| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Limoni Co-Admin
Mesaj Sayısı : 6150 Rep Gücü : 14991 Rep Puanı : 44 Kayıt tarihi : 27/05/09
| Konu: IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Çarş. Ekim 24, 2012 6:05 am | |
| IRENE MELIKOFF [1917-2009] Alevilik, Bektaşilik üzerine yaptığı çalışmalarıyla adını duyuran İrene Melikoff, 7 Kasım 1917 [Bolşevik ihtilalinin meydan geldiği günler] de Rusya’nın Petrograd [Petersburg] kentinde 40 odalı bir konakta dünyaya gelmiştir. Geleceğin ünlü Türkologlarından biri olacak olan İrene Melikoff, Petrol zengini bir Azeri baba ve sarışın bir Rus anneden doğmuştur. Melikoff’un babası Rus ihtilalinin çıkması dolayısıyla ülkeyi terk etme kararı almıştır. Fakat ülkedeki anarşi ortamından payını alan baba Melikoff, bir Bolşevik komiseri tarafından tutuklanmıştır. Anne Melikoff ise bebek İrene’yi alıp önce Finlandiya ‘ya oradan da bir süre sonra Fransa’ya gitmiştir. Baba Melikoff da daha sonra kurtulup Fransa ‘ya, ailesinin yanına gitmiştir. Fransa’ya yerleşen baba Melikoff, kendine ufak çapta ticari işler bulmuş ve geçimini bu şekilde sağlamaya çalışmıştır. Bu arada Fransa’ya gelişlerinin ilk yıllarında Melkoff’un bir erkek kardeşi dünyaya gelmiştir. Daha sonra iş adamı olacak olan erkek kardeşi Kanada’ya yerleşmiş ve orada ölmüştür. Melikoff’un ailesi çocuklarına iyi bir eğitim vermeyi ve onları en iyi şekilde yetiştirmeyi amaçlamıştır. Farklı iki milletten doğan İrene, doğal olarak babasından Azeri Türkçesini, annesinden de Rusçayı öğrenmiştir. İngiliz mürebbiyesi [bakıcı] olan Melikoff’un ilk öğrendiği dil ise İngilizce olmuştur.
İlk ve orta öğrenimini Paris’te yapan İrene Melikoff, öğrendiği bu üç dilin yanında Paris’te lise öğrenimi boyunca Grekçe ve Latince dersleri alır. Eğitim ortamının ve yaşadığı ülkenin etkisiyle doğal olarak Fransızcayı da öğrenen Melikoff, genelde eserlerini, çok iyi bir telaffuzla konuşup yazdığı bu dille vermiştir. Ayrıca bu dillere daha sonra Almanca ve İtalyanca’yı da eklemiştir. İrene, lise eğitimini bitirdikten sonra Paris Edebiyat Fakültesi [Sorbonne] de üniversite eğitimine başlamıştır. Aynı zamanda Yaşayan Doğu Dilleri Ulusal Mektebi’nde Türkçe ve Farsça bölümlerine devam etmiştir. İrene Melikoff, 1954’te Düstûrnâme-yi Enverî adlı çalışmasıyla üniversite eğitimini başarıyla tamamlamıştır. Sorbonne’daki üniversite yılları onda şarkıyat alanında ilgi uyandırdı ve böylece Türkoloji’ye ve Fars etütlerine merak sardı. Bir yandan ünlü Fransız Türkoloğu Jean Denny’nin, ondan sonra da bir başka şarkıyatçı Cloude Cahen’in öğrencisi olurken, diğer yandan da şark dilleri okulunda Dr. Adnan Adıvar’ın derslerine devam ederek Türkçesini geliştirmiştir. Ayrıca Luis Massignon ’dan da sufiliği öğrenmiş ve sufilik onda derin izler bırakmıştır. Melikoff’un Türkoloji’ye asıl merakı bundan sonra başlamıştır. Onun bu alana yönelişinde Ömer Lütfi Barkan ve M. Fuad Köprülü’nün etkisi büyük olmuştur. İrene Melikoff, üniversite eğitimi esnasında ünlü matematikçi Salih Zeki Sayar’ın oğlu Faruk Sayar’la tanışmış ve bir süre sonra da evlenmiştir. Melikoff, ilk yazılarının çoğunda asıl soyadının yanında Sayar soyadını da kullanmıştır. Fakat bu evlilikte beklediği mutluğu bulamayınca boşanmış, çocuklarıyla birlikte Fransa’ya dönmüş ve bundan sonra kendini tamamıyla bilimsel çalışmalara vermiştir.
Öte yandan Melikoff, bu evlilik vasıtasıyla aynı zamanda Halide Edip’in üvey gelini olmuş, bu sayede aileyi yakından tanıma fırsatı elde etmiştir. Halide hanımdan ****** ve etrafındakiler, yani cumhuriyetin kurucu kadrosu hakkında çok şey dinlemiş ve öğrenmiştir. Özellikle Halide Edip’in Ateşten Gömlek adlı eserini okumuş ve ******’e büyük bir hayranlık duymuştur. Öte yandan Melikoff’un Sayar’la evliliklerinden Belkıs, Ladin ve Şirin isimli, ikisi halen akademisyen olan [Belkıs hanım Slav Etütlerini, Şirin hanım ise anne mesleği Türkoloji’yi seçti] üç kızı olmuştur.
İrene Melikoff, İran kültürü ve tabiatıyla; Rus edebiyatı ve tarihiyle de uğraşmakla beraber, Türkloji’yi temel uğraş alanı seçti. Özellikle Anadolu’da yazılmış Türk destan edebiyatına, bu edebiyatın epik ürünlerine yakın bir ilgi duyuyordu. Zaten ilk eserlerini de bu alanda verdi. 1954 yılından başlayarak, 1962 yılına kadar sırasıyla Gazi Umur paşa Destanı’nı [Le destan d’Umur Paşa: Düstûrnâme-i Enverî], doktora tezi olan Danişmendnâme’yi [La Geste de Melik Danişmend: Danişmendname,1960], arkasından, asıl bundan sonra ki bütün hayatını adayacağı Alevilik ve Bektaşilik araştırmalarına yönlendirecek olan Ebu Müslim Horasani’nin Destansı hayatını konu edinen Ebumüslimname’yi [Abu Müslim: Le Porte-Hache du Khorasan, 1962] yayımladı. Nitekim Türk edebiyatına olan bu derin ilgisi onu ünlü İtalyan Türkoloğu Alessio Bombaci’nin Türk edebiyatı tarihine dair eserini Fransızcaya çevirmeye yöneltmiştir. İrene Melikoff’un Türkoloji’ye katkıları 1968 yılında hocası Claud Cahen’in ölümüyle boşalan Strasburg Türk Etütleri Enstitüsü’nün direktörlüğüne atanmasından sonra daha başka boyutlar kazanır. Daha önce kurulmuş bulunan bu enstitünün, Fransa’nın, giderek dünyanın en saygın ocaklarından biri haline gelişi, Melikoff’la başlar. Enstitü, birçok sempozyumun yapıldığı bir yer haline gelir. Ancak Melikoff’un en büyük eserlerinden biri 1970 yılında kurduğu Turcica Dergisi’dir. Enstitünün bir yayın organı olarak o tarihten beri yayımladığı bu dergi, o zamana kadar Türkiye’de Fuad Köprülü’nün İstanbul’da yayımladığı Türkiyat Mecmuası istisna edilirse, uluslar arası planda, üstelik batı dillerinde yayın yapan ilk Türkoloji dergisi olmuştur. 1969 yılı İrene Melikoff ‘un hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Türk- İslam-Batinî edebiyatında yoğunlaşıp, oradan Bektaşilik’te derinleşirken Alevilikle karşılaşınca, hayatının istikameti ve temeli Alevilik ile Bektaşilik oldu. Melikoff bu karşılaşmayı şu şekilde anlatır: 1969 Eylül’ü idi Türkiye’ye ilk kez, yeni evlendiğimde 1941’de gelmiştim. “Hacı Bektaş Gecesi” ilanını gördüm. Gitmeye karar verdim. Arkadaşlarım, toplantı yerinin önüne geldiğimizde, ”Biz buraya giremeyiz, bunlar Alevidir” dediler. “Korkuyorsanız ben yalnız gideceğim” dedim. O gün, otuz yıllık bir yolculuğun başlangıcı oldu. Bir hafta sonra Hacı Bektaş’ın türbesini ziyaret ediyordum. Sonra bilmediğim bir dünyayı keşfettim. Alevi âşıkların dünyasını ziyaretimin ertesi günü olağanüstü sesi olan bir âşık’a rastladım. Cezbeye yakın nefesler söyleyen bu kişi Feyzullah Çınar’dı, kendisinden bir gün önce dinlediğim bir nefesi okumasını istedim: ”Sen Allah’ın aslanısın ya Ali!” Feyzullah, omuzlarını silkti ve bana , “Ya Ali, Allah’ın kendisidir.” diyerek, derviş Ali’nin bir nefesini okudu: ”Men Ali’den gayrı Tanrı Bilmezem!” Bu nefes bende, yıldırım çarpa etkisi yaptı. Duygularımı altüst etti. Böyle bir sözün mümkün olduğunu asla düşünmemiştim. Türkiye’yi ayrı bir çizgide yaşayan, bilinmeyen bir Türkiye keşfediyordum” der. İrene Melikoff bundan sonra yaptığı araştırmaların neticesinde Bektaşiler-Aleviler hakkında şu teze vardığını söyler: Bu, kökeni göçebe bir ulusun, ata inançlarına, yüzyıllar içinde katılmış, kalıntı bir öğe idi. Yine ardından, atalarının yaşam tarzına hala bağlı öbür Asya Türk topluluklarında olduğu gibi, göçebe aşiret cemiyetlerinde görülen bir inançlar mozaiğinin, bir vasfını oluşturduğunu, onlar için ayrı bir dini saygı konusu olan Ali’nin de gerçekte, eski Türklerin Göktengri’sinden başkası olmadığını fark ettim” der. Melikoff, bu hususları Türkmenistan’daki aşiretleri inceleyen Rus bilgin Vlademir Basilov’un incelemelerinde gördüğünü ve bir başka Kırgız araştırmacının da görüşünün de bu yönde olduğunu söyler. Yukarıda bahsettiği olaydan sonra İrene Melikoff, Türkiye’yi hemen hemen her yıl ziyaret etmiş, gittiği değişik yörelerde Alevi ve Bektaşi topluluklarıyla, onların ileri gelenleriyle dostluklar kurup doğrudan ve yerinde gözlemlerle, yapacağı yayınların malzemelerini toplamaya çalışmıştır. Melikoff, Alevi ve Bektaşi zümrelerini inceleyen yayınlarında genelde duygusallığa kapılmamış, bilimsel kriterlerinden, metotlarından, taviz vermeden, kitap ve makalelerinde ciddi analizler, yorumlar yapmıştır. Türkiye’de sürekli gündemde olan meselelerden Alevilik-Bektaşilik alanındaki araştırmaları, ideolojik yaklaşımlardan kurtararak bilimsel bir çerçeveye oturtmuştur. Onun bu çalışmalarını bilimsel olduğunun destekleyen, yaşadığı şu diyaloğu örnek verebiliriz. İrene Melikoff şöyle anlatıyordu: “Bir Ayin-Cem esnasında bir Türk Dost bana, ’Şu gördüğünüz şeye inanıyor musunuz?’ diye sordu. Kendisine “Benim rolüm inanmak değil, gözlemlemektir ve anlamaya çalışmaktır” diyerek yanıt verdim.” İrene Melikoff, ömrünün büyük bir kısmını Alevilik-Bektaşilik üzerine çalışmaya harcamıştır. Bunun neticesinde yazar, yayımladığı sayısız makalenin yanı sıra, başta Ahmet Yesevi, Fazlullah Hurufi ve Seyyid Nesimi üzerine yazılmış olan ”Uyur İdik Uyardılar”, Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe, Türk Sufizmi’nin İzinde ve Kırklar Sofrası” gibi alanında yetkin eserler vermiştir. Ayrıca seyahatler, bilimsel toplantılar [düzenleyici veya katılımcı olarak] yapan Melikoff, Türkoloji ve Fars etütlerinde aralarında bugün Fransa, Tunus, Cezayir, İran ve Türkiye‘den Ahmet Yaşar Ocak, Michel Balivet, Thierry Zarcone, Stephan de Tapia, Refet Yinanç, Erdal Yavuz gibi daha birçok akademisyen yetiştirmiştir.
Türkoloji alanında derin bir iz bırakan İrene Melikoff, 8 Ocak 2009’da Fransa’nın Strasburg kentinde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir. Başarılı Türkolog İrene Melikoff hakkında gerek yazar yaşarken gerek öldükten sonra birçok araştırmacı-yazar onu övmüşlerdir. Bunlara örnek verecek olursak: İlber Ortaylı: Çok iyi bir dil donanımı vardı, bugünkü Türkologlardan çok daha iyi Türkçe bilirdi. Melikoff’un özellikle Aleviler için kutsal bir ay olan Muharrem ayında ölümünü manidar bulmaktayım. Ahmet Yaşar Ocak: Meslekler o mesleğe mensup pek çok kişi tarafından icra edilir, ama onlar içinde bazıları vardır ki, icra ediş tarzıyla, mesleki titizlik ve duyarlılıklarıyla, yaptıkları katkılarla, uyguladıkları yöntemlerle diğer meslektaşlarından ayrılır ve adeta meslekleriyle özdeşleşir. İrene bu tip bilim insanlarından biriydi. | |
| | | Limoni Co-Admin
Mesaj Sayısı : 6150 Rep Gücü : 14991 Rep Puanı : 44 Kayıt tarihi : 27/05/09
| Konu: Geri: IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Çarş. Ekim 24, 2012 6:07 am | |
| İRENE MELİKOFF ÖZEL TÜRKOLOJİ VE ALEVİLİK BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARININ BÜYÜK USTASI: IRENE MELIKOFF Ahmet Yaşar OCAK
Mélikoff, bilim dünyasında titizliği ile çalışan, bunu yazdığı eserleriyle ortaya koyan bir bilim insanıdır. Özellikle Türkoloji alanında yarım asra varan çalışmaları ile dikkat çeken Mélikoff, yaşamına dair izler takip edildiğinde oldukça zengin bir geçmişe rastlanır. Türkoloji alanında yaptığı çalışmalar onun bilimsel kimliğini sağlamasının yanında, saygınlığına da vesile olmuştur. Onun yayınlarını bilimsel yayınları, Turcica Dergisi’ndeki yazıları, bilim dünyasına katkısı olan eserleri olmak üzere üç temel başlık altında toplayabiliriz. Uluslararası Türkoloji dünyası, 2009 yılı Ocak ayında çok önemli bir bilim insanını, Strasbourg Üniversitesi’nden emekli Prof. Irene Mélikoff’u kaybetti. Bilindiği gibi, meslekler o mesleğe mensup pek çok kişi tarafından icra edilir, ama onlar içinde bazıları vardır ki, mesleklerini icra ediş tarzlarıyla, yöntemleriyle, meslekî titizlik ve duyarlılıklarıyla, yaptıkları iz bırakan katkılarla diğer meslektaşlarından ayrılır ve âdeta meslekleriyle özdeşleşirler. Böyleleri insana onların sanki sırf bu mesleği icra etmek için dünyaya geldiklerini düşündürür. İşte uluslar arası Türkoloji dünyasının yarım asra yakındır çok yakından tanıdığı Prof. Irene Mélikoff, bu tip nadir bilim insanlarından biriydi. Onun Türkoloji alanında bu uzun süre içinde yaptığı araştırmalar, yayımladığı makale ve kitaplar, uzun yıllar bu alanda çalışan yerli yabancı bilim insanları arasında takdir ve beğeni ile karşılanmış, kalıcı izler bırakmış, yeni ufuklar açmıştır.
Prof. Irene Mélikoff, 1917 Rus devriminin önünden Avrupa’ya kaçan petrol zengini bir Azeri ailenin birisi erkek, iki çocuğundan kız olanıdır. Erkek olan uzun zaman önce Kanada’da yerleşmiş olup bir iş adamıydı ve yıllar önce orada vefat etmişti. Mélikoff kardeşlerin babaları aristokrat bir Azeri beyefendisi, anneleri ise Rus kökenli, sarışın,çok güzel ve zarif bir hanımdır. Devrimden hemen bir gece önce aile Bakü’yü terk ettiğinde, Irene Mélikoff henüz bir bebektir. Ama tıpkı annesi gibi, sarışın, mavi gözlü bu bebek ileride, onun zekâ ve güzelliğine, zarafetine vâris olacaktır.
Almanya üzerinden Fransa’ya geçen aile artık orada yaşamlarını devam ettirdiler.Ne anne, ne de baba, bu küçük kızın ileride dünyanın en önde gelen Türkologlarından biri olacağını o zamanlar şüphesiz ki bilemezlerdi, ama onun en iyi bir şekilde eğitim alması için de her imkânı kullanmışlar, özel hocalardan müzik ve dil eğitimi almasını sağlamışlardı. Aile içinde Türkçe ve Rusça konuşulduğu için, daha çocuk yaşta iki dili öğrenen Irene, Paris’teki orta eğitimi esnasında Grekçe ve Latince ile tanıştı. Sorbonne Üniversitesi’ndeki öğrencilik yılları, onda şarkiyat alanına, ama özellikle Türkoloji’ye merak uyandırdı. Bunda herhalde babasının da katkısı olmalıdır. I. Mélikoff üniversite eğitimi sırasında büyük Fransız Türkoloğu Jean Deny’nin ve ünlü Şarkiyatçı ve Anadolu Selçuklu tarihi uzmanı Claude Cahen’in de öğrencisi oldu. Bu üniversite yıllarında ünlü Şark Dilleri Mektebi’nde (Ecole des Langues Orientales) Dr. Adnan Adıvar’ın Türkçe derslerine devam etti, hem de Farsça öğrendi. Bu arada ünlü matematikçi Salih Zeki’nin oğlu Faruk Sayar’la tanıştı ve onunla evlendi. Bu evliliğinden üç kızı oldu. Bunlardan halen birisi Slavist, diğeri Türkolog’dur. Mezun olduktan sonra kocası ve kızlarıyla Türkiye’ye gelen Mélikoff, İstanbul’da ileride mesleğindeki birikim ve ilerlemesini sağlayacak olan bir çevre edindi,kayınvalidesi Halide Edip Hanım vasıtasıyla,Cumhuriyet’in kurucu kadrosu hakkında çok önemli izlenimleri dinleme imkânını elde etti. Fakat evliliği fazla uzun sürmedi ve tekrar Paris’e döndü. CNRS ( Centre National de la Recherche Scientifi que) adıyla dünyaca ünlü bilimsel araştırma kurumunda çalışmaya başladı. İngilizcesini, Almancasını ve İtalyancasını geliştirdi. Nitekim onun bu zengin dil alt yapısı, sağlam bir kariyer yapmasına ve uluslararası platformda kısa zamanda tanınmasına vesile oldu.
I. Mélikoff, İran kültür ve edebiyatı, tarihi, Rus kültür ve edebiyatı ve tarihiyle de meşgul olmakla beraber, asıl mesaisini Türkoloji alanına hasretmekteydi. Özellikle Anadolu sahasında meydana getirilmiş Türk destan edebiyatı ürünleri onun çok ilgisini çekmekteydi. Bu yüzden ilk araştırmalarını bu alana yoğunlaştırdı ve ilk yayınlarını bu alandaki incelemeleri teşkil etti. Nitekim Türk edebiyatına olan ilgisi onu, ünlü İtalyan Türkoloğu Alessio Bambaci’in – ne hikmetse hâlâ Türkçeye kazandırılamayan Türk Edebiyatı Tarihi isimli eserini Fransızcaya çevirmesine yol açtı . Bu arada Ebûmüslimnâme üzerindeki çalışmaları onun dikkatini Türkiye’deki Alevi Bektaşi toplumu üzerine çekti. Bu onun bilimsel hayatında artık bütünüyle kendini adayacağı çok verimli yeni bir sayfa açmıştı. I. Mélikoff artık aradığı yolu bulmuştu. Kendi ifadesine göre, “Türkiye’de Sünni İslam’ın dışında ikinci bir İslam anlayışının gizliden gizliye yaşamakta olduğunu fark etmişti”. Bu keşif onu çok heyecanlandırmış, egzotik duygular içinde bu zümreleri yakından tanıma arzusunu uyandırmıştı.
Danişmendnâme üzerindeki doktora çalışmalarını bitirdikten sonra CNRS’deki araştırmacılık yıllarında Türk edebiyatının muhtelif konuları üzerinde değişik makaleler yayımladı. Bir süre sonra, asıl kariyerini yapacağı yeni bir göreve atandı. Hocası Claude Cahen’in Sorbonne’a gitmesiyle boşalan Strasbourg Üniversitesi’ndeki Türkoloji Enstitüsü’nün (Institut d’Etudes Turques) başına getirildi. Bir yandan Sorbonne’daki Henri Massé, Claude Cahen gibi büyük şarkiyatçıların metotlarından esinlenirken, bir yandan da belki Türkoloji alanındaki çalışmalarını derinden etkileyecek olan Fuat Köprülü’yü tanıdı. Strasbourg’da bir yandan Türk dili, kültürü, tarihi ve edebiyatıyla ilgili lisans dersleri, mastır ve doktora ders ve seminerleri vererek Türkoloji alanında öğrenci yetiştirmeye çalışırken, bir yandan da araştırmalarına devam ediyordu. Artık yayınlarının konusu büyük ölçüde Alevilik Bektaşilik idi. Özellikle 1970’li yıllardan sonra bu alanda yayımladığı makaleleri, hep önemli konulara problemlere dokunan, bunları derinlemesine analiz ederek çözmeye çalışan nitelikte idi. Bu arada da, o zamanlar enstitüde Türkçe okutmanlığı yapan asistanı ile hemen her yıl Türkiye’ye geliyor, değişik yörelerde alan araştırmaları yapıyor, çeşitli Alevi ve Bektaşi gruplarıyla diyalog kurarak gözlemlerde bulunuyor, veriler topluyor onları anlamaya çalışıyordu.
I. Mélikoff tam otuz yıldan fazla bir zamanını Alevi Bektaşi incelemelerine hasrederek geçirdi. Araştırmalar, bilimsel seyahatler, telif faaliyetleri, düzenleyici ve katılımcı olarak bilimsel toplantılara, kongre ve sempozyumlara, kolokyumlara katıldı. Türkoloji ve Fars etütleri alanında, aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu birçok doktora öğrencisi yetiştirdi. Bunlar içinde bugün, özellikle ortaçağ Türkiye’sinde Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki kültürel ilişkiler ve alış verişler, dini ve kültürel yaşam konusunda dikkate değer araştırmalar yayımlayan Michel Balivet (Marsilya, Aix-en-Provence üniversitesi), tasavvuf tarihi alanında aynı şekilde değerli çalışmalar yürütmekte olan Thierry Zarcone (CNRS) gibi, Fransa’dan,Cezayir ve Tunus’tan, Türkiye’den, İran’dan ismini uluslararası alanda kabul ettirmiş bazı başarılı akademisyenler var.
Buraya kadar kısaca özelliklerini anlatmaya çalıştığımız I. Mélikoff’un bilimsel faaliyetlerini ve katkılarını başlıca şu kategoriler içerisinde özetlemek mümkündür.
1) Bilimsel yayınları: Yukarıda da kısaca temas edildiği üzere, I. Mélikoff’un ilk bilimsel yayınları, kitap ve makale olarak Türk destan edebiyatının Anadolu’daki temel metinleri üzerine oldu.İlk kitabı, Aydınoğlu Gazi Umur Bey’in destanını anlatan Le Destan d’Umur Paşa: Dustûrnâme-i Enverî (Paris 1954)’dir. Fakat asıl doktora tezi olan Dânişmendnâme üzerindeki çalışmasını La Geste de Melik Danişmend: Etude Critique du Dânişmendnâme (Paris 1960, 2 cilt) adıyla bundan altı yıl sonra yayımladı. Bu eserin birinci cildi inceleme ve Fransızca çeviri, ikinci cildi ise latinize tenkitli Türkçe metinden oluşuyordu. Son yıllarda bu çalışmasını yeniden gözden geçirerek yeniden basıma hazırlamakla uğraşıyordu, ama ömrü vefa etmedi. Fakat onun asıl Alevilik Bektaşilik alanına yöneltecek kitabı, 750 tarihinde Emevi İmparatorluğu’nun sonunu getiren ve böylece Abbasîlere hilafet yolunu açan, ama ilk fırsatta bizzat onlar tarafından ortadan kaldırılan ünlü İranlı ihtilalci Ebû Müslim-i Horasânî’nin destanını anlatan Abu Muslim: Le Port-hache du Khorassan (Paris 1962) oldu. Bu İranlı kahramanın gerçeküstü macerasının Türkler arasında teşekkül etmiş olup, pek çok eski ezoterik inancı da yansıtan hikâyesinden oluşan Ebûmüslimnâme denilen metin onu büyülemişti.
Hocanın Türk edebiyatına dair bu kitaplarının dışında, bu edebiyatın pek çok da değişik konularına el atan makalesi vardır. Bunlardan biri de aynı destan zincirinin bir halkası olan Battalnâme ile ilgilidir.
Yukarıda da vurgulandığı üzere, I. Mélikoff’un 1970’lerden sonraki hemen bütün yayınları artık Alevilik Bektaşilik üzerine olacaktır. Bunlardan çok azı De l’Epopéau Mythe: Itinérarire Turcologique (Les Editions Isıs, İstanbul 1995) (Destandan Efsaneye: Turkoloji Yolunda) ve Au Banquet des Quarante: Exploration au Coeur du Bektachisme et Alevisme (Les Editions Isıs, İstanbul 2001) (Kırklar’ın Meclisinde: Bektaşilik ve Aleviliğin Kalbine Giden Arayış) isimli kitaplarda toplanabilmiştir.Onun Alevilik ve Bektaşilik hakkındaki bütün araştırmalarında ele aldığı konuların ve vardığı sonuçların bir özeti durumunda olan son monografisi,Hadji Bektach: Un Mythe et ses Avatars: Genese et Evolution du Soufi sme Popülaire en Turquie (Brill, Leiden 1998) (Hacı Bektaş:Bir Mit ve Tecellileri: Türkiye’de Halk tasavvufunun Doğuş ve Gelişimi) isimli kitabı oldu. Mélikoff bu kitabında Bektaşiliğin ve Aleviliğin inanç ve ritüellerinin tarihsel perspektif ışığında kökenlerini, ilk defa ortaya çıkarmaya ve işlevlerini açıklamaya çalışmış ve ilginç bir takım hipotezler ortaya atarak dikkate değer tespitler ve yorumlar yapmıştır. O bu çalışmalarında son derece titiz bir metotla hareket etmekte, sosyolojik, antropolojik ve teolojik verileri dikkatli bir analiz yeteneğiyle kullanmayı bilmiştir.
I. Mélikoff daha önceki yayınlarında olduğu gibi bu kitabında da genellikle F.Köprülü’nün perspektifinin dışına pek çıkmamış, Anadolu halk İslam anlayışının köklerini Orta Asya faktörü ve Şamanizm çerçevesinde aramıştır. Onun son yıllardaki ilgi çekici teorisi bu çerçevede şekillenmiştir. Ona göre Hz. Ali güneş kültünün İslamlaşmış biçimidir ve Alevilik’te bu yüzden, eski Türk inançlarında güneşin simgesi olan turna kuşu kutsaldır. Turna aynı zamanda Hz. Ali’nin simgesidir.
2) Turcica Dergisi:
Bugüne kadar, her yıl bir sayı olmak üzere, kırka yakın sayısı yayımlanmış bulunan bu uluslararası dergi, ilk defa Paris’te I. Mélikoff tarafından kurulmuş olup editörlüğü vefat edinceye kadar onun üstündeydi. İlk sayısı1969 yılında yayımlanan Turcica, daha ilk sayısından itibaren ihtiva ettiği kaliteli makalelerle Türkoloji dünyasının Batı’daki ilk bağımsız bilimsel yayın organı olarak büyük bir prestij kazanmış olup, aynı prestiji bugün de başarıyla sürdürmektedir. Son yıllarda dergide yayımlanan makalelerde, edebiyat, dil ve folklor alanında bir yoğunlaşma göze çarpmaktadır. Turcica, bugün Türkoloji alanında Batıda sayıları giderek artan dergilerin anası sayılabilir.
3) Bilim dünyasına katkısı:
Bunların ve canlı eserleri olan, bilim dünyasına kazandırdığı öğrencilerinin dışında, I. Mélikoff’u asıl her zaman hatırlarda tutacak ve saygıyla anılmasına vesile olacak olan şey, kendinden önce pek müntesibi bulunmayan, özellikle Türkiye için ne kadar önemli ve hayati olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılan Bektaşilik ve Alevilik alanındaki araştırmaları, ideolojik yaklaşımlardan ve temelsiz spekülasyonlardan kurtararak bilimsel bir çerçeveye oturtmuş olması, böylece Türkoloji alanında yeni bir araştırma disiplinine hayatiyet kazandırmış bulunmasıdır. Bu hem Türkiye için, hem uluslararası Türkoloji için, hem de bizzat Bektaşiler ve Aleviler için ona borçlu olduğumuz çok önemli hizmettir. Bugüne kadar Türkiye’de, kendisini yakından tanımadıkları ve çalışmalarını okumadıkları için onun bu büyük katkısını yeterince değerlendiremeyenler ve sırf uğraştığı konulara duydukları antipati yüzünden ona soğuk bakanlar hep olmuştur, hâlen de vardır. Ama onlar, her şey bir yana, sadece şu son söz konusu ettiğimiz husus üzerinde ciddi olarak düşünecek olurlarsa, eminiz ki bu düşüncelerinden vazgeçeceklerdir.
Hatırasını saygı ile anıyoruz. | |
| | | Limoni Co-Admin
Mesaj Sayısı : 6150 Rep Gücü : 14991 Rep Puanı : 44 Kayıt tarihi : 27/05/09
| Konu: Geri: IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Çarş. Ekim 24, 2012 6:07 am | |
| İRENE MELİKOFF METODOLOJİSİ
ÖZET Alevi ve Bektaşi gelenekleri, çalışmaları alanında en önemli bilim insanlarından biri olan Fransız Türkolog Profesör Dr. Irène Mélikoff, kendi nesli ve takip eden nesillerden diğer birçok bilim insanı gibi, Türkolog ve Türk Edebiyat Tarihçisi olarak uluslararası takdir ve şöhrete sahip ilk Türk bilim adamı modern Türk Tarihçiliğinin kurucu babası olan Mehmed Fuat Köprülü’nün (1890–1966) güçlü etkisi altında kalmıştır. ‘Heterodoks Türk İslam’ın kökeni ve yapısına dair yaklaşımını takip eden Mélikoff, İslam öncesi Türk Şaman’ın, yani ruhların dünyasına seyahat eden, belli hayvanların şekillerini alan ve tedavi edici, şifa verici, uzlaştırıcı olan, kam-ozan’ın devamlılığının izlerini Alevi dede ve Bektaşi baba kurumlarında sürer. Milliyetçi perspektife yakınlığının yansımasını Mélikoff’un Alevilik ve Bektaşiliği bir gelenek olarak kavramsallaştırmasında, dolayısıyla “Aleviliğin Bektaşiliğin farklı bir türü olduğu” sözlerinde; hatta “Alevi-Bektaşi” geleneği adı altında ikisinin birden temsilinin uygunluğunu ileri sürmesinde görebiliriz. GİRİŞ Fransız Türkolog Prof. Dr. Irène Mélikoff (1917- 2009), hiç şüphe yok ki Alevi ve Bektaşi gelenekleri çalışmaları alanında en önemli bilim insanlarından biridir. Sovyet devrimi başlamak üzereyken ailesi ile birlikte Rusya’yı terk edip Fransa’ya kaçan Azeri bir işadamının kızı olarak St. Petersburg’da dünyaya gelen Irène Mélikoff, özellikle Bektaşilik ve Alevilik olmak üzere Anadolu’nun ‘heterodoks’ Türk İslam geleneğinin tarihi gelişimi ve dini inanç hususiyetleri konusunda en yetkin isimlerinden biri olarak tanınmıştır. Ne var ki alanındaki otoritesinin yüksekliği aynı zamanda çalışmalarının ve ileri sürdüğü tartışmaların sıkça körlemesine tekrarlanmasına ve her akademik çalışmanın hak ettiği eleştirel irdelemeden yoksun bir şekilde kabul edilmesine neden olmuştur. Akademik çalışmaların eleştirel tartışmalara tabi tutulması ve yeni anlayışların ışığında sorgulanması bilimsel gelişme talebinin bir parçası olduğuna göre bu yazıda eleştirel fakat saygılı bir maneviyat ile Irène Mélikoff’’un Alevi ve Bektaşi geleneklerine dair gözden geçirilmeye ihtiyaç duyulduğunu düşündüğüm görüşlerinin bazılarını ele almaya çalışacağım. Mélikoff, kendi nesli ve takip eden nesillerden diğer birçok bilim insanı gibi, Türkolog ve Türk Edebiyat Tarihçisi olarak uluslararası takdir ve şöhrete sahip ilk Türk bilim adamı, modern Türk Tarihçiliğinin kurucu babası olan Mehmed Fuat Köprülü’nün (1890-1966) güçlü etkisi altında kalmıştır. Özellikle, Köprülü’nün İslam öncesi Türk Şamanizm’i ile yakından ilişkilendirdiği ‘heterodoks Türk İslam’ın kökeni ve yapısına dair yaklaşımını takip ettiği görülebilir. Mélikoff, İslam öncesi Türk Şaman’ın, yani ruhların dünyasına seyahat eden, belli hayvanların şekillerini alan ve tedavi edici, şifa verici, uzlaştırıcı olan, kam-ozan’ın devamlılığının izlerini Alevi dede ve Bektaşi baba kurumlarında sürer. Alevi ibadet ritüellerinde merkezi konumda olan ayin-i cem’de Şamanizm öğelerini ayrımsayan Mélikoff’a göre ayin-i cem, içerdiği nefes, sema, alkol kullanım adetleri ve başı açık olan kadınların katılımı gibi hususiyetleriyle eski Şaman geleneğinin bir devamı olabilir. Şamanizm kalıntılarını Alevi inanç ve mitolojisinde de tespit eder; Alevi Tanrı kavramı onda Şaman Türklerin Gök Tanrı’sını çağrıştırır, Kırklar mitosunun Sufi mitolojisindeki varlığının farkında olsa bile bunu aslen bir Orta Asya geleneği olarak değerlendirir; ilahinin insanda zuhur etmesinin yani Alevilerin hulûl inancının şeceresinin, payı olsa bile aşırı Şiilikte değil, daha ziyade Manichean ve Budist örneklerden esinlenerek Orta Asya’da aranması gerektiğini ileri sürer. Ayrıca Alevi manzume ve geleneğinin önde gelen bir fi gürü olan Turna kuşu ile cisimleşmiş Ali imgesi İslam öncesi Türk’lerin kadim doğal güçlere olan inançlarını andırmaktadır. Bu yüzden Mélikoff’a göre Alevi’lerin Ali’yi yüceltmeleri İslam öncesi Türk evrenbiliminin Şii terminoloji ile kaynaşması olarak addedilebilir. Mélikoff, Hacı Bektaş’ın Vilayetname’sinde de Şamanist öğeleri ayrımsar. Evliya, eski Türk Şamanlar gibi, devlerle çarpışmış, ruhlar diyarını ziyaret edip ruhlarla buluşmuştur. Kısacası Mélikoff Alevi ve Bektaşi geleneklerini Türk-Altay Şamanist unsurların açıkça baskın olduğu İslami, Manikean ve Hristiyan öğeleri içeren girift bir senkretizm olarak kavramsallaştırmıştır. Şamanist kalıntılar olgusu Köprülü’nün eserlerinde bir motif olarak göze çarpmasına rağmen bulanık kalmıştır. Mélikoff ise çalışmalarında Alevilik ve Bektaşilik’teki bu tip kalıntıları “İslamlaşmış Şamanizm” olarak somutlaştırarak yola çıkar. Benim bu konuya ilişkin ana kaygım Mélikoff’un metodolojisi, kullandığı kuramsal yapı ve tezinin temelinde yatan ‘Şamanizm’, ‘senkretizm’, ve nihai olarak ta ‘din‘ kavramlarıyla ilgilidir.
Mélikoff’un Alevi ve Bektaşi geleneğin kökenleri ile ilgili fikirlerini topladığı son monografi (Hadji Bektach: un mythe et ses avatars) için Hamid Algar yazdığı keskin eleştiri yazısında “Bektaşilik İslamlaşmış Şamanizm’den ne miras aldıysa da bu miras yine de önemine yeterince değinmediği Gulat Şia’dan alınanlardan daha az sayıda ve önemdedir” diyerek diğer sorunlu noktaların yanı sıra Mélikoff’un yaklaşımındaki tarihsel olasılık problemlerine işaret etmiştir. Mélikoff’un tezi tamamen zıt bir tahmine, biyani “İslamlaşmış Şamanizm’in Şiizm’e -hatta aşırı Şiizm’e- yakınlaşmasının tedricen gerçekleştiği” varsayımına dayanmıştır. Bu tezin getirdiği tarihsel ve ampirik problemler bir yana, sonucu oldukça sarihtir; şöyle ki Bektaşilik ve Alevilik birincil olarak Türkçü ve sadece ikincil olarak İslami/Şii olan bir şecereye bağlamlanır. Mélikoff’un eski Türk Şamanizm ile Alevi ve Bektaşi geleneği arasında çizdiği tüm paralellikler, neredeyse belirgin bir şekilde tanımlanabilen, kurumsallaşmış, gayet homojen bir Türk Şaman dini varsayımına dayanır. Bu varsayımın kendisi, içerik ve ana yapısıyla Şaman/Alevi olmanın anlamına dair, modern fikirleri yansıtan etnik ve dini özneler ve bu öznelerin sınırlarından dolayı problemlidir. Şamanizm açısından tek sorgulanması gereken nokta Alevi pratiklerinin İslam öncesi ‘Türk’ pratiklerine indirgenmesi değildir. Şamanizm’in modern anlamda bir ‘din’ olarak ele alınması, yani ekonomi, siyaset ve hukuk gibi modern ulus devletin diğer alan ve pratiklerden ayrılması ve tanımlanması sorunludur. Diğer bir ifadeyle Şamanizm’in, kaynak, inanç, pratik ve mitoloji gibi perspektif lerden araştırılabilmesi mümkün olan -ama yine de bu ayrıştırılan parçalarının oluşturduğu bütün ile diğer dinlerden kolayca ayırt edilebilen ve organik bir sistem oluşturabilmesi mümkün olan- bir alan ve pratik olarak tanınması tartışılmalıdır. Üstelikle, Devin DeWeese, İslam öncesi Türk dininin Şaman pratiklerinin ancak belirli özel durumlarda ve sayısı az seçkin din elemanlarınca icra edildiğini öne sürdü ve böylece bir halk ya da cemaatin Şaman sayılmasına dair ikna edici ilkesel bir eleştiri geliştirdi. Mélikoff’un kullandığı din kavramı, oldukça durağan, özcü temellere dayanan ve gündelik ile akademik söylem arasında yeterince ayrım yapmayan bir din kavramıdır.
Mélikoff Alevilik’e ve daha fazla da Bektaşilik’e, özellikle onlara kökten dinci Sünni Müslüman tehdidine karşı laik sekülerlik bayrağını taşıyan Türk laikçilerin yanında rol verdiği zaman, genel olarak sempati ile yaklaşmaktadır. Modernist din kavramına bağlı olan ‘heterodoksi’ ve ‘senkretizm’ gibi terimleri, fazla eleştirmeden, kavramsal ve normatif imalarını göz ardı ederek inanç biçimleri olarak kullanır. Dolaylı olarak norm kabul edilen ‘Sünni Müslüman ortodoksi’ye karşı Alevi ve Bektaşilerin heterodoks ve ‘senkretik’ olarak tanımlanması Köprülü’den beri bu akımların açıklamasında standart bir motif olagelmiştir. Günümüz ciddi incelemelerinin de ikna edici bir şekilde savunduğu gibi ‘heterodoksi’ gibi kavramlar veya senkretizme yönelik kalıntılar yaklaşımı, eleştirel araştırmayı engelleyen bir normatif tarafl ılık içerir. Kalıntı teorisi, senkretistik dinlerin taşıdıkları, devam ettirdikleri diğer dinlerin kalıntıları ile bir şekilde yeterince tanımlanabileceklerini ifade eder.
Böyle bir yaklaşım bu senkretistik grupları, yeni ortamda “kalıntılar”a dönüştüren unsurları ile gerçek/otantik/özgün dinlerin zıtlığına düşürür. Tarihsel olarak bakıldığında tüm dinler senkretistik oluşumlar olmasına rağmen, bu tanımın bütün dinler için kullanışlı görünmemesi belli din söylemlerinin hakimiyetine işaret eder. ‘Heterodoksi’ ve kalıntı temelli senkretizm söylemleri kök, öz ve tanımı net olan sınırlar ile ilgili varsayımlara dayanır. Bu varsayımlar sık sık, bilinçli veya değil, belirli teolojik ve/veya milliyetçi söylemlerin içine yerleşip, önyargılar taşıyarak eleştirel tarih çalışmalarına ciddi bir engel haline gelmiştir.
Alevi ve Bektaşiler gibi grupların eş zamanlı olarak Türk ulus devlet projesinde millileştirilmesi (Türkleştirilme) ve egemen Sünni-İslam söyleminde ötekileştirilmesi (‘heterodoks’ addedilme) hakkında, yukarıda özetlenmiş bir din kavramı içinde kaldığı sürece, Mélikoff’un çalışmaları belirli dil ve semantiklerin dini–siyasi güç ilişkilerini nasıl meşrulaştırdığına dair eleştirel bir analiz sunamamaktadır. Dahası, incelediği ‘heterodoks’, ‘Şamanist’, ‘senkretistik’ grup ve akımların ötekiliğini verili kabul edip, onaylar.
Öğrencisi ve meslektaşı Ahmet Yaşar Ocak, Mélikoff’un anısına bir yazıda hayatı ve çalışmalarıyla ilgili “şunu özellikle belirtmek gerekir ki, samimi duygularla sempati duyduğu Alevi ve Bektaşi zümrelerini inceleyen hiçbir yayınında duygusallığa, ilmi tarafsızlıktan ayrılıp ideolojik ve siyasî spekülasyonlara asla sapmadı” şeklinde bir tespitte bulunur. Daha detaylı bir incelemede ise Mélikoff’un geliştirdiği tezin Türk kökenlerini ve tarihini Türk ve İslam parametreleri içinde düzenleyen ve homojenleştiren Türk milliyetçi projesi ile Alevilik ve Bektaşilik’i asimile etmeyi amaçlayan Türk devleti’nin Alevi politikası arasında bir ahenk oluşturduğu ortaya çıkar. Mélikoff’un Ocak tarafından övgüyle bahsedilen Türklere ve onların tarihine yönelik sevgisi bilinçli olarak siyasi olmayabilir, fakat siyasi proje ile aynı safta durduğu kesindir. Milliyetçi perspektife yakınlığının görünür olduğu yerlerden biri Alevi ve Bektaşi geleneklerine Türk geleneklerinin özü olarak odaklanmasıdır ki Köprülü’nün, farklı kültür ve dinlerden gelen etkileri kabul etmesine rağmen Türk unsurunun her zaman baskın kalması yaklaşımını da çok güçlü olarak hatırlatır.
Milliyetçi perspektife yakınlığının bir diğer yansımasını Mélikoff’un Alevilik ve Bektaşilik’i bir gelenek olarak kavramsallaştırmasında, dolayısıyla “Alevilik’in Bektaşilik’in farklı bir türü olduğu” sözlerinde; hatta “Alevi-Bektaşi” geleneği adı altında ikisinin birden temsilinin uygunluğunu ileri sürmesinde görebiliriz. Aleviliğin bir Türk geleneği olması gibi milliyetçi bir kavramsallaştırmanın başlangıç tarihine kadar varan Alevilik ve Bektaşilik’in bu şekilde birleştirilmesi, Türk milliyetçiliğinin homojenleştirme eğilimi ile aynı yöndedir.
Dini ve etnik farklılıkları eşit derecede tehlikeli bulan bu homojenleştirme eğilimi benzerlikleri vurgulayıp ayrımları küçük sayar ve Kızılbaş-Aleviler’in Bektaşilik ile retorik birleşmesini daha geniş milliyetçi bir Türk tarih çerçevesi içinde hoş görür. Türk veya pan-Türkist milliyetçi gündem karşısında Mélikoff’un duruşuna dair nereye varmak istendiğinden bağımsız olarak yapıtlarını Cemal Kafadar’ın “milletçilik” (nationism) olarak değerlendirdiği, Türkiye Türklerinin tarih serüveni sanki Asya’dan modern Türkiye’ye kadar uzanan tek yönlü bir devamlılıkmış gibi, modernist millet ve devlet mercekleri altında şekillendirilmiş tarih dışı teleolojik anlatımını eleştirdiği diyalektik içinde kavramak daha uygun olacaktır.
( Markus Dressler Dr.- Istanbul Teknik Üniversitesi) | |
| | | | IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|