HZ.FATIMA VE FEDEK ARAZİSİ
Aklı evvel kâfirler, nakıs bilgileri çerçevesinde kendilerine yol gösteren-göstermeyen akıllarıyla, kendilerince Allah’a ve dinine saldırarak özgür düşündüklerini sanıyorlar. İşin ilginç yönü bunu ilim, felsefe ve özgürlük adına yaptıkları iddia etmeleridir. Öyle ya kendileri ilim, özgürlük adına hareket ettiklerine göre kendileri gibi düşünmeyenler, bağnaz, yobaz ve gerici oluyorlar ve yeryüzünde yaşama hakları yoktur. Bu kâfirler hâkim oldukları ülkelerde tüm dinlere savaş açarak Çin, Rusya, Kamboçya, Arnavutluk… örneklerinde olduğu gibi, bir dine inanmış milyonlarca insanı bir anda katletmekte bir beis görmemişler özgürlük, hak, hukuktan ne anladıklarını göstermişlerdir.
Âlemin ezeli olduğunu iddia edenlerin, Allah’ın ezeli olduğunu kabul etmek istememeleri oldukça ilginçtir.
Kâinattaki Allah’ın koyduğu dengeyi anlayamayan bu zavallılar, keyfe ma yeşa “dilediği gibi yaşayıp” Allah’a kafa tutarak, sonra da Allah’ın kendilerini niye affetmediğini ve niye cehenneme soktuklarını sorgulamaları daha da ilginçtir.
Bu kâfirler, inanmadıkları Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Budistlerden ve sapık İslami mezheplerden delil bularak, İslam’a saldırmakla tenakuzda olduklarının farkına ne zaman varacakları şüphelidir.
Bu mukaddimeden sonra asıl mevzumuza başlayalım.
Bugünkü adı Hâit olan Fedek, Medine’ye yaklaşık 150 km. uzaklıkta olup, Medine ile Hayber arasında bir Yahudi köyüdür. Beni sa’d kabilesinin, Hayber Yahudilerine yardım etmek için Fedek’te toplandıklarını haber alan Hz. Peygamber (s.a) 627 yılında, Hz. Ali (r.a) komutasındaki bir askeri birliği Fedek’e gönderdi. Fedek Yahudileri, Hayber, Teyma, Fedek, Vadilkura Yahudileriyle anlaşıp Beni sa’d kabilesinin de yardımıyla Müslümanlara karşı savaşa hazırlandıkları ortaya çıktı. Hz. Ali (r.a.) komutasındaki birlik Beni sa’d’ın karargâhına vardığında onların kaçtıklarını gördü ve ganimetlerle geri döndü.
Hz. Peygamber (a.s.) Hayber’in fethinden sonra ensardan Muhayyesa b. Mesud’u Fedek halkına İslam’a davet için gönderdi. Fedeklilerin başkanı Yahudi Yuşa b. Nûn topraklarının yarısı karşılığı Rasululullah (s.a.) ile anlaşma yapmak istediklerini söyledi, Rasululullah (s.a.) bunu kabul etti. “Ve Allah'ın, onların mallarından, Peygamberine verdiği şeyler için siz, gerçekten de ne deve sürdünüz, ne at oynattınız ve fakat Allah, peygamberlerini, dilediği kimselerin üstüne atıp üstün eder ve Allah'ın, her şeye gücü yeter.” (Haşr 6) ayeti mucibince, Fedek savaşsız teslim olduğu için bu mülk Peygamberimizin tasarrufundaydı. Çünkü Müslümanlar Fedek için ne bir savaş yapmış ne de ordu göndermişlerdi. Kâfirlerin bilmedikleri ya da bilip anlatmadıkları olay ise Hz. Peygamber (s.a) onun gelirlerini misafir ve yolcular için tahsis etmiş olmasıdır. Eşlerinin nasıl bir hayat yaşamış oldukları Müslümanlarca malumdur. Hz. Ömer (r.a.) hilafeti zamanında, Ebu’l Heysem Malik b. Et-Teyyihan ile ensardan Sehl b. Ebi Hayseme ve Zeyd b. Sabit’i Fedek’e gönderdi bunlar Yahudilerin elinde kalan toprakların değeri tespit ettiler topraklarının maddi değeri kendileri ödendi ve Yahudiler İslam toprağı olan Şam’a sürüldüler.
Hz. Peygamber’in (a.s.) vefatından sonra hanımları, Hayber ve Fedek’teki Resulullah’ın (a.s.)hisselerinden miraslarını istemek için Hz. Osman’ı(r.a.), Hz. Ebubekir’e(r.a.) gönderdiler. Bunun üzerine kendisi de Hz. Peygamberin (a.s.) eşlerinden birisi olmasına rağmen Hz. Aişe (r.a.)“Allah’tan korkmuyor musunuz? Sizler, Resulullah’ın (a.s.) şu hadisini işitmediniz mi?“ Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktıklarımız sadakadır. Bu mallar, Muhammed’in ailesinin ani ihtiyaçları ve misafirler için sarfedilir. Ben öldükten sonra bu mallar, benden sonra iş başına geçen kimsenin tasarrufundadır” (Buhari, Megazi, 14.38; Feraiz, 3, İ’tisam, 5)Hz. Peygamberin hanımları, bu sözler üzerine isteklerinden vazgeçtiler.
Resulullah’ın (a.s.) kızı Hz. Fatıma (r.a.), Ebubekir es-Sıddık’ın yanına gelerek ona “Sen öldüğünde sana kim varis olur?” diye sordu. Hz Ebubekir (r.a.) evladım ve ailem” diye cevap verdi. Bunun üzerine Fatıma (r.a.) “O halde sana ne oluyor da, Resulullah’a (a.s.) bizden başkasını varis yapıyorsun? Buna karşılık Hz. Ebubekir (r.a.) “Ey Resulullah’ın kızı! Allah’a yemin ederim ki ben, babandan ne altın ne gümüş ne şu ne bu miras aldım” dedi. Fatıma (r.a.) ise: “Hayber’deki hisselerimiz Fedek’teki sadakalarımıza ne oldu?” deyince Hz. Ebubekir “Ey Resulun kızı! Ben Resulullah’ın (a.s.)” Bunlar, Allah’ın hayattayken bana yedirdiği bir lokmadır; ben öldükten sonra bunlar, Müslümanların ortak malıdır, dediğini işittim.” Diye cevap vermişti.
Hz. Fatıma’nın (r.a.), Hz. Ebubekir’e (r.a.) gelerek Fedek hurmalığını Hz. Peygamberin kendisine verdiğine dair bir rivayet varsa da, Hz. Ebubekir’e (r.a.) yeterli ve gerekli şahitleri gösteremedikleri için bu talebin kabul edilmediği rivayeti de mevcuttur.
Şimdi Hz. Peygamberin ölümünden sonra kızına haksızlık yapıldığını mirasının verilmediğini söyleyen kâfirler şunu göz önünden kaçırmaya çalışıyorlar ya da görmüyorlar. Hz. Ebubekir (r.a.) kendi kızı ve Peygamberin (a.s.) eşi olan Hz. Aişe’ye ve Peygamberimizin diğer eşlerine Fedek arazisinden pay verip, Hz. Fatıma’ya(r.a.) vermeseydi haklı olabilirlerdi. Ama dikkat edilirse buna karşı çıkan başta Hz. Aişe (r.a.) olmuştur.
Bazılarının iddia ettiği; “Süleyman, Dâvûd’a varis oldu ve “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur” dedi.” (Neml,16) ve “Sonra biz o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.”(Fatır,35) ayetleri ise konuya delil olmaktan oldukça uzaktır. İlk ayette Hz. Süleyman’ın (a.s.), Davud (a.s.) yerine hükümran ve peygamber olduğu bize bildirilmektedir. İkinci ayetteki mirasın ise, Allah’ın kitabı ve hükümleri olduğu aşikârdır.
Hz. Ebubekir’den (r.a) sonra, Hz. Ömer(r.a.), Hz. Osman(r.a.) ve Hz. Ali’de (r.a.) halife olduklarında Fedek’in gelirlerini Resulullah’ın (a.s.) sarfettiği yere harcamışlardır. Eğer Fedek Hz Fatıma’nın (r.a.) hakkı olmuş olsaydı, Hz. Ali (r.a.) hilafeti zamanında onu alır oğullarına verirdi.
Meselenin özü budur ve kâfirlerin bundan kendilerine pay çıkaracakları bir şey olmadığı gibi bu konu Müslümanları ilgilendiren bir meseledir kâfirleri ilgilendirmez.
************************************************************************************************
Kaynaklar:
T.D.V.İslam ans. 12/294
Fütuhu’l Buldan, Belazüri, 41-48