DİNÎ DELİLLER ve AKIL
M. Ali KAYA
Delil, bir şeyi ispat eden ve doğruya, hakka ve adalete götüren şey anlamındadır. Din dilinde ise, “üzerinde mantıklı olarak düşünüldüğü zaman kendisinde matlup bir habere ulaşılması mümkün olan şeydir.” Âlemin değişmesinden yola çıkarak bir yaratıcıya ulaşmak ve “Namazı kılınız” (Bakara, 2:43) hükmünden yola çıkarak namazın kesin farz olduğu hükmünü çıkarmak delil ile sonuca ulaşmak demektir. Emirler “vücup” ifade eder ki bu emir Allah'ın emri olduğu zaman “Farz” hükmünü alır. Şer’î deliller, ister kat’î, ister zannî delil olsun kendisinden şer’î amelî bir hüküm istinbat edilen şeydir. Katî deliller de delâlet bakımından delâleti kat’î ve delaleti zanni olmak üzere ikiye ayrılır.
Genel olarak bakıldığı zaman delilleri ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi, ulemanın üzerinde müttefekun aleyh olarak icma ettiği delillerdir ki bunlar “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastır.” İkincisi ise muhtelefün fîh olup üzerinde ihtilaf edilen, yani bir kısım ulemanın delil olarak kabul ettiği, bir kısmının ise delil olarak kabul etmediği delillerdir. Bunlar da “İstihsan, Mesâlih-i mürsele veya İstislah, İstishab, Örf, Sahabe Mezhebi, Sedd-i Zerâyî ve Kur’ândan önceki şeraitler olmak üzere yedi nevidir.
İslam bilginleri Kur’ândan bir hüküm istinbat edecekleri zaman ve istidlal için “Kur’ân, Sünnet, İcma ve Kıyas” tertibine riayet etmişlerdir. Zira yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin. Bir konuda ihtilafa ve anlaşmazlığa düşerseniz şayet Allah'a ve ahret gününe iman ediyorsanız o meseleyi Allah'a ve Resulüne havale ediniz” (Nisa, 4:59) buyurur. Bu ayette yüce Allah anlaşmazlıkların ve hüküm konusunda başvurulacak delillerin tertibini önce Allah'a, yani “Kur’âna”, sonra da Resulüne, yani “Sünnete” başvurmayı emretmektedir. Bu ayetin delaleti kat’î ve manaya delaleti zanni olduğu için Kur’an ve Sünnet tertibine uymanın “Vacip” olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
Mezkûr ayetin sonunda yüce Allah “Bu sizin için tevil bakımından en hayırlı olanıdır” cümlesi ile gerek tevil ve tefsirde gerekse hükmün istinbatında en doğru yolun “Kitap, Sünnet” tertibi olduğunu açıkça beyan etmiştir.
Hakkında gerek ayet, gerekse sünnette delil olmadığı taktirde kıyasa başvurmak gerektiği hususu da peygamberimizin (sav) Muaz b. Cebel’den mervî hadisi delildir. Peygamberimiz (sav) Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken sorar: “Ya Muaz! Sana bir mesele arzedildiği zaman nasıl hükmedeceksin?” Muaz (ra) “Allah'ın kitabına göre hükmederim.” Peygamberimiz (sav) “Ya kitapta o meseleyi bulamazsan?” “O zaman Resulüllah’ın sünneti ile hükmederim.” “Ya Sünnette de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan?” Muaz b. Cebel (ra) “Ya Resulullah! O zaman Kitap ve Sünnete göre aklımla içtihat ederim” buyurur. Peygamberimiz (sav) bu cevaba sevinir ve Muaz’ın göğsüne vurarak “Allah resulünün elçisini, Allah resulünü memnun edecek şekilde muvaffak kılan Allah'a hamd ederim” (Tirmizi, Ahkam, 3; Şafi, Kİtab-ı Üm, 7:273; Müsned-i Ahmed, 5:230, 236, 242) buyurur. Peygamberimiz (sav) akıl ile içtihadı teşvik ederek “Hâkim içtihat eder ve isabet ederse kendisine iki ücret ve sevap vardır. İçtihadında isabet etmezse ona bir sevap vardır” (Buhari, İ’tisam, 21; Müslim, Akdiye, 15; Ebu Davud, Akdiye, 2; Tirmizi, Ahkam, 2; Nesai, Kaza, 3) buyurmuşlardır.
Hz. Ebubekir (ra) kendisine davacılar geldiği zaman cevabını Allah'ın kitabından arar, orada bulabilirse buna göre hükmederdi. Kitapta bulamazsa Resulullah’ın bu husustaki sünnetini biliyorsa ona göre hükmederdi. Sünnette de bulamazsa o zaman sahabenin ileri gelenlerini toplar ve onlarla istişare ederdi. Onlardan herhangi biri Resülullah’dan (sav) bir hadis rivayet ederse buna göre hüküm verilir, yoksa görüşlerini sorar ve ittifak ettikleri görüşe göre hüküm verirdi. Hz. Ömer (ra) da diğer sahabeler de aynı metodu takip etmişlerdir.
Bütün bunlardan anlaşılan budur ki Hulefa-i Raşidin, sahabeler ve İslam müçtehitleri bir meselenin hükmünü verirlerken Kur’ân-ı Kerimin irşad ettiği “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas” metodunu ve yine Allah'ın emri olan “İstişare” metodunu takip etmişler ve bu tertibi asla değiştirmemişlerdir. Bu konuda “Sahabenin” ve “Müçtehitlerin” “İcma”sı vardır.
Ayrıca deliller ya “naklî” olur veya “aklî” olur. Naklî deliller Kitap, Sünnet ve İcma ile beraber, Sahabe Mezhebi ve görüşleri, Örf ve Önceki Şeriatlerdir. Aklî deliller ise, Kıyas, Mesalih-i Mürsele, İstihsan, İstishab, ve Sedd-i Zerâyîdir. Ama ne var ki aklî deliler naklî delillere dayanarak çıkarılır ve akıl ile nakil birbirine muhtaçtır. Nakil varken aklî deliller kullanılmaz. Naklî delile dayanmayan içtihat muteber değildir. Naklî deliller de hüküm istinbatı için aklın anlayış, kavrayış ve tefekkürüne ihtiyaç duyar.
Akıl ile nakil göz ile ışık gibi biri birisiz olamayan bir bütünün iki bölümüdür. Naklî delil doğru bir şekilde anlaşılması ve yerli yerine konması ve isabet için akla ihtiyaç duyar. Akıl da hüküm vermede delil olarak nakle ihtiyaç hisseder.