KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Empty
MesajKonu: IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı   IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 6:05 am

IRENE MELIKOFF [1917-2009]
Alevilik, Bektaşilik üzerine yaptığı
çalışmalarıyla adını duyuran İrene Melikoff, 7 Kasım 1917 [Bolşevik
ihtilalinin meydan geldiği günler] de Rusya’nın Petrograd [Petersburg]
kentinde 40 odalı bir konakta dünyaya gelmiştir.
Geleceğin ünlü
Türkologlarından biri olacak olan İrene Melikoff, Petrol zengini bir
Azeri baba ve sarışın bir Rus anneden doğmuştur. Melikoff’un babası Rus
ihtilalinin çıkması dolayısıyla ülkeyi terk etme kararı almıştır. Fakat
ülkedeki anarşi ortamından payını alan baba Melikoff, bir Bolşevik
komiseri tarafından tutuklanmıştır. Anne Melikoff ise bebek İrene’yi
alıp önce Finlandiya ‘ya oradan da bir süre sonra Fransa’ya gitmiştir.
Baba Melikoff da daha sonra
kurtulup Fransa ‘ya, ailesinin yanına gitmiştir.
Fransa’ya
yerleşen baba Melikoff, kendine ufak çapta ticari işler bulmuş ve
geçimini bu şekilde sağlamaya çalışmıştır. Bu arada Fransa’ya
gelişlerinin ilk yıllarında Melkoff’un bir erkek kardeşi dünyaya
gelmiştir. Daha sonra iş adamı olacak olan erkek kardeşi Kanada’ya
yerleşmiş ve orada ölmüştür.
Melikoff’un ailesi çocuklarına iyi bir
eğitim vermeyi ve onları en iyi şekilde yetiştirmeyi amaçlamıştır.
Farklı iki milletten doğan İrene, doğal olarak babasından Azeri
Türkçesini, annesinden de Rusçayı öğrenmiştir. İngiliz mürebbiyesi
[bakıcı] olan Melikoff’un ilk öğrendiği dil ise İngilizce olmuştur.

İlk
ve orta öğrenimini Paris’te yapan İrene Melikoff, öğrendiği bu üç dilin
yanında Paris’te lise öğrenimi boyunca Grekçe ve Latince dersleri alır.
Eğitim ortamının ve yaşadığı ülkenin etkisiyle doğal olarak Fransızcayı
da öğrenen Melikoff, genelde eserlerini, çok iyi bir telaffuzla konuşup
yazdığı bu dille vermiştir. Ayrıca bu dillere daha sonra Almanca ve
İtalyanca’yı da eklemiştir.
İrene, lise eğitimini bitirdikten sonra
Paris Edebiyat Fakültesi [Sorbonne] de üniversite eğitimine başlamıştır.
Aynı zamanda Yaşayan Doğu Dilleri Ulusal Mektebi’nde Türkçe ve Farsça
bölümlerine devam etmiştir. İrene Melikoff, 1954’te Düstûrnâme-yi Enverî
adlı çalışmasıyla üniversite eğitimini başarıyla tamamlamıştır.
Sorbonne’daki üniversite yılları onda şarkıyat alanında ilgi uyandırdı
ve böylece Türkoloji’ye ve Fars etütlerine merak sardı. Bir yandan ünlü
Fransız Türkoloğu Jean Denny’nin, ondan sonra da bir başka şarkıyatçı
Cloude Cahen’in öğrencisi olurken, diğer yandan da şark dilleri okulunda
Dr. Adnan Adıvar’ın derslerine devam ederek Türkçesini geliştirmiştir.
Ayrıca Luis Massignon ’dan da sufiliği öğrenmiş ve sufilik onda derin
izler bırakmıştır. Melikoff’un Türkoloji’ye asıl merakı bundan sonra
başlamıştır. Onun bu alana yönelişinde Ömer Lütfi Barkan ve M. Fuad
Köprülü’nün etkisi büyük olmuştur. İrene Melikoff, üniversite eğitimi
esnasında ünlü matematikçi Salih Zeki Sayar’ın oğlu Faruk Sayar’la
tanışmış ve bir süre sonra da evlenmiştir. Melikoff, ilk yazılarının
çoğunda asıl soyadının yanında Sayar soyadını da kullanmıştır. Fakat bu
evlilikte beklediği mutluğu bulamayınca boşanmış, çocuklarıyla birlikte
Fransa’ya dönmüş ve bundan sonra kendini tamamıyla bilimsel çalışmalara
vermiştir.

Öte yandan Melikoff, bu evlilik vasıtasıyla aynı
zamanda Halide Edip’in üvey gelini olmuş, bu sayede aileyi yakından
tanıma fırsatı elde etmiştir. Halide hanımdan ****** ve etrafındakiler,
yani cumhuriyetin kurucu kadrosu hakkında çok şey dinlemiş ve
öğrenmiştir. Özellikle Halide Edip’in Ateşten Gömlek adlı eserini okumuş
ve ******’e büyük bir hayranlık duymuştur. Öte yandan Melikoff’un
Sayar’la evliliklerinden Belkıs, Ladin ve Şirin isimli, ikisi halen
akademisyen olan [Belkıs hanım Slav Etütlerini, Şirin hanım ise anne
mesleği Türkoloji’yi seçti] üç kızı olmuştur.

