KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Empty
MesajKonu: HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ   HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Icon_minitimeCuma Eyl. 18, 2009 10:52 am

HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ

Allah'ın Resul'ünün çok eşli olma nedenlerini anlamamız için öncelikle eşlerini hangi sebeplerle aldığını bilmemiz gerekir.

Hz. Hatice.
Hz. Peygamber'in ilk ve en sevgili eşi. İlk iman eden bütün malını İslâmiyet'in yayılmasına ayıran yüce insan. Allah'ın Elçisi'nin 25 yaşında iken evlendiği eşi 40 yaşında dul ve iki çocuk sahibi bir hanımdı. 25 yıl mutlu bir evliliğin neticesinde 2 oğul ve 4 kızları olmuştu. Sağlığı ve gücü yerinde mutlak seçme hakkı olduğu halde Allah'ın Resul'ü Hz. Hatice'nin üzerine ikinci bir eşi hiçbir zaman almamıştır.

Sevgili Peygamber'imiz Hz. Hatice'yi kaybettikten sonra ona olan sevgi ve hatırasına hürmeten 3 yıl evlenmeyerek yalnız yaşamayı tercih etti. Ancak Arap Yarımadasının sıcak iklim şartlarına göre ileri bir çağ olan 53 yaşında İslâm Din'inin yayılmasına destek olacak eşlere ihtiyaç duydu. Bu ihtiyaç; kişisel arzu ve isteklerden tamamiyle uzak vahyin doğrultusunda ilâhî görevinin gerektirdiği hizmetlerdi. Kur'ân; Hz. Peygamber'in eşlerine öğretimle meşgul olma zorunluluğunu da yüklemişti. Ahzâb 33/34 :«Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti diğerlerine hatırlatın ve nakledin...»

Çok evliliği Hz. Peygamberimiz getirmemiştir. Kur'ân-ı Kerîm inmeye başladığı zaman dünyanın birçok yerinde ve Arabistan'da da birden fazla evlilik çok yayılmış normal bir adetti. Kişiler çok evli dahi olsa evlilik o çağın insanları arasında en etkili dostluk ve akrabalık bağı olarak algılanıyordu. İslâmiyet'in yayılması için bütün bu desteklere ihtiyaç vardı. Bunun için Hz. Peygamber'in bu amaca uygun eşler alarak yaşamında fedakârlık yapması gerekiyordu. Toplumlarda nüfusun yarısı kadın olduğuna göre; İslâmiyet'i onlara anlatacak öğretecek hanımlar seçilmeliydi. Bu evlilikler Din'in yayılmasında çok etkili olmuş birçok düşman kabile bu yöntemle İslâmlaştırılmıştır. Bugün elimizde bulunan hadislerin bir bölümü Allah'ın Resul'ünün eşlerinden kaynaklanmaktadır.

Yüce Allah'ın isteği doğrultusunda Hz. Peygamberin yaptığı evliliklerinin yöntemi 4 başlık altında toplanabilir.

1- İslâm uğruna çekilen sıkıntılara karşılık onları ödüllendirme. Hz. Sevde örnek olarak verilebilir.

Hz. Sevde.
Hz. Peygamber'in 2. eşi. İlk iman eden müslümanlardandı. Mekke'deki putperestlerin müslümanlara yaptıkları eziyetlere dayanamayarak kocası Sükrân ile Habeşistan'a sığındı. Orada eşi Hırıstiyan oldu ve bir müddet sonra da öldü. İnançları hiçbir zaman değişmeyen Hz. Sevde tekrar Mekke'ye dönmek mecburiyetinde kaldı. Müslüman saflarında savaşırken 16 yaşındaki oğlunu da kaybetti. Allah'ın Elçisi İslâmiyet uğruna çektiği bunca sıkıntılara karşılık Hz.Sevde'ye evlenme teklif etti. Bu sırada o bir kadın için geçkin bir çağ olan 50 yaşında bulunuyordu.

2-Kocası savaşta şehit olan kimsesiz dul hanımları koruma altına alma. Örnek olarak Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Zeynep verilebilir.

Hz. Ümmü Seleme.
Hz. Peygamberin 5.eşi kendisine derin bağlılığı ile ünlüdür. Kocası Abdulesed ile İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendi. Putperestlerin zulmü ile Mekke'den Afganistan'a ve sonra da Medine'ye hicret ettiler. Kocası Uhud Savaşı'nda şehit olunca 4 çocuğu ile dul kaldı. Hz. Peygamber kimsesiz kalan Ümmü Seleme ile evlenerek onu ve çocuklarını koruması altına aldı. O İslâmiyet'in azılı düşmanı müşriklerin komutanı Halid'in de yakın akrabasıydı. Halid bu evlilikten çok etkilendi ve iki yıl sonra da İslâmiyet'i kabul etti.

Hz. Zeynep.
Hz. Muhammed'in 8.eşi ve Huzeyme'nin kızıydı.İlk kocası Bedir Savaşı'nda ikinci kocası da Uhud Savaşı'nda şehit oldu. Böylece kimsesiz kalan Hz. Zeynep Allah'ın Resul'ü tarafından nikahlanarak koruma altına alındı. Ancak kendisi bu evlilikten üç ay sonra vefat etti.

3- En yakın dostlarının kızları ile evlenerek aileyi onurlandırma. Hz. Âişe Hz. Hafsa ve Cahş kızı Hz. Zeynep örnek olarak verilebilir.

Hz. Âişe.
Hz. Peygamber'in 3.eşi ve en yakın dostu birinci halife Ebubekir'in kızıdır. Mekke'de doğup büyüdü çok iyi bir terbiye alarak yetişti. Allah'ın Elçisi; Hz. Ebûbekir Ailesi'ni şereflendirmek için daha çocuk yaşında Hz. Âişe ile nikahlandı onu ancak büluğ çağında evine aldı. Çok zeki ve akıllı bir kadındı Hz. Peygamber'in eşi olarak gereken görevleri başarı ile yerine getiriyordu. 9 sene müddetle Hz. Peygamber'in en yakını olarak birçok hizmetlerde bulundu.Yüce Eşi'nin yanında askeri seferlere iştirak ediyor hasta bakıcı olarak da görev yapıyordu. Çok sayıda (Hz. Peygamberin sözü) hadisin günümüze kadar gelmesine vesile oldu. O İslâm'ın en büyük hukukçularından biri olarak kabul edilir.

Hz. Hafsa.
Hz. Peygamber'in 4.eşi ve yakın dostu ikinci halife Hz. Ömer'in kızıdır. Mekke putperestlerinin eziyetlerine dayanamayarak ilk müslümanlardan olan kocası Huzâfa ile birlikte Habeşistan'a daha sonraları da Medine Şehri'ne hicret etti. Uhut Savaşı'nda kocası şehit olunca dul kaldı. Allah'ın Elçisi Hz. Ömer'in isteği ile kızını eş olarak almış ve böylece akrabalık bağı ile onları onurlandırmıştı.

Cahş Kızı Hz. Zeynep.
Hz. Peygamber'in öz halasının güzelliği ve mağrurluğu ile ünlü kızı ve 7.eşidir. Arabistan'da azat edilen köleler haksızlığa uğratılıyordu. İşte bu kötü geleneği silmek ve onların da diğer insanlarla eşit olduğunu göstermek için Allah'ın Resul'ü; azat olmuş kölesi ve hukuken evlât edindiği kâmil insan Zeyd'i hala kızı Zeynep ile evlendirdi. Ancak eşler anlaşamıyor ve uyumsuzlukları devam ediyordu. Hz. Peygamber'in karşı çıkmasına rağmen Zeyd evliliği sona erdirdi. Hz. Zeynep bu olaylara çok üzülmüştü. Bir müddet sonra da Hz. Peygamber'e Zeynep ile evlenmesi için vahiy yoluyla emir geldi. Ahzâb 33/37 : Hani sen Allah'ın nimetlendirdiği senin de lütufta bulunduğun kişiye (eşini yanında tut Allah'tan kork) diyordun ama Allah'ın açıklayacağı bir şeyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun. Oysa ki kendisinden korkmana Allah daha lâyıktır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde mü minler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah' ın emri yerine getirilmiştir. Böylece hem Zeynep korunma altına alınarak onun mutsuzluğuna son verilmiş ve hem de Arap geleneğine göre : Evlâtlığın boşadığı kadını onun babalığı alamaz. adeti sona ermişti.

4- Düşman kabilelerinden kadın alarak onları İslâmiyet'e kazandırma. Örnek olarak Hz. Cüveyriye Hz. Ümmü HabibeHz. Safiyye Mısırlı Hz. Mâriye ve son eşi Hz. Meymûne verilebilir.

Hz. Cüveyriye.
Düşman Benû'l - Mustalik Kabilesi reisinin dul kızı ve Hz. Peygamber'in 6.eşidir. İlk kocası müslümanlarla yaptığı savaşta vefat etmişti. Esir düşen Hz. Cevriye cariye olacağı yerde Hz. Peygamber'in eşi olmuştur. Allah'ın Elçisi bu evliliği gerçekleştirmekle akraba bağı oluştuğundan düşman kabilesi mensupları da İslâmiyet saflarına geçmekte gecikmemişlerdir.

Hz. Ümmü Habibe.
Mekke putperestlerinin lideri ve başkomutanı Hz. Peygamber'in baş düşmanı Ebu Süfyan'ın kızı ve 9.eşidir. Babasına rağmen kocası Cahş ile ilk müslümanlardan olmuş mürşiklerin baskısına dayanamayarak Habeşistan'a hicret etmişti. Orada eşi din değiştirerek Hıristiyanlığı kabul etmiş ve bir müddet sonra da ölmüştü. İlk evliliğinden bir çocuğu olan Hz. Ümmü Habibe bütün varlığı ile İslâmiyet'e sadık kalmış ve babasının lideri olduğu Mekke Şehri'ne de geri dönmemişti. İşte bu vefanın karşılığı olarak Allah'ın Resul'ünden; Habeşistan'ın dost kıralı Necasî'nin aracılığı ile evlenme teklifi alınca sonsuz mutluluğa ermişti. Müslüman bir kadının ulaşabileceği en büyük ödül. Bu evlilikten sonra baba Ebu Süfyan'ın Hz.Peygamber'e olan düşmanlığı da azalmaya başlamıştı. Yüce Allah Müntehine 60/7 de şöyle buyurmaktadır : «Olabilir ki Allah sizinle onlardan düşman olduklarınız arasına bir sevgi koyar...»

Hz. Safiyye.
Hz. Peygamber'in 10.eşi Hayberli Yahudi kızı. Müslümanlarla Yahudiler arasında geçen Hayber Savaşı'nda kocası öldü. Kendisi de esir düşerek Hz. Peygamber'e ganimet payı olarak ayrıldı. Allah'ın Resul'ünün: Kendi dininde kal seni memleketine göndereyim. Eğer istersen İslâmiyet'i kabul et seninle nikâhlanayım. teklifine hemen olumlu cevap verdi. Bu evlilik; harpte mağlup olan Yahudiler arasında etkisini göstermiş bir kısmının İslâmiyet'i kabul etmesine vesile olmuştu.

Mısırlı Hz. Mâriye.
Hz. Peygamber'in 11.eşidir. Mısır Kralı Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderildi. Allah'ın Resul'ü de onu cariye değileş olarak kabul etti ve nikâhladı. Bu evlilik Mısır Halkı'nın İslâmiyet'e sıcak bakmasında çok etkili olmuştur.

Hz. Meymûne.
Hz. Peygamber'in son ve 12.eşidir. Allah'ın Elçisi putperest Mekke'liler ile münasebetlerinde düşmanlığın ortadan kalkmasını istiyordu. Mekke'li dul bir hanım olan Hz. Meymûne' nin muhtelif kabilelerin hatırlı kişileri ile evli 8 kızkardeşi bulunuyordu. Bunların kocaları Mekke'de geniş bir etki sahasına sahiptiler. Bu evlilik Mekke Halkı ile gerginliğin azalmasına vesile olmuştur.

Allah'ın Resul'ü; 53 yaşından vefatı olan 62 yaşına kadar birçoğu yaşlı ve çocuklu olan dul hanımlar ile evlendi. Böyle ileri bir çağda nefsinin hoşlandığı duygularının veya cinsel isteklerinin tatmini için eşler alsaydı mutlaka genç güzel ve çekici hanımları tercih ederdi. İlk eşinden sonraki evlilikler Yüce Allah'ın isteği (vahyi) doğrultusunda dini yayma nedenleri ile gerçekleşmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Empty
MesajKonu: Geri: HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ   HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Icon_minitimeCuma Eyl. 18, 2009 10:53 am

Hz. Peygamber’in Evlilikleri
Yazan: Mustafa Râvî

Bu yazıyı ilk defà, ismi inanın hiç lázım olmayan, bunu sonradan anladığım, bir sitede, farklı bir müstear ad ile yayımlamıştım. Yazıyı çok az gözden geçirip değiştirerek buraya da alıyorum. Yazıda rastlayacağınız ufak imlá tutarsızlıkları, o dönemki imlá anlayışımın epey değişmesindendir. Umarım istifade edilir; internette dolaşıp duran bazı càhilce ve dahì akılsızca ve edebsiz láfazanlıklar, hak ettikleri ítibar kaybına mümkün olduğu kadar uğrarlar.

Bu arada burada ismi geçen her iki Peygamber için “Allah onlara iyilikler indirsin ve onları selámete erdirsin” (sallellàhu aleyhimá ve sellem) ve bütün sahabíler için “Allah onlardan ràzı olsun” (radıyallàhu anhum) diyorum. Lütfen siz de deyiniz.

Hz. Peygamber, ilk olarak 25 yaşında evlenmiş ve 50′li yaşlarına kadar tek hanımı olan Hz. Hatice ile beraber yaşamıştır.

Hz. Hatice’nin ölümüyle iki veya üç yıl kadar bir tür yas tutmuş ve hanımsız kalmıştır. Bu süre boyunca hiçbir kadınla evlenmemiş, hiçbir kadına el sürmemiştir. [Revizyon/Gözden Geçirme Notu: Hz. Aişe ve Sevde annelerimizle olan nikáhları sadece bir nişan niyetine olduğu ve evlilik hayátı şeklinde yaşanmadığı için, bu paragrafta onları yazmamıştım, ondan aşağıda göreceğiniz diğer bir paragrafta bahseylemiş idim.]

Ondan sonra ise önce en sevgili dostu Ebu Bekir ile olan dostluğunu pekiştirmek ve zeki bir kadını bir din bilgini olarak bizzat yetiştirmek için, onun kızı Âişe ile hayatını birleştirmiştir. Şayet Sahih-i Buhari’de yer alan rivayet doğruysa altı yaşındayken nişan niyetine yapılan bir nikâh kıydığı Hz. Aişe dokuz yaşına geldiğinde ve onun babası olan Hz. Ebu Bekir “ey Allah’ın elçisi eşini artık yanına almalısın” dediğinde Hz. Aişe’yi yanına almıştır, aynı evde karı koca hayatı yaşamaya başlamıştır. Ancak çok kimse tarafından güvenilir bulunan başka bazı rivayetler bu evliliği Hz. Aişe’nin daha geç yaşlarına yerleştirmektedirler, bu da belirtilmelidir.

Hz. Aişe ile yaklaşık aynı zamanda nişanlandığı ama Hz. Aişe gibi kendisiyle de iki üç yıl kadar karı koca hayatı yaşamayıp evine almadığı diğer bir eşi ise yaşı kendisinden büyük olan Hz. Sevde idi. Hz. Sevde küçüklüğünde Hz. Muhammed’e (selamet ve salât onun üzerine olsun) âşık olmasıyla bilinirdi. Ancak kaderin şartları gereği Hz. Sevde başkasına eş olarak gitmek zorunda kalmış ve Hz. peygamber ile ancak kendi eşinin ve Hz. Hatice’nin vefatından sonra evlenme fırsatı yakalamıştı.

Bu evliliklerden hemen sonra Müslümanların siyasi ve askeri bir güç haline gelmek zorunda kaldıkları Medine dönemi başladı.

Bu dönemde çok sayıda mümin erkek şehit oluyordu veya eşleri Müslüman olmayıp kendilerini boşayan birçok kadın eşsiz ve korumasız kalıyordu. Bunun üzerine, sanırım Bedir veya Uhud savaşlarından birinin ardından, mümin erkeklere kocasını kaybeden bu savunmasız kadınlarla ikişer, üçer, dörder evlenmeleri emredildi. Ancak aynı ayetlerde, şayet bu savunmasız kadınlara adaletli davranmayacaksınız, o zaman bir tek eşinizden fazlasını nikahlamamalısınız, dendi. Söz konusu ayet Nisa Suresi’nin üçüncü ayetidir: “Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kadınlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o takdirde bir tane nikâhlayın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.”

İşte kocasız ve savunmasız kalan bu dulların, sayıları kadınlara nispeten az olan mümin erkekler tarafından ikişer, üçer, dörder nikâhlanmasını emreden bu ayetten sonra Hz. Peygamber de daha fazla dul kadınla evlendi. Nitekim hz. Peygamberin evlendiği tek bakire kadın Hz. Aişe’dir.

Hz. peygamber Medine dönemindeki bu evliliklerinde dul kadınlara diğer az çok varlıklı müminlerin de yapmakla emrolunduğu gibi sahip çıkmayı hedeflemenin yanında, düşman kabilelerle evlilik bağı kurarak yakınlaşmayı da hedefliyordu. Bu yaklaşım, Arabistan ve Ortadoğu’da, ve hattá yakın dönemin monarşi ile yönetilen Avrupa’sında, bütün siyásí liderlerin uyguladığı veya en azından uygulamaya çalıştığı bir siyásí yakınlaşma ve arayı ılımanlaştırma yöntemi idi.

Meselâ Mekke’nin liderliğini Ebu Cehil’den devralan Ebu Süfyan’ın dul kalmış kızı ile, Müslümanlarla yaptığı anlaşmaya ihanet eden ve karşılığında idam edilen Yahudi lideri İbnu Hüyey’in kızı Safiyye ile evlenmişti Allah’ın elçisi. Böylece onların kabileleri ve güçlü erkek akrabalarıyla akrabalık bağı kurarak arayı yumuşatmayı, kırgınlıkları gidermeyi amaçlamıştı.

Görüldüğü üzere, Hz. peygamberin dul kadınlara sahip çıkma ve rakip kabile liderleriyle kan bağı kurma vazifesi, diğer müminlerinkinden daha fazla ve öncelikli olduğu için, ona dört kadından fazlasıyla evlenme izni verilmiştir. Belki de daha doğrusu, buna “daha önceki Hz. Mùsà şeríatında hiç bulunmamış dört kadın kısıtlaması gelmezden önce evlendiği eşlerini boşamama emri” demek daha doğru olur. Onun aynı anda evli olduğu kadın sayısı en fazla dokuz olmuştur.

Ey, Allah’ın sevgilisi, sana milyonlarca kez selâm ve salât olsun. Seni anlamayan, hiç tanımayan kin ve/veya cehàlet ehli seni nelerle suçluyorlar, oysa sen aslında nasıl bir hayat sürdün… Tàrihì gerçekleri adam gibi okuyun, anlayın ve öğrenin ey akıl sahipleri!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Empty
MesajKonu: Geri: HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ   HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Icon_minitimeCuma Eyl. 18, 2009 10:55 am

Bilindiği gibi, Mekke dönemi daha ziyade iman esaslarının, Medine dönemi ise İslâmî hükümlerin tesis ve tahkim dönemidir. Bu dönemde cereyan eden olaylar, ya geçmişten gelen toplumda yer etmiş batıl bir hükmü kaldırıyor, yerine yenisini koyuyor, ya da yepyeni bir hüküm ihdas ediyordu.

Hz. Zeyneb'in gerek Efendimizden önce Hz. Zeyd'le evlendirilmesinde, gerekse daha sonra Efendimizin onunla evlenmesinde, diğer hanımlarından farklı, Cahiliyet Dönemi adet ve geleneklerini kaldıran hükümler ortaya çıkmıştır.

Peygamber Efendimizin evliliklerinde gerek o zamanın münafıkları, gerekse yeni zamanın dalalet ehli tarafından en çok dile dolanılıp itiraz edilen Hz. Zeyneb'le olan evliliğidir. Ayrıca çok önemli hükümlerin ortaya çıkmasına sebep olan bir evliliktir.

Bütün bu sebeblerle bu evliliğin nikâhı bir "akd-i semavi"dir. yani bizzat Cenab-ı hak tarafından kıyılmıştır. .

Cahiliyyet döneminde kölelik ve imtiyazlı sınıf kavramı en koyu biçimde yer etmişti. Bunun ortadan kaldırılması ve insanların Allah katındaki üstünlüğünün sınıf, rütbe, ırk farklılığıyla değil, takva ile olacağı vurgulanmalıydı. Bunun için en hassas konulardan biri olan evlilik ile bu yanlışın kaldırılması gerekliydi.

Efendimiz Zeyneb gibi asil soylu ve güzel bir kızı, kendi azad ettiği hizmetçisi Zeyd ile evlendirmekle bu alanda bir adım atmak istemişti Ancak toplumdaki yaygın kanaatlerin etkisiyle olacak ki, Zeyneb ve kardeşleri önce bu evliliği uygun görmediler. Hür bir kadının, azatlı bir köle ile evlenmesi o günkü geleneğe uymuyordu.

Zeyneb, Resulullah'a, "Ya Resulallah, ben senin halanın kızıyım, ona varmaya razı değilim, üstelik ben Kureyş'liyim." diye görüşünü beyan etti. Resulullah, Zeyd'in kendi yanındaki ve İslâmdaki değerini anlatıp, aslında ana baba tarafından asil ve soylu bir kimse olduğunu belirti.

Derken, Ahzab suresinin 36. ayeti nazil oldu: "Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur."

Bunun üzerine Zeyneb, "Ben Allah ve Resulüne asi olamam" diyerek bu evliliği kabul etti.

Fakat bu evlilik iyi yürümedi. Aralarında samimî bir sevgi ve saygı oluşmadı. Zeyneb, dindar ve Allah'tan korkan bir kadın olmasına rağmen, güzelliği, asaleti ile iftihar ediyor, azatlı bir köle olan kocasına iğneleyici sözler söyleyip tepeden bakıyordu.

Hz. Zeyd, artan bu geçimsizliğe dayanamadı. Efendimize müracaat ederek karısını boşamak istediğini söyledi. Efendimiz çok müteessir oldu. Çünkü bu evliliği isteyen bizzat kendisi idi. Toplumun yanlış algılamalarını kırmak istiyordu. Bu sebebten her defasında Zeyd'e "Karını tut, boşama" diyordu. Ancak her şeye rağmen bu evlilik bir seneden fazla sürmedi. Zeyd, sonunda karısını boşamak zorunda kaldı.

Aradan bir süre geçtikten sonra, sıra Cahiliyette yaygın bir başka yanlış adetin kaldırılmasına gelmişti. Bu da evlâtlıkların, öz evlât gibi kabul edilmesi, dolayısıyla onların hanımları da babalıkların öz kızı hükmünde telâkki edilmesi yanlışı idi.

İslâm, evlâtlık kurumunu temelden değiştirmişti. Ayet-i Kerime bu konuda gayet açıktı:

“Onları, yani evlâtlıklarınızı babalarının ismine nisbet ederek çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar zaten sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” (Ahzab suresi, 5)

Bu ayet nazil olduktan sonra Zeyd, artık Zeyd bin Harise diye babasına nisbet edilerek çağrılmaya başlandı. Evlâtlığın kaldırılmasından sonra, evlâtlık hanımlarının da öz kız gibi olmadığı ortaya çıkmış oldu. Ancak bunun bir örnekle de ispatlanması ve kökleştirilmesi gerekiyordu. Bu da Hz. Peygamberin, Hz. Zeyneb'Ie evlenmesi ile mümkün olacaktı. Ancak yerleşik bir adeti ortadan kaldırırken ortaya çıkacak fitne ve dedikodular Efendimizi düşündürüyordu. Ama İslâmın getirdiği bu prensip, kesinlikle kendi üzerinde uygulanacaktı. Bundan kaçınılamazdı. Nitekim bu hususu Kur'an-ı Kerim şöyle dile getirir:

"Hani Allah'ın iman nasib ederek ikramda bulunduğu ve senin de azad edip evlâtlık edinerek ikramda bulunduğun kimseye sen, 'hanımını bırakma, Allah'tan kork' diyordun. Sen o zaman, Allah'ın açıklayacağı bir şeyi bildiğin halde, insanların dedikodusundan korkuyordun. Halbuki Allah korkulmaya daha layıktır. Sonra Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikahladık. Ta ki evlâtlıkların boşadığı hanımlarla evlenmenin mü'minler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir."(Ahzab suresi,37)

Bu ayetin nazil olmasından sonra, Hicretin 5. yılında, Zeyneb, 35 yaşında iken Efendimizle semavi bir akitle evlenmiştir.

Nitekim bu evlilik üzerine münafıklar boş durmadı. "Muhammed, oğlunun karısının haram olduğunu bildiği halde, kendi oğlunun hanımını nikahladı!" demeğe başladılar. Bunun üzerine Ahzab suresinin 40. ayeti nazil oldu:

"Muhammed, hiçbirinizin babası değildir, O Allah'ın Resulüdür ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah ise her şeyi hakkıyle bilir."

Peygamberler ümmetleri için bir nevi baba hükmünde olup, onlara kendi babalarından daha büyük bir şefkatle baktıkları halde, bu neseb itibariyle bir babalık değildir. İşte ayet-i kerime bu sebeble Peygamberlerin ümmetlerinden hanım almasının akla, ilme ve tabiata uygun düşmeyen bir durum olmadığını açığa çıkarıyordu. Böylece İslâm, evlâtlıkla öz evlâd hukukunu birbirinden ayırıyordu. Ancak bu adet o kadar köklü ve yerleşik idi ki, o gün müslümanlar arasında bile kimse böyle bir evliliğe cesaret edemezdi. Bu yüzden o günkü münafıklar bu evliliği dillerine dolamış, çeşitli senaryolar üretmişlerdir. Hatta bu evliliği Efendimizin haşa nefsaniyetine düşkünlüğüne delil göstermek istemişlerdir.

Bu evliliği nefsanî ve şehevanî telâkki edenlere üstad Bediüzzaman'ın veciz ve susturucu cevabı şöyledir:

"Yüz bin defa haşa ve kella. O damen-i muallaya, şöyle pest şübehatın eli yetişmez. Evet, on beş yaşından kırk beş yaşına kadar hararet-i gariziyenin galeyanı hangamında ve hevesat-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemal-i iffet ve tamam-ı ismetle Hatice'tül Kübra (ra) gibi ihtiyarca bir tek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zatın, kırktan sonra, yanı hararet-i gariziye tevakkufu hengamında ve hevesat-ı nefsaniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücatı, bizzarure ve bilbedahe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir." (Risale-i Nur Külliyatı l.cilt, s. 357)

Hz. Zeyneb'i daha önce bakire iken de tanıyan Efendimiz, onu Zeyd'le evlendirmeden önce de evlenebilirdi. Buna bir engel yoktu. Demek ki, bu evlilikte toplumda yaygın eski yanlışların düzeltilmesi ve yeni bir takım hükümlerin yerleştirilmesi gibi önemli hikmetler vardır.

Peygamberimiz'in (s.a.) çok evliliğinin hikmetleri...

Kaynaklar:

İhsan Atasoy, Peygamberimiz Neden Çok Evlendi?, Nesil Yayınları, İstanbul, 2002, ss. 133- 137.

Yrd. Doç. Dr Muhittin AKGÜL, Yeni Ümit
***********************
Peygamberimizin eşleri şunlardır.

Hz. Hatice (r); Hz. Sevde binti Zem’a (r); Hz. Aişe (r); Hz. Hafsa binti Ömer (r); Hz. Zeynep binti Huzeyme (r); Hz. Zeyneb binti Cahş (r); Hz. Ümmü Seleme (r); Hz. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) (r); Hz. Cüveyriye binti Hâris (r); Hz. Safiyye binti Huyey (r); Hz. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) (r); Meymûne binti Hâris (r)

Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur:

Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi.

Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimizin evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor.

25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedül-Emîn" unvanını vermişlerdi.

Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir.

Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır.

Müşrikler, amcası Ebu Talip'e gelip, "yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin." dediler.

Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi:

"Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar 'vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem."

Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter.

İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur.

Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır.

Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, Neslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den İbrahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir.

Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur.

Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir.

Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul.

Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir.

Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir.

İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır.

Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür.

Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir.

EZVAC-I TAHİRAT OKULU

Medine dönemi, İslâmî hükümlerin yoğun biçimde geldiği ve Resulullah tarafından ümmete öğretildiği dönemdir. Erkek sahabeler Mescid-i Nebevi'de her zaman Resulullah'ı görüp, müşkillerini sorup cevaplarını alabiliyorlardı. Neyi niçin ve nasıl yapacaklarını kolaylıkla öğrenebiliyorlardı. Hanımlar için bu konu o kadar kolay olmuyordu. Onların da soracakları öğrenecekleri vardı. Bu maksatla hanımlar durumu Resulullah'a arzederek, kendileri için Hane-i saadettte haftanın bir gününü ayırmasını istediler. Resulullah, onların bu teklifini kabul etti. Ve hanımlar haftanın bir günü Efendimizle bir araya gelip, sorularını sorup dini ahkama dair cevaplarını alıyorlardı. Böyle bir ders sırasında hanımlar Efendimizle bir arada iken, enteresan bir hadise cereyan etti. Bir ara hanımlar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Sesleri normalden fazla yükselmişlerdi. Birbirlerine cevap yetiştiriyorlardı. O sırada kapının önünden geçmekte olan Hz. Ömer, Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşulmasından rahatsız olup, kapıyı çaldı. Kapıyı aralar aralamaz, onu gören hanımlar hemen sesi soluğu kesip, kendilerine çekidüzen verdiler. Hz. Ömer, bu durumdan da rahatsız oldu ve:

"Hanımlar, bu nasıl iş, benden çekiniyorsunuz, ama Resulullah'ın huzurunda gürültülü konuşmaktan sakınmıyorsunuz" diye kadınları ikaz etmekten kendini alamadı. Bunun üzerine hanımlar, içten gelen bir itirafta bulundular:

"Ya Ömer sen çok sertsin. Resulullah öyle değil." diye karşılık verdiler.

Her şeyini Resulullah uğruna feda eden Hz. Ömer, onunla ters düşmüş olmaktan hoşnut olmadı. Bunu farkeden Gönüller Sultanı araya girerek:

"Ya Ömer, sen geniş bir caddede yürüsen şeytan da karşıdan gelse seni görüp yolunu değiştirir." diyerek gönlünü aldı. İşte hane-i Saadet, bir nevi hanımlar okulu olmuştu. Özellikle Efendimizin hanımları bu okulun devamlı öğrencileri, bir manada öğretmenleri idi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Raşit Küçük bu hususu şöyle dile getirir :

"İslâmın hükümleri hem erkek, hem de kadın cinsini kapsayıcı niteliktedir. Fakat sadece erkeklere ve sadece kadınlara yönelik hükümler de vardır. Hz. Peygamber genel hükümlerin veya erkeklerle ilgili hükümlerin öğretilmesi hususunda fazla sıkıntı çekmiyordu. Çünkü onlar kendi cinsleriydi. Kadınlarla ilgili ahkamın öğretilmesinde, yaşanmasında ve yaşatılmasında müşküllerin halli ve soruların cevaplandırılmasında kadınlardan faydalanmak mecburiyetindeydi. Peygamber Efendimizin değişik yaş ve kabiliyetteki hanımları mümin hanımlar için bir eğitim-öğretim kadrosu niteliği taşıyordu. Âdeta, evleri bir mektep, onlar da bu mektebin eğitimcileriydiler. Peygamber Efendimizin vefatından sonra da bu durum canlılığını koruyarak, hatta artarak devam etmiştir." (1993, İzmir, Ebedî Risalet Sempozyumu Tebliği)

Aslında Resulullah'ın Medine'de Mescid-i Nebevinin civarında bulunan okulu iki bölümden oluşuyordu. Biri, erkek sahabelerden oluşan "Ashab-ı Suffe Okulu" Diğeri, hanımlardan oluşan, "Ezvac-ı Tahirat Okulu"

Gerçekten, İslâmî hükümlerin doğrudan doğruya Resulullah'tan öğrenilip, ümmete ders verilmesinde Ezvac-ı Tahirat'ın haneleri bir okul, kendileri de o okulun hem daimî öğrencileri hem de öğretmenleri idiler. Bu görev, yukarda da belirtildiği gibi, Efendimizin ahirete intikalinden sonra da devam etmiştir. Suffe Okulunun önde gelen "Demirbaş bir talebesi" ve bütün hayatını hadislerin muhafazasına vakfeden, bu hizmeti yerine getirirken hafızasının kuvvetlenmesi için Resulullah'ın duasına mazhar olan Ebu Hureyre olduğu gibi, Ezvac-ı Tahirat okulunun önde gelen birinci talebesi de zeka, hafıza ve kavrayış gibi üstün kabiliyetlere sahib olan Efendimizin biricik eşi, Hz. Aişe'dir. Nitekim, "Muksirun" diye anılan en çok hadis rivayet eden sahabelerin başında 5374 hadisle Suffe okulunun baş öğrencisi Ebu Hureyre geldiği gibi, dördüncü sırada 2210 hadisle de "Ezvac-ı Tahirat Okulu"nun öncüsü Hz. Aişe gelir.

Evet, İslâm, en son ve en mükemmel din olarak, insan hayatının bütün safhalarına ait, değişik derecede öneme haiz hükümler getirmiştir. Bu hükümlerin tesbiti, tâlimi ve hayata intikali Asr-ı Saadetin en öncelikli ve önemli hizmeti idi. Çünkü hayatın her anında ve her safhasında Allah'ın razı olacağı tarz ve şekil , yani dinin kendisi tesbit ediliyordu.

Bu gerçeğin idraki için kaynaklara eğildiğimizde, karşımıza, bu müminlerin anneleri ile bu "Ezvac-ı Tahirat" eliyle muhteşem bir hükümler ve sırlar hazinesi çıkıyor. Ve bu hazinenin ümmete açılması gibi kutsal bir görev, bu evliliklerin şaşmaz gayesi olarak beliriyor.

Diyebiliriz ki, bu hanımları, özellikle bunlar arasında çok özel bir yeri olan Hz. Aişeyi devreden çıkaracak olsak, İslâm dininin neredeyse yarısı kadar olan bir hükümler manzumesini de yok farzedecektik!.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Empty
MesajKonu: Geri: HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ   HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Icon_minitimeSalı Ara. 20, 2011 5:33 am

Mevzuyu ilk önce, O pâk şahsiyete bakan yönüyle ele alalım. Her şeyden
evvel bilinmelidir ki, güzel ahlakın zirvesinde olan Efendimiz (ASM),
yirmi beş yaşına kadar hiç evlenmedi. O sıcak memleketin hususî durumu
da göz önüne alınacak olursa, bu kadar zaman iffetiyle yaşaması ve bunun
da, dün ve bugün böylece kabul ve teslim edilmesi, O’nda iffetin esas
olduğunu ve müthiş bir irade ve nefis hâkimiyeti bulunduğunu gösterir.
Eğer bu hususta, Efendimizin (ASM) küçük bir hatası bulunsaydı, dünkü ve
bugünkü düşmanları, bunu cihana ilân etmekten bir an bile geri
kalmayacaklardı. Hâlbuki eski ve yeni bütün düşmanları, O’na hiç
olmayacak şeyleri dayandırdıkları hâlde, bu yönde bir şey söyleme
cüretini gösterememişlerdir.

Peygamberimiz (sav) ilk evliliklerini, yirmi beş yaşlarında iken
yaptılar. Bu evlilik, Allah ve Resûlü (asv) katında çok yüce ve
müstesna; fakat başından iki defa evlenme geçmiş kırk yaşındaki bir
kadınla olmuştu. Bu mutlu yuva tam yirmi üç sene devam etmiş ve
peygamberliğin sekizinci senesi kapanan bir perde gibi, arkada acı bir
hasret bırakarak sona ermişti. Bu defa Efendimiz (sav) yirmi beş yaşına
kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Evet, aile, çoluk çocuk her
şeyiyle yirmi üç senelik bu mesut hayattan sonra, yeniden dört beş sene
bekâr olarak yaşamışlardı ki; yaşları da elli üçe ulaşmış bulunuyordu.

İşte, diğer bütün evlilikleri de böyle evliliğe alâkanın azaldığı bu
yaştan sonra başlar ve devam eder ki; sıcak bir memlekette elli beş
yaşından sonra yapılan evlilikde, insani bir arzu ve şehevîlik görmek,
ne insafın, ne de akıl ve kalbin kabulleneceği bir şeydir.

Burada akla gelen diğer bir mesele de, Efendimizin (ASM) peygamberliğinin çok evlenmeyi gerektirdiği yönüdür:

A) Evvelâ, bilinmelidir ki, bu meseleyi, bu şekilde medar-ı bahs
edenler, ya hiçbir din ve prensip kabul etmeyenlerdir ki, onların böyle
bir şeyi kınamaya aslâ ve kat’â hakları yoktur. Zira onlar, bütün
prensiplere karşıdırlar. Hiçbir kânun ve kayda tâbi olmaksızın, pek çok
kadınla münasebet kurar; hatta mahremleriyle dahi nikâha müsade ederler.
Yahut bunlar, belli kitaplara dayanan farklı din mensuplarıdır. Onların
hücumu da, insafsızca, garazlı ve araştırılıpdüşünülmeden yapılmış,
hatta kendi namlarına üzülecek bir durumdadır. Çünkü, ellerindeki
kitapların ve o kitaplara bağlı cemaatlerin kendi peygamberleri olarak
kabul ettikleri, nice büyük peygamber vardır ki; bunlar birçok kadınla
evlenmiş ve başlarından daha çok nikâh geçmiştir.

Meselâ; Süleyman (as) ve Davud (as) peygamberleri düşününce, onlara
mensup olduklarını iddia edenlerin bu meseleye itiraz etme hususunda
insaflı davranmadıkları açıkça ortaya çıkar. Dolayısıyla, çok kadınla
evlenmeyi, Peygamberimiz (sav) başlatmadığı gibi; aynı zamanda çok
evlilik, nübüvvetin ruhuna da zıt değildir. Kaldı ki; daha sonra
görüleceği gibi birden fazla evliliğin peygamberlik vazifesi açısından
da, düşünülenlerin de ötesinde pek çok faydaları vardır.

Evet, çok kadınla evlenme, özellikle yeni dini hükümler ve şeriatlarla
gelen peygamberler için bir bakıma zarurîdir. Zira, dinin, aile
mahremiyeti içinde cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, bu yönleri
ancak bir insanın nikâhlısı tam olarak öğrenebilir. Dolayısıyla, dinin
bu yönlerini anlatmak için herhangi bir kapalı anlatım veya dolayısıyla
ifade etme mecburiyetinde olunmadan -ki çok defa bu türlü anlatma tarzı
anlamayı ve hayata tatbik noktalarını zorlaştırır- her şeyi alabildiğine
açıklık içinde anlatacak, mürşidelere yani hanım öğreticilere ihtiyaç
vardır.

İşte, her şeyden evvel, nübüvvet hânesinde olan bu temiz ve pak
peygamber hanımları, kadınlık âlemine karşı yol göstericilik ve tebliğ
vazifesinin sorumluları ve nakilcileri bulunmaları itibarıyla, peygamber
için de, peygamberlik için de; kadınlık âlemi için de gerekli, hatta
olmazsa olmaz durumdadırlar.

B) Diğer bir husus da, umumî mânâda Efendimiz (asv)’in eşleriyle alâkalı oluyor ki, o da:

1) Eşler arasında, yaşlı, orta yaşlı ve gençler bulunması
itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli dini hükümler
bina ediliyor. Ve bizzat Peygamber (sav) hânesi içinde bulunan bu pâk
eşler sayesinde uygulama imkânı buluyordu.

2) Eşlerin her birerleri, çeşitli kabilelerden olması sebebiyle,
evvelâ o kabileler arasında; sonra da Efendimizin (ASM) muazzez
şahsiyetiyle akrabalık bağının kurulduğu bütün cemaatler içinde, köklü
bir sevgi ve alâkaya yol açılıyordu. Her kabile ve oymak, O’nu,
kendinden biliyor, din hissinin yanında, cibillî bir akrabalık bağıyla
O’na karşı derin bir alâka hissediyordu.

3) Her kabileden aldığı kadın, O’nun hayatında ve ebedi aleme
göçmesinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddî dinî hizmete vesile
olabiliyor; uzak yakın bütün akrabalarına, Efendimizin (ASM) gizli ve
aşikâr bütün sünnetleri ve dini hükümler noktasında tercümanlık
yapıyordu. Bu sayede O’nun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur’ân’ı,
tefsiri, hadîsi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vâkıf olabiliyordu.

4) Bu evlilikler vasıtasıyla, Peygamber Efendimiz (ASM), âdeta
bütün Arap Yarımadası ile yakınlık tesis etmiş gibi, her hânenin,
teklifsiz misafiri hâline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla O’na
yaklaşabiliyor ve dinîn emirlerini öğrenme fırsatını buluyordu. Aynı
zamanda bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, bir çeşit, kendini O’na yakın
sayıyor ve bununla iftihar ediyordu.

Mahzumoğulları, Ümmü Seleme vasıtasıyla; Emevîler, Ümmü Habîbe
vasıtasıyla; Hâşimîler, Zeynep bintü Cahş (r.anha) vasıtasıyla
kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı...

C) Buraya kadar olanlar umumî mânâda ve bazı yönleriyle de, diğer
peygamberlere şâmil olacak şekilde idi. Şimdi bir de, hususî mânâda ve
teker teker her eşinin hususi faziletleri noktasında, meseleyi ele
alalım:

Evet, burada dahi göreceğiz ki; insan mantığı, vahiy ile desteklenen o
Zât’ın (ASM) mübarek hayatı karşısında toprak kadar aşağı kalıyor; diğer
bir tabirle insan düşüncesi vahyin gölgesi altında bulunan bu büyük
dahi önünde iki büklüm oluyor.

1) İlk zevceleri Hz. Hatîce (r.anha) validemizdir.
Kendinden on beş yaş daha büyük olan bu nâdîde kadınla izdivaçları, her
evlilik için en büyük örnek mahiyetindedir. O, bütün bir hayat boyu,
derin bir vefâ ve sadakatle Hz. Hatice validemizin aziz hatıralarına
bağlı kaldığı gibi, vefatından sonra dahi O’nu hiçbir zaman unutmamış,
hatta her vesile ve fırsatta O’ndan bahisler açmıştır.

Hz. Hatîce’den sonra Peygamberimiz (sav) dört beş sene evlenmediler.
Başlarında birçok yetim bulunmasına rağmen, onların külfetlerine
katlanıp, bir bakıma hem annelik, hem de babalık vazifesini yürüttüler.
Farzımuhal, öncesinde ve sonrasında kadınlara karşı küçük bir zaafı
olsaydı, böyle mi hareket ederlerdi?..

2) Sıra itibarıyla olmasa bile ikinci zevceleri, Âişe-i Sıddîka’dır (r.aanha).
En yakın arkadaşının kızı; acı tatlı bütün bir hayatı beraber yaşayan
bu büyük insana karşı, nebînin en müstesna ikramıdır. Bütün
yakınlıkların, akrabalıkların sona erdiği günde, sona ermeyen
yakınlığıyla O’nun yanında bulunma şerefi ancak bu sayede olacaktır.
Evet, Âişe-i Sıddîka ile, Hazreti Ebû Bekir, maddî mânevî hiçbir boşluk
bırakmayacak şekilde Efendimiz’e (ASM) yakın olma şerefine mazhar
olmuşlardı.

Ayrıca, Hz. Âişe gibi çok zeki bir müstesna insan, nübüvvet davasına tam
vâris olabilecek yaradılışta idi. Evlilikden sonraki hayatı ve daha
sonraki hizmetleriyle kendini ispatlamıştır ki; o eşsiz varlık, ancak
peygamber eşi olabilirdi. Zira o, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel
tefsirci ve en nâdide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, Efendimizin
(ASM) görünen görünmeyen bütün tüm hallerini emsâlsiz kavrayışıyla,
hakkıyla temsil ediyor ve yansıtıyordu.

Bunun içindir ki; Efendimiz (asv)’e rüyasında, onunla evlelik yapacağı
işâret ediliyor ve henüz gözlerine başka hayal girmeden Peygamber
hânesine ayak basıyordu...

Bu sayede o, Hz. Ebû Bekir (ra) için şeref kaynağı olacak ve kadınlık
âlemi içinde, bütün istîdat ve kâbiliyetlerini geliştirerek, Efendimiz
(asv)’in en başta talebelerinden biri olma hüviyetiyle, büyük muallim ve
tebliğci olmaya hazırlanacaktı. İşte böylece, o da hem bir zevce, hem
de bir talebe olarak Efendimizin (ASM) saadet hânesine girmiş
bulunuyordu.

3) Yine evlenme sırasına göre olmamakla beraber üçüncü eşleri, Ümmü Seleme’dir (r.anha). Mahzum
Oymağı’ndan ve ilk Müslümanlardan olan Ümmü Seleme, Mekke’de büyük
zorluklar görmüş; ilk olarak Habeşistan’a, ikinci defa da Medine’ye
hicret etmiş ve o günkü şartlara göre ilk saftakiler arasında yer
almıştı.

Kendisiyle beraber bu uzun ve meşakkatli yolculuklara katlanan bir de
kocası vardı. Ve, Ümmü Seleme’nin nazarında eşi, benzeri olmayan bir
insandı. Bütün çile devrini beraber yaşadığı, bu eşsiz hayat arkadaşı
Ebû Seleme’yi Medine’de kaybedince çocuklarıyla baş başa kaldı.
Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle hayat külfetini yüklenmiş
bu kadına, ilk şefkat elini, Ebû Bekir ve Ömer (ra) uzatırlar; fakat o
bu talepleri reddetti. Zira onun gözünde Ebû Seleme’nin yerini
dolduracak insan yoktu.

Nihayet, izdivaç teklifiyle Allah Resûlü (sav) ona el uzattı. Bu izdivaç
da gayet tabiîydi, zira İslâm ve iman uğrunda hiçbir fedâkârlıktan geri
olmayan bu benzersiz kadın, Arab’ın en soylu oymağı içinde uzun zaman
yaşadıktan sonra yapayalnız kalmıştı ve dilenciliğe terk edilemezdi.
Hele ihlâs, samimiyet ve İslâm için katlandığı şeyler düşünülünce, ona
muhakkak ki el uzatılmalıydı. Ve, işte Kâinatın Efendisi (asv), onu
nikâhı altına alırken bu yardım elini uzatmıştı. Evet, gençliğinden beri
yaptığı; kimsesizleri görüp gözetme ve yetimlere el uzatma iş ve
vazifesini, o günkü şartların iktizasına göre bu şekilde yerine
getiriyordu.

Ümmü Seleme de Hz. Âişe gibi zeki, kapasiteli ve kabiliyetli bir
kadındı. Bir muallim ve tebliğci olma kabiliyetlerini taşımaktaydı. Onun
için bir taraftan şefkat eli onu, himâyeye alırken diğer taraftan da,
bilhassa kadınlık âleminin kıyamete kadar şükran duyacağı bir talebe
daha ilim ve irşat medresesine kabul ediliyordu.

Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Fahr-i Kâinat Efendimiz (asv)’in, bir
sürü çocuğu olan dul bir kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet
altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz. Hele şehevîlik ve
kadınlara düşkünlükle aslâ ve kat’â!...

4) Bir diğer zevceleri de Remle bint-i Ebî Süfyan’dır (Ümmü Habîbe) (r.anha).
Peygamber (sav) ve peygamberlik karşısında bir müddet küfrü temsil eden
birinin kızı... Bu da ilk Müslüman olanlardan ve birinci safta yerini
alanlardandı. Çile devrinde Habeşistan’a hicreti, orada kocasının önce
Hristiyanlığı kabul etmesini, sonra da vefâtını görmüş çok sıkıntılar
çekmiş bir kadın...

O gün sahabi, sayı itibarıyla az; mal yönünden fakirdi. Herhangi birine
bakacak, geçim sıkıntısına ortak olacak durumları yoktu. Buna göre, Ümmü
Habîbe ne yapacaktı? Ya din değiştirip, Hristiyanların yardımına mazhar
olacak; ya küfür yuvası olan baba evine dönecek veya kapı kapı dolaşıp
dilenecekti. Bu en dindar, en soylu, aile itibarıyla en zengin kadının
bunlardan hiçbirini yapması mümkün değildi. Bir tek şey kalıyordu; o da
Efendimiz (asv)’in müdahalesi ve yardımı...

İşte, Ümmü Habîbe ile izdivaçta da bu yapılıyordu. Dini için her türlü
fedakârlığa katlanmış bu kadın, yurdundan yuvasından uzak; zenciler
arasında; kocasının dinden çıkması ve vefâtı kendisini binbir
sıkıntılara uğrattığı günlerde; Necâşi’nin huzurunda, Peygamberimizle
(asv) nikâhının kıyılması gibi en tabiî bir şey yapılıyordu. Bunu değil
kınamak “Rahmeten li’l-Âlemîn” olmanın gerektirdiği bir hususun gerçekleşmesi sayarak alkışlamak lâzımdır.

Kaldı ki; bu büyük kadının da, emsâli gibi kadın erkek Müslümanların
irfan hayatına getireceği çok şey vardı. O da bu suretle hem bir zevce
hem de bir talebe olarak, o saadethâneye intisap ediyordu.

Aynı zamanda bu evlilik sayesinde, Ebû Süfyan ailesi de,
Peygamberimizin (ASM) hanesine teklifsiz girip çıkma imkânını elde
ediyor ve değişik bir bakış kazanarak yumuşamış oluyordu.
Hem değil
sadece Ebû Süfyan ailesi, belki bütün Emevîler’de tesirini gösterecek
bir hâdise olma karakterinde. Hatta denebilir ki; alabildiğine sert ve
dışa kapalı olan bu aile, Ümmü Habîbe’nin nikâhı sayesinde oldukça
yumuşadı ve her türlü hayrı kabul etmeye hazır hâle geldi.

5) Saadet hânesine girenlerden biri de Zeyneb bint-i Cahş’dır (r.anha).
Alabildiğine asil ve o kadar da ince, iç derinliğine sahip Hz. Zeyneb,
Sultân-ı Enbiyâ (asv)’ın yakın akrabası ve yanı başında büyüyen, gelişen
bir kadındı. Efendimiz (sav), Zeyd (ra) için O’nu talep ettiği zaman,
ailesi biraz çekimser kalmış ve bu arada Efendimiz (asv)’e verme
temâyülünü göstermişlerdi. Sonunda Peygamberimizin (sav) ısrarıyla Zeyd
b. Hârise (ra)’e vermeye râzı olmuşlardı.

Zeyd, bir zamanlar hürriyetini yitirmiş; esirler arasına girmiş ve sonra
Kâinatın Efendisi (asv) tarafından hürriyetine kavuşturulmuş bir âzâtlı
idi. Peygamber Efendimiz (sav) bu izdivaçtaki ısrarıyla, insanlar
arasındaki eşitliği tesis, kuvvetlendirerek dengeyi sağlamak istiyor ve
bu zor işe de, yine yakınlarıyla başlıyordu. Ne var ki, Zeyneb gibi çok
yüce fıtratlı bir kadın, emre uyarak gerçekleştirdiği bu evliliği, uzun
sürdüremeyecek gibiydi. Bu evlilik, Zeyd için de bir şey getirmemiş ve
sadece bir ızdırap ve hasret olmuştu.

Nihayet boşama hâdisesi oldu; fakat Efendimiz (asv) Zeyd’i vazgeçirmeye
ve evliliğin devam ettirilmesine çalışıyordu. Tam o esnada, Cibrîl (as)
geldi ve semâvî fermanla, Zeyneb’in Peygamber Efendimiz (asv) ile
izdivaç etmesi emrini getirdi. Efendimiz (asv)’in mâruz kaldığı imtihan
oldukça ağırdı; zira, o güne kadar, kimsenin cesaret edemediği bir şey
yapılıyor ve yerleşmiş, kök salmış âdetlere karşı, ilân-ı harp
ediliyordu. Bu çok çetin bir mücadeleydi. Ancak Allah emrettiği için
yapılabilirdi. Ve işte Efendimiz (asv), derin bir kulluk şuuruyla, nezih
şahsiyetine karşı çok ağır gelen bu işi yaptı. Hz. Âişe’nin dediği
gibi, farzımuhal, Peygamberimiz (asv)’in, Kur’an’dan bir şeyi saklaması câiz olsaydı Zeyneb’le evliliğini emreden âyetleri gizlerdi. Evet, bu Efendimiz’ e (ASM) o kadar ağır gelmişti...

İlâhi hikmet ise, bu temiz ve yüce varlığı, Peygamber (asv) hânesine
sokmak, ilim ve irfan yönüyle hazırlamak, irşat ve tebliğle vazifeli
kılmak istiyordu. Nihayet, öyle de oldu. Ve daha sonraki nezih hayatı
boyunca, peygamber zevceliğinin iktizâ ettiği inceliklere riâyet etti.

Ayrıca, cahiliye devrinde, evlâtlıklara evlât deniyor ve onların eşleri
de aynen evlâdın eşi gibi kabul ediliyordu. Cahiliyeye ait bu âdet,
kaldırılmak murat buyurulunca, yine tatbikata Efendimiz (asv) ile
başlanıldı. Herhangi bir kimseye “evlâdım” demekle, evlâdınız
olamayacağı gibi, “evlâdım” dediğinizin zevcesi de gelininiz olamaz. (1)

6) Saadet hânesine girmekle şereflenenlerden biri de, Cüveyriye bintü’l-Hâris’dir (r.anha).
Gayri müslim olan kabîlesine karşı harp edilmiş ve kadın erkek esir
edilmişlerdi. Hissiyatı alt üst olmuş, gururu kırılmış bu saray mensubu
kadın, Pergamberimiz (asv)'in huzuruna getirildiğinde, kin ve nefretle
doluydu.

İşte o zaman Efendimiz (ASM), yağdan kıl çekme kolaylığı içinde meseleyi
bir hamlede halletti. Peygamber Efendimiz (asv) Hz. Cüveyriye (ra) ile
nikâh kıyınca, Cüveyriye, mü’minlerin anası mevkiine yükseldi ve
sahabenin bakışında bir hürmet âbidesi hâline geldi. Hele Ashâb-ı
Resûlullah, “Peygamber’in akrabaları esir edilmez.” deyip, ellerindeki esirleri bırakınca, hem Cüveyriye (ra) hem de onun aşiretin’in gönlü fethediliverdi.

Görülüyor ki, Peygamberimiz (asv) altmış yaşları dolaylarında,
yaptıkları bu izdivaçta dahi pek çok meseleyi bir çırpıda hallediyor;
kızıl kıyamet hâdiselerin içinde, barış ve sükûn meltemleri estiriyordu.

7) Talihliler arasına karışanlardan birisi de, Safiyye bintü Huyey’dir (r.anha). Hayber
emirlerinden birinin kızı. Meşhur, Hayber Vak’ası’nda, babası, kardeşi
ve kocası öldürülmüş; kabilesi de esir edilmişti. Safiyye (ra) büyük bir
öfke ve intikam hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Nikâh akdedilip,
mü’minlerin hürmet duyacağı, Efendimiz (asv)’e zevce olma muallâ
mevkiine yükselince, hem Ashab’ın (ra) “Anam anam” diyerek hürmet
göstermeleri ve hem de Efendimiz (asv)’in eritici ve tüketici yüceliği
karşısında, Hz. Safiyye (ra) olup biten her şeyi unuttu ve Peygamberimiz
(asv)’e zevce olmakla iftihar etmeye başladı.

Ayrıca, Hz. Safiyye vasıtasıyla pek çok Yahudi’nin, Efendimiz (asv)’i
yakından görüp tanıma ve yumuşama imkânı da doğuyordu. Bir şeyle her şey
yapan ve bir fiilinde binler hikmet bulunan Hazreti Allah (cc) bütün
izdivaçlarda olduğu gibi, bunda da pek çok hayır ve bereket yaratmıştı.

Bundan başka, düşmanların iç âleminden haberdar olma bakımından,
ümmetine bir ders vermiş olabileceğini zikretmek de uygun olur
zannederim. Hazreti Safiyye ve emsâli ayrı milletlerden olan kadınların,
o milletlerin iç durumlarına nüfûz bakımından büyük ehemmiyeti vardır;
elverir ki insan onların hâin olanlarıyla kendi sırlarını düşmanlara
kaptırmasın.

Cool Bu bahtiyarlardan biri de Hz. Sevde (r.anha) Validemizdir. İlk
safta yerini alanlardan; kocasıyla Habeşistan’a hicret edenlerden ve
Ümmü Habibe’nin kaderine benzer şekilde, kocasının vefatıyla ortada
kalanlardan.

Efendimiz (asv), bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan
olmadan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz (asv)’in
nikâhı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği
başka hiçbir şey de yoktu.

İşte bütün izdivaçlarında, bu türlü hikmet ve maslahatlar bulunan
Peygamber Efendimiz (sav) hiç mi hiç nefsânî duygularıyla bu işin içine
girmemiştir. Ya Râşid Halifelerin ilk ikisine karşı olduğu gibi,
vezirleriyle bir yakınlık tesis etme ve zevcesi olacak kadındaki istîdat
ve kabiliyet; veya teker teker, diğerlerinde gördüğümüz gibi, başka
hikmet ve maslahatlarla evlenmiş ve büyük yük ve yükler altına
girmiştir.

Bunlardan başka, Peygamber Efendimiz (asv)’in bu kadar kadının, kalacak
yer, gıda, elbise gibi ihtiyaçlarını, en âdil şekilde temin etmesi ve
onlara karşı muâmelesinde kılı kırk yararcasına, adâlet ve hukuklarına
dikkat etmesi; aralarında meydana gelmesi muhtemel huzursuzlukları
peşinen önlemesi, meydana gelen problemleri yağdan kıl çekme rahatlığı
içinde halletmesi, Bernard Shaw’ın ifadesiyle “En büyük problemleri kahve içme kolaylığı içinde halleden...” O müstesna Zât’ın peygamberliğine delâlet eder...

Bir kadın ve bir iki çocuğun dahi, idaresinin ne kadar müşkül olduğunu
gören ve bilen bizler; daha evvel başka yuvalar kurmuş; başka âile
yapılarına şâhit olmuş; girdiği yuvalarda farklı mizaçlar kazanmış pek
çok kadını, bir şiir âhengi ve ritmi içinde idare eden, o muallâ ve aziz
varlık karşısında iki büklüm oluyoruz.

Bir husus kaldı ki, o da, zevcelerin adedinin, ümmetine meşru kılınan
adedin üstünde olma durumudur. Bu, bir hususî durumdur. Evet, bildiğimiz
ve bilemediğimiz pek çok maslahat ve hikmetleri içerisinde barındıran
bir hususî kanundur. Bir müddet bu mevzuda mutlak izin verilmiş; belli
bir müddet sonra ise sınır konmuş ve evlenmesi yasak edilmiştir.(2)

9) Bir diğer eşi Hafsa binti Ömer el- Hattab'dır. Mü'minlerin
annesi, Rasûlullah (s.a.s) ın eşi, Hz. Ömer'in kızı. Hz. Hafsa, Hz.
Peygamber'in risaletinden beş sene önce doğdu. Annesi büyük sahabî Osmân
b. Maz'un'un kız kardeşi Zeyneb'tir.

Hz. Hafsa'nın İslâm'ı ne zaman kabul ettiği bilinmemektedir. Hz. Ömer'in
İslâm'ı kabulünden sonra bütün aile ve yakınlarının müslüman olduğu
bilgisinde yola çıkılarak onun da babası ile birlikte müslüman olduğu
söylenebilir.

Mü'minlerin annesi Hz. Hafsa daha önce Huneys b. Huzafe, es-Sehmî ile
evlenmişti. Huzafe Habeşistan'a hicret eden müslümanlardandır. Hz.
Hafsa'nın da bu hicrete katıldığı yolunda rivâyetler bulunmaktadır.
Habeşistan'dan dönen Huzafe daha sonra eşi Hz. Hafsa ile birlikte
Medine'ye hicret etti.

Hz. Huneys b. Huzâfe, Uhud savaşına katılmış ve ciddi biçimde
yaralanmıştı. Bu yara sonucu Medine'de şehid oldu. Hz. Hafsa beyinin
yarasını bizzat kendisi tedavi etmeye çalışmıştır. Vefatına bir hayli
üzüldü ve yas tuttu. Nihayet Hz. Ömer dul kalan kızını Hz. Ebû Bekr'e
nikâhlamak istedi. "İstersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâhlayayım"
şeklindeki teklif, Hz. Ebû Bekr tarafından cevapsız bırakıldı. Hz. Ömer,
bu kez de Hafsa'yı o günlerde eşi Rasûlullah (s.a.s)'in kızı Rukiyye
vefat ettiği için yalnız olan Hz. Osman'a teklif etti.

Eşinin vefatından dolayı üzüntü içindeki Hz. Osman'a: "İstersen sana
Ömer'in kızı Hafsa'yı nikâhlayayım" dedi. Hz. Peygamber'in kızı Ümmü
Gülsüm ile evlenmeyi uman Hz. Osman, bir süre düşündükten sonra, "Şu
günlerimde evlenmem doğru değil" diyerek özür diledi.

Gerçek bir müslümana yakışacak bir davranışla kızını salih bir mü'mine
nikâhlamak için çaba harcayan Hz. Ömer, neticeye ulaşamayınca büyük bir
üzüntü içinde Hz. Peygamber'e gitti. Söz arasında "Ya Rasûlullah,
Osman'a şaşıyorum. Hafsayı nikahlamayı teklif ettim, yanaşmadı" diye
dert yanınca Hz. Peygamber, "Sana Osman'dan daha hayırlı bir damad,
Osman'a da senden daha hayırlı bir kaynata tavsiye edeyim mi?" dedi. Hz.
Ömer, "evet ya Rasûlullah" deyince Sen kızın Hafsa'yı bana nikâhlarsın,
ben de kızım Ümmü Gülsüm'ü Osman'a nikahlarım" buyurdu.

Bu teklif karşısında bütün dünyalar Hz. Ömer'in olmuştu. Allah Rasûlü
ile akrabalık kurmak hususunda büyük bir istek duymasına rağmen teklif
etmek cesaretini gösteremiyordu.

Çünkü Hz. Hafsa, Hz. Âişe'nin deyimiyle, "tam babasının kızı idi", yani
biraz sertti. Rasûlullah (s.a.s) ise bu teklifi ile Hz. Ömer'in duyduğu
şiddetli arzuyu gerçekleştirerek hem aralarındaki yakınlığı pekiştirmek,
hem de onun İslâm'a yaptığı hizmetleri ödüllendirmek istemişti.

Rasûlullah (s.a.s) ile Hz. Hafsa'nın düğünleri hicrî üçüncü yılın
ortalarında yapıldı. Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Hafsa'ya dörtyüz direm,
yani 1188 gram gümüş' mehir verdi.

Hz. Hafsa, Rasûlullah (s.a.s)'in irtihalinden sonra son derece mütevâzî
ve dindarca bir hayat sürmüştür. Kendisinden, bir kısmını doğrudan
Rasûlullah'tan, bir kısmını da babasından aldığı altmış hadîs rivâyet
edilmiştir. Okuma yazma bilen Hz. Hafsa hicretin kırbeşinci yılında
vefat etmiş ve cenaze namazını zamanın Medine valisi Mervân
kıldırmıştır. Bir rivâyete göre kırk birinci hicrî yılda vefat etmiştir.

(1) bk. Ahzâb sûresi, 33/4
(2) bk. Ahzâb sûresi, 33/52

Kaynaklar:
"Asrın Getirdiği Tereddütler" ve "Sonsuz Nur" isimli eserlerden..

**********************

Her şeyden evvel bilinmelidir
ki, güzel ahlakın zirvesinde olan Efendimiz (ASM), yirmi beş yaşına
kadar hiç evlenmedi. O sıcak memleketin hususî durumu da göz önüne
alınacak olursa, bu kadar zaman iffetiyle yaşaması ve bunun da, dün ve
bugün böylece kabul ve teslim edilmesi, O’nda iffetin esas olduğunu ve
müthiş bir irade ve nefis hâkimiyeti bulunduğunu gösterir. Eğer bu
hususta, Efendimizin (ASM) küçük bir hatası bulunsaydı, dünkü ve bugünkü
düşmanları, bunu cihana ilân etmekten bir an bile geri kalmayacaklardı.
Hâlbuki eski ve yeni bütün düşmanları, O’na hiç olmayacak şeyleri
dayandırdıkları hâlde, bu yönde bir şey söyleme cüretini
gösterememişlerdir.

Peygamberimiz (sav) ilk evliliklerini,
yirmi beş yaşlarında iken yaptılar. Bu evlilik, Allah ve Resûlü (asv)
katında çok yüce ve müstesna; fakat başından iki defa evlenme geçmiş
kırk yaşındaki bir kadınla olmuştu. Bu mutlu yuva tam yirmi üç sene
devam etmiş ve peygamberliğin sekizinci senesi kapanan bir perde gibi,
arkada acı bir hasret bırakarak sona ermişti. Bu defa Efendimiz (sav)
yirmi beş yaşına kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Evet,
aile, çoluk çocuk her şeyiyle yirmi üç senelik bu mesut hayattan sonra,
yeniden dört beş sene bekâr olarak yaşamışlardı ki; yaşları da elli üçe
ulaşmış bulunuyordu.

İşte, diğer bütün evlilikleri de böyle
evliliğe alâkanın azaldığı bu yaştan sonra başlar ve devam eder ki;
sıcak bir memlekette elli beş yaşından sonra yapılan evlilikde, insani
bir arzu ve şehevîlik görmek, ne insafın, ne de akıl ve kalbin
kabulleneceği bir şeydir.

Burada akla gelen diğer bir mesele de, Efendimizin (ASM) peygamberliğinin çok evlenmeyi gerektirdiği yönüdür:

A) Evvelâ, bilinmelidir ki, bu meseleyi, bu şekilde söz konusu edenler,
ya hiçbir din ve prensip kabul etmeyenlerdir ki, onların böyle bir şeyi
kınamayakesinlikle hakları yoktur. Çünkü onlar, bütün prensiplere
karşıdırlar. Hiçbir kânun ve kayda tâbi olmaksızın, pek çok kadınla
münasebet kurar; hatta mahremleriyle dahi nikâha müsade ederler. Yahut
bunlar, belli kitaplara dayanan farklı din mensuplarıdır. Onların hücumu
da, insafsızca, garazlı ve araştırılıp düşünülmeden yapılmış, hatta
kendi namlarına üzülecek bir durumdadır. Çünkü, ellerindeki kitapların
ve o kitaplara bağlı cemaatlerin kendi peygamberleri olarak kabul
ettikleri, nice büyük peygamber vardır ki; bunlar birçok kadınla
evlenmiş ve başlarından daha çok nikâh geçmiştir.

Meselâ;
Süleyman (as) ve Davud (as) peygamberleri düşününce, onlara mensup
olduklarını iddia edenlerin bu meseleye itiraz etme hususunda insaflı
davranmadıkları açıkça ortaya çıkar. Dolayısıyla, çok kadınla evlenmeyi,
Peygamberimiz (sav) başlatmadığı gibi; aynı zamanda çok evlilik,
nübüvvetin ruhuna da zıt değildir. Kaldı ki; daha sonra görüleceği gibi
birden fazla evliliğin peygamberlik vazifesi açısından da,
düşünülenlerin de ötesinde pek çok faydaları vardır.

Evet, çok
kadınla evlenme, özellikle yeni dini hükümler ve şeriatlarla gelen
peygamberler için bir bakıma zarurîdir. Zira, dinin, aile mahremiyeti
içinde cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, bu yönleri ancak bir
insanın nikâhlısı tam olarak öğrenebilir. Dolayısıyla, dinin bu
yönlerini anlatmak için herhangi bir kapalı anlatım veya dolayısıyla
ifade etme mecburiyetinde olunmadan -ki çok defa bu türlü anlatma tarzı
anlamayı ve hayata tatbik noktalarını zorlaştırır- her şeyi alabildiğine
açıklık içinde anlatacak, mürşidelere yani hanım öğreticilere ihtiyaç
vardır.

İşte, her şeyden evvel, nübüvvet hânesinde olan bu
temiz ve pak peygamber hanımları, kadınlık âlemine karşı yol
göstericilik ve tebliğ vazifesinin sorumluları ve nakilcileri
bulunmaları itibarıyla, peygamber için de, peygamberlik için de;
kadınlık âlemi için de gerekli, hatta olmazsa olmaz durumdadırlar.

B) Diğer bir husus da, umumî mânâda Efendimiz (asv)’in eşleriyle alâkalı oluyor ki, o da:

1) Eşler arasında, yaşlı, orta yaşlı ve gençler bulunması
itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli dini hükümler
bina ediliyor. Ve bizzat Peygamber (sav) hânesi içinde bulunan bu pâk
eşler sayesinde uygulama imkânı buluyordu.

2) Eşlerin her
birerleri, çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvelâ o kabileler
arasında; sonra da Efendimizin (ASM) muazzez şahsiyetiyle akrabalık
bağının kurulduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alâkaya yol
açılıyordu. Her kabile ve oymak, O’nu, kendinden biliyor, din hissinin
yanında, cibillî bir akrabalık bağıyla O’na karşı derin bir alâka
hissediyordu.

3) Her kabileden aldığı kadın, O’nun
hayatında ve ebedi aleme göçmesinden sonra, kendi cemaati arasında çok
ciddî dinî hizmete vesile olabiliyor; uzak yakın bütün akrabalarına,
Efendimizin (ASM) gizli ve aşikâr bütün sünnetleri ve dini hükümler
noktasında tercümanlık yapıyordu. Bu sayede O’nun kabilesi de, kadın ve
erkeğiyle, Kur’ân’ı, tefsiri, hadîsi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna
vâkıf olabiliyordu.

4) Bu evlilikler vasıtasıyla, Peygamber
Efendimiz (ASM), âdeta bütün Arap Yarımadası ile yakınlık tesis etmiş
gibi, her hânenin, teklifsiz misafiri hâline gelmişti. Herkes bu
yakınlık vasıtasıyla O’na yaklaşabiliyor ve dinîn emirlerini öğrenme
fırsatını buluyordu. Aynı zamanda bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, bir
çeşit, kendini O’na yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu.
(Sorularla İslamiyet)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Empty
MesajKonu: Geri: HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ   HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ Icon_minitimeSalı Ara. 20, 2011 5:35 am

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
 
HZ. PEYGAMBER'İN ÇOK EVLİLİK SEBEPLERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» HZ.peygamberin 3 bedduasi paraya tapana lanet olsun burnu sürünsün
» Biz.. ..evlilik
» Evlilik Üzerine
» İzdivaç..Evlilik
» KADINLARLA ilgili TARTIŞMALI KONULAR...dövme ..çok evlilik ..miras....İHSAN ELİ AÇIK

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: YENİ VE EN SON :: Soru --Cevaplar-Tartışmalı Konular-
Buraya geçin: