“...
Zühd ü takvâya yâr idim evvel
Aşk ile benden hep cüdâ düşdü
...”
Çün sana gönlüm mübtelâ düştü,
Derd ü gam bana âşinâ düştü.
Zühd ü takvâya yâr idim evvel,
Aşkla benden hep cüdâ düştü.
Vâiz eder gel aşkı terk eyle,
Nideyim sabrım bî-vefâ düştü.
Nice terk etsin aşkı şol âşık,
Ana karşı sen meh-likâ düştü.
Vechini görsem dağılır aklım,
Zülfün ona çün muktedâ düştü.
Kim seni buldu kendi yok oldu,
Vaslına ey dost can bahâ düştü.
Aşka, uşşâkın dâvet etmişsin,
Can kulağına ol sadâ düştü.
Bu Niyâzî’nin hiç vücûdunda,
Zerre komadı hep bekâ düştü.
Çün sana gönlüm mübtelâ[1] düştü,
Derd ü gam bana âşinâ[2] düştü.
Çünkü sana gönlüm derdine düştü,
Derd ve gam bana tanıdık geldi.
Zühd ü takvâya yâr idim evvel,
Aşkla benden hep cüdâ düştü.
Zühd ve takvâya yâr idim evvel,
Aşkla benden hep ayrı düştü.
Vâiz eder gel aşkı terk eyle,
Nideyim sabrım bî-vefâ düştü.
Vâiz der ki gel aşkı terk eyle,
Nideyim sabrım vefâsız düştü.
Nice terk etsin aşkı şol âşık,
Ana karşı sen meh-likâ düştü.
Nice terk etsin aşkı şu âşık,
Ona karşı sen ay yüzlü düştü.
Vechini görsem dağılır aklım,
Zülfün ona çün muktedâ[3] düştü.
Vechini görsem dağılır aklım,
Zülfün onun için imam düştü.
İsmlerin ve fiillerin olan zülfün bana önderlik yapıyor. Başka hiçbir şey beni ilgilendirmez, demektir.
Kim seni buldu kendi yok oldu,
Vaslına ey dost can bahâ [4]düştü.
Seni kim buldu kendi yok oldu,
Ey dost vaslına canımız bedel düştü.
Aşka, uşşâkın dâvet etmişsin,
Can kulağına ol sadâ düştü.
Aşka, âşıkların dâvet etmişsin,
Can kulağına o sadâ düştü.
Bu Niyâzî’nin hiç vücûdunda,
Zerre komadı hep bekâ düştü.
Bu Niyâzî’nin hiç vücûdunda,
Zerre komadı hep bekâ düştü.
TAHMİS-İ AZBÎ
Onun için başıma bu kavga düştü
Zahidâ başıma hem sevdâ düştü
Vefâ sana cefâ bana düştü
Çün sana gönlüm mübtelâ düştü,
Derd ü gam bana âşinâ düştü.
Cehdinle sevdiğim nâr idim evvel
Hem senin âşkınla zâr idim evvel
Cümleden akdem vâr idim evvel
Zühd ü takvâya yâr idim evvel,
Aşkla benden hep cüdâ düştü.
Ârif isen âşık gel doğru söyle
Âşık isen âşık bunda değil
Subhdem âşkla âşık ol inle
Vâiz eder gel aşkı terk eyle,
Nideyim sabrım bî-vefâ düştü.
Her kim bu yolda olduysa sadık
Ol olur lutfuyla ihsana layık
Bî ihtiyar olur âşk ehl-i Vâmık[5]
Nice terk etsin aşkı şol âşık,
Ana karşı sen meh-likâ düştü.
Yerlere göklere yayılır aklım
Âlemden büyük sayılır aklım
Âşkını rehber bulunur aklım
Vechini görsem dağılır aklım,
Zülfün ona çün muktedâ düştü.
Kim gaib oldu ol seni buldu
Dünyâyı terk eden âşkınla doldu
Derdinle âşık divâne oldu
Kim seni buldu kendi yok oldu,
Vaslına ey dost can bahâ düştü.
Dilber vechin hüccet etmişsin
Tâlibe arz-ı âyet etmişsin
Âşk için âdeme izzet etmişsin
Aşka, uşşâkın dâvet etmişsin,
Can kulağına ol sadâ düştü.
Pirinle olan ahdini güde
Doğru yol bilmem kim Hakk’a gide
Azbî derdmend [6]bilmezem kim bende
Bu Niyâzî’nin hiç vücûdunda,
Zerre komadı hep bekâ düştü
[1] Mübtelâ: Dertli. Hasta. Başı sıkıntılı. Rahatsız. Belâlı. Düşkün. Tutkun. Tutulmuş.
[2] Âşina: f. Mâlumatlı, haberli olan. Arif. Bilgili. Mâlik. Tanıdık. Yabancı olmayan. Yüzücü.
[3] Mukteda: Kendisine uyulan. Önde giden. Müçtehid. Pişivâ. Peşivâ. Namazda kendine uyulan imam.
[4] Bahâ: f. Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ.
[5] Vamık: Seven. Âşık, sevdalı. Meşhur bir hikâyede Azra’nın âşığının ismi.
[6] Derdmend: f. Tasalı, kaygılı, dertli.