İrene Melikoff,
İran kültürü ve tabiatıyla; Rus edebiyatı ve tarihiyle de uğraşmakla
beraber, Türkloji’yi temel uğraş alanı seçti. Özellikle Anadolu’da
yazılmış Türk destan edebiyatına, bu edebiyatın epik ürünlerine yakın
bir ilgi duyuyordu. Zaten ilk eserlerini de bu alanda verdi. 1954
yılından başlayarak, 1962 yılına kadar sırasıyla Gazi Umur paşa
Destanı’nı [Le destan d’Umur Paşa: Düstûrnâme-i Enverî], doktora tezi
olan Danişmendnâme’yi [La Geste de Melik Danişmend: Danişmendname,1960],
arkasından, asıl bundan sonra ki bütün hayatını adayacağı Alevilik ve
Bektaşilik araştırmalarına yönlendirecek olan Ebu Müslim Horasani’nin
Destansı hayatını konu edinen Ebumüslimname’yi [Abu Müslim: Le
Porte-Hache du Khorasan, 1962] yayımladı. Nitekim Türk edebiyatına olan
bu derin ilgisi onu ünlü İtalyan Türkoloğu Alessio Bombaci’nin Türk
edebiyatı tarihine dair eserini Fransızcaya çevirmeye yöneltmiştir.
İrene
Melikoff’un Türkoloji’ye katkıları 1968 yılında hocası Claud Cahen’in
ölümüyle boşalan Strasburg Türk Etütleri Enstitüsü’nün direktörlüğüne
atanmasından sonra daha başka boyutlar kazanır. Daha önce kurulmuş
bulunan bu enstitünün, Fransa’nın, giderek dünyanın en saygın
ocaklarından biri haline gelişi, Melikoff’la başlar. Enstitü, birçok
sempozyumun yapıldığı bir yer haline gelir. Ancak Melikoff’un en büyük
eserlerinden biri 1970 yılında kurduğu Turcica Dergisi’dir. Enstitünün
bir yayın organı olarak o tarihten beri yayımladığı bu dergi, o zamana
kadar Türkiye’de Fuad Köprülü’nün İstanbul’da yayımladığı Türkiyat
Mecmuası istisna edilirse, uluslar arası planda, üstelik batı dillerinde
yayın yapan ilk Türkoloji dergisi olmuştur.
1969 yılı İrene Melikoff
‘un hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Türk- İslam-Batinî
edebiyatında yoğunlaşıp, oradan Bektaşilik’te derinleşirken Alevilikle
karşılaşınca, hayatının istikameti ve temeli Alevilik ile Bektaşilik
oldu. Melikoff bu karşılaşmayı şu şekilde anlatır: 1969 Eylül’ü idi
Türkiye’ye ilk kez, yeni evlendiğimde 1941’de gelmiştim. “Hacı Bektaş
Gecesi” ilanını gördüm. Gitmeye karar verdim. Arkadaşlarım, toplantı
yerinin önüne geldiğimizde, ”Biz
buraya giremeyiz, bunlar Alevidir”
dediler. “Korkuyorsanız ben yalnız gideceğim” dedim. O gün, otuz yıllık
bir yolculuğun başlangıcı oldu.
Bir hafta sonra Hacı Bektaş’ın
türbesini ziyaret ediyordum. Sonra bilmediğim bir dünyayı keşfettim.
Alevi âşıkların dünyasını ziyaretimin ertesi günü olağanüstü sesi olan
bir âşık’a rastladım. Cezbeye yakın nefesler söyleyen bu kişi Feyzullah
Çınar’dı, kendisinden bir gün önce dinlediğim bir nefesi okumasını
istedim: ”Sen Allah’ın aslanısın ya Ali!”
Feyzullah, omuzlarını
silkti ve bana , “Ya Ali, Allah’ın kendisidir.” diyerek, derviş Ali’nin
bir nefesini okudu: ”Men Ali’den gayrı Tanrı Bilmezem!” Bu nefes bende,
yıldırım çarpa etkisi yaptı. Duygularımı altüst etti. Böyle bir sözün
mümkün olduğunu asla düşünmemiştim. Türkiye’yi ayrı bir çizgide yaşayan,
bilinmeyen bir Türkiye keşfediyordum” der.
İrene Melikoff bundan sonra yaptığı araştırmaların neticesinde Bektaşiler-Aleviler hakkında şu teze vardığını söyler:
Bu,
kökeni göçebe bir ulusun, ata inançlarına, yüzyıllar içinde katılmış,
kalıntı bir öğe idi. Yine ardından, atalarının yaşam tarzına hala bağlı
öbür Asya Türk topluluklarında olduğu gibi, göçebe aşiret cemiyetlerinde
görülen bir inançlar mozaiğinin, bir vasfını oluşturduğunu, onlar için
ayrı bir dini saygı konusu olan Ali’nin de gerçekte, eski Türklerin
Göktengri’sinden başkası olmadığını fark ettim” der. Melikoff, bu
hususları Türkmenistan’daki aşiretleri inceleyen Rus
bilgin Vlademir
Basilov’un incelemelerinde gördüğünü ve bir başka Kırgız araştırmacının
da görüşünün de bu yönde olduğunu söyler.
Yukarıda bahsettiği olaydan
sonra İrene Melikoff, Türkiye’yi hemen hemen her yıl ziyaret etmiş,
gittiği değişik yörelerde Alevi ve Bektaşi topluluklarıyla, onların
ileri gelenleriyle dostluklar kurup doğrudan ve yerinde gözlemlerle,
yapacağı yayınların malzemelerini toplamaya çalışmıştır.
Melikoff,
Alevi ve Bektaşi zümrelerini inceleyen yayınlarında genelde duygusallığa
kapılmamış, bilimsel kriterlerinden, metotlarından, taviz vermeden,
kitap ve makalelerinde ciddi analizler, yorumlar yapmıştır. Türkiye’de
sürekli gündemde olan meselelerden Alevilik-Bektaşilik alanındaki
araştırmaları, ideolojik yaklaşımlardan kurtararak bilimsel bir
çerçeveye oturtmuştur. Onun bu çalışmalarını bilimsel olduğunun
destekleyen, yaşadığı şu diyaloğu örnek verebiliriz. İrene Melikoff
şöyle anlatıyordu: “Bir Ayin-Cem esnasında bir Türk Dost bana, ’Şu
gördüğünüz şeye inanıyor musunuz?’ diye sordu. Kendisine “Benim rolüm
inanmak değil, gözlemlemektir ve anlamaya çalışmaktır” diyerek yanıt
verdim.”
İrene Melikoff, ömrünün büyük bir kısmını
Alevilik-Bektaşilik üzerine çalışmaya harcamıştır. Bunun neticesinde
yazar, yayımladığı sayısız makalenin yanı sıra, başta Ahmet Yesevi,
Fazlullah Hurufi ve Seyyid Nesimi üzerine yazılmış olan ”Uyur İdik
Uyardılar”, Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe, Türk Sufizmi’nin İzinde ve
Kırklar Sofrası” gibi alanında yetkin eserler vermiştir. Ayrıca
seyahatler, bilimsel toplantılar [düzenleyici veya katılımcı olarak]
yapan Melikoff, Türkoloji ve Fars etütlerinde aralarında bugün Fransa,
Tunus, Cezayir, İran ve Türkiye‘den Ahmet Yaşar Ocak, Michel Balivet,
Thierry Zarcone, Stephan de Tapia, Refet Yinanç, Erdal Yavuz gibi daha
birçok akademisyen yetiştirmiştir.

Türkoloji alanında derin bir
iz bırakan İrene Melikoff, 8 Ocak 2009’da Fransa’nın Strasburg kentinde
tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir.
Başarılı Türkolog
İrene Melikoff hakkında gerek yazar yaşarken gerek öldükten sonra birçok
araştırmacı-yazar onu övmüşlerdir. Bunlara örnek verecek olursak:
İlber
Ortaylı: Çok iyi bir dil donanımı vardı, bugünkü Türkologlardan çok
daha iyi Türkçe bilirdi. Melikoff’un özellikle Aleviler için kutsal bir
ay olan Muharrem ayında ölümünü manidar bulmaktayım.
Ahmet Yaşar
Ocak: Meslekler o mesleğe mensup pek çok kişi tarafından icra edilir,
ama onlar içinde bazıları vardır ki, icra ediş tarzıyla, mesleki
titizlik ve duyarlılıklarıyla, yaptıkları katkılarla, uyguladıkları
yöntemlerle diğer meslektaşlarından ayrılır ve adeta meslekleriyle
özdeşleşir. İrene bu tip bilim insanlarından biriydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Empty
MesajKonu: Geri: IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı   IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 6:07 am

İRENE MELİKOFF ÖZEL
TÜRKOLOJİ VE ALEVİLİK BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARININ BÜYÜK USTASI: IRENE MELIKOFF
Ahmet Yaşar OCAK

Mélikoff,
bilim dünyasında titizliği ile çalışan, bunu yazdığı eserleriyle ortaya
koyan bir bilim insanıdır. Özellikle Türkoloji alanında yarım asra
varan çalışmaları ile dikkat çeken Mélikoff, yaşamına dair izler takip
edildiğinde oldukça zengin bir geçmişe rastlanır. Türkoloji alanında
yaptığı çalışmalar onun bilimsel kimliğini sağlamasının yanında,
saygınlığına da vesile olmuştur. Onun yayınlarını bilimsel yayınları,
Turcica Dergisi’ndeki yazıları, bilim
dünyasına katkısı olan eserleri olmak üzere üç temel başlık altında toplayabiliriz.
Uluslararası Türkoloji dünyası, 2009 yılı Ocak ayında çok önemli bir bilim insanını, Strasbourg Üniversitesi’nden emekli Prof.
Irene
Mélikoff’u kaybetti. Bilindiği gibi, meslekler o mesleğe mensup pek çok
kişi tarafından icra edilir, ama onlar içinde bazıları vardır ki,
mesleklerini icra ediş tarzlarıyla, yöntemleriyle, meslekî titizlik ve
duyarlılıklarıyla, yaptıkları iz bırakan katkılarla diğer
meslektaşlarından ayrılır ve âdeta meslekleriyle özdeşleşirler.
Böyleleri insana onların sanki sırf bu mesleği icra etmek için dünyaya
geldiklerini düşündürür. İşte uluslar arası Türkoloji dünyasının yarım
asra yakındır çok yakından tanıdığı Prof. Irene Mélikoff, bu tip nadir
bilim insanlarından biriydi. Onun Türkoloji alanında bu uzun süre içinde
yaptığı araştırmalar, yayımladığı makale ve kitaplar, uzun yıllar bu
alanda çalışan yerli yabancı bilim insanları arasında takdir ve beğeni
ile karşılanmış, kalıcı izler bırakmış, yeni ufuklar açmıştır.

Prof.
Irene Mélikoff, 1917 Rus devriminin önünden Avrupa’ya kaçan petrol
zengini bir Azeri ailenin birisi erkek, iki çocuğundan kız olanıdır.
Erkek olan uzun zaman önce Kanada’da yerleşmiş olup bir iş adamıydı ve
yıllar önce orada vefat etmişti. Mélikoff kardeşlerin babaları
aristokrat bir Azeri beyefendisi, anneleri ise Rus kökenli, sarışın,çok
güzel ve zarif bir hanımdır. Devrimden hemen bir gece önce aile Bakü’yü
terk ettiğinde, Irene Mélikoff henüz bir bebektir.
Ama tıpkı annesi gibi, sarışın, mavi gözlü bu bebek ileride, onun zekâ ve güzelliğine, zarafetine vâris olacaktır.

Almanya
üzerinden Fransa’ya geçen aile artık orada yaşamlarını devam
ettirdiler.Ne anne, ne de baba, bu küçük kızın ileride dünyanın en önde
gelen Türkologlarından biri olacağını o zamanlar şüphesiz ki
bilemezlerdi, ama onun en iyi bir şekilde eğitim alması için de her
imkânı kullanmışlar, özel hocalardan müzik ve dil eğitimi almasını
sağlamışlardı. Aile içinde Türkçe ve Rusça konuşulduğu için, daha çocuk
yaşta iki dili öğrenen Irene, Paris’teki orta eğitimi esnasında Grekçe
ve Latince ile tanıştı. Sorbonne Üniversitesi’ndeki öğrencilik yılları,
onda şarkiyat alanına, ama özellikle Türkoloji’ye merak uyandırdı. Bunda
herhalde babasının da katkısı olmalıdır. I. Mélikoff üniversite
eğitimi
sırasında büyük Fransız Türkoloğu Jean Deny’nin ve ünlü Şarkiyatçı ve
Anadolu Selçuklu tarihi uzmanı Claude Cahen’in de öğrencisi oldu. Bu
üniversite yıllarında ünlü Şark Dilleri Mektebi’nde (Ecole des Langues
Orientales) Dr. Adnan Adıvar’ın Türkçe derslerine devam etti, hem de
Farsça öğrendi. Bu arada ünlü matematikçi Salih Zeki’nin oğlu Faruk
Sayar’la tanıştı ve onunla evlendi. Bu evliliğinden üç kızı oldu.
Bunlardan halen birisi Slavist, diğeri Türkolog’dur. Mezun olduktan
sonra kocası ve kızlarıyla Türkiye’ye gelen Mélikoff, İstanbul’da
ileride mesleğindeki birikim ve ilerlemesini sağlayacak olan bir çevre
edindi,kayınvalidesi Halide Edip Hanım vasıtasıyla,Cumhuriyet’in kurucu
kadrosu hakkında çok önemli izlenimleri dinleme imkânını elde etti.
Fakat evliliği fazla uzun sürmedi ve tekrar Paris’e döndü. CNRS ( Centre
National de la Recherche Scientifi que) adıyla dünyaca ünlü bilimsel
araştırma kurumunda çalışmaya başladı. İngilizcesini, Almancasını ve
İtalyancasını geliştirdi. Nitekim onun bu zengin dil alt yapısı, sağlam
bir kariyer yapmasına ve uluslararası platformda kısa zamanda
tanınmasına vesile oldu.

I. Mélikoff, İran kültür ve edebiyatı,
tarihi, Rus kültür ve edebiyatı ve tarihiyle de meşgul olmakla beraber,
asıl mesaisini Türkoloji alanına hasretmekteydi. Özellikle Anadolu
sahasında meydana getirilmiş Türk destan edebiyatı ürünleri onun çok
ilgisini çekmekteydi. Bu yüzden ilk araştırmalarını bu alana
yoğunlaştırdı ve ilk yayınlarını bu alandaki incelemeleri teşkil etti.
Nitekim Türk edebiyatına olan ilgisi onu, ünlü İtalyan Türkoloğu Alessio
Bambaci’in – ne hikmetse hâlâ Türkçeye kazandırılamayan Türk Edebiyatı
Tarihi isimli eserini Fransızcaya çevirmesine yol açtı . Bu arada
Ebûmüslimnâme üzerindeki çalışmaları onun dikkatini Türkiye’deki Alevi
Bektaşi toplumu üzerine çekti. Bu onun bilimsel hayatında artık
bütünüyle kendini adayacağı çok verimli yeni bir sayfa açmıştı. I.
Mélikoff artık aradığı yolu bulmuştu. Kendi ifadesine göre, “Türkiye’de
Sünni İslam’ın dışında ikinci bir İslam anlayışının gizliden gizliye
yaşamakta olduğunu fark etmişti”. Bu keşif onu çok heyecanlandırmış,
egzotik duygular içinde bu zümreleri yakından tanıma arzusunu
uyandırmıştı.

Danişmendnâme üzerindeki doktora çalışmalarını
bitirdikten sonra CNRS’deki araştırmacılık yıllarında Türk edebiyatının
muhtelif konuları üzerinde değişik makaleler yayımladı. Bir süre sonra,
asıl kariyerini yapacağı yeni bir göreve atandı. Hocası Claude Cahen’in
Sorbonne’a gitmesiyle boşalan Strasbourg Üniversitesi’ndeki Türkoloji
Enstitüsü’nün
(Institut d’Etudes Turques) başına getirildi. Bir yandan Sorbonne’daki
Henri Massé, Claude Cahen gibi büyük şarkiyatçıların metotlarından
esinlenirken, bir yandan da belki Türkoloji alanındaki çalışmalarını
derinden etkileyecek olan Fuat Köprülü’yü tanıdı. Strasbourg’da bir
yandan Türk dili, kültürü, tarihi ve edebiyatıyla ilgili lisans
dersleri, mastır ve doktora ders ve seminerleri vererek Türkoloji
alanında öğrenci yetiştirmeye çalışırken, bir yandan da araştırmalarına
devam ediyordu. Artık yayınlarının konusu büyük ölçüde Alevilik
Bektaşilik idi.
Özellikle 1970’li yıllardan sonra bu alanda
yayımladığı makaleleri, hep önemli konulara problemlere dokunan, bunları
derinlemesine analiz ederek çözmeye çalışan nitelikte idi. Bu arada da,
o zamanlar enstitüde Türkçe okutmanlığı yapan asistanı ile hemen her
yıl Türkiye’ye geliyor, değişik yörelerde alan araştırmaları yapıyor,
çeşitli Alevi ve Bektaşi gruplarıyla diyalog kurarak gözlemlerde
bulunuyor, veriler topluyor onları anlamaya çalışıyordu.

I.
Mélikoff tam otuz yıldan fazla bir zamanını Alevi Bektaşi incelemelerine
hasrederek geçirdi. Araştırmalar, bilimsel seyahatler, telif
faaliyetleri, düzenleyici ve katılımcı olarak bilimsel toplantılara,
kongre ve sempozyumlara,
kolokyumlara katıldı. Türkoloji ve Fars
etütleri alanında, aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu
birçok doktora öğrencisi yetiştirdi. Bunlar içinde bugün, özellikle
ortaçağ Türkiye’sinde Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki kültürel
ilişkiler ve alış verişler, dini ve kültürel yaşam konusunda dikkate
değer araştırmalar yayımlayan
Michel Balivet (Marsilya,
Aix-en-Provence üniversitesi), tasavvuf tarihi alanında aynı şekilde
değerli çalışmalar yürütmekte olan Thierry Zarcone (CNRS) gibi,
Fransa’dan,Cezayir ve Tunus’tan, Türkiye’den, İran’dan ismini
uluslararası alanda kabul ettirmiş bazı başarılı akademisyenler var.

Buraya
kadar kısaca özelliklerini anlatmaya çalıştığımız I. Mélikoff’un
bilimsel faaliyetlerini ve katkılarını başlıca şu kategoriler içerisinde
özetlemek mümkündür.

1) Bilimsel yayınları:
Yukarıda da
kısaca temas edildiği üzere, I. Mélikoff’un ilk bilimsel yayınları,
kitap ve makale olarak Türk destan edebiyatının Anadolu’daki temel
metinleri üzerine oldu.İlk kitabı, Aydınoğlu Gazi Umur Bey’in destanını
anlatan Le Destan d’Umur Paşa: Dustûrnâme-i Enverî (Paris 1954)’dir.
Fakat asıl doktora tezi olan Dânişmendnâme üzerindeki
çalışmasını La
Geste de Melik Danişmend: Etude Critique du Dânişmendnâme (Paris 1960, 2
cilt) adıyla bundan altı yıl sonra yayımladı. Bu eserin birinci cildi
inceleme ve Fransızca çeviri, ikinci cildi ise latinize tenkitli Türkçe
metinden oluşuyordu.
Son yıllarda bu çalışmasını yeniden gözden
geçirerek yeniden basıma hazırlamakla uğraşıyordu, ama ömrü vefa etmedi.
Fakat onun asıl Alevilik Bektaşilik alanına yöneltecek kitabı, 750
tarihinde Emevi İmparatorluğu’nun
sonunu getiren ve böylece
Abbasîlere hilafet yolunu açan, ama ilk fırsatta bizzat onlar tarafından
ortadan kaldırılan ünlü İranlı ihtilalci Ebû Müslim-i Horasânî’nin
destanını anlatan Abu Muslim: Le Port-hache du Khorassan (Paris 1962)
oldu. Bu İranlı kahramanın gerçeküstü macerasının Türkler arasında
teşekkül etmiş olup, pek çok eski ezoterik inancı da yansıtan
hikâyesinden oluşan Ebûmüslimnâme denilen metin onu büyülemişti.

Hocanın
Türk edebiyatına dair bu kitaplarının dışında, bu edebiyatın pek çok da
değişik konularına el atan makalesi vardır. Bunlardan biri de aynı
destan zincirinin bir halkası olan Battalnâme ile ilgilidir.

Yukarıda
da vurgulandığı üzere, I. Mélikoff’un 1970’lerden sonraki hemen bütün
yayınları artık Alevilik Bektaşilik üzerine olacaktır. Bunlardan çok azı
De l’Epopéau Mythe: Itinérarire Turcologique (Les Editions Isıs,
İstanbul 1995) (Destandan Efsaneye: Turkoloji Yolunda) ve Au Banquet des
Quarante: Exploration au Coeur du Bektachisme
et Alevisme (Les
Editions Isıs, İstanbul 2001) (Kırklar’ın Meclisinde: Bektaşilik ve
Aleviliğin Kalbine Giden Arayış) isimli kitaplarda toplanabilmiştir.Onun
Alevilik ve Bektaşilik hakkındaki bütün araştırmalarında ele aldığı
konuların ve vardığı sonuçların bir özeti durumunda olan son
monografisi,Hadji Bektach: Un Mythe et ses Avatars: Genese et Evolution
du Soufi sme Popülaire en Turquie (Brill, Leiden 1998) (Hacı Bektaş:Bir
Mit ve Tecellileri: Türkiye’de Halk
tasavvufunun Doğuş ve Gelişimi)
isimli kitabı oldu. Mélikoff bu kitabında Bektaşiliğin ve Aleviliğin
inanç ve ritüellerinin tarihsel perspektif ışığında kökenlerini, ilk
defa ortaya çıkarmaya ve işlevlerini açıklamaya çalışmış
ve ilginç
bir takım hipotezler ortaya atarak dikkate değer tespitler ve yorumlar
yapmıştır. O bu çalışmalarında son derece titiz bir metotla hareket
etmekte, sosyolojik, antropolojik ve teolojik verileri dikkatli bir
analiz yeteneğiyle kullanmayı bilmiştir.

I. Mélikoff daha önceki
yayınlarında olduğu gibi bu kitabında da genellikle F.Köprülü’nün
perspektifinin dışına pek çıkmamış, Anadolu halk İslam anlayışının
köklerini Orta Asya faktörü ve Şamanizm çerçevesinde aramıştır. Onun son
yıllardaki ilgi çekici teorisi bu çerçevede şekillenmiştir. Ona göre
Hz. Ali güneş kültünün İslamlaşmış biçimidir ve Alevilik’te bu yüzden,
eski Türk inançlarında güneşin simgesi olan turna kuşu kutsaldır. Turna
aynı zamanda Hz.
Ali’nin simgesidir.

2) Turcica Dergisi:

Bugüne
kadar, her yıl bir sayı olmak üzere, kırka yakın sayısı yayımlanmış
bulunan bu uluslararası dergi, ilk defa Paris’te I. Mélikoff tarafından
kurulmuş olup editörlüğü vefat edinceye kadar onun üstündeydi. İlk
sayısı1969 yılında yayımlanan Turcica, daha ilk sayısından itibaren
ihtiva ettiği kaliteli makalelerle Türkoloji dünyasının Batı’daki ilk
bağımsız bilimsel yayın organı olarak büyük bir prestij kazanmış olup,
aynı prestiji bugün de başarıyla sürdürmektedir. Son yıllarda dergide
yayımlanan makalelerde, edebiyat, dil ve folklor alanında bir yoğunlaşma
göze çarpmaktadır. Turcica, bugün Türkoloji alanında Batıda sayıları
giderek artan dergilerin anası sayılabilir.

3) Bilim dünyasına katkısı:

Bunların
ve canlı eserleri olan, bilim dünyasına kazandırdığı öğrencilerinin
dışında, I. Mélikoff’u asıl her zaman hatırlarda tutacak ve saygıyla
anılmasına vesile olacak olan şey, kendinden önce pek müntesibi
bulunmayan,
özellikle Türkiye için ne kadar önemli ve hayati olduğu
her geçen gün daha iyi anlaşılan Bektaşilik ve Alevilik alanındaki
araştırmaları, ideolojik yaklaşımlardan ve temelsiz spekülasyonlardan
kurtararak bilimsel bir çerçeveye oturtmuş olması, böylece Türkoloji
alanında yeni bir araştırma disiplinine hayatiyet kazandırmış
bulunmasıdır. Bu hem Türkiye için, hem uluslararası Türkoloji için, hem
de bizzat Bektaşiler ve Aleviler için ona borçlu olduğumuz çok
önemli
hizmettir. Bugüne kadar Türkiye’de, kendisini yakından tanımadıkları ve
çalışmalarını okumadıkları için onun bu büyük katkısını yeterince
değerlendiremeyenler ve sırf uğraştığı konulara duydukları antipati
yüzünden ona soğuk bakanlar hep olmuştur, hâlen de vardır. Ama onlar,
her şey bir yana, sadece şu son söz konusu ettiğimiz husus üzerinde
ciddi olarak düşünecek olurlarsa, eminiz ki bu düşüncelerinden
vazgeçeceklerdir.

Hatırasını saygı ile anıyoruz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Empty
MesajKonu: Geri: IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı   IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 6:07 am

İRENE MELİKOFF METODOLOJİSİ


ÖZET
Alevi ve Bektaşi gelenekleri, çalışmaları alanında en önemli bilim insanlarından biri olan Fransız Türkolog Profesör Dr.
Irène Mélikoff, kendi nesli ve takip eden nesillerden diğer birçok bilim insanı gibi, Türkolog ve Türk Edebiyat Tarihçisi olarak
uluslararası
takdir ve şöhrete sahip ilk Türk bilim adamı modern Türk Tarihçiliğinin
kurucu babası olan Mehmed Fuat Köprülü’nün (1890–1966) güçlü etkisi
altında kalmıştır. ‘Heterodoks Türk İslam’ın kökeni ve yapısına dair
yaklaşımını takip eden Mélikoff, İslam öncesi Türk Şaman’ın, yani
ruhların dünyasına seyahat eden, belli hayvanların şekillerini alan ve
tedavi edici, şifa verici, uzlaştırıcı olan, kam-ozan’ın devamlılığının
izlerini Alevi dede ve Bektaşi baba kurumlarında sürer. Milliyetçi
perspektife yakınlığının yansımasını Mélikoff’un Alevilik ve Bektaşiliği
bir gelenek olarak kavramsallaştırmasında, dolayısıyla “Aleviliğin
Bektaşiliğin farklı bir türü olduğu” sözlerinde; hatta “Alevi-Bektaşi”
geleneği adı altında ikisinin birden temsilinin uygunluğunu ileri
sürmesinde görebiliriz.
GİRİŞ
Fransız Türkolog Prof. Dr. Irène
Mélikoff (1917- 2009), hiç şüphe yok ki Alevi ve Bektaşi gelenekleri
çalışmaları alanında en önemli bilim insanlarından biridir. Sovyet
devrimi başlamak üzereyken ailesi ile birlikte Rusya’yı terk edip
Fransa’ya kaçan Azeri
bir işadamının kızı olarak St. Petersburg’da
dünyaya gelen Irène Mélikoff, özellikle Bektaşilik ve Alevilik olmak
üzere Anadolu’nun ‘heterodoks’ Türk İslam geleneğinin tarihi gelişimi ve
dini inanç hususiyetleri konusunda en yetkin isimlerinden biri olarak
tanınmıştır.
Ne var ki alanındaki otoritesinin yüksekliği aynı zamanda çalışmalarının ve ileri sürdüğü tartışmaların sıkça körlemesine
tekrarlanmasına ve her akademik çalışmanın hak ettiği eleştirel irdelemeden yoksun bir şekilde kabul edilmesine neden olmuştur.
Akademik
çalışmaların eleştirel tartışmalara tabi tutulması ve yeni anlayışların
ışığında sorgulanması bilimsel gelişme talebinin
bir parçası olduğuna göre bu yazıda eleştirel fakat saygılı bir maneviyat ile Irène Mélikoff’’un Alevi ve Bektaşi geleneklerine
dair gözden geçirilmeye ihtiyaç duyulduğunu düşündüğüm görüşlerinin bazılarını ele almaya çalışacağım.
Mélikoff, kendi nesli ve takip eden nesillerden diğer birçok bilim insanı gibi, Türkolog ve Türk Edebiyat Tarihçisi olarak
uluslararası
takdir ve şöhrete sahip ilk Türk bilim adamı, modern Türk
Tarihçiliğinin kurucu babası olan Mehmed Fuat Köprülü’nün (1890-1966)
güçlü etkisi altında kalmıştır. Özellikle, Köprülü’nün İslam öncesi Türk
Şamanizm’i ile yakından ilişkilendirdiği ‘heterodoks Türk İslam’ın
kökeni ve yapısına dair yaklaşımını takip ettiği görülebilir.
Mélikoff,
İslam öncesi Türk Şaman’ın, yani ruhların dünyasına seyahat eden, belli
hayvanların şekillerini alan ve tedavi edici, şifa
verici,
uzlaştırıcı olan, kam-ozan’ın devamlılığının izlerini Alevi dede ve
Bektaşi baba kurumlarında sürer. Alevi ibadet ritüellerinde merkezi
konumda olan ayin-i cem’de Şamanizm öğelerini ayrımsayan Mélikoff’a göre
ayin-i cem, içerdiği nefes, sema, alkol kullanım adetleri ve başı açık
olan kadınların katılımı gibi hususiyetleriyle eski Şaman geleneğinin
bir devamı olabilir. Şamanizm kalıntılarını Alevi inanç ve mitolojisinde
de tespit eder; Alevi Tanrı kavramı onda Şaman Türklerin Gök Tanrı’sını
çağrıştırır, Kırklar mitosunun Sufi mitolojisindeki varlığının farkında
olsa bile bunu aslen bir Orta Asya geleneği olarak değerlendirir;
ilahinin insanda zuhur etmesinin yani Alevilerin hulûl inancının
şeceresinin, payı olsa bile aşırı Şiilikte değil, daha ziyade Manichean
ve Budist örneklerden esinlenerek Orta Asya’da aranması gerektiğini
ileri sürer.
Ayrıca Alevi manzume ve geleneğinin önde gelen bir fi gürü olan Turna kuşu ile cisimleşmiş Ali imgesi İslam öncesi Türk’lerin
kadim doğal güçlere olan inançlarını andırmaktadır.
Bu yüzden Mélikoff’a göre Alevi’lerin Ali’yi yüceltmeleri İslam öncesi Türk evrenbiliminin Şii terminoloji ile kaynaşması
olarak addedilebilir. Mélikoff, Hacı Bektaş’ın Vilayetname’sinde de Şamanist öğeleri ayrımsar. Evliya, eski Türk Şamanlar
gibi, devlerle çarpışmış, ruhlar diyarını ziyaret edip ruhlarla buluşmuştur. Kısacası Mélikoff Alevi ve Bektaşi geleneklerini
Türk-Altay Şamanist unsurların açıkça baskın olduğu İslami, Manikean ve Hristiyan öğeleri içeren girift bir senkretizm olarak
kavramsallaştırmıştır.
Şamanist
kalıntılar olgusu Köprülü’nün eserlerinde bir motif olarak göze
çarpmasına rağmen bulanık kalmıştır. Mélikoff ise çalışmalarında
Alevilik ve Bektaşilik’teki bu tip kalıntıları “İslamlaşmış Şamanizm”
olarak somutlaştırarak yola çıkar. Benim bu konuya ilişkin ana kaygım
Mélikoff’un metodolojisi, kullandığı kuramsal yapı ve tezinin temelinde
yatan ‘Şamanizm’, ‘senkretizm’, ve nihai olarak ta ‘din‘ kavramlarıyla
ilgilidir.

Mélikoff’un Alevi ve Bektaşi geleneğin kökenleri ile ilgili fikirlerini topladığı son monografi (Hadji Bektach: un mythe et ses
avatars) için Hamid Algar yazdığı keskin eleştiri yazısında “Bektaşilik İslamlaşmış Şamanizm’den ne miras aldıysa da bu miras
yine de önemine yeterince değinmediği Gulat Şia’dan alınanlardan daha az sayıda ve önemdedir” diyerek diğer sorunlu noktaların
yanı sıra Mélikoff’un yaklaşımındaki tarihsel olasılık problemlerine işaret etmiştir.
Mélikoff’un tezi tamamen zıt bir tahmine, biyani “İslamlaşmış Şamanizm’in Şiizm’e -hatta aşırı Şiizm’e- yakınlaşmasının tedricen
gerçekleştiği”
varsayımına dayanmıştır. Bu tezin getirdiği tarihsel ve ampirik
problemler bir yana, sonucu oldukça sarihtir; şöyle ki Bektaşilik ve
Alevilik birincil olarak Türkçü ve sadece ikincil olarak İslami/Şii olan
bir şecereye bağlamlanır.
Mélikoff’un eski Türk Şamanizm ile Alevi ve Bektaşi geleneği arasında çizdiği tüm paralellikler, neredeyse belirgin bir şekilde
tanımlanabilen, kurumsallaşmış, gayet homojen bir Türk Şaman dini varsayımına dayanır.
Bu varsayımın kendisi, içerik ve ana yapısıyla Şaman/Alevi olmanın anlamına dair, modern fikirleri yansıtan etnik ve dini
özneler
ve bu öznelerin sınırlarından dolayı problemlidir. Şamanizm açısından
tek sorgulanması gereken nokta Alevi pratiklerinin İslam öncesi ‘Türk’
pratiklerine indirgenmesi değildir. Şamanizm’in modern anlamda bir ‘din’
olarak ele alınması, yani ekonomi, siyaset ve hukuk gibi modern ulus
devletin diğer alan ve pratiklerden ayrılması ve tanımlanması
sorunludur. Diğer bir ifadeyle Şamanizm’in, kaynak, inanç, pratik ve
mitoloji gibi perspektif lerden araştırılabilmesi mümkün olan -ama yine
de bu ayrıştırılan parçalarının oluşturduğu bütün ile diğer dinlerden
kolayca ayırt edilebilen ve organik bir sistem oluşturabilmesi mümkün
olan- bir alan ve pratik olarak tanınması tartışılmalıdır. Üstelikle,
Devin DeWeese, İslam öncesi Türk dininin Şaman pratiklerinin ancak
belirli özel durumlarda ve sayısı az seçkin din elemanlarınca icra
edildiğini öne sürdü ve böylece bir halk ya da cemaatin Şaman
sayılmasına dair ikna edici ilkesel bir eleştiri geliştirdi.
Mélikoff’un
kullandığı din kavramı, oldukça durağan, özcü temellere dayanan ve
gündelik ile akademik söylem arasında yeterince ayrım yapmayan bir din
kavramıdır.

Mélikoff Alevilik’e ve daha fazla da Bektaşilik’e, özellikle onlara kökten dinci Sünni Müslüman tehdidine karşı laik sekülerlik
bayrağını taşıyan Türk laikçilerin yanında rol verdiği zaman, genel olarak sempati ile yaklaşmaktadır. Modernist din kavramına
bağlı
olan ‘heterodoksi’ ve ‘senkretizm’ gibi terimleri, fazla eleştirmeden,
kavramsal ve normatif imalarını göz ardı ederek inanç biçimleri olarak
kullanır. Dolaylı olarak norm kabul edilen ‘Sünni Müslüman ortodoksi’ye
karşı Alevi ve Bektaşilerin heterodoks
ve ‘senkretik’ olarak
tanımlanması Köprülü’den beri bu akımların açıklamasında standart bir
motif olagelmiştir. Günümüz ciddi incelemelerinin de ikna edici bir
şekilde savunduğu gibi ‘heterodoksi’ gibi kavramlar veya senkretizme
yönelik kalıntılar yaklaşımı, eleştirel araştırmayı engelleyen bir
normatif tarafl ılık içerir. Kalıntı teorisi, senkretistik dinlerin
taşıdıkları, devam ettirdikleri diğer dinlerin kalıntıları ile bir
şekilde yeterince tanımlanabileceklerini ifade eder.

Böyle bir
yaklaşım bu senkretistik grupları, yeni ortamda “kalıntılar”a dönüştüren
unsurları ile gerçek/otantik/özgün dinlerin zıtlığına düşürür. Tarihsel
olarak bakıldığında tüm dinler senkretistik oluşumlar olmasına rağmen,
bu tanımın bütün dinler için kullanışlı görünmemesi belli din
söylemlerinin hakimiyetine işaret eder. ‘Heterodoksi’ ve kalıntı temelli
senkretizm söylemleri kök, öz ve tanımı net olan sınırlar ile ilgili
varsayımlara dayanır. Bu varsayımlar sık sık, bilinçli veya değil,
belirli teolojik ve/veya milliyetçi söylemlerin içine yerleşip,
önyargılar taşıyarak eleştirel tarih çalışmalarına ciddi bir engel
haline gelmiştir.

Alevi ve Bektaşiler gibi grupların eş zamanlı
olarak Türk ulus devlet projesinde millileştirilmesi (Türkleştirilme) ve
egemen Sünni-İslam söyleminde ötekileştirilmesi (‘heterodoks’
addedilme) hakkında, yukarıda özetlenmiş bir din kavramı içinde kaldığı
sürece, Mélikoff’un çalışmaları belirli dil ve semantiklerin dini–siyasi
güç ilişkilerini nasıl meşrulaştırdığına dair eleştirel bir analiz
sunamamaktadır. Dahası, incelediği ‘heterodoks’, ‘Şamanist’,
‘senkretistik’ grup ve akımların ötekiliğini verili kabul edip, onaylar.

Öğrencisi
ve meslektaşı Ahmet Yaşar Ocak, Mélikoff’un anısına bir yazıda hayatı
ve çalışmalarıyla ilgili “şunu özellikle belirtmek gerekir ki, samimi
duygularla sempati duyduğu Alevi ve Bektaşi zümrelerini inceleyen hiçbir
yayınında duygusallığa, ilmi tarafsızlıktan ayrılıp ideolojik ve siyasî
spekülasyonlara asla sapmadı” şeklinde bir tespitte bulunur. Daha
detaylı bir incelemede ise Mélikoff’un geliştirdiği tezin Türk
kökenlerini ve tarihini Türk ve İslam parametreleri içinde düzenleyen ve
homojenleştiren Türk milliyetçi projesi ile Alevilik ve Bektaşilik’i
asimile etmeyi amaçlayan Türk devleti’nin Alevi politikası arasında bir
ahenk oluşturduğu ortaya çıkar. Mélikoff’un Ocak tarafından övgüyle
bahsedilen Türklere ve onların tarihine yönelik sevgisi bilinçli olarak
siyasi olmayabilir, fakat siyasi proje ile aynı safta durduğu kesindir.
Milliyetçi perspektife yakınlığının görünür olduğu yerlerden biri Alevi
ve Bektaşi geleneklerine Türk geleneklerinin özü olarak odaklanmasıdır
ki Köprülü’nün, farklı kültür ve dinlerden gelen etkileri kabul etmesine
rağmen Türk unsurunun her zaman baskın kalması yaklaşımını da çok güçlü
olarak hatırlatır.

Milliyetçi perspektife yakınlığının bir diğer
yansımasını Mélikoff’un Alevilik ve Bektaşilik’i bir gelenek olarak
kavramsallaştırmasında, dolayısıyla “Alevilik’in Bektaşilik’in farklı
bir türü olduğu” sözlerinde; hatta “Alevi-Bektaşi” geleneği adı altında
ikisinin birden temsilinin uygunluğunu ileri sürmesinde görebiliriz.
Aleviliğin bir Türk geleneği olması gibi milliyetçi
bir
kavramsallaştırmanın başlangıç tarihine kadar varan Alevilik ve
Bektaşilik’in bu şekilde birleştirilmesi, Türk milliyetçiliğinin
homojenleştirme eğilimi ile aynı yöndedir.

Dini ve etnik
farklılıkları eşit derecede tehlikeli bulan bu homojenleştirme eğilimi
benzerlikleri vurgulayıp ayrımları küçük sayar
ve
Kızılbaş-Aleviler’in Bektaşilik ile retorik birleşmesini daha geniş
milliyetçi bir Türk tarih çerçevesi içinde hoş görür. Türk veya
pan-Türkist milliyetçi gündem karşısında Mélikoff’un duruşuna dair nereye varmak istendiğinden bağımsız olarak yapıtlarını
Cemal Kafadar’ın “milletçilik” (nationism) olarak değerlendirdiği, Türkiye Türklerinin tarih serüveni sanki Asya’dan modern
Türkiye’ye
kadar uzanan tek yönlü bir devamlılıkmış gibi, modernist millet ve
devlet mercekleri altında şekillendirilmiş tarih dışı
teleolojik anlatımını eleştirdiği diyalektik içinde kavramak daha uygun olacaktır.

( Markus Dressler Dr.- Istanbul Teknik Üniversitesi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
IRENE MELIKOFF [1917-2009]alevilikaraştırmacısı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» BEKTAŞİ-KIZILBAŞ (ALEVİ) BÖLÜNMESİ VE NETİCELERİ - İrene MELİKOFF
» Osman Yüksel Serdengeçti (1917 - 1983)
» Din k. Yazılı soruları 2009-10 1.d.1.y.
» MEB 2009-2010 İş Takvimi
» 2009 EL KİTABI -SAĞLIK:

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi :: 7.sınıf :: Alevilik-
Buraya geçin: