KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Empty
MesajKonu: İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam   İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Icon_minitimeCuma Haz. 08, 2012 3:30 am

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ

10 Aralık 1948
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir.

6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin Resmi Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması" kararlaştırılmıştır.
Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.


Birleşmiş Milletler Genel Kurulu;
İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.

Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.

Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.

Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.

Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.

Madde 7- Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.

Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.

Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.

Madde 10- Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.

Madde 11
1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.

2. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal yada uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

Madde 12- Kimsenin özel yaşamına, ailesine konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz.

Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.

Madde 13
1. Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.

2. Herkes , kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.

Madde 14
1. Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.

2. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.

Madde 15
1. Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.

2. Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.

Madde 16
1. Yetişkin her erkeğin ve kadının, ırk, yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır.

2. Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.

3. Aile, toplumun, doğal ve temel unsurudur, toplum ve devlet tarafından korunur.

Madde 17
1. Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır.

2. Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.

Madde 18- Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır.

Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir.

Madde 19- Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.

Madde 20
1. Herkesin silahsız ve saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe katılma özgürlüğü vardır.

2. Hiç kimse bir derneğe girmeye zorlanamaz.

Madde 21
1. Herkes, doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.

2. Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır.

3. Halkın iradesi hükümet otoritesinin temelidir. Bu irade, gizli veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yöntemle genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.

Madde 22- Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.

Madde 23
1. Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.

2. Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.+

3. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.

4. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.

Madde 24- Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır.

Madde 25
1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.

2. Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır.
Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.

Madde 26
1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.

2. Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.

3. Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır.

Madde 27
1. Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.

2. Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.

Madde 28- Herkesin bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.

Madde 29
1. Herkesin, kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.

2. Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken, başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur.

3. Bu hak ve özgürlükler hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.

Madde 30- Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.


_________________
Mevla Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler


En son huzeyfe tarafından Cuma Haz. 08, 2012 3:36 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Empty
MesajKonu: Geri: İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam   İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Icon_minitimeCuma Haz. 08, 2012 3:34 am


İslam'ın Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi Veda Hutbesinden Mesajlar
Gazete - Dergi - Somuncu Baba
Veda Hutbesi İle İlgili Tarihsel Bilgi
Peygamberimizin umre sayısı ihtilaflıdır. Çoğunluk onun, Hicretten sonra üç kez umre yaptığını söyler, onun umre sayısının 4 ve iki olduğunu söyleyenler de vardır.[1] Onun Peygamber olmadan önce ve hicretten önce de umre yaptığı kuvvetle muhtemeldir. Zira ömrünün elli üç yılını Mekke’de yaşayan bir insanın hac ve umre yapmamsı düşünülemez. Peygamberimizin bir tek haccı vardır, o da Arafe günü Cuma’ya denk gelmiş olan Hacc-ı Ekber’dir. Yevmü’l-Haccil Ekber şeklinde Kur’ân’da geçmiştir.[2] Onun bu haccına, Veda Haccı, İslam Haccı, Belâğ Haccı, Haccetü’t-Temâ da denmiştir.
Peygamberimiz veda haccından önceki sene Hz. Ebu Bekir’i hac emiri olarak göndermişti. Hz. Ebu Bekir o yıl hac yapacak ve hicaz bölgesini bir yıl sonraki peygamber haccına hazırlayacaktı. Hz. Ebu Bekir, (H. 9. yılında) 300 kişiyle Medine’den yola çıktı, beraberinde 20 kurbanlık deve vardı. Onun ardından gönderilen Hz Ali ise, yeni inen Tevbe suresinin ilk ayetlerini (1-30/40) insanlara duyurmakla görevlendirilmişti. O sene insanlara şu dört önemli duyuru yapıldı:
1. Cennete ancak müminler girecek
2. Bundan böyle hiçbir müşrik hac yapamayacak,
3. Ka’be asla çıplak tavaf edilmeyecek,
4.Peygamberimizle anlaşması olan müşriklere, anlaşma süresi bitene kadar fırsat tanınacak.
Peygamberimiz bundan bir yıl sonra binlerce insan seliyle Medine’den yola çıktı, her yer telbiye/tevhid sesleri ile inliyordu.
O, büyük haccında Arafatta, Müzdelife ve Mina’da farklı zamanlarda insanlara hutbe irad etmiştir. Onun Veda Hutbesi, bu hutbelerin derlenmesiyle oluşmuştur. Peygamberimiz bu hutbesini, yüz bini aşkın insan seline (140 bin kişi)[3] okumuş, devesi Kusvâ’nın üzerinde okuduğu cümleler gür sesli tellallar tarafından halka halka, dalga dalga insanlara ulaştırılmıştır.
O, yirmi üç sene didinerek Hicaz bölgesine tevhidi yerleştirmiş, bir yıl önce Hz. Ebu Bekir’i Hac Emiri göndererek hac ibadeti içerisindeki cahiliye kırıntılarını bütünüyle temizlemiş, daha sonra yüz binlerle hac ibadetini yapmıştır. Buna göre Müslüman da gönlündeki, beynindeki, dilindeki ve hayatındaki putları/şirki temizledikten sonra hac yollarına düşmelidir.
Cahiliye döneminde dışarıdan gelen hacılar Arafat'ta vakfeye dururken, Kureyş eşrafı diğer insanlardan üstün olduklarını belli edercesine Arafat yerine Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne dayalı adetini ortadan kaldırdı ve bütün hacılar gibi Arafat'ta vakfeye durdu. Hz. Peygamber (S.A.V.)'a orada bu dinin tamamlandığı şu ayet-i Kerimeyle müjdelendi:
"Ey Müminler, şu küfreden müşrikler bugün dininizi söndürmekten ümitlerini kesmişlerdir. Artık bundan böyle onlardan korkmayınız; ancak benden korkunuz. Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı beğenip seçtim ve ondan razı oldum"[4]
Dinin kemale erdirilmesine bütün Müslümanlar sevinirken yalnızca Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, bunun Hz. Peygamber (S.A.V.)'ın vefatının yaklaştığına delalet ettiğini anlamışlar ve gözyaşlarını tutamamışlardı. Gerçekten de bundan sonra Hz. Peygamber (S.A.V.) 82 gün yaşamış ve vefat etmiştir.
Veda Hutbesi İle İnsan Hakları Beyannamesinin Karşılaştırılması
Biri Peygambere, diğeri bir grup insana ait olan ve aralarında on dört asırlık bir zaman farkı bulunan bu iki metni birbiriyle karşılaştırmak, ilk etapta doğru görülmeyebilir. Ancak bugün, Müslümanların Veda Hutbesini, İnsan Hakları Beyannamesi yahut ona nazire olarak gündeme getirdikleri bir gerçektir. Bu itibarla biz iki metni kısaca karşılaştırıp aradaki farklara dikkat çekmeye çalışacağız.
İnsan Hakları evrensel Beyannamesi, Birleşmiş milletler insan hakları komisyonunca 30 madde olarak hazırlanmış ve 10 Aralık 1948 de Paris’te kabul edilmiştir. Bu tarihten sonra 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.
Peygamberimizin Veda Hutbesi, bu beyannameden takriben 1400 sene önce okunmuştur. Bu hutbe, Mekke gibi, şehirlerin merkezi olan kutsal bir mekânda, Arafat gibi Hz. Âdem peygamberden itibaren tüm insanlığı yakından ilgilendiren mübarek bir yerde ve çok mübarek bir gün olan Kurban Bayramı Arafesinde, peygamberlerin sonuncusu ve efendisi olan bir Peygamber tarafından irad edilmiştir. Bilindiği gibi, Mekke, yeryüzünde ilk bina edilen mabeddir, Arafat ise, tevbelerinin kabulünden sonra insanlığın atası Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın buluştukları yerdir.
İfadelerine baktığımız zaman İnsan hakları beyannamesi, bir hukuk metni görünümünde olup, hakkı vardır, sağlanmalıdır, yapılmalıdır gibi yalın cümlelerden oluşur.
Veda Hutbesi ise, dualarla başlar ve dualarla sona erer. Tıpkı Fatiha duası ile başlayıp Felak ve Nâs dualarıyla sona eren Kur’ân gibi. Veda Hutbesinde, insanların hem gönlüne, hem beynine hitap eden cümleler vardır. Onun, konuştukları vahiy olan, hevasından asla bir şey konuşmayan peygamberin sözleri olduğu aşikârdır. Daha duygulu, daha canlı, daha coşkulu ve çok daha veciz ifadelerden oluşur.
Beyanname, seküler maddelerden oluşur, onda Allah ve Ahiret inancı ve bunları çağrıştıran ifadeler yer almaz.
Veda Hutbesinde ise, hemen her cümlede Allah ve Ahiret bilinci canlı tutulmuştur. Bu yüzden Veda Hutbesinde, her zaman, her yerde ve her şartta kişi ile beraber olan dinin yaptırım gücü devrededir.
Veda Hutbesinden on dört asır sonra hazırlanan beyanname maddelerinin dünya üzerinde bütünüyle uygulamaya konulduğu söylenemez. Bu beyannameden önce de sonra da dünya üzerinde akan kan ve göz yaşları dinmemiştir.
Peygamberimizin Veda Hutbesi ise, onun yirmi üç yılda gerçekleştirdiği ve uygulamaya koyduğu inkılabın özetidir. Yani o, söylediklerini bizzat hayata geçirmiş ve son kez bir kere daha insanlığa hatırlatmıştır. Onun yıllardır birbirleriyle savaşan Mekkeliler, Evs ve Hazreç kabileleri, diğer insanlar arasında kurduğu kardeşlik hem dillere destan hem de tüm insanlığa örnektir. Peygamberin yirmi üç yıllık mücadelesinin teorik özeti olan hutbe, yüz bini aşkın insan selinin huzurunda okunmuş ve lebbeyk sedalarıyla onca insanın kabulüne mazhar olmuştur.
İnsan Hakları Beyannamesinde şu temel konular yer almıştır: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar… Herkesin yaşama hakkı vardır…Kimseye işkence yapılamaz…Her insanın özel hayat, inanç, aile, güvenlik, seyahat, eğitim, vatandaşlık, mülkiyet, örgütleşme, yönetime katılma, kamu hizmetlerinden yararlanma, çalışma hakkı ve saygınlığı vardır…Suçluluğu ispat edilmedikçe her insan suçsuzdur...
Veda Hutbesinde ise şu temel konular yer almıştır: Tevhid, Allah’a hamd, sena ve dua…İnsanların kabul ettiği yer ve zamanların kutsallığı ilkesi üzerine, insanın can, mal ve namus saygınlığının bina edilmesi… Ahiret bilinci ve İlahî huzurda sorgulanma şuuru… Cehalete dayanan her türlü yanlış ve kötü düşünce, hurafe, yanlış inanç ve davranışların ortadan kaldırılması… Emanet bilinci… Şeytanın oyun ve hilelerine karşı uyanık olmak… Kadınların hakları… Tüm insanların Âdem’in çocukları olarak eşit olduğu ve topraktan yaratıldığı, etnik ayrımcılığın yasak olduğu… Kardeşlik ruhu…Her hak sahibine hakkının verilmesi… Emanete riayet… Kur’ân ve Sünnet emanetine sahip çıkmak… Zina, faiz, haksız yere adam öldürme, kan davasının kesinlikle yasaklanmış olduğu… Suçun bireyselliği… Allah’a karşı görevlerinin layıkıyla ve vaktinde yapılması… Yaradan ve yaratılan ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturtulması… Hakikatleri başkalarına ulaştırma görevi…
İnsan hakları beyannamesi Madde 1, diye başlar ve o şekilde madde madde devam eder.
Veda Hutbesi, Ey insanlar cümlesi ile başlar ve bu ifade hutbede defalarca tekrarlanır. Bu ise hutbede sayılan gerçeklerin tüm insanlarla ilgili evrensel ilkeler olduğunu gösterir. Hutbede Ashabım, ey müminler hitapları da yer alır. Bu ise, peygamberimizin muhataplarını sahiplenip bağrına basarak onlara seslendiğini ve onların imanlarının gereklerini yerine getirmeye teşvik ve tahrik ettiğini gösterir.
Beyannamede Allah, Ahiret bilincine dair cümleler yer almadığı gibi, şeytan ve onunla mücadeleye dair ifadelere de rastlanmaz. Aynı şekilde can, mal ve aile saygınlığından bahseden beyannamede, zina, faiz gibi can, mal ve namus saygınlığı konusunda son derece önemli olan etik değerler yer almamaktadır.
Veda Hutbesinde ise evrensel ilkeler, manevî değerlerle iç içe verilmiştir. Onda Yaratan-yaratılan ilişkisi, dünya ahiret, madde mana iç içe ele alınmıştır. Bu da hutbede yer alan ilkelerin uygulamaya geçirilmesi konusunda yaptırımı olan çok önemli ve belirleyici hususlardır.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Peygamber sözlerinden oluşan ve ilahî yönü olan Veda Hutbesi ile insanlardan oluşan bir komisyonca hazırlanan İnsan Hakları Beyannamesi içerik olarak birbirine benzese bile, aralarında çok temel farklar vardır. On dört asırlık bir zaman farkı, mekan farkı yanında, muhteva ve yaptırım gücü gibi konularda da çok bariz farklar vardır.
Veda Hutbesi on dört asırdır müminleri ve insanlığı aydınlatmaya, onları çizgide tutmaya devam ediyor. Ne var ki, bir İtalyan Tarihçisinin söylediği gibi, bizler mücevher sandığının üzerine oturmuş bir dilenci gibi, kendi değerlerimizden habersiz bir şekilde başka yerlerde yitirdiğimiz bizi ve insanlığı kurtaracak güzellikleri aramaya devam etmekteyiz.
Farkına varamadığımız çok kıymetli eğerlerimizin başında Veda Hutbesi gelir. Müslümanlar olarak bizim onu layıkıyla anlayabildiğimiz, uygulayabildiğimiz ve başkalarına anlatabildiğimiz de söylenemez. Oysa o Veda Hutbesinde Hz. Peygamber, Sözümü iyi dinleyiniz! İyi anlayınız… Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup ta işitenden daha iyi anlayarak, muhafaza etmiş olur diyerek bizden söz almış ve tüm söylediklerine Yüce Allah’ı şahit tutmuştu.
O halde bu eşsiz hazine Veda Hutbesinin kadr ü kıymetini bilelim, Onun bize Peygamber emaneti olduğunu unutmayalım, onu insanlık sevdalısı bir peygamberin Arafat gibi mübarek bir yer ve günde bizlere okuyormuşçasına, kanıksamadan okuyup anlayalım ve ondaki evrensel hakikatleri tüm insanlığa ulaştıralım.
[1] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, II, 302-318, VI, 170-171; Asım Köksal, İslam Tarihi, XVII, 252, 262, 289-296, 303-306, 312-313.
[2] 9 Tevbe 3.
[3] Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 273.
[4] 5 Maide 3.

_________________
Mevla Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Empty
MesajKonu: Geri: İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam   İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Icon_minitimeCuma Haz. 08, 2012 3:35 am

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ VE İSLAM
İslam ve insan hakları arasındaki ilişki tarihsel olarak çok eskiye dayanmakla beraber İslam dininin ve
İslam hukukunun günümüzde yaşanan insan hakları sorunlarına, krizlerine ve ihlallerine nasıl cevap
verdiği ya da bu konudaki istikrarlı görüşünün ne olduğu tartışmalı bir konu durumundadır. Konuyu
tartışmalı hale getiren ya da İslam’ın mevcut insan hakları meselelerine bir bakış açısını sunmadığını
iddia eden kesimler, yaklaşık on dört asır boyunca süregelen bir hukuk, adalet ve insanlık medeniyeti
olan İslam dinini genellikle görmezden gelen ve şahsına münhasır özelliklerini kavrama konusunda
güçlük çeken taraflardır. Başta İslam dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim olmak üzere, İslam
Peygamberi’nin (SAV) düşünce ve uygulamaları, İslam âlimlerinin hukuk kararları ve görüşleri İslam
dininin insan hakları konusundaki tavrını ve duruşunu oluşturmuş; günümüzde de insan hakları
hukukuna çok güçlü referanslar sunan bir sistem halini almıştır.
İslam’ın modern dünyaya bir insan hakları çerçevesi sunamadığını iddia eden kesimler, İslam’ın insan
hakları söylemlerinin günümüzdeki insan hakları sorunlarına ve ihlallerine bir çözüm üretemediğini
iddia ederlerken, bunun karşısında yer alan dindar kesim, İslam’ın özü bakımından insan haklarına çok
güçlü atıflar yaptığını, mevcut insan hakları uygulamaları, sorunları ve ihlallerine dair çok önemli
argümanlar sunabileceğini dile getirmektedirler. Dindar olmayan kesimin, “İslam’da insan hakları tam
olarak mevcut değildir” söylemine karşılık dindar kesim, “İslam’da da insan hakları vardır”
demektedirler. Bu durum, İslam’ın insan hakları konusunda dindar kesimin bir karşı konumlanmasını
gösterirken, diğer taraftan da İslam insan hakları prensiplerine dindarların yabancılaşma garabetini de
işaret etmektedir. Çünkü zaten İslam, asırlarca önce bir insan hakları çerçevesi ilan etmiştir. Yeni bir
şey olmadığı gibi, bir antitez de değildir.
Siyaset bilimi ve insan hakları literatüründeki modern tartışmalar ve özellikle Batılı akademik
çevreler, İslam ve insan haklarının birbirleriyle uyumlu olmadığını ileri sürmektedirler.
1
Fakat
İslam’ın asıl kaynakları aksi yönde bir durum sergilemektedirler. “Uyumsuz” olarak bahsedilen şey ise
daha çok metodolojik düzeydedir. Çünkü modern insan hakları seküler temelde iken, İslam insan
hakları dini ve ilahi bir temelde bulunmaktadır. Tema aynı olmasına rağmen, her iki temelin meşruluk
kaynağı birbirinden farklıdır. Tema, insanın onurunun sağlanması, insanın haklarının korunması ve
hak ihlallerinin önüne geçilmesidir. Modern insan hakları, daha çok pozitif hukuk sistemi ile soruna
bir çözüm bulma uğraşı içinde olurken, İslam insan hakları daha çok doğal ve yaratılışa uygun bir
çerçeve çizmektedir. Bununla birlikte İslam insan hakları, bireyin şu anda yaşamakta olduğu evreni ve
hayatı da dikkate alır; ilerleyen bölümlerde de görüleceği üzere, modern insan hakları sisteminde yer
bulamayan birçok hak ve hürriyeti bireye armağan eder.
Geleneksel Batı anlayışı hakların ve görevlerin tanımını şartların ve toplumun evrimiyle değişen daha
çok sosyolojik sebeplerin zorlamasıyla oluşan bireye saygı olarak kabul ederken, İslam’ın hak ve
görev yaklaşımı, İslam dininin esasını teşkil etmektedir. Bu, bir taraftan hak ve hürriyetlerin dini bir
anlamı ve temeli bulunduğu anlamında gelmekle beraber, saygı duyulacak bir pratiği de beraberinde
getirmektedir.
2
Günümüzde haklar ya da insan hakları ile kastedilen şey çoğunlukla bireylerin kendi
haklarını ve dokunulmazlıklarını elde etmek için devlete karşı bireysel mücadele şeklinde iken, İslam
hak ve insan hakları konusuna, Allah’ın bir lütfü ve yaratılış gereği penceresinden yaklaşmaktadır.
3
Burada insan hakları konusunda İslam ile Batı yaklaşımı arasında farklılık ortaya çıkmaktadır. Bu
farklılık, insan haklarının kökenine ilişkindir.
4
Batı’da insan haklarının ortaya çıkması on yedinci
yüzyıla rastlarken, İslam insan hakları altıncı yüzyıldan sonra gelişmeye ve kurumsallaşmaya

1
Nezir Akyesilmen, “Islam and Human Rights: Some Reflections on a Controversial Debate”, Courtesy: The
International Politics Journal, January 2003, http://www.siyassa.org.eg/esiyassa/AHRAM/2003/1/1/FILE5.HTM.
2
Marcel A. Boisard, “İslam’ın Hoşgörüsü”, (İçinde), (Der.), İslam ve İnsan Hakları, (Çevirenler: Tahir Yücel,
Şennur Karakurt), İstanbul, Endülüs Yayınları, 1995, s. 65–67.
3
Ahmed Souaiaia, Human Rights & Islam The Divine and the Mundane in Human Rights Law, USA, iUniverse,
Inc., 2003, http://huquq.com/rights/archvs/hrANDislam/00BookwCover.pdf.
4
Syed Abul A'la Maududi, Human Rights in Islam, Pakistan, Islamic Publications, 1997, 1995,
http://www.scribd.com/doc/24667131/Human-Rights-in-Islam-by-Abul-A-la-Mawdudi. başlamıştır. Batı’da insan hakları çerçevesi daha çok bir kral ya da yasal bir otorite tarafından
çizilirken, İslam insan hakları ve hürriyetleri Yüce Yaratıcı tarafından bahşedilmiştir. Batı’da insan
haklarının kaynağı daha çok pozitif, materyal ve sadece akla dayanan bir nitelikte iken, İslam insan
hakları bütüncül, kapsayıcı, akıl ve mantık ilkeleri ile kolayca kavranmakla birlikte, hakların ihlal
edilmesi durumunda uygulanacak cezalardan birisinin öbür dünyada gerçekleşeceği gibi boyutlar
düşünüldüğünde, manevi ve imâni bir özelliktedir.
Şentürk İslam’ın insan hakları yaklaşımını, “varım, öyleyse haklarım da var” şeklinde özetler ve fıkhın
insan hakları konusundaki yaklaşımının, “ismet (insanın dokunulmazlığı prensibi), âdemiyetle
(evrensel insan anlayışı) mümkündür” olduğunu belirtir. Bu anlayışa göre insanın varlığı, onun temel
insan haklarına sahip olmasının temel sebebidir. Bu evrensel bir ilkedir ve insanlar arasında din, ırk,
cinsiyet, sınıf ve vatandaşlık ayrımı yapılamamaktadır. İnsan var olduğu için haklara sahiptir. Bu
hakların başında da hayatın dokunulmazlığı ve onurlu yaşam hakkı gelmektedir. Mevcut insan hakları
karşısında söylemlerin ya olumlu biçimde insan hakları bağımlılığı olarak görüldüğü ya da olumsuz
olarak reddiye ile karşılaştığını söyleyen Şentürk, insan hakları söyleminin kitleler ve siyasi otorite
üzerinde bağlayıcı bir etkisinin olmasının, onun yerli kültürel simge ve kodları kullanmasıyla mümkün
olduğunu, aksi takdirde tercüme bir insan haklarını söyleminin toplumsal bağlayıcılık özelliğinden
yoksun olduğunu ifade eder. Ayrıca İslam ve Batının insan hakları konusundaki görüşlerinin İslam’da
fıkıh, Batı’da ise hukuk çerçevesinde belirlendiğinin altını çizerek, İslam ve Batı medeniyetinin insan
hakları söyleminin evrenselcilik ve cemaatçilik arasındaki diyalektikte belirlendiğini vurgular.
5
İslam hukuku, insanı, Allah’ın şerefli bir kulu; insana tanınan hak ve hürriyetleri ise Allah’ın ihsanı ve
insanın doğal hakları olarak kabul etmiştir.
6
Toplum hayatında bireylerin ve toplulukların temel çıkış
noktasını hak olarak kabul ve beyan eden İslam, getirdiği hak ve hürriyetlerle toplum hayatında
faziletli ve erdemli bir hayat düzeni kurma çabası içindedir. Hak ve hürriyetlerin mutlak surette
korunmasını ve her türlü meşru olmayan müdahale ve ihlalden sakındırılmasını vaaz eden İslam,
hürriyeti, “ne kendisine ne de başkasına zarar vermemek şartıyla meşru dairede istediğini yapmak”
olarak tanımlarken, insana, insanın kendisi, ailesi, çevresi, doğası ve Allah üzerindeki haklarını
hatırlatır.
İslam insan düşüncesi, insanın haklara ve hürriyetlere sahip sosyal bir varlık olduğunu, kendisine karşı
görevleri olduğu gibi, içinde yaşadığı toplumuna ve başkalarına karşı da görev ve sorumluluklarının
olduğunu beyan eder. İstisnai bir yere sahip olan insan, eşsiz nitelikleri ile kâinatta ayrı bir yer
edinmiştir.
7
İnsana bu bakış açısından yaklaşan İslam, insan hakları konusunu bir hak olarak görmekle
beraber ahlaki bir konu olarak da değerlendirir. İnsanı sosyal, kültürel ve manevi bir şahsiyet olarak
gören İslam onun ihtiyaçlarını ve isteklerini göz ardı etmez ve ona, insanın Yaratıcısının çizdiği yolda
güven içinde ve huzurlu bir şekilde yaşayabileceği imkânlar tanır.

5
Recep Şentürk, İnsan Hakları ve İslam, İstanbul, Etkileşim Yayınları, 2006, s. 9–18.
6
Ahmet Akgündüz, İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi, İstanbul, Timaş Yayınları, 1993, s. 10–18.
7
İhsan Hamid El-Mafrey, “İslam ve İnsan Hakları”, (içinde), (Der.), İslam ve İnsan Hakları, (Çevirenler: Tahir
Yücel, Şennur Karakurt), İstanbul, Endülüs Yayınları, 1995, s. 15–17.

_________________
Mevla Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7721
Rep Gücü : 18110
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Empty
MesajKonu: Geri: İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam   İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam Icon_minitimeCuma Haz. 08, 2012 3:38 am

MEDİNE SÖZLEŞMESİ VE İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİNİN KARŞILAŞTIRMASI

Medine Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyanname’lerinin ortaya çıkışlarında çok ciddi sosyolojik ve psikolojik zeminleri vardır. 622 yılında İslam medeniyetinin kuruluşundaki zeminle 1948′de Avrupa’daki sosyolojik zemin arasında önemli benzerlikler göze çarpmaktadır. Batının 1948 yılında geldiği noktaya İslam medeniyeti 1326 sene önce gelmiştir diyebiliriz. Her iki sözleşmede de birey hukuku, kültürlerin hukuku ve devlet hukuku arasında denge kurulmaya çalışılmış ve birey, kültür grupları ve devlet yönetimi hakkındaki sınırlar çizilmiştir. Bu tür sözleşmelerde toplumsal empatinin ve birlikte yaşamanın bilinci görülmektedir.

Kültürel birliktelikler olmazsa toplum birlikte yaşamayı başaramaz. İnsanlar birbirleriyle sürekli kavga eden, savaşan, öldüren toplumlar haline gelirler. Bununla ilgili psikososyal deney yapılmıştır. Bir adaya 50 tane ergenlik öncesi gençler koyulur. Başka bir adaya da yine 50 tane aynı yaşlarda gençler yerleştirilir. Her iki adadakilere de üçer aylık süre tanınır. Birinci adadakilere, 3 ay boyunca serbest oldukları ve kendi tecrübelerini yazmaları istenir. Buradakilere hiçbir sınır konmaz, hiçbir amaç belirlenmemiştir, aralarında bir sözleşme yapılmadan bırakılmışlardır. İkinci adadakilerle küçük bir sözleşme yapılır. Bir amaç belirlenir, bu amaca göre bir ateş yakılır ve sönmeden devamlı yakılı tutulması istenir. O ateşin yakılmasıyla ilgili prensipler verilir. 3 aylık sürenin sonunda raporlara bakıldığında amacı ve sözleşmesi olan ikinci adadaki gençlerde kavgaların ve tartışmaların daha az olduğu, birlikte yaşamayı daha iyi başardıkları görülür. Birinci adadaki gençlerde ise sözleşme olmadığı ve keyfi bırakıldıkları için aralarında kavga, tartışma ve olayların çok fazla yaşandığı gözlemlenir. Bu deney, insanların birlikte yaşa­ma konusunda kendiliğinden bunu oluşturamadıklarım, insanlara bunun sunulmasının önemli olduğunu ortaya çıkarmaktadır. İslam dünyası dışındaki toplumların ancak 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi oluşturabilmesi ve ayrıca bu beyannamede Medine sözleşmesinin izlerinin görülmesi insanlığın bu tür sözleşmelere vahiyle ulaşabildiğini göstermektedir. İnsanlık Medine sözleşmesi gibi bir anlaşmayı kendi kendine yapamamıştır. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte gelen vahiyler, kitaplar, suhuflar vardır. Bu belgelerle yapılan sözleşmeler mevcuttur ama insanların hepsini birleştirebilecek bir sözleşme noktasına İslam medeniyetinin başlangıç döneminde ulaşılmıştır. Medine Sözleşmesi, insanlığın zihinsel olarak o seviyeye geldiğini fakat insanlığın olgunlaşmasının çok öncesinde olması bir vahiy sözleşmesi olduğunu gösterir -insanlık kendi olgunluğunu kısmi olarak 1948 yılında insan hakları beyannamesi ile göstermiştir.- Bu nedenle Medine Sözleşmesine medeniyet öncesi sözleşme de denilebilir.

Medine Sözleşmesi Bireyi Tanımlıyor

Medine Sözleşmesinin toplumsal empati açısından önemli unsurlarından biri, toplumun bağlılık duygusuna vurgu yapmasıdır. Bireyin toplumla bağını tanımlamakta ve insanın yaşadığı toplumdaki sınırlarını belirlemektedir. Kişinin, toplumun ve devletin hukuku arasındaki sınırları belirler. Sosyal faaliyetlere iştirakle ilgili yine sınırlamalar yapılır. Medine Sözleşmesi bireyin yatay ilişkilerinin hukukunu geniş biçimde tanımlarken, İHEB ise bireyin devletle olan ilişkisini tanzim etmede daha ileri seviyededir.

İnanç Özgürlüğü Getiriyor

Medine Sözleşmesi, Yahudi gibi diğer dini gelenekte olanları da vatandaş olarak kabul etmekte ve inanç özgürlüğü getirmektedir. Ortaçağ’da İspanya’da engizisyon mahkemeleri zorla Katolikleştirirken, kendi dininden olmayanları yok ederken, Medine Sözleşmesinde başka dinden olanları da İslam devletinin vatandaşı olarak kabul edildiğinin gösteren maddeler içermektedir. O tarihte başka dinlerden olanlara özgürlük tanıması konusunda yazılı teminat verilmesi ve hatta bunu güçlüyken yapabilmesi sözleşmenin çok öngörülü olduğunu göstermektedir.

Çok Hukuklu Sistemin Temellerini Atıyor

Medine Sözleşmesinde çok hukuklu bir sistemin temel taşları görülmektedir. Şehrin düzeniyle ilgili bir anlaşmazlık durumunda nasıl çözüleceği, dış tehlikelere karşı nasıl korunacağı belirlenmiştir. Farklı hukuklara teminat verilmektedir. Yahudilere kendi içerisinde dini hukuklarını ve kendi kurallarına göre evlilik ve medeni kurallarını düzenleme hakkı tanımaktadır. Müslümanlar da kendi kurallarına göre medeni haklarını belirleyeceklerdir. İngiltere’nin yapmaya çalıştığını İslam medeniyeti yüzyıllar öncesinde başarmıştır. Medine Sözleşmesi çok hukuku öngörmesi açısından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini geçmiştir. Çünkü 1948′deki beyannamede çok hukuklu sistem hakkında bir önerme yoktur.

Medine Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi farklı hukuklara ve inançlara saygı göstermektedir. “Herkesin dini kendisine” algısıyla farklı dindeki insanlara empati yapılmaktadır. Medine Sözleşmesinde “Benim gibi yaşayacaksın, benim gibi düşünmeyen tehdittir” yorumlaması görülmez. İnsan Hakları Beyannamesinde bile bu kadar açık ifade edilmemektedir.

Tek Tip İnsana Karşı Çıkıyor

Medine Sözleşmesi, fidye ve diyet konusunda Müslümanları ve Yahudileri kendi kuralları içersinde serbest bırakmıştır. Yahudileri Müslümanların fidye sistemine uyma gibi bir zorunluluk getirmemiştir. Benu ‘Afv Yahudileri kendi aralarında adet olduğu üzere önceki şekilde kan diyetlerini ödemelerine iştirak edeceklerdi. Onların geleneksel hukuklarına ve geleneksel birikimlerine saygı gösterildi. Bu kural da bize Medine Sözleşmesinin tek tip hukuk ve tek tip insan oluşturma çabasının olmadığını gösterir. Her kavmi olduğu gibi kabul etmekte ama bir kamu düzenini oluşturmayı hedeflemektedir.

“Genel düzeni bozmadığı sürece herkes kendi içersinde özgür hareket edebilir” anlayışının bu sözleşmede bulunması, çağının çok ötesinde bir anlaşma ve vahiy kaynaklı olduğuna delil olarak gösterilebilir. Mesela maddelerden birinde, Yahudilerle ilgili zulme uğramaksızın Müslümanlara karşıt olanlarla yardımlaşmazlarsa, yardım ve desteğe hak kazanacaklardır. Kendilerine karşıt olanlarla bir faaliyet içersine girmezlerse, kendilerine müdahale edilmeyeceği belirtilmektedir. Yine başka bir maddede “Yahudilerin dinleri kendilerine Müslümanların dinleri kendilerine” şeklinde açıklama vardır. Bu madde de çağın çok ilerisinde bir yaklaşımdır. Kendinden olmayanı düşman ve tehdit olarak gören ve yok etmeye çalışan tek tip insan yetiştiren kültür, 20. yüzyılın ideolojisidir. Günümüzde Amerika ve Batı kendi kültürünü, popüler kültürü dünyanın hakimi yapmaya çalışmaktadır. Medine sözleşmesinde böyle bir maddenin bir irade dışında imzalanıp deklare edilmesi, Ortaçağ’da Avrupa’nın hiç yapamadığı, günümüzde ise tam olarak içselleştiremediği, benimseyemediği bir kuraldır.

20. yüzyılda Tek Tip Kişilik

Hangtinton’un kültürler savaşı teorisine göre batı medeniyeti üstün ırk, diğerleri ise değişip batıya benzemesi gereken ötekiler olarak kabul edilir. Beyaz Anglo Sakson Protestan (WASP) ırk özne olmuş, dünya da özne olmayı terk edip nesne olmuştur. Aynı durum ülkemiz için de geçerlidir. Cumhuriyetin başında kendi kültürel benliğini bırakan Türk milleti özne olmaktan vazgeçerek batıya nesne olan ve onu taklit eden kültür haline geldi. Devletin resmî ideolojisi, “batı kültürüne benzemek modernliktir; benzememek gericiliktir” tarzında sunuldu. Tarihsel egosunu batıya teslim eden, kendi iddiası olmayan, sadece batıyı taklit eden bir kimlik oluşmuş. Fakat bu kimlik halkla doku uyuşmazlı­ğı yaşadığı için toplum kabul etmemiştir. Ama bunun sonucunda da kendi eski kültürünü koruyamamış, batılı da olamamıştır. Anadolu’da mevcut kültürün yasaklanması, batı kültürünün yayılmaya çalışılması fakat bunun kabul edilmemesi sonucunda arabesk kültür ortaya çıkmıştır. Osmanlı döneminde olmadığı kadar halk, Arap müziğini dinlemeye başladı. Bir tarafı doğu diğer tarafı batı olan karışık bir kimlik ortaya çıktı. Bu durum kültür politikalarında devrim olmayacağını gösterdi.

Benzer bir durum Çin’de de yaşandı. Mao kültürel bir devrimle seküler bir konfüçyüzmi (neo konfüçyizm) uygulamak istedi fakat başarılı olamadı. Çünkü çok güçlü ve oturmuş bir medeniyetleri vardı. Halk havza şeklinde medeniyetlerini devam ettirmiştir. Kendi medeniyetlerinin disiplini ile kapitalizmin ekonomik artılarını birleştirerek dünya ekonomisinde ciddi şekilde küresel bir özne oluşturdu.

Kendi kültürlerini koruyarak batının ekonomik kurallarını alıp kullanan Çin’in başarısını biz ülke olarak gösteremedik. Günümüzde hâlâ kıyafet tartışmaları nedeniyle entelektüel enerjimiz bu konulara harcandığı için ekonomik üretimimiz zarar görmektedir. Türkiye’yi küresel güç, üniversiteleri bilimsel merkez haline getirme yerine jandarmalık yapıp öğrencilerin kılık kıyafetleriyle uğraşılmaktadır. Ülkenin bunu aşamamasında kültürel olarak tercihlerini yanlış kullanmasının rolü vardır. Bu durum da Türkiye’deki resmî ideolojinin tek ulus, tek tip insan kavramı olduğunu göstermektedir. İnsan Haklan Evrensel Beyannamesine göre devletin resmî ideolojisi yoktur. Devlet ideolojiler arasın­da dengeyi sağlayıcıdır. Bütün insanların tek bir ideolojiye uyma zorunluluğu, Ortaçağ yaklaşımıdır. Ülkemizde geçerli olan anayasa, resmî ideolojisi olan darbe anayasasıdır. Kurulu düzenden çıkarı olanlar, toplumun büyük çoğunluğuna empati yapamadıkları için Türkiye’nin çağdaşlaşmasına karşı çıkarak bu anayasanın değiştirilmesini onaylamıyorlar. Aynı zamanda batıya da empati yapamadıkları için Avrupa Birliği’ne girmeyi Sevr olarak algılıyorlar. Avrupa Birliği’nin kültürel, siyasi ve toplum yönetimiyle ilgili standartları vardır. Türkiye’deki azınlık, birliğin bu temel değişmez kurallarına ve birliğin amacına empati yapamıyor. Hem girmek istiyorlar hem de değişmek istemiyorlar. Bu durum da ya algılama kusuru veya niyet bozukluğu olarak açıklanabilir.

Köleliğe Karşı Çıkıyor

Medine Sözleşmesi “Himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir. Ne zulmedilir ne de kendisi zulmedebilir” maddesiyle köleliğin değişmesini sağlamıştır. Köle alınan kimsenin veya himayesi altında bulunan grubun kendisi gibi kabul edilmesi, yediğinden yedirerek, giydiğinden giydirerek köleliği yavaş yavaş eritmeyi planlamıştır. 13 asır önce gündeme getirilmesine rağmen Amerika’da zenciler, Avrupa’da Yahudiler, Almanya’da Türkler 2. sınıf olarak ötekileştirilmiştir. Bu madde ötekileştirmeye karşı çıkarak herkesi kendin gibi görme anlayışını getirmiş ve ırkçılığa karşı çıkmıştır. Irkçılığı sorgulatan ve ona karşı tavır aldıran bir maddedir. Medine Sözleşmesinin bir başka maddesinde “Himaye verme hakkına sahip olanların dışında hiç kimse himaye veremez” denilmektedir. Bu maddeye göre hiç kimse patron gibi herkesin hamiliğine cüret edemez. Himaye vermenin hukuku belirlenmiştir. İnsanların bir cemaat, grup oluşturarak bir şeyler yapılmasını pek onaylamayan bir maddedir. Böylece menfaate dayalı hukuk oluşturulmasının ve himayenin suiistimali önlenmiş olmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de yayınlandığı yıldan itibaren köleliğe karşı çıkılmış ve köle ticareti yasaklanmıştır. Fakat Amerika’da yakın zamana kadar zencilere ikinci sınıf insan muamelesi yapılmıştır.

Savaş Hukukunu Belirtiyor

Günümüzde bütün dünyada savaşlar hukuksuz yapılırken, asırlar öncesinde Medine Sözleşmesi savaş hukukunu belirledi. Hangi savaşta, kimlerin masrafları nasıl karşılayacağı, savaş açanlara nasıl davranılacağı ile ilgili ilkeler sözleşmede yazıldı. Savaş esirlerine nasıl davranılacağı, güvenliği gibi konulara açıklık getirilmiştir. Bu maddeleriyle Medine sözleşmesine “Toplumsal Empati Sözleşmesi” de denilebilir. İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi onun modern versiyonudur. Medine Sözleşmesinde zalimlik yapılamaz deniyorsa, İHEB’de işkence yapılamaz denir.

Yasalar Önünde Adil Yargılanma Hakkı Veriyor

Sözleşmede yaşama özgürlüğü ve kişi güvenliği hakkı vardır. Herkesin yasalar önünde eşit olması ve kimseye imtiyazlı davranılmaması vurgulanmıştır. Birçok sahabenin Yahudilerle eşit ve aynı anda sorgulandığını gösteren rivayetler vardır. Her iki sözleşmede de (Medine Sözleşmesi ve İHEB) hiç kimseye keyfi davranılamayacağı belirtilir. “Ben yaptım oldu; hukuk da neymiş; emir demiri keser” gibi yaklaşımlar her iki sözleşmenin de ilkelerine aykırıdır. Adil yargılanma sırasında padişahın oğlunun veya kızının diğer insanlardan hiçbir farkı yoktur. Hukuksuzluk yaptıysa aynı cezalar onlara da uygulanır. Herhangi bir davada yalancı şahitlik yapılmasını istemek, resmi bir kurumda işinin bir an önce halledilmesi için torpil kullanmak, trafikte öne geçmek gibi yanlışlıkların hata olduğu bilinerek yapılabilir ama bunların doğru olduğunu savunmak çok daha yanlıştır. Hukuksuzluk ilkelliktir ve her iki sözleşme de insanlığın ilkellikten çıktığı­nı göstermektedir. Medeni toplumlarla ilkel toplumları birbirinden ayıran en önemli özellik hukuka saygıdır. Bu birey, toplum, sosyal hukuk gibi bütün hukuk dallarını kapsar. Hukuka saygı da insana değer vermek anlamına gelir.

Zulme Karşı Çıkıyor, Yardımlaşma Teşvik Ediliyor

Medine Sözleşmesi’nin “Hiç kimse müttefiklerine karşı bir cürüm işleyemez. Zulmedilene mutlaka yardım edilecektir” maddesi toplumsal empati anlayışım öne çıkarmaktadır. Bir kimse dövüldüğünde, bir evlat annesini babasını dövdüğünde çevredekilerin duyarsız kalmayıp yardım etmesi gerektiği teşvik edilmektedir. Zulmedilene yardım, zulmü önlemeye yönelik bir tavırdır. Haksızlığa uğrayana yardım etme devlete bırakılmıştır. Ayrıca sosyal yardımlaşma desteklenmiştir. Sözleşmede, “Yahudi Yahudi’ye, Müslüman Müslüman’a yardım edecek” denmiyor. Dil, din, ırk ayrımı yapılmadan zulmedilene yardım edilecek deniyor. Mesela birisi komşusuna zulmederse, öbür komşu zulmedilene yardım edecektir. Komşuluk hukuku ve yardımlaşma desteklenmektedir. Medine Sözleşmesi’nde yardımlaşma vurgusu çok yapılırken İHEB’de bu vurguya rastlanmıyor. Çün­kü batı yardımlaşmanın önemini yeni keşfetti. Amerika’da suç işleyen çocuklara ıslah evlerinde yapılan empati eğitiminde işkence gören insanların görüntüleri seyrettirilerek bu kişilerden birinin yakınlarının olması halinde neler hissedecekleri sorularak empati öğretilir. Bu eğitimden sonra topluma bırakılırlar. Batı bu eğitimlerin bilimsel olarak yararlarını anladıktan sonra zulme karşı çıktı ve yardımlaşmanın önemini anladı.

Diyalog Teşvik Ediliyor

“Makul” kelimesi Medine Sözleşmesi’nde sıkça kullanılmıştır. Bu kelime empati üretir ve uzlaşma çağrısı yapar. Makul, “akla yakın” manası taşımaktadır. Makul bir yerde birleşmek demek, her hangi bir konuda iki tarafın veya daha çok tarafın birer adım atması ve bir yerde uzlaşmasıdır. Makul olmayanda ise “illa benim dediğime tâbi olunacak” manası vardır. Makul kelimesinin çok kullanılması uzlaşmanın teşvik edildiğini gösterir. Medine Sözleşmesi farklı düşünce yapısındaki, farklı kültürlerdeki, farklı gelenekteki insanların makul bir şekilde bir araya gelmesini yani toplumdaki yatay ilişkileri teşvik etmektedir. Klasik devletçilikte, toplumda yatay ilişkinin tersine dikey ilişki, emir-komuta ilişkisi söz konusudur. Yukarıdaki otorite doğruları bilir ve ona itaat edilir. Otoriteye tabi olan da rahat eder. İHEB’de ise uzlaşma ile ilgili bir maddeye rastlanmamaktadır.

Muhalefete Hak Tanıyor

Medine’de İslam dininden olup da aykırı davranan kimseler bulunmaktaydı. Medine münafıkları denilen bu kişiler ikili oynayarak Müslümanları zor durumda bırakıyorlardı. Mesela savaşa gidileceği zaman söz verip de son anda yüzlerce kişinin savaştan çekilmesine sebep oluyorlardı. Bazı Müslümanlar bunları öldürmek istediler. Fakat buna izin verilmedi. Böyle davranan insanlarla mücadelenin, onları yok etmek olmadığı, onlarla diyaloga girerek açık açık konuşulduğunda gerçeğin zaman içersinde anlaşılacağı savunuldu. Çünkü onların da sevenleri ve sempatizanları vardı ve haksız saldırı gibi algılanabilirdi. Medine’deki uygulama bu tarz ikili oynayan, nifak psikolojisindeki insanlara karşı nasıl davranılacağı konusunda ipuçları veriyordu. Bu kişilere mütecaviz, saldırgan olmadıkça dokunulmaması gerektiği savunuldu çünkü her toplumda farklı düşünen, muhalif kişiler olacaktı. Münafıkları öldürmek, sürgüne göndermek, düşüncelerini değiştirmeye zorlamak İslam dininde izin verilmedi. Onun yerine bu insanlarla empati kurmaya çalışıldı. Neden bu kimseler yanlışlıklar yapıyorlar, kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarından üstün tutuyorlar diye psikolojileri anlaşılmaya çalışıldı. Münafığın tanımına bakıldığı zaman, kendi egosunu daha çok kutsallaşman ve seven, başkalarının çıkarları ile kendi çıkarı arasında tercih yaptığı zaman kendi egosunu tercih eden olduğu görülür. Bu kişilerin yapay çekicilikleri vardır. Bunların etrafında iyi niyetli olan kişiler vardır, onların bu münafıkları zamanla tanıyarak görmeleri gerekir. Bu da biraz bedel ödenmesini gerektirir.

Hz. Peygamber o zamana kadar yapılmamış ve çağlar öncesi bir tavırla muhalefetin olduğunu kabul edip, onla­ra karşı nasıl bir davranış alınması gerektiğinin yollarını göstermiştir. İnsanların tartıştığı zaman kılıcı çekip hemen sonuç aldığı, kız çocuklarının diri diri gömüldüğü, çocukların tanrılara kurban edildiği, diğer bir ifade ile pagan kültürünün bütün kurallarının yaşandığı bir kültürde kendine muhalefet edeni yok etmek yerine onun mizacına, düşüncelerine saygı duymak ve kararlarına müdahale etmemek üstün bir siyaset örneğidir. Mesela savaş kararı alındığında bir grup kimsenin savaşa gitmekten vazgeçmesi siyasi muhalefettir. Hz. Peygamber bu muhalefeti yok etmek yerine onların tercihi olarak gördü ve karışmadı. Bir müddet sonra münafıklar yalnızlaştılar ve Resulullah’ın haklılığı ortaya çıktı. Böylece muhalefetle mücadelenin bir hukuku olduğu ve ona göre mücadelenin yapılması gerektiği anlaşıldı. Hz. Peygamber’in Yahudilere ve münafıklara olan bu tavrı liberalist bir yaklaşımdır. Münafıklara özgürlük tanımış, serbest düşünce ortamının oluşmasını sağlamış ve zaman içinde hatalarının ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Hudeybiye Anlaşması

628 yılında Hz. Peygamber Kabe’yi ziyaret etmek için bin dört yüz kişi ile birlikte Mekke’ye hareket etti. Hudeybiye mevkiine geldiğinde, Mekkelilere haber gönderdi ve Kabe’yi ziyaret etmek istediklerini belirtti. Mekke’ye Müslümanların girmesini istemeyen müşrikler karşı çıktılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kesinlikle savaşmak için gelmediklerini, amaçlarının sadece Kabe’yi ziyaret olduğunu, isterlerse bir anlaşma yapabileceklerini söyledi. Mekkeli müşrikler de savaşmaya yanaşmadıkları için Hudeybiye Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın maddelerinden biri “Mekke’ den birisi Müslüman olarak Medine’ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medine’den Mekke’ ye sığınanlar iade edilmeyecekti.” Bu madde sahabelerin itirazına sebep oldu. Müslümanlar için zayıflık işareti olarak kabul edildi. Mekke’de bu sözleşmeyi imzalayanların oğulları Müslüman olup Medine’ye geliyordu. Sözleşme gereği üzülerek de olsa geri iade ediliyordu. Fakat daha sonra bu gençlerin sayısı arttı. Mekke’den kaçan fakat Medine’ye kabul edilmeyen Müslümanlar Mekke-Şam kervan yolu üzerindeki İs mevkiinde üslendiler. Kısa zamanda sayıları üç yüze ulaşan Müslümanlar, müşriklere karşı gerilla savaşı yürütmeye başladılar. Kureyş’in kervanlarına saldırıyor, ellerine düşen Mekkeli müşrikleri öldürüyorlardı. Mekkeliler kendilerinden olmayan Medinelilerin de içine almadıkları bu gruptan gördükleri zarar karşısında Medinelilerden ilgili maddenin anlaşmadan çıkarılması için başvurdular. Bunun üzerine Hz. Peygamber isteklerini kabul ederek Müslümanları Medine’ye çağırdı. Bu anlaşma, kendi çıkarına bile olmasa güçlü olanın dediğinin olmadığını, hukukun dediğinin olduğunu gösterdi. 13 asır önce hukuka saygının en güzel örneği yaşandı. Hukuka saygı, toplumsal empatinin bir parçasıdır.

Hukuk Vicdani Sorumluluğu da İçermeli

Batı da ise özellikle yasaların kutsallaştırılmasını Almanya’da görüyoruz. Çok çalışkanlık, kurallara bağlılık, zevkleri erteleme gibi püriten ahlak gösteren Almanların bu özelliği ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra çabuk toparlanmalarının sebebi olmuştur. Fakat bu tür toplumlarda içsellik olmadı­ğı için kurallar bozulduğunda kaos çıkar. Çünkü iç hukuk dediğimiz, vicdani sorumluluk yani yaratıcıya karşı bir sorumluluk yoktur. Kural öyle olduğu için sorgulamadan itaat eder. İslam hukuku kuralları kutsallaştırmadan vicdani boyutu ön plana çıkararak yardımlaşmayı vurgular. Gazetecilikte verilen bir örnek vardır. Kaza geçirmiş bir yaralı kıvranırken gazetecinin görevi onun fotoğrafını çekip haber yapmaktır, yardım etmek değildir. Kuralcı bir gazeteci görevini yapar, inisiyatif kullanıp yardımda bulunmaz. İşte bu örnekte olduğu gibi İslam hukukunun birinci görevi insani boyuttur ve vicdani sorumluluktur. Bu sebepten dolayı bu hukuk sistemi diğerlerinden daha ileridir.

Medine Sözleşmesi toplumsal empati açısından vizyonu daha büyük bir sosyal sözleşmedir. Bireyler arasındaki yatay ilişkinin hukuki tanımlamasına daha çok vurgu yapılmıştır. İHEB ise bireyin devletle olan ilişkisini tanzim etme açısından daha yüksek bir toplumsal sözleşmedir.

Related Posts:
MAKULÜN ZİNCİRLERİ; DİNİN HOŞGÖRÜSÜ
GÜNÜMÜZ İNSANINA YAŞAM SORULARI
KÜLTÜREL KİMLİK VE SOMUTTAN SOYUT İNANCA GEÇİŞ
İslam, Ahiler, Batı, İletişim ve Hayatı anlayabilmekte sünnetin önemi….

_________________
Mevla Görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ maddeleri ....islam
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
»  İslâm'da kadın hakları
» İlk İnsan.... İlk İnsan Toplumu ...ve Tarihi Gelişimi
» Katkılı Gıda Maddeleri ve Şifreleri
» Kuran Hükümleri Tarihsel mi Evrensel mi? Yüksel Çayıroğlu
» TÜKETİCİ HAKLARI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Eğitim & Ögretim-
Buraya geçin: