nizamı çekiştirip duruyorlardı. Biri: "25 yılda ne yaptık; dünya çapında bir insan bile yetiştiremedik. Beynelmilel bir adam yetişti; o da hokkabaz!"
Arkadaşı gülerek cevap verdi:
- Ya, profesyonel dalkavuğu unutuyorsun?!
- O da kim?
- Canım, şu ağzının sağ yanıyla Kur'an okuyup, sol ya-nıyla kızıl ıslıklar çalan zatı bilmiyor musun?
- Hımmm...
Hasan Âli Yücel'in Duası
Seçim sıralarında İzmirliler, millî türkülerle Kırbelini Ali dayı türküsüyle milletvekilleri bulunan H. Âli Yücel'i içten bir tezahüratla karşılamış ve uğurlamışlardı. Bay yücel, o gün halkın kendisine gösterdiği teveccühten fevkalâde mütehassisti. Ankara'ya, evlerine geç vakit dönebildiler. Vekil-i âli çok heyecanlı idi. Odasına yavaşça girdi. Baktı, oğlu Can'la, kızı Canan uyuyordu. Fakat onu çoktan ilgilendiren şey, ne ev, ne bark, ne de evlâd ü ayal idi. O, bambaşka şeyler düşünüyor, sarsıntılar geçiriyordu. Şimale dönerek -çünkü kıbleyi çoktan değiştirmişti -tıpkı tekkede olduğu gibi iki dizinin üzerine çöktü. Yücel şöyle yalvarıyordu:
Canı cananı bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek makamımdan beni dünyada cüda!
Bunu tekrar" tekrar söylüyordu. Ansızın gaipten bir şada, bir nida işitti!.. Bu ses ona: "Ey sadık kulum! Sen daha âli, daha yüksek makamlara lâyıksın!" diyordu. Yücel hemen secdelere kapandı; bayıldı.
Sabah olup da ayıldığı zaman baktı ki kapısının önünde her zaman emrine amade bulunan vekillik otomobili yok. Yücel şaşırdı ve işte o zaman gazetelere, radyolara kadar akseden meşhur sayıklamasına başladı: "O vekil ben miyim, ben değil miyim?".
Not: Rahmetli Mareşal, Demokrat Parti'nin kuruluşu sırasında: "Memlekette komünistliğin alıp yürüdüğünü, bu hususta Halk Partisi Maarif Vekillerinden birini ikaz ettiğini söylemiş, bunun üzerine o zaman Maarif Vekili bulunan Hasan Âli Yücel iktidar gazetelerinde ve Devlet Radyosunda "O Vekil ben miyim?" diye Mareşal'den sormuş, rahmetli Kenan Öner de "Evet, o Vekil sensin" demiş, iş mahkemeye intikal etmişti. O zamanlar Oner-Yücel davası diye ortalığı dolduran mesele böyle başlamış, K. Öner davayı kazanınca Yücel, Vekillikten düşmüştür. İşte bu fıkra o sırada kaleme alınmıştır.
Diş ve Tırnak
Görenler söylüyor: Eski Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tırnak uzatıyormuş.
Ne yapsın adamcağız, bütün mücadele silâhlarını kaybetmiş bulunuyor. Anlaşılan mücadeleye tırnaklarıyla devam edecek. Öner dişli, Yücel tırnaklı... Bakalım diş mi galip gelecek, tırnak mı?!..
Falih Rıfkı Türkçü Olmuş
"Ulus'ta Fatay, Öner-Yücel davasında dinlenen bir şahidin, "Ben Türkçü olduğum için tevkif edildiğim zaman" ifadesine dokunarak "Bu memlekette bunu da mı duyacaktık; biz de Türkçüyüz; Türkçülük, Türk Milliyetçiliğinin göbek adıdır" diyor. Doğrusu biz de aynı hayret içindeyiz. Bir gün gelip Bay Atay'ın "Türkçü" olduğunu da mı duyacaktık?
Türkçülük, milliyetçiliğin göbek adıymış! Allah Allah! Biz de Fatay'ın göbek taşından bahsedeceğini sanıyorduk.
Mamafih sayın yazar göbek adı koymakta, damgalamakta üstattır.
Bundan 3 sene evvel H. Âli Yücel-Nevzat Tandoğan -F. Rıfkı Atay... Bu üçlerin teşkil ettiği ittifak-ı müsellesin gazabına uğrayarak sırf Türkçü olduğumuz için tevkif edilmiş, nezaret altına alınmıştık. Bu hareketin diplomasi tarafını Yücel, neşriyat ve propaganda cihetini Atay idare ediyor; gestapoloğunu da N. Tandoğan yapıyordu. F. Rıfkı Atay tam bu fırsattan istifade ederek devletin resmî gazetesinde, milliyetçi Türk gençliğine, Moskova ağzıyla Gardist, Troçkist, Faşist... gibi türlü isnat ve iftiralar yağdırıyordu. Hâdiselerle söylenen ve yazılanlar arasında öyle bir tezat ve uçurum vardı ki, bu uçurumu kimimiz küfürle, kimimiz sükûtla, kimimiz de kahkaha ile dolduruyorduk. Ben de mütemadiyen gülüyordum.
Bir gün arkadaşlara : "Gelin bugün bizim isim günümüz olsun; F. Rıfkının sayesinde Gardist, Troçkist, faşist olduk. Bir merasim yapalım. Mahut başmuharrir de bizim vaftiz babamız olsun," dedim. Biz böyle şakalaşırken bir de baktık ki bizim üç ahbap çavuşlar geliyor: Atay-Yücel-Tandoğan... İşte bunlar, mahkemelerden evvel işi pişiren, şişiren, günün fırsatçı politikacılarıydı.
"Dağ Başını Duman Almış!"
Gazete ve dergilerde bir münakaşadır gidiyor: "Dağ başını duman almış" şarkısı Cumhuriyet Halk Partisinin malı olabilir mi, olamaz mı?
Halkçılar diyorlar ki: Bu türkü ******'ündür.. Partimizin kurucusu da ****** olduğuna göre bu türkü bize aittir. Diğer taraftan Demokratlar, "Ne münasebet!" diyorlar, "bu türkü millete mal olmuştur, milletin malıdır, hürriyet, kurtuluş mücadelesinin şarkısıdır. Bu, C. H. Partisinden ziyade bize yakışır." Doğrusu ya biz demokrasi ve hürriyet mücadelesinin, türkülere, şarkılara kadar sirayet edeceğini bilmiyorduk. Memleketin bin bir dert ve sefalet içinde süründüğü şu anda böyle şeyleri ciddiye alıp, münakaşa edenlerin, muhakkak akıllarından zoru olsa gerek. Fakat mademki bu işi ciddiye almış, mesele hâline getirmişler. Biz de bu hususta görüşümüzü açıklayalım.
Bize kalırsa bu şarkı Halk Partisi'nin malı olmalıdır. Çünkü Halk Partisi, hele onun içinden bazıları başa yazmaya, başa geçmeye, başa oturmaya pek meraklıdırlar. Mahut başmuharirleri gibi... Dağın başını da onlar alsın, bitsin...
Öteden beri ******'ün şu türküyü çok sevdiği söylenir:
Asmalarda üzüm
Yosmalarda gözüm
Biraz daha büyürsem
Çapkınlıkta gözüm
Bunu da az bir değişiklikle Demokrat Parti benimsesin, böylece kavga da bitsin:
Asmalarda üzüm
Yosmalarda gözüm
Biraz daha büyürsem
Sandalyede gözüm