@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Biz.. ..evlilik Perş. Haz. 03, 2010 3:35 am | |
| Biz..
Onunla ikimiz bir dalın iki kirazı, bir kurnanın yan yana akan iki musluğu olacaktık. Hayat denilen bu köhne mahallede; yıkılmak üzere olan taraçalarımı, balkonumu onun sağlam ve dik duvarına dayayacak ve istimlâk görmemiş iki ahşap ev gibi bitişik nizam yaşayıp gidecektik.
Dışarının tarrakasından bezip dumanlı başıyla saadet yuvamıza girdiği an, ona boynumu bir gelincik gibi büküp “hoş geldin” deyişimde felah bulacak ve mükerreren rabbime şükür duaları etmesini dinleyecektim: “Rabbim bana iliği mundar bir hatun vermediğin için sana hamdolsun.”
İnsanlar avaz avaz, bar bar bağırıp sokaklarda zift ile sıvanmış gemiler gibi yol alırken mehpare yüzlü sevdiceğimle biz şal desenli koltuklarımızda oturup sevdiğimiz filmleri izleyecektik...
Sinirden morardığı, yalpaladığı anlarda marifetli zevcesinin yaptığı balıksırtı desenli fındıklı kurabiyelerle kendine gelecek; tüm çakraları açılacak, ruhunda saraylar yükselecekti.
Geçim yoluna koymuşuz ya başımızı efendim. Benim kazdığım çukurları o dolduracak, onun ördüğü zindanları ben yıkacaktım. Benim yaktığım ateşi o söndürecek, onun çattığı darağacını ben yakacaktım. O giderken ben dönecektim, ben kaybederken o bulacaktı. İşte böylece yirmi dört saat mesai yapan iki işçi gibi saadet sarayımızı inşa edecektik.
Ufak tefek tartışmalar da yaşayacaktık elbette. Rica ederim. Elbet biz de hataya namzet bir beşeriz. Misal “LCD televizyona zekât düşüp düşmeyeceği”, “pazar arabasına önce sebzelerin mi meyvelerin mi konulacağı”, “yumurtanın sarısının mı yoksa beyazının mı daha faydalı olduğu” mevzularında elbette sağlıklı beyin hücrelerine sahip her birey gibi biz de tartışacaktık.
Şeyh Sadi’nin “on derviş bir kilime sığar da iki sultan bir saraya sığmaz” sözünü kaidemiz belleyecek ve sultanlar gibi değil etekleri zikir rüzgârları ile uçuşan dervişler gibi gezinecektik saadethanemizde.
Yaralı geyikler gibi titreyecektik mukaddes kitabımızdan sözler işitince… Şeytanla, sırçalı sıpalar gibi inatlaşacaktık… Sabah namazına paçalı güvercinler gibi guruldayarak uyanacaktık. Kertenkelelerin korkudan kuyruğunu bırakıp kaçması gibi biz de “rabbimizin azametini” ensemizde her hissedişimizde günahlarımızı bırakıp kaçacaktık. Her yanlış bir nakış demiş eskiler. Biz de hayat denilen kilimi işte böyle nakış nakış dokuyacaktık.
Vay hormonlu gıdalarmış, vay kansorejen maddelermiş… Uzun kış gecelerinde saç sobamızın tavana vuran ışığında oynaşan renk fevvarelerinde huzur bulmak varken, patlamış mısırlar eşliğinde sobanın üzerindeki bakır demlikten yayılan o musikiyi dinleyerek uyuklamak varken, bu tür mevzulara dalıp asla mekâna kesafet katmayacaktık.
Pencereden bakınca bir top akasya bir iki akçakavak muhakkak görecektik. Tevazu, tevekkül, kanaat ve feragat adına ne varsa ağaçların dallarından okuyacaktık. Şövalye kitabı okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot gibi biz de ağaçlara baka baka onlar gibi mütevekkil olacaktık. Damarlarımızda sabır öz suyu dolaşacaktı. Yüzümüz ağacın gövdesi gibi nasırlaşsa da bedenimiz her daim meyveye duracaktı.
Asla plaza adamı, cafe müdavimi, İstanbul enteli, vitrin aylağı olmayacaktık. Zamanı geçmiş fraksiyonlardan bize ne? Markasını yitirmiş şehirlerden, gudubet fikirlerden, küfür fıçısına batmış şiirlerden bize ne? Ne yapacağını iyi bilen kurnaz kadınlardan, ne yaptığını bilmeyen mandagöz adamlardan bize ne?
Biz eş olacak, yaşayacak ve ölecektik….
Alıntıdır.. | |
|