Velâyet ve Vesâyet
İslâm Hukuku velâyet ile vesâyeti birbirinden ayırmıştır. Velâyet, ehliyetsiz kişinin (kâsır'ın) şahsı üzerinde onu yetiştirmek, tedâvî ettirmek, okutmak ve şahsıyla alakalı diğer tasarruflar için tanınmış bir selâhiyettir. Bunun için hukuk, hususi bir düzen getirmiştir; burada velâyet için -velî tam ehliyet ve normal tasarruf sahibi olmak şartıyla- kâsır'a akrabalık derecesi daha yakın olan tercih edilir. Dolayısıyla baba dedeye, kardeş amcaya... tercih edilecektir.
Vesâyete gelince bu, korumak, idâre etmek ve nemâlandırmak için kâsırın malı üzerinde idarî bir selâhiyet ve hakimiyettir. Burada önce babanın, vefatından önce çocuklarına vasî olarak seçtiği kimse tercih edilir. Baba bir kimseyi seçmeden vefat etmişse kâsırlar üzerine vâsi tayini hakkı kadıya intikal eder. Vasîlerin geniş selâhiyet ve sorumlulukları vardır; her taksirlerinden dolayı hakime karşı sorumludurlar.
Osmanlılar devrinin sonlarına doğru, emanetin kötüye kullanılmasına dair vak'alar çoğalınca vasîlerin selâhiyetleri hususi bir kanunla daraltılmış, şer'î hakimin başkanlığında kurulan bir komisyona bağlanmıştır. Bu mesâlih-i mürsele (fayda) prensibine uygun olarak hal ve durumun icabına göre İslâm'ın gerekli kıldığı bir tedbirdir.
http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/gelismeler/0036.htm****VESÂYET(الوصاية)
Edâ ehliyeti bulunmayan veya eksik olanları himaye ve mallarını idareye ilişkin yetki ve sorumluluk anlamında fıkıh terimi.
Sözlükte “eklemek, bitişmek; birinden bir işi üzerine almasını istemek” anlamındaki vasy kökünden türeyen vesâyet, fıkıhta edâ ehliyeti bulunmayan veya eksik olanlarla ehliyeti sonradan kısıtlananların mallarını koruma ve işletme, onlar adına mallarında tasarrufta bulunma yetki ve sorumluluğunu yahut veli/hâkim tarafından bir kimseye bu yetki ve sorumluluğun verilmesini ifade eder. Çoğu yerde kelimenin iki okunuşundan söz edilerek vesâyetin isim, visâyetin ise masdar olduğu belirtilir. Bu yetkiyi veren veliye (baba ve dede) mûsî, yetki verilen kimseye vasî yahut mûsâ ileyh, vesâyetin sağladığı yetki ve yüklediği sorumluluğa mûsâ bih, vesâyet altındaki kimseye de mûsâ aleyh denilir. Mûsâ bih yerine vasiyet dendiği de olur. Baba ve dede tarafından belirlenen vasî “vasî-i muhtâr”, kadı tarafından tayin edilen de “vasî-i mansûb” adını alır. Vesâyetin vasiyet, vekâlet ve velâyet kavramlarıyla ilişkisi içeriğinin belirlenmesi açısından önemlidir. Vasiyetle aynı kökten türeyen vesâyetin muhtemelen başlangıcı ve en yaygın örneği baba veya dedenin, ölümünden sonra geride kalan işler için vasiyetle bir vasîyi yetkili kılması olduğu, diğer türler ihtiyaçların ortaya çıkmasına paralel olarak doktrine dahil edildiği için vesâyet klasik fıkıh literatüründe vasiyetin bir nevi şeklinde görülmüştür. Ancak vasiyette mâlikin, ölümü sonrasına izâfe ederek malını bir şahsa veya hayır cihetine teberru yoluyla temlik etmesi, velinin tayiniyle gerçekleşen vesâyette ise velinin bir şahsı velâyeti altında biri üzerinde ölümünden sonra malî gözetime yetkili kılması söz konusudur. Birincisinde teberru, ikincisinde yetki ve sorumluluk yükleme ön planda bulunduğundan vasiyetle mal bırakılan kimseye mûsâ leh, vasîye ise mûsâ ileyh denmiştir. Buna ayrıca, küçüklerin yanı sıra diğer ehliyetsizler ve eksik ehliyetliler için hâkim tarafından vasî tayini konusu da eklenince vesâyet vasiyetin ana çerçevesinin hayli dışına taşmış olmaktadır. Bu farklılaşma sebebiyledir ki, klasik literatürde başlayan vasiyet-îsâ ayırımı ve vasî tayinini “îsâ” kelimesiyle karşılayıp onu vesâyetten belli ölçüde ayırma çabası modern dönem İslâm hukuku çalışmalarında hayli netleşmiş durumdadır. Vesâyetle vekâlet kavramları arasında anlam yakınlığı bulunsa da vekâlet bir kimsenin birini hayatta olduğu süre içinde kendi adına bir iş yapmaya yetkili kılmasını, öncelikli anlamıyla vesâyet ise ölümünden sonra başlamak üzere yetki vermesini ifade eder. Bununla birlikte kaynaklarda vesâyetle ilgili çeşitli meselelerde vekâlete sıkça atıf ve kıyaslama yapılmıştır. Hâkimin tayin ettiği vasîyi onun vekili gören fakihlere göre bu tür vesâyette vekâlet özelliği daha da öne çıkmaktadır. Öte yandan eksik ehliyetliler ve tam ehliyetsizlerin malı üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi vermesi sebebiyle vesâyet daha üst bir kavram olan ve “şer‘î yetki” anlamını taşıyan velâyetin bir nevidir. Bundan dolayı vesâyetin mal üzerinde velâyet şeklinde adlandırıldığı ve bu başlık altında ele alındığı da görülür. Gayri mümeyyiz küçük ve akıl hastası gibi hukuken geçerli bir tasarrufta bulunma (edâ/fiil) ehliyeti hiç bulunmayanlarla mümeyyiz küçüklerin yahut akıl zayıflığı ve sefeh gibi sebeplerle kısıtlı olanların himayeleri ve haklarının korunması dinî ve insanî bir ödevdir. Bu sebeple onlar adına ihtiyaç duyulan belli tasarrufların yapılabilmesine (hukukî temsile) ihtiyaç vardır. Kural olarak bu kişilerin haklarını birinci derecede yakını ve velisi olan baba ve dede gözetir. Bundan dolayı onlara bu kişilerin şahıs ve malları üzerinde hayli geniş bir tasarruf yetkisi tanınmıştır. Eğer baba ve dede mevcut değilse bu kimselerin malları onların belirlediği veya kadı tarafından tayin edilen vasî tarafından idare edilir. Ayrıntıda farklı görüşler bulunsa da vesâyetin genel çerçevesi budur.
Kur’an’da ve hadislerde yetimlere iyi davranılması, yetişkin oluncaya kadar mallarının iyi idare edilmesi ve evlendirilmeleri dahil her türlü haklarının özenle korunması üzerinde sıkça durulmuştur. Yetim malı yemek büyük günahlardan sayılmış, haksız yere yetim malı yiyenlerin şiddetli azap görecekleri belirtilmiş, yetimin velî ve vasîlerine ancak fakir olmaları halinde mâruf ölçülerde onun malından faydalanma izni verilmiştir (bk. YETİM). Âyet ve hadislerde yetim örneği üzerinden verilen bu yöndeki emir ve teşvikler ışığında oluşan İslâmî öğretide yetimler başta olmak üzere toplumda himayeye muhtaç her ferdin korunması ve temel haklarının sağlanmasında aileye, akrabaya, topluma ve devlete ayrı ayrı sorumluluklar yüklenmiş, fakihlerce kapsamlı bir velâyet teorisi, hidâne, lakīt, hacr gibi kavramlar geliştirilerek din farkı dahil hiçbir ayırım gözetmeden toplumda genel bir sosyal himaye ve dayanışma ağının kurulması hedeflenmiştir. Bu sosyal ödevlerin topluma düşen bir farz-ı kifâye sayılması, devlet başkanının velisi olmayanların velisi olduğu yolundaki hadis (Tirmizî, “Nikâĥ”, 15; Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 19; İbn Mâce, “Nikâĥ”, 15) ve bu çizgide meydana gelen teamülün yanı sıra velilerinin ölümünden sonra ehliyetsiz ve eksik ehliyetli kimselerin himayesine yönelik vesâyet kurumu da İslâm toplumunda gerçekleşmesi amaçlanan sosyal himaye ve dayanışma ağının ayrı ayrı parçalarını teşkil eder. Velinin vasî tayini esasen bir nevi vasiyet olduğundan vesâyete ilişkin fıkhî hükümler fürû kaynaklarında vasiyet ana bölümünün içinde ele alınsa da muhteva farklılığını ayrıca ortaya koyabilmek için çoğu zaman vasî-evsıyâ, îsâ gibi alt başlıklar açılmış, konunun farklı yönlerine de lakīt, hacr, nikâh, nafaka, hidâne, büyû‘, kazâ gibi konular işlenirken, ayrıca ahkâmü’s-sıgār türü eserlerde çocukla ilgili fıkhî hükümler bağlamında meseleci bir metotla temas edilmiştir. Öte yandan fürû-i fıkhın on dört asırlık zaman dilimindeki dinamik yapısı ve her bir mezhep içinde farklı dönem ve bölgelerdeki ihtiyaçlara paralel olarak ortaya çıkan yeni birçok fetva ve görüşün bulunması sebebiyle diğer konular gibi bu alanda da mezhep görüşünü kategorik ifade çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Konunun doktrin çerçevesi ancak bütün bu bilgilerin birleştirilmesiyle netleşmekte olup modern dönemde ahvâl-i şahsiyye alanında yapılan İslâm hukuku çalışmaları bu mahiyette eserlerdir.
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=430066----
VESÂYET
Vasiyet, birisine ölümünden sonra yerine getirilmek üzere verilen tasarruf hakkı, eksik ehliyetli kişi adına tasarruf hakkı. Çoğulu "vesâyâ"dır. Tekili "visâyet" olarak kullanılır. Küçük çocuğun işlerini tasarruf edip çeviren kimseye "vasî" denir. Çoğulu "evsıyâ"dır. Vasî üç çeşittir. İslâm devlet başkanının vasîsi, hâkimin belirleyeceği vasî veya kişinin serbestçe belirleyeceği vasî.
1- İslâm devlet başkanının vasîsi: İslâm devlet başkanı, ehil birisini kendinden sonra başkan olmak üzere aday gösterebilir. Nitekim Hz. Ebû Bekir (6.13/634) kendisinden sonrası için Hz. Ömer'i (ö. 23/643) aday göstermiş, Ömer (r.a) de devlet başkanı seçim işini "şûrâ"ya bırakmıştır. Bu uygulama sahabe topluluğunun önünde gerçekleşmiş ve karşı çıkan olmamıştır (eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, Mısır, t.y., I, 449).
2- Hâkimin belirleyeceği vasî: Bu, eksik ehliyetli kişinin işlerini yürütmede hâkimin kendisine yardımcı olduğu vasî olup, hakim tarafından tayin edilir.
3- Kişilerin seçeceği vasî: Bir kimsenin sağlığında iken, ailesinden eksik ehliyetlilerin işlerini ölümünden sonra yönetmek üzere başka birisini tayin etmesidir. Vesâyet, küçük yaşta yetim ve öksüz kalan veya işlerini idare edemeyecek şekilde akıl hastalığına veya bunamaya maruz kalan kimselere Allah rızası için yardımcı olmak üzere konulan koruyucu bir yönetimdir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Sana yetimlerin durumunu sorarlar. De ki: Onların işlerini düzeltmek, kendileri için daha hayırlıdır. Eğer onları aranıza alırsanız onlar sizin din kardeşinizdir. Allah bozguncuyu, islah edenden ayırdetmesini bilir. Eğer Allah dileseydi sizi zor durumda bırakırdı. Şüphesiz Allah her şeye gâlib, tam hüküm ve hikmet sahibidir" (el-Bakara, 2/220).
Vesâyet Akdinin Meydana Gelme Şartları
1- Vasî ile ilgili şartlar: Vasînin; akıllı, ergin, hür, adaletli, ehliyetsizin işlerini yürütebilecek güç ve tecrübeye sahip olması, güvenilir ve Müslüman olması gerekir. Bu yüzden çocuk, gayri müslim veya malı telef edeceğinden korkulan bir fâsık vasî tayin edilse hâkim bu tayini iptal ederek, ehil olanını atayabilir. Ancak bunların hâkim kararına kadar yapacağı tasarruflar geçerli olur. Diğer yandan vasî tayin edildikten sonra çocuk ergin, gayri müslim Müslüman olsa veya fâsık tevbe etmiş bulunsa artık hâkim bunları vasîlikten azledemez.
İslâm devletinin tebealığını kabul etmiş olan ehl-i kitabın (zimmî) bir Müslümanı vasî tayin etmesi geçerlidir. Nitekim vekil tayin etmesi de böyledir. Ancak zimmînin miras malları arasında şarap veya domuz gibi Müslümanlarca değeri olmayan bir mal bulunursa, Müslüman vasînin, bunların satışını sağlamak için güvenilir bir zimmîyi vekil tayin etmesi gerekir. Bu, Hanefilerin görüşüdür. İmam Şâfiî'ye göre böyle bir vesâyet sözleşmesi geçerli değildir. Çünkü din ayrılığı Müslümanın zimmîden miras almasına engel olduğu gibi, onun zimmîye vasî olmasına da engel teşkil eder. Bir zimmî ise Müslümana vasî olamaz. Onun Müslümana vasî olamayışı, kâfirin Müslüman üzerinde velâyet yetkisinin bulunmayışı yüzündendir. Çünkü zimmî bu konuda haksızlık yağma ithamı altındadır. Kur'ân-ı Kerîm'de Müslümanların işlerini gayri müslimlere bırakmamalarını bildiren çeşitli âyetler vardır. Bazıları şunlardır: "Âllah mü'minlerin aleyhine kafirlere hiçbir yol vermeyecektir" (en-Nisâ', 4/141). " Ey iman edenler! Sizden olmayanları sakın dost edinmeyin. Onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar. Sizin sıkıntıya düşmenizi isterler. Kinleri ağızlarından dökülür, sinelerinin gizlediği ise daha büyüktür" (Âlu İmrân, 3/118). " Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost ve idareci edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?" (en-Nisâ', 4/144). " Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost ve idareci edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Şüphesiz Allah zâlim topluluğu hidayete erdirmez" (el-Mâide, 5/51).
Küfür ehlinden olunca en yakın hısımların bile bir mü'min üzerinde velâyet veya vesâyet hakkı bulunmaz. Âyette şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, bazılarınızı ve kardeşlerinizi dost ve idareci edinmeyin. Sizden kim onları dost ve idareci (velî) edinirse işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir" (et-Tevbe, 9/23).
Diğer yandan vasînin erkek olması ve gözlerinin görmesi şart değildir. Bu yüzden kadın da küçüklerin ve akıl hastası gibi eksik ehliyetlilerin vasîsi olarak tayin edilebilir. Çünkü, o şahitlik yapma ehliyetine sahiptir. Nitekim Hz. Ömer (r.a) kızı için Hz. Hafsa (ö. 41/244)'yı vasî tayin etmiştir (Dârimî, Vesâyâ, 41). Hatta küçük çocuklar için annenin vasî yapılması başka kadınlardan daha uygundur.
Birden çok kişinin vasî tayin edilmesi de caizdir. Bunların birlikte veya ayrı zamanlarda belirlenmesi de mümkündür. Bu durumda iki vasîden birisi tek başına tasarrufta bulunamaz. Ancak vasî tayin edenin icazet vermesi durumu müstesnadır (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 496. vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk,1405/1985, VIII,134, 135).
2- Vasî tayin edenle ilgili şartlar: Akıllı, hür ve yükümlü herkesin vasî tayin etmesi geçerli olur. Akıl hastalığı veya bunama gibi bir nedenle kısıtlı bulunan baba, çocuklarına küçüklük veya sefihlik sebebiyle vasî tayin edemez. Mâlikî ve Hanbelîlere göre temyiz gücüne sahip olan kimsenin vasî tayin etmesi geçerli olur.
Şâfiîlere göre küçük çocuklar için vasî tayin edecek olan kimsenin, İslâm'a göre bu çocuklar üzerinde velâyet hakkının bulunması gerekir. Bunlar baba, dede ve büyük dededir. Bunlar varken erkek kardeş, amca, önceki vasî ve kayyımın tayin edilmesi geçerli olmaz (el-Merginânî, el-Hidâye maa tekmileti Fethi'l-Kadîr, VIII, 489-503; İbn Âbidin, a.g.e., V, 494 vd.; eş-Şirbînî, Muğnî'l-Muhtâc, Mısır, t.y., III, 74 vd.; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, I, 463, 464).
3- Vesâyetin konusu: Vasî tayininin belirli kişi, mal veya belirli konular için yapılması gerekir. Böylece vasî konuyu öğrenmiş, yapacağı işin sınırlarını çizmiş ve konuya koruma altına alma imkânı doğmuş olur. Çünkü vasî tayini, vekil tutma gibidir. Buna göre vesayet konusu; borcu ödemek veya alacakları tahsil etmek, küçük çocuk, akıl hastası ve sefih gibi reşîd sayılmayan kimselerin işlerine bakma, emanetleri sahiplerine vermek ve başkasındaki emanetleri almak ve gaspedileni geri vermek bunlar arasında sayılabilir.
Küçüklere vasî tayini mutlak ifadelerle yapılmışsa, bu çocuğun şahsı ve malları ile ilgili tasarruflarda belde örfüne göre amel edilir (ez-Zühaylî, a.g.e., VIII, 137).
4- Vesayet akdinin yapılışı: Vesâyet akdi icap ve kabul ile meydana gelir. Vasî tayin edenin; "Sen benim vasîmsin" "Sen benim malımda vasîmsin" veya "Sen benim vefatımdan sonra vekilimsin" yahut, "Vefatımdan sonra çocuklarımı sana teslim ettim, onların işlerini sen yönet" gibi ifadelerle yapılacak teklif karşı tarafça da kabul edilince vesâyet sözleşmesi meydana gelir.
Vasî vesâyet teklifini, vasî tayin edenin bilgisi altında reddetse bu red geçerli olur. Eğer vasî tayin edenin bilgisi yoksa onun bakımından aldanma olmaması için red onun bulunmadığı mecliste geçerli olmaz. Vasî tayin edilen susar ve bu arada vasi tayin eden ölürse, vasînin red veya kabul hakkı vardır.
Vesâyet sözle olduğu gibi fiil ile de gerçekleşebilir. Meselâ; bir kimse vasî tayin edildiğini bilmeksizin mirasçıların bir malını satsa veya onlara yarayışlı bir şey satın alsa veya ölenin bir borcunu ödese yahut alacağını tahsil etse vasîliği fiilen kabul etmiş sayılır.
Vasînin görev alanına vasî tayin edenin çocukları girdiği gibi bu çocukların ölümü halinde onların çocukları da girer.
Vasî ile birlikte nâzir tayini de câizdir. Nâzımı tasarrufa yetkisi yoktur. Ancak onun bilgisi olmadıkça vasî tek başına tasarrufta bulunamaz. Aksi halde yetimin malında meydana gelecek zararı tazmin etmesi gerekir.
Vesayet görevinin, Allah'a yaklaşmak amacıyla ücretsiz yapılması gerekir. Ancak vasî tayin eden, vasî için vasiyeti infaz bedeli olarak bir ücret belirlese bu iş sözleşmesi geçerli olmaz. Çünkü bu sözleşme vasî tayin edenin ölümünden sonra yürürlüğe girmesi gerekeceği için böyle bir iş akdi geçersiz olur. Ancak böyle bir ücret bir atıyye olarak mirasın üçte birine kadar olan bölümünden verilir. Yine vasî tayin eden; "Benden sonra çocuklarım üzerinde vasî olması için sana şu kadar ücret verdim" dese bu şart batıl olur, fakat başka bir açıdan ona hizmeti karşılığında belli bir malı veya ücreti vasiyet yoluyla bırakmış olur (Ömer Nasuhi Bilmen, İstilahatı Fıkhıye Kamusu, İstanbul 1969, V, 179,180).
Diğer yandan vesâyet akdinin bir sreye ve şarta bağlanması caizdir. Meselâ; "seni bir yıl süreyle veya oğlum erginlik çağına girinceye veyâ Ahmed dönünceye kadar vasî tayin ettim" denilse sınırlı bir süre için vâsi tayini söz konusudur. Şarta bağlama ise şöyle olur: "Ben ölürsem, seni vasî tayin ediyorum" demek gibi. Çünkü vasî tayininde bir takım bilinmezlikler ve tehlikeler söz konusudur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) Zeyd b. Hârise'yi Mûte Gazvesine gidecek olan bir askeri birliğe komutan tayin etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Zeyd'in başına bir felâket gelirse, ondan sonra Cafer, Cafer'in başına felâket gelirse Abdullah b. Revâha (r.anhüm) komutayı ele alsın" (Buhârî, Cihâd, 7, Fedâilü Ashâbi'n-Nebî, 25, Cenâiz, 4; Ahmed b. Hanbel, III,113.118, V, 299, 301).
Vasînin Tasarrufları
Vasînin alım-satımı:
Hanefilere göre vasînin yabancıya satması ve ondan mal satın alması. İnsanların aldanmayı âdeten hoş karşıladıkları ölçüler içinde kaldığı sürece geçerli olur. Bu da "yesîr gabin (az aldanma)" adını alır. Çünkü bundan kaçınmak mümkün olmaz. Âdeten hoş karşılanmayan ölçüde alış-veriş ise caiz olmaz. Bu da "fahiş gabin (çok, aşırı aldanma)" adını alır. Hanefilere göre fahiş gabin; bilir kişilerin değerlendirme alanına girmeyen aşırı derecede yüksek veya düşük satış bedelini ifade eder.
Belh fakihlerinden Nusayr b. Yahyâ (ö. 268/881), satın akdine konu olan malların piyasadaki alış-veriş hızını ve devir kabiliyetini dikkate alarak fahiş gabin oranlarını rayiç bedelin üstünde gayri menkulde % 20 hayvanlarda % 10 ve menkul eşyada % 5 olarak belirlemiştir. Piyasa fiyatının bu ölçülerde altında veya üstündeki satış veya alışların fahiş gabin sınırına girdiği kabul edilmiştir. Mecelle'in 165. maddesinde bu ölçüler esas alınmıştır.
Diğer yandan Mâlikîler fâhiş gabni malın değerinin üçte birinden fazla bir fiyatla satış olarak belirlerken, Şafiilerin fâhiş gabin için belli bir miktar üzerinde durmadıkları görülür (bk. İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, Mısır 1334, VII, 169; Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l Ahkâm, I, 247; İbn Âbidîn, a.g.e., IV,159; İbn Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, 454 vd.; Hamdi Döndüren, İslam Hukukuna Göre Alım Satım da Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, 145 vd).
Kısaca vasınin velâyeti toplum maslahatı ile sınırlıdır. Bu da ğabn-i fâhiş ölçüsünde alış-veriş yapmamayı gerektirir.
Vasî, yetimin malını kendisi için satın alsa veya kendi malını ona satsa, eğer vasî hakimin tayin ettiği bir vâsi ise bu muameleler mutlak olarak caiz olmaz. Eğer babanın tayin ettiği vasî ise Ebû Hanife'ye, akar kabilinden olmayan bu satış veya alışın küçüğe açık olarak bir yararı varsa muamele caiz olur. Bu yararın ölçüsü de malın değerinin yansı kadar eksik olmasıdır. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise bu alış-veriş mutlak olarak caiz değildir (İbn Âbidîn, a.g.e., V, 500 vd).
Ancak babanın küçük çocuğuna ait bir malı rayiç bedelle veya âdeten insanların aldanmayı hoş karşıladığı (yesîr gabin) ölçüdeki bir fiyatla kendisi için satın alması caiz olur.
Ebû Hanîfe'ye göre vasî yetimin akarını değerinin iki mislinden aşağıya alamayacağı gibi kendi akarını da yetim için değerinin yarısından fazlaya satamaz. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre bu satıp alma mutlak olarak caiz değildir (Bilmen, a.g.e., V, 183 vd.)
Vasî yetimin malını ticaretle nemâlandırmak ve bu malda tasarruf yapmak zorunda değildir. Eğer bunu yaparsa Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre kârını (rıbh) tasadduk eder.
Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre ise vasi maslahata uyarak küçüğün malında tasarrufta bulunabilir.
2- Vasînin vekil veya başka bir vasî tayin etmesi:
Hanefi ve Mâlikîlere göre vasînin başkasını vasî tayin etmesi caizdir. Şâfiî ve Hanbelilere göre ise vasînin böyle bir tasarrufta bulunabilmesi için vasî tayin eden kimsenin izni gerekir. Çünkü vasî onun izniyle tasarrufta bulunmaktadır. Bu ikinci grup müctehitlere göre vasînin vekil tayin etmesi de geçerli olmaz (İbn Âbidîn, a.g.e., V, 499; eş-Şîrâzî, a.g.e., I, 464; ez-Zühaylî, a.g.e., VIII, 142).
3- Vasînin diğer tasarrufları:
Vasi yetimin malını karz-ı hasen yoluyla veremez. Eğer verirse tazmin eder. Hâkimin ise bu yetkisi vardır. Vasî, bu malı kendisine karz (ödünç) olarak alsa, caiz olmaz ve borç olarak kalmış sayılır (İbn Âbidîn, a.g.e., V, 503).
Vasî, küçüğe ma'ruf üzere yiyecek, içecek ve giysi sağlar. Sünnet ve evlendirme de bu kapsama girer. Eğitim ve öğretimi içinde vasî gerekli önlemleri alır. Vasî alacakları tahsil eder, borç peşin olunca maslahat gerektiriyorsa bunu geciktirebilir.
Çocukların mallarında tasarruf velâyet ve yetkisi önce babalarına, sonra babalarının vasîlerine, sonra vasilerinin vasîlerine aittir. Bunlar bulunmadığı takdirde sahih dedelerine, bundan sonra onların vasîlerine, sonra bu vasîlerin vasîlerine ait bulunur. Bunlar da bulunmazsa hâkime ve hâkimin nasp edeceği vasîlere ait olur.
Şâfiîlere göre sahih dede hayatta olunca başkasını vasî tayin etmek caiz olmaz. Ancak vasîyet edenin ölüm tarihinde sahih dede vefat etmiş durumda olursa başkasına daha yapmış olduğu vasî tayini geçerli olur.
Kısıtlıya Malın Verilmesi
Vasî erginlik çağına gelen fakat henüz reşit olmayan yetime miras teslim etse ve mal zayi olsa Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre bunu vasînin tazmin etmesi gerekir. Çünkü, o, verilmemesi gereken kişiye malı vermiş olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Yetimleri erginlik çağına gelinceye kadar yetiştirip deneyin. Onların akılca olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin" (en-Nisâ', 4/6). Buna göre küçük, ergin olunca hemen malı kendisine teslim edilmez ve reşid olup olmadığı, yani malım yerinde kullanıp kullanamayacağı araştırılır. Ebû Hanîfe'ye göre prensip olarak erginlikle mâlî velâyet kalkar, fakat bir önlem olarak en geç 25 yaşına kadar mal yetime teslim edilmeyebilir. Çoğunluğa göre ise yetim rüşd (olgunluk) hali gösterinceye kadar yaşı ne kadar ilerlerse de malî velâyet devam eder. Bu yüzden rüşd yaşı kültür, eğitim, ekonomik, sosyal, fizik, çevre gibi etkenlerin altında değişik yaşlarda gerçekleşir. Ülkeler uygulamada kolaylık sağlamak amacıyla bu konuda standart bir yaşı esas alma yoluna giderler. Meselâ; Osmanlı Devleti uygulamasında 1288 tarihli bir padişah fermanı yirmi yaşını doldurmamış kişilerin rüşd davalarının geri çevrilmesini emreder (Ali Haydar, Duraru'l-Hukkâm, III, 79 vd.; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1982, s.130,131) Bu yaş Türkiye'de 18, Mısır, İngiltere, Almanya ve Fransa'da 21 yaş olarak belirlenmiştir (bk. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tilrk Medeni Hukukunun Umumî Esasları, İstanbul 1968, II, 56).
Malikiler de yetime malın teslimi konusunda Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'le aynı görüştedir. Buna göre kısıtlının malını rüşdten sonra, bir delil olmadan verme konusunda vasinin sözü kabul edilmez. Çünkü âyette şöyle buyurulur: "Mallarını yetimlerin kendilerine verdiğiniz zaman, bu konuda Şahit tutun. Hesap görürü olarak Allah yeter" (en-Nisâ', 4/6).
Hanefilere göre, vasî tasarruf yetkisi bulunan konularda tasdik olunur. Bu yüzden vasînin eksik ehliyetli ile ilgili harcamaları delilsiz olarak kabul edilir. Aşağıdaki durumlar bundan müstesnadır.
Vasînin delil getirmedikçe tazminle yükümlü olacağı durumlar şunlardır:
Vasî, vasî tayin edenle veya mirasçılarıyla ilgili borçları ödediğini iddia etse bunu ispat etmesi gerekir. Miras malını satıp, satış bedelini teslim almadan önce, ölmüş bulunan vasî tayin edenin borçlarını ödediğini, yetimin küçükken başkasının telef ettiği malını kendisinin tazmin ettiğini veya küçüğe ticaret izni verilip borç yaptığını ve bu borçları kendisinin ödediğini veya küçüğe ait arazilerin haraç vergisini ödediğini iddia etmesi bu niteliktedir. Yine yetime kendi zimmetinden veya kendi malından geçim masrafı yapıp, bununla ona rücu etmek istemesi de böyledir. Vasî ticaret yapıp kâr ettikten sonra bu ticareti "mudârabe yöntemi" ile yaptığını iddia etse bunu da ispat etmesi gerekir.
Vasînin Azledilebileceği Haller
1- Vasînin, vasî tayin edenin ve hâkimin azli: Bir kimseyi vasî tayin edenin, dilediği zaman onu azletme yetkisi de vardır. Vasî de, vasî tayin eden hayatta iken veya onun ölümünden sonra bizzat vasîliği bırakabilir. Nitekim vekâlet de böyledir. Çünkü vesâyet akdi bağlayıcı değildir. Ebû Hanîfe'ye göre vekâletin aksine vasî karar kendisine ulaşmadan da vasî tayin edenin azli ile azledilmiş olur. Hâkimin hükmü ile de azli gerçekleşir. Ancak hâkim bu konuda haksızlık yaparsa günahkâr olur.
2- Vasîliği ifadan aciz kalmak veya hıyânet etmek: Hâkim vasînin görevini ifadan aciz kaldığını görse onu başkasıyla değiştirir. Görevini kötüye kullanan vasînin azledilmesi vacip olur.
3- Ölüm, akıl hastalığı veya fâsıklık: Vasînin ölümüyle tasarruf yetkileri sona ermiş olur. Akıl hastalığı ve fasıklık hâliyle de vasîlikte maslahat yönü kalmamış bulunur.
4- Vesâyetin amacına ulaşması veya belirlenen sürenin sona ermesi: Belirli bir konu veya belirli süre için vasi tayin edilen kimsenin bu görevi, konu ve amaç gerçekleşince veya belirlenen süre bitince sona ermiş olur. Çünkü vasînin tasarrufları izne dayanır, izin süresi bitince de onun yetkileri sona ermiş bulunur (İbn Âbidîn, a.g.e., V, 495. vd.; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 463; ez-Zühaylî, a.g.e., VIII,149; Bilmen, a.g.e., V, 180, 181).
Hamdi DÖNDÜREN
http://www.sevde.de/islam_Ans/V/51.htm
****
İslam Toplumlarında Zihinsel Yetersizlik
,
International Journal of Early Childhood Special Education (INT
-
JECSE)
, 6(1),
102
-
114
.
107
yetkilidir. Vasi vesayeti altındaki bireyin mallarıyla iş yatırımı yapabilir ancak bu
yatırımı kendi işine yapamaz fakat mahkeme kararıyla bu malları yönetebilir. Vesayet,
vasinin
veya vesayet altındaki bireyin ölümüyle sona erer. Yetersizliği olan birey
muhakeme gücü kazanırsa (reşit olursa) vasilik sona erer. Bununla birlikte vasi uygun
olmayan davranışları nedeniyle de vasilikten uzaklaştırılabilir. Teorik olarak uygun
davranmaya
n vasiyi mahkemeye bildirmek tüm Müslümanların dini olarak
yükümlülüğüdür. Vasisi olmayan herkesin vesayeti mahkemelerdedir. İmam Hanefi bu
bireylerin mallarının 25 yaşına geldiklerinde akil olup olmadıklarına bakılmaksızın
kendilerine verilmesi gerektiğin
i belirtmiştir. Buna karşın diğer Hanefi fıkıhçılar bu
bireylerin muhakeme güçlerini elde edinceye kadar mallarının vesayet altında tutulması
gerektiğini söylemektedirle
Evli çiftlerden koca
yetersizliği olan bir bireyse vasi o evin günlük ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür.
Bununla birlikte, delilik, yetersizlik ve tedavisi olmayan hastalıklar boşanma nedeni
olarak kabul edilmiştir. Bir kocanın karısını boşayabilmesi için akli yeterliliğinin yerinde
olması (
compos mentis)
gerekmektedir. Yetersizlik durumunda vasi yasal olarak
kocanın yerine karar verebilmektedir. Evlilik süresi içinde koca zihinsel yeterliklerini
kaybederse kadın boşanmak için mahkemeye başvurabilir. Mahkemede, erkeğin
iyileşemez şekilde akli yeterliğini k
aybettiğine karar verilirse evlilik sona erer. Diğer
taraftan erkek de aynı nedenle karısından boşanmayı isteyebilir ancak karısının
yetersizlik derecesi hafifse bu kararını ertelemek zorundadır.
http://www.int-jecse.net/files/VVC2HCEY2EC10295.pdf
www.int-jecse.net
www.int-jecse.net