KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 vahdeti vucut ile şuhud arasındaki fark

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6111
Rep Gücü : 14922
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

vahdeti vucut ile şuhud arasındaki fark  Empty
MesajKonu: vahdeti vucut ile şuhud arasındaki fark    vahdeti vucut ile şuhud arasındaki fark  Icon_minitimeSalı Ocak 16, 2024 9:57 am

Vahdetu'l- vücudda mahv ve sekir, yani kendini tamamen yok saymak ve manevî olarak kendinden geçme hali hâkimdir. Vahdetu'ş- şuhudda ise, sahve ve fark, yani kendi varlık şuurunda olmak ve Allah'ın varlığı ile eşyanın varlığını fark etme durumu hâkimdir


vahdetu’ş- şuhûd salikleri de masivayı nisyan odasına kilitleyip, Allah’a olan huzuru ancak eşyayı nisyana atmak ile yani unutmakla temin ediyorlar. Ama eşyanın vücudunu inkâr etmiyorlar, sadece nisyan zindanına hapsediyorlar. Yani Allah’ı unutturacak her şeyi unutuyorlar. Vahdet-i vücutta eşya tamamen inkâr edilirken, vahdetu’ş- şuhûdda ise sadece unutmak ve hatıra getirmemek esası var.



https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/vahdet-i-vucud


Vahdet-i vücut
Tasavvufta, varlığın birliğini savunan öğreti. Muhyiddin İbn Arabî tarafından sistemleştirilen öğreti, sadece Allah'ın varlığının zorunluluğu temeli üzerine kuruludur. Benimseyen mutasavvıflarca tevhidin en yüksek yorumu sayılan öğreti, diğer bazı mutasavvıflar tarafından fenâ makamında kalmanın ortaya çıkardığı bir yanılgı olarak nitelenir.


Vahdet-i vücut ve vahdet-i şühut nedir?


Cenab-ı Hakk'a varan yollar çoktur. Bunların bir kısmı diğerlerine nisbeten daha kısa ve daha parlaktır. Fakat, hiç şüphe yok ki, bu yolların arasında Cenab-ı Hakk'a varan en kısa ve en parlak yol, Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)'in çizmiş olduğu nurlu yoldur. Hatta tarikatlar arasında da, Resulullah'ın sünnetini esas alan tarikatların daha parlak, daha muhteşem olduklarını ifade eden Bediüzzaman, doğru bir yolu takip etmek hususunda sünnet-i seniyyenin önemine şu ifadeleriyle işaret etmektedir:
Alıntı :
"Sünnet-i seniyyenin mes'eleleri, hattâ küçük âdabları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıble nâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum."1
Manevî yolların takibinde meydana gelen bütün tereddütler sünnet-i seniyye ile gider, insan bu sayede ruhî bir huzur ve sükûnet hisseder. Tarikatların takip ettiği tasavvufî yollar da Resulullahın sünnetine uymaları nisbetinde doğru ve hak olur. Kıymet kazanmaları ise, sünnet-i seniyyeye uymalarına ve uygun hareket etmelerine bağlıdır. Nitekim İmam Rabbani bu hakikati açık bir şekilde ifade etmektedir.2


İşte, tasavvuf ehlinin bir kısmı "la mevcûde illâ Hû" yani "Allah'tan başka varlık yoktur", diğer bir kısmı da "la meşhûde illâ Hû", "Allah'tan başka müşahede edilen bir varlık yoktur" şeklinde vecizeleşen görüşleri de bu ölçü içerisinde mütalâa edilmelidir. Her iki görüşün mensuplarının, varlıkları tamamen inkâr ettikleri söylenemez. Ancak varlıkları hayal hükmünde kabul ederler. Varlıkların Allah'ın varlığı karşısındaki mevcudiyeti çok sönük olduğundan, böyle derler. Mümkinata, yani Allah'ın yarattıklarına, varlık değerini vermek istemezler. Hattâ İbni Arabi, Allah'tan başka bütün varlıkların mümkün olduğunu ve bu mümkün varlıkların var oluşlarının ise mevhum olduğunu söylemektedir. Böylece varlıkları bir gölge olarak görmektedir.3
İşte, "la mevcûde illâ Hû" ile ifade edilen bu meslek Bediüzzaman'ın ifadesiyle "cadde-i kübrâ" değildir. 
Alıntı :
"Evet, cadde-i kübrâ, sahabe ve tabiîn ve asfîyanın caddesidir. (Eşyanın hakikatları sabittir) cümlesi onların kaide-i külliyeleridir."4
Dolayısıyla varlıkların sabit hakikatları vardır. Hayal ve vehim değildiler.

"La meşhûde illâ Hû" diyen meslek ise, tam huzuru kazanmak için varlıkların varlığını tamamen inkâr etmez, fakat üzerine bir perde çeker, görmek istemez. Çünkü onların manevî huzura mâni olduğuna inanır. Bunların birinci kısımdan farkları, varlıkları yok olarak kabul etmemeleridir. Vardır, ama perde olduğuna inandıkları için görmek istemezler.

Halbuki, Kur'ân-ı Kerim'in ve sünnet-i seniyyenin, herkesin girebileceği en geniş caddesi, varlıkları inkâr etmek veya unutmak değil; onları Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin tecelli yerleri olarak görmek, her varlıkta İlâhî mührü okumak, hakikî tevhide varmaktır. Kur'ân-ı Kerim'in varlıklarda tefekkürü emreden âyetleri de bu yolu açıkça göstermektedir.
"La mevcûde illâ Hû" ile "La meşhûde illâ Hû" diyenlerin arasındaki farka işaret için yukarıdaki ifadelere ek olarak İmamı Rabbanî'nin verdiği misali de ilâve etmek isteriz. Ona göre, birinci grup, Allah'ın zâtından başka bir varlığı bilmez. İkinci grup ise Allah'tan başka bir varlığı bildiği hâlde görmez. Bediüzzaman'm tabiriyle "nisyan (unutmak) perdesini üstüne çeker." Her iki mesleğin de tevhid görüşlerini kâfi görmeyen İmam Rabbanî bunu şöyle bir misalle açıklamaktadır:

Alıntı :
"Meselâ, bir kimse güneşin varlığına ilmen bir yakınlık peyda etse, bu yakınlık diğer yıldızların o anda kabul edilmesini gerektirmez. Fakat güneşe bakan bir insan yıldızları göremez. Çünkü o anda onda güneşi görme isteğinin dışında bir arzu yoktur. Bütün buna rağmen, bu insan mutlaka bilir ki, yıldızlar madum (yok olmuş) değildir. Güneşin parlak ışığından dolayı görünmezler. İşte bu sırada bir kimse yıldızların varlığını inkâr ederse hata etmiş olur."5
İmamı Rabbanî, bu ifadelerinden sonra, varlıkları inkâr etmenin sünnet-i seniyyeye uygun olmadığını ve bunda mahzur bulunduğunu açıklamaktadır. Fakat sadece "Bir"i görmenin bir tehlike arzetmeyeceğini ifade eder. Ona göre, Hallac-ı Mansur da "Ene'l-Hak" derken, "Ben değilim, Haktır" mânâsını kastetmektedir. Bu ifade, bütün varlık âlemini unutup yalnızca Allah'ın varlığında fâni oluşu dile getirmektedir.
Dipnotlar:

1. Lem'alar, 45.
2. a.g.e.
3. Tasavvuf ve tarikatlar, 125.
4. Mektubat, 76.
5. Tasavvuf ve Tarikatlar, 158.



*******


https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/vahdet-i-suhud

Vahdet-i şuhud

Görülenlerin birliği. Tasavvufta görülen her nesnede Allah'ı görmek. Vahdet-i vücud (varlık birliği) anlayışına karşı çıkan mutasavvıflar tarafından geliştirildi. Vahdet-i şuhud anlayışının temelinde varlık ile Allah'ın iki ayrı gerçeklik düzlemi oluşturduğu kabulü yatar.

Vahdet-i şuhud, tasavvuftaki fenâ (Allah'ta yok oluş) durumuyla bağlantılıdır. Bu anlayışa göre zahir ve batın olmak üzere iki çeşit fenâ vardır. Zahiri fenâda Allah, insana fiilleriyle tecelli eder. Bu tecelli sırasında insanın iradesi yok olur, ne kendisi, ne de başkası için bir hareket görebilir. Her fiil ve harekette Allah'ı görür. Batıni fenâda ise, Allah insana sıfatlarıyla ya da zatıyla tecelli eder. Zahiri fenâda Allah dışındaki varlıklar yok olurken, batıni fenâda görme durumu da yok olur.

Fenâ durumundaki mutasavvıf Allah'tan başkasını göremez. Kalbinde O'ndan başkası kalmamıştır. Masivaya (Allah dışındaki varlıklar) ilişkin bilinci yok olmuştur. Bu durumun güçlenmesi halinde tasavvuf yolcusu (salik), her şeyde yalnız Allah'ı görür, artık ortada kendi varlığı bile kalmamıştır. Bu durum kulun yok olması, fenâsı, Allah'ın bekası demektir. Fakat Allah dışındaki varlıklar gerçekte yok olmamıştır. İki varlık birleşmiş de değildir. Yaratıcı başka, yaratılan başkadır; Rab başka, kul başkadır. Mutasavvıf fenâ durumundan çıktığında bu gerçeği görür ve kabul eder. Ama fenâ durumunda iken ikilik kalkmış, yalnızca Allah'ın varlığı kalmıştır.

Vahdet-i şuhud anlayışına göre fenâ haliyle bağlantılı olan bu durum geçicidir. Bu nedenle görülen dünyanın varlığını kabul etmek Allah ile evrenin varlığını ve bir saymamak gerekir. Her şey O'ndadır denilebilir, ama her şey O'dur denilmesi fenâ halinin ortaya çıkardığı bir yanılgıdır. Vahdet-i vücud anlayışını benimseyen mutasavvıflar, fenâ makamında kalıp beka mâkamına ulaşamadıkları için bu yanlışa düşmüşlerdir.

Vahdet-i şuhud anlayışı, tevhid-i şuhudi, fenâ fi'ş-şuhud ve fenâ-i şuhudi gibi isimler de alan tevhit anlayışının ürünüdür. Bu tevhid anlayışı şu cümle ile özetlenir: "Lâ meşhude illallah" (Allah'tan başka görülen yoktur). Nakşibendiye tarikatı tarafından benimsenen bu tevhid ve vahdet anlayışı, özellikle İmam Rabbanî'nin vahdet-i vücuda yönelttiği eleştirilerle güç ve yaygınlık kazandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
vahdeti vucut ile şuhud arasındaki fark
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Biz Hayal miyiz?Ümit Şİmşek..vahdeti vucut ve şuhuda cevap
» Vahdet-i Vücut ne demektir ? Prof.Alaaddin Beşer-Vahdet-i şuhud vs konular
» Sağopa ile Ceza Arasındaki 7 fark
» İBLİS ve ŞEYTAN ARASINDAKİ FARK
» plak ile platin arasındaki fark

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Tasavvuf-Gönül Dünyamız-
Buraya geçin: