Bazıları tarafından, "Kur`ân-ı Kerîm,
Hz.Ali (RA)`a gönderildiği halde Cebrail (a.s.) Onu Muhammed`e (SAV)
getirdi" diye iddia ediliyor. Bu hususta ne diyorsunuz?
Bu iddia da diğerleri gibi Yahudilerden kaynaklanmaktadır. Nitekim
Asr-ı Saâdet`te bazı Yahudiler, sırf Kur`ân-ı Kerîm`i Cebrail (A.S.)
getirdiği için iman etmemişler ve bizzat Resûlüllah Efendimize, "Cebrail bizim düşmanımızdır. Eğer sana gelen Mikâil olsaydı iman ederdik."demişlerdir. Yâni, mes`elenin temelinde Yahudilerin Cebrail`e (A.S.) düşmanlığı yatmaktadır.
Evvelâ, şunu ifâde edelim ki, aşağıda mealini vereceğimiz âyet-i
kerîme, bu ve benzeri safsatalara imkân bırakmayacak kadar açıktır:
"İman eden, sâlih amel işleyen, Muhammed`e indirilene -ki o
Rablerinden gelen bir haktır- iman eden kimselerin de günahlarını
keffaretlendirmiş, hâllerini ıslâh etmiştir."(Muhammed sûresi, 2)
Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Kur`ân-ı Kerîm`i Resûl-i Ekrem
Efendimize indirdiğini, mü`minlerin O`na ve O`na indirilene iman
etmeleri gerektiğini, hak ve hakikatin ancak Kur`an`da olduğunu beyan
buyurmuştur.
Âyet-i Kerîmenin bu açık beyanı karşısında değil aklın, hiçbir vehmin dahi şüphe ve tereddüde düşmemesi gerekir.
Bununla beraber az da olsa, bazı safdil insanların bu vehme
kapılmaları dolayısıyla meseleyi kısaca tahlil etmekte fayda görüyoruz.
Yukarıdaki yersiz iddia için iki ihtimal düşünülebilir: Birisi, Cebrail`in (A.S.) bu işi kasten, diğeri ise, aldanarak yaptığıdır.
Vahiy, Hz.Ali`ye (RA) gelmişken, Cebrail`in (A.S.) onu, kasten
Hz.Muhammed`e (SAV) getirdiğini iddia edenler, nefsin daima yanlış yola
sevk ettiği ve şeytanın sürekli yanıltabildiği insan nev`i ile, şeytana
kapılmaktan müberrâ melek nev`ini yanlış bir kıyas ile birbirine
karıştırmaktadırlar.
İnsan nev`inde, elçilerin, bazen padişahlarını aldattıkları ve
onların fermanlarını hile ile değiştirdikleri bir vakıadır. Cebrail`in
(A.S.) ilâhî elçiliğini böyle bir elçiliğe benzetmek hem Allah`ı (C) hem
de Cebrail`i (A.S.) bilmemektir.
Malumdur ki, melekler de peygamberler gibi ismet sıfatı ile
muttasıftırlar. Yâni, onlar yaratılışları itibariyle günahtan
münezzehtirler. Şerre kabiliyetleri yoktur; Allah`a isyan etmeleri
imkânsızdır. Nitekim, onlar hakkında, "Meleklerin hiçbir cihetle hilâf-ı
emir hareketleri yoktur. Hâlis bir ubudiyetten başka hiçbir icad,
hiçbir müdahale, hattâ izinsiz şefaatları dahi olmaz," buyurulmuştur.
Bilindiği gibi dört büyük melek vardır ve Cebrail (A.S.) bunlardan
biridir. Bütün melekler hakkında muhal olan isyan ve günah, Cibrîl-i
Emin hakkında hiç düşünülmez.
Cenâb-ı Hak, Tekvir sûresinde Cebrail`i (A.S.) şöyle tavsif buyurmaktadır:
"Muhakkak o (Kur`an) çok şerefli bir Resulün (getirdiği) Kelâmdır.
Azim bir kudrete mâliktir. Arş`ın sahibi (olan Allah) nezdinde çok
itibarlıdır. O kendisine itaat olunandır. (Melâike-i mukarrebin O`na
itaat ederler.) O emîndir." (Tekvir sûresi, 19-21)
Âyet-i Kerîmedeki resulden murad, Ruhu`l Kudüs, Rûhu`l-Emîn olan
Cebrail`dir. (A.S.) Bütün melâike ve mukarrebin Cenâb-ı Hakk`ın
huzurunda O`na itaat eder ve emrini dinlerler. Zira O, Melâikelerin
Resulü ve Sultanı`dır. İlâhî emirleri bütün Peygamberlere O getirdiği
gibi, emrine verilen melâikelere de yine O tebliğ eder.
Görüldüğü gibi, Cenâb-ı Hak Kur`ân-ı Kerîm`inde Cebrail`i (A.S.) medh ü sena ediyor, tezkiye ediyor ve O`na Rûhu`l-Emin, Rûhu`l-Kudüs diyor.
Zerre kadar aklı olan bir insan, bu ilâhî haberi ve tezkiyeyi bir
kenara bırakıp, vehim ve hayâl mahsulü bir itikada kapılmaz, ona itibar
etmez.
Böyle bir inanç kabul edildiği takdirde şöyle bir safsata ortaya çıkar:
Peygamberleri Allah-ü Azîmüşşân değil de, hâşâ -Cebrail (A.S.) tayin
etmiş olur. Bu takdirde Cebrail (A.S.) Allah`ın mahlûku, elçisi olduğu
halde, O`nun arzusu ve iradesi Cenâb-ı Hakk`ın arzu ve iradesinin
fevkine çıkmış olmaz mı?
Cebrail`e (A.S.) O`nun şanına yakışmayan bu iftirayı yapanlara karşı
Cenâb-ı Hak, sûre-i Bakara`da şöyle bir tehditte bulunmaktadır :
"Kim Allah`ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail`e, Mikâiie düşman olur ise, şüphesiz Allah o kâfirlerin düşmanıdır." (Bakara sûresi, 68)
Görüldüğü gibi, âyet-i kerimede, Cenâb-ı Hak, meleklere ve
peygamberlere düşmanlığı, kendisine düşmanlık olarak kabul etmekte ve
kendisinin de o kâfirlerin düşmanı olduğunu ilân etmektedir.
Hz.Cebrail`in bu işi kasten değil de yanılarak, yâni Peygamberimizi,
Hz.Ali`ye benzeterek yaptığı ihtimaline gelince, böyle bir ihtimal de
tasavvur olunamaz.
Cebrail (A.S.) bir anda binler yıldızda bulunup, binler melâike-i
kirâma Cenâb-ı Hakk`ın emirlerini unutmadan, şaşırmadan, karıştırmadan
tebliğ eden, Allah`ın mükerrem bir elçisidir. O`nun ilmi insanlarınki
gibi kesbî değil, vehbîdir. Kendisi yaratılıştan kâmildir. Bu mükemmel
yaratılışı sayesindedir ki, Dıhye isimli sahâbe-i kirâmın timsâlinde
huzur-u Nebevi`de vahyi tebliğ ederken, aynı anda haşmetli kanatlarıyla
Arş-ı A`zam`da secde edebilmekte ve yine o anda binlerce yıldızda
bulunup ayrı ayrı emirleri hadsiz meleklere tebliğ edebilmektedir.
Allah`ın böyle bir elçisine unutma, şaşırma, yanılma isnad etmek aklen
muhaldir. Böyle bir isnad herşeyden önce Cenâb-ı Hakk`ı bilmemek
demektir. Elbette herşeyi en güzel surette yaratan Cenâb-ı Hakk`ın,
kendisine, noksan ve kusurlu bir elçi yarattığı düşünülemez.
Hem Kur`ân-ı Azimüşşân, bir defada değil, yirmi üç sene zarfında
âyet âyet, sûre sûre inzal edilmiştir. Cebrail`in (A.S.) böyle bir hata
yaptığı (hâşâ) bir an için düşünülse bile Cenâb-ı Hak kendisini ikaz ve
hatasını tashih ederdi. Farz-ı muhal olarak Cebrail`in (A.S.)
yanılabildiği kabul edildiği takdirde, O`nun geçmiş peygamberlere
getirdiği âyetlere de şüpheyle bakmak icab eder. Bu ise, emsalsiz bir
cinayettir.
Kaldı ki, Cebrail (A.S.) Muhammed`i (SAV) ilk defa vahiy tebliğ
ederken görmüş değildi. Doğumundan itibaren O`nunla alâkadar olmaya
başlamış ve bu alâkası, nezâreti, hizmeti ve muhafazası, çocukluk ve
gençlik yıllarında da aralıksız devam etmişti. Yâni, vahiy gelmeden önce
de Resûlüllah Efendimiz, daima O`nun nezâret ve murakabesi altındaydı.
Son olarak şu noktayı da nazaravermek lâzımdır :
Peygamber Efendimize vahiy geldiğinde, Hz.Ali Efendimiz on
yaşlarındaydı. Peygamberimiz ile Hz.Ali`yi değil Cebrail`in, en akılsız
bir kimsenin dahi birbirilerine benzetmesi düşünülemezdi.
Bu açık hakikate rağmen, bin dört yüz seneden beri bazı kimselerin
nasıl olup da, bu safsataya inandıkları ve bu hurafenin arkasından
gittiklerini anlamak mümkün değildir.