| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Ahirete imanın yararları | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Ahirete imanın yararları Paz Ekim 04, 2009 1:27 am | |
| AHİRETE İMANIN TOPLUMSAL FAYDALARI Abdülkadir IŞIK Ahirete iman, İslam'ın itikadi temellerinden birisidir. İslama göre herkesin iyilik ve kötülüğü ile hesaba çekileceği ilahi mahkemenin kurulup ceza veya mükafatların dağıtılacağı bir ahiret günü vardır. Bakara süresinin 28. ayetinde “Allah'ı nasıl inkar edersiniz ki ölüler iken sizi diriltti. Sonra sizi vefat ettirip tekrar diriltecektir. Daha sonrada ona döneceksiniz” buyrulmaktadır. Ahirete inanmak dünya hayatında huzur ve saadetle yaşamanın ilk şartıdır. Ahirete inanmayan kimseler hiçbir ahlaki kayıt tanımayan fert ve cemiyetlerin huzur ve güvenini bozan zavallı kimselerdir. Ahirete imanın olmadığı ve zayıf olduğu toplumlarda yalan, hırsızlık, zina, hayasızlık ve adam öldürme gibi akla gelen her türlü fenalık rahatça işlenebilir ve böylece toplumlar yıkılıp giderler. İnsanoğlu sonsuzluğu ister, sevdikleriyle, güzellikleriyle, iyilikle sonsuzluğa ulaşmak ister. Ruhun sonsuzluğu aradığını, ancak düşünce ve hayalini bununla tatmin edebildiğini görüyoruz. Çok sevdiği bir kimseyi kaybeden insanın bir gün gelip onunla ebedi olarak yaşayacağını düşünmesi buna inanması ona yaşama sevincini verir. İnsan hayatta karşılaştığı olumsuz hadiselerin haksızlıkların, zülüm ve adaletsizliklerin çaresiz hastalık ve sakatlıkların ızdırabına ancak ahiret inancı ile direnme ve sabretme gücü bulur. Haksızlığa uğrayınca hiç kimsenin yaptığının yanında kalmayacağına inanmak insan için en büyük tesellidir; ya da yaratılıştan sakatlık gibi bir durum varsa ahiret inancıyla doğacak sabır ve buna verilecek mukafat ümidi insanın en büyük sığınağı olur. Bir arkadaşım anlatmıştı Amerika'daki şehirlerden birinde bir anket yapılmış o ankette en çok hangi komşularınızdan memnunsunuz sorusuna Allaha ve ahirete iman eden komşularından yana memnun oldukları ortaya çıkmış.Allaha ve ahiret gününe iman eden insan hiç başkasına zarar verebilir mi? Evet Ahiret gününe iman eden insan bu dünyada yaptıklarından bir gün hesaba çekileceğini ama büyük ama küçük her amelinden bir muhasebe eleğinden geçeceğini ve sonunda ya mükafat yada ceza ile karşılaşacağını bilir. Ve hayatını bu doğrultuda sürdürür. Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur'da ahiret akidesinin toplumsal hayatın ve insanın şahsi hayatının en önemli esası ve saadetinin ve kemalatının esasatı olduğuna dair yüzlerce delillerden yalnız dört tanesine işaret eder Birincisi: İnsanların neredeyse yarısını teşkil eden çocuklar yalnız cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Gayet zayıf ve nazik vücudlarında manevi bir kuvvet bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukametsiz mizac-ı ruhlarında o cennet ile bir ümit bulup sevinçle yaşayabilirler. Mesela cennet fikriyle der.”Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü cennetin bir kuşu oldu cennette gezer, bizden daha güzel yaşar” yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri onların zayıf ruhlarını ve dayanma güçlerini sarsıp onları perişan edecekti. İkinci Delil: İnsan nevinin bir cihette yarısı olan ihtiyarlar yalnız ahiret hayatıyla yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler ve çok alakadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler. Ve çocuk hükmüne geçen ve çabuk üzülen o ince ruhlarında ölüme ve ümitsizliğe karşı ancak ebedi hayat ümidi ile mukabele edebilirler yoksa o şefkate layık muhteremler ve sükunete ve kalp rahatlığına çok muhtaç o endişeli babalar ve analar öyle bir ruh sıkıntısı ve darlığı hissedeceklerdi ki bu dünya onlara karanlıklı bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azap olurdu. Üçüncü Delil: Toplumsal hayatın önemli bir bölümünü teşkil eden gençler, delikanlılar çok yoğun olan duygularını nefis ve arzularını zulümlerden tahribattan durduran ve toplum hayatının güzel bir şekilde devam etmesini sağlayan yalnız cehennem fikridir. Yoksa cehennem endişesi olmazsa hüküm ekseriyete göre verilir kaidesi ile o sarhoş delikanlılar arzuları peşinde çaresiz zayıflara güçsüzlere dünyayı cehenneme çevireceklerdi. Günümüz dünyasına şöyle bir bakacak olursak insanlığın içine düştüğü korkunç ve dehşetli durumu neyle izah edebiliriz?.Her tarafta savaşlar, zulümler ve haksızlıklar süre gelirken acaba insanlar yaptıklarından dolayı hesaba çekileceklerini düşünse ve ahirete iman imdatlarına yetişse dünya daha yaşanır bir hal almaz mı? O zaman emniyeti,rahatı ve huzuru isteyen toplumlar ahirete iman akidesini topluma hakim kılmalıdır. Dördüncü Delil: İnsanın dünya hayatında en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevi saadet için bir cennet bir melce bir tahassungah ise aile hayatıdır. Ve herkesin evi küçük bir dünyasıdır. Ve o aile hayatının hayatı ve saadeti ise samimi ve ciddi ve vefalı hürmet ve hakiki ve şefkatli fedakarane merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise ebedi bir arkadaşlık ve daimi bir refakat ve ebedi bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve sınırsız bir hayatta birbirleriyle fedakarane, kardeşane, arkadaşane münasabetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir. Mesela der” Bu haremim(eşim) ebedi bir âlemde ebedi bir hayatta daimi bir hayat arkadaşımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok çünkü ebedi bir güzelliği var” Gelecek ve böyle daimi arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım diyerek o ihtiyare karısına güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir iki saat geçici bir arkadaşlıktan sonra ebedi bir ayrılık ve ayrılığa uğrayan arkadaşlık, elbette gayet geçici ve muvakkat ve esassız ve bir mecazi merhamet ve suni bir hürmet verebilir ve hayvanatta olduğu gibi başka menfaatler ve sair galip hisler o hürmet ve merhameti mağlup edip o dünya cennetini cehenneme çevirir. Sonuç olarak diyebiliriz ki herkesin başına bir bekçi dikemeyiz ama ahirete imanla yoğrulmuş vicdan bekçilerini insanların kalbine yerleştirebiliriz. O zaman toplumda anarşi istibdat ve zulüm yerine itaat saygı ve adalet hâkim olur. Toplum huzur ve sükunet içinde yaşar. | |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Ahirete imanın yararları Paz Ekim 04, 2009 1:33 am | |
| Âhiret gününe inanmak insana sorumluluk duygusu kazandırır. Sorumluluk duygusu taşıyan bir insan davranışlarına dikkat eder.
Âhirete inanmak demek; öldükten sonra tekrar dirileceğimize ve dünyada yaptığımız işlerden Allah'ın huzurunda hesap vereceğimize, iyilik yapanların mükâfat göreceklerine, kötülük işleyenlerin cezalandırılacaklarına inanmak demektir. Bu inanç insanı kötülük yapmaktan sakındırır, iyiliğe ve doğruluğa yönelterek ahlâk ve fazilet sahibi yapar. Bu inanca sahip insanlardan meydana gelen bir toplumda hiç kimse başkasına zarar vermez, herkes birbirinin hakkına saygı gösterir, elinden geldiğince iyilik yapar. Bu davranışlar kişiler arasında karşılıklı olarak sevgi ve güven duygularını geliştirir.
Âhirete inancı olmayanlar, ölüm anında gerçekleri görecek ve Allah'ın emirlerini yapmak için dünya hayatına geri dönmek isteyeceklerdir. Ancak iş işten geçmiş olduğu için bu istek kabul edilmeyecektir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber veriliyor:
"Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim, der." (21)
Âhiret gününe inanmak insanı teselli eder, üzüntüsünü azaltır.
Şöyle ki:
Dünyada nice iyi insanlar, iyiliklerinin karşılığını görmeden; haksızlığa uğrayanlar hakkını almadan; nice zâlimler de cezasını çekmeden ölüp gitmektedirler. Haklı ile haksızın, iyi ile kötünün ayrılacağı ve herkesin yaptığının tam olarak karşılığını bulacağı gün, ahiret günüdür.
Âhiret gününde ilâhi adalet yerini bulacak; iyilik yapanlara iyiliklerinin müfkâfatı bol bol verilecek; haksızlığa uğrayanlar eksiksiz olarak haklarını alacak; zalimlerin yaptığı yanında kalmayacak, hak ettikleri cezayı bulacaklardır. İşte bu inanç, insana huzur verir, üzüntülerini azaltır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz:
– Ömrünü nerede geçirdiğinden,
– Vücudunu nerede yıprattığından,
– Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
– Bildiği ile ne amel ettiğinden" (22)
Yeniden diriliş ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan zamana "Ahiret Günü" denir. İşte, bütün insanların öldükten sonra yeniden dirilmesine ve ondan sonra devam edecek olan sonsuz hayata inanmak, imanın en önemli esaslarından biridir.
********************** Risale-i Nurlardan
Birincisi İnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu misilli, dünya ile alâkadardır. Ve akaribiyle münasebettar olduğu gibi, nev-i beşer ile de ciddî ve fıtrî münasebettardır. Ve dünyada muvakkat bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekasını, aşk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor. Ve öyle arzuları ve matlapları var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey onları tatmin etmiyor.
Hattâ, Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden "Ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi. İşte, madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor; elbette gayet câmi mahiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır.
İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bir cüz'î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete İmân ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ı saadet ve lezzet, bir medar-ı istimdat, bir merci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medar-ı tesellî olduğu öyle bir meyve ve faydadır ki, onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse yine ucuzdur.
Hayat-ı şahsiyeye ait üçüncü bir faydası:
İnsanın sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise, yüksek seciyeleri ve cemiyetli istidatları ve küllî ubudiyetleri ve geniş vücudî daireleri itibarıyladır. Halbuki o insan hem mâdum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.
Meselâ, eskiden tanımadığı ve ayrıldıktan sonra da hiç göremeyeceği babasını, kardeşini, karısını, milletini ve vatanını sever, hizmet eder.
Ve tam sadakate ve ihlâsa pek nâdir muvaffak olabilir; o nisbette kemâlâtı ve seciyeleri küçülür. Değil hayvanların en ulvîsi, belki baş aşağı, akıl cihetiyle en biçaresi ve aşağısı olmak vaziyetine düşeceği sırada, âhirete İmân imda da yetişir.
Mezar gibi dar zamanını, geçmiş ve gelecek zamanları içine alan pek geniş bir zamana çevirir ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir daire-i vücut gösterir. Babasını dâr-ı saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeşini tâ ebede kadar uhuvvetini düşünmesiyle
ve karısını Cennette dahi en güzel bir refika-i hayatı olduğunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardım eder.
Ve o büyük ve geniş daire-i hayatta ve vücuttaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri, dünyanın kıymetsiz işlerine ve cüz'î garazlarına ve menfaatlerine âlet etmez. Ciddi sadakate ve samimi ihlâsa muvaffak olarak, kemâlâtı ve hasletleri, o nisbette, derecesine göre yükselmeye başlar, insaniyeti teâli eder. Hayat lezzetinde serçe kuşuna yetişmeyen o insan, bütün hayvanat üstünde, kâinatın en müntehap ve bahtiyar bir misafiri ve Sahib-i Kâinatın en mahbup ve makbul bir abdi olmasıdır.
Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler.
Yoksa, elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylâz bir hayatla yaşayacak.
Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki, hayatı ve aklı o biçareye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der: "Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cenette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim" diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
ÇOÇUĞU AHİRETE İMANDAN BAŞKA ÖLÜME KARŞI TESELLİ EDECEK BİR ŞEY VAR MI?
Hem insanın bir rub'unu teşkil eden ihtiyarlar, yakında hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı tesellîyi, ancak ve ancak âhiret imanında bulabilirler.
Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar, öyle bir vâveylâ-yı ruhî ve bir dağdağa-i kalbî çekeceklerdi ki, dünya onlara meyusâne bir zindan ve hayat işkenceli bir azap olurdu.
Fakat âhiret imanı onlara der: "Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek ve parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zâyi ettiğiniz evlât ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz. Ve ettiğiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiş; mükâfatlarını göreceksiniz" diye, iman-ı âhiret onlara öyle bir tesellî ve inşirah verir ki; her birinin yüz ihtiyarlık birden başlarına toplansa onları meyus etmez.
YA İHTİYARLARI AHİRETE İMANDAN BAŞKA TESELLİ EDECEK BİR ŞEY VAR MI?
Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler,
hevesatları galeyanda,
hissiyata mağlûp,
cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler,
âhiret imanını kaybetseler
ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse,
hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır.
Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes'ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer.
Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. "Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım" diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.
Hem nev-i beşerin ehemmiyetli bir kısmı, hastalar ve mazlumlar ve bizim gibi musibetzedeler ve fakirler ve ağır ceza alan mahpuslar, eğer iman-ı âhiret onların imdadına yetişmezse
her vakit hastalığın ihtarıyla gözü önüne gelen ölüm
ve intikamını alamadığı
ve namusunu elinden kurtaramadığı zâlimin mağrurâne ihaneti
ve büyük musibetlerde boşu boşuna malını, evlâdını kaybetmekle gelen elîm meyusiyeti
ve bir-iki dakika veya bir iki saat keyif yüzünden beş on sene böyle bir hapis azabını çekmekten gelen kederli sıkıntı, elbette o biçarelere dünyayı zindan ve hayatı bir işkenceli azaba çevirir.
Eğer âhirete İmân imdatlarına yetişse, birden onlar nefes alırlar; sıkıntıları, meyusiyetleri ve endişeleri ve intikam hiddetleri, derece-i imanına göre kısmen ve bazan tamamen zâil olur.
Hem her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir.
Eğer iman-ı âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, herbiri şefkat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm endişeler ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur. Devekuşu gibi avcıyı görür, kaçamıyor, uçamıyor. Başını kuma sokar, tâ görünmesin. Başını gaflete sokar, tâ ölüm ve zeval ve firak onu görmesin. Divanece, muvakkat iptal-i his nev'inden bir çare bulur. Çünkü, meselâ valide, ruhunu feda ettiği evlâdını daima tehlikelere mâruz gördükçe titrer. Ve pederini ve kardeşini eksik olmayan belâlardan kurtaramayan evlâtlar, daim bir keder, bir korkaklık hisseder. Buna kıyasen, bu dağdağalı, kararsız hayat-ı dünyeviyede, o mes'ut zannedilen aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder. Ve kısacık bir hayattaki münasebet ve karâbet dahi, hakiki sadakati ve samimî ihlâsı ve garazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukut eder. Eğer âhirete İmân o haneye girse, birden ışıklandıracak. Ortalarındaki münasebet ve şefkat ve karâbet ve muhabbet, kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı âhirette, saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadakat eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir. Hakikî insaniyet saadeti o hanede başlar inkişafa.
Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse, güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zâhirî âsâyiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet mânâları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar haylâzlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar.
Buna kıyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir. Eğer iman-ı âhiret bu geniş hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaşeret ve riyâsız ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkişafa başlarlar. Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak." Kur'ân dersiyle temkin verir. Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak. Aklı başlarına getirir. Zâlime der: "Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin." Adalete başını eğdirir. İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış." Ağlamasını gülmeye çevirir. Bunlara kıyasen, cüz'î ve küllî herbir taifede hüsn-ü tesirini gösterir, ışıklandırır. Nev-i beşerin hayat-ı içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkiyyûnların kulakları çınlasın!
İşte, iman-ı âhiretin binler faydalarından, işaret ettiğimiz beş altı nümunelerine sairleri kıyas edilse, kat'î anlaşılır ki, iki cihanın ve iki hayatın medar-ı saadeti yalnız imandır. __________________
| |
| | | @bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Geri: Ahirete imanın yararları Paz Ekim 04, 2009 1:35 am | |
| Soru: Ahirete İmanın Pratik Hayatta Faydaları Nelerdir?
Cevap: Dinin pratik hayata yansıyan iki temel ögesi vardır. Birincisi ruhî ve psikolojik yönünü etkileyen İMAN; diğeri de şahsi ve sosyal hayatına etki eden AMEL-İ SALİH yönü. Bunun için Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Din sadece imandan ibaret değildir. Amel-i Salih dahi dinin ikinci cüzüdür” demiştir.
Salih amelin insan hayatında sübut bulması ve devamı için ruhi ve psikolojik altyapısının olması gerekir. Bu altyapıyı iman sağlar. İnsandaki bütün hayır ve ahlak duygularının temeli imana, bütün kötü duyguları ise imansızlığa dayanır. Yani iman bütün güzelliklerin membaı olduğu gibi küfür de bütün kötü duygu ve ahlakın kaynağıdır.
İmanın temelini iki esas belirler. İman salt inanmak değildir. Allah’a ve ahirete inanmaktır. Allah’a iman Allah’ın birliğine ve sıfatlarına iman olduğu gibi, ahirete iman da öldükten sonra bedenen dirilmeye iman demektir. Yoksa sadece ahiretin varlığına iman Kur’anın ve peygamberimizin ders verdiği ve makbul saydığı iman değildir. Çünkü herkes bir şekilde Allah’a ve ahirete inanır. Ancak bu imanın fonksiyonel ve Allah katında geçerli olabilmesi gerçeğe uygun ve peygamberimizin ders verdiği şekilde olması gerekir. Ancak böyle bir imandır ki insanın psikolojik ve sosyal hayatına müspet yönde etki yapar. Yanlış bir iman ters ve menfi etki eder. Bunun için Bediüzzaman’ın vurguladığı iman “Doğru islamiyeti ve islamiyete layık doğruluğu” içine alan ve hakikatten kaynaklanan imandır.
Allah’a imanın pratik sonuçlarından birincisi hadiseler karşısında tevekkül, teslim ve metanettir. Tevekkül ise iki cihan saadetinin kaynağıdır. Bediüzzaman “İman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder” derken bunu ifade etmiştir. Bunun pratik hayatta binlerce yaşayan örneklerini görmek her zaman mümkündür.
İkincisi kadere imandır. Avamın nazarında kader geçmişe ve başa gelen olaylara bakan yönü ile peygamberimizin (sav) “Kadere iman eden kederden kurtulur” hadisinin hayata yansımasıdır. Bunun da iki yön vardır. Birincisi ruhen rahtlık, ikincisi de hayat mücadelesinde çalışma azmini ve ümidini kaybetmemesi şeklinde kendisini gösterir.
Üçüncüsü insanın acizliği ve zayıflığından dolayı hayatın ağır imtihanları ve musibet ve belalarına karşı nokta-i istinat olmasıdır. Bu ancak tüm kâinatı idare eden bir Rabb-i Rahime olan imandır. Bunun dışındaki tevhide aykırı bir iman bu nokta-i istinadı temin edemez.
Ahirete imanın dünya hayatında ferdin vicdanına ve nefsine ait olan faydaları yanında sosyal hayata ve aile hayatına, gençlere ve çocuklara, musibetzede ve ihtiyarlara faydalarından binden birini Bediüzzaman Meyve Risalesinin Sekizinci Meyve’de izah etmektedir. Oraya bakılmalıdır. | |
| | | | Ahirete imanın yararları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|