Ölüm ve Diriliş ..hz isanın mucizesi gerçekleşiyormu ?
Yazar
Mesaj
Limoni Co-Admin
Mesaj Sayısı : 6150 Rep Gücü : 14991 Rep Puanı : 44 Kayıt tarihi : 27/05/09
Konu: Ölüm ve Diriliş ..hz isanın mucizesi gerçekleşiyormu ? C.tesi Şub. 28, 2015 12:42 pm
https://www.youtube.com/watch?v=F7CEzxI4iZY
Ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür; cümlesini açıklar mısınız?
İnsanlık âlemi, bilhassa Yirminci asrın başlangıcından bu yana, ilim ve teknolojide baş döndürücü bir hızla ilerlemektedir. Henüz daha ilk yıllarında olduğumuz XXI. yüzyılda ise bu hızın daha da ivme kazanarak devam edeceği kuşkusuzdur.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri Yirminci Söz adlı eserinde bu hususa şöyle dikkat çeker:
"Elbette nev-i beşer âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir, bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise ilmin eline geçecektir."(1)
Bu sözlerin bundan yaklaşık yetmiş yıl önce söylendiği ve bugünkü yaşanan ilim ve fennî gelişmelerin hangi noktaya geldiği dikkate alınırsa, yukarıdaki tespitin ne kadar isabetli olduğu ve bundan sonra da isabetli olacağı kolayca anlaşılır.
Evet ilim ve fen çok daha gelişecek, çok daha ileriye gidecek, gün geçtikçe insanlar çok daha ilginç şeyler keşfedip, çok daha yeni şeyler bulacaklar. Fakat bu noktada akla birtakım sualler geliyor: "Bu gelişmeler nereye kadar gidecek? İlim ve fen noktasındaki sınırlar nedir? Bu gelişmelerin neticesi ne olacak?" gibi...
İşte bu ve benzeri suallere yine Risale-i Nur'da çok güzel cevaplar verilmiş. İlim ve fen ve teknik konularında insanlığın varacağı noktalar, ulaşması gereken hedefler tayin edilmiş. İlim ve tekniğin maddî ve manevî neticeleri aklı ikna edecek bir şekilde izah edilmiş. Şimdi burada Yirminci Söz'de geçen ve sadece tıp ilminin maddî sınırını tayin eden bir ifade üzerinde durmak istiyoruz. İfade, İsa Aleyhisselamın tıp konusundaki bir mucizesini yorumlamakta:
"Kur'ân, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibâa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san'at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbânîye remzen tergib ediyor. İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. "Öyleyse, ey insan ve ey musibetzede benî Âdem! Meyus olmayınız. Her dert, ne olursa olsun, dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür. "Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: `Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. İşte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor. Ölmüş gibi hastalar dahi onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor. Sen de Benim eczahane-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin. Çalış, bul. Elbette ararsan bulursun.' "(2)
Bu veciz ve sadece Risale-i Nur'a has olan yukarıdaki ifadede tıp ilminin varacağı nokta açısından iki mühim sınır çizilmiş. Birincisi:"İşte, şu âyet işaret ediyor ki, en müzmin dertlere dahi derman bulunabilir." ifadesi. İkincisi ise; " Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür." ifadesinde saklı.
Birinci ifadeye göre tıp ilmi öyle bir noktaya gelecek ki, bütün hastalıklara, yani kanser, AIDS gibi günümüzün en müzmin hastalıklarına dahi, çözüm bulunacak, insanlık bu hastalıkları yenecek. Bu gün tıp ilminin dünyada en hızlı ilerleyen bilim dallarından biri olduğu ve her gün yeni ilâçlarla bir çok hastalığın üzerinden geldiği göz önüne alınırsa, Bediüzzaman Hazretlerinin ortaya koyduğu tespitin ne derece geçerli olduğunu anlamak zor olmaz.
Fakat tıp ilminin ne derece ilerleyeceğini, nereye kadar gideceğini gösteren asıl ifade, "Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür." ifadesidir. Asıl sır burada saklıdır. Hatta bir ölçüde insanlığın sonu ve kıyametin kopmasının temel nedenlerinden birisi de yine bu ilginç ve bir o kadar da sırlı olan ifadenin içine derc edilmiş. Gelin isterseniz bu sözü biraz açalım.
İfadede iki önemli husus var. Birincisi ölüme bir hayat rengi vermek. Yani ölüme bir çare bulmak. Ya da ölmüş olan bir kişiye hayat kazandırmak. İkincisi ise bu hayat verme fiilinin geçici olarak yapılması, yani muvakkat olması. İşte en önemlisi burası. Çünkü "muvakkat" kelimesinde açık bir sınır gözükmüyor. Yani ne kadar "muvakkat?" Bir dakika mı, bir saat mı, bir gün mü, bir yıl mı, on yıl, ya da yüz yıl mı ölüme bir geçici hayat rengi verilecek belli değil.
Bugün için bakarsak, ölmesi kesin olan bir kalp, ya da böbrek hastasına organ nakli yapılarak, hastanın üç beş yıl, belki biraz daha fazla yaşaması temin edilebiliyor. Demek ki günümüzde ``muvakkat" kelimesinin karşılığı beş on yıl gibi bir rakam. Fakat yeni ortaya çıkan gelişmelerle bu sürenin çok daha uzun olacağı gözüküyor. İnsanın gen haritasının keşfedilmesi, kolonlama, her gün yeni ilâçların bulunması, vs gibi keşifler buna en açık delil. İşte bu yeni keşifler "ölüme muvakkat bir hayat rengi vermenin" süresini çok daha fazla arttıracak gelişmeler.
Ve Risale-i Nur'dan anladığımız kadarıyla, ilim ve teknik ve tıp öylesine gelişecek, öylesine ilerleyecek ki, bu "muvakkat" süre insanların zihninde "ebedîleşecek," yani insanlık ölüme kesin olarak çare bulduğunu zannedecek. İnsanlık, diğer ilim ve teknik gelişme ile birlikte öylesine bir gurura kapılıp ilâhî iradeye meydan okumaya kalkışacak ve neticede başına kıyameti koparacak.
Kur'ân'da bahsi geçen Ad kavmi ve Semud kavmi gibi kavimlerin teknik ve zenginlik açısından ilerleyip, gurura kapılmaları ve ilahi iradeye meydan okumaları neticesinde başlarına azap gelmesi, bizi yukarıdaki yorumu yapma konusunda cesaretlendiriyor. Üstelik Bediüzzaman Hazretlerinin "Elbette nev-i beşer âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir, bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise ilmin eline geçecektir." sözleri de yine kıyamet öncesi ilim ve tekniğin çok ileriye gideceğini ifade etmektedir.
(1) bk. Sözler, Yirminci Söz, İkinci Makam. (2) bk. a.g.e.