KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Empty
MesajKonu: Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi   Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Icon_minitimePtsi Ara. 03, 2018 9:57 am

http://www.academia.edu/8315409/Kaside-i_B%C3%BCrdenin_Arap%C3%A7as%C4%B1
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 1-4cc881fcf6
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 2-58b862395f
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 3-f459bc4081

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 4-aa1f01091d
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 5-2fedaa4a64
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 6-ded04e4b9a

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 7-5e636becf5
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 8-14ccefec8f
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 9-a02c93fcd7
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Empty
MesajKonu: Geri: Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi   Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Icon_minitimePtsi Ara. 03, 2018 10:17 am

KASÎDE-İ BÜRDE


I- Bölüm: Rasûlullah (sav) Aşkı



.




بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…


1-


اَ مِنْ تَذَكُّرِ جِيراٰنٍ بِذِي سَلَمِ
مَزَجْتَ دَمْعاً جَرٰي مِنْ مُقْلَةٍ بِدَمٍ

E min tezekküri cirânin bi zî selemin,
Mezecte dem'an cerâ min mukletin bi demin.


Selem’deki yâranlarını-dostlarını mı hatırladın da,
Gözünden akan gözyaşına kanını katıp karıştırmaktasın?
Kanlı göz yaşı dökmektesin!

Muhammedî Aşk’ın muhabbet meşkini ve neş’esini çileler içinde yaşayan İmam-ı Busirî;
Tecîd-i Bedi’ sanatını kullanarak, konuşulan iken konuşan yerine geçip bizlere o yüce pencereden ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ de eriyen kendi benliğinin dışında, Efendimizi dinletmekte…
Muhammedî ezel bizliği içinde sanki kendisi de Selemdeki Ashab-ı Güzün içinde imiş de şimdi hasretini çeken bir âşık gibidir.
Gözünün yaşına özünün kanını mezcedip katması çileli ömrünün gerçeği olup bir hayal ürünü de değildir.


Selem : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Medine-yi Münevvere’de zaman zaman sahabeleri ile birlikte buluşup hoş sohbetler ettikleri ağaçlık ve soğuk sulu kuyusu olan bir mesire yeri.
Tecrid : Açıkta bırakmak. * Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek. * Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek. * Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi. * Soyma, soyulma.
Bedi’ : (Bedia) Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. * Garib. Acib. * Benzeri olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. * Hâlık ve Hallak-ı Cihan olan. * Beğenilen. * Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. * Edb: Sözün garib ve güzel olması hâli.



2-



اَمْ هَبَّتِ الرِّيحُ مِنْ تِلْقٰآءِ كٰاظِمَةٍ   


                                     وَ اَوْمَضَ الْبرْقُ فِي الظَّلْمَاءِ مِنْ اِضَمٍ

ٍ


Em hebbeti'r-rîhu min tilkâi kâzimetin
Ve evmeda’l-berku fi'z-zalmâi min idamin


Yoksa, o şerefli şehir Medine-yi Münevvere tarafından bir rüzgâr mı esti?
Yoksa, zifiri karanlık içindeyken İzam Dağı’ndan bir şimşek mi çaktı geçti?

Yoksa senin sıkıntıdan daralan sînene, Muhammedî Merkezden, gönülden gönüle umut akıtan bir Bâd-i Sâbâ mı esti?
Veya, içini saran ve içinden çıkılmaz sandığın korku ve umutsuzluk karanlığı içindeyken, Kalb Dağından Nur-u Mîm mi şimşek gibi parladı?


İzam :Medine-yi Münevvere yakınında bir dağ ismi. İzam Dağını bulutlar sarıp şimşekler çaktığında Medine-yi Münevvere’ye yağmur yağacak demek imiş..
Kâzime : (C.: Kezâyim) Yanında bir kuyu daha olup bundan ona, ondan buna su geçen kuyu. * Büyük şehir.



3-


فَمَا لِعَيْنَيْكَ اِنْ قُلْتَ اكْفُفَا هَمَتَا
وَمَا لِقَلْبِكَ اِنْ قُلْتَ اسْتَفِقْ يَهِمِ
Femâ liayneyke in kulte ekfüfâ hemetâ
Ve mâ likalbike in kulte estefik yehimi

Gözlerine ne oldu böyle ki “ağlama artık!” dedikçe coşuyor
Gönlüne ne oldu böyle ki “yapma artık!” dedikçe gamı tasası artıyor…

Kafa gözlerine ne oldu ki:
“Ağlamayı bırak!” dedikçe coşmakta..
Kalb gözüne ne oldu ki:
“Yapma!” dedikçe hıçkırıklara boğulmakta ve öz yaşını göz yaşı eylemekte..



4-


اَيَحْسَبُ الصَّبُّ اَنَّ الْحُبَّ مُنْكَتِمٌ
مَا بَيْنَ مُنْسَجِمٍ مِنْهُ وَ مُضْطَرِمٍ
E yahsebu’s-sabbu ennel-hubbe münketimun
Mâ beyne münsecimin minhü ve muztarimin


Gönülden bağlanıp, çok sevip özleyen âşık zanneder mi ki muhabbet hiç gizli kalır!
Âşığın kafa ve kalbi arsındaki bu fıtrî tertib ve alevlenme oldukça…

Durmadan başından aşk ateşi dökülen âşık, sanıyor mu ki kara sevdâ saklanır!..
Kaldı ki zâhir başı ile bâtın gönlü arasındaki insicamın ve bu yangının sebebi, delili, habbesi-tohumu hep o aşktır..


İnsicam : Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak. * Devamlı yağmur yağmak. * Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.
Muztarim : Alevlenen, ıztıram eden.



5-


لَوْ لَا الْهَوٰى لَمْ تُرِقْ دَمْعاً عَلَى طَلَلٍ
وَ لَا اَرِقْتَ لِذِكْرِ الْبَانِ وَ الْعَلَمِ
Levlâ’l- hevâ lem turık dem'an alâ talelin
Ve lâ erikte zikri'l-bâni ve'l-alemi


Bu aşk olmasaydı harâbelerde ağlayıp durmazdın
Bân Ağacı ve Âlem Dağını andıkça ukuyu terk etmezdin.

Eğer bu aşırı düşkünlük başında olmasaydı, bu sevdâ hevâsı ve aşk fırtınası böylesine esmeseydi sen virânelerde kanlı göz yaşı döker mi idin?
O eski günlerin Bân Ağacını ve Âlem Dağını andıkça geceler boyu uykusuz kalır mıydın?


Hevâ : Aşırı düşkünlük. Aşk.
Talel : Harabe. Virâne.
Bân Ağacı : Arabistanda yetişen çok güzel bir ağaç, sevgilinin boyu ona benzetilmiştir. Bizdeki Selvi boylum gibi.
Âlem : yüksek dağ anlamında olup; Hıra dağı, Sevr Dağı, Uhud Dağı kasdedilmiş olabilir ki hepsininde Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’de derinizleri ve hatıraları vardır.



6-


فَكَيْفَ تُنْكِرُ حُبّاً بَعْدَ مَا شَهِدَتْ
بِهِ عَلَيْكَ عُدُولِ الدَّمْعِ وَ السَّقَمِ
Fe keyfe tunkiru hubben bâ'de mâ şehidet
Bihî aleyke, udûli'd-dem'ı ve's-sekami


Artık bundan böyle aşkı nasıl inkar edebilirsin ki,
Yüzündeki zâhirî sakem ve özündeki-gözündeki bâtınî kanlı göz yaşın, aşkın şahidi ve senin için bir değer yargısı kıymeti iken?

Yaşanmamış olan, yalandır.
Yaşanmış bir aşkı nasıl unutabilirsin sen?
Aşkın şahidi sensin!
Uykusuz gecelerde bitkin bedenin!
Bitmeyen acıların ve devâsı dert olan aşk derdin!
Özüne işleyen aşkın değeri ve şâhidi, akan-yüzünü yakan sıcak göz yaşların iken aşkı inkar mümkün mü?

Udul : Eş, misl. Kıymet. Yükün yarısı.
Sekam : Maraz, hastalık. Aşk izi çöküntüsü…



.
7-


وَ اَثْبَتَ الْوَجْدُ حَطَّىْ عَبْرَةٍ وَ ضَنَى
مِثْلَ الْبَهَارِ عَلَى خَدَّيْكَ وَ الْعَنَمِ
Ve esbete'l-vecdü hattay abretin ve danâ.
Misle'l-behârı alâ haddeyke ve'l-anemi.

Bu yüce aşk kendini, özündeki aşk acısı ve yüzündeki göz yaşı yarıkları ile sabitledi ve itibarlı kıldı.
Yanaklarında yeşil bahar ve kızıl güller misali izi var…

Bu aşkın değil unutulması silinmesi bile mümkün değil.
Öyle ki;
İç âlemindeki ana zannın oldu!
Dış âleminde göz yaşı derelerin oluştu!
Yanaklarında yedi renk bahar misli aşk!
Ne var ki çilekeş Anem Ağacının kızıl gülleri gibi kan damlaları kurumuş al gül olmuş yanaklarında…


Vecd : Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi.
Esbete : Sabit, payedâr ve itibarlı eylemek.
Hatta : Yüzde işaret çizikleri atmak.
Aberat : (Abre. C.) Göz yaşları.
Anem : Arabistanda Bir ağaç cinsi ki, kızıl yumuşak budakları olur.



8-


نَعَمْ سَرَى طَيْفُ مَنْ اَهْوٰى فَاَرَّقَنِى
وَ الْحُبُّ يَعْتَرِضُ الْلَذَّاتِ بِالْاَلَمِ
Neam serâ tayfü men ehvâ fe-errekani
Ve'l-hubbu ya'terizu'l-lezzâti bi'l-elemi


Beni geceleri uykusuz bırakan O sevgilini hayali!
O’nun aşkı ve elemi tüm lezzetlere i’tiraz edip engelleyen!..

Evet, beni geceleri uykusuz bırakan;
Benim için kara sevdâ tayfı olan ve sadece kendisi gözüken tek sevdâ olan Yâr’in hayali…
Ve o aşk ki ve onun verdiği acı-elem ki tüm lezzetlerimin önünü kesmekte…
Artık aşktan başka tad tanımamaktayım ben!..


Tayf : Hayâl. Uykuda veya karanlıkta gözde tecessüm eden şekiller. * Gül. * Kavs-ı kuzah. Gökkuşağı.
Ehvâ : (Heva. C.) Nefsin istek ve arzuları. Muhabbetler. Hahişler. * Kasdetmek. * Atmak.
I’terada : Bir şeye engel olup arız olmak.



9-


يَا لاَءِمِى فِى الْهَوَى الْعُذْرِيِّ مَعْذِرَةً
مِنِّى اِلَيْكَ وَلَوْ اَنْصَفْتَ لَمْ تَلُمِ
Yâ lâimî fî'l-hevâ'l-uzriyyi mâ'zireten
Minnî ileyke ve lev ensafte lem telümi

Ey benim, Üzriyy gençleri gibi ateşli aşkımı kınayan kişi,
Eğer sen özümdeki aşk özrümü bilseydin beni kınamakta insaflı olurdun!

Ey benim ateşli ve şiddetli aşkımı kınayan aşksız kişi!
Keşke benim aşk ma’zeretimi biseydin de beni kınamakta insaf etseydin!

Lâim : (Lâime) Çekiştiren. Levmeden. Başkasını kötüleyen.
Uzriyy : Şiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi.
Uzre : Benî Uzre, Özr Oymağı ki Yemende yaşayan bir kabile olup çok iffetli, yüksek duygulu ve kara sevdâlarıyla meşhur olmuştur. Çoğu gençlerinin ölümle biten aşkları darb-ı mesel olmuşlardır.
Ma’zire : (C: Meâzir) Özür etmek.



10-



عَدَتْكَ حَالِيَ لاَ سِرِّي بِمُسْتَتِرٍ
عَنِ الْوُشَاةِ وَلاَ دَاءِي بِمُنْحَسِمٍ
Adetke hâliye lâ sırrî bi müstetirin.
Ani’l- vüşâti ve lâ dâî bi münhasimin.

Bizden olmadığın hâlde hâlimi öğrendin!
Gizli sırrım kalmadı, aşkın bana ettiği bitme bilmeyen dertlerim üzerine!

Bu âşık hâlimi artık herkes bilmekte!
Kınayanların başkalarına jurnal edeceği bir şeyim yok artık!
Gizli sırrım da kalmadı bitmeyen derdim de…

Müstetir : (Setr. den) Örtülü, gizlenen. Gizli, saklı.



11-


مَحَضْتَنِي النُّصْحَ لاَكِنْ لَسْتُ اَسْمَعُهُ
اِنَّ الْمُحِبَّ عَنِ الْعُذَّالِ فِي صَمَمٍ
Mehadteni'n - nusha lâkin lestü esmeuhû.
lnne'l-muhibbe ani'l uzzâli fî samemin.


Bana candan-gönülden nasihat etmektesin, lâkin ben onu duyamıyorum!
Zâten âşık kişi çok kınanmaya karşı sağırdır.

Bana temiz bir kalb ile sevgi besleyerek öğüt vermektesin, ancak ben onu duyamıyorum!
Elbette, gerçekten çok seven âşık, aşkından dolayı yüzüne karşı çok kınanansa bile bir sağır gibidir.
Aşkını, övseler de sövseler de fark etmez!
Öğüdü duyamayan nasıl öğüt tutsun!



12-


اِنِّي اَتَهَمْتُ نَصِيحَ الشَّيْبِ فِي عَذَلِي
وَ الشَّيْبُ اَبَعْدُ فِي نُصْحٍ عَنِ التُّهَمِ
İnnî e tehemtü nâsîha'ş-şeybi fî azelî,
Ve'ş - şeybü eb'adü fî nushin ani't - tûhemi.


Kınandığım için bana nasihat eden ak saçlı yaşlıyı itham ettim!
Oysa o saç sakalı bu yolda ağarmış yaşlı, bana nasihatinden dolayı suçlanmaktan çok uzaktı..

Ben var ya ben!
Kınanmam hakkında bana dost öğüdü veren gün görmüş ihtiyarı kabahatli bulmuştum!
Hâlbuki bu ihtiyar nasihatleri yüzünden töhmet altına sokulmaktan çok uzaktı!


İtham : Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.
Şeyb : İhtiyarlık. Yaşlılık. * Saç, sakal ağarması.
Tühem : (Töhmet. C.) Suçlar, töhmetler, kabahatlar.


II- Bölüm: Nefsî Hevânın Kınanması


II- Bölüm: Nefsî Hevânın Kınanması

.

13-


فَاِنَّ اَمَّارَتِي بِالسُّءِ مَا اَتَعَظَتْ
مِنْ جَهْلِهَا بِنَذِيرِ الشَّيْبِ واَلْهَرَمِ
Fe inne emmâreti bi's-sûi me't-te'azet
Min cehlihâ bi nezîri'ş - şeybi ve'l- heremi.

Bir gerçek var ki nefs-i emmârem kötülükle asla va’zı kabul etmedi.
Cehâletinden ağaran saçımın ve ilerleyen yaşımın uyarmasına aldırış etmedi!

İçinde bulunduğum gerçek hâl şu ki;
Azgın nefs-i emmârem, yine günahı işlemeyi emretmeye devam etmekte!
Hiçbir öğüdü ve vaazı dinleyip ibret almamakta.
Kar gibi ağaran saçımın gelip-geçen ömrümün,
Hesap yaklaştı uyarılarına kulak tıkayıp cehâlet karanlığına gafletle dalıp gitmekte!..


وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ إِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّيَ إِنَّ رَبِّي غَفُورٌ رَّحِيم

“Ve ma überriü nefsi innen nefse le emmaratüm bis sui illa ma rahime rabbi inne rabbi ğafurur rahiym : (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf 12/53)

İtteazae : Öğüdü kabüllenip, vaazdan hisselenmek.
Herem : Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
Nezir : (Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır) * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.
Şeyb : İhtiyarlık. Yaşlılık. * Saç, sakal ağarması.
Su’ : Kötülük. * İyi olmayan. Kötü, fena.



14-


وَلاَ اَعَدَّتْ مِنَ الْفِعْلِ الْجَمِيلِ قِرَى
ضَيْفِ اَلَمَّ بِرَأْسِي غَيْرَ مُحْتَشَمِ
Ve lâ eaddet mine'l - fî'li'l -cemili kırâ
Dayfin eleme bi re'sî gayre muhteşemi

Güzel ameller ile misafirimi, yaşlılığımı ağırlamadı
Muhteşem bir Reis gibi davranmadı..
Zâten misafir de gösrerişsizce tek başına çıka geldi..

Ne yazık ki nefs-i emârem şu Beden Ülkesinin başı-reisi iken;
Kendisine emredilen güzel amalleri işleyerek İlâhî misafirimiz olan ruha, Ruh-u Mîm’e ev sahipliği yapıp, ziyafetler çekip de ihsanda bulunamadı.
Nefsim, misafirin yüceliğini bu dünyadaki gibi gösteriş ve ihtişamda sandı…
Bu çalışma ve ikram etmeyi âdet hâline getirip değişmeyen huy edinemedi…
Kısacası görevi olan ihtişamlı bir başkan yâni kâmil kul olmayı başaramadı…


Cemil : Güzel. * Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden biri.
Kıra : Konaklık etmek. * İhsan etmek.
Dayf : (C.: Ezyâf-Zuyuf-Zayfân) Misafir. * Meyletmek, yönelmek.
Muhteşem : Büyük, debdebeli, tantanalı. * Etraflı ve taraftarlarının çokluğu ile büyük.
Re’s : Baş, kafa. * Tepe. Uç. * Başlangıç. * Reis.



15-
لَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ اَنِّي مَا اُوَقِّرُهُ
كَتَمْتُ سِرّاً بَدَا لِي مِنْهُ بِالْكَتَمِ
Lev küntü a'lemü ennî mâ uvakkıruhû.
Ketemtü sırren bedâ lî minhü bi'l-ketemi.

Bilseydim ki nefsimin ona saygısı yokmuş
Nefsimden saklardım sırrımı ve kendimi açık olmaktan..

Keşke bilebilseydim ki bu ham nefsimin ak saçlarıma ve getirdiği mesaja hiç saygısı yokmuş!
Bana bile açık olmayan bir sırr olarak gizlerdim benden bana gelen bu sırrı…
Karalara boyardım apak saçlarımı..
Ve nefsim, o gençlik çılgınlığı içinde ölümsüzcesine yer, içer tepinir giderdi!...


Vakkara : saygı göstermek.



16-

مَنْ لِي بِرَدِّ جِمَاحٍ مِنْ غَوَايَتِهَا
كَمَا يُرَدُّ جِمَاحُ الْخَيْلِ بِالْلُجُمِ
Men lî bi reddi cimâhin min gavayetihâ
Kemâ yüreddü cimühu'l-hayli bi'l-lücümi

Kim kurtarır beni şu serkeş nefsin azgın sapıklığının elinden!
Gemlerin süvarisini dinlemeyen inatçı-azgın atları yola getirdiği gibi!..

Üzerindeki süvarisini savurmaya inat eden isyankâr atlar gibi olan kötülüğü emredici nefsim!
Kim kurtarır özümü acaba senin bitmez tükenmez azgınlıklarından sapıklıklarından!
Tıpkı yola gelmez serkeş atların ağzına geçirilen demir gemler gibi
gemleyip de başını ele geçirip adam edecek kim var?
Nerede at terbiyecisi?
Nerede Mürşid-i Kâmil?
Yetiş Yâ Mürşid-i Mutlak Muhammed aleyhisselâm!

Radde : Geri dödürmek. Vaz geçirmek. Men’ etmek
Cimah : Binicisi zabtedemediğinden, atın serkeş olup binicisini istememesi.
Gavayat : Dalâlete düşme, hak yoldan sapma. * Azgınlık.
Licüm : (Licâm. C.) Gemler, at dizginleri.
Hayl : At. At sürüsü. * Atlı sürüsü. * Zümre, güruh. * Düşünmek, hıfzetmek.



17-

فَلاَ تَرُمْ بِالْمَعَاصِ كَسْرَ شَهْوَتِهَا
أِنَّ اللطَّعَامَ يُقَوِّي شَهْوَةَ النَّهِمِ
Felâ terüm bi'l-meâsi kesre şehvetihâ
lnne't-teâme yukavvî şehvete'n-nehimi

İşlemekte olduğun bu isyanla sakın nefsin şehvetini kıracağını umma!
Sen yedikçe aç gözlülük şehveti şiddetle acıkmakta!..

Sakın Muhammed aleyhisselâm’ı duymadan uymadan, kendi başına ve itaatsizce işlediğin amellerle nefsin şehvetini kıracağını sanma boşuna bekleme!
Edebsizce olan işler deniz suyu içmek gibidir, içtikçe susar susadıkça içersin!
Sığır gibi bolca yemek, sadece nefsin doymaz şehvetini artırır!


Ma’siyet : İtaatsizlik, günah, isyan.
Şehvet : Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu. * Bir şeyi fazla istemek.
Taam : Yemek. Yenilen şey.
Nehim : Aç gözlü, doymaz. * Yırtıcı. * Arslan kükremesi.



18-

وَالنَّفْسُ كَالطِّفْلِ أِنْ ُتهْمِلْهُ شَبَّ علَي
حُبِّ الرُّضَاعِ وَ اِنْ تَفْطِمْهُ يَنْفَطِمِ
Ve'n-nefsü ke't-tıflı in tühmilhü şebbe alâ
Hubbi'r-redâi ve in teftımhü yenfetimi


Nefs-i Emâre, süt çocuğu gibidir, memeyi bıraktırmaz isen hep emer.
Annesini emmeyi pek sever ancak, eğer memeden bir kesersen sütten kesiliverir…

Kulluk ikemâlâtı imtihanı gereği yaradılıştan iyiye de kötüye de meyilli olan Nefs-i Emâre,
İçinde yaşadığı peşin âleme karşı süt bebesi gibi tiryakice bağlıdır.
Bitip tükenmez bir aşırı istekle ister durur.
Ne zaman ki Nefs-i Emâreyi islah ve iflah edecek Hasbî hizmetçi bir Hakk Eren terbiyeci vakti geldiğinde ilim öğretir de edeble eğitirse yanlıştan döner..
Sırat-ı müstakîm üzere yol alır…

Tıfl : Küçük çocuk.
İhmal : Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etmek.
Şebbe : Genç kadın. Anne.

19-

فَاَصْرِفْ هَوَاهَا حَاذِرَانْ تُوَلِّيَّهُ
اِنَّ الْهَوَى مَا تَوَلَّي تُصْمِ اوْ يَصِمِ
Fasrıf hevâhâ ve hâzir en tüvelliyehû
İnne'l-hevâ mâ tevellâ yusım ev yesımi

Nefs-i Emâreyin hevâsına hakim ol!
Hevâ ve hevesinden çok çok sakın!
Yoksa geri döner de o sana hükmeder!
Şüphesiz hevâ gücü ele alırsa ya vurdurup öldürtür ya da vurur öldürür...

Sana verile sınırlı iradeyi nefsiyin yaramazlıklarını dizginlemekte sarf et!
Hakkı ve hayrı tercih ettir!
Onun bâtıla ve şerre dönüvermesinden sürekli sakın!
O bir döndümü kötülüğe başına her belâyı getirir ve ya çaığırıp getirtir..

Sarf : (C.: Süruf) Harcama, masraf, gider. * Fazl. * Hile. * Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme. * Farz. Samâ : av vurulup ölmek.




20-

وَ رَاعِهَا وُهْيَ فِي الْاعْمَالِ سَاءِمَةُ
وَ اِنْ هِيَ اَسْتَحْلَتِ الْمَرْعَي فَلاَ تَسُمِ
Ve râihâ vehye fî'l-a'mâli sâimetün
Ve in hiye's-tahleti'l-mer’â felâ tesümi

O nefsi iyi güt!
Başıboş yaramaz işler içinde ahmakça başıboş ve istediği yere çekip gitmesin.
Eğer o bolluklar merasında otlamaya bir alışırsa geri getiremezsin!

Yaratan Yüce Rabbımızın sana bahşetttği sayısız organ ve melekelerin ve neticede bunları bu âlemde kullanan nefsin üzerinde bir çobansın.
Bu zıtlıklar içinde imtihan olurken gözü kötülük otlağında olan nefsini gözünden ırma!
Sonra ahmakça başını alır giderde sapıklıklara dalar!
Eğer nefis o zehirli ama çok güzel ve bol gözüken otlak ile hâlleşir ve ayak uydurursa hapı yuttun demektir.
Sakın başını alıp istediği yere salma onu!


İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Adam çoluk çocuğu arasında çoban sayılır. O bu güttüklerinden so*rumludur. Kadın kocasının evinde çobandır. O da güttüklerinden so*rumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır. O da güttüğün*den sorumludur. Kişi babasının malı üzerinde çobandır. O da güttü*ğümden sorumludur. Kısaca hepiniz çobansınız ve hepiniz güttükleri*nizden sorumlusunuz.
(Buharı, Cum'a: 11; Cenâiz: 32; Itk: 17,19; Ahkâm: 1; Vesâya: 9; İstikraz: 20; Nikâh: 81,90; Müslim, Ifnare: 20; Ebû Davud, İmâre: 1; Timizi, Cihad: 27.)

Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalbdir."
(Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330); Tirmizî, Büyû 1, (1205); Nesâî, Büyû 2, (7, 241).

Rai : Çoban. * Gözetleyici ve koruyan kimse. * Vâli. * Güvercin kuşundan bir kısım.
Saime : Çayıra başı boş olarak salıverilen hayvan.
Vehyen : Ahmakça.
Sâme : Kendi başına olup istediği yere gitmek.
Merâ : Otu bol yaylak.


21-

كَمْ حَسَّنْتُ لَذَّةً لِلْمَرْءِ قَاتِلَةً
مِنْ حَيْثُ لَمْ يَدْرِ اَنَّ السَّمَ فِي الدَّسَمِ
Kem hassenet lezzeten li'l-mer'i kâtileten
Min haysü lem yedri enne's-semme fî'd-desemi

Nefis her ne kadar otladığı mera’nın kötülüklerini süslese de öldürücülüğü ortadadır.
Bu bakımdan zehiri güzel yiyecekler içinde katık gibi sunarlar.

Nefs-i Emmârenin insana hazz veren lezzetli işleri aslında ölüm zehirleridir.
Zehiri altın tasta bala katıp da sunmak gibidir bu gaflet!


Tehassene : süslemek, güzelleştirmek.
Meri’ : (C: Emrâ-Emru) Otu çok olan yer. * Ucuzluk olan yer.
Haysü : İtibariyle, bakımından. * Hangi yerde? Hangi?
Semm : Zehir, ağu.



22-


وَاخْشَ الدَّسَاءِسَ مِنْ جُوعٍ وَ مِنْ شَبِعٍ
فَرُبَّ مَخْمَصَةٍ شَرٌّ مِنْ التُّخَمِ
Vahşe'd-desâise min cûin 'le min şebiin
Fe rubbe mahmasatin şerrun mine't-tuhâmi

Açlığın ve tokluğun gizli hilelerinden kork!
Nice açlık hâli vardır ki şerri tıka-basa yemeninkinden beter olur!

Her insan bilir ki can evi, kan evinden beslenir.
Mide ile kalbin arası dört parmaktır.
Ancak sabırsız yokluk ve açlık ile şükürsüz tokluk ve çokluk o kimseye ne dertler getirir!
İkisi de insanoğluna neler yaptırır!
İkisinin de gizli vesveselerinden kork!
Nice açlıktan kıvranmanın getirdiği dertler vardır ki tıka basa yemek o zararı veremez!


Vahşet : (Vahş - Vahiş) Yabanilik. * Issızlık, tenhalık. * Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik. * Tenha, ıssız, korkunç yer. * Elbise ve silâhını çıkarıp atmak. * Aç kimse.
Desais : (Desise. C.) Vesveseler, desiseler. Gizli hileler.
Cu’ : Açlık.
Şeb’ : Tokluk.
Mahmasa : Azlık. * Açlıktan zayıf düşme.
Tehime : Yemek ağır gelmek.

23-


وَ اسْتَفْرِغِ الدَّمْعَ مِنْ عَيْنٍ قَدْ اِمْتَلَاَتْ
مِنْ الْمَحَارِمِ وَ الْزَمْ حِمْيَةَ النَّدَمِ
Ve'stefrigi'd-dem'a min aynin kadi'mteleet
Mine'l-mehârimi ve'l-zem himyete'n-nedemi

Gözlerinden yaşlar dök ki zâten haramlarla doluydu..
Sadece pişmanlık için dikkatli olman yetmez dahası lazım!

Özüne bir vakitler doldurduğun türlü türlü haramları kanlı göz yaşınla boşalt!
Kaldı ki bu da yetmez pişmanlık perhizine girmelisin bu çok lazım sana!..


Maharim : (Mahrem. C.) Mahrem olanlar. Haram olan şeyler.
Himye : Perhiz. Yiyecek ve içecekte sıhhat için gösterilen ihtimam ve dikkat.
Nedem : Pişman olma, nedamet, pişmanlık.
Elzem : Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib. * Küçük parmaklı.



24-


وَ خَالِفِ النَّفْسسَ وَ الشَّيْطَانَ وَ اَعْصِهِمَا
وَ اِنْ هُمَا مَحَضَاكَ النُّصْحَ فَاتَّهِمِ
Ve hâlifî'n-nefse ve' ş-şeytâne va'sıhimâ
Ve in hümâ mehadâke'n-nusha fet-tehimi

Şeytana ve nefsine uyma!
İkisine de baş kaldır, isyan et!..
Eğer sana akla uygun nasihatlar etseler bile ikisini de suçla!

Sakın nefsine ve şeytana muhalefet etmekten vaz geçme!
Her emirlerine isyan et!
Onların aklına uygun ve haklı gibi gelen vesveselerini iyi incele ki içinde seni saptırıcı gizlidir!
Onlardan hayır gelemez bil ve peşin peşin suçla!
İkisinin de aslî işleri olan seni hüsrana sürüklemek kabahatleri ile töhmet et!

Tühem : (Töhmet. C.) Suçlar, töhmetler, kabahatlar.
Me’haz: Menba'. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Bir şeyin aslının alındığı kaynak.



25-


وَ لاَ تُطِعْ مِنْهُمَا خَصْماً وَلاَ حَكَماً
فَاَنْتَ تَعْرِفُ كَيْدَ الْخَصْمِ وَ الْحَكَمِ
Velâ tutı' minhümâ hasmen velâ hakemen
Fe ente ta'rifü keyfe'l-hasmi ve'l-hakemi

Nefsine ve şeytana asla itâat etme!
İkisi de, ister hasım olsunlar ister hakem!
Sen bilirsin ki onlar hilelerin hasımı ve hakemidirler!

Sen sakınnefsine ve şeytana uyma!
Hasım da olsalar, hısım da olsalar, hakem de olsalar sahtekârlık içindir.
İşin içinde bir kötülük tuzağı kurmuşlardır!
Şeytana uyan nefsin kime tapacağı sana bildirildi ve yasaklandı:



أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
“Elem a'hed ileyküm ya beni ademe el la ta'büdüş şeytan innehu leküm adüvvüm mübiyn . Ve eni'büduni haza siratum müstekiym : Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? «Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur» demedim mi?” (Yâsîn 36/60-61)

Ve sen çok iyi bilmektesin ki kimlere itâat edecektin:



وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
“Ve etiy'ullahe ver rasule lealleküm türhamun : Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Âl-i İmrân 3/132)

Hasm : (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.
Hakem : (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.
Keyd : Tuzak. Kötülük, hile.
Hısım : Akraba, yakın.



26-


اَسْتَغْفِرُاللّهَ مِنْ قَوْلِ بِلاٰ عَمَلِ
لَقَدْ نَسَبْتُ بِهِ نَسْلً لِذِى عُقُمِ
Estagfîrullâhe min kavlîn bilâ amelin
Le kad nesebtü bihî neslen lizî ukumi

Her amelsiz sözümden Allah’a estagfirullah!
Kısır ile soyu olanı nisbet etsem ona tam uyar!

Amelsiz söz-imandan Allah’a sığınır bağışlanmamı dilerim!
İşe dönüşmemiş boş sözlerime güvenişim, kısır biriyle soyu-sopu olan birini kıyaslamaya benzer ki tam bir şaşkınlık!


İstiğfar : (Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.
Akîm : Neticesiz, sonu yok. Beyhude. * Yağmur getirmeyen rüzgar. * Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).
Nesl : Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak. * Halk. * Çocuk hâsıl etmek.
Nisbet : Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü. * Rağmen. İnat olarak. İnat olsun diye.



27-


اَمَرْتُكَ الْخَيْرَ لاَكِنْ مَا اَتَمَرْتُ بِهِ
وَ مَا اَسْتَقَمْتُ فَمَا قَوْلِي لَكَ اَسْتَقَمِ
Emertüke'l-hayre lâkin mâ'temertü bihî
Ve me'stekamtü femâkavlî leke's-tekami

Ey kardeş!
Sana hayrı emrettim, ama ben kendim onu emir edinmedim!
Kendim istikamet üzere olmadım, ama sana sözüm: “ İstikamet üzere ol!” idi..

Ben herkese hayrı işlemeyi emrettim!
Lâkin kendime hayrı işlemeyi emretmedim ne yazık!
Sana sözüm hep: “Dosdoğru yol budur!” oldu.
Ama ben Hakka teslim olup istikamet edemedim!


İstikamet : Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek. * Allah'a kulluk etmek. * Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması. * Yön, cihet.



28-


وَلاَ تَزَوَّدْتُ قَبْلَ الْمَوْتِ نَافِلَةً
وَ لَمْ اُصَلِّ سِوٰي فَرضٍ وَ لَمْ اَصُمِ
Velâ tezevvedtü kable'l-mevti nâfîleten
Velem usalli sivâ farzın velem esumi

Ölmeden önce nafilelerden kendime azık hazırlamadım
Farzdan başka namaz kılmadım oruç tutmadım!..

Ölüm gelip çatmadan yol azığı hazırlamadım.
Sadece elden geldiğince farz namaz ve oruçla yetindim.
Oysa İlâhi fermanı duymuştum:

Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."
(Buhârî, Rikak 38)


Tezevvede : Azık hazırlmak, azıklanmak.
Farz : * Fık: Din hususunda icrası vâcib, terki mâsiyet olan Hükm-ü İlâhî. Kur'an-ı Kerim veya Hadis-i Şerifle sâbit olan Cenab-ı Hakk'ın kat'i emri: Şirk koşmamak, iman etmek, namaz kılmak, yalan söylememek gibi...
Nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.

İbniabidin

https://www.mumsema.org/na-atlar-siirler/137242-kaside-i-burde-arapca-ve-turkce-anlami.html
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Empty
MesajKonu: Geri: Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi   Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Icon_minitimePtsi Ara. 03, 2018 10:21 am

http://www.sonpeygamber.info/imam-busiri-ve-kaside-i-burde

İmam Bûsîrî ve Kasîde-i Bürde Prof. Dr. Mahmut Kaya

Rivayete göre rüyasında Hz. Peygamber Bûsîrî'den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; o "ya Rasûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?" deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla' beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Yine rivayete göre Bûsîrî'yi ödüllendirmek üzere hırkasını çıkarıp yatmakta olan hasta şairin üzerine örter; bir diğer rivayette ise vücudunun felçli kısmını eliyle sıvazlar.
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Burde
Hassân ibn Sâbit ve Ka'b ibn Züheyr'den itibaren İslam dünyasında yetişen şairler, deha ve sanatlarının en olgun ürünlerini Hz. Peygamber için yazmış oldukları naat ve kasidelerde ortaya koymuşlardır. Fakat bunlardan bazısının eseri sanat değerinden çok, kazandığı şöhret bakımından diğerlerinden daha şanslı sayılmaktadır. Bu kervanın önde gelenlerinden biri XIII. yüzyılda Mısır'da yaşamış olan imam Bûsîrî'dir. 1 şevval 608/7 Mart 1212'de Yukarı Mısır'daki Behnesâ şehrine bağlı Behsim'de dogan Muhammed el-Bûsîrî, Berberî asıllı olup Fas'taki Hammâd Kalesi'nde Habnûnoğulları diye tanınan bir aileden gelmektedir. Baba tarafından Bûsîrli olduğu için Bûsîrî, annesi tarafından Delâsli olduğu için de Delâsî nisbesiyle anılmaktadır. Şairin, bazen bu iki kelimeyi birleştirerek Delâsîrî nisbesini kullandığı da görülür. Çocukluk yılları, ailesiyle birlikte yerleştiği Delâs'ta geçmişti. Daha sonra Kahire'ye giderek burada İslami ilimlerin yanı sıra dil ve edebiyat tahsil etti. Özellikle hadis ve siyer ilimleriyle daha çok meşgul olduğu, ayrıca Yahudi ve Hıristiyanlığa karşı yazmış olduğu reddiyelerden onun Tevrat ve İncil hakkında geniş malumata sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Bir süre Bilbis şehrinde maliyede katip olarak çalıştıktan sonra Kahire'ye dönmüş ve “Ref küttâb” denen Kur'ân dershanesinde eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunmuştur. Daha sonra el-Mahalle ve Sehâ şehirlerinde katip olarak çalışırken mesai arkadaşları olan Hıristiyan memurların yaptıkları yolsuzluklardan fazlasıyla rahatsızlık duyarak bunları şiirlerinde dile getirmiştir.
Kısa boylu ve zayıf bir bünyeye sahip olan Bûsîrî'nin başlıca huzursuzluk kaynağı, hanımının hırçınlığı ile çocuklarının çokluğu ve geçim sıkıntısı olmuştur. Şâzelî tarikatının kurucusu Ebu'l-Hasan es-Şâzelî'ye intisap eden şair, onun ölümü üzerine yerine geçen Ebu'l-Abbas el-Mürsî'ye hitaben yazdığı 142 beyitlik "dal" redifli mersiyede şeyhinin fazilet ve meziyetlerinden sitayişle söz eder. Öyle anlaşılıyor ki ünlü mutasavvıf ibn Atâullah el-iskenderî ile Bûsîrî, Şeyh Şâzelî'nin en önde gelen iki mürididir. Ancak ibn Atâullah ilahî aşk temasını işlerken, Bûsîrî daha çok peygamber sevgisini terennüm etmiştir.
Hayatının sonlarına doğru felç olan Bûsîrî, rivayete göre Hz. Peygamber için yazdığı bir kaside sayesinde bu hastalıktan kurtulmuş ve uzun bir ömürden sonra seksen küsür yaşlarında İskenderiye'de vefat etmiştir (696/1296-97). Bûsîrî'nin kaleme aldığı eserlerin tamamına yakını manzum olup çoğu Hz. Peygamber hakkında yazılan kasidelerden ibarettir. Şiiri, yapı ve üslûp bakımından son derece sağlam ve liriktir. Bu yüzden asırlar boyu onun naat ve kasideleri İslam coğrafyasının her bölgesinde büyük ilgi görmüş, dinî toplantılarda en çok okunan şiirler arasında yer almıştır. Klasik kaynaklarda dağınık bir şekilde bulunan on iki kasideden ibaret olan şiirleri bir araya getirilerek Dîvânü'l-Bûsîrî adıyla yayımlanmıştır (nşr. Muhammed Seyyid Keylânî, Kahire 1374/1955). İslami edebiyat alanında dünya çapında en meşhur eseri Kasîdetü'l-Bürde diye bilinen 160 beyitlik kasidesidir. Coşkun bir peygamber aşığı olan Bûsîrî'yi şöhretin zirvesine taşıyan bu kasideye kendisi el-Kevâkibü'd-dürriyye fî medhi hayri'l-beriyye adını verdiği halde, yukarıdaki isimle tanınması gördüğü bir rüyadan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki hayatının sonlarına doğru felç hastalığına yakalandığı bir sırada, rivayete göre rüyasında Hz. Peygamber Bûsîrî'den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; o "ya Rasûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?" deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla' beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Yine rivayete göre Bûsîrî'yi ödüllendirmek üzere hırkasını çıkarıp yatmakta olan hasta şairin üzerine örter; bir diğer rivayette ise vücudunun felçli kısmını eliyle sıvazlar. Şair heyecanla uykudan uyanır, gördüğü rüyanın zevkiyle toparlanmaya çalışırken felçten bir eser kalmadığını fark ederek sevincinden ne yapacağını şaşırır. Bu sırada şafak söküp sabah namazı vakti yaklaşmaktadır. Bûsîrî abdest alıp mescide giderken bir dervişle karşılaşır. Derviş ondan bu gece Hz.Peygamber'in huzurunda okuduğu kasideyi kendisine vermesini ister. İşte bu olay duyulduktan sonra kaside büyük bir üne kavuşur ve zaman aşımı ile şairin verdiği isimle değil, rüyada Hz. Peygamber tarafından üzerine örtülen hırka sebebiyle Kasîdetü'l-Bürde diye anılmaya başlar. Bazı kaynaklarda hastalıktan kurtulması sebebiyle Kasîdetü'l-Bürde diye geçiyorsa da bunun yakıştırmadan öte bir değeri yoktur.


Hayatının sonlarına doğru felç olan Bûsîrî, rivayete göre Hz. Peygamber için yazdığı bir kaside sayesinde bu hastalıktan kurtulmuş ve uzun bir ömürden sonra seksen küsür yaşlarında İskenderiye'de vefat etmiştir.
Dünyada en meşhur ve en çok okunan kasideler arasında yer alan bu eser, belli başlı bütün kültür dillerine tercüme edildiği gibi, Afrika, Güneydoğu Asya ve Balkanlardaki mahalli dillere de çevrilmiştir. Çeşitli bölge ve ülkelerde genellikle sünnet, nişan ve düğün merasimlerinde, mübarek gün ve gecelerde, ayrıca haftalık evrad olarak okunmakta, son münacat kısmı ise felçli hastalar üzerine yedi gün süreyle okunup Cenâb-ı Hakk'tan şifa niyaz edilmektedir.
Tesbit edilebildiği kadar kasideye yapılan şerhlerin sayısı 110, tahmisler 58, tesdisler 16 civarında olup, üzerine sayısız nazireler yazılmıştır. Dinî heyecanı canlı tutmak ve peygamber sevgisini yaşatmak için sanatın gücünden her dönemde istifade edilmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Empty
MesajKonu: Geri: Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi   Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Icon_minitimePtsi Ara. 03, 2018 10:34 am

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 11


Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 36becf10

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi 2Q==


En son huzeyfe tarafından Ptsi Ara. 03, 2018 10:35 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
huzeyfe
Süper Moderatör
huzeyfe


Mesaj Sayısı : 7719
Rep Gücü : 18108
Rep Puanı : 23
Kayıt tarihi : 27/03/09

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Empty
MesajKonu: Geri: Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi   Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi Icon_minitimePtsi Ara. 03, 2018 10:34 am

Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi She3r

قصيدة “نهج البردة”  للإمام البوصيري


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم

أمن تذكر جيرانٍ بذي سلم

مزجت دمعا جَرَى من مقلةٍ بدم

مْ هبَّت الريحُ مِنْ تلقاءِ كاظمةٍ

وأَومض البرق في الظَّلْماءِ من إِضم

فما لعينيك إن قلت اكْفُفا همتا

وما لقلبك إن قلت استفق يهم

أيحسب الصب أن الحب منكتم

ما بين منسجم منه ومضطرم

لولا الهوى لم ترق دمعاً على

طللٍ ولا أرقت لذكر البانِ والعلمِ

 

فكيف تنكر حباً بعد ما شهدت

به عليك عدول الدمع والسقمِ

وأثبت الوجد خطَّيْ عبرةٍ وضنى

مثل البهار على خديك والعنم

نعم سرى طيف من أهوى فأرقني

والحب يعترض اللذات بالألمِ

يا لائمي في الهوى العذري معذرة

مني إليك ولو أنصفت لم تلمِ

عدتك حالي لا سري بمستتر

عن الوشاة ولا دائي بمنحسم

محضتني النصح لكن لست أسمعهُ

إن المحب عن العذال في صممِ

إنى اتهمت نصيح الشيب في عذلي

والشيب أبعد في نصح عن التهمِ

في التحذير من هوى النفس


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم

فإن أمارتي بالسوءِ ما اتعظت

من جهلها بنذير الشيب والهرم

ولا أعدت من الفعل الجميل قرى

ضيف ألم برأسي غير محتشم

لو كنت أعلم أني ما أوقره

كتمت سراً بدا لي منه بالكتمِ

من لي برِّ جماحٍ من غوايتها

كما يردُّ جماح الخيلِ باللُّجُم

فلا ترم بالمعاصي كسر شهوتها

إن الطعام يقوي شهوة النَّهم

والنفس كالطفل إن تهملهُ شبَّ على

حب الرضاعِ وإن تفطمهُ ينفطم

فاصرف هواها وحاذر أن توليه

إن الهوى ما تولى يصم أو يصم

وراعها وهي في الأعمالِ سائمةٌ

وإن هي استحلت المرعى فلا تسم

كم حسنت لذةً للمرءِ قاتلة من

حيث لم يدرِ أن السم فى الدسم

واخش الدسائس من جوعٍ ومن شبع

فرب مخمصةٍ شر من التخم

واستفرغ الدمع من عين قد امتلأت

من المحارم والزم حمية الندمِ

وخالف النفس والشيطان واعصهما

وإن هما محضاك النصح فاتَّهِم

ولا تطع منهما خصماً ولا حكماً

فأنت تعرف كيد الخصم والحكم

أستغفر الله من قولٍ بلا عملٍ

لقد نسبتُ به نسلا ًلذي عُقُم

أمْرتُك الخير لكن ما ائتمرت به

وما استقمت فما قولى لك استقمِ

ولا تزودت قبل الموت نافلةً

ولم أصل سوى فرض ولم اصم

في مدح سيد المرسلين


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم

ظلمت سنة من أحيا الظلام إلى

أن اشتكت قدماه الضر من ورم

وشدَّ من سغب أحشاءه وطوى

تحت الحجارة كشحاً مترف الأدم

وراودته الجبال الشم من ذهبٍ

عن نفسه فأراها أيما شمم

وأكدت زهده فيها ضرورته

إن الضرورة لا تعدو على العصم

وكيف تدعو إلى الدنيا ضرورة

من لولاه لم تخرج الدنيا من العدمِ

محمد سيد الكونين والثقليـ

ـن والفريقين من عرب ومن عجمِ

نبينا الآمرُ الناهي فلا أحدٌ

أبر في قولِ لا منه ولا نعم

هو الحبيب الذي ترجى شفاعته

لكل هولٍ من الأهوال مقتحم

دعا إلى الله فالمستمسكون به

مستمسكون بحبلٍ غير منفصم

فاق النبيين في خلقٍ وفي خُلُقٍ

ولم يدانوه في علمٍ ولا كرم

وكلهم من رسول الله ملتمسٌ

غرفاً من البحر أو رشفاً من الديمِ

وواقفون لديه عند حدهم

من نقطة العلم أو من شكلة الحكم

فهو الذي تم معناه وصورته

ثم اصطفاه حبيباً بارئُ النسم

منزهٌ عن شريكٍ في محاسنه

فجوهر الحسن فيه غير منقسم

دع ما ادعته النصارى في نبيهم

واحكم بما شئت مدحاً فيه واحتكم

وانسب إلى ذاته ما شئت من شرف

وانسب إلى قدره ماشئت من عظم

فإن فضل رسول الله ليس له

حدٌّ فيعرب عنه ناطقٌ بفم

لو ناسبت قدره آياته عظماً

أحيا اسمه حين يدعى دارس الرمم

لم يمتحنا بما تعيا العقول به

حرصاً علينا فلم نرْتب ولم نهمِ

أعيا الورى فهم معناه فليس يرى

في القرب والبعد فيه غير منفحم

كالشمس تظهر للعينين من بعُدٍ

صغيرةً وتكل الطرف من أمم

وكيف يدرك في الدنيا حقيقته

قومٌ نيامٌ تسلوا عنه بالحلمِ

فمبلغ العلم فيه أنه بشرٌ

وأنه خير خلق الله كلهمِ

وكل آيٍ أتى الرسل الكرام بها

فإنما اتصلت من نوره بهم

فإنه شمس فضلٍ هم كواكبها

يظهرن أنوارها للناس في الظلم

أكرم بخلق نبي ّزانه خلقٌ

بالحسن مشتمل بالبشر متسم

كالزهر في ترفٍ والبدر في شرفٍ

والبحر في كرمٍ والدهر في همم

كأنه وهو فردٌ من جلالته

في عسكر حين تلقاه وفي حشم

كأنما اللؤلؤ المكنون فى صدفٍ

من معدني منطق منه ومبتسم

لا طيب يعدل تُرباً ضم أعظمهُ

طوبى لمنتشقٍ منه وملتثمِ

في مولده عليه الصلاة والسلام


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم

أبان موالده عن طيب عنصره

يا طيب مبتدأ منه ومختتم

يومٌ تفرَّس فيه الفرس أنهم

قد أنذروا بحلول البؤْس والنقم

وبات إيوان كسرى وهو منصدعٌ

كشمل أصحاب كسرى غير ملتئم

والنار خامدة الأنفاس من أسفٍ

عليه والنهر ساهي العين من سدم

وساءَ ساوة أن غاضت بحيرتها

ورُد واردها بالغيظ حين ظمي

كأن بالنار ما بالماء من بلل

حزناً وبالماء ما بالنار من ضرمِ

والجن تهتف والأنوار ساطعةٌ

والحق يظهر من معنى ومن كلم

عموا وصموا فإعلان البشائر

لم تسمع وبارقة الإنذار لم تُشَم

من بعد ما أخبره الأقوام كاهِنُهُمْ

بأن دينهم المعوجَّ لم يقمِ

وبعد ما عاينوا في الأفق من شهب

منقضةٍ وفق ما في الأرض م نصنم

حتى غدا عن طريق الوحى منهزمٌ

من الشياطين يقفو إثر منهزم

كأنهم هرباً أبطال أبرهةٍ

أو عسكرٌ بالحصى من راحتيه رمى

نبذاً به بعد تسبيحٍ ببطنهما

نبذ المسبِّح من أحشاءِ ملتقم

في معجزاته صلى الله عليه وسلم


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم
جاءت لدعوته الأشجار ساجدة

تمشى إليه على ساقٍ بلا قدم
كأنَّما سطرت سطراً لما كتبت

فروعها من بديع الخطِّ في اللقم
مثل الغمامة أنَّى سار سائرة

تقيه حر وطيسٍ للهجير حَم
أقسمت بالقمر المنشق إن له

من قلبه نسبةً مبرورة القسمِ
وما حوى الغار من خير ومن كرم

وكل طرفٍ من الكفار عنه عم
فالصِّدْقُ في الغار والصِّدِّيقُ لم يرما


وهم يقولون ما بالغار من أرم
ظنوا الحمام وظنوا العنكبوت على

خير البرية لم تنسج ولم تحم
وقاية الله أغنت عن مضاعفةٍ

من الدروع وعن عالٍ من الأطُم
ما سامنى الدهر ضيماً واستجرت به

إلا ونلت جواراً منه لم يضم
ولا التمست غنى الدارين من يده

إلا استلمت الندى من خير مستلم
لا تنكر الوحي من رؤياه إن له


قلباً إذا نامت العينان لم ينم
وذاك حين بلوغٍ من نبوته

فليس ينكر فيه حال محتلم
تبارك الله ما وحيٌ بمكتسبٍ

ولا نبيٌّ على غيبٍ بمتهم
كم أبرأت وصباً باللمس راحته

وأطلقت أرباً من ربقة اللمم
وأحيتِ السنةَ الشهباء دعوته

حتى حكت غرة في الأعصر الدهم
بعارضٍ جاد أو خلت البطاح

بها سيبٌ من اليم أو سيلٌ من العرمِ

في شرف القرآن ومدحه


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم
دعني ووصفي آيات له ظهرت

ظهور نار القرى ليلاً على علم
فالدُّرُّ يزداد حسناً وهو منتظمٌ

وليس ينقص قدراً غير منتظم
فما تطاول آمال المديح إلى


ما فيه من كرم الأخلاق والشِّيم
آيات حق من الرحمن محدثةٌ

قديمةٌ صفة الموصوف بالقدم
لم تقترن بزمانٍ وهي تخبرنا

عن المعادِ وعن عادٍ وعن إِرَم
دامت لدينا ففاقت كلَّم عجزةٍ

من النبيين إذ جاءت ولم تدمِ
محكّماتٌ فما تبقين من شبهٍ

لذى شقاقٍ وما تبغين من حكم
ما حوربت قط إلا عاد من حَرَبٍ

أعدى الأعادي إليها ملقي السلمِ
ردَّتْ بلاغتها دعوى معارضها

ردَّ الغيور يد الجاني عن الحرم
لها معانٍ كموج البحر في مددٍ

وفوق جوهره في الحسن والقيمِ
فما تعدُّ ولا تحصى عجائبها

ولا تسام على الإكثار بالسأمِ
قرَّتْ بها عين قاريها فقلت له

لقد ظفرت بحبل الله فاعتصم
إن تتلها خيفة ًمن حر نار لظى


أطفأت حر لظى من وردها الشم
كأنها الحوض تبيض الوجوه به

من العصاة وقد جاؤوه كالحمم
وكالصراط وكالميزان معدلةً

فالقسط من غيرها في الناس لم يقم
لا تعجبن لحسودٍ راح ينكرها

تجاهلاً وهو عين الحاذق الفهم
قد تنكر العين ضوء الشمس من رمد

وينكر الفم طعم الماءِ من سقم

في إسراءه ومعراجه صلى الله عليه وسلم


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم
يا خير من يمم العافون ساحته

سعياً وفوق متون الأينق الرسم
ومن هو الآية الكبرى لمعتبرٍ

ومن هو النعمةُ العظمى لمغتنم
سريت من حرمٍ ليلاً إلى حرمٍ

كما سرى البدر في داجٍ من الظلم
وبت ترقى إلى أن نلت منزلةً

من قاب قوسين لم تدرك ولم ترم
وقدمتك جميع الأنبياء بها

والرسل تقديم مخدومٍ على خدم
وأنت تخترق السبع الطباق بهم

في مركب كنت فيه صاحب العلم
حتى إذا لم تدع شأواً لمستبقٍ

من الدنوِّ ولا مرقى لمستنم
خفضت كل مقامٍ بالإضافة إذ

نوديت بالرفع مثل المفردِ العلم
كيما تفوز بوصلٍ أي مستترٍ

عن العيون وسرٍ أي مكتتم
فحزت كل فخارٍ غير مشتركٍ

وجزت كل مقامٍ غير مزدحم
وجل مقدار ما وليت من رتبٍ

وعز إدراك ما أوليت من نعمِ
بشرى لنا معشر الإسلام إن لنا

من العناية ركناً غير منهدم
لما دعا الله داعينا لطاعته ب

أكرم الرسل كنا أكرم الأمم

في جهاد النبي صلى الله عليه وسلم


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم
راعت قلوب العدا أنباء بعثته

كنبأة أجفلت غفلا من الغنمِ
ما زال يلقاهمُ في كل معتركٍ


حتى حكوا بالقنا لحماً على وضم
ودوا الفرار فكادوا يغبطون به

أشلاءَ شالت مع العقبان والرخم
تمضي الليالي ولا يدرون عدتها

ما لم تكن من ليالي الأشهر الحُرُم
كأنما الدين ضيفٌ حل ساحتهم ب

كل قرمٍ إلى لحم العدا قرم
يجر بحر خميسٍ فوق سابحةٍ

يرمى بموجٍ من الأبطال ملتطم
من كل منتدب لله محتسبٍ

يسطو بمستأصلٍ للكفر مصطلمِ
حتى غدت ملة الإسلام وهي بهم

من بعد غربتها موصولة الرحم
مكفولةً أبداً منهم بخير أبٍ

وخير بعلٍ فلم تيتم ولم تئمِ
هم الجبال فسل عنهم مصادمهم

ماذا رأى منهم في كل مصطدم
وسل حنينا ًوسل بدراً وسل أُحداً

فصول حتفٍ لهم أدهى من الوخم
المصدري البيض حمراً بعد ما وردت

من العدا كل مسودٍ من اللممِ
والكاتبين بسمر الخط ما تركت

أقلامهم حرف جسمٍ غير منعجمِ
شاكي السلاح لهم سيما تميزهم

والورد يمتاز بالسيما عن السلم
تهدى إليك رياح النصر نشرهم

فتحسب الزهر في الأكمام كل كم
كأنهم في ظهور الخيل نبت رباً

من شدة الحَزْمِ لا من شدة الحُزُم
طارت قلوب العدا من بأسهم فرقاً


فما تفرق بين الْبَهْمِ وألْبُهُمِ
ومن تكن برسول الله نصرته

إن تلقه الأسد فى آجامها تجمِ
ولن ترى من وليٍ غير منتصرٍ

به ولا من عدوّ غير منفصم
أحل أمته في حرز ملته

كالليث حل مع الأشبال في أجم
كم جدلت كلمات الله من جدلٍ

فيه وكم خصم البرهان من خصم
كفاك بالعلم في الأُمِّيِّ معجزةً

في الجاهلية والتأديب في اليتم

في التوسل بالنبي صلى الله عليه وسلم


مولاي صلي وسلم دائماً أبدا

على حبيبك خير الخلق كلهم
خدمته بمديحٍ استقيل به ذنوب

عمرٍ مضى في الشعر والخدم
إذ قلداني ما تخشي عواقبه

كأنَّني بهما هديٌ من النعم
أطعت غي الصبا في الحالتين

وما حصلت إلا على الآثام والندم
فياخسارة نفسٍ في تجارتها

لم تشتر الدين بالدنيا ولمتسم
ومن يبع آجلاً منه بعاجلهِ يَبِنْ

له الْغَبْنُ في بيعٍ وفي سلمِ
إن آت ذنباً فما عهدي بمنتقض

من النبي ولا حبلي بمنصرم
فإن لي ذمةً منه بتسميتي

محمداً وهو أوفى الخلق بالذمم
إن لم يكن في معادي آخذاً

بيدى فضلاً وإلا فقل يا زلة القدمِ
حاشاه أن يحرم الراجي مكارمه

أو يرجع الجار منه غير محترمِ
ومنذ ألزمت أفكاري مدائحه

وجدته لخلاصي خير ملتزم
ولن يفوت الغنى منه يداً تربت

إن الحيا ينبت الأزهار في الأكم
ولم أرد زهرة الدنيا التي اقتطفت

يدا زهيرٍ بما أثنى على هرمِ

في المناجاة وعرض الحاجات


يا رب بالمصطفى بلغ مقاصدنا

واغفر لنا ما مضى يا واسع الكرم
يا أكرم الخلق ما لي من ألوذ به

سواك عند حلول الحادث العمم
ولن يضيق رسول الله جاهك بي

إذا الكريم تحلَّى باسم منتقم
فإن من جودك الدنيا وضرتها

ومن علومك علم اللوح والقلم
يا نفس لا تقنطي من زلةٍ عظمت

إن الكبائر في الغفران كاللمم
لعل رحمة ربي حين يقسمها تأتي

على حسب العصيان في القسم
يارب واجعل رجائي غير منعكسٍ

لديك واجعل حسابي غير منخرم
والطف بعبدك في الدارين إن له

صبراً متى تدعه الأهوال ينهزم
وائذن لسحب صلاةٍ منك دائمةٍ

على النبي بمنهلٍ ومنسجم
ما رنّحت عذبات البان ريح صبا

وأطرب العيس حادي العيس بالنغم
ثم الرضا عن أبي بكرٍ وعن عمرٍ

وعن عليٍ وعن عثمان ذي الكرم
والآلِ وَالصَّحْبِ ثمَّ التَّابعينَ فهم

أهل التقى والنقا والحلم والكرمِ
يا رب بالمصطفى بلغ مقاصدنا

واغفر لنا ما مضى يا واسع الكرم
واغفر إلهي لكل المسلمين بما

يتلوه في المسجد الأقصى وفي الحرم
بجاه من بيته في طيبةٍ حرمٌ

واسمُهُ قسمٌ من أعظم القسم
وهذه بُردةُ المُختار قد خُتمت

والحمد لله في بدء وفي ختم
أبياتها قد أتت ستين مع مائةٍ

فرِّج بها كربنا يا واسع الكرم
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kaside-i Bürdenin Arapçası ve türkçesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Cevşen in Arapça Latin Harfli Yazilisi Türkcesi
» KASİDE-İ BÜRDE-buseyri-mevlaya salli ve sellim...
» EBÛ BEKİR KASÎDE-İ SIDDÎK-İ EKBER
» TURAN DURSUN'UN ARAPÇASI
» Delailin Nur Arapçası, Fazileti, Anlamı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Efendimize(sav) Dair Her Şey-
Buraya geçin: