Müslüman'ın Müslüman'a kin duyması, küsmesi hakkında İnsan yaratılışı gereği, toplum halinde yaşamak zorundadır. Onun
mutluluğu, huzuru, toplumun huzur ve mutluluğuna bağlıdır. Kişisel bazda
huzur ve mutluluk, adeta kitlesel bazda huzur ve mutluluğun yakalanması
ile elde edilmektedir. İnsan, zaman zaman karşılaştığı açmazları
(problem ve sıkıntıları) toplumun diğer bireyleri ile paylaşmak
zorunluluğu hisseder. Öyle ki, insan karşı karşıya kaldığı bazı
problemleri, kişisel imkân, gayret ve yetenekleriyle aşamayabilir. İşte
bu noktada, Allah’ın âdeta bir çiçek bahçesi gibi, değişik yeteneklerde
yarattığı kimselerden teşekkül eden toplum devreye girmektedir.
O toplum, farklı misyon ve yeteneklere sahip organlardan teşekkül eden
bir beden misalidir. Fonksiyonları farklı olsa da organların birinin
diğerinden daha az değeri olduğu söylenemez. Ancak bütün organlar, belli
amaç ve gayede buluştuğunda bir anlam ifade ederler. Toplum da
âlim-cahil, zengin-fakir bütün katmanlarıyla, bir birliktelik
arzettiğinde, beraber ve birlikte yaşamanın bir anlamı olabilir.
Nitekim Hz. Peygamber’in,
“Birbirlerini sevmekte, birbirlerine
acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda mü’minler âdeta tek bir beden
gibidirler. Ondan bir uzuv şikayet ederse, uykusuzluk ve ateşle vücudun
diğer uzuvları da ona iştirak ederler.”(1), “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirine bağlayan bir tek bina gibidir.”(2) sözleri, toplum anlayışımıza ışık tutacak nitelikteki başlıca argümanlardır.
Hz. Peygamber’in bu sözleri doğrultusunda her mü’min, diğer
müslümanlara bakış açısını bir daha gözden geçirmelidir. Çağımızın
yozlaşan ve âdeta putlaştırılan anlayış ve değer yargıları ile basit
menfaatler uğruna müslüman kardeşini terkeden, onun musibetinde huzuru
bulan, huzurunda da kalbindeki kinden dolayı üzüntüyü yakalayan, siyasî
ve dinî kökenli bazı çevre ve gruplara göre sözünü ve selamını
belirleyen müslümanların, bu eksende bir daha düşünmesinin gerektiği
kanaatindeyiz.
İster din orijinli olsun, ister siyasî olsun, düşmanlığa varan
gruplaşmalar, bölünmeler, dargınlıklar, hem dinimize hem de toplumsal
hayatımıza zarar vermektedir. Toplum halinde yaşamanın elbette belirli
ilke ve kuralları vardır. Bu ilke ve kurallar yerine göre hukuk, yerine
göre dinî ve ahlâkî kurallar olarak nitelendirilir. Söz konusu ilke ve
kurallara uymada, toplumun her bireyinin aynı dikkat ve duyarlılıkta
olduğunu kabul etmek veya böyle bir beklenti içine girmek, hayalden
öteye geçmeyecek bir vehimdir. Zira tarihî süreç bunun en belirgin ve
başta gelen kanıtıdır.
Toplumda bireyler arasında karşılaşılan kural hatta hak ihlâlleri veya
fikrî çatışmalar sonucunda, kişiler birbirleriyle olan ilişkilerini ya
askıya almakta ya da tamamen kesmektedirler. Başka bir ifade ile
birbirlerine küsmekte, darılmaktadırlar. Bu durum hemen her toplum için
geçerli bir olgudur. Âyet ve hadislerde değişik vesilelerle kardeşler
topluluğu olarak nitelendirilen İslâm toplumunda elbette ilişkilerin çok
sıcak ve kardeşçe olması beklenir.
Ama müslümanlar da nihayet insandır. Çok farklı sebeplerle birbirlerine
kırılmış, küsmüş olabilirler. Bu durumda asl olan, söz konusu
kırgınlığın ya da dargınlığın, daha ileri boyutlara taşınması değil,
kardeşlik anlayışı ve hukukunun yeniden tesisi için her bireyin çaba
sarfetmesidir. Nitekim İslâm, bu tür istenmeyen hadiselerin ortadan
kaldırılması için bir dizi tedbirler almış ve bazı yollar göstermiştir.
Dargınlık hâlinin bir vakıa olduğunu kabul eden dinimiz İslâm, müminler
arasında vukû’ bulacak dargınlığın, fazla büyütülmemesini bu hâlin, üç
günü geçmemesini tavsiye etmiştir.(3)
Eğer küskünlük meydana gelmiş, nefislere uyulmuşsa, Allah'ın şu emri tatbik edilir:
"Eğer
müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin.
fiayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar
saldıran tarafla savaşın (mücadele edin). Eğer dönerse artık aralarını
adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. şüphesiz ki Allah,
âdil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, size rahmet
edilsin."(4) Bu âyet, toplumu teşkil eden bireyler arasında vukû bulacak fizikî,
sosyal, kültürel ve psikolojik çatışmalar sonucunda meydana gelecek
anlaşmazlıklarda takip edilecek prosedüre işaret etmektedir. Anlaşmazlık
vukû bulan tarafların arası öncelikle ıslaha çalışılır. Barışa
yanaşmayan, aradaki anlaşmazlığı sürdüren tarafa karşı, toplumsal
müeyyideler devreye sokulur. Başka bir ifade ile onunla olan bireysel
bazdaki ilişkinin kesilmesi, kitlesel bir boyuta dönüştürülür.
Her konuda olduğu gibi insanlar arasında vukû bulan anlaşmazlıkların
çözümünde de adalet değişmez ilke ve emirdir. Hz. Peygamber de:
"Bir
kişinin kardeşini üç günden fazla terkedip küs durması helâl değildir.
İki müslüman karşılaşırlar biri bir tarafa, öteki öbür tarafa döner.
Halbuki bu iki mü'minin hayırlısı önce selâm vermeye başlayandır."(5) buyuruyor.
Yine Hz. Peygamber dargınlığın dinî açıdan tasvip edilmediğine ve bu durumun manevî boyutuna şu sözüyle işaret etmiştir:
“Her
Pazartesi ve Perşembe günü ameller Allah’a arzolunur. Din kardeşi ile
arasında düşmanlık bulunan kişi dışında, Allah’a şirk koşmayan her kulun
günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi birbiriyle
barışıncaya kadar tehir edin, buyurulur.”(6) Bu hadis, ilişkiyi
kesen ve birbirine küsen müslümanların ilâhî huzurda tâbi tutuldukları
bir muameleyi dile getirmekte ve dolayısıyla müslümanları sürekli
barışık olmaya çağırmaktadır.
Yüce Peygamberimizin hadiste dile getirmiş olduğu müeyyide, af ve
mağfiret beklentisi içinde olan ki her müslüman bu duygu ile yaşar bir
müslüman için hiç de yabana atılamayacak türden bir yaptırımdır. Ayrıca
“yüz çevirme” şeklinde nitelendirilen bir dargınlık türü de vardır ki,
bu, âsî, fâsık, zâlim kimselere karşı sergilenen bir tutumdur, toplumsal
yaptırımdır.
Bunun örneğini, Resûlullah’ın şu uygulamasında görüyoruz. şöyle ki,
Tebük gazasına katılmayıp geride kalan Kâ'b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî' ve
Hilâl b. Ümeyye adlarındaki üç sahabî ile Hz. Peygamber'in emriyle elli
gün hiçbir müslüman konuşmamış, onlara selâm dahi verilmemiş ve
selâmları alınmamış, onlara güleryüz gösterilmemiş, tamamen toplumdan
dışlanmışlardı. Savaştan geri kalan bu üç kişiden Kâ’b, bizzat, yaşadığı
o acıklı durumu şöyle dile getirmektedir: "...sonra Resûlullah
müminlerin bizimle konuşmasını yasakladı. Savaşa katılmamış olan
üçümüzle de kimse konuşmuyordu. Herkesten ayrı kalmıştık. Yeryüzü bana
çok dar ve mânâsız gelmişti o zaman..." Bunlar toplum içinde yapayalnız
kalınca çok pişman olmuş ve yaptıklarına tevbe etmişlerdi.
Nihayet Yüce Allah, onları affedip haklarında şu âyeti indirdi:
"Ve
Allah savaştan geri kalan o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu.
Bütün genişliğiyle beraber yeryüzü başlarına dar gelmiş canları
kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını
anlamışlardı...”(7) Bu âyet indikten sonra, kendilerinden yüz çevrilen üç sahâbî büyük bir sevinçle ümmetle bütünleşmişlerdi.(
Bu örnek, müslümanların hemen her konuda yek vücût olmalarının gereğine
işaret eden temel dinamiklerden birisini teşkil etmektedir. Onlar,
birlik ve bütünlük içinde topluca Allah'ın dinine sarılırlar, toplumsal
birlikteliğe ve genel anlayışa aykırı düşenler, hemen bu cemiyetin
dışına itilirler.
Ka'b ve arkadaşlarının başına gelen olay, ayrıca müslümanlardan
teşekkül eden toplumun, samimi bir iletişim düzeni kurmasının önemini;
Allah rızası için dostluk, kardeşlik bağı ile bağlı olan müminlerin
cemâat anlayışında bulunması gereken açıklık ve netliği:
Mükellefiyetlere göğüs germe, verilen emirlere değer verme ve meşrûiyet
çerçevesinde itirazsız itaat etmenin ehemmiyetini; müslümanlardan ayrı
düşüldüğünde nasıl pişman olunduğunu da anlatmaktadır.
Kâinatın Efendisi (s.a.s.),
“Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz,
sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve hased etmeyiniz. Ey Allah’ın kulları!
Kardeş olunuz. Bir müslümanın, din kardeşini üç günden fazla terkedip
küs durması helal değildir”(9) sözüyle, müslümanların
birbirlerine buğz etmelerini, sırt çevirmelerini, hased etmelerini ve
birbirleriyle küs durmalarını yasaklamıştır .
Ayrıca Allah’ın Resûlünün,
“Kim, din kardeşini bir yıl terkedip küs durursa, onun kanını dökmüş gibi günaha girer.”(10), “Müslümanın
din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir. Kim müslüman
kardeşini üç günden fazla terkeder ve o hâl üzere ölürse cehenneme
girer.”(11) hadisleri de dargın durmanın dinî açıdan tasvip edilmediğini vurgulayan türden argümanlardır.
Resûlullah (s.a.s.), İslâm toplumunda da insanlar arasında türlü
geçimsizliklerin çıkacağını bilerek, müminlere kesinlikle üç günden
fazla birbirlerini terketmemelerini emretmiştir. Müminlerin birbirlerine
üç günden fazla küs durmalarının, onları kin, nefret, buğz duygularıyla
donatacağına ve doğal olarak zıtlaşmanın çatışmalara dahi yol açacağına
dikkat çekmiştir. Gerçekten de bazen haklı, bazen de dikkate
alınmayacak derecede basit bir nedene dayanan kırgınlıklar, zaman
uzadıkça kine hatta düşmanlığa dönüşebilmektedir.
Her konuda dengeyi öneren dinimiz İslâm, dostluk ve düşmanlıkta, sevgi
ve nefrette de ölçülü olmayı tavsiye etmektedir. Nitekim,
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav. O zaman
aranızda düşmanlık bulunan kimse, sanki samimi bir dost gibi oluverir.”(12)
âyeti, sevgi ve nefrette, dostluk veya düşmanlıkta, izlenecek yolu ve
takınılacak tavrı gayet veciz bir şekilde ifade buyurmaktadır.
İnsanlar arasında meydana gelen küskünlükler, bir münakaşada öfke ve
kızgınlık sebebiyle sarfedilen sözlerden kaynaklanabileceği gibi, kimi
zaman da bir başkası tarafından taşınan sözler sebebiyle meydana
gelmektedir. Günümüzde mezhep, meşrep, siyasî ve ideolojik görüş
farklılıklarının taassup ve fanatizm derecesine varmasından da fertler
arasında ayrılıklar, dargınlıklar görülmektedir. Neticede aynı idealleri
paylaşan ya da paylaşması gereken insanlar, acı tablolarla karşı
karşıya kalmaktadırlar. İnsanlığın, geçmişte olduğu gibi çağımızda da
huzur ve mutluluk için rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’e kulak
vermesi gerekmektedir.
Müslümanlar, aralarında dargınlığa varacak söz ve davranışlardan
sakınmalıdırlar. Her şeye rağmen aralarında dargınlık vukû bulursa,
dargınlıklarını gidermeye, anlaşmazlıkları çözmeye gayret etmelidirler.
Hemen her hususta barışı, insanların arasını ıslaha çağıran(13) İslâm,
tabii olarak kendi mensupları arasında vukû bulan dargınlıklarda da
diğer müminleri, söz konusu anlaşmazlığı ya da dargınlığı sona erdirmede
aktif göreve çağırmaktadır.(14) Bu yönüyle dargınların
barıştırılmasının, dinî ve ahlâkî bir görev olduğu hatırdan uzak
tutulmamalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de
, “Sulh daima daha hayırlıdır.”(15) âyetinin kapsamı özel bir olaya indirgense de verilen mesaj geneldir.
Hemen her türlü anlaşmazlıkta İslâm’ın öncelikli tercihi, sulhtür,
barıştır. Allah Teâlâ, başta aile hayatı olmak üzere, toplum hayatında
barış ve anlaşmanın hayırlı bir iş olduğunu bildirmiştir.(16)Bu sebeple,
"Allah'tan korkunuz ve aranızı düzeltiniz,"(17) emrine uymayı, hayatımız için bir düstûr kabul etmeliyiz Hz. Peygamber
(s.a.s.) bir taraftan müslümanlara, arabuluculuk yapmalarını tavsiye
ederken, kendisi de bizzat gidip dargın ve birbiri ile anlaşamayan
müslümanları barıştırmıştır.
Nitekim bir gün Resûlullah ashabına:
"Size, namaz, oruç ve
sadakadan daha üstün bir şeyi haber vereyim mi?" buyurdu. Onlar: "Evet,
ya Resûlellah, " dediler. Peygamberimiz de sözüne devamla: "Arabulmak,
barıştırmaktır; çünkü aranın bozulması saçı kökünden kazır demiyorum,
dini kazır."(18) buyurdu. Yine bir gün, Medine yakınlarındaki
Kuba halkı döğüşmüş, hatta birbirlerini taşlamışlardı. Bunu haber alan
Peygamber Efendimiz, ashabına: "Haydi bizimle geliniz de onların
aralarını düzeltelim," teklifinde bulunmuş ve Kuba'ya gitmişti.(19)
Başka bir hadislerinde de,
"Halkın arasını düzelten ve bunun
için iyilik kasdiyle söz taşıyan ve yine iyilik düşüncesiyle yalan
söyleyen, yalancı değildir."(20) buyurmuştur.
Bilindiği gibi yalan, İslâm’da büyük günahlardan kabul edilmiştir.
Eşler veya diğer insanların arasını bulmak için buna müsaade edilmesi,
arabuluculuğun ne kadar önemli bir dinî ve ahlâkî görev olduğunu
göstermektedir. Dargın müslümanlar, inatla dargınlıklarını devam
ettireceklerine, dinin üç günden fazla dargın durmayı yasakladığını,
atalarımızın:
"Müslümanın müslümana küslüğü tülbent kuruyuncaya kadardır," dediğini düşünerek, arabuluculuk yapmak isteyenlerin bu hayırlı teşebbüslerini bir barışma vesilesi saymalıdırlar.
Kur’an-ı Kerim’de,
"Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır
yoktur; ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını
düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna. Kim bunları, sırf Allah'ın
rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz."(21) buyurulmaktadır Bu âyet bize, arabuluculuğun, diğer iyiliklerde olduğu
gibi, çıkar gözetilmeden sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini,
ancak böyle bir düşünce ile yapılan arabuluculuğun ahlâki bir değer
ifade edebileceğini göstermektedir.
Dinimiz, arabuluculuğu büyük bir fazilet olarak teşvik ederken,
insanların arasını bozmak için söz taşımayı (kovuculuğu) da büyük günah
saymıştır.(22) Hz. Peygamber
, “Kovucu, cennete giremez.”(23)
buyurmak suretiyle, böyle bir davranışın dinî açıdan ne derece büyük
bir günah olduğuna işaret etmiştir. Ancak dargın olan eşleri veya iki
kişiyi barıştırmak için gerçek olmayan sözleri söylemenin, yalan olarak
değerlendirilmeyeceği ifade edilmiştir. Çünkü Resûlullah (s.a.s.),
"Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır maksadıyla yalan söyleyen, yalancı sayılmaz."(24) buyurmuştur.
Yine Müslim, bu hadisin devamında Ümm-ü Gülsüm (r.anh.)'dan şu mealde bir rivayeti de kaydetmektedir:
"İnsanların
söylediklerinden hiç bir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim;
ancak şu üç durum müstesna: Harpte, insanların arasını bulmada, kadının
kocasına ve kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için
söylediklerinde..."(25) Ebû Dâvud'un Sünen'inde rivayet edilen bir hadiste de Hz. Peygamber;
“Ben, sırf insanların arasını bulmak niyetiyle yalan söyleyen kişiyi yalancı saymam"(26)
buyurmuştur. Hadislerde geçen "insanların arasını bulmak için yalan
söylemek yalancılık sayılmaz" sözü, "bu yalanda günah yoktur"
anlamındadır. Çünkü hadiste yalan, yalan olmaktan çıkarılmamakta, sadece
bu çeşit yalana günah terettüp etmediği bildirilmektedir.
Şüphe yok ki yalan, gerek arayı düzeltmek için, gerekse başka amaçla
söylenmiş olsun yine mahiyeti itibâriyle yalandır. Ancak burada yalan,
söyleniş amacı itibariyle başkasını kandırma amacı taşımadığından günah
sayılmamıştır. Hatta böyle yapan kimseler Hz. Peygamber'in ifadesiyle
faziletli bir iş yapmış olup oruç tutmuş, namaz kılmış veya sadaka
vermiş kadar da sevap kazanırlar.(27)
İslâm dini, mensuplarını daima birlikteliğe davet eder. Bu birlikteliğin Allah’ın dini ile temellendirilmesi öngörülür.
“Topyekün Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın…”(28) âyeti bu hususu vurgulamaktadır. Zira, her yönüyle bitmiş bir toplum
modeli çizen cahiliye toplumunun, Kur’anî öğreti ile nasıl aydınlığa
çıkarıldığı ve örnek toplum konumuna yükseltildiğine işaret edilir.(29)
Bunun yanısıra İslâm, dinsel, ideolojik, siyasal her türlü bölünmenin,
ayrılığın karşısında olduğunu değişik vesilelerle dile getirir. Bireysel
bazda da olsa mensupları arasındaki ayrılıkları, kırgınlık ve
dargınlıkları onaylamaz.(30) Çünkü bu tür tefrikalar, ayrılıklar bir
toplumun bitmesi ile hemen hemen eşdeğerde bir olgudur.
Kur’an, ayrılıkların, bölünmelerin toplumun gücünün zayıflamasının veya yok olmasının baş etmeni olduğunu vurgular.
“Allah’a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkuya kapılır başarısızlığa düşersiniz ve gücünüz gider…”(31) âyeti bu gerçeği dile getirmektedir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, insanların birlik ve beraberliğe
ihtiyacı vardır. Bu birlik ve beraberliğe çağımızda daha da muhtacız.
Birlik ve beraberliği zedeleyen etkenlerden birisi de, insanların
birbirleriyle ilişkilerini kesmeleridir. Olası dargınlıkları, toplumun
diğer fertleri, körükleme yerine, uygun bir biçimde bitirmeyi
amaçlamalıdır. Müminler, misyonlarının ifsat değil ıslah olduğunu asla
hatırdan çıkarmamalılar.
Dargınlık konusu için tıklayınız.
Dipnotlar:
1- Buharî, Salât, 88; Müslim, Birr, 65.
2- Müslim, Birr, 18.
3- Buhârî, Edep, 57, 62; Müslim, Birr, 23, 25.
4- Hucurât, 9-10.
5- Buhâri, Edeb, 62, İsti’zan, 9; Müslim, Birr, 23, 24, 28.
6- Müslim, Birr, 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb, 47.
7- Tevbe, 118.
8- Buharî, Meğâzî, 79.
9- Buhârî, Edep 57, 58, 62;Müslim, Birr, 23, 24, 28.
10- Ebû Dâvûd, Edeb, 47.
11- Ebû Dâvûd, Edeb, 47.
12- Fussilet, 34.
13- Bakara, 208;Nisâ, 114; Enfâl, 1, 61; Hucurât, 9-10.
14Hucurât, 9-10.
15- Nisâ, 128. Benzeri ayetler için bkz Bakara, 208;Nisâ, 114;Enfâl, 1, 61; Hucurât,9-10.
16- Nisâ, 128.
17- Enfâl, 1.
18 -Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 56.
19- Buhârî, Sulh, 2.
20- Buhârî, Sulh, 1.
21- Nisâ, 114.
22- Kalem, 10-14.
23- Buharî, Edeb, 50; Müslim, İman, 169170.
24- Buharî , Sulh, 2; Müslim, Birr, 101.
25- Müslim, Birr, 101.
26- Ebû Dâvud, Edeb, 50.
27- Ebû Dâvud, Edeb, 50.
28- Âl-i İmran, 3103.
29- Âl-i İmran, 103.
30- Bkz. Âl-i İmran, 105; Enfâl, 46.
31- Enfâl, 46.
*********************************
Dargınlık Dargın olma, küsme, gücenme hâli; kırgınlık, konuşmama Mumsema
DARGINLIK
Dargın olma, küsme, gücenme hâli; kırgınlık, konuşmama.
İslâm'da dargınlık hâli, müminler arasında herhangi bir konuda ihtilâf
edilebileceği kabul edilerek geçerli sayılmış; ancak bu hâlin üç günü
geçmemesi gerektiği emredilmiştir. (Buhârî, Edep, 57, 62; Müslim, Birr,
23, 25).
Bu, alelâde günlük vakalar içindir. Ayrıca, "yüz çevirme" denilen bir
dargınlık türü de vardır ki, asîler ve fasıklara karşı yapılır. Dârü'l
İslâm' da yaşayanlardan müslümanlar arasında kesinlikle ayrılık söz
konusu olamaz. Eğer küskünlük meydana gelmiş, nefslere uyulmuşsa,
Allah'ın şu emri tatbik edilir: "Muhakkak müminler kardeştirler.
Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, size rahmet
edilsin." (el-Hucurat, 49/10).
Hz. Peygamber de şöyle buyurur:
"Bir kişinin kardeşini üç günden fazla küs bırakması helâl değildir. İki
mümin karşılaştıkları zaman birisi yüzünü şu tarafa, öbürü öte tarafa
çevirir. Halbuki bu iki mü'minin hayırlısı önce selâm vermeye
başlayandır." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII 145)
Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanların birbirine buğz etmelerini, arka
çevirmelerini, hased ve birbirleriyle alay etmelerini yasaklamıştır.
(Buhârî, Edep 57; Müslim, Birr, 24, 28; Tirmizî, Kıyâme, 54)
Yüz çevirmeye gelince; bu, asî, fasık, zalim kimselere karşı yapılacak
bir davranıştır. Tebük gazasına katılmayıp geride kalan Kâ'b ibn Mâlik,
Mürâre İbn Rebî' ve Hilâl İbn Ümeyye adlarındaki üç sahabî ile Hz.
Peygamber'in emriyle elli gün hiçbir müslüman konuşmamış, onlara selâm
bile verilmemiş ve selâmları alınmamış, onlara güleryüz gösterilmemiş,
tamamen dışlanmışlardı. Kâfirlere karşı düzenlenen cihat harekâtından
geri kalan bu üç kişiden Kâb, bizzat, yaşadığı o acıklı durumu şöyle
anlatır:
".Sonra
Rasûlullah müminlerin bizimle konuşmasını yasakladı. Savaşa katılmamış
olan üçümüzle de kimse konuşmuyordu. Herkesten ayrı kalmıştık. Yeryüzü
bana çok dar ve manasız gelmişti o zaman."
Bunlar toplum içinde yapayalnız kalınca çok pişman olmuş ve
yaptıklarına tevbe etmişlerdi. Nihayet Allah Teâlâ onları affedip
haklarında şu âyeti indirdi:
"Ve Allah savaştan geri kalan o üç kişinin de tövbelerini kabul buyurdu.
Bütün genişliğiyle beraber yeryüzü başlarına dar gelmiş canları
kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah'tan, yine Allah'a sığınmaktan başka
çare olmadığını anlamışlardı. Allah onların tövbesini kabul Buyurdu ki
tövbe etsinler. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. "
(et-Tevbe, 9/118).
Bu âyet indikten sonra, kendilerinden yüzçevirilen üç sahâbî büyük bir
sevinçle ümmetle bütünleşmişlerdi. (Hadîsin ve olayın tam metni için bk.
Buhârî, Meğâzî, Gazvetü Tebük
Bu olay göstermektedir ki, İslâm toplumunda müslümanlar bir vücût teşkil
ederler. Onlar, birlik ve bütünlük içinde topluca Allah'ın şerîatına
sarılırlar, Ümmete aykırı düşenler hemen toplum dışına itilirler. Ka'b
ve arkadaşlarının başına gelen olay ayrıca İslâm toplumunun samimi bir
iletişim düzeni kurmasının önemini; Allah rızası için dostluk kardeşlik
bağı ile bağlı olan müminlerin cemâat anlayışında bulunması gereken
aşıklık ve netliği: davanın mükellefiyetlerine göğüs germe, verilen
emirlere değer verme ve müşrûiyyet dairesinde itirazsız itaat etmenin
ehemmiyetini; müslümanlardan ayrı düşüldüğünde nasıl pişman olunduğunu
da anlatmaktadır.
Rasûlullah (s.a.s.) Müslümanların birbirine buğz etmelerini, arka
çevirmelerini, hased ve birbirleriyle alay etmelerini yasaklamıştır.
(Buhârî, Edep 57; Müslim, Birr, 24, 28; Tirmizî, Kıyâme, 54) Rasûlullah,
İslâm toplumunda da insanlar arasında türlü geçimsizliklerin çıkacağını
bilerek müminlere kesinlikle üç günden fazla birbirlerini
bırakmamalarını emretmiştir. Rasûlullah, müminlerin birbirlerine üç
günden fazla küs durmalarının onları kin, nefret, buğz duygularıyla
donatacağını ve doğal olarak zıtlaşmanın çatışmalara bile yol açacağını
haber vermiştir.
Küskünlükler, bir münakaşada kızgınlık sebebiyle ve sarfedilen
kelimelerle; eline, beline, diline sahip olmayan şuursuz müminler
arasında görülebileceği gibi, bir başkası tarafından taşınan sözler
sebebiyle, karşılıklı vuruşma, sövme gibi sebeplerle meydana
gelmektedir. Günümüzde mezhep, meşrep vb. görüş farklılıklarının taassup
ve fanatizm derecesine varmasından da ümmet fertleri arasında
ayrılıklar görülmektedir. Netîce itibariyle her kim Rasûlullah'ın en
güzel yoluna uymuşsa, cahilî, ilkel, kaba yobaz, ham softâ tavır ve
tutumları bırakmak zorundadır. Buna riayet eden müslümanlar asla dargın
kalmazlar. (Ayrıca bk. Takvâ, Sulh, Hased, Kibir, Âdâb, Ahlâk).
Sait KIZILIRMAK