KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 senaryo nasıl yazılır

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6717
Rep Gücü : 10015153
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

senaryo nasıl yazılır Empty
MesajKonu: senaryo nasıl yazılır   senaryo nasıl yazılır Icon_minitimePaz Ağus. 14, 2011 8:13 am

http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=6914&rid=4369

Senaryo
yazmak isteyenlerin ilk sorduğu sorudur: "Nasıl yazılır?". Aslında
senaryo yazmayı zor hale getiren piyasada satılan ve orijinaline pek
benzemeyen edebi-senaryo kitaplarıdır. Bir de yönetmenin işine karışma,
filmi kağıt üzerinde tarif etme ihtiyacı... Bunun yerine daha basit bir
yöntemle yapımcıların sıkılmadan okuyacağı bir senaryo yazmak
istiyorsanız yazımıza bir göz atın.
Senaryolar. Belki siz de
sevdiğiniz bir filmden çıktığınız günlerden birinde okumak için birkaç
senaryo almışsınızdır ama acaba kaçınız gerçekten senaryo okudunuz?
Belki elden geçirilmiş ve edebi bir hava verilmiş birkaç senaryo...

Aslında
bu senaryolar da unutulmaz birkaç sahneye göz atıldıktan sonra
kütüphanelerin tozlu raflarına terk edilmiştir. Sevmediğiniz ya da hiç
seyretmediğiniz bir filmin senaryosunun hiç şansı yoktur. Öylelerini
kimse okumaz.

Aslına bakarsanız okumanız için pek sebep de
yoktur. Zaten senaryolar sizin okuma zevkinize hitap etmek üzere
yazılmaz. Yönetmenler, yapımcılar, görüntü yönetmenleri, oyuncular,
yapım tasarımcıları ve diğer sinema profesyonellerinden oluşan özel bir
seyirci kitlesi için yazılırlar. Bu profesyonel seyirci, herhangi bir
senaryoyu okurken, o senaryonun filme dönüştürülmesinin zor ve kolay
yanlarını düşünür. Hiçbir senaryo, sonradan paketlenip filmin bitmiş
halini görmüş seyirciye satılacağı düşünülerek yazılmaz.

AMERİKAN FORMATI
Demek
ki senaryolar üzerinde çalışılan belgelerdir. Herhangi bir anlaşmazlığa
meydan vermemek için de hep aynı formata bağlı kalırlar. Böylece,
herhangi bir filmin prodüksiyonunda görev alan o küçük ordunun
üyelerinin savaş planını kolayca izlemeleri ve anlamaları sağlanır. Eğer
yeni bir "Yurttaş Cane" ya da "Kurtuluş Günü" senaryosu yazmayı
düşünüyorsanız öncelikle öğrenmeniz gereken senaryonun bir formül
izlemesi gerektiğidir. Eğer bu formülü izlemezse okunma şansı bile
yoktur.

Standart Amerikan formatına geçmeden önce özellikle
Türkiye'de hala çok moda olan Fransız formatına bakalım. Bu formatta
sayfa ikiye bölünür ve bir tarafına diyaloglar, öbür tarafına da diyalog
dışında yazılması gereken şeyler, mizansen yazılır. Ama bu pratik
değildir, özellikle de bilgisayar ekranında...

Standart Amerikan
formatında ise diyaloglar 7.5 santimetre genişliğindedir ve sayfanın tam
ortasına yerleştirilir. Tanım bölümleriyse (mizansenler) 15 santimetre
genişliğinde bütün satıra yayılır. Metinde koyu renk, altı çizili ya da
italik harfler bulunmamalıdır. Nedenini sormayın. Karakter isimleri ve
çeşitli talimatlar büyük harfle yazılır ve bu talimatların tümüne
"sluglines" denir. Her metin parçasından sonra bir satır boşluk
bırakılır. Bu metin parçası, bir "slugline", bir sahne ya da aksiyon
tasviri, diyalog, "KESME" ya da "YUMUŞAK GEÇİŞ" gibi bir not olabilir.

Bu
temel kurallara uyarak yazdığınız senaryonuzun aynı derecede kati bir
başka kural olan "bir dakikalık sayfa" kuralına da (kartoteks) uyması
gerekir. Bu kurala göre bir senaryo sayfası tamamlanmış bir filmin bir
dakikasına eşittir. Prodüksiyonun planlanması açısından bu çok önemlidir
çünkü çoğu filmde, her çalışma günü sonunda iki senaryo sayfalık
malzemenin filme çekilmiş olacağı düşünülerek çalışılır.

Biçimle
ilgili bu temel kuralların yanı sıra senaryolar görsel ayrıntıyı
yansıtacak şekilde tasarlanmalıdır. Yani "F.'nin canı çok sıkkındır."
yerine "F. yatağa uzanmıştır. Yüzünde bir haftalık sakal vardır.
Yatağının kenarındaki masanın üzeri kirli fincanlar ve bardaklarla
doludur. Yarı aralık perdeden içeri gün ışığı süzülmektedir." türü bir
şey yazmalısınız. Evet, böylesi daha uzundur. Ayrıca bu örnekte
görüldüğü gibi iyi yazması daha zordur ama yine de bu açıklayıcı
cümleler, senaryonun filme çekilirse nasıl olacağına dair daha çok şey
gösterir. Senaryonun filme çekmeye değer olup olmadığının ve ne gibi
zorluklar çıkaracağının değerlendirilmesini herkes için kolaylaştırır.

Bunun
yan ısıra senaryolar, diyalog yoluyla aksiyon ifade ederler. Bir
zamanlar Hitchcock, çoğu filmi "konuşan insanların resmi" diyerek
aşağılamıştı. Unutmayın ki burada aksiyon, dövüş, araba çarpışması ya da
patlama anlamına gelmez. Basitçe, karakterlerin düşüncelerini, sesli
olarak değil bir şeyler yaparak ifade etmeleri gerektiği anlamına gelir.
Nefis Stephen King romanlarının sinema uyarlamalarının genellikle
felaket oluşu da bundandır. Romanlarda zamanın çoğu karakterin kafasının
içinde geçer. Oysa filmlerin ve dolayısıyla senaryoların görsel
olmaları gerekir. İnsanlar bir romanda karakterin duygusal yaşamının
enine boyuna incelendiği on sayfayı okumaktan mutluluk duyabilir ama bir
filmde on dakikalık bir monolog sıkıcı gelir. Bu nedenlerle çoğu
senaryodaki diyaloglar etkileyicidir ve yerinde kullanılmıştır.

YÖNETMENİN İŞİNE KARIŞMAYIN
Senaristin
kaçınması gereken en önemli şey, kamerayı yönetmektir. Bir senaryoda,
"Kamera F.'nin yataktan kalkışını izler" gibi notlar bulunmamalı,
açıklamalar "...görürüz" ile bitmemelidir. Senaryo kurulurken amaç
okuyucuya bir film düşüncesi sunmaktır. Oysa kamerayla ilgili ayrıntılar
okuyucuyu hikayeden çıkarır, karakterlerden uzaklaştırır ve gerçek
dünyaya döndürür. Ayrıca iyi senaryo yazarları, kullandıkları dille
kamera hareketlerini kolayca ifade edebilirler.

