Tenafür!
Farkındayım, başlık pek anlaşılır bir kelime değil lakin
mecburen seçtim. Zira 'kakofoni' dersem çağrıştırdıkları sizleri daha çok
rahatsız edebilirdi, dedikten sonra konumuza geçiyorum.
Meşhur Konfüçyüs’ün ‘Bir ülkenin doğru yönetilip
yönetilmediğini, ahlak açısından yücelip yücelmediğini anlamak mı istiyorsunuz?
O ülkenin musikisini dinleyiniz.’ dediği rivayet edilir.
Bana eksik gibi geldi bu tespit. Bir toplumun nasıl
yozlaştığını, medeniyet düzleminde nasıl aşağıya doğru indiğini görebilmek
adına da, müziğin seyrine bakmak gerekiyor galiba.
Cumhuriyet dönemiyle beraber ülkeyi yönetenlerin Türk müziği
ve enstrümanlarına karşı tuhaf bir düşmanlığı olmuş nedense. 70’li yılların
ortalarına kadar sürmüş bu utanma ve mesafeli durma dönemi. Bilemiyorum, belki
toplumu dönüştürme, çağdaşlaştırmanın temel unsurlarından biri olarak
geleneksel kültür ve sanat ile aradaki bağların kopartılmasını görmüşlerdir.
Sadece yasaklamakla kalınmamış üstelik. Cumhuriyet sonrası
oluşan elit, bir şekilde bu yasağı delen, etrafından dolanan kişi ve kesimleri
aşağılamış, küçümsemiş, hor görmüş ve yok saymış. Bunun en bariz örneği arabesk müziğidir. Müziğin çok benzeri
bir yasak sinema sektöründe de belirince ortaya çıkmış arabesk. Halk ne kadar
teveccüh ederse etsin, devlet ve elitler tarafından asla tasvip edilmemiş,
aşağılanmış.
Bu vesile ile sözü Orhan Gencebay’ın eserlerinden oluşan
“Orhan Gencebay ile Bir Ömür’ isimli albüme getirmek isterim. Günümüzün pek çok
popüler sanatçısı tarafından tekrar yorumlanan 32 şarkı var bu albümde.
Kimilerinin mazisi 35 yıl kadar geriye gidiyor. Bir haftada unutulan şarkılara
bakıldığında, şüphesiz 35 yıl inanılmaz bir süre.
Yazının girişinde anlatmaya çalıştığım durum için şahane bir
örnektir Orhan Gencebay. Arabesk müziğinin babasıdır zira. (Bir önceki müzik
bahsinde de belirmiştim) Halkın, kendisine dayatılan müzik ve sinemayı
reddedip, yakın bulduğu Mısır filmlerine yöneldiği bir dönem olan 1966 yılında
Ahmet Sezgin için yazdığı ve Sezginin ününün yeniden canlanmasını sağlayan
Deryada Bir Salım Yok adlı eserinde Gencebay, 23 kişilik bir orkestra kullanıp,
muhayyerkürdi makamındaki eser senkoplu düyek ritminde ve vurmalı çalgılara
önem vererek bambaşka bir tat oluşturuyordu. Eserde Türk Müziği çalgıların yanı
sıra Batı çalgılarından Gitar-vibrafon vb. kullanan Gencebay, 8-9 kişilk keman
gurubunu batı tekniğinde çalan müzisyenler icra ediyor ve partisyonlar
kullanarak zenginleştirdiği içeriğiyle eseri bir anlamda geleneksel yapının
dışına çıkarmayı da başarıyor ve en önemlisi halkın istediği duyumu
yakalıyordu.
Orhan Gencebay ve müziği yıllarca aşağılandı. Devlet
tarafından görülmedi. TV ekranlarında başkaları dayatılırken o minibüs ve
otobüslerde halk ile beraber gelişti, büyüdü.
Elbette köprünün altından çok sular aktı. Ancak en az 70
yıllık bir köksüzlük ve çürütme faaliyetinin oluşturduğu bir takım neticeler
olacaktı. İşte şimdilerde bu neticeleri görüyoruz. Gün aşırı ses yarışmalarının
yapıldığı, saat başı müzik kliplerinin üretildiği bir dönemdeyiz ve ne yazık
ki, Konfüçyüs’e bakarak bu ülkeyi okuduğumuzda hiç de iyi durumda değiliz.
|
Gangnam Style'in orijinali ve altındaki beğeni barına dikkat: Işın kılıcı gibi.. |
|
Bu da perişan çakması Yam Yam Style. Alttaki beğeni barı tersine ışın kılıcı olmuş! |
Yıllar önceydi… Video yeni keşfedilmiş ve yoğunluklu olarak
kullanılmaya başlanıldığı dönemdi. Pek çok konser kaydının ‘betamax’ kaseti
dolaşıyordu video dükkanlarında. Bunlardan birinde Hülya Avşar’a denk
gelmiştim. Epey büyük sanatçıların yer aldığı bir turnaya götürülmüştü, zira
tam güzellik yarışması ve ‘taç’ tartışmalarının olduğu dönemdi ve popülerdi.
İki şarkıcının arasında sahneye çıkıyor sunum yapıyordu. Bir ara şöyle dediğini
hatırlıyorum; ‘Şimdi ben de o güzel(!) sesimle size bir şarkı söyleyeyim!’
Güzel kelimesinden sonra ünlem kullanmamın nedeni benim ironi yapmam değil,
bizzat Avşar’ın kendi kaş göz işaretiyle, ‘sesim berbat’ esprisi yaptığı
içindir. Sanırım Mavi Mavi şarkısını infaz etmişti sonrasında.
Derken, derken… Televizyonlar çoğaldı ve çürüme öylesine
büyük boyutlara ulaştı ki, toplumun müzik bağlamında ulaştığı noktayı görmek
için müzik kanallarına ve çıkarılan albümlere bakmak yeterli geldi. Sıklıkla
düzenlenen yarışmaların birinde Ajdar Anık ismine denk geldik. Muazzam bir
özgüven ile çıktığı sahnede bir tür cinayet işliyordu adeta ve kendisine
yöneltilen eleştirileri umursamıyordu bile. Ona göre kendisi stardı ve üstelik
aptal değil makine mühendisiydi. Şunu söylüyordu meşhur şarkıcıları; benim
sizden neyim eksik!
Nitekim Hülya Avşar’ın programına katıldı ve Avşar’ın alay
edici iğnelemeleri esnasında, ‘Aynaya bakınca kendini star gibi görüyor musun?
Sorusuna muhatap oldu. Avşar, yıllar önce turne esnasında sahnede yaptığı jest
mimiklere benzer bir ironi ile sormuştu soruyu ve şu cevabı aldı Ajdar’dan:
‘Ayna değil de, size bakınca kendimi star olarak görüyorum…’
1:20'de Hülya Avşar kaşınıyor ve ayarı yiyor.
Jüri üyelerinin, yarışmacılardan daha felaket şarkı
söylediği bir ülkeye döndük sonra. Bir takım imajlar uğruna, adeta müziği
katledenlerin film yarışmalarında konser verdikleri bir topluma dönüştük
maalesef.
Ajdar dip nokta değildi anlaşılan. Yıllarca TRT’nin
dayattığı tuhaf isim ve şarkıları ‘norm’ olarak kabul edenlerin geldiği
noktadır ‘O Ses Türkiye’… Ve yaklaşık 100 yıllık bir serüvenin ürünüdür Ajdar, Banu
Alkan, Ömür Gedik ya da Atilla Taş.
Şimdi Yamyam Style isimli şarkıya bakıp gülüyoruz ama
güldüğümüz bizim resmimiz esasen.
Kimseyi üzmek ya da küçümsemek adına söylemiyorum. Konfüçyüs
zamanında söylemiş zaten: “Bir toplumun çürüyüp çürümediğini öğrenmek
istiyorsanız, müziğine bakın’ diye.
Gönderen
mnedimhazar
zaman