KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Şevk in Emareleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6727
Rep Gücü : 10015177
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Şevk in Emareleri Empty
MesajKonu: Şevk in Emareleri   Şevk in Emareleri Icon_minitimeCuma Eyl. 02, 2011 8:12 pm

Şevkin Emareleri


Hayatlarının sonuna kadar Allah'a sadık kalmalarından...

İnsanlar
hayatları boyunca kendilerine maddi ya da manevi açıdan menfaat
sağlayabilecek pek çok fırsat ile karşılaşabilirler. Bu tür bir durumda
çoğu kimse çıkar sağlama umuduyla o ana kadar değer verdiği herşeyden,
hatta sevdiklerinden bile kolaylıkla vazgeçebilir. Öncesinde asla hiçbir
şeye değişmeyeceklerini söyleyerek uğrunda pek çok zorluğa
katlandıkları, şevkle sarıldıkları tüm konular bir anda bu kimseler için
tüm önemini yitirebilir. Bu tutarsızlığın sebebi ise bu kimselerin
"gerçek sadakati" yaşamıyor olmalarıdır. Kimi zaman basit bir çıkar
umudu ya da önlerine çıkan küçük bir zorluk bile onları kolaylıkla
sadakatsizliğe sürükleyebilmektedir.

Sadakati en mükemmel şekilde
yaşayan insanlar ise müminlerdir. Onlar Allah'a iman eder ve sonsuza
kadar O'na sadık kalacaklarına dair söz verirler. Dünya hayatında
karşılaşabilecekleri hiçbir şeyin Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu
kazanmaktan daha kıymetli olamayacağını bilirler. Çünkü sadık olmaya en
layık olanın sadece Yüce Allah olduğunu kavramışlardır. Onların
sadakatlerindeki bu kararlılığa Kuran'da şöyle dikkat çekilmiştir:

Müminlerden
öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat
gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi
beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.
(Ahzab Suresi, 23)

Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. (Rad Suresi, 20)

Müminlerin
Allah'a olan bu sadakatleri, aynı zamanda onların dine ne kadar şevkle
bağlandıklarının da delilidir. Zira hiçbir dünya menfaati, maddi ya da
manevi hiçbir çıkar teklifi onları Allah'a olan bağlılıklarından ve
sadakatlerinden vazgeçiremez. Ve yine hiçbir şey onlara Allah'ın
rızasını kazanmaktan daha sevgili ve çekici gelmez. Allah'a olan
sadakatleri onları daima şevkle dine hizmet etmeye ve Allah'ın rızasını
kazanacak işler yapmaya yöneltir. Kuran'da inananların, bu sadakatlerini
şöyle dile getirdikleri bildirilmektedir:

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162)

Allah onların bir ömür boyu şevkle sadakat göstermelerine karşılık onları mükafatlandıracağını bildirerek müjdelemektedir:

Çünkü
Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı
mükafatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe
(nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok
bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Ahzap Suresi, 24)

Her an Allah'ın rızasının en çoğunu aramalarından...
Allah
Kuran ayetleri ile tüm insanlara nasıl bir ahlaktan ve nasıl bir hayat
şeklinden razı olacağını bildirmiştir. Allah'ın bu emrini en güzel
şekilde yerine getirenler sadece "müminler"dir. İnsanların büyük
çoğunluğu ise, Allah'ın beğendiği yaşam şeklinden haberdar olmalarına
karşılık bunu göz ardı ederler. Çünkü bu insanların Allah'ın rızasını
kazanabilmek gibi bir hedefleri yoktur. Müminler için ise Allah'ın
rızasını ve sevgisini kazanabilmek herşeyin üzerinde ve herşeyden önemli
bir konudur. Bu nedenle Kuran'da bildirilen her ayeti büyük bir
titizlikle uygulamaya çalışırlar. Bu konuda hayatları boyunca bir an
olsun taviz vermemeleri de onların şevklerini ortaya koyan önemli bir
delildir. Öyle ki Allah'ın rızasını kazanma uğruna nefislerine zor gelen
bir durumla da karşılaşsalar, onlar yine de bu konuda hiçbir zaman için
en ufak bir yılgınlık göstermezler. Aksine en zor görünen işleri bile
büyük bir şevkle yerine getirirler.
Müminlerin Allah'ın rızasını
kazanma konusunda ne kadar şevkli olduklarını gösteren diğer bir dikkat
çekici tavırları da onların her zaman için "Allah'ın rızasının en
çoğunu" arıyor olmalarıdır. Bunun anlamı, müminlerin pek çok seçenek ile
karşı karşıya oldukları durumlarda bunlar arasından Allah'ın en çok
razı olacağını umduklarını seçmeleridir. Bu konudaki ölçüleri ise Kuran
ayetleri ve vicdanlarıdır.
Allah Kuran ile inananlara en hayırlı ve
Allah Katında makbul olabilecek yaşam şeklini bildirmiş ve böylece
onlara Kendi rızasının en çoğunu kazanmanın yollarını göstermiştir.
Dahası müminlerin içlerinde hayatlarının sonuna kadar bir an bile ara
vermeden onlara en doğru ve en hayırlı olanı gösteren vicdanları vardır.
Vicdan, insanı her zaman için Allah'ı razı etmekten yana yönelten bir
nimettir. Şevk sahibi insanlar da Kuran'a ve vicdanlarının seslerine en
güzel şekilde uyarak, her zaman Allah'ın en razı olacağı şekilde hareket
eden kimselerdir.
Müminlerin bu konudaki şevklerine şöyle bir örnek verebiliriz: Allah "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle..." (İsra Suresi, 53)
ayetiyle insanların birbirlerine "sözün en güzelini" söylemelerini
bildirmiştir. Sadece güzel bir söz söylemek de insanlara Allah'ın
rızasını kazandırabilecek bir tavırdır. Ancak "sözün en güzelini
söylemek" kişiye Allah'ın rızasının en çoğunu kazandıracak, Allah
Katındaki ecrini fazlasıyla artıracak bir davranıştır. Çünkü Allah
Kuran'da bu tavrın daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.
Bunun gibi
yine Allah ayetlerinde yapılan bir kötülüğe misliyle karşılık
verilebileceğine, ancak affetmenin ve karşı tarafa örnek bir tavır
sergileyerek onu ıslah etmenin daha hayırlı bir davranış olacağına şöyle
dikkat çekmiştir:
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan
kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa)
artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten o zalimleri sevmez. (Şura
Suresi, 40)
Ayetteki ifadeden de anlaşılacağı gibi kişiye yaptığı
kötülüğün karşılığını vermek Allah'ın rızasını kazanmaya uygun bir
davranıştır. Ancak buna rağmen affedip bağışlamak Allah Katında makbul
tutulan ve kişiye Allah'ın rızasının en çoğunu kazandıracak olan bir
tavırdır. İnsanın haklı olduğu bir durumda da, kötülük gördüğü bir
kimseyi, öfkesini yenerek affedebilmesi üstün bir ahlakın göstergesidir.
Zira böyle bir durumda kişi yalnızca Allah'ın rızasını daha fazlasıyla
kazanabilmek için nefsinin isteklerini yenmekte ve güzel bir sabır
göstererek alttan almaktadır. Bu kişi, "Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu azme değer işlerdendir." (Şura Suresi, 43) ayetiyle de hatırlatıldığı gibi, sabretmenin ve affetmenin daha hayırlı olduğunu bilmektedir.
Şevk
sahibi kimselerin farklılıkları, her zaman için en hayırlı olan
davranışları, asla yılmadan ve gevşeklik göstermeden seçmeleriyle ortaya
çıkar. Nasıl bir ortamda bulunurlarsa bulunsunlar bu kimseler Allah'ın
rızasının en çoğunu aramakta kararlılık gösterirler. Müslümanların
imanlarından kaynaklanan bu şevklerine karşılık Allah, onları kurtuluşa
ulaştıracağını, karanlıklardan nura çıkaracağını ve doğru yola
ileteceğini bildirerek onlara müjde vermektedir:
Allah, rızasına
uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle
karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir.
(Maide Suresi, 16)


Dinin menfaatlerini her zaman için kendi menfaatlerinden üstün tutmalarından...
Önceki
bölümlerde söz ettiğimiz gibi, cahiliye toplumunda insanların çoğu,
yaşadıkları topluma, insanlarla olan ilişkilerine hatta en yakın
dostlarına bile menfaat gözüyle bakarlar. Herhangi bir çıkar çatışması
söz konusu olduğunda ise hiç tereddütsüz kendi menfaatlerinden yana
tavır koyar ve en değer verdikleri insanları bile bir anda gözden
çıkarabilirler. Çünkü bu kimseler için kendi menfaatlerini korumak
herşeyden ve herkesten öncelikli bir konudur.
Müminler için ise
durum çok farklıdır. Öncelikle onlar için şahsi menfaat gibi müstakil
bir amaç yoktur. Onlar için ancak dinin ve müminlerin menfaatleri söz
konusudur. Kendi menfaatleri zaten dinin ve müminlerin menfaatlerinin
gözetilmesiyle, olabilecek en mükemmel şekilde korunmuş olur. Bunun
dışında dünyevi anlamda bir menfaat kaygısına asla kapılmazlar. Dünya
hayatında onlar için asıl önemli olan Allah'ın rızasını en fazlasıyla
kazanabilmektir. Çünkü onlara dünyada ve ahirette asıl fayda sağlayacak
olan burada elde ettikleri menfaatler değil "Allah'ın rızası" olacaktır.
Allah'ın rızası ise, daima dinin ve müminlerin menfaatinden yana
hareket etmektir. İşte bu bilinci alan müminler büyük bir şevkle hareket
eder ve her zaman için dinin menfaatlerinden yana düşünürler.
Burada
"dinin menfaatleri" derken neyin kastedildiğini açıklamakta fayda
vardır. Allah dinini tüm insanlara bir yol gösterici olarak
göndermiştir. Dinin gereklerini, Kuran ahlakının güzelliğini, İslam'ın
insanlığa getirdiği maddi ve manevi tüm faydaları, diğer insanlara
anlatmak ise Müslümanlara verilmiş bir sorumluluktur. Müslümanlar bu
sorumluluğu hem bizzat kendileri yaşayıp çevrelerindekilere örnek
olarak, hem de sözlü veya yazılı şekilde insanlara anlatarak yerine
getirirler. Tek bir insanın ahiret kurtuluşuna vesile olabilmek,
Müslümanlar açısından önemli bir ibadettir. İşte burada dinin menfaati
olarak kastedilen ana konulardan biri budur. Müslümanlar dini tebliğ
edebilecekleri, toplumun ve insanların maddi-manevi huzura kavuşmasına,
kötülüklerin, haksızlıkların, zulmün, ahlaksızlığın önünün kesilmesine
vesile olabilecekleri durumlarda asla kendi çıkarlarını düşünmezler.
Bu
tarz bir durumda müminler gerekirse kendi haklarından da feragat
ederler. Kimilerinin aklına Müslümanların bu samimi tercihleri nedeniyle
"safça" davrandıkları gibi yanlış bir düşünce gelebilir. Toplum
arasında sıkça kullanıldığı gibi "dünyayı kurtarmak sana mı kaldı" gibi
yanlış bir mantıkla düşünenler olabilir. Ancak durum bu kişilerin
sandıkları gibi değildir. Müminler kendi menfaatlerinden vazgeçerken
dünyaya yönelik herhangi bir hesap içerisinde değildirler. Onlar
yaptıkları fedakarlığın karşılığını Rabbimiz'den çok daha güzeliyle
beklemektedirler. Bu nedenle de büyük bir şevk içinde hizmet eder, güzel
ahlakı tebliğ eder, insanları ebedi kurtuluşa davet ederler. Allah
onların şevkli kararlılıklarına karşılık, onlara feragat ettiklerinden
daha hayırlısını vereceğini müjdelemiştir. Dolayısıyla da kendi şahsi
menfaatlerini bir yana bırakıp dinin menfaatlerini gözeten bir insan
aslında dünyada ve ahirette kendi adına olabilecek en fazla yararı elde
etmiş olur. Çünkü gösterdiği şevk dolu tavrıyla hem Allah'ın rızasını
kazanacak hem de ayette bildirildiği gibi "dünyada ve ahirette güzel bir
hayatı" ümit edecektir.
Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak
kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla
yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak
veririz. (Nahl Suresi, 97)
Müminlerin bu konudaki şevkli tavırlarına
günlük hayatın pek çok aşamasında rastlamak mümkündür. Sözgelimi yüklü
miktarda bir kazanç elde etmek üzere olan bir mümin, topluma ve
insanlara farklı bir yönde faydası olacağını görürse, hiç tereddüt
etmeden kendi işini bir kenara bırakıp, daha aciliyetli olan ancak
kendisine dünyadan yana hiçbir çıkar sağlamayacak olan hayırlı bir işe
yönelebilir. Ya da kendi ihtiyaçları doğrultusunda harcamayı planladığı
bir parayı, Kuran ahlakının anlatılması açısından daha faydalı ve
verimli olacağını düşündüğü bir hayır işine derhal kanalize edebilir.
İşte şevk sahibi bir mümin böyle bir olay karşısında da kendi işlerini
hemen bir kenara bırakıp hiçbir sıkıntı duymadan dinin hizmetine koşar.
Böyle
bir durumda kişinin büyük bir şevkle kendi haklarından feragat
edebilmesi, tüm bunların kendisi için büyük bir kazanç olduğunu
bilmesinden kaynaklanır. Belki maddi açıdan elde edebileceği yüklü bir
karı göz ardı edecek, hatta belki de görünürde maddi bir kayba uğrayacak
ancak herşeyin üzerinde tek kazanç olan "Allah'ın rızası"nı kazanmış
olacaktır. Ayrıca mümin, malı verenin de alanın da Allah olduğunu
bilmektedir. Onu rızıklandıracak, malına bereket verecek ya da kazancını
artıracak olan Allah'tır. Dolayısıyla iman eden bir insanın bu konuda
hırs yapmasını ya da endişelenmesini gerektirecek bir konu yoktur.
Allah, Kuran'ın "Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır..." (Yunus Suresi, 26)
ayetiyle müminlerin gösterdikleri güzel ahlaka ve şevkli çabaya
karşılık onlar için daha güzel bir karşılık olduğunu bildirmiştir.
Şunu
da belirtmeliyiz ki, müminlerin dinin menfaatlerini kendi
menfaatlerinden öncelikli tutmaları sadece maddi konular için geçerli
değildir. Kimi zaman da manevi yönde bir fedakarlıkta bulunmaları söz
konusu olabilir. Örneğin yorgun, aç ya da uykusuz oldukları bir sırada
hizmete yönelmeleri gerekebilir. Müminler böyle bir durumda hiç
üşenmeden, ağırlık göstermeden şevkle hemen harekete geçerler. Çünkü
onlar maddi veya manevi fedakarlıkta bulunmayı bir zorluk olarak değil,
Allah’ın kendileri için yarattığı özel bir fırsat olarak
değerlendirirler. Bunlar Allah'a yakınlaşmak ve O'nun rızasını kazanmak
için can atan müminlerin şevkle bekledikleri ortamlardır. Bu nedenle de
kendi ihtiyaçlarını karşılayamamış olmaktan dolayı en ufak bir
huzursuzluğa kapılmaz, en faydalı olan hizmet neyse ona yönelirler. Hiç
kuşku yok ki bu konuda gösterdikleri şevk ve kararlılık, imanlarının ve
dine nasıl içtenlikle sarılmış olduklarının göstergelerindendir.


Güzel ahlakı yaşamakta kararlılık göstermelerinden...
Dünya
hayatında kendisine Allah'ın rızasını kazanmayı amaç edinen bir kimse,
Allah'ın beğendiği güzel ahlakı en güzel şekilde yaşama konusunda da
büyük bir şevk gösterir. Allah'a gönülden iman etmemiş olan, O'nun
rızasını kazanmak için içinde herhangi bir şevk ya da istek duymayan
kimseler için ise bu büyük bir zorluktur. Çünkü güzel ahlak, vicdanı ve
iradeyi en mükemmel şekilde kullanmayı gerektirir. Kalbinde imanın
şevkini ve heyecanını hissetmeyen insanlar bu vicdan ve irade
duyarlılığını gösteremezler. Bu nedenle de güzel ahlakı tam anlamıyla
yaşayamazlar.
Dine şevkle sarılan müminler ise Allah'ın Kuran'da
bildirdiği ahlak modelini hiç zorlanmadan büyük bir zevkle yaşarlar.
Kimi zaman onların da nefislerine zor gelen durumlar olabilir, ancak
onlar buna rağmen nefislerini yenip Allah için güzel ahlakta kararlılık
gösterir ve bunu başarabilmiş olmaktan dolayı da büyük bir haz duyarlar.
Kimi
zaman zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşır ama cesur bir karakter
sergilerler. Ya da öfke duyulabilecek bir tavırla karşı karşıya kalır,
ama güzel bir sabır gösterir ve öfkelerini yenerler. Kötü bir tavra
güzellikle ve iyilikle karşılık verirler. Haklı oldukları halde
haksızlığa karşı alttan almayı, bağışlamayı tercih ederler. En zor ya da
en sıkıntılı anlarda bile kendi haklarından seve seve vazgeçer, büyük
bir şevkle başkalarına öncelik tanırlar. İnananlar için fedakarlıkta
bulunmayı zevkle kabul ederler. Bir kusur ya da hata işlediklerini fark
ettiklerinde bu durumu telafi etmek için canla başla samimi bir çaba
sarf ederler. Kendileri de ihtiyaç içinde oldukları halde, Allah'ın emri
gereği ellerindekini seve seve yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara
ve diğer ihtiyaç içerisinde olanlara verirler. Kendi çıkarlarını
zedeleyecek de olsa hiçbir zaman için adaletten taviz vermez,
şahitliklerinde dürüst bir tavır sergilerler. Kimsenin kusurunu
araştırmaz, kimsenin arkasından konuşmazlar. Ve hepsinden önemlisi tüm
bu güzel ahlak örneklerini yaşamakta, hayatlarının sonuna kadar büyük
bir sabır ve kararlılık gösterirler.
Tüm bu güzel ahlak özelliklerini
yaşayabilmek ise ancak imanın getirdiği şevk ile mümkün olabilmektedir.
Muhakkak ki Müslümanların da nefisleriyle çatıştıkları ya da şeytanın
kışkırtmalarıyla karşı karşıya kaldıkları anlar olmaktadır. Ancak buna
rağmen vicdanlı kullar, Allah'a olan bağlılıklarından ve O'na
yakınlaşmak için duydukları şevkten dolayı Allah'ın beğendiği ahlakı
yaşamakta kararlılık göstermektedirler.


Mallarını ve canlarını Allah'a teslim etmiş olmalarından...
Mal
ve can kavramları cahiliye toplumunun en önem verdiği ve belki de
yaşamlarının asıl amacı haline getirdikleri iki önemli konudur.
Hayatları boyunca bu iki konuda itibar elde edebilmek ve üstünlük
sağlayabilmek için yaşarlar. Nitekim Kuran'da mal biriktirerek, toplumda
itibar elde edebilmenin insanların çoğunda bir tutku halinde olduğuna
şöyle dikkat çekilmiştir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış
altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan
tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya
hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.
(Al-i İmran Suresi, 14)
Kuran'ın "Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz..." (Al-i İmran Suresi, 186)
ayetiyle tüm bunların insanlar için bir deneme konusu kılındığı
bildirilmiştir. Ancak bu gerçeği göz ardı eden cahiliye toplumu
insanları, içlerindeki bu şehvet nedeniyle mallarına ve canlarına karşı
tutku derecesinde bir bağlılık gösterirler. En korktukları konu sahip
oldukları ya da övündükleri şeylere bir zarar gelmesidir. Çünkü bu
durumda hayattaki asıl amaçlarını yitirmiş olacaklardır. Bu nedenle tüm
yaşantılarını, mallarını ve canlarını korumaya ve bu uğurda menfaat elde
etmeye adarlar. Bu konudaki kararlı tavırları ise, onların dünya
hayatını ve onun çekici süsleri olan mal ve can gibi değerleri büyük bir
cehaletle Allah'ı razı etmekten daha önemli görmelerinden
kaynaklanmaktadır.
Müminler ise cahiliye insanlarının uğruna
hayatlarını adadıkları bu değerleri Allah'ın rızasını ve cennetini
kazanabilmek için hiç düşünmeden bir kenara koymuşlardır. Çünkü onların
asıl amaçları malca ya da makamca güçlenip dünya hayatında itibar elde
edebilmek değil, Allah'ın rızasını kazanabilmektir. İman edenler Allah’a
kulluk etmeleri için yaratıldıklarını ve dünya hayatında malları ve
canlarıyla denenmekte olduklarını bilmektedirler.
Bunun yanında
inanan bir insan, sahip olduğu her nimetin asıl sahibinin Allah
olduğunun da şuurundadır. Allah tüm nimetleri zaten dünya hayatında
kullanması için kendisine bir emanet olarak vermiştir ve dilediği anda
hepsini geri almaya kadirdir. Çünkü Allah evrendeki herşeyin hakimidir.
İnsanın canı yani bedeni zaten altmış ya da yetmiş sene sonunda çürüyüp
toprağa karışacak, malı ise ahirette ona hiçbir şekilde fayda
sağlamayacaktır. Eğer insan elindeki imkanları Allah'ın rızasını
kazanmak için kullanacak olursa, dünyada da ahirette de güzellikle
karşılık bulacaktır. İşte bu gerçeğin farkında olan müminler mallarını
ve canlarını Allah yolunda kullanmak üzere, daha en başından Allah'a
teslim etmişlerdir ki bu teslimiyeti sağlayan da ancak kalplerinde
yaşadıkları imanın şevkidir. Kuran'da bu durum şöyle anlatılmaktadır:
Hiç
şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek
üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır… (Tevbe Suresi, 111)
Ayetin
devamında ise müminlere, "yaptıkları bu alışverişten dolayı sevinip
müjdeleşmeleri" hatırlatılmıştır. İşte bu nedenle müminler de
kalplerinde bu müjdenin sevincini ve şevkini taşıyarak hareket ederler.
Gerektiğinde mallarını Allah'ın rızasını kazanabilecekleri hayırlı bir
yolda hiç düşünmeden seve seve harcarlar. Canlarıyla da sonuna kadar
dine hizmet etmeye ve Allah'ın rızasını kazanacak salih amellerde
bulunmaya çalışırlar. Elbette ki Allah yolunda gerektiğinde mallarına ya
da canlarına zarar gelebileceğini de bilirler. Ancak onlar bunu zaten
daha en başından göze almışlardır. Çünkü onlar bunu bir zarar olarak
değil aksine bir kazanç ve bir güzellik olarak görmektedirler.
Kuran'da
inananların Allah'ın rızasını kazanmak için karşılaşabilecekleri her
zorluğu sevinçle karşıladıklarından ve bunları birer güzellik olarak
nitelendirdiklerinden şöyle bahsedilmiştir:
De ki: "Allah'ın bizim
için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O
bizim mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler."
De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin
dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi
Katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz.
Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte
bekleyenleriz. (Tevbe Suresi, 51-52)
İşte ayette bildirilen
müminlerin bu sözleri onların kalplerinde yaşadıkları şevkin ne denli
güçlü olduğunu göstermektedir. Müminlerin mallarını ve canlarını nasıl
büyük bir şevkle Allah'a teslim ettiklerine dair Kuran'da Peygamberimiz
(sav) döneminde yaşanan bir örnek aktarılmıştır. Peygamber Efendimiz
(sav)'in döneminde yapılan bir savaşa katılabilmeyi içten arzu eden
ancak bunun için gerekli olan bineği bulabilmek için her gidişlerinde
Peygamber (sav)'den "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" sözlerini
duyarak geri dönmek zorunda kalan müminlerin durumu şöyle anlatılmıştır:
Bir
de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her
gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak
edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana
boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. (Tevbe Suresi, 92)
Bu
örnek, salih bir Müslümanın Allah yolunda malını ve canını nasıl seve
seve ortaya koyabildiğinin ve bu uğurda nasıl istek duyduğunun açık bir
göstergesidir. Elbette her ortama, her döneme göre bir müminin
göstermesi gereken hizmetin şekli de değişebilir. Örneğin Peygamberimiz
(sav) dönemindeki ortamda Müslümanların haklarının fiilen savunulması
gerekmiştir. Ancak içinde yaşadığımız dönem fikri bir mücadele
gerektirmektedir. İşte Müslümanların şevkle yapmaları gereken hizmet
fikri alanda olmalıdır. Kuran ahlakının yaşanması ve güzelliklerinin
insanlara anlatılması konusunda ciddi fedakarlıklar gösteren her insan
Rabbimiz'den bunun güzel sonucunu umabilir. Kuran'da dünyada sahip
oldukları herşeyi Allah için şevkle ortaya koyanların ahirette
alacakları güzel karşılık şöyle bildirilmiştir:
Allah'a güzel bir
borç verecek olan kimdir? Artık Allah, bunu onun için kat kat arttırır.
Onun için 'kerim (üstün ve onurlu) bir ecir vardır. (Hadid Suresi, 11)


Hayırlarda yarışıp öne geçmelerinden...
Bunlar,
Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan
sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.
(Al-i İmran Suresi, 114)
Allah’ın Kuran'da, "... Artık hayırlarda yarışınız ..." (Maide Suresi, 48) emri
ile dikkat çekilen yarış, cahiliye toplumlarında yaşanan türde
"birbirini ezme" yarışı değil, tam aksine güzellikleri ve hayırları
artırma yarışıdır. Çünkü müminlerin yarışmaktaki amaçları dünyevi bir
çıkar elde etmek ya da insanlar arasında bir üstünlük oluşturmak
değildir. Onlar sadece Allah'ın emirlerini yerine getirmekte, O'nun
beğendiği ahlakı yaşamakta ve Rabbimiz'i razı etmekte yarışırlar.
Böylesine
bir yarışa girmeleri Allah korkularının ve imanlarının bir gereğidir.
Zira kişinin iman konusundaki samimiyeti ve ihlası, Allah'ın rızasını
kazanmak için harcadığı çaba ile ölçülebilir. Allah'a ve ahirete iman
eden bir kimse, daha önce de belirttiğimiz gibi Allah'ın rızasını en
fazlasıyla kazanabilmeyi ve Allah'a en yakın insan haline gelebilmeyi
hedefler. Allah'ın kendisinden hoşnut olmasını, kendisine rahmet
etmesini ve cennetine layık görmesini ister. Bu nedenle de elinden gelen
en fazla çabayı harcar. Aklını, vicdanını ve tüm kapasitesini
olabilecek en iyi şekilde kullanarak Kuran ahlakını ve dinin hükümlerini
en mükemmel şekilde yaşamaya çalışır. Nitekim Kuran'da müminleri Allah
Katında öne geçiren unsurun böylesine bir çaba ile hayırlarda
yarışmaları olduğu bildirilmiştir:
İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. (Müminun Suresi, 61)
Ayrıca "Onun
duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de
doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı,
umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi."
(Enbiya Suresi, 90)
ayetiyle, Hz. Zekeriya'nın tavrı örnek
verilmiş ve hayırlarda yarışmanın peygamberlerde de görünen bir özellik
olduğuna dikkat çekilmiştir. Allah'ın Kuran'da yaşamlarından örnek
verdiği peygamberler de, hayatlarını Allah'ın rızasını kazanma konusunda
bir yarış içinde geçirmişlerdir. Kendilerine peygamber ahlakını örnek
alan müminler de aynı şekilde onların Allah'ın rızasını kazanma
konusunda gösterdikleri bu yolu izlerler.
Müminlerin hayırlarda
yarışmalarının bir diğer nedeni de dünya hayatının çok kısa, ölümün de
çok yakın olduğunun bilincinde olmalarıdır. Her an ölebileceklerini ve
böyle bir durumda da Allah'ın rızasını kazanmakta yeterli çabayı
göstermemiş olmaktan dolayı ahirette büyük bir pişmanlık
duyabileceklerini bilirler. Çünkü ahirete geçişten sonra insanın bir
daha dünyaya geri dönüp de hayırlarda yarışması, salih amellerde
bulunması mümkün değildir. İşte bu nedenle de Müslümanlar daha çok hayır
kazanma konusunda zamana karşı büyük bir yarış içerisine girerler.
Dünya hayatında kendilerine tanınmış olan süre içerisine hayırdan yana
olabildiğince fazla şey sığdırmaya çalışırlar. Bu doğrultuda karşılarına
çıkan her işe şevkle talip olur ve her fırsatı en iyi şekilde
değerlendirmeye çalışırlar. Salih Müslümanların bir duası Kuran'da şöyle
belirtilmiştir:
"Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve
soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva
sahiplerine önder kıl," diyenlerdir." (Furkan Suresi, 74)
Ayette
görüldüğü gibi inananların Allah'a olan "bizi takva sahiplerine önder
kıl" şeklindeki duaları da onların hayırlarda yarışma konusundaki
şevklerini ortaya koymaktadır.
Müslümanlar bu şevk ve kararlılıkla, Allah'ın "Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et." (İnşirah Suresi, 7) emrini
en güzel şekilde yaşarlar. Bir an bile boş bir vakit geçirmemeye
çalışır, insanın hiçbir zaman için Allah'ın rızasını kazanma konusunda
kendisini yeterli göremeyeceğini bilerek şevk ve istekle hayırlarda
yarışırlar. Dünya hayatında geçirdikleri her saniyeden hesaba
çekileceklerini, vicdanlarını kullanmadıkları ya da daha hayırlısı
varken boş bir işe daldıkları her andan sorumlu tutulacaklarını
unutmazlar. Bu nedenle de kendi ihtiyaçlarından arta kalan vakitlerini
sürekli “hayırlı” bir arayış içerisinde geçirirler.
Allah'ın
rızasını kazanmak uğruna bedenen veya zihnen yorulmanın insan için büyük
bir kazanç olduğunun farkındadırlar. Bu nedenle bu yorgunluğu neşeyle,
sevinçle karşılarlar.. Onlar bunu ahiretleri için önemli bir fırsat
olarak görür, şevkle Allah için yorulmaya, bir işlerinden boşalır
boşalmaz kendilerine Allah'ın rızasını kazandıracak bir başka işe
yönelmeye devam ederler. Çünkü onlar, dünya hayatlarında gösterdikleri
bu ciddi çabanın "Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır." (Isra Suresi, 19) ayetinde de bildirildiği gibi, en güzel şekilde karşılık bulacağını bilmektedirler.
Böyle
salih kullar, Allah'ın izniyle, dünyada iken durmaksızın çaba
harcayarak yarışıp öne geçmelerine karşılık ahirette sonsuza kadar en
güzel mekanlarda konaklayacak ve nimetler içerisinde ağırlanacaklardır:
Yarışıp
öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar, yakınlaştırılmış
(mukarreb) olanlardır. Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde; Birçoğu
geçmiş (ümmet)lerden, Birazı da sonrakilerden. 'Özenle işlenmiş
mücevher' tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır. (Vakıa
Suresi,10-16)
Allah dünya hayatında Allah'ın rızasını kazanmak için
yorgunluğa talip olanlara ahirette hiçbir yorgunluk dokunmayacağını da
müjdelemiştir:
Orda onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. (Hicr Suresi, 48)
"Ki
O, bizi Kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi;
burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da
dokunmaz." (Fatır Suresi, 35)


Zorluk ve sıkıntılara karşı güzel bir sabırla sabretmelerinden...
Allah "O,
amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel)
olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı..." (Mülk Suresi, 2)
ayetiyle
dünya hayatının bir imtihan ortamı olduğuna dikkat çekmiştir. Gerçekten
de dünya hayatında meydana gelen lehte ya da aleyhte gibi görünen
çeşitli iniş çıkışlar, insanların gerçek karakterlerinin anlaşılabilmesi
bakımından oldukça önemlidir. Özellikle de zorluk anları, insanların
samimiyetlerini ortaya koyan en önemli anlardır.
Müminlerin en
dikkat çekici özelliklerinden biri ise zorluk anlarında da, refah
ortamlarında da aynı karakteri, aynı samimiyeti ve şevki muhafaza ediyor
olmalarıdır. Bunun en önemli sebebi ise onların "zorluk" kavramına olan
farklı bakış açılarıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi onlar, zorluk
ortamlarını Allah'a olan bağlılıklarını ve imanlarının gücünü
ispatlayabilecekleri önemli bir fırsat olarak değerlendirirler. Bunun
"kalbinde hastalık olan kimseler" ile "Allah'a gönülden iman etmiş olan
kimseleri" birbirinden ayırmak için Allah’ın özel olarak yarattığı bir
durum olduğunu bilirler. Bu nedenle de zorlukları bir sıkıntı olarak
değil, aksine bir nimet ve Allah'a yakınlaşmak için bir yol olarak
görürler. Karşılarına çıkan tüm zorluklara, "Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret." (Mearic Suresi, 5) ve "Rabbin için sabret" (Müddessir Suresi, 7) ayetlerinde de bildirildiği gibi sabreder ve Allah'a tevekkül ederler.
"Allah,
hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin)
Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir..." (Bakara Suresi, 286)

ayetiyle hatırlatıldığı gibi, Allah'ın kendilerine güçlerinin
yeteceğinden fazla bir zorluk yüklemeyeceğini bilmenin güvenini ve
rahatlığını yaşarlar. Eğer başlarına bir zorluk gelecek olursa bilirler
ki bu, onların güçlerinin yeteceği, altından kalkabilecekleri ve sabırla
karşılayabilecekleri bir olaydır. Bu yüzden de karşılarına çıkan her ne
kadar çetin bir zorluk olursa olsun, onlar şevkle bu zorlukla mücadele
eder ve her ne olursa olsun Allah'a karşı teslimiyetli bir tavır
sergilerler.
Bunun yanında zorlukların, gelmiş geçmiş tüm
inananların karşılaştığı bir durum olduğunu da bilirler. Allah'ın ayette
vaat ettiği üzere önceki kavimlerin karşılaştığı olaylar mutlaka kendi
başlarına da gelecektir. Bu gerçeği bilen bir mümin henüz bu zorluklarla
karşılaşmadan kendisini bunlara karşı hazırlamış olur. Her ne olursa
olsun Rabbimiz'e sadık kalacağına, sabırda teslimiyette ve tevekkülde
kararlılık göstereceğine ve Allah'tan razı olacağına dair Allah'a söz
(ahid) verir. "… Allah'a verilen söz (ahid) ise, (ağır bir) sorumluluktur." (Ahzap Suresi, 15)
ayeti gereği de ahdini mutlaka yerine getirir. Dayanılmaz bir açlık,
fakirlik, korku, yaralanma hatta ölüm bile olsa bundan razı olur ve
Rabbimiz'e karşı şükredici bir tavır gösterir. Binlerce zorluk ardı
ardına da gelse, tüm hayatı durmaksızın bu zorluklar içerisinde de geçse
o, yine de bunu bir güzellik olarak değerlendirir. Çünkü bu dünyadaki
bir kaç on yıllık zorluğa Allah için güzel bir sabır gösterdiği
takdirde, sonsuza kadar tek bir an için bile hiçbir sıkıntı
yaşamayacağını bilmektedir. Allah'ın dilemesiyle bu şevk dolu tavrı ona
nimetlerin en güzelini, Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini
kazandıracaktır. Allah bir ayetinde iman edenleri zorluklarla
deneyeceğini şöyle haber vermiştir:
"Andolsun, Biz sizi biraz korku,
açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155)
Ancak
bu konuda unutulmaması gereken bir husus daha vardır. Müminlerin
zorluklara karşı sabretmeleri de cahiliye toplumunun yaşadığı sabır
anlayışından farklıdır. Zira cahiliye insanları sabretmeyi
karşılaştıkları zorluklara katlanmak olarak değerlendirirler. Müminler
için zorluklar asla katlanılması değil, mücadele edilerek aşılması
gereken olaylardır. Bu nedenle zorlukları aşabilmek ve refaha kavuşmak
için akıllarını ve maddi manevi tüm imkanlarını en iyi şekilde
kullanarak, karşılaştıkları bir zorluğa çözüm getirmeye çalışırlar. Bir
yandan da Allah'ın kendilerine güç vermesi için ve karşılaştıkları
zorlukları hafifletmesi için Allah'tan yardım dilerler. Kuran'da
müminlerin bu dualarına şöyle yer verilmiştir:
"... Rabbimiz,
unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma.
Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet.
Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna
karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)
İşte müminlerin zorluklar
karşısında gösterdikleri bu güzel ahlak, samimi çaba, sabır ve
teslimiyet onların şevklerini gösteren en önemli alametlerden biridir.
Allah'a ve ahirete olan inançlarının gücü, onların zorluklar karşısında
hiçbir şekilde yılgınlık göstermeden sonuna kadar şevkle mücadele
etmelerini sağlar.


Allah'ın rızasını umdukları her işi sevinç ve neşe ile yerine getirmelerinden...
Müminlerin
şevklerini ifade eden bir başka özellikleri de, Allah'ın rızasını
kazanmak ve dine hizmet etmek amacıyla yaptıkları her işi sevinç ve
neşeyle yerine getiriyor olmalarıdır. Onların yaşadıkları bu neşe "iman
neşesi"dir. İman neşesi, kalplerinde gerçek imanı yaşamayan kimselerin
hiçbir şekilde taklit edemeyeceği, içten gelen, samimi bir neşedir.
Çünkü bu, iman etmiş olmaktan kaynaklanan, Allah'ın rızasını, rahmetini
ve sonsuz cennet hayatını ummanın verdiği bir neşedir.
Allah'a ve
ahirete kesin bilgiyle iman etmeyen kimseler böyle bir neşeyi
yaşayamazlar. Onlar neşeyi ancak kendilerine menfaat sağlayacak
konularda gösterebilirler ki, bu da aslında cahiliye insanlarının
yaşadığı neşe anlayışının bir benzeridir. Çünkü cahiliye toplumunda da
insanlar ancak menfaat umdukları işler karşısında sevince kapılırlar.
Ancak bu gelip geçici bir neşedir. Menfaat kaybı gibi bir durum neşenin
yitirilmesi için yeterlidir.
İmanı kalplerine gereği gibi
yerleştirmemiş olan kimseler de eğer Allah'ın rızasını kazanmaları
nefislerine zor gelen bir iş yapmalarını gerektiriyorsa, bu durumda tüm
neşelerini kaybederler. Dahası bu işi olabildiğince memnuniyetsiz bir
tavırla yerine getirerek isteksizliklerini ve şevksizliklerini ifade
etmeye çalışırlar. Çünkü onlar karşılığında maddi bir kazanç
sağlamadıkları ya da herhangi bir ücret almadıkları bir işe harcanan
zamanı, boşa geçen bir vakit olarak değerlendirirler. Allah'ın rızasını
kazanabilmiş olmanın, alınabilecek tüm karşılıkların en güzeli ve en
değerlisi olduğunun şuurunda değillerdir. Bu nedenle de sanki büyük bir
külfet yüklenmiş ve büyük bir fedakarlıkta bulunuyormuş gibi bir tavır
sergilerler. İşte müminlerin şevklerindeki farklılık da bu noktada
ortaya çıkar. Yapılması gereken iş zor ya da zahmetli de olsa, onlar
neşelerinden hiçbir şey kaybetmezler. Çünkü müminler Allah'a gönülden,
yani isteyerek ve severek kulluk ederler. O'nun rızasını kazanabilecek
salih bir ameli de aynı şekilde gönülden gelen bir şevkle yerine
getirirler. İşte bu şevk de onların tavırlarına sevinç ve neşe olarak
yansır.


Zorluklar karşısında daha da şevklenmelerinden...
Müminlerin
imanlarını ve şevklerini ortaya koyan en önemli delillerden birinin de
zorluk zamanında gösterdikleri tavırlar olduğuna değindik. Müminlerin bu
konuda dikkati çeken bir başka özellikleri de zorluk anlarında hiçbir
şekilde yılgınlık göstermedikleri gibi aksine daha da şevklerinin
artıyor olmasıdır. Şevklerindeki bu artışın en önemli sebebi, bu durumun
Allah'ın bir vaadi olduğunu bilmeleridir.
Allah "Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?..." (Bakara Suresi, 214) ayetiyle,
geçmişte yaşamış olan mümin topluluklarının denenmiş olduğu
sıkıntılarla denenmeden insanların cennete giremeyeceklerini
bildirmiştir. Dolayısıyla, müminlerin sıkıntılarla, zorluklarla
karşılaşmaları Allah'ın değişmez kanununun, dinin bir gereğidir. Diğer
bir deyişle bu şekilde denenmeleri, müminlerin önemli bir vasfıdır.
Allah'ın
razı olacağı bir insan olabilmek, kişinin Kuran'da bildirilen ayetlerin
tümünü birden karşılaştığı olaylarda uygulamasıyla mümkündür. Bu
nedenle müminler Allah'ın peygamberlere, onlarla birlikte olan müminlere
ve tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm inananlara yaşattığı bu ayetlerin
kendi üzerlerinde de tecelli etmesini isterler. Elbette kendilerini
bilerek bir zorluk içine sokmazlar ama zorluklarla karşılaştıklarında
da, bu, onların şevklerinin daha da artmasını ve imanlarının daha da
güçlenmesini sağlar.
Müminlerdeki bu şevk artışının bir diğer sebebi
ise dünya hayatındaki zorlukların onların ahiret hayatlarındaki
ecirlerini artırıp makamlarını yükselteceğini umuyor olmalarıdır. Çünkü
zorluğa rağmen Allah'a sadık kalmış, yılgınlığa kapılmadan "Bu, Allah'ın ve Resulü'nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir." (Ahzap Suresi, 22) diyebilenlerden olmuş olacaklardır.


Kalbinde hastalık olanların şevksizliklerinden etkilenmemelerinden...
Kitabın
başında her insanın Allah'a olan imanının ve yakınlığının aynı
olmadığına değinmiş, Allah'a gönülden bağlananlar olduğu gibi kalbinde
hastalık bulunan kimseler de olduğuna dikkat çekmiştik. Müminlerin
arasında yaşadıkları halde gerçekte iman etmemiş olan bu kimseler
dilleriyle "iman ettiklerini" söylemekte, ancak hayatlarıyla bu
sözlerini tasdik edecek bir tavır ortaya koymamaktadırlar. İmanlarındaki
bu zayıflık nedeniyle de Allah'ı razı etme ve dini gereği gibi yaşama
konusunda son derece şevksizdirler. Bu kimseler kendi şevksizliklerinden
dolayı hem sözleriyle hem de tavırlarıyla iman edenlerin şevklerini
kırmak ve onları yılgınlığa düşürmek isteyebilirler.
Ancak gerçekten inanmış olanlar ne bu sözlerden ne de tavırlardan etkilenmezler. Çünkü onlar Allah'ın, "Öyleyse
sen sabret; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar
sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe)
sürüklemesinler." (Rum Suresi, 60)
ayetiyle bildirdiği gibi,
çevrelerindeki bazı insanların bu şevksizliklerinin aslında kesin
bilgiyle inanmıyor olmalarından kaynaklandığını bilmektedirler. Bu
nedenle de şevklerini kaybetmedikleri gibi aksine bu kişilerin dine
hizmet etmediklerini, Kuran ahlakının yayılması için hiçbir çaba
harcamadıklarını gördükçe daha da mücadele azimleri artar. Hem onlara
örnek olup Kuran ahlakını hatırlatmak hem de kendileri doğru olanı en
güzel şekilde yaşamak için daha da şevklenirler.
Değerli İslam büyüğü
Bediüzzaman Said Nursi, Allah rızası için samimi bir gayret içinde olan
insanların, şevksiz insanlara nasıl yaklaştıklarını bir sözünde şöyle
ifade etmiştir:
"Başkalarının füturu (gevşekliği) ve çekilmesi, ehl-i
himmetin şevkini, gayretini ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin
vazifelerini bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler."
(Kastamonu Lahikası, s.37)
Bediüzzaman'ın yukarıdaki sözüyle ifade
ettiği gibi, kalbinde hastalık olan kimselerin dine hizmet etmekten
kaçışlarını her görüşlerinde salih müminler dine daha da büyük bir
şevkle hizmet ederler.
Şevksiz insanların Kuran ahlakını yaşamada ve
insanlara anlatmada gösterdikleri gevşeklik, üzerlerinde çok büyük bir
sorumluluk olduğunu bir kez daha hatırlatır. Gevşek insanların güzel
ahlakı yaşamaktaki isteksizliklerini görmek müminlerin daha da güzel bir
ahlak göstermelerine vesile olur. Kesin bilgiyle iman etmeyenlerin
Allah'a ve elçilerine olan itaatsizliklerine karşılık inananlar anında
"işittik itaat ettik" diyerek itaatli bir tavır gösterirler.
Kalbine
imanı yerleştirmemiş olanlar, bunlar gibi daha pek çok konuda müminler
için -istemeden de olsa- hayra vesile olurlar. Ama hiçbir şekilde
şevksizlikleriyle müminleri olumsuz yönde etkileyemezler. Çünkü
Müslümanlar şevklerini ve imanlarını beraber oldukları insanların
tavırlarına göre değil, Allah'ın rızasını ve beğenisini kazanmaya göre
ayarlarlar. Dahası müminler bu kimselerin din konusundaki
gevşekliklerini görmeseler dahi, yine de Allah'ın emirlerini yerine
getirme konusunda olabilecek en fazla şevki gösterirler. Ancak bu
kimseleri görmek onlar için bir nevi hatırlatma gibi olur ve onlar
açısından hayra dönüşür. Gevşeklik gösteren kişi bu tavrıyla kendi
ahiretini göz ardı ederken bir yandan da fark etmeden salih müminlerin
şevkini kamçılamış, onları teşvik etmiş olur.


http://www.nurforum.org/forum/deneme-ve-makaleler/sevkin-emareleri/msg354677/?topicseen;PHPSESSID=tbg5mco6oe9b8v12u8c8nh9ql0#msg354677

_________________
Elif gibi yalnızım,
Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne de bana ben katan bir şeddem var.
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
Kalakaldım sayfalar ortasında.
Bir okuyan bekledim,
Bir hıfzeden belki...
Gölgesini istedim bir dostun med gibi…
Sızım elif sızısı...

Şevk in Emareleri Sdfghj15
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
Şevk in Emareleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Tasavvuf-Gönül Dünyamız-
Buraya geçin: