http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/suya-da-nazar-deger.html
Suya da Nazar Değer
Ahmet Yıldızhan / Biyografi - Haziran 2008
Sesli Dinle
Japon bilim adamı Masaru Emoto’nun “Suyun Hafızası Var” başlıklı yazısı, dünyada oldukça yankı uyandırdı. Emoto’nun yaptığı araştırmalar, insanın titreşime dayalı olarak ürettiği enerjinin, düşüncenin, kelimelerin, fikir ve müziğin suyun moleküler yapısına tesir ettiğini ortaya koydu. Emoto, çeşitli deney şartlarına tâbi tutulan su damlacıklarını dondurup karanlık alan mikroskobu altında fotoğraflarını çektiğinde, suyun kristalize şekillerinde insanı hayrete düşüren farklılıklar olduğunu tespit etti. Dondurulmadan önce su dolu şişenin üstüne yazı yazılmış veya sözler söylenmiştir. Daha sonra çekilen fotoğraflar incelendiğinde, suyun âdeta şuurlu bir varlık gibi, söz ve yazıyla ifade edilen duygu ve düşüncelere cevap verdiği anlaşılmıştır. Benzer bir başka deneyde, Japonya’da iki ilkokul öğrencisi, yan yana duran iki şişeye pişmiş pirinç koyup şişelerden birini “Teşekkür ederim!” diğerini “Seni aptal!” şeklinde etiketlemiştir. Bir ay sonra öğrenciler, “Teşekkür ederim!” yazılan pirincin renginin sarı ve kokusunun güzel olduğunu, “Seni aptal!” yazılan pirincin ise karardığını ve kötü kokulu bir hâl aldığını görmüşlerdir. Bu deney dünyanın birçok yerinde değişik insanlar tarafından tekrarlandığında, benzer neticeler elde edilmiştir. Bir başka araştırmada suya müzik dinletilmiş ve film gösterilmiştir; hislendirici olmayan gürültülü müzikler ile korku ve şiddet filmlerinin suya kötü tesir yaptığı, su kristallerinde şekil bozukluklarına sebep olduğu görülmüştür. Suyun hafızasının olup olmadığı ayrı bir konudur. Ancak bütün bu deneylerde insanın akıl, şuur ve duygu sahibi olan ruhunun çevresiyle sürekli bir münasebet içerisinde olduğu, sadece canlı değil, cansız varlıklardan da şuurlu denebilecek cevaplar aldığı görülmektedir. Buna güzel bir örnek, “Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim!” cümlesiyle hitap edilen suyun kristal yapısının düzensiz hâle gelmesi; “Teşekkür ederim!” şeklinde hitap edilen veya üzerine hayır dualar okunan su kristallerinin şeklinin ise, düzenli hâlini koruması ve fıtrî mükemmelliğini devam ettirmesidir.
Temiz akarsulardan ve kaynaklardan alınan su örnekleri çok güzel geometrik yapıda kristaller gösterirken, sanayi bölgelerinden ve yoğun yerleşim alanlarından gelen kirli ve toksik su örneklerinde şekil bozuklukları ve rastgele oluşmuş kristaller ortaya çıkmaktadır. Su borularında ve depolarda bekletilen su, damıtılmış olsa bile, benzer şekil bozuklukları göstermektedir.
Su, hayat demektir. Çeşitli dokulara ve yaşa göre değişmekle birlikte vücut ağırlığımızın ortalama % 70’i sudur. Yani hücrelerimiz ve hücre içindeki mikro yapılar, âdeta kendine özgü birer su okyanusu içinde yüzerler. Hücreler arası bilgi ve madde alışverişinde, metabolik hâdiselerde su, önemli vazifeler üstlenir. İyi ve güzel düşünüp etrafımıza pozitif tesir yayarsak, netice de iyi ve güzel olur. Negatif düşünceler ise, hem bize hem de çevreye menfî tesir eder. Dolayısıyla çevremiz ve bizler bir bakıma hissettiğimiz, düşündüğümüz, konuştuğumuz ve davrandığımız şeyler oluruz. Onun için pozitif düşünceli, tatlı sözlü ve ağzı dualı insanların arasında yaşamak çok önemlidir.
Çocuklarımıza ve çevremizdeki insanlara hiç kimse hakkında kötü hisler beslememelerini, kötü düşünmemelerini ve kötü konuşmamalarını, hüsn-ü zan, hüsn-ü niyet ve hayır duayla insanlığa yaklaşmalarını öğütlemeliyiz. Daha da önemlisi, bu konuda hüsn-ü misâl olmalıyız. Çünkü Yaratıcı’nın imtihan gereği fıtratımıza yerleştirdiği nefisten, vehim, vesvese, su-i zan gibi menfî hisler irade dışı doğmaktadır. Bu sistemin hayır, güzellik ve doğruluk tarafında baskın hâle gelebilmesi, iradî olarak hayra yorma, müspet düşünme ve pozitif yaklaşım göstermeye bağlıdır. Unutmamalıyız ki, ruhlarımız her zaman birbirleriyle ve çevreleriyle karşılıklı münasebet içerisindedir. Herhangi birisi hakkındaki konuşmalarımız gibi duygu ve düşüncelerimiz de dua ve temenni hükmüne geçebilmektedir.
“Ben hep hastayım.” diyen insanlar kendileri bir yana, çevrelerine de olumsuz tesir ederler. “Hamdolsun!”, “Allah bugünlerimizi aratmasın!” ve “Hâlimize şükür!” gibi dâima müspet ifadelerle şükür içinde bulunan insanlarsa, fıtratlarındaki olumsuz düşüncelerin, evham ve vesveselerin baskın hâle gelmemesi için dua ile O’nun yardımını talep etmekte, etraflarında pozitif his ve düşüncelerin gelişmesine zemin hazırlamakta, neticede de güzel örnek olmaktadırlar.
Netice itibariyle, insan, söz ve niyetiyle gerek kendisinin, gerekse çevresindeki canlı-cansız varlıkların durumunun değişmesine sebep olur. Allah, insanı ve tabiatı buna açık yarattığından, doğru olanı buyurmuş, su-i zandan kaçınmayı, hüsn-ü zanda bulunmayı emretmiştir.
---***
Psikokinezi veya Nazar
Dr. Polat HAS / Psikoloji - Aralık 1982
İnsanımızın uzun asırlar önce keşfedip ortaya koyduğu meseleleri, batı ikliminde dolaşıp yeniden ülkemize girince kabul ediyoruz..
Asrın başında parapsikoloji çalışmaları hızlandı. Dr. Richet'le başlayan çalışmalar 1921 de Kopenhang'da ilk devletlerarası psişik araştırma konferansı, arkasından da 1923 de Varşova'da ikinci devletlerarası konferansla devam etti. Daha sonraları A.B.D.'nin ilk nükleer denizaltısında bir teğmenin telepatiyle 3000 mil öteye bilgileri sızdırması hadisesi dünya gazetelerinde sansasyonel bir haber olarak yer aldı. Bunun üzerine Sovyetler Birliği Viladivostok'ta ilk ruh araştırma merkezini açtı. Daha sonra bunun sayısını 20 ye çıkardı. 1966 da bu iş için 12 milyon ruble harcadı. Apollo 14 ile Yeryüzü - Ay telepati bağlantısına çalışılınca iş biraz daha kızıştı. Şu an dünya üniversitelerinin çoğunda parapsikoloji kürsüleri vardır. Bizde de Prof. Dr. Rasim Adasal bu yönde çalışma yapılmasına taraftardır. Ne garibtir ki bu tip çalışmaların çoğunu ecdâd yapmış, batı ise ancak şimdi onlara alâka duymaktadır.
Halk bazı kişilerin bir cisme veya canlıya baktığında, o kişi veya maddede menfi durumların meydana geldiğini farketmiş, buna nazar ismini vermiştir. Batıda bu ifadeye takriben tekabül eden psikokinezidir. Psikokinezi çalışmalarında Profesör Put-hoff "Süper iletken diferansiyel manyeto-metre (grodiyometre)" kullanıyor. Psikokinezi ile cisimlere tesir etmek mümkündür. Çek bilim adamı Dr. Rejdok 1968 de Moskova'da parapsikoloji konferansında Mikhailova'ya sigara dumanını ikiye böldürüyor. Terazinin iki kefesine 30 gr. ağırlık konduktan sonra Mikhailova terazinin kefesini indiriyor. Yine Moskova tıp enstitüsünde 6 doktorun gözü önünde bir doktorun kalp atışını o kadar hızlandırıyor ki, doktor bayılarak düşüyor.
Atina üniversitesinde Prof. Tanalgras'un bildirdiğine göre bir Yunanlı (Georgiu) uzaktan bakarak pusula iğnesini saptırıyor. Dr. Schmidler, Swann ile yaptığı çalışmada termistorlarla irtibatlandırılmış bir seri grafit ve bakalit objelere uzaktan tesirle cisimlerin dış yüzündeki ısıları değiştirmişti.
Dr. Sergeyev'in Mikhailova üzerinde yaptığı tetkiklerde dinlenme sırasında bile beynin arka lobunun ön loba nazaran 50 kat daha fazla elektrik potansiyeli bulmuştur. Psikokinezi esnasında kalp atışları 240'a çıkıyordu. Sergeyev dedektörleri ile çalışmada Mikhailova'nın bedeni çevresinde elektrostatik alan nabız gibi atmaya başlıyordu. Sanki etrafında görünmeyen enerji zarfı vasıtasıyla bir enerji dalgasının titreşime geçmesine sebep oluyordu. Bu alan 4 c. p.s.'lik muntazam bir dalgalanma gösteriyordu. Aynı anda, beyinde kesif beta beyin dalgaları faaliyeti gözlenmişti. Mikhailova'nın beyni-kalbi-bedeninin güç alanı, hepsi birden aynı ritimle titreşiyorlardı. Dr. Adamenko 1972 de Tokyo'da toplanan 26. milletlerarası psikoloji kongresine sunduğu "Kontrollü bir biyoelektrik'alan vasıtasıyla hareket ettirilen objeler' isimli tezinde psikokinezinin mekanizması ve bunu yapan kişide olan biyolojik ve ruhî değişiklikler anlatılıyor. Yani nazar, psikokineziyle benzer mekanizmayla tesirini icra edebilir.
Karşıdaki varlığa" telepati yoluyla da kötülük yapmak mümkün oluyor. Çekoslovak fizyoloğu Figar kanın yoğunluğunu ölçen pletismograf aletiyle telepati yaptı. Farklı yerlere konulan iki telepata pletismograf bağlantı. Telepati esnasında tansiyon ve kanın yoğunluğunun değiştiği görüldü.
Sovyetler telehipnozla uzaktan birçok kişiyi uyutabilmektedirler. Sovyet psikolog Platonov, uzaktan telepati ile, birçok kişiyi uyutabiliyordu. Sovyet parapsikoloğu Naumov telepatik hipnozla birçok kişiyi tökezletip düşürebiliyor. Telepati ile rüyalara tesir etmek ve şahsa kabus göstermek mümkün olmaktadır.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz. Artık "nazar" ilmî yönden izah edilebilecek bir seviyeye gelmiştir. Bu ilmî izahları biz çok önceleri yapabilirdik. Ama batıya karşı aşağılık kompleksi taşımak ve her yeniliği onlardan beklemek gibi bir yanlışlığa battığımız için pek çok yeniliği ortaya çıkarma imkânını kaybediyoruz. Geçmişimizi araştırmakla birçok yeniliği ortaya çıkarabileceğimize inanıyorum.
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/psikokinezi-veya-nazar.html
******
http://bedirhaber.com/ahmet-karatas-yazilari/tum-yonleriyle-nazar-goz-degmesi-ve-dindeki-yeri-31240.html
Tüm Yönleriyle Nazar (Göz Değmesi) ve Dindeki Yeri
Çevremizde pek çok kişinin, nazara geldiğinden dolayı şikayet ettiğine şahit olmuşuzdur. Bazen de nazara geldiğini düşünen insanlar, bir kısım çevrelerce nazara inanmak ilkellik kabul edildiğinden dolayı, onların kendisini modern olmamakla suçlayacaklarını düşünerek onların yanında nazara uğradığını dillendirmekten çekinir. Aslında, nazara inanmak ilkellik değil, aksine ona inanmamak imandaki bir zaafı işarettir.
Nazar; nazar sahibi olan bir kişinin bir insana, bir çocuğa, bir hayvana veya herhangi bir varlığa beğeni ve kıskançlıkla bakması sonucu onu gözleriyle etkilemesidir. Türkçe İslâmi kaynaklarda nazar olarak ifade edilen husus, halk arasında ise, göz değmesi, nazara gelmek, nazara uğramak olarak isimlendirilir. İslam Uleması açık mavi gözlü olan kişilerin genellikle nazar sahibi olabilecekleri kanaatindedirler.
Bazı insanlar bir kişinin başka birisine bakmasıyla ona etki edebileceğini akıllarına almadıklarından dolayı nazarın olmadığını iddia ederler. Bunlar gözün görme organı olduğunu, başkasına etki edebilme yeteneğinin olmadığını, aynı zamanda fiziki temasın olmaması halinde insanların birbirlerini bu şekilde etkileyemeyeceğini iddia etmektedirler. Bu iddialar tamamen asılsız ve ilmi olmaktan uzaktır. Nazarı inkar edenlerin bir kısmı ilmi kaygılardan dolayı inkar etmektedirler. Bunların nazarı inkar etmeleri önyargılardan kaynaklanmadığından fikir beyanı olarak kabul edilerek saygı duyulur.
Bazıları ise, ilmi gerekçelerden ziyade İslam'ın iddia ettiği bir şey olduğundan dolayı inkar yolunu seçmektedirler. Bu ise, ilmi olmaktan uzak olduğu gibi kabul edilebilir bir durum da değildir. Gerekçe ne olursa olsun ilmi verilere dayanmadan inkar yolunun seçilmesi doğru bir davranış değildir.
Kâinatta var olduğu halde beş duyu organıyla izah edilemeyen çok şey bulunmaktadır. Güneşin ışığını ve ısısını dünyaya ileten bir iletkenin olması gerektiği halde böyle bir iletkenin varlığı adına hiç bir ilmi verinin ortaya konamaması ilim adamlarını şaşkına çevirmiştir. Bundan dolayı fizikçiler bu durumu kabullenerek "kainatta mutlak boşluk yoktur" hükmünü ortaya koymuşlardır. Aynı şekilde gök cisimleri arasında uzak mesafeler bulunduğu halde aralarında bulunan çekim kuvveti fizik kurallarıyla izah edilememektedir. Telefonların aldığı ses ve görüntü dalgaları Televizyonların yayınladığı görüntüler, elektronik eşyalar ile ilgili kullandığımız kumandalar, hatta şimdilerde bazı ilim adamlarının üzerinde çalıştığı zihinden kumandalar, Yüce yaratıcı tarafından insanların hizmetine konulduğu halde beş duyu organı ile izah edilemeyen çok şeyin var olduğunu bize göstermektedir.
Beş duyu organıyla izahı yapılamayan şeylerden bir tanesi de nazar mevzuudur. Bazı insanlar, bunu bioenerji ile bazıları parapsikoloji ile bazıları ise telepati ile izah etmeye çalışmaktadırlar. Burada ortak nokta, bunların tamamının nazarı kabul etmesi ama izahını farklı şekilde yapmaya çalışmalarıdır. Konunun ilmi izahını uzmanlarına bırakarak İslâmî açıdan nazarın üzerinde durmaya çalışalım.
Bizim için asli delil olan ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde şüpheye yer kalmayacak şekilde nazarın hak olduğu ifade edilmektedir. Cenâb-ı Allah bir ayet-i kerimede "O kafirler Kur'an'ı işittikleri vakit neredeyse nazardan seni gözleriyle yıkacaklar seni çatlatacaklardı..." buyurmaktadır. Az sayıda âlimler müşriklerin Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e kızgınlıklarından dolayı, bu ayette ifade edilen hususun nazar olmadığını iddia etmişlerdir. Bunların dışındaki müfessirlerin tamamına yakını ise, tezlerini bunların görüşlerini çürütme üzerine kurduktan sonra, bu ayetin nazardan bahsettiğini ifade ederek bunu da bir örnekle açıklamışlardır. Arap aşiretlerinden Beni Esed mensupları nazarlar ile meşhur kişilerdir. Bunlar birine nazar değdirmek istedikleri zaman üç gün aç ve susuz kaldıktan sonra oradan geçen bir koyun yada deve sürüsüne bakarak, "Ben, bunlar gibi bir hayvan sürüsü görmedim" dedikleri zaman o sürüde bulunan hayvanlardan birkaç tanesinin devrildiği müşahade edilirdi. Mekke müşriklerinden bazıları bu aşiretteki insanlara giderek Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e nazar değdirmelerini istemişlerdi. Onlarda çok uğraşmalarına rağmen bunu başaramadılar. Çünkü; Cenâb-ı Allâh Peygamberimizi onların nazarlarından kurmuştu. İşte, âyet-i kerimenin bunun üzerine indiği ve "seni gözleriyle yıkacaklardı" diyerek, bu hususu ifade ettiği rivayet edilmektedir.2
Başka bir ayet-i kerimede de pratik olarak nazardan korunulması için nasıl bir tedbire başvurulduğu ifade edilmektedir. Hazreti Yakub aleyhisselâm'ın oniki yetişkin erkek evladı vardı. Hepside dikkat çekecek derecede yakışıklıydılar. Gerek sayıları, gerek Mısır azizinden gördükleri iltifat, gerekse de yakışıklılıkları sebebiyle Hazreti Yakub aleyhisselâm insanların onlara kıskançlıkla bakacaklarından ve
nazar değdireceklerinden endişe ederek bir tedbire başvurmuştur. Onlara Mısır'a girerken aynı kapıdan girmemelerini, farklı farklı kapılardan girmelerini tavsiye etmiştir. Bunu onlara söylerken de "Hüküm ancak Allâh'ındır. Onun takdir ettiği hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam" buyurmaktadır.3
"Çocukları babalarının kendilerine emrettiği şekilde şehre girdiler. Bu (şekilde şehre girmeleri) Allâh'ın onlar hakkında takdir ettiği hiçbir şeyi bozmaz. Ancak Yakub'un nefsindeki bir haceti gidermişti. (Bu hacet de, oğullarına nazar değmemesini istemeseydi) Şüphesiz, Yakub bir ilim sahibi idi. Çünkü; biz ona (Hikmet'i) öğretmiştik. Lakin, insanların çoğu Allâh'ın İlhamını bilmezler" 4 (Meal verilirken rahmetli Ahmed Davudoğlu hocamızın meali kullanılmıştır.)
Müfessirler, Hazreti Yakub aleyhisselam'ın endişelendiği hususun, çocuklarının nazara uğraması endişesi olduğunu, aldığı tedbirin ise bunun gerçekleşmemesine yönelik olduğunu kaydetmektedirler. Ayrıca, ayet-i kerimede ifade edilen Hazreti Yakub'un "nefsinde gizlediği hacetin" çocuklarının nazardan korunması olduğunu belirtmektedirler. Aynı zamanda O büyük Peygamberin söylediği belirtilen "Hüküm ancak Allâh'ındır. Onun takdir ettiği hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam" sözünden, Allâh'ın takdirinin mutlaka gerçekleşeceğini, hiçbir tedbirin, nazarın etkisini gideremeyeceğini söylemeye yönelik olduğunu ifade etmektedirler5. Bütün bunlar, Hazreti Yakub aleyhisselâm gibi büyük bir Peygamberin nazara ne denli inandığını göstermektedir. Onun buna inanması ise nazarın gerçek olduğunun en önemli delillerinden birisidir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, farklı pek çok tariklerle gelen bir hadis-i şerifte, nazarın varlığının inkar edilmesinin mümkün olmadığını çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. O, bu konuda; "Nazar değmesi Haktır (gerçektir)"6 buyurmaktadır. Hadis Âlimleri, bu hadiste geçen "nazar değmesi haktır" ifadesini "göz değmesi inkarı mümkün olmayan bir gerçekliktir" şeklinde anlamışlardır.
Nazarla ilgili olarak pek çok hadis olmakla birlikte bu bölümde sadece bu hadisle iktifa edilecek yazının ilerleyen bölümlerinde bunların üzerinde tek tek durulacaktır. Sonraki yazılarımızda nazarın etkileri, ondan korunma yolları ve tedavisin üzerinde durulacaktır.
1 Kalem, 68/51
2 Taberi, Cami’ul Beyan c. 23, s. 564-565; Vahidi, el Veciz, c. 1, s. 1125; Zemahşeri, Keşşaf, c.4, s. 596; İbn-i Atiyye, el Muharrer’ul Veciz, c. 5, s. 353; İbn-i Kayyım, Zad’ul Mesir, c. 4, s.326-327; Razi, Mefatih’ul Gayb, c. 30, s. 618; Beydavi, Envar’ut Tenzil, c. 5, s. 238; Nesefi, Medarik’ut Tenzil, c. 3, s. 527; Suyuti, ed Durr’ul Mensur, c. 8, s. 262; Ebu Suud, İrşadu Akl’is Selim, c. 9, s. 20; İbn-i Aşur, et Tahrir vet Tenvir, c. 29, s. 107-108
3 Yusuf 12/67
4 Yusuf, 12/68
5 Taberi, Cami’ul Beyan c. 16, s. 164-166; Vahidi, el Veciz, c. 1, s. 553; Zemahşeri, Keşşaf, c. 2, s. 488; İbn-i Atiyye,
el Muharrer’ul Veciz, c. 3, s. 261; İbn-i Kayyım, Zad’ul Mesir, c. 2, s. 454-455; Razi, Mefatih’ul Gayb, c. 18, s. 481-
483; Beydavi, Envar’ut Tenzil, c. 3, s. 170; Nesefi, Medarik’ut Tenzil, c. 2, s. 123; Suyuti, ed Durr’ul Mensur, c. 4,
s. 557; Ebu Suud, İrşadu Akl’is Selim, c. 4, s. 292; İbn-i Aşur, et Tahrir vet Tenvir, c. 13, s. 20
6 Buhârî, Tıb, 36, Libâs 86; Müslîm, Selâm 41; Ebû Dâvûd, Tıb, 15