En önemlisi de
kamerayla ne yapılacağına karar vermek bütünüyle yönetmenin işidir.
Hiçbir senaryo yazarı yönetmene işini nasıl yapacağını söyleyemez. Bu
kurala uymaması açısından Shane Black bir istisnadır ama onun da kendi
kuralları vardır.

Tabii sizin aldığınız senaryoların hiçbiri
bahsettiğimiz gibi bir senaryoya benzemez. Büyük olasılıkla ciltlenmiş
haldedir ve aralıklı olarak A4 kağıdına yazılmamıştır. Okuduğunuzda
kamera hareketlerine ilişkin notlar da görürsünüz. Ayrıca bir sürü
yersiz diyalog vardır.

Neden böyledir? Çünkü, yayınlanmış
senaryoların çoğu, senaryo yazarının son müsveddesi olan prodüksiyon
öncesi orijinal senaryo değildir. Satışa sunulan senaryolar, film
çekilip kurgulandıktan sonra hazırlanmış editörün kopyası ya da
devamlılık kopyasıdır ve daha çok tamamlanmış filmin kayıtlarından
oluşur. Onun için bir sürü kamera hareketi vardır. Bunlar masa başında
değil sette kararlaştırılan şeylerdir.

Ayrıca, yayınlanan
senaryoların pek azında filme alınmayan sahnelerin yer aldığı görülür.
Bunlar başarılı olmadığı için, oyunculuk kötü olduğundan ya da çekimler
sırasında programın gerisinde kalındığı için filmden çıkarılan sahneler
olabilir.

Woody Allen'ın "Annie Hall" filminde de benzer bir şey
oldu. Allen ve Marshall Brickman'ın senaryolarının adı "Anhedonia"ydı ve
Alvy Singer'ın çocukluğu, iki evliliği, aşk ilişkileri ve Annie ile
ilişkisinden rastgele anıların derlemesinden oluşuyordu. Fakat filmin
montajı sırasında ortaya çıkan filmin dağınık ve karmaşık olduğu hemen
anlaşıldı. Sonuçta neredeyse tamamen Annie ile Alvy'nin ilişkisine
odaklanacak biçimde montajlandı. Yayınlanan senaryoyu satın alırsanız
elinize geçen bu olur. Orijinal "Ahedonia"yı bulmanız mümkün değil.

Yayınlanan
senaryoların orijinal senaryolardan farklı olmasının bir nedeni de
pazarlamayla ilgili. Bazı yüksek bütçeli filmlerin yayınlanan
senaryoları filmin unutulmaz sahnelerinden fotoğraflarla dolu oluyor ve
böylece senaryo, satın almaya değer bir görünüm verilerek sunuluyor. Öte
yanda, Faber & Faber tarafından yayınlanan tipik senaryolar var.
Bunlar diyaloglar ve kamera notlarıyla doludur ve genellikle geleneksel
anlamda senaryo yazmayan yönetmenlerin eserleridir. Tarantino, Scorsese,
Cronenberg ya da Hal Hartley'nin elinden çıkmış böyle bir senaryo
okuduğunuzda, yine tipik bir senaryonun çarpıtılmış halini
göreceksinizdir.

Bu durumda, yayınlanmış senaryoları okuyun deriz
size. Bu size bir hikayenin perdede anlatılışıyla ve diyalog akışıyla
ilgili fikir verecektir. Ama unutmayın ki bu senaryolar filmin ortaya
çıkarıldığı orijinal senaryolar değildir.

Siz ille de orijinal
senaryonun nasıl bir şey olduğunu görmek istiyorsanız işiniz pek kolay
değil. Film şirketlerinin bize böyle bir senaryoyu vereceğini
sanmıyoruz. Ama Internet'te birkaç tane bulmanız mümkün.

Üzerinde
çalışılan belgeler olarak kabul ettiğimiz senaryolarla ilgili bir başka
önemli nokta da her şeyin çok rahat anlaşılabilecek kadar açık olması
gerektiğidir.

Her şey bir senaryoyu başlatabilir

"Dünyanın
en güzel öyküsünü yazmış olabilirsiniz, bir proje olarak değeri azsa,
filmin yapılabilmesi için para bulunamaz, hadi yapıldı diyelim, seyirci
gelmez. Endüstri seyirci getirmeyen projelerden hiç hazzetmez. Sinema
pahalı bir sanattır, o filme yatırılacak paranın ağırlığını senaristin
duyması gerekir."

Gizemli ulumalarla kederini geceye boşaltan bir
köpek, kapanan bir kapı, gülümseyen bir bebek, damlayan bir musluk, bir
insanın (bir oyuncunun?) yüzü veya her türden ruh sancısı: ihtiras,
kıskançlık, hırs, özlem, pişmanlık, hüzün, acı... her şey, bir senaryoyu
başlatabilir. Senarist, darmadağınık birtakım fikirleri yanyana
getirebilecek birikim ve yeteneğe sahipse ve ne anlatacağını biliyorsa,
bir toplu iğneden bile hareket edebilir. Nasıl olsa o iğne ait olduğu
hikayeye sizi götürecektir. Her şey rehberdir.

Ken Russell'ın
filminde Mahler'in dediği gibi, seçen sanatçı değilse, eser sanatçıyı
seçiyorsa, yeni senaryosu için öykü arayışında olan yazarın, çevresine
dikkatle bakması yeterli olacaktır.

Asistanlarımla "beyin
fırtınası"na başlarken, aralarından birinin birkaç sözcük söylemesini
isterim: -dile getiren kişiyle söze dökülen arasındaki karmaşık ilişkiyi
bir yana bırakırsak- her şeyden bağıntısız, anlamı şüpheli, bir işe
yarayacağı kuşkulu, tam da bu yüzden kışkırtıcı bir cümle... Bir
keresinde biri "Bir kadın raylara bakıyor" demişti.

"Nasıl bakıyor?" "Dikkatle."

"İntihar mı edecek?" "Düşünüyor."

Yazarlar
meraklı yaratıklardır; meğer yüzlerce soru pusuda beklermiş: "Kim bu
kadın? Yaşı kaç? Neden intiharı düşünüyor? Nasıl bir kişilik kalabalık
bir istasyonda raylara kendisini atmayı düşünür?.. Bu tür bir intihar
biçimi nasıl bir mesaj içerir?.."

"Mesaj mı... Kime?" "Kocasına." "Anlar mı?"

Bu
kez benzeri sorular kocası için soruldu, yanıtlar bulundukça, kıvılcımı
yaratan öncül motifin arkasında yatan gerçeklik kavranmaya başlandı,
film öyküsünün ucu göründü: tren yolculuğuna başlamıştı.

Kuşkusuz başka yazarların elinde, o yolculuk başka türlü biçimlenecek, belki daha ustalıklı kotarılacaktı... Önemi var mı?

Bizim
maceramız, bir kadınla oğlu arasındaki ilişkiyi eksen alan bir öyküye
vardı. Bittiğinde, her şeyi başlatan sahne, hikayede yoktu.

Ama asıl nokta şu: Raylara o biçimde bakabilecek bir kadının öyküsüydü bu. Bir resimden çıkmış ve ruhen o resme sadık kalmıştı.

Aklın
beyazperdesinde bir fotoğraf belirmişse, öykü zaten hazırdadır, o
resmin içinde: bir yaşanmışlık parçası akıp gelmiş, resmedilmiş o anı
yaratmıştır.

Yaşlı bir adamın dudakları aralanır, "Rosebud"
sözcüğü duyulur, elindeki oyuncak küre yere düşer, yuvarlanır...
Sahnenin son resmi, o genel plan dikkatle incelendiğinde, Kane'in
karakterine ilişkin binlerce bilgi ediniriz, üstün yapıtların böyle bir
gücü vardır. Bundan sonrası kolay: karakter varsa, hikaye de var
demektir... İyi olduğuna inanan bir senarist, göğsünü gere gere şöyle
haykırabilir: "Bana bir karakter verin, sinema dünyasını yerinden
oynatayım!..."

Film hikayesi yazmanın çok pratik bir formülü şu
olabilir: Sağlam iki karakter yaratın, karşılaştıkları anda unutulmaz
bir öykü başlayacaktır.

"Butch Cassidy And The Sundance
Kid-Sonsuz Ölüm" ya da "The Good, The Bad And The Ugly-İyi, Kötü,
Çirkin" filmleri bu cümlelerin içerdiği doğruya tanıktırlar.

Aklın
aynasından yansıyan bir görüntünün irdelenmesi... Ama insan aklı
binlerce görüntüyle doludur, en azından bellek imajlarla çalıştığı için
binlerce anı parçacığıyla...

İyi ya işte, bunların herhangi biri
bir film öyküsünü başlatmaya yeterli olabilir. Tek gereken, başlangıç
için neyi seçeceğini, neye itaat edeceğini bilmek ve sabırlı
olmaktır.İlk başta seçim kolay değildir elbet ama çok sağlam bir rehberi
vardır: yazarın kendisi... Yaşam ve yazar dünya güzeli bir çifttir,
yaşam yazarı döller, yazar içindeki öyküleri doğurur. Aslında "yaratmak"
sözcüğüyle kastedilen, keşfetmek, açığa çıkarmak, kayda geçirmektir.

Her
şey bir senaryoyu başlatabilir, başlama atışını duyan beyin harekete
geçer, sahnelerden repliklere, düşsel yüzlerden ürkütücü imajlara
sıçrayarak ilerlemeye koyulur, bir tren misali, "sinopsis", "tretman"
gibi tuhaf isimleri olan istasyonlar arasında sarsıla sarsıla gider,
benzersiz bir serüveni ilmek ilmek dokur, tükenir... tükenir..

Ama
öncelik hep öyküdedir, çünkü filmler öyküler üzerine inşa edilirler.
Sağlam bir öykü ise -tüm sinema tarihinin de gösterdiği gibi- az bulunur
bir nesnedir, çünkü benzersizdir... Başlangıçta senaristin elinde
bulunan parçacıklar, belki bir görüntü ya da birkaç replik, zavallı
yazar, elindeki tek bir parçacığın bile, bütünün özelliklerini
taşıdığını kavrayana kadar uçsuz bucaksız bir otlakta oynaşan vahşi
atlar gibi beyninde döner durur. Eyerlemek olanak dışıdır, çıplak
sırtlarına binme cesaretini göstermek ve orada, sonsuza kadar sürmüş
gibi gelen birkaç dakika boyunca kalabilmek gerekir. Usta rodeocuların
elinde o parçacıklar, eninde sonunda uysallaşır, gizlerini açığa
çıkarmaya boyun eğerler.

Fakat süreç nasıl da karmaşıktır, her
şey her yere ait gibi görünür, eldeki malzeme sanki, birbirine pek az
benzeyen onlarca öyküye de uygundur, ne yönden ilerleyeceğinizi
bilemezsiniz. Öykü kâh vardır, kâh sisler ardında kayboluverir, her
şeyin arap saçına dönmesi an meselesidir; açılışı yapacağı sanılan öğe,
gidip finale yerleşebilir, bir diğeri, doğduğu an, eski bir yaratının
kardeşi olduğunu haykırır, oysa yazar onu, uzak bir kuzen olarak bile
değerlendirmemiş, bir başka senaryoya ait sanmıştır.

Yazarı,
kendi niteliklerinden kuşkuya düşüren sarsıcı süreçlerin ilki böyle
yaşanır. Bir sınıf dolusu çocukla baş başa kalmışsınızdır, falanca
replik, üstü başı kir pas içinde okula gelen bir afacandır, çekidüzen
vermek zordur. Filan karakter, dersine çalışmaz, üstelik sözlüde bir
bilge gibi susar, oysa sözlerine ihtiyacınız vardır. Bir tema parçacığı,
hep okul birincisi olan çocuk kılığındadır, öneminin bilincindedir,
kraldan çok kralcı kesilir, daha çok öğrenmek için yapıp tutuşur, yerli
yersiz sorularla hocasının ustalığını sınamaya kalkışır, arkadaşlarını
acımasızca yargılar.

Biri sınıfta uçurtma uçurur, bir başkası
altınıza raptiye koyar, arkanızı döndüğünüz an sınıfta bir vaveyla
kopar... Onları mezun edeceğiniz (başkalarının beğenisine
sunabileceğiniz) günün hayaliyle uğraşıp durursunuz... Ve sık sık,
bırakın mezun olmayı, okuma yazma öğrenmeyi bile başaramayacaklarına
inanırsınız.

Sabretmek gerekir. O taraftan olmuyorsa öteki yandan
yaklaşırsınız çocuklara, onları dinlemeyi öğrenir, anlamaya
çalışırsınız. Çünkü seversiniz onları, "mürüvvetlerini görmek" için
yanıp tutuşursunuz. Vazgeçmek, onlara ihanettir, siz olmasanız, onlar da
olamayacaklardır, uğraşmak zorundasınızdır.

Maalesef senaryo
yazmanın bir başka yöntemi henüz bilinmiyor: sorularla tasarlamayla,
keşfetmekle, uydurmakla geçen binlerce saatten sonra, bir de harfleri
yanyana dizip sözcükler, cümleler, sahneler oluşturmanız, okudukça
dünyanın en iyi senaristi olduğunuza kanaat getirip bir sonraki sayfada
kendinizden nefret etmeniz, defalarca değişiklikler yapmanız gerekiyor.

Ve sonra yapımcının, yönetmenin, oyuncuların soruları, hatta değişiklik talepleri gelir...

Aylarca süren angarya, benzersiz bir hamallık!..

Senaryo yazmak, angaryadan mazoşist bir zevk almaktır.

Tema
filmleri de vardır kuşkusuz ama onlarda da süreç aynıdır. Kieslowski
ile senaristi Krzystof Piesiewicz, özgürlük teması üzerine kuracakları
filmin öyküsünü tartışmak için bir araya geldiklerinde yine ortada
birkaç kırıntı dışında bir şey yoktu. Belki biri, "Üç Renk: Mavi"
filmini hapisten çıkan bir adamla başlatmayı önermiş bile olabilir.
Herhalde özgürlük temasını saatlerce tartışıp sanat alanına yoğunlaşmaya
karar vermişlerdir. Öykünün ucu, o sıralarda görünmüş olsa gerek.

Bazende
ortaya bir fikir atılır, örneğin bir stüdyo yöneticisi, bir senaristi
arayıp, "çılgın, sevimli, dağınık bir polisle, düzenli, saygın, aile
babası olan ortağının macerasını ele alan bir film yapalım" diyebilir,
belki "Lethal Weapon-Cehennem Silahı" filmine böyle başlanmıştır, ama
dikkat, telefon konuşması sürerken, ortada hâlâ öykü yoktur.

"Leoparın
Kuyruğu"nun yaratıcısı, kimi röportajlarında, "yapımcı Turgut Yasalar,
senarist Turgut Yasalar'a, az mekanlı, az kişili bir öykü siparişi
verdi" diyor. Güzel cümle, hoş bir gerçeği dile getiriyor: sipariş
anında öykü yok henüz, senarist çalışıp hazırlamış.

Biraz farklı
bir örnek: Robert Altman'ın "The Player-Oyuncu" filminde 5-6 cümleyle
dinlediği öyküler arasından seçim yapmakla yükümlü olan stüdyo
yöneticisi Tim Robbins'e, bir senarist şunu önerir: "'The Graduate-Aşk
Mevsimi'nin devamını yapalım'. Ortada yine öykü yoktur ama daha net bir
şeyler vardır, bir Hollywood stüdyosunun yöneticisi, "The Graduate 2"nin
içermesi gereken öğeleri ezbere sayabilir.

Demek ki film öyküsü
yazmanın tek yolu, bir imgenin peşine takılıp narin bir kelebek gibi o
daldan ötekine uçmak değildir. Belirli bir tarif, bir sipariş üzerine
öykü yazılabilir. Aslına bakılırsa bu yöntem, endüstri için çok
gereklidir. Çünkü sinema filmleri, yapımcılar tarafından... seyirci için
yapılır. Senaristler tuhaf yaratıklar oldukları için de yapımcılar,
onların keyfine kalırsa endüstrinin batacağını bilirler.

Yapımcı
daha da enteresan bir yaratıktır, varoluşunun anlamını, eldeki
senarynonun tarihin o döneminde seyirci nezdinde bir karşılığı olup
olmadığı sorusuna dayandırır, çünkü harcayacağı milyarların geri dönmesi
kaygısını taşımaktadır. Film yapımı sırasında paranın her gün oluk oluk
akıp gidişini izlemek, insanın ruhunu zedeliyormuş, öyle söylüyorlar,
bu doğruysa yapımcı da kendince haklıdır.

Bu haklılığın bilinciyle bazen şöyle cümleler ediverir: "Tom Cruise ve Nicole Kidman için bir aşk filmi yazsana bana."

"Stephen
King'in Hiddet isimli öyküsünü Türkiye'ye adapte edelim. Fakat telif
ödemek istemiyorum ona göre, öyle uyarla ki onun olduğu anlaşılmasın."
&nbs p; Nasıl yani?..

Böyle zamanlarda, kafası sanat
düşleriyle dolu olan genç senarist, ustası David Mamet'in sözünü
anımsar: "Yapımcıların sanatla ilişkisi, giyotinin hukukla ilişkisine
benzer."

Hangi yöntemle yazılırsa yazılsın, neye hizmet ederse
etsin, sonuç olarak öykünün, kimi özellikler taşıması gerekir. Şu soru
önemlidir: bu hikayenin bir proje olarak değeri ne?

Dünyanın en
güzel öyküsünü yazmış olabilirsiniz, bir proje olarak değeri azsa,
filmin yapılabilmesi için para bulunamaz, hadi yapıldı diyelim, seyirci
gelmez. Endüstri denen masal devi ise, seyirciyi getiremeyen projelerden
hiç hazzetmez.

Sinema pahalı bir sanattır, o filme yatırılacak
paranın ağırlığını senaristin duyması gerekir, her şey bir yana, iki
senaryosu iş yapmazsa, üçüncüsünü kimseye kabul ettiremeyeceği için.

Etkilendiğiniz
herhangi bir şeyden hareketle senaryo yazmak şiirsel bir süreçtir,
proje kavramını temel almak ise, mimari tasarımlara benzer. Kuşkusuz
yaratıcı bir iştir ama yapılacak binanın öncelikle kimi ilkel
gereksinimlere cevap vermesi gerekir: dünyanın en güzel köşkünü, içine
tuvalet koymadan inşa etmek, kime ne kazandırır ki?

Bu yüzden
senaristin, yaratma esrikliğini, doğum sancılarını, kendini Tanrı gibi
hissetmeyi falan bir yana bırakıp bitirdiği öykünün bir proje olarak
değerini amansız bir sorgulamadan geçirmesi gerekir: bu fikirden bir
senaryo olur mu? Nasıl bir film çıkar? O filmi ben izlemek istiyor
muyum? Birisi çekmek isteyecek mi? Böyle bir filme, hangi nedenle olursa
olsun ihtiyaç var mı? Yapımcı bu senaryoya neden para yatıracak?

En vahimi: Seyirci neden bu filme gelecek?

Seyirci
dünyanın en güzel köşkünde tuvalete gidecek olan kişidir. Onu tek
ilgilendiren kendi ihtiyacıdır, sıkıştığında estetik değerler umrunda
bile olmaz.

O yüzden zorunludur bu soruların yanıtlanması. Bayağı
ve onur kırıcı olduklarını biliyorum, çok da sıkıcılar ama yaşam
kurtarırlar. Sinema tarihi aynı zamanda, bu soruları zamanında sormamış
ya da doğru karşılıkları bulamamış senaristler mezarlığıdır.
Kendileriyle birlikte kimi yönetmen ve yapımcıları da sürüklemiş
olmaları neyi değiştirir: ölüler yalnızdır.

Şeytan ayrıntıda gizli

Şimdi biraz daha derine inip ve filmlerin üzerine kurulduğu, hikaye anlatımında yardımcı, küçük destek noktalarına göz atalım.

Bunca
zaman sonra ressamların hâlâ çiçek resmi yapmaları gibi yazarlar da
hâlâ dedektif hikayeleri, korku ya da aşk romanları yazıyorlar ve aynı
şekilde sinemacılar hâlâ aynı beş altı hikayeyi çekiyorlar. Ama yine de
hâlâ karıştırarak, birleştirerek ya da değiş tokuş ederek sanat eserleri
yaratılıyor: bütün mainstream filmlerin, düzenli aralıklarla meydana
gelen belli başlı izlek noktalarıyla bir başlangıcı, ortası ve sonu
olmasına rağmen, bu babadan kalma eski hikayelere çeki düzen vermenin
çeşitli yolları var. İşte bu nedenle senaryo yazarları ve yönetmenler,
karakterleri seyredenlerin gözünde ete kemiğe büründürmek, sinema
dünyasını inandırıcı yapmak, boşluktaki noktaları ve kişisel çıkmazları
sonuca bağlamak ve böylece filmin sonunu daha tatmin edici kılmak için
tasarlanmış hikaye anlatma teknikleri kullanırlar.

Başka bir
deyişle, her karakterin kendi hikayesi olur ve bu hikayeler, filmin
sonunu önceden sezdiren, hepimizin istediği gibi özenle dokunmuş bir
çözülme sağlamak için asıl hikayeye bağlanır.

Önceden sezdirme
"Goldfinger"da
filmin Fort Knox sonunu daha etkileyici hale getirmek için önceden
sezdirme yöntemi kullanılır. Giriş bölümünde 007, gizlice bir eroin
imalathanesine girdiğinde "iş üzerindeyken" saldırıya uğrar. Bunun
üzerine saldırganı küvete fırlatır ve elektrikli bir ısıtıcıyı küvete
sokarak adamı öldürür. Şimdi golf klübündeki sahneye atlayalım.
Goldfinger, 007'yi uyarmak için Oddjob'ın çelik kenarlı zarif şapkasını
fırlatarak bir heykelin kafasını uçurmasını sağlar.

James ile
Oddjob'ın bir sonraki karşılaşmalarında şapka gerçekten önemli rol
oynar. Oddjob, ölen altın kızın intikam peşindeki kızkardeşi Tilly
Masterson'ı, şapkasıyla boynunu kırarak öldürür. Fort Knox düğüm
noktasına doğru ilerlerken, Oddjob, şapkasını bu kez James Bond'a
fırlatır ama Bond aniden eğilince şapka demir parmaklıklar arasına
sıkışır. Oddjob, şapkasını almaya gittiğinde James, kopuk bir elektrik
kablosunu yakalayıp demir parmaklıklara değdirir ve böylece saldırgana
elektrik verir. Filmin sonundaki bütün unsurlar -şapka, Oddjob'ın boyun
kesme peşinde olduğu, elektrik kablosunun yaratıcı kullanımı- daha önce
üstü kapalı biçimde filmde ima edilmiş ve böylece sonuç seyirci için
daha tatmin edici hale getirilmişti.

"Goldfinger"daki önceden
sezdirme oldukça gizli kapaklıdır, yani "Top Gun"daki açık sezdirmeye
benzemez. Böylece ortaya, hem sonu kolaylıkla tahmin edilebilen
eğlenceli bir film hem de bu sayfada kullanmak için ideal bir örnek
çıkmış olur.

Açılış sahnesi. Maverick (Tom Cruise) ve Cougar, tek
başına sanarak yolunu kestikleri MiG uçağın tek başına olmadığını,
yanında bir uçağın daha olduğunu farkederler.

Ne ekersen onu biçersin
Maverick,
Top gun okuluna gider ve orada, çektiği numaralara ve kuleye çok
yaklaşarak yaptığı fiyakalı uçuşlarına rağmen Iceman'in (Val Kilmer)
arkasından ikinci olur. Mav ile Goose'un kullandıkları F-14 Ice'ın
jetinin arkasında bıraktığı ateşe yakalanır. Mav, uçuş arkadaşı Goose'u
kaybettikten sonra depresyona girer ve deli gibi içmeye başlar.

Filmin
zirve noktasındaki kapışma sahnesinde bütün bu olaylar yer alır.
Sürpriz; beklenenden daha fazla MiG uçağı vardır. Maverick kafayı bulur.
Birinin jetinden çıkan ateşe tutulur. Ortağını bırakmayı reddeder.
Yeniden fren numarasını yapar. Hatta sonunda, Kelly McGillis'le
karşılaşmak üzere yere inmeden önce yine kuleye çok yakın uçarak kontrol
kulesindeki adamın kahvesini döker.

Sinemada hikaye anlatımını
destekleyen faktörlerden bir diğerini, "backstory"yi barındırması
açısından da aynı derecede iyi bir örnek, "Top Gun". Önceden, Mav'in
ailesinin orduda pek de iyi bir ismi olmadığını öğreniriz.

Goose
öldüğünde, Viper Mav'e babasıyla ilgili gerçeği söyler. Gelmiş geçmiş en
zorlu çatışmalardan biri sırasında babasının F-4'ü hasar görmüş, fakat
baba Mav, geri dönmek yerine üç arkadaşının hayatını kurtarmak için
kalmıştır. Çatışma, haritaya göre yanlış bir hava sahasında
gerçekleştiğinden askeriye, adamın cesaretini asla takdir edememiştir.

İyi
kullanıldığında "backstory" gerçekten bir filmi zenginleştirebilir. En
iyi sinemacılar, karakterlerin kendi hikayelerinin de en az filmdeki ana
aksiyon kadar iyi olmasını sağlamaya çalışırlar. "Rezervuar
Köpekleri"nde Tarantino, karakterlerin hikayelerini flashback'lerle
anlatır. Böylece, ana aksiyonun yanısıra Beyaz'ın, Sarı'nın, Turuncu'nun
hikayelerini de ortaya koyar. "Top Gun"a göre alışılmışın çok daha
dışında bir yöntemle.

Spielberg de bunu yapar. "Indiana Jones And
The Last Crusade"in açılışında Genç Indy'nin (River Phoenix) hikayesini
anlatarak Indy ile babası arasındaki ilişkiyi oturtmakla kalmaz ayrıca
Indiana'nın köpeğinin adı olduğunu açıklar ve kahramanı tanımlayan,
karakteriyle ilgili dört unsuru ortaya koyar: kamçı, şapka, çenesindeki
yara ve yılan korkusu.

Karakter özellikleri ve bunların bir
şekilde olaya bağlanışı, hikaye anlatmada kullanılan bir başka yöntem.
Karakter özellikleri filmlerde sık sık önemli dönüm noktaları haline
gelir. Tabii bu genellikle o kadar kötü yapılır ki sonraki sahneyi
önceden tahmin ettirmekten başka işe yaramaz. Yükseklik korkusu mu var? O
zaman çatıda geçecek bir sahne beklersiniz. "Goldeneye"da, filmin
başından itibaren Rus bilgisayar kurdu Boris'in tükenmez kalemini açıp
kapamak gibi bir tiki olduğunu biliriz. Küçücük bir ayrıntı, hikayede
kocaman bir dönüm noktası. Filmin sonunda Boris, farkında olmadan
007'nin patlayan tükenmez kalemini eline alır ve öylesine açıp kapamaya
başlar. Biz, tıpkı James gibi kalemin her an patlayabileceğinin
farkındayızdır; ki zaten patlar.

Şimdi, "Goldeneye"daki
bomba-kalem numarası işe yarar çünkü biz olayları Bond'un bakış
açısından görürüz. Bakış açısı temelde hikaye anlatımını etkileyen en
önemli şeylerden biridir. Seyircinin filmde olanları nasıl anlayacağını,
kiminle aynı tarafta hissedeceğini ve ne bileceğini belirler. Çoğu
filmde seyirci her şeyi bir ya da iki ana karakterin bakış açısından
görür ve genellikle bu karakterlerle özdeşleşir.

Örneğin
"Deliverance"ta her şeyi dört çocuğun bakışıyla görür ve onlarla
özdeşleşirsiniz. "Sıkı Dostlar"da filmin başından sonuna kadar Henry
Hill'le birliktesinizdir ve dolayısıyla Henry'nin gözündeki Jimmy
Conway'i ve Tommy DeVito'yu tanırsınız. Tıpkı, kötü adam Sarı'nın
gözündeki Beyaz'ı ve Turuncu'yu tanıdığınız gibi... Bu karakterlerin
hepsi suçludur ama olayları belli karakterlerin bulunduğu noktadan
gördüğümüz için onlardan yanayızdır. "Ucuz Roman"ın çabuk çabuk konuşan
katilleri Jules ve Vincent'tan yana olduğumuz gibi...

Mainstream
filmlerden herhangi birine baktığınızda, hem olayları belli
karakterlerin gözünden izlediğimizi hem de bu karakterlerin filmin
sonraki aşamalarında ortaya çıkacak aksiyonu önceleyen kendi hikayeleri
olduğunu görürsünüz.

DÖNÜM NOKTASI: FARKLI KARAKTERLER FARKLI BAKIŞ AÇILARI

Zaman
zaman, bize daha az bilgi sunan ve kurallara uymayan filmlerle
karşılaşırız. Bu iddialı çıkışlar başarılı olduklarında bizi çok daha
tatmin eden bir film seyretmiş oluruz. "Ucuz Roman", değişik zamanlarda
değişik karakterlerin bakış açılarıyla hikayeyi keserek bakış açısıyla
ilgili kuralı defalarca bozar. "Evet, herkes sakin olsun. Bu bir
soygundur." sahnesiyle film, hırsızların bakış açısından başlar. Filmin
sonunda aynı sahneyi bu kez Jules ve Vincent'ın gözünden izleriz. Aynı
şekilde, tuvaletteki çocuğun Jules ile Vincent'ın, arkadaşlarını
öldürdüğünü duyduğu sahneyi önce öldürenlerin sonra çocuğun gözünden
izleriz. Film boyunca, ana hikayedeki asıl karakterlerin yan hikayelerde
ikinci dereceden karakterlere dönüştüklerini görürüz. "Ucuz Roman"ın
belli başlı bütün bölümlerinde bu tekrarlanır. Tabii bu riskli bir
yöntemdir. 1991 yılındaki "Slacker"ın hikayesi gibi, karakterlerden
hiçbiriyle özdeşleşemediğiniz, konudan konuya atlayan, darmadağınık bir
hikaye de çıkabilir ortaya. Böylesine karmaşık dönüşleri kolay anlaşılır
hale getirmek de Tarantino'nun başarısı.

1. Vincent ve Jules'un Big Kahuna Burger yiyenleri infaz edişleri iki kez gösterilir.

2. Soygun, hem dikkat çekici bir açılış sahnesidir...
3. ... hem de açıkta kalan uçları bağlama ve birçok hikayeyi birleştirmek için yeterince etkili bir son.
4. Vincent, hem Butch'un hikayesinde hem barda hem de boksörün dairesinde iki kere görülür.

Buradaki
bilgiler Senaryo Yazım Kurslarında anlatılmaktadır. Bu bilgiler, Altuğ
Işığan ve Tamer Baran'ın notlarından derlenmiştir.











***************************

Senaryo nedir:

Senaryonun temeli "bir hikâye en iyi şekilde
nasıl anlatılır?" sorusudur. Eğer iyi bir hikâyeniz varsa onu anlatmak
için iyi bir senaryo ilk şarttır. Hitchcock'un dediği gibi "iyi bir film
çekmek için 3 şey lazımdır: Senaryo, senaryo ve de senaryo".


Senaryolar
önceleri edebiyattan, sonraları tiyatrodan geliyordu. Ardından çıkan
'özgün senaryo' kavramı ise hikâyeleri sadece sinema için yazmak ve
görselliği düşünen bir şekilde anlatmak anlamındadır.

İyi bir
senaryonun temel özellikleri nelerdir: İyi bir senaryonun ilk şartı
hikâyenin iyi olmasıdır. Hikâye yöresel olmamalı, sınırları asmalı, tüm
dünya insanlarına ulaşmalı. Hikâyenin bir çıkış noktası olmalı. Senaryo
"Ben ne anlatacağım?", "Bir mesaj veriyor mu?" soruları ile kurulmalı.
Burada mesajı bilgi olarak verip, altını çizip dikte etmek seyirciyi
sıkmanın en kestirme yolu. Örneğin bir kıskançlık hikâyesi olan 'Raging
Bull' filminde 'kıskançlık' üzerine tek bir kelime geçmez. "Hansel ile
Gratel" masalı aslen sütten kesilen içerlemiş çocuğun halen ana babaya
yemek konusundaki bağlılığını anlatır. Ama bu mesaj gayet iyi gizlenmiş
durumda.



Beni motive eden bir cümlem var ve bunu anlatmak
istiyorum. En basit şekilde nasıl anlatabilirim? Ne olursa olsun hikâye
en basit şekilde, tepeden bakıp görerek anlatılmalı. İçine girildiğinde
detaylarda boğulmak çok kolay. Bazı şeyler de saklanmalı. Senaryoya
koyduklarımız kadar koymadıklarımız da önemli. Bilmemek seyirciyi
heyecanlandırır ve meraklandırır. Olası şeylerin söylenmesi de heyecanı
arttırır. Pilota annesinin 'Aman oğlum bugün uçma kötü bir rüya gördüm'
demesi gibi.



Senaryo yazmaya nasıl başlanır:

Senaryo
yazmak, sürekli senaryo yazılarak öğrenilir. Üzerinde defalarca
çalışılan ve birçok revizyonlardan geçen bir senaryo final haline
ulaşır. Senaryo yazarken ekonomik olmak çok önemlidir. Ne bir fazla ne
bir eksik, bir yap-bozun parçaları gibi hersek tam olmalıdır. Senaryo
yazarken kural-kaide düşünülmeden önce hikâye yazılır. Gerektiğini
hissettiğimiz herzeyi yazarız. Düzenli bir şekilde çalışarak hergün bir
saat ayrılarak bir sayfa senaryo yazılsa bu yılda yaklaşık üç senaryo
eder. Fikir almak, kişilere anlatıp onların düşüncelerini öğrenmek
yapılacak düzeltmelere yardımcı olabilir. Yazarın en sevdiği kısmi bile
atabilmesi gerekir.

Tekrar tekrar yazılarak senaryo son halini
alır. Ustalık öncelikle birsiyi öğrenmek, öğrenilenlerle zoru
kolaylaştırmak; kolayı her gün yaparak güzelleştirmek olarak
tanımlanabilir ki bu senaryo yazımı için de geçerli. Kurallara gelince,
senaryoyu düzelten profesyoneller de bulunabilir. En son aşamada
onlardan yardım alınabilir. Senaryo yazmanın altın kuralları: yoldan
ayrılma, ana temada kal, sahneleri uzatma, seyirciyi sıkma.



Senaryo kimin hikâyesini anlatır:

Film
kaç kişi üzerine olursa olsun, episodik olanlar yani bölümlere
ayrılarak farklı hikâyeler anlatanlar haricinde, bir tek kişinin
hikâyesini anlatır. Nasıl bir insanin hayati 'karakter' olabilir?


Niye
bizler hikâye olamıyoruz. Temel sebep kendimiz ortaya çıkıp 'ben şunu
yaşadım ben bunu yaşadım' demek durumundayız ve bunu yapmıyoruz. Ya da
hikâye olacak yaşıyor muyuz gerçekte? Tekdüze bir hayatimiz mi var?
Burada söylenmesi gereken TV'nin bizlere ne olduğumuzu, sinema ne
olamadığımız gösteriyor olduğu. Filmden zevk almamızın temel sebebi;
yapamadıklarımızı, olamadıklarımızı, kahramanın ayakkabıları içine
girerek yaşıyormuş hissine kapılmamızdır. (James Bond gibi tür
filmlerini biraz ayrı tutmak gerekiyor)



Filmimizde ana
karakter, antigonist (yani kötü karakter), ana karakterin hikâyesi, ana
hikâye ile tamamen ayni paralellikte gidiş gösteren 'sub story' bulunur.
Ana tema dış çatışmayı anlatırken, sub story karakterin duygusal yönünü
ve iç çatışmayı anlatır. Bu yan hikâye anlatılmazsa eksiklik
hissedilebilir. Diyaloglar da buna göre beslenir.



Anlatılan
hikâye karakterin hikâyesi olmaktan çıkıp seyircinin kendi hikâyesi
olmaya baslarsa yani seyirciler kendini ne kadar o role koyabilirse,
senaryo da o kadar hedefe ulaşmış demektir. Burada seyircinin bunu
kabullenmeye hazır olarak sinemaya gelmesi avantajdır.



Karakter
seçilirken sıradan olan, daha çok zorluk çekecek olan tercih edilir.
Örneğin yüzüğü dağa gotürüp atmak ve amansız kötülüğe son vermek görevi
savaşçıya değil ufak tefek, korkak ve evinden çıkmak istemeyen birine
verilir. Zaten sonuca ulaşmak kolay olsa hikâyede olmaz. Yüzüğü alıp
gotürüverse ve bir çırpıda yanardağa atsa macera olmaz.

Aynı
zamanda bir çatışma yaratılır. Başrol kızı seviyor 'evlen benimle'
diyor. Cevap 'evet' olursa bu bir hikâye değildir. 'Hayır', 'noolur
evlen', 'kesin olmaz', 'ölüyorum senin için', 'iyi git o zaman Kaf
dağından 3 elma getir' .Böylece macera başlamış olur. Macera
anlatılırken hikâyelerdeki iyi-kötü arasındaki mesafe ne kadar büyük
olursa, film de o kadar heyecanlı olur. İyi ve kötü farklı amaçlarla da
olsa aynı hedefe koşarlar (yüzük, ask, vb). Aynı zamanda pasif karakter
ile hikâye anlatılmaz. Pasif karakter dramatik etkiyi
kuvvetlendirdiğinden ancak bazen etkili olur



Dünyanın en
iyi oyuncuları çocuklar, hayvanlar ve sokaktaki insanlardır. Sadece
kendilerini oynarlar. 15 dakika sonra kamera ve ışıklara olan
çekingenliklerini kaybederler. Örneğin Kustarika, 'Çingeneler Zamanı�nda
gerçekten o hayatı yaşayan çingeneleri oynattı. 'Tanrıkent' sokak
çocuklarının hayatını onların içinden çocuklarla son derece başarılı bir
şekilde anlattı. Burada yönetmenin gücü çok büyük. Oyuncu ise ancak
başkasını oynayınca 'oyuncu' olur.



Senaryo hikâyeyi nasıl anlatır:

Sinemada
temel amaç inandırıcılık olduğundan, gerçekçi olma çabası gereksizdir.
Gerçekçilik televizyon için geçerli bir konu. Senaryolar duyulmamışı
anlatmalı ve inandırıcı bir atmosfer yaratmalı. Seyirci de zaten
sinemaya inanmaya hazır bir şekilde gelir.

Film yaparken hep bir
çatışma durumu vardır. Sessiz sahne arkasından aksiyon, birbiri ardına
gündüz-gece, hüzün-neşe gibi. Film hep kontrastlarla anlatılır. Örneğin
bir kiliseye girildiğinde atmosferden dolayı kişilerin ruh durumu,
tutumu değişir. Daha sessiz olunmaya çalışılır. Bir anda sokaktan gelen
taşkın bir grubun kiliseyi basması ile atmosfer bir anda değişir. Aynı
atmosferde ayni anda iki farklı durum olamaz. Başka bir örnek, ölüm
haberi gelen bir düğünün bir anda neşesini kaybetmesi olarak
verilebilir.



Senaryonun anlatımının temellerinden biri
dramadır. Dramayı ele aldığımızda objektif drama ya da sübjektif drama
kullanılabiliriz. Objektif dramayı, tanımasak bile insanlar için üzülmek
ya da endişelenmek olarak tanımlayabiliriz. Duvarda yürüyen bir bebek
için tanımadığımız halde düşecek mi diye korkarız. Sübjektif dramada ise
karakteri tanırız. Korkularını biliriz ve karakteri bu korkulacak durum
içine koyarsak seyirce de korkar.



Gerilimi yüksek
tutmanın ve akılda kalıcılığın daha kolay sağlanması için ani bir
şoktansa, seyircinin bildiği ancak karakterin bilmediği bir tehlike daha
etkili olur. Bir anlık bomba patlaması yerine bir masa altına bomba
koyulduğunu göstermek ve karakterin bundan habersizce sandalyeye
oturulup bu masada yemek yemesi çok daha büyük ve etkili bir gerilim
yaratır. Bu şekilde tansiyonun uzun süre yüksek tutulması sağlanabilir.



Tesadüfler
ancak karakterin aleyhine islerse ve hedefler zorlaşırsa seyirci
inanır. Aksi taktirde hedefi kolaylaştıran tesadüfler karakteri
pasifleştirir ve filmdeki gerçekçilik duygusunu bozar



Senaryoda görsellik nasıl anlatılır:

Bir
senaryo ana fikirden yola çıkar. Senaryo yazılırken önce bunun
"snopsis"i sonra "threatment"i yazılır. Yani her sahnede neler olacağı
önce sadece görsel olarak anlatılır. Diyaloglar hale hazırda
yazılmamıştır. Sonrasında resimlerin yetmediği yerde senaryo yazarken
diyaloglar sadece gerektiğinde araya girer.


Film çıkışında
hiçbir diyalog kolay kolay hatırda kalmaz. Görsel hafızanın daha
kuvvetli olması sebebi ile sinemayı sinema yapan görselliğidir.
Karakteri yaptığı şeyler tanımlar. Karakter aksiyonun içine atılınca bir
reaksiyon gösterir ve böylece karakteri ortaya çıkar. Hisler
hareketlerle daha belirgin bir şekilde ortaya koyulur. Örneğin "senden
nefret ediyorum" demektense tokat atmak daha etkili olur ve akılda
kalır.



Diyaloglar akıldan geldiği gibi konuşuluyormuş
havası verilmelidir. Bir şair günlük hayatında sürekli şiirsel konuşmaz.
Her insanın ve mesleğin kendi konuşma tarzı vardır. Bunları yazmak için
gerekirse o insanlarla vakit geçirme ve onları konuşturup dinlemek iyi
olabilir. Ancak şu unutulmamalı ki, film görseldir, temel amaç
aksiyonlarla hikâye anlatmaktır ve diyaloglar üzerine kurulmaz.
Diyaloglar endirekt mesajlar, gelecek, geçmiş hakkında bilgiler
verebilir. Diyaloglar TV çıktıktan sonra çıkan bir şeydir. Oyuncuyu da
oyuncu yapan söyledikleri değil davranışlarıdır.



Senaryo
yazılırken başka kimsenin işine karışmamak gerekir. Filmde her çalışan
bir şey katar. Örneğin kameramanlara nasıl çekim yapılacağı söylenmez.
Kameraman açıları, konsepti, ışığı, ekipmanları kullanarak görselliği
arttırır. Oyuncuya öğüt verilmez, dekora karışılmaz. Söyle denir "1930
Karaköy'de bir otel". Gerisi yönetmen, görüntü yönetmeni, sanat
yönetmeni, kameraman ve diğer kişilerin halledeceği detaylardır. Mesela
oda duvarının renginin ne olduğu senaryoda bir detay ve önem taşıyan bir
mesele ise verilir yoksa kimsenin işine karışmaya gerek yok. Müzik, ses
ve efektler de konuyu besler. Ancak senarist eğer senaryosu için özel
bir anlam ifade etmiyorsa yine kullanılacak müziklere de karışmaz.



Senaryo teknik bilgisine kimler sahip olmalı:

Senaryodan
teknik anlamda film yapan herkes anlamalıdır. Prodüktör senaryonun
genel beğeniye uygun olup olmadığını bilebilmeli ki ona göre yatırım
yapsın ve oynadığı bu kumarda batmasın (bir sürü para
yatıracak);yönetmen senaryoyu çekerken eksikleri olup olmadığını
görebilmeli; oyuncu, kameraman, ışıkçı, sesçi herkes başarılı bir film
için senaryo nedir konusunda bilgili olmalı. Hollywood'da binlerce
senarist ajanslara bağlı çalışıyor.


Prodüktöre gelene kadar
senaryolar birçok kez okunur ve kontrol etmeye ve düzeltmeye yönelik
çalışan profesyoneller tarafından da incelenir. Anlaşmaya göre film
çekilirken senaryonun kelimesine bile dokunulmayabilir ya da sadece
fikir de satılmış olabilir. Bu durumda yönetmen ve yapımcı bunu istediği
gibi yorumlar ve çeker.


Film çekimi sırasında Türkiye'de
yönetmen mutlak güç. Amerika'da ise prodüktörler son sözü söyler. Kendi
kurgucuları vardır ve yönetmeni kurguya sokmazlar. Yönetmenler piyasaya
sürülen filmlerini ancak galada görürler. Bunun sebebi yönetmenlerin
gelende filmi daha uzun tutma eğilimleri ve en sevdikleri kısımları
kurguda çıkartmalarının kolay olmayışıdır. Bununla birlikte bazı filmler
"Director's cut" denilen yönetmenin kurgusu da daha sonra piyasa
verilmekte. Yönetmenin isi kabaca takimini motive etmek, yönlendirmek,
oyuncu seçmek(majorler bunun dışında tutulabilir, onlarsa star sistemi
var) olarak tanımlanabilir.


Şekil Olarak Senaryo:


Senaryoya format olarak baktığımızda ana iki tür görüyoruz;

1-
Fransız/İtalyan formatı: Sahne tanımlarının (mekânın, iç/dış çekim,
gece gündüz çekimi gibi bilgiler) senaryonun sol kısmında tanımlanırken,
o sahnede geçen diyaloglar sağ tarafta yer alır.

2- Amerikan formatı: Sahne tanımlarının sonrasında, o sahnenin diyalogları sayfanın ortasına gelecek şekilde yazılır.


Herhangi
bir resim ya da yazı formatlama (koyu yazı, altçizgili) kullanılmaz. 12
boyutunda 'Courier' font kullanılarak dümdüz yazılır. Senaryoda her
sayfa 1 dakikayı ifade eder. Yani iki saatlik bir filmin senaryosu 120
sayfadır. Bundan sonraki örneklerde hep filmimizi 120 dakikalık, yani
120 sayfalık bir senaryo gibi düşünelim.

Joe ESZTERHAS�TAN Senaristlere Tavsiyeler:
http://www.senarist.info/wordpress/yazilar/joe-eszterhastan-senaristlere-tavsiyeler/

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

senaryo nasıl yazılır Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6717
Rep Gücü : 10015153
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

senaryo nasıl yazılır Empty
MesajKonu: Geri: senaryo nasıl yazılır   senaryo nasıl yazılır Icon_minitimePaz Ağus. 14, 2011 8:14 am

Senaryo yazmak için öncelikle bir hikayeniz olmalı ve yazılmış bir senaryoyu incelemelisiniz.
Hikayenizdeki karakterler, dil, giriş, gelişme, sonuç gibi bazı unsurlar önemli...
Kısa film senaryoları ilk etap için size yardımcı olabilir. İnceleme sonrasında yazım teknikleri
hakkında ön bir bilgi edinmiş olursunuz ve sonrasında bazı programlar var. Bu programlar yardımı ile daha rahat
yazabilirsiniz. Birde yazacağınız senaryoda hangi tekniği kullanacağınıza göre değişebilir.
Senaryo Yazarları Derneğinin (SENDER) web sitesinde yer alan bazı dökümanlardan
faydalanabilirsiniz. Derneğin ve derneğe bağlı olmadan bazı yazarların yazıştıkları forumları
var onlarında mutlaka size katkısı olacaktır. Bazı özel paylaşımlar genelden paylaşılmasada
örnek olabilecek senaryoları temin edebilirsiniz. Yarışmaya katılırsanız şimdiden başarılar dileriz

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

senaryo nasıl yazılır Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
senaryo nasıl yazılır
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Prostat Kanserinde Bitkisel Tedavi
» IP Adresinizi Gizlemenin ve Anonim Kalmanın 4 Kolay Yolu
» EBCED-CİFİR tarihi..dini hükmü
» BİMER yerine CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) geldi CİMER Nedir? Nasıl Başvuru Yapılır? Kaynak: CİMER Nedir? Nasıl Başvuru Yapılır? CİMER'e Kimler Başvuru Yapabilir? CİMER Başvuru ve Sorgulama
» nasıl helalleşeceksiniz

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: EDEBİYAT-TARİH- SANAT :: Sanat Dünyası-Sinema-Tiyatro-TV ve Diziler-
Buraya geçin: