En Güçlü Kedi: Puma
Puma, en saldırgan kedi türlerinden biri olarak bilinir. Oturdukları yerden 12 metre yükseğe kadar sıçrayabilen pumalar ağaca tırmanma uzmanıdırlar.
Kendi ağırlıklarının 8-9 katı bir hayvanla kolaylıkla mücadele edebilen pumalar, dünyanın en kuvvetli kedisi olarak kabul edilirler.
Doğduklarında mavi olan gözleri giderek sarı-yeşile döner. Diğer kedi türleri gibi kükreyemezler.
Dünyanın En Hızlı Koşan Kara Hayvanı: Çita
Çitalar, kısa mesafeleri çok büyük bir hızla aşabilirler. Saniyeler süren bir zaman içinde hızlarını 72 km.'ye kadar çıkarabilirler. Bazı çıtalar 600 m.'den daha uzunca bir mesafeyi saatte 113 km. gibi inanılmaz bir hızla aşabilmektedirler.
Kaplanlar
Asya'da yaşayan kaplanlar, postlarının üzerindeki yatay kesik çizgilerle diğer büyük kedilerden kolayca ayırt edilirler. Bu desenler, tıpkı insanlardaki parmak izleri gibi yeryüzündeki her bir kaplanda farklıdır ve vücutlarının her iki yanında bulunur.
Yalnız avlanırlar ancak avı aileleri ile birlikte yerler.
Kaplanın postundaki çizgiler özellikle çimenlik bölgelerde, çimenlerin yere düşen gölgesi gibi görünerek avına karşı bir kamuflaj görevi görür.
Kuyrukları, hızla koştuklarında bir denge unsurudur.
Elektronik Radar Sistemiyle Yön Bulan Istakozlar
Elektronik Radar Sistemiyle Yön Bulan IstakozlarKuzey Carolina Üniversitesi araştırmacıları tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, gözleri kapatılmasına ve yön bulmalarına yardımcı olacak her türlü imkan ortadan kaldırılmasına rağmen ıstakozların yine de yönlerini ve yerlerini tespit edebildiklerini ortaya çıkardı. Üstelik bilim adamları ıstakozların bunu elektronik radar sistemine benzer bir yöntem kullanarak yapmalarının sırrını hala çözememektedir.
Karayipler civarında yaşayan Panulirus argus türüne ait dikenli ıstakozlar üzerinde yapılan bir araştırma, bu canlıların sadece yön tayini değil, yer tayini de yapabildiklerini ortaya koydu. Buna göre dikenli ıstakozlar, hiç bilmedikleri bir yere bırakılmış olsalar da yönlerini hatta 'yerlerini' dahi bulabiliyorlar.
Araştırma Boyunca Istakozları Şaşırtmak İçin Uygulanan Yöntemler
Kuzey Carolina Üniversitesi araştırmacıları Larry C. Boles ve Kenneth J. Lohmann, ıstakozların yön bulma yeteneğini araştırmak için bir dizi deney düzenlediler. Karayip açıklarında yakalanan ıstakozlar, tekneyle yakalandıkları yerden 12–37 km uzağa götürüldü. Yolculuk sırasında ıstakozların hiçbir şey görmemesi ve çevreyi algılamamaları için bazı yöntemlere başvuruldu:
Istakozlar kısmen deniz suyuyla doldurulmuş haznelerde tutuldu, haznelerin etrafı kapatıldı ve dolambaçlı bir rota izlenerek test alanına götürüldü.
Hazneler sağa sola sallanacak şekilde iplere asıldı.
Istakozların, dünyanın doğal manyetik alanını bir pusula gibi kullanmalarının önüne geçebilmek için güçlü mıknatıslar kullanılarak, haznelerde karmaşık manyetik alanlar oluşturuldu.
Bilim adamları, bu engelleme ve şaşırtma dolu yolculuktan sonra denizde bir noktada durup ıstakozları denize bırakmaya başladılar. Gözleri özel plastik maskelerle kapatılmış olduğu halde ıstakozlar, serbest kaldıkları anda ilk yakalandıkları yerin yönünü kolaylıkla buldular. Istakozlar suya bırakılır bırakılmaz evlerinin yolunu tuttular. En önemlisi de bilim adamları ıstakozların şaşkınlık dönemi dahi geçirmediğini gözlemlediler.
Pusula Tekniği ile Açıklanamayan Yön ve Yer Tayini
Bazı araştırmacılar, canlıların yön bulma yeteneklerinde dünyanın manyetik alanından faydalandıklarını düşünüyor. Bu bilim adamları, canlıların vücudunda gizemli bir pusula bulunduğunu varsayıyorlar. Ancak ıstakozların bu yeteneğini açıklamada pusula benzetmesi de yetersiz kalıyor.
New York'taki Cornell Üniversitesi'nden nörobiyoloji ve davranış profesörü Charles Walcott: "Birçok hayvanın dünyanın manyetik alanlarını bir araç olarak kullandığını biliyoruz" diyor ve ekliyor: "Ama eğer kaybolmuşsanız bir pusula size nerede olduğunuzu söylemez." (Lobsters Navigate by Magnetism, Study Says, 6 Ocak 2003)
Araştırmacı Boles ise, ıstakozlardaki yeteneğin üstünlüğünü şöyle vurguluyor:
"Bu test kesinlikle birçok hayvanın geçemediği bir testtir. Testi geçebilmeleri, bir şekilde, bulundukları noktayı an an bildiklerini gösteriyor. İçlerinde bir şey bulunuyor olmalı."
Böylece deneyde kullanılan ıstakozların, vücutlarında bir tür harita oluşturdukları ve kalkış noktasından itibaren koordinat takibi yapabildikleri ortaya çıkmıştır. Bilim adamlarının çözemediği bu mekanizma, bir yolcu uçağındaki elektronik radar sistemleri gibi çalışıyor.
Bilim adamlarını en çok şaşırtan nokta ise, bu mükemmel sistemle donatılmış olan ıstakozun nispeten kompleks olmayan bir sinir sistemine sahip olması. Boles bu konuda şunları söylüyor:
"Burada asıl büyük konu, omurgasızların nispeten basit sinir sistemlerine sahip olmaları. Çoğu kişi böyle bir işi yapmak için gereken zihinsel kapasitelerinin olmayabileceğini düşünüyor."
Bilimin Cevaplayamadığı Sorular
Şimdi kendinize şu soruyu sorun ve düşünün:
Büyük bir çölde bulunduğunuzu farz edin. Bulunduğunuz noktadan bir arabaya bindirildiğinizi, gözünüz ve kulağınız kapalı olduğu halde ve özellikle dolambaçlı yollar seçilerek, 200 kilometre uzağa götürülüp bırakıldığınızı düşünün. İlk bulunduğunuz yere dönebilir misiniz? Elbette, hayır! Istakozların tam olarak başardıkları işte budur.
Araştırma sonunda istedikleri cevaba ulaşacaklarını düşünen bilim adamları, ıstakozların bu başarılı yön ve yer belirleme yetenekleri karşısında cevaplayamadıkları pek çok farklı soru ile karşılaşmışlardır:
Istakozlar gözleri kapalı olduğu halde 37 kilometrelik yolculuk boyunca doğru izi nasıl takip edebilmişlerdir?
Bu canlının küçücük beyninde bu kadar geniş bir alanın haritası nasıl oluşabilir?
Istakoz dünyanın manyetik alanını nasıl algılamaktadır?
Etrafını görmesi engellendiği ve şaşırtıldığı halde elektromanyetik alandaki bilgileri bedeninde nasıl olup da yorumlamaktadır?
Bu özel yön bulma sistemi ıstakozda nasıl ortaya çıkmıştır?
En basit bir pusulayı ele aldığımızda, bunun bile özel olarak tasarlandığı açıktır. Pusuladaki iğne, özel olarak işaretlenmiş yönler, cam kaplı muhafazası bu aletin özellikle yön bulmak için tasarlanmış olduğunu göstermektedir. Istakozların bedenindeki bu özel sistemin bir pusulayla kıyas kabul etmez derecede üstün olduğu açıktır. Tüm bunlar ıstakozdaki sistemin özel olarak yaratıldığını ortaya koymaktadır. Allah ıstakozu yaratmış ve onu bu özel sistemle donatmıştır. Yüce Allah tüm canlıları yaratandır ve O, kusursuzca var edendir. Bir ayette şu şekilde buyrulmaktadır:
[INDENT]
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4)[/INDENT]Istakozların İlginç Savunma Taktiği
Panulirus cinsi ıstakozlar oldukça ilginç bir savunma sistemine sahiptirler. Bu ıstakozlar ancak telli çalgılardan çıkarılabilecek rahatsız edici bir sürtünme sesini kesik kesik çıkartır ve bu sayede düşmanlarını kaçırırlar.
Bu kabuklu hayvanların gözlerinin altında, mikroskobik çiziklerle kaplı olan ve eğilip bükülebilen antenler bulunmaktadır. Panulirus ıstakozları antenlerindeki bu çizikleri içiçe geçirip sürtmeye başladıkları zaman keman yaylarının birbirine sürtünmesiyle oluşan rahatsız edici sesin bir benzerini çıkarabilmektedirler.
Panulirus argus türü ıstakozlar genellikle Atlantik Okyanusu'nun batısında Brezilya ile Bermuda arasında bulunuyorlar. Bazıları göçmen olan bu canlılar, çoğu günlerini mercan kayalıklarının içinde geçiriyor.
Zürafalar Neden Beyin Kanaması Geçirmez?
Allah yeryüzündeki canlıların her birinde, insanların üzerinde düşünmelerini sağlayan birbirinden farklı sistem ve özellikler yaratmıştır. Bunların her biri, Allah’ın yaratışındaki sonsuz mükemmelliği yansıtır. Zürafaların sahip oldukları özellikler de bunun delillerindendir.Zürafanın Uzun Boyuna Uygun Olarak Yaratılmış Kalbi
Zürafa dört beş metreye varan boyuyla karada yaşayan hayvanların en uzun boylusudur. Bu uzun boyu nedeniyle yaşayabilmesi için kalbinden iki metre yukarıdaki beynine kan göndermesi şarttır. Bunun için olağanüstü güçlü bir kalbe ihtiyacı vardır. Nitekim zürafanın kalbi kafasından daha büyüktür ve yaklaşık 60 cm uzunluğa ve 11.8 kg'lık bir ağırlığa sahiptir.
Zürafaların kalbi 350 mm Hg'lik bir basınçla kan pompalayacak kadar güçlüdür. Diğer bir ifadeyle, zürafanın tansiyonu 35’e çıksa bile bu durumun zürafaya bir zararı olmaz. Canlılar arasındaki en yüksek kan basıncına sahip olan zürafaların kalpleri dakikada 170 kez atmakta ve tüm vücuduna 75 litre kan pompalayabilmektedir.
Zürafalarda bulunan kan hücresi miktarı, bir insanda bulunanın iki katıdır. Zürafalar bir şey yedikten veya içtikten sonra kafalarını yerden kaldırdıklarında, kalplerinin beyinlerine yeterli miktarda kanı pompalayabilmesi için normalden iki kat daha fazla atması gerekmektedir. Peki normal koşullarda pek çok canlının ölümüne sebep olabilecek kadar güçlü olan bu sistem, nasıl olur da zürafaya zarar vermez? Bunun nedeni, özel bir haznenin içinde bulunan sistemin, basıncın bu ölümcül etkisini kaldırabilmek için küçük damarlarla kuşatılmış olmasıdır.
Zürafa Niçin Beyin Kanaması Geçirmez?
Zürafanın başından kalbine kadar giden bölümde; yukarı çıkan ve aşağı inen damarların oluşturduğu bir U sistemi bulunur. Ters yönde akan kan damarları toplam basıncı sıfırlar, böylece canlı, ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.
Kalpten aşağı seviyede kalan bacak ve ayakların da özel bir korumaya ihtiyacı vardır. Zürafanın bacak ve ayaklarını saran derinin son derece kalın olması onu kan basıncının kötü etkilerinden korur. Ayrıca damarların içinde, şiddetli kan akışını dengeleyerek basıncı kontrol altına alan kapakçıklar da bulunur.
Asıl büyük tehlike ise, hayvan su içmek için başını yere kadar indirdiğinde ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak kadar şiddetli olan kan basıncı, bu durumda daha çok artar. Ama bu tehlikeye karşı kusursuz bir önlem alınmıştır. Vücutta salgılanan "sefaloraşidien" adlı sıvı devreye girer ve kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır.
Öte yandan, hayvanın boynunda, başını aşağı eğdiğinde devreye giren özel kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar kanın akışını büyük ölçüde azaltır ve böylece zürafa güven içinde su içip tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat olan damarlarının kalın olması da, yine bu yüksek basınç tehlikesine karşı alınmış bir tedbirdir.
Zürafaların Başı Neden Dönmez?
Zürafalar, başlarını aşağıdan yukarı kaldırmak için çok fazla zaman harcarlar ve bu yüzden kanın beyne gitmesi için vücutlarında kusursuz bir sistemin olması gereklidir. Bu sistem, çok güçlü bir pompa biçiminde çalışan kalp ve insandakinin iki katından daha fazla olan kan basıncından oluşur. İşte böylelikle zürafalar, bayılma nöbetlerinden korunmuş olurlar.
Nitekim zürafa başını kaldırdığında, baştaki kan damarları neredeyse bütün kanı yanaklarına, dillerine ya da deri gibi başın diğer bölümlerine aktarmaz; sadece beyne akması için yönlendirir. Aynı zamanda, hayvanın kalın derisi ve şahdamarındaki olağandışı bir kas -ki damarların genellikle kasları olmaz- kanı baştan kalbe geri taşıyan damara baskı yapar. İşte zürafa, insanlarınkinden çok daha iyi bir bayılmayı engelleyen mekanizmaya sahip olarak yaratıldığı için bayılmaz.