Yavuz, 40 bin Alevi`yi kesti mi?
Yıllar önce Bakü’de bir
müzeyi geziyoruz. Adının İrade olduğunu öğrendiğimiz hanım rehberimiz
Şah İsmail’in Çaldıran savaşını Osmanlı topları yüzünden kaybettiğini
ağlamaklı bir tonda anlatıyor. Besbelli hayranı olduğu Şah İsmail
Çaldıran’da bir duvar teşkil eden toplarımızı geçemeyince hiddetinden
kılıcıyla topun ağzına öyle bir vurmuş ki, tuncu paramparça etmiş!
Burada
efsanenin kendisine takılmayın derim. “Türk” olduğunu düşündüğümüz
Azeri kardeşlerimizin bu savaşta Şah İsmail’in ordusunda saf tutmaları
ve Yavuz’u saldırgan bir işgalci olarak görmeleri beni şaşırttı.
Bir
de özellikle bazı Osmanlı karşıtı kesimlerin dillerine doladıkları ve
maalesef İsmail Hami Danişmend gibi ateşli Osmanlı yanlısı ‘Sünniler’in
de Şii-Alevi husumetlerinden ötürü köpürttükleri ‘Yavuz’un 40 bin
Alevi’yi kestiği’ söylentisi var.
Yavuz Sultan Selim, Doğu’da
namağlup unvanına sahip Şah İsmail’in adamlarının Tokat’ı ele geçirip
kendi adına hutbe okuttuğu, hatta Kütahya önlerine kadar geldiği,
Bursa’yı tehdit ettiği ve Rumeli’deki kardeşleriyle buluşmalarına ramak
kaldıkları bir ortamda tahta çıkmış buldu kendisini. Üstelik de bir
Osmanlı şehzadesi olan yeğeni Murad, Şiiliği kabul etmiş ve Şah
İsmail’in yanına kaçmıştı. Yani Safevi etkisi, bırakın halka yayılmayı,
bizzat saraya kadar girmişti.
Burada özellikle belirtmek istiyorum
ki, Yavuz’un birinci sorunu, bir inanç olarak Alevilik değil, Fransız
tarihçi Jean-Louis Bacque-Grammont’un akıl dolu deyişiyle, Safevi
Devleti’nin Anadolu’daki Alevileri ‘beşinci kol’, yani istihbarat unsuru
olarak, daha da önemlisi, devleti yıkacak tertipler içine girecek
potansiyel bir işbirlikçi güç olarak kullanmaya kalkmasıydı. Şah
İsmail’in gerçek niyetinin Osmanlı’yı Şiî bir devlete dönüştürerek bir
darbede başına geçmek olduğuna ve bu uğurda çalıştığına dair güçlü
kanıtlar bulunuyor. Nitekim 1511 Nisan-Temmuz aylarında Bursa’dan
Antalya ve Kayseri’ye kadar yayılan, Anadolu’nun büyük bölümünün yakılıp
yıkılmasına ve 50 bin insanın ölümüne yol açan Şahkulu İsyanı da gerçek
bir ders olmuştur Yavuz’a.
Anadolu’daki Aleviler ya İran’a göç edip
Şah İsmail’in saflarına katılıyor veya muhtemel bir Anadolu seferinde
ona destek vereceklerine dair işaretler veriyorlardı. Osmanlı
Devleti’nin 1402’de içine yuvarlandığı fetret devri yeniden yaşanacak
mıydı? Bu soru, 112 yıldır hiç bu kadar sarsıcı olmamıştı.
Bunun
üzerine Yavuz, hem İran’a insan kaynağı sağlayan göçü önlemek, hem de
Safeviler üzerine düzenleyeceği seferde arkasını sağlama almak için
Mustafa Akdağ’ın deyişiyle, “Şah İsmail’e bağlılıkları, sadece dinî bir
inanç olma çizgisini aşarak, para yardımı, asker olarak gidip ordusuna
katılma, Kızılbaşlık propagandası yapmak ve şaha casusluk etmek gibi
yollarla hizmet ettikleri sabit olanlar hakkında kovuşturma başlattı”.
Bu kovuşturmanın bir tür fişlemeye dönüştüğünü biliyoruz. Tutulan
defterlere yukarıdaki eylemlere karışmış 40 bin Kızılbaş’ın adının
geçirildiğini, bunların tutuklanıp sorguya çekildiklerini biliyoruz.
Suçlu bulunanlar elbette idam veya hapisle cezalandırılmıştır. Ancak bu
kovuşturma sonunda ne kadarının idam edildiğini, ne kadarının hapse
atıldığını veya sürgüne gönderilip serbest bırakıldığını bilmiyoruz.
İşte
o 40 bin kişi, bu kovuşturma maksadıyla fişlenen ve yakalanan casuslar,
düşmana yardım ve yataklık yapanlar, daha önce Şah İsmail’in ordusunda
savaşmış olanlar, propagandasını yapanlardı. Ve hepsinin öldürüldüğüne
dair en ufak bir kanıt olmadığını yine Bacque-Grammont söylüyor:
“Göründüğü
kadarıyla, bu “büyücü avı”, özellikle olaylara bulaşan tımar
sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret
kaldı. 1513 ya da 1514’te olan 40.000 sapkının kırılması efsanesinin
destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde; sayılar karşısında doğulu baş
dönmesiyle alabildiğine damgalı görünüyor bu.” (Bkz. Ed.: Robert
Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, I, Cem Yay. 1995, s. 173)
40
bin aileyi, yani ortalama 200 bin nüfusu ilgilendiren böylesine büyük
çaplı bir ‘katliam’ın belgelere de bir şekilde yansıması gerekmiyor
muydu? İşte Alevi kökenli olduğu bilinen tarihçi Mustafa Akdağ, “Yavuz
Selim’in o zaman, Kızılbaş mezhepli 40 bin kişi öldürttüğü hakkında
tarihlere geçmiş bir rivayet vardır… Ancak, biz bunu pek şişirilmiş bir
sayı bulmaktayız. Çünkü bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme
defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda,
bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay
geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi.” sözleriyle bu balonu
patlatıyor. (Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, 2, Tekin Yay.,
1979, s. 154)
Tarih ne çekmişse siyasetten ve efsanelerden çekmiştir.
( Mustafa Armağan, 27 Ocak 2008, Zaman )