Hz.Ali`nin (RA) Fazileti
Dördüncü halife olan Hz.Ali`nin (RA) künyesi Ebû`l-Hasan, lâkabı Haydar, yani Allah`ın Arslanıdır. Ünvanı ise, Emîrü`l-Mü`minîn`dir. Beş yaşından itibaren Resûlüllah Efedimizin yanında bulunmuş, O`nun ta`lim
ve terbiyesinden geçmiş, feyz ve irfanından had safhada istifade
etmiştir. İslâm`a girenlerin üçüncüsüdür. Kadınlardan ilk Müslüman
Hz.Hatice (R.Anhâ), erkeklerden Hz.Ebûbekir (RA), çocuklardan ise
Hz.Ali`dir.
Hz.Ali (RA) çocuk yaşta, hiç puta tapmadan ve şirke girmeden
Müslüman olduğu için kendisine "Kerremallahü vecheh" denilmektedir.
Hz.Ali (RA), Peygamber Efendimizin (SAV) hem amcazadesi, hem
damadıdır. Vahyin ilk kâtiplerindendir. Peygamber Efendimizi yıkayıp
kefenlemek de O`na nasib olmuştur. O`nun yüksek seciyeleri,
insanî meziyetleri sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan en önemlisi
ilim ve irfandaki erişilmez mertebesiydi. Sahâbeler arasında ilimde en
ileriydi; en müşkil meseleleri o hallederdi. Kur`an`ın ahkâm ve esrarına
derin bir vukufiyeti vardı. Muğlak mes`eleleri çözmede büyük bir
maharet sahibiydi. Sahâbelerin çoğu ilmî mes`elelerde O`nun re`yine
müracaat ederlerdi. İlimdeki bu iktidarından dolayı Hz.Ebûbekir ve
Hz.Ömer`in müşavirliklerinde bulunmuş ve şeyhülislâmlık görevini deruhte
etmişti.
Hattâ Hz.Ömer, herhangi bir mes`elede O`nun reyini almadan karar
vermezdi. Bunun sebebi sorulduğunda, "Ali`nin olmadığı bir istişare
meclisinden Allah`a sığınırım," ve "Ali olmasa Ömer helak olur," derdi.
Hz.Ali (RA) Efendimiz, İslâm`ın bütün inceliklerine vâkıftı. O`nun bu vukufiyetine Peygamberimiz, "Ben ilmin şehriyim, Ali de o şehrin kapısıdır," buyurarak işaret etmişlerdi. Kendisi de yeminle, "Tevrat, Zebur ve İncil`in de esrarından haberdarım," demişti.
O, hakikaten bir ilim ve marifet çeşmesiydi. Cenâb-ı Hak, O`nun ilim
ve marifetine öyle bir bereket ihsan etmişti ki, günümüze kadar gelen
bütün âlim ve ârifler O`nun ilim ve marifetinin meyveleri olmuşlardır.
Evet, bütün İslâm âlimleri, ilimlerini temelde Hz.Ali`ye borçludurlar.
Sarf ve nahiv ilmini ilk defa istihraç eden O`dur. Bu bakımdan kendisine
"İlmin bânîsi" de denilmektedir.
Hz.Ali (RA) ilim ve marifet sahasında ulemâya üstâd olduğu gibi,
ledünniyat âleminde de bütün kutubların, gavsların, mürşidlerin ve
müceddidlerin imam ve sultanı olmuştur. Bütün ehl-i tedkik ve tahkikin
ittifakiyle Hz.Ali (RA), şâh-ı velayet idi. Arifler
tabakasının en yüksek piriydi. Melekût âleminin derinliklerine dalmış
bir gavvas idi. Velâyet-i kübrâya, makam-ı ferdiyete urûç etmiş, ihlâs
ve sadâkat arşına erişmiş, ubudiyette pişmiş, belâ ve musibetler içinde
yoğrulmuş, tasaffi etmiş bir ferd-i feriddi. Emsalsiz bir iman taşırdı.
Öyle bir iz`an ve yakîne yükselmişti ki, hakikatların üzerindeki
perdeler tek tek açılsa bile bu müşahedeler O`nun imanındaki yakînini
ziyâdeleştirmezdi. Her an huzur ve müşahede halindeydi; sükûtu manâlı,
nazarı ibretliydi. Ferah ve neş`esi, zevk ve sürürü ancak tâat ve ibadet
idi. Huzur-u Mevlâ`da, dünya ve ukbâ kayıtlarından azade olur, vahdet
deryasında kendinden geçerdi.
Hz.Ali Efendimiz hârika bir şecaata sahipti. Celâdetli, cesaretli ve
harbşinâstı. Tebük hariç, bütün savaşlarda Resûlüllah`la beraber
bulunmuştu. Bedir`de, müşriklerin cengâverlerinden Velid bin Ukbey`yi
bir kılıç darbesiyle yere sermiş, Hendek muharebesinde ise, müşriklerin
en güçlü bir bahadırı olarak bilinen ve yirmi-otuz kişiyi tek başına alt
edebilen Amr bin Abdud`un boynunu uçurarak düşmanın belini kırmış ve
muzafferiyette büyük payı olmuştu.
Hz.Ali Efendimiz (RA) cesarette olduğu kadar, fedakârlıkta da harikulade idi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, hicret edecekleri gün, Hz.Ali`yi huzuruna
çağırdı ve kendisine, "Ya Ali, bu gece benim yatağımda yatacaksın," diye
emir buyurdu. Hz.Ali de, "Emrin baş üstüne, ya Resûlallah," dedi.
Hz.Ali (RA) o gün için o yatakta gecelemenin ne demek olduğunu çok
iyi biliyordu. Yâni, bu yatağın müthiş bir suikasta sahne olabileceğinin
pek âlâ farkındaydı. O sıralarda yaşı yirmi üçe henüz varmıştı.
Gençliğin en hararetli, en canlı demlerini yaşıyordu. Buna rağmen bütün
dünyayı aydınlatacak tevhid meş`alesinin sönmemesi için, hiç tereddüt
etmeden, şevk ile o yatağa girdi.
Dışarıda Kureyş`in gençleri, ellerinde kılıçlarıyla, hâne-i saadetin etrafını muhasara altına almışlardı.
Hz.Ali (RA), imanından gelen engin bir tevekkül ve hârika bir
cesaretle ölümü hiçe sayarak yatağında derin bir uykuya daldı. Zira O,
Cenâb-ı Hakk`ın, lütfuyla muhafaza ettiği bir hücrede bulunuyordu. Değil
Kureyş`in vahşî gençleri, bütün dünyanın orduları dahi toplansa, O`nun
bu tevekkülünü, bu huzur ve itidalini bozamazdı.
Hz.Ali (RA), hayatın değerini bilmez değildi. Ama bu hayatın, ancak
"Allah ve Resulünün uğrunda feda edilmekle" gerçek değerini
kazanabileceğinin de şuurundaydı.
Hz.Ali`nin (RA) başlıca hususiyetlerinden biri de, fevkalâde bir itidal ve metanet sahibi olmasıydı. İfrat ve tefritten son derece kaçınırdı.
Hiçbir hâdise O`nun kuvve-i mâneviyesini kıramaz, itidalini sarsamazdı.
En güç şartlar altında bile itidal ve metanetini kaybetmezdi. Hilâfeti
zamanında, bir taraftan İslâmiyete çeşitli hurafe ve safsatalar sokmak
isteyen Sebeiyecilere, bir taraftan Müslümanları parçalamak isteyen Haricîlere,
diğer taraftan da kendisiyle iktidar mücadelesi veren muhaliflerine
karşı kırılmaz bir azim, çelik bir irade, hârika bir sabır ve tahammül
ile yılmadan usanmadan mücadele vermişti. O`nun takdire şayan bir ciheti
de bu çetin mücadeleler içerisinde, ilim ve irfan vadisindeki
hizmetlerine hiç ara vermemesi, tedris ve irşad faaliyetini kemâliyle
devam ettirmesiydi.
Hz.Ali (RA) fevkalâde hakperestti. Hakk`ın hatırını
hiçbir şeye feda etmezdi. Hudeybiye Antlaşması`nda sulha ait şartların
yazılmasına me`mur edilmişti. Sulhnâmenin başına Besmele-i Şerife,
sonuna da "Muhammed Resülüllah`dır" yazdı. Müşrikler bu
duruma katiyen dayanamayarak hemen itiraz ettiler. "Biz zaten bunlara
karşıyız, bu cümleleri sileceksiniz," dediler. Bunun üzerine
Peygamberimiz, "ya Ali, bunları sil de yerlerine "Bismikâllahümme (Yâ
Allah, ancak senin isminle başlarım)` ve `Muhammed bin Abdullah`
(Abdullah oğlu Muhammedi) yaz" buyurdu. Hz.Ali, cümlenin baş kısmını
hemen yazdı. Fakat Peygamberimizin unvanı olan Resûlüllah kelimesini
silmemekte ısrar etti. Hicret hâdisesinde hayatını hiç tereddüt etmeden
fedayı göze alarak Resûlüllah Efendimizin emrini tereddütsüz yerine
getiren Hz.Ali, burada yine Resûlüllah`ın (SAV) emri olduğu halde, bir
tek hak kelimeyi feda etmemesi O`nun hakperestliğinin en büyük bir
delilidir.
Hz.Ali (RA) her zaman huşû ve huzur içerisindeydi.
Bilhassa namaz anlarında bütün dünya altüst olsa haberi olmazdı. Hattâ
bir savaşta mübarek ayağına bir ok isabet etmiş, tâ kemiğine kadar
işlemişti. Cerraha gösterdiklerinde, okun çekilebilmesi için kendisine
bayıltıcı bir ilâç verilmesi gerektiğini söyledi. Emîrü`l- Mü`minîn,
"Buna lüzum yok, biraz bekleyin, ben namaza durunca oku çeker
alırsınız," buyurdu. Öyle bir havf ve haşyet ile namaz kıldı ki,
cerrahın oku çekip çıkarmasından bile haberi olmadı.
Zühdü de emsalsizdi. Dünyanın en büyük makamı,
saltanatı, O`nu hiçbir zaman aldatamadı, kendine bağlayamadı. Allah ile
O`nun arasına giremedi... Kendini O`na satamadı... O asla nefsanî
arzular, hevâî duygular ve şahsî iradelerle hareket etmedi.
Güzel ahlâkın da en canlı örneği idi. Bütün hayatında günahlardan kaçınmıştı. Son derece mütevazi idi. Hattâ, toprakvarî tevâzuundan dolayı kendisine, "Ebû Türab"
denirdi. Hilâfeti deruhde etmeden önce nasıl yaşamış idiyse, ondan
sonra da öyle yaşadı. Zamanın halifesi, cihanın sultanı iken kendi
evinin işlerini bizzat kendisi görürdü.
O`nun en mümtaz vasıflarından biri de emanette emin olmasıydı. Resûl-i Ekrem Efendimiz hicret sırasında nezdinde bulunan emanetlerin sahiplerine teslimini O`na havale etmişti.
Fasîh ve belîğ idi. Veciz ve hikmetli sözleri dertlere şifa ve ilaç gibiydi. Nutkunda büyük bir te`sir vardı.
Kitleleri, müessir nutuklarıyla harekete getirebilir ve harb meydanlarına sevkedebilirdi.
Cömertlikte de örneği az bulunurdu. İkram etmeyi çok
severdi. Hattâ şöyle bir hali meşhur olmuştur: Bir gün, dört dirhem
gümüşü vardı. Bunlardan birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini
de aşikâre hepsini tasadduk etti. Cenâb-ı Hak, Bakara sûresi 274.âyet-i
kerîmesinde Hz.Ali`nin (RA) bu cömertliğini tebcil etmiş ve ecrinin
büyük olacağını şöyle buyurmuştu:
"Mallarını gece gündüz, gizli ve aşikâre sarf eden kimseler var ya,
işte onların, Rableri yanında ecirleri (mükâfatları) vardır. Onlara
hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır."
Hz.Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz hastalandıklarında, Hz.Ömer`in
(RA) tavsiyesiyle, Hz.Ali ve Hz.Fâtıma (RA) iyileşmeleri halinde, üç gün
oruç tutmaya nezrettiler. Cenâb-ı Hak, Hz.Hasan ve Hüseyin
Efendilerimize şifa ihsan etti. O gün için üç günlük yiyecekleri vardı.
Akşam üzeri iftar sofrasına oturduklarında kapıya bir yoksul geldi. O
günkü iftarlık ekmeklerini O`na sadaka olarak verdiler. İkinci gün de
yine iftar vakti bir yetim, üçüncü iftarda ise, bir esir geldi ve
iftarlık ekmeklerini onlara vererek üç gün iftarsız oruç tuttular. Bunun
üzerine İnsan sûresi 7. ve 8. âyet-i kerimeleri nazil oldu:
"(Cennetlik olan iyi insanlar o kimselerdir ki, dünyada)
adaklarını yerine getirirler ve azabı salgın olan bir günden korkarlar.
Yoksula, yetime, esire seve seve yemek yedirirler. (Sonra onlara şöyle
derler) size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir hediye
isteriz, ne de bir teşekkür."
Ayrıca, "İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah`ın rızası için
nefislerini feda ederler," âyet-i kerimesinin Hz.Ali hakkında nazil
olduğu rivayet edilmektedir.
Hz.Ali Efendimiz hakkında pek çok hadîs-i şerifler mevcuttur. Bunlardan bir kısmını aşağıda takdim ediyoruz:
"Ali`ye bakmak ibadettir."
"Ali`yi seven beni sevmiş olur. Ali`ye buğz eden bana buğz
etmiş olur. Ali`ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden
dahi Allah`a eziyet etmiş olur."
"Ehl-i Beyt`im, Nuh Aleyhisselâm`ın gemisi gibidir. Onlara tâbi olan selâmet bulur, olmayan helak olur."
"Allah-ü Teâlâ dört kimseyi sevmeyi bana emretti. Onları kendisinin de sevdiğini bana haber verdi."
Burada şöyle denildi: "Ya Resûlâllah, onları bize isimlendir." Bunun üzerine Resûlüllah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Ali onlardandır. Diğerleri Ebû Zerr, Mikdât ve Selmân`dır."
"Münafıkların kalbinde dört kimsenin muhabbeti toplanmaz: Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali."