Yelkovan on ikiye, akrep ikiye yaslamış kendini. Ben henüz iftitah tekbiri aldım, şu okuyacağınız yazı için. Benimkisi bir derdin okuyucuya şikayeti değil. Dertlilerin derdini dert edindim kendime. Vakit gece yarısını geçmiş, niye uğraşırım böyle şeylerle anlamış değilim. Kalem zorladı beni. Yatmadan önce süpürge darbesine maruz kalmaktansa kaleme “yaz!” dedim.
Kimlere dair? Depresyondakilere. Gecenin yarısından sonra efkâra gebe zihnin kutsanmışlıklarından tebellür edenlere hoş geldin diyorum.
Hoş geldin hüzün!
Hoş geldin keder!
Ve sen!
Asıl sen hoş geldin depresyon!
Karşımda safta sıra dizildiler. Hüzün ve kederi görünce epey üzüldüm. Ne kadar da gariban bir duruşa sahipler. Boyun bükük, göz sönük. Görünen o ki her ikisinde de gam’a müptelalık baskın. Diğerine bakın hele. Yerinde duramama, oflayıp puflamalar. Anlaşılan sıkıntı, bulunduğu mekânı ona dar ediyor. Soyut hayali, zihnime ikame etmeye çalıştığım şu depresyonu, insan zihninde ve ruhunda düşündüm. Kendi kabına sığmayan depresyon, insanda kendini sığdıracak bir yeri nasıl bulur acaba? Şahsen bunalımlı depresyonlara nöbet tutturduğumu söyleyemem. Onun halet-i ruhiyesine kisve giydirdim de diyemem. Depresyona girecek duruma misafir olmamam bir yana, onun asrın onulmaz hastalığı olduğu bir yana. Ben daha çok ikinci yana bakmak istiyorum.
Depresyon nedir?
Uzun tanımları ve klinik vaka tabirlerini terk ile kabukla uğraşmayıp öze talip olalım. Depresyon, ruhun çıkmaza girmesi aklın muvazene iklimine kar yağdırmasıdır. Psikolojik tarifler, ehillerine kalsın. Ben kendi pencereme bakarım.
Pencereye yakın durun.
Dünya nüfusunun arttığını gizlemeye gerek yok. Keyfiyetsiz kemiyetin (sayıca çokluğun) kime ne faydası var. Meydan-ı imtihanda, avare dolaşan beşerin kendine faydası yokken insanlık adına ondan ne beklenir?
Depresyon budur işte.
Ma’nânın maddî olana yenik düşmesidir.
Devam edelim.
Artan nüfusla birlikte fert olarak insan, toplumda yalnızlığa itildi. Belki gelişen teknoloji, sanayileşme; belki de aile kurumunun çatırdamaya yüz tutması bu yalnızlık esaretini tetikledi.
Para ve rahat yaşam standardına sahip birey, maalesef sahip olma şuurunu yitirdi. Burada sözünü ettiğim sahip olma, size ait olan değil, sizin dışınızdakilerin sahiplenme alanıdır. Size sahip olan bir ana-baba, ağabey-abla, arkadaş-dost, cemaat-tarikat, parti-dernek var mı? Sahip olanların sahipliğine vukufiyeti olan birey, toplumda kabullenilmişlik duygusunu haz olarak yaşar. Bir sorunla karşılaştığında kendisine sahip çıkıldığını gören kişi, depresyona yakalanmaz kolay kolay. Sıkıntı, bunalım ve içinden çıkılmaz gibi görünen bir durum ârız olunca etrafındakilerce sahiplenilen, yalnızlığa terk edilmeyen kişi, depresyon mağduru olmaktan sıfırlama olmasa bile uzak tutulmuş olacaktır.
Bu noktada bir tespit ve hükmü irad etmek istiyorum. Anlattığım bu durum, İslam toplumunda olması gereken bir hakikattir. Eğer olmuyorsa, yoksa, bir bozulmanın başladığı kesindir.
Avrupa?
Oranın insanı bizden kültür olarak farklıdır. Bu farklılık, hayatı algılama biçimi ve gelenek üzerine tesis ettirilebilir. Bir Avrupalının hayatı haz, zevk üzerine kuruludur. Rahatı için konforu için yapmayacağı yoktur. Amerikan filmlerine bakmanız yeterli. Gazetenin birinde bir yazıya rastladım. Depresyona kolay kolay girmeyeceğim için çok şükür, şoka girdim. Dünyada hayat tarzıyla zenginler kulübü diye bir vakanın tezahürü söz konusu. Bunlar para babası veya para anası. Bu gruptan bir zenginin yıllık içki masrafı, sadece içki masrafı dikkat edin, 43 bin TL imiş. Yani herkesin bildiği miktarla 43 milyar. Kopmayacak şey mi kıyamet. İşte bunu duyan birey, depresyona girmesin de ne yapsın. Kulağıma Göksel mırıldanıyor.
“Depresyondayım/ Unutuldum/ Çok yalnızım....”
43 milyar. Toplumun orta sınıf bir memuru olan öğretmeni ele alalım. Ayda 1000 TL alsa yılda 12000 TL eder. Hiç yemese, içmese, giymese, gezmese, ........ yaklaşık dört sene çalışacak da o zenginin bir yıllık içki parasına denk bütçeyi teşkil edecek. Yok musun adl-i ilâhi!
Var elbet.
Yok kardeşim, bu zamanda, böyle bir ortamda, kimseye depresyona girecek ne var canım diyemiyorum. İnsanı zorla depresyona sokuyorlar. Yalnızlık sarkacında nöbet tutan birey, ne zaman ki sosyal bir varlık olma mertebesine çıkar, işte gün o gündür.
“Şimdi biz sosyal bir varlık değil miyiz?” diye hemen tenkit mızrağını göğsüme nişan aldınız. Yahu sosyal bir insan, depresyona girer mi? Daha doğrusu girmeye fırsat bulabilir mi? Ha sorarım sizlere, bulabilir mi? Bulamaz. Evet, emin olunuz ki bulamaz. Bizim kültür anlayışımızda büyük insan yoktur. İnsan-ı kamil vardır. Yanlış hatırlamıyorsam Cemil Meriç merhum böyle söylüyordu.“ İslam çizgisinde kemal üzre kulaç atan kişi, depresyon sahiline uğramaz."
Ah depresyon ah! Sana bir şey söyleyeyim de şöyle bir hâline göz gezdir. Sen, bir Avrupalı hastalığı olabilirsin ancak. Zaten içimizde barınıyor olman bizim de Avrupalılaştığımızın delilidir. Soysuz bir Avrupalılaşma.
Kanaat ve tevekküle sahip müslüman birey, depresyona girmez. Yalnızlık ikliminde ıslanan Batılı fert, dört duvar arasında misafir ettiği depresyonla yatıp kalkmaya devam etsin, edecek de. Antidepresan ilaçlarla hayatını idame ettirsin. Duydun mu beni depresyon. Serzenişler kulağına küpe olsun. Bu başa kakmalar, umarım depresyonun izzetini kırar.
Bizim köylüler, depresyon nedir, hiç bilmiyor. Sonu “yon” ile biten tek bir kelimeyi tanır onlar. Enflas-yon. Gerçi enflasyonun bir yerlerinde gizlenmiş depresyonu görenler ne yapar, bana meçhul. Yoo aslında meçhul de değil. Onu görebilenler şehirli kisvesini çoktan giymiş oluyor. Ondan sonrası... Onlar adına söylüyorum:
“Hoş geldin depresyon!”