Neden hepimiz hem rahatsız oluyoruz hem de bütün dizileri kaçırmadan izliyoruz?
Yoksa ekran başında uyuşturuluyor muyuz?
Bizi zehirleyen bir teknik mi kullanılıyor?
Hem kınayıp hem neden dikkatle takip ediyoruz?
25. kare nedir?
Bu yolla nelerimizi kaybediyoruz?
Mesleki ifadelerle zorlaştırılmış bir anlatımla başlamak istemiyorum. Merak edenler için bu karmaşık anlatımları sona ekleyebiliriz diye düşündüm.
Basit bir anlatım tercih edersek televizyon ekranı 25 eşit kareye bölünmüş bir sistem içermektedir. İzlediğimiz görüntüler aslında bu parçaların toplamından gözlerimize yansımaktadır. Biz bu eşit parçalardan 24 tanesi görür ve kolaylıkla algılarız. 25. kareyi ise sessiz sedasız beynimiz şuuraltına iter. Gözlerimiz bu ayrıntıyı seçemez bile.
Ama bilincimiz algılar ve önemser. Tabiri caizse uslu bir çocuk gibi yapılan bu tembihleri uygular. Gözle görülemeyecek kadar kısa sürede patlayan flaşlar şeklinde mesaj ekranda belirir ve biz anlamadan kaybolur.
Görmediğimizi düşündüğümüz bu telkini bilincimiz atlamaz ve hemen derinlerde bir yerlere depolar, biriktirir ve maalesef uygular. Bu gizlenmiş görüntüyü çok yavaş sarıldığı takdirde bazı özel yöntemlerle fark edebilmemiz mümkündür.
Subliminal mesaj nedir?
Eminim birçoğumuz bunu biliyoruzdur. Veya şuuraltına mesaj iletmek olur mu, diye düşündüğümüz oluyordur.
Şayet soruyu böyle sorarsak sadece ekranla sınırlı olmayan bilinçaltı uyarı çeşitlerinden yani bombardımanlarından da söz edebiliriz. Örneğin radyo frekanslarıyla yapılanlar.
Beynimiz, kulağımıza 20 ile 20 000 hertz arasındaki sesleri iletir. Duyamadığımız titreşim aralıklarında bize dinletilen sesleri beynimiz kulağımıza duyuramaz ve bilincimize depolar.
Alfa dalga boyuna gizlenen seslerle farkında olmadan zehirlenebiliriz. Büyük marketlerde dinlediğimiz müziklerin dibine daha çok almamız gerektiği, ancak harcarsak mutlu olacağımız telkini yerleştirildiğini biliyor muydunuz? Ya da radyolarda dinlenilen müziklerin mp3 tekniğiyle zararlı mesajlarla birlikte dinletildiğini?
Örneğin Irakta bu yöntem işgalden önce kullanılmıştır. Direnmen faydasız mesajı radyoda Kuranı Kerim yayının altına gizlenerek verilmiştir. Ve ne kadar keskin sonuçlar alındığını şimdilerde hepimiz üzüntüyle görmekteyiz.
Reklâm panolarının, logoların ve benzeri resimlerin içine gizlenen resim, simge, şekil, kelime, rakamlarla yapılanları da vardır (ABD dolarında olduğu gibi). Hatta koku yolu ile bile subliminal mesaj verildiği kayıtlara geçmiştir.
Bu gizli ve büyük tehlike psikanalistlerin, psikologların, insan yaradılışından çok iyi anlayan uzmanlar tarafından bulunmuştur. İnsanları nasıl daha derinden etki altına alabiliriz? sorusunun cevabı olarak ortaya çıkmıştır.
Gözlemler ve deneyler sonucunda şuuraltına verilen uyarıların daha etkili olduğu doğrulanmıştır.
Reklâmcılık Uzmanı James Vicary adındaki Amerikalı, ilk kullanan kişi olarak kayıtlara geçmiştir.
İlk olarak sinema salonlarında içecek satışlarını arttırması için kullanılmıştır. İlk kullanımı aslında deney niteliğindedir. Sinemada gözlerin seçmeyeceği bu malum kareye buz gibi kola iç yazısı veya resmi yerleştirilmiştir. Film arası verildiğinde bilin bakalım ne olmuştur. Tabiî ki kola satışları patlamıştır
Başlarda ticari amaçlar için kullanılması hedeflenmiştir.
Ama zamanla işler değişmiştir. Keşke kolayı daha fazla satmak kadar masum girişimler olarak kalsaydı. Tabiî ki öyle olmadı. Bunları sıralamamız mümkündür.
Ürün reklâmı yapmak
Psikolojik yönlendirmeler yapmak (sapkınlaştıran fikirler, ahlaksız saplantılar kazandırmak)
İnanç propagandaları veya siyasi görüş baskısı yapmak (karalama kampanyaları ile bazı dinleri! olumsuz, sevimsiz veya cani göstermek, terörle benzeştirmek.)
Uluslar arası ilişkilere istenildiği gibi yön vermek (Örneğin neden bazı ülkelerin dünyada patron veya en büyük güç olduğunu düşünürüz?)
Yanıltıcı bilgilendirmeler yapmak (Korku paranoyaları aşılamak gibi. Düşünürsek televizyonda çocuklarımıza güçsüz, işe yaramaz, etkisiz insanlar oldukları mesajı veriliyorsa sonucu ne fena olacaktır.)
Savaş tekniği olarak kullanmak
Sıralama daha uzayabilir. Sonuçları çok ağır olacak bir tehlike olduğu kesin olarak söyleyebiliriz. Vaktiyle en masum çizgi filmlerin içine cinsel içerikli o kadar gizli mesajlar yüklemişler ki, onları izleyen nesillerin ne bir dava heyecanı ne de vatan millet aşkı taşımaları mümkündür.
Zaten parklarda sokaklarda henüz ergen olmamış sevgililerin dolaştığına hayretimiz azalarak şahit olmuyor muyuz? Çocuk denecek yaşta derslerini asarak âşık, maşuk provası yapan gençleri başka nasıl izah edebiliriz kendimize. Zaten bu mesajlar direk olarak da veriliyor.
Açık seçik çeşitli kanallarda aşk cinsellik çekinilmeden işleniyor. Ve evlatlarımız bunları izlemek konusunda sınırlandırılmıyorlar. Herkesin kulağında her model mp3 müzik aletleri var. Bakalım benliğimizi değerlerimizi asaletimizi eski haline döndürebilecek miyiz?
Hala da çocuklarımızın izlediği çizgi filmlerde gizlenmiş tek göz sembolleri, Yahudiliğin simgelerinden üçgen prizma, şeytana tapma ayinlerinde kullanılan ritüeller, satanizm simgeleri gibi gerçekliği kanıtlanmış tespitler vardır.
Bunlara internetten ulaşmak mümkündür. Detaylı videolarla gerçekleri belirten çalışmalar var.
1900lü yıllarda kullanmaya başlandığını bildiğimiz bu sistem, yine 1900lü yılların başlarında bir illüzyonist aynı zamanda psikoloji profesörü olan bir bilim adamı tarafından keşfedilmiştir, insanların gözlerindeki bu yanılgıyı ilk o fark etmiştir.
Şimdilerde çığırından çıkan subliminal mesaj fikri böylece ortaya çıkmış ve geliştirilerek 25. kare faciası ve diğerleri kullanılmaya başlanmıştır.
Bu korkunç ve sinsi tehlike kabul edilen bir gerçek mi yoksa varsayım mı? diye sorabilirsiniz. Varsayım denilmesi mümkün değil. Çünkü yasalarda bile düzenlenmiş maddeler var bu konu ile ilgili.
Merak edenler için 3984 sayılı yasanın 20. maddesinde tüketicinin haklarının korunması bakımından şuur altı reklâmların yasak olduğu belirtilmektedir. Ülkemiz hariç dünyada büyük bir teyakkuz vardır bu konuda.
Bilhassa Rusya bu konuda alarmdadır. 1964 de İngilterede, 1974 de ABDde ve daha 55 ülkede insanlarını bu saldırılardan korumak üzere düzenleme ve yaptırımlar uygulamaya başlanmıştır.
Mesela bilgilere göre Rusya da her 5 programdan birinde kullanılıyormuş. Rusya Basın Bakanlığı bu tekniği kullanan yayın organlarının lisanslarını iptal ediyor. Hatta yaygın bir şekilde bu uygulamayı tespit eden detektörler kullanıyorlar.
Zannederiz ki artık bütün ülkelerde kullanılıyor. Özellikle İngiltere ABD gibi ülkelerde.
Irak işgal edilmeden önce direnmenin faydasız olduğuna dair mesajlar verildiğini söylemiştik. Hem de Kuranı Kerim yayını ile birlikte. Ben devleşmiş medya güçlerinin bu tekniği birçok amaçla ülkemizde kullandığını düşünüyorum. Bizim değerlerimizi savunan artık onlarca televizyon var.
Fakat hala izlenme oranları çok düşük. Hâlbuki azımsanmayacak bir çoğunluk olduğumuzdan söz ediliyor. Diğer yayın kanalları daha fazla izleniyor nedense.
Muhafazakâr kesim de onları izliyor, olmayanlar da. Ne kadar hakaretler ediliyor, inançlarımıza saldırılıyor yine de bizler onların dizilerini, haberlerini izlemekten zevk alıyoruz. Eskiden bunun nedenini güzel dekorlar kullanmaları, canlı renkler ve makyajlar, dikkat çekici konu ve konuklar seçmeleri olarak değerlendiriyordum.
Biraz da nefsimize hoş geldiğini kabul ediyordum. Bu konuyu araştırdıktan sonra 25. karelerde bekli de başka kanal açma buradan ayrılma ya da hep bizi izle gibi tembihler olabileceğini düşünmeye başladım. Bunlar masum ve iyi niyetli telkinler, tabiî ki daha fazlasından korkulmalı.
Neden bu kadar dolaylı bir yolla mesaj vermeyi tercih ediyorlar? Uzmanlara göre böylesi daha etkili. Göremediğimiz ve bilincimiz açıkken algılayamadığımız bir şeyi reddetme şansımız hiç yok. Bu hakka sahip değiliz. Çünkü haberdar değiliz. Bu yüzden bu yöntemle uyuşturuluyoruz.
25. karedeki gizli mesajlar bizi etkiliyor.
Diğer 24 karede anlatılanlar zaten bizim için çok olumsuz. Bu durumda bütün kareler bizi şaşırtmak, benliğimizi zedelemek, inançlarımızdan uzaklaştırmak, doğrularımızı yanıltmak, bizi kapital uçurumlara sürüklemek için akşamdan sabaha sabahtan akşama yayın yapıyor.
Gerçekten işimiz çok zor. Üstelik kime sorsak dizileri, programları veryansın eleştiriyorlar ve zararlarından söz ediyorlar. Ama nasıl oluyor bilmiyorum herkes izliyor. İzlemiyoruz diyen kişilerden bile o hafta her hangi bir dizide ne olduğunu öğrenebilirsiniz. Dizi yapımcılarının insafına terk edilmiş bir halde zamanlarımızı boşa harcıyoruz. Harcanıyoruz.
Bütün dindar insanlar hem televizyonun aleyhinde konuşuyoruz hem de akşam birbirimizle bile konuşmadan uyuşmuş gibi televizyon izliyoruz. Misafirlikler gitmeler gelmeler giderek tükeniyor. Herkesin büyük ya da küçük bir ekranı var evinde nasıl olsa. Kimsenin kimseye ihtiyacı kalmadı. Artık eşinizi bile televizyondan seçebilirsiniz.
Tanıdık, eş, dost hükümsüzdür bundan sonra. Ekranlar küçüldükçe yalnızlığımız büyüdü. Ceplerimize girecek kadar küçülen bu teknoloji bizi giderek daha da yalnızlaştırıyor. Arkadaş bulmaya yarıyor fakat insanlığımızı elimizden alıyor.
İlkokul arkadaşlarımızı bile buluyoruz ama dostluğumuzu ve içtenliğimizi kaybediyoruz. En çok yaşlılarımız bu saldırılara maruz kalıyorlar. Son demlerinde, Kuran okuyup ahiret hazırlığı yapacakken üçüncü sayfa haberlerinin tatsızlığında oyalanıyorlar. Ahir ömürlerinde torunsuz, oğulsuz, gelinsiz bırakılmış ihtiyarlarımızı izdivaç programları avutuyor ne yazık ki.
Eğer bunu ticari amaçla yapıyorlarsa yine durumumuz ortada. Kanaatten ve şükürden uzak yoksulları ihmal eden bir toplum olmak üzereyiz. Zamanımız ya ekranların karşısında ya da alış veriş yapacağımız sadece tüketeceğimiz merkezlerde ve caddelerde geçiyor.
Kapitalist güçlerin midesini büyüten çaresiz eğlencelere yönlendirildik. Her birimiz eğlenmek merkezli hayatlar çiziyoruz kendimize. Bizim toplumumuza hiç uymayan davranışlar giderek sıradanlaştı. Bunları sıralasak çok zaman alacaktır. Ahlaki ve maddi olarak çok yıpratıldık ve devam eden kötü bir gidişat var.
Artık sadaka vermez olduk. Daha fazla harcamak, kendimizi iyi hissetmenin bir çaresi oldu. Hâlbuki insan verdikçe paylaştıkça mutlu olan bir varlıktır. Birbirimize gösteriş yaparak mutlu olduğumuzu sanıyoruz.
Neden konuşulmuyor, kriz masaları oluşturularak bir çare aranmıyor? derseniz;
zaten bu yola en çok başvuranlar mallarını her ne pahasına olursa olsun satmayı hedefleyen kapitalizmin zalim zenginleri. Bu tekniğin zararlarını anlatan her türlü yayın organını susturma gücüne sahipler.
Bunları minneti olmayan, paraya ihtiyaç duymadan yayın yapabilen neredeyse hiç bir basın dalı ve camiası yok. Ya da sesleri bu sebepten kısık çıkıyor.
Korunmak için neler yapabiliriz? Tabi ki korunabiliriz. Bizlerin bu durumda çok uyanık olması gerekiyor. Özellikle misyonerlik çalışmaları yapıldığını düşünürsek çok dikkatli olmalıyız.
Algılarımız daima doğruya ve hakikate açık bulunmalı. Daima hazırlıklı ve sağlam durmalıyız. Bu taarruzları atlatabileceğimizi bilmeliyiz. Kendimize ve sahip olduklarımıza güvenmeliyiz.
Yetiştirdiğimiz nesilleri bu tehlikelere karşı hazırlıklı hale getirmeliyiz. Bunun için kendimizi çok iyi yetiştirmeliyiz. Bu bahsedilen tehlikelerin kaynaklarından uzak durmamız çok zor ama zerk edilirken zehri tanımalı ve sağlam bir tevekkülle atlatmayı başarmalıyız.
Not: Gördüğümüz bir ânlık görüntü : 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçücük kareden oluşur. Sinema şeridinde, saat, dakika, sâniye olarak bir diziliş vardır.
Her sâniyeden sonra bir yabancı kare gelir ve bir sâniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda bir de control-track denilen aralık vardır.
İşte bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25inci kare oluşturulur ve bu son kare olan 25inci kare ânlıktır. Yani görüntü sâniyede 1/24 olacakken, bu 1/25'e çıkar.
Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir ve ânında kaybolur.
Genellikle göz ve beyne görünmez, daha doğrusu görülür ama şuuraltında kalır.
http://www.dunyavegercekler.com/haber/302-subliminal-mesajlar-ve-25-kare.html