sosyal kimlik değiştirme (asimilasyon) ve öz kültürüne yabancılaşma anlamında kullanılan, sosyal-psikoloji literatüründe yer almıştır.
··
·yazar, televizyonun halkı mankurtlaştırdığını savunur.
uçsuz bucaksız sarı-özek bozkırının yerlileri olan naymanların topraklarını işgal etmek için, onlara savaş açan juan-juanlar, bu savaşlarda esirler ele geçirirler. bu esirleri normal bir insanın dayanamayacağı işlerde kullanırlar. daha önceleri ele geçirdikleri esirler, bu işlere dayanamayıp baş kaldırdıklarından, yeni bir yönteme başvururlar ve bu yöntem, insanlık tarihinin tartışmasız en vahşi olayıdır.
bu olay şöyle gerçekleşir:
ele geçirilen esirlerin başları tıraş edilir ve tek tel kalmamış bir hâle getirilir. o sırada, orada kesilen devenin, taze derisinin boyun kısmı ile saçları tıraş edilen kölenin başı sarmalanır. sonra -esirler öyle çığlıklar atıyorlar ki acıdan- bu çığlıkları duymamak için, esirler uzak yerlerde kızgın güneşe bırakılır. etrafı çevrilmiş saç, dışarı doğru değil, beyne doğru uzadıkça esirin kafası bir tutam saç haline gelir ve esir zihnini kaybeder. bu uygulamalarda kimi esirler acı içinde kıvranıp ölür, kimi esirler salt cüssesiyle kalır. işte bu kalanlar, juan-juanlar için büyük bir servet, eşsiz bir kazançtır. bir mankurt on normal köleye eşittir, bir mankurt öldürmenin cezası, bir normal canla ödenir.
kimsenin yapamayacağı işlerde kullanılan bu mankurtlar, sadece beden olarak vardır ve sadece sahibi onlara söz geçirebilir. sahibinin sözünden çıkamadığından, nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilemediğinden, sahibi için hiçbir tehlike arz etmez. ayrıca atasını, anasını, yurdunu ve tarihini, bir daha hatırlamamak üzere unuttuğu için; bir mankurtun annesi, atası, çocuğuna kavuşmak istemez. o artık, her haliyle bir yabancıdır ve sahibinden başka herkes için tehlikedir. o kadar ki bir mankurt, kendisi için yüreği yanan annesini gözünü kırpmadan öldürebilir. nitekim, öyküde bir mankurt olan colaman, kendisini yıllarca düşünen ve yıllar sonra bulan nayman ana'yı, gözünü kırpmadan öldürmüştür. bunun tek sebebi, annesinin aklını çelmek istemesi üzerine, colaman'ın efendisinin sözünden çıkma korkusudur.
bu şekilde kölelerin başkaldırı ihtimali yok edilir ve daha önce yaşanan itaatsizlik tehlikesi savuşmuş olur.
cengiz aytmatov "mankurt" kavramını şahane bir öykünün arasına yerleştirmiş, ki çağın da en büyük sorunlarından birine ışık tutmuş. bu olay, katliamlardan, soykırımlardan daha acımasız ve vahşicedir. bir insanın hafızasını elinden almak; bir insanın anılarını, tarihini, atasını, anasını zihninden silmek!..
*
bugün daha büyük amaçlarla, mankurtlaştırma taktiği kullanılıyor. yani "artık öyle şeyler yok" demek bu konuda düşülecek en büyük yanılgı olur. hatta bu yanılgı, kişiyi mankurt olmaya da götürebilir. çünkü mankurt olmamak için kişinin algılarını açık tutması, zihninin uyanık olması gerekir. zira mankurtlar nasıl ve ne şekilde mankurt olduklarını bilmez, mankurt olduklarını da asla kabul etmezler.
mankurtların genel özelliklerine baktığımızda; kimliklerinin olmadığını, milli mensubiyetlerinin belirsiz olduğunu, yaptıkları işleri düşünmeden, mantığa oturtmadan yaptıklarını görüyoruz. içi boşalmış kavramların ortasında, boş bir hayat sürerler, yaptıkları hiçbir iş kendi akıllarını ürünü değildir ve hayatlarının hiçbir karesinde milli bir iz yoktur. işleri hep ezberdir. ruhlarını da yitirdiklerinden dolayı, onlara "sadık köpek" yakıştırmasını yapmamız da yanlış olmayacak. sahiplerine koşulsuz bağlılıklarını da en iyi bu yakıştırmayla anlatmış oluruz.
milli bilinç yoksunu, egemen güce hayranlık besleyen ve bu hissiyatla kendi milletine ve değerlerine savaş açan mankurtlar etrafımızda istemediğimiz kadar var. "egemen güçlere hayranlık" kavramı yerini zamanla itaat etmeye bırakır. kişi haberi olmadan egemen gücün kültürüne kayar ve onlar gibi giyinir, onlar gibi konuşur, o topluma kendisini adapte etmeye çalışır. buna karşın kendi kültürüyle çatışır ve kendi kültürünün giyimiyle, kendi milletinin konuşmasıyla, kendi toplum yapısıyla savaşır hale gelir. "ben türkçe müzik dinlemem", "ben türk filmi izlemem" diyerek boş ve saçma bir sav geliştirenler; dedesinin, nenesinin konuşmasıyla, giyimiyle ve yaşayış biçimiyle dalga geçenler; milli kültürden, milli kahramanlardan, milli tarihten bahsedenlere boş gözle bakanlar ve bu bahseden kişileri -gezmek, tozmak varken bu meselelerle uğraştıkları için- aptal yerine koyanlar da mankurtlardan başkası değildir.
millet olarak siyasi, sosyal sebeplerle inanılmaz savaşlar vermiş, inanılmaz kayıplar yaşamış; tarihin en büyük kahramanlarını çıkartmış, dünyaya hükmetmiş; bilim ve ilim alanında büyük adamlar yetiştirmiş ve bu konularda önemli yol kat etmişiz. buna rağmen milli konulardan uzak olmak, toplumsal olaylara tepki vermemek bir mankurtluk belirtisidir. bu mankurtlarda milli hafızanın yok olduğunun da kanıtıdır. tarihimizi ve milletimizi küçümsemek ancak aklı elinden alınmışlara mahsustur.
aile içi sorunların çoğalması, bir çocuğun ana-babasını öldürecek kadar gözü dönmüş olması milli gelenekte yeri olmayan bir durumdur ve insanlık dışıdır. uyuşturucu ve alkol bağımlısı, yaşamın gidişatından ve gelecekten zerre kaygı duymayan ve bunları düşünmeyi reddeden bir insan, zihinsel yetisi elinden alınmış bir mankurt değil de nedir?
küçücük dünyalarında, gerçeklerden uzak, ucuz bir sevdaya kapılmış, sonu olmayan davaların peşine düşmüş, benliğinden uzaklaşarak kendini el kapılarında arayan ve bütün dünyayı bundan ibaret sanan bir çocuğa hangi ananın, atanın yüreği yanmaz?
bu durumda, çağlar öncesini anlatan öyküdeki mankurtla bugünkü mankurtun arasında bağ kurmak gerekir ki, büyük benzerliklerin olduğu aşikardır. hatta aradaki fark, mankurtlaştırma yönteminden ibarettir. yani farklı yollardan gidilmektedir. dün türlü işkenceler kullanılırken bugün kimyasal, psikolojik yöntemler kullanılıyor.
tarihteki birkaç örneğine baktığımızda bunu anlıyoruz. örneğin hasan sabbah'ın haşhaşla cennete gideceğine inandırdığı müritleri intihar saldırılarına zevkle ve koşarak gider. 1937’de stalin’in halk mahkemelerinde dâvâlıların îtiraflarında bazı kimyasallar kullandığı bilinmektedir. hatta macaristan kardinalinin de bulunduğu bir dâvâda dâvâlılar devlete karşı bir tutum aldıklarını birden itiraf etmişlerdi. (1) bir de yrd. doç. dr. ikram çinar'ın bu konu hakkındaki yazısında kızılderililerin de bütün uygulamalara rağmen yok edilemediğini, ancak "ateş suyu", yani viski bağımlılığı ile kızılderililerin beyaz adamlara köle olduğunu, bu şekilde pasifleştirildiğini yazıyor. şimdilerde kızılderililer'in abd'de müzelik eşya görevi görür hale gelmesinin sebebinin sadece mankurtlaşma olduğunu da ekliyor. (2)
ve... mankurtların en acınası yanı, mankurtluğun tedavisinin olmamasıdır. öyküde aklını çelecek olan nesneyi göz kırpmadan -bu bir anne de olsa- yok eden mankurt, günümüzde kendilerini tedavi edecek olan "düşünme" yetisini kullanmaktan itinayla kaçarlar ve kendilerini düşünmeye sevk edecek şeyleri savuştururlar. çünkü düşünmek onlar için çekilecek bir eziyet değildir. yani kendilerine soru yöneltmekten ve yöneltilmesinden nefret ederler. kendisini eleştirenleri sevmezler. sizin söylediklerinizi bir zehir olarak karşılarlar ve bu sözleri cevapsız bırakırlar. tedavi için ilk önce hastanın tanıya inanması gerekir, oysa mankurtlar mankurt olduklarını asla kabul etmezler.
*
nayman ana "oy balam, oy!" diye ağıt yakıyordu, bir daha asla dönmeyecek oğluna. karşısında duruyordu çocuk, yıllar sonra onu kızgın bozkırda deve güderken bulmuş ve oğlu söylenenlerde olduğu gibi; adını, atasını, anasını, yurdunu tanımıyordu. hatırlatmak için verdiği bütün uğraş boşunaydı ama ana yüreği dersin, dayanmaz!
aslında sadece ana baba değil, düşman elinde kendi milletine düşman olan bu mankurtlara millet olarak yanmaktadırlar.
sarı-özek'te söylenen meşhur bir ağıt vardır. sarı-özek'te kültürüne sadık herkes bu ağıdı ezbere bilir. nayman ana çocuğunun karşısında, bir acıyla "ben, öldürülen ve derisine saman doldurulan yavru devenin anasıyım, buraya, saman dolu bu tulumu koklayıp, yavrumun kokusunu almaya geldim" manasındaki bu ağıdı yakmaya başlar:
men, batası bölgen boz maya
tulıbın kelip iskegen.
evet, biz; hatıralarıyla, akıllarıyla, hisleriyle, bilinçleriyle öldürülen, kimliksizleştirilen, yaşayış biçimiyle bir hayvanı aratmayan bu mankurtların soydaşıyız. bunu onlar bilmiyor, önemsemiyor. her şeyden habersiz, bir el gibi yaşıyorlar.
biz de nayman ana gibi ağıt yakmayıp da, ne yapalım?!
hüseyin delibaş
(1) nevzat tarhan, beyin kontrolü nedir, ne elde edilmek isteniyor?
(2) ikram çinar, mankurtlaşmak ne demektir?
***
asya'daki kabilelerin bir düşman savaşcısını esir aldıklarında kullandıkları bir yöntem.
"adamın kafasındaki saçları kazırlarmış, sonra yeni kesilmiş bir koyunun ıslak işkembesini o çıplak başa sıkıca geçirir, savaşçıyı boğazına kadar toprağa gömer ve asya güneşinin altında günlerce bırakırlarmış. ölmesin diye yemek yedirirlermiş elbette. bir süre sonra adamın saçları uzamaya başlayınca kuruyan, sertleşen işkembeyi geçemediği için kıvrılıp geri döner, adamın beynine doğru büyürmüş. korkunç acılar çeken adam bir süre sonra kimliğini, kişiliğini, her şeyi unutup mankurt haline gelirmiş. bu savaşçıları kendi kabilelerine karşı dövüştürürlermiş." (zülfü livaneli/kardeşimin hikayesi)
***
bir yusuf güldür romanı.
mankurtlaştırmanın, günümüze yansıması anlatılıyor kitapta. yusuf güldür, ikinci romanı olan bu kitapta, devletlerin, istihbarat örgütlerinin yeraltı hesaplaşmalarını işlerken "insan"a ulaşmış, onu anlatmış.
***
türk bayrağı’nın yakılmasını, göklerden/direklerden indirilmesini protesto ettin mi?
hayır!..
türk kimliğinin-kavramının anayasa’dan çıkarılmak istenmesini protesto ettin mi?
hayır!..
devlet nişanından, devlet kurumlarından türkiye cumhuriyeti ibaresi kaldırılmasını protesto ettin mi?
hayır!..
andımızın kaldırılmasını protesto ettin mi?
hayır!..
****** heykellerinin parçalanmasını protesto ettin mi?
hayır!..
23 nisan, 19 mayıs milli bayramlarının kaldırılmasını protesto ettin mi?
hayır!..
bu ülkenin parsel parsel özelleştirme adı altında satılmasını protesto ettin mi?
hayır!..
soma katliamını protesto ettin mi?
hayır!..
doğa katliamlarını protesto ettin mi?
hayır!…
kaçak sarayı protesto ettin mi?
hayır!..
kuzey ırak’ta türkmenlerin katledilmesini protesto ettin mi?
hayır!..
süleyman şah türbesi’nden kaçılmasını protesto ettin mi?
hayır!..
ülkenin parçalanma projelerini protesto ettin mi?
hayır!…
peki neyi protesto ettin?
sadece… bu ülkenin yüz akı sanatçısı bedri baykam‘ı protesto ettin..!
beyoğlu piramid sanat galerisi’nde almanya, fransa, japonya ve abd’den sanatçıların eserlerinin de yer aldığı “çırılçıplak” başlıklı sergiyi “ahlaki değerlere” aykırı bulup taksim‘e sokağa çıktın!
“bizler; türk milliyetçileri, türk islam ülkücüleri, türk milletinin ahlak değerleri ile ters düşen ve sanat adı altında perdelenmek istenen bu çirkin sergiyi kabul edemeyiz.”
demek:
türk kavramının yok edilmesi, türk bayrağının yakılması, ****** heykelinin parçalanması, andımız’ın- ulusal bayramlarımızın kaldırılması, “ahlaki değerlere” uygunmuş ki sesin çıkmadı!..
ey benim mhp’li kardeşim…
türklüğü sadece “bacak arasına” indirgediğinin farkında değil misin!..
bak sana ne anlatacağım..?
kimin ahlakı?
bu yazacaklarımı mhp’nin “parti okulu“nda bulamazsın.
unutturdular sana çünkü…
gagavuz türk‘ü, hıristiyan’dır.
yunanistan’daki karaman türk’ü de, hıristiyan’dır.
karaim ya da hazar türk’ü, yahudi‘dir…
altaylar, tengrici’dir.
saha-yakut türkleri şaman‘dır.
uygur türk‘ünün kimi budist’tir.
azeri türk’ü ya da iran türk’ü şii‘dir.
anadolu türkmen‘i alevi’dir.
ne sandın?
“türk milliyetçisi” denilince aklına sadece müslüman sünni mi geliyor?
“türk milliyetçiyiz” diyerek kimin ahlakını kime dayatıyorsun?
bak kardeşim!
dünyada ilk “türk derneği”, macaristan-budapeşte’de 1908 yılında açıldı. üniversitelerde ilk türkoloji kürsüsü 1870 yılında budapeşte’de kuruldu.
macar türklerini bilir misin? turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?
bugün…sadece devlet bahçeli‘yi bilmekle olmaz gabor vona‘yı da bileceksin!
hâlâ necip fazıl mı okuyorsun; oysa attila jozsef‘i okumalısın!
hadi yusuf akçura’yı, sultan galiyev’i bildiğini düşüneyim; turar rıskulov‘u ya da ethem nejat‘ı bilir misin?
sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordun mu?
tarihindeki türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?
evet sen kardeşim!..
“türk milliyetçileri” adını kullanarak kimin ahlakını dayatıyorsun?
kızma bana…
bak sana bir türk efsanesini hatırlatayım.
aytmatov uyarısı
cengiz aytmatov’u bilirsin.
kırgız türk’ü…
türk birliğinin yılmaz savunucusu.
dünya edebiyatına armağan ettiğimiz lenin ödüllü usta bir kalem…
1980 yılında yazdığı bir romanı var: “gün olur asra bedel”
okudun mu? kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. bunu türk “mankurt efsanesi”ne dayandırır. şöyle….
juan-juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş..!
bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:
- tutsak kişinin saçları iyice kazınıyor,
- kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçiriliyor,
- tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanıyor,
- yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılıyor,
- sıcağın etkisiyle deve derisi büzülüyor ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırıyor,
- deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlıyor,
- fakat, deri kafaya o kadar yapışıyor ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşiyor ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemiyor,
- bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlıyor,
- sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak büyük acılar çekiyor,
- beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölüyor,
- sağ kalan tutsak zamanla kendine geliyor; yiyip içerek gücünü toparlıyor.
- ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur. artık hafızası yoktur…
kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale geliyor.
düşünememektedir…
insan olduğunun farkında değildir. ağzı vardır, dili yoktur; kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece.
bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle…
evet… mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir…
hikaye budur…
akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır.
anadolu’da “mankafa” derler!..
kimbilir…
belki de…
cengiz aytmatov “bozkurtları” uyarmak istemektedir…
anlayana…
bir kardeş mektubudur bu…
#50124771 27.03.2015 08:11spartacusun donusu
···
https://eksisozluk.com/mankurt--199716?p